3 Mart 2025
Hicr Sûresi 91-99 / Nahl Sûresi 1-6 (266. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hicr Sûresi 91. Ayet

اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ  ...


Ki onlar, (bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederek) Kur’an’ı da parça parça edenlerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 جَعَلُوا ettiler ج ع ل
3 الْقُرْانَ Kur’an’ı ق ر ا
4 عِضِينَ bölük bölük ع ض و

Eski kitaplara yapıldığı gibi Kur’ân-ı Kerîm’i parçalara ayıranlar da yaptıklarından dolayı muhakkak surette Allah katında sorguya çekilip cezalandırılacaktır. Bu tavır birçok eski kavmi yıkıma götürmüştür, Mekkeli putperestler de vahyi bu şekilde bölüp parçalamanın cezasını görmüşlerdir. Çünkü Kur’an bütünüyle Allah’tandır, bir tek âyeti bile O’ndan başkasına nisbet edilemeyeceği gibi yine bir tek âyeti dahi değersiz ve anlamsız görülemez. Allah’ın kitabı bir bütündür, hükümleri geneldir. Hakk’ın yoluna koyulup o yolda ilerleyenler için Hakk’ın hükümlerinin hepsi de mutlaka bir yönden yararlıdır, gereklidir; onların–bir bölümünün dahi olsa– faydasız olduğu, reddedilebileceği asla düşünülemez. İnsanlar, içinde yaşadıkları zamana, şartlara, ihtiyaçlara, bilgi ve kültür düzeylerine göre vahiy billûruna farklı açılardan bakabilir, orada farklı renkler görebilirler; onu az çok farklı yorumlayıp algılayarak ondan değişik biçimde yararlanabilirler; fakat “Şurasını kabul ediyorum, burasını etmiyorum” diyemezler. Aksine davrananlar, Allah’ın huzurunda yaptıklarının hesabını vereceklerdir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 372

اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ


 

Cemi  müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ, önceki ayette geçen  الْمُقْتَسِم۪ينَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَعَلُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

جَعَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

الْقُرْاٰنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عِض۪ينَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Önceki ayette geçen  الْمُقْتَسِم۪ينَ nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası,   جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ  cümlesidir. Mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi sonradan gelecek habere dikkat çekmek ve bahsi geçen kişilere tahkir kastına matuftur.

الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ  tabiri iki tevilden birine göre istiaredir. Mana, “Onların Kur'an’ı organlarına ayrılmış uzuvlar gibi kısımlara ve parçalara bölmeleri, bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmeleri” şeklindedir. Yine denildiğine göre onlar Kur'an’ı “sihir, kehanet, yalan ve batıl söz” demek suretiyle kısımlara ayırmışlardır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

İki ayet arasındaki fasıl, bu ayetin ıtnâb babında sıfat cümlesi olmasındandır. Fasıl şibh-i kemâl-i ittisâl sebebiyledir. 

عِض۪ينَ  kelimesi, lâmel fiili  و  olup onun da hazf edildiği cinsten bir kelimedir. Aslı  عُضْوَةٌdür.  التَّعْضِيَةُ  cüzlere bölmek, parçalara ayırmak demektir. Nitekim parçalara, kısımlara ayırdığında, ‘’ عَضَّيْتُ الجَزُورَ والشّاةَ تَعْضِيَةً (Deveyi ve koyunu kesip parçalara ayırdım)’’ dersin. İkinci Görüş: bunun müfredi,  عِضَةٌ  olup aslı,  عِضَهَةٌdür. Araplar, iki hâ harfinin, bir arada bulunmasını ağır buldukları için,  عِضَةٌ demişlerdir. Bu kelime, “yalan” manasına gelen  العضه  kelimesinden alınmıştır. İbnu Sikkît العضه  kelimesinin manası için şöyle demiştir: ‘’Bir kimsenin bir kimseye iftirada bulunarak onda bulunmayan bir şeyi onun hakkında söylemesidir.” Bu, Leys'in rivayetine göre Halil İbni Ahmed'in görüşüdür. Buna göre ayetin manası, “Onlar, o ‘Kur'an'ın uydurulmuş olduğunu kabul ettiler ve söylediler.’’ şeklinde olur.  عِضَةٌ  kelimesi, kendisinden hazf edilen harften dolayı cemi müzekker salim vezninde cemilenmiş, böylece de kendisinden hazf edilen şeye mukabil olsun diye vâv ve nûn ile çoğul yapılmıştır. (Fahreddin er-Râzî) 

فِعْلَةٌ  vezninde olduğu da söylenmiştir ki  عَضَهْتُهُ 'dan gelir, birine iftira ve bühtan etmektir. Hadiste şöyle gelmiştir. Resulullah (sav) العاضِهَةَ والمُسْتَعْضِهَةَ 'ye lanet etmiştir. Bu da büyü yapan ve yaptırandır. عِض۪ينَ, sihirler manasındadır da denilmiştir. İkrime de  العَضَةُ  sihirdir demiştir. Cemi salim şeklinde çoğul yapılması hazf edileni telafi etmek içindir. Mevsûl da sılası ile beraber الْمُقْتَسِم۪ينَۙ 'in sıfatıdır ya da mübtedadır, haberi de  فَوَرَبِّكَ…dir. (Beyzâvî)
Hicr Sûresi 92. Ayet

فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ  ...


92-93. Ayetler Meal  :   
Rabbine andolsun, onların hepsine yapmakta olduklarını mutlaka soracağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَوَرَبِّكَ Rabbin hakkı için ر ب ب
2 لَنَسْأَلَنَّهُمْ biz mutlaka soracağız س ا ل
3 أَجْمَعِينَ hepsine ج م ع

فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

 

فَ  istînâfiyyedir. وَ  kasem harfidir.  رَبِّكَ mahzuf mukadder fiile müteallıktır. Takdiri;  أقسم (Yemin ederim.) şeklindedir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  نَسْـَٔلَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

اَجْمَع۪ينَ  kelimesi gaib zamiri  için manevi tekid olup mansubdur. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

Tekid, tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked (ٌمُؤَكَّد) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

 

فَ  istînâfiyye, وَ  kasem harfidir. Car mecrur  رَبِّكَ, mahzuf kasem fiiline müteallıktır. Takdiri,  أقسم  [Yemin ederim] olan kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَ  ve  نَّ ’la tekid edilen  لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَ  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Faide-i haber inkâri kelamdır. 

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Aynı zamanda nidanın cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

رَبِّكَ  izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

‘’Onlara sorulacak’’tan kasıt bütün hayatları boyunca yapmış oldukları amellerin değerlendirilip ceza veya ödül anlamında karşılığının takdir edileceğidir. İdmâc vardır.

Allah Teâlâ kendisine yemin ederek onlardan hesap soracağını,  لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ   fiilinin sonundaki tekid nunu, manevi tekid  اَجْمَع۪ينَۙ  lafzı ve lam harfi olmak üzere üç tekidle kesin olarak belirtmiştir.

Ayette Rabb isminden, azamet zamirine iltifat vardır.

Cenab-ı Hakk'ın, “İşte Rabbine andolsun ki onlara, topuna... elbette soracağız.” ifadesinin, Kur'an'ı paramparça eden o  الْمُقْتَسِم۪ينَۙ  ile ilgili olması muhtemeldir. Çünkü zamirin en yakına raci olması daha uygundur. Buna göre kelamın takdiri, “Allah Teâlâ, onların Kur'an'ı kısımlara ayırmalarından ve diğer günahlarından dolayı, o   الْمُقْتَسِم۪ينَۙ ‘e hesap soracağına dair zatına, kendisine yemin etmiştir.” şeklinde olur. Bu ifadenin, bütün mükelleflerle ilgili olması da muhtemeldir, hem müminleri hem de kâfirleri içine almaktadır. Binaenaleyh, Cenab-ı Hakk'ın, “İşte Rabbine andolsun ki onlara, topuna... elbette soracağız.” buyruğunun, herkesle alakalı bir söz olması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

Hicr Sûresi 93. Ayet

عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عَمَّا
2 كَانُوا şeylerden ك و ن
3 يَعْمَلُونَ yaptıkları ع م ل

عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  نَسْـَٔلَنَّهُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا ; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا ’nın amili önceki ayetteki  نَسْـَٔلَنَّهُمْ  fiilidir. Sılası  كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder.  (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

“Küfrettiklerinden” buyurulmayıp da gerek kalple ilgili, gerek bedenle ilgili, gerek söz ve gerek fiil ve gerek terk gibi bütün işleri kapsar şekilde, “Yaptıklarından” buyurulmasının ne büyük ve müthiş bir uyarı olduğundan gaflet edilmemelidir. Kur'an'ın bütün birliğiyle hepsine iman ve itikat iddia edip de amele gelince, gönlüne göre bölüşme ve ayırmaya kalkışanlar da bu dehşetli uyarının altına girmiş oluyorlar. (Elmalılı)


Hicr Sûresi 94. Ayet

فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ  ...


Ey Muhammed! Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah’a ortak koşanlara aldırış etme.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاصْدَعْ açıkça söyle ص د ع
2 بِمَا şeyi
3 تُؤْمَرُ emrolunduğun ا م ر
4 وَأَعْرِضْ ve aldırma ع ر ض
5 عَنِ
6 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlara ش ر ك
Hz. Peygamber’den, putperestlerin inkârcı ve kaba davranışlarına aldırmadan kendisine bildirilen ilâhî gerçekleri savunması, insanlara duyurması istenmekte; bu arada kendisiyle alay etmeye kalkışanlara karşı Allah’ın yardımına güvenmesi telkin edilmekte; birtakım değersiz nesneleri Allah’a ortak koşacak kadar düşüncesiz olduklarına bakmadan, Hz. Peygamber’le alay etmeye kalkışanların; onun gönlünü inciten, canını sıkanların bu yaptıklarının Allah tarafından bilindiği kendisine hatırlatılarak moralini bozmaması, cesur olması telkin edilmektedir. Taberî, Resûlullah’a karşı alaycı davrananların bilhassa Kureyş’in önde gelenleri olduğunu belirterek bunların isimlerinin yer aldığı rivayetleri aktarmaktadır (bk. XIV, 69-72).
 Başta peygamberler olmak üzere büyük inanç, fikir ve aksiyon adamlarının en önemli özelliklerinden biri, her türlü güçlük, engel ve engellemeye aldırış etmeden, yılmadan temsil ettikleri inancı, düşünceyi, dünya görüşünü azim ve kararlılıkla sürdürmeleridir. Hemen bütün peygamberlerin ve diğer önder şahsiyetlerin, davalarını toplumlara anlatma mücadelesi verirken en sık mâruz kaldıkları karşı davranışlardan biri alay ve hakaret olmuştur. Alay etmek, Mekkeli inkârcı ve zalimlerin de Hz. Peygamber’e ve müminlere karşı en sık başvurdukları mücadele yöntemlerinden biri idi. Fakat –bu âyetlerde de görüldüğü gibi– Resûlullah aleyhisselâm, Kur’ân-ı Kerîm’in eğitimi ve irşadı ile iradesini beslemiş; Allah’ın yardımını her zaman yanında hissetmiştir; bu sayede putperestlik, inkârcılık, zulüm, cehalet ve ahlâksızlıktan ibaret olan bir zihniyetin vahyin gerçekleri karşısında yıkılmaya mahkûm olduğuna inancını asla kaybetmemiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 372-373

فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  اصْدَعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اصْدَعْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تُؤْمَرُ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تُؤْمَرُ  merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri أنت dir.

وَ  atıf harfidir. اَعْرِضْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  اَعْرِضْ  fiiline müteallıktır.  الْمُشْرِك۪ينَ nin cer alameti  ى dir.Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ

 

“(Ey Muhammed!) Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah’a ortak koşanlara aldırış etme!” (Hicr Suresi, 94)

فَ  istînâfiyyedir. Ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harfiyle birlikte  اصْدَعْ  fiiline müteallıktır. Sılası olan تُؤْمَرُ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

تُؤْمَرُ  fiili meçhul bina edilerek mef’ûlün önemi vurgulanmıştır. Malum binada mef’ûl olan kelime, meçhul binada fail konumundadır.

Aynı üslupta gelerek  فَاصْدَعْ  cümlesine atfedilen  وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

فَاصْدَعْ  -  وَاَعْرِضْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ  cümlesi ile  وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

İbni Ebi’l Esba (ö. 654/1256) bu ayette istiare olduğunu, kalplerin kırılmasının, camın kırılmasına benzetildiğini, bu yönden mananın şöyle olduğunu söylemiştir: “Sana vahyedilen her şeyi açıkça söyle, açıklanması emredilen her şeyi tebliğ et! Bu, bazı kalplere zor gelip kırılsalar da bundan vazgeçme!” Kırılan veya çatlayan şişenin içindeki nasıl ortaya çıkıyorsa, kalplerdeki tesir de insanın yüzünde can sıkıntısı veya mutluluk olarak ortaya çıkar. Bu yönüyle bu istiarede Kur'an’ın tebliğ edilmesiyle müşriklerde oluşacak kalp kırıklığı ve yüzdeki can sıkıntısı ifade edilmiş olmaktadır. Bir bedevî Arap bu üç lafzı duyduğunda secdeye kapandı. Ona, “Niçin secdeye kapandın?” denilince o da “Bu sözün fesahatinden dolayı secde ettim.” dedi. Çünkü o, ayetten kastedilen manayı uzun bir düşünce merhalesinden sonra değil, duyar duymaz hemen anlamıştı.

Hitap Peygamber Efendimizedir. Tebliğini hiçbir gizlilik kalmayacak şekilde apaçık yapması emredilmiştir. Tıpkı kırılan bir camın yeniden yapıştırılamaması gibi. Camın veya sert bir şeyin kırılması manasında olan  اصْدَعْ  fiili hissîdir. Silinmeyecek şekilde iz bırakan tebliğ manasında kullanılmıştır ki bu da aklîdir. Müstear  اصْدَعْ  fiilidir. Müstearun leh tebliğ, müstearun minh camın kırılmasıdır. Tasrîhi istiare babındandır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) Vech-i şebeh her ikisinde görülen tesirdir.

Bu ayet için İbni Ebi İşba şöyle der: Ayetin işaret ettiği mana, “Sana vahyedilenin tamamını açıkla, bir kısmı bazılarına ağır gelse bile beyanı ile emrolunduğun ayetleri tebliğ et.” şeklindedir.  فَاصْدَعْ  ile  صرح  arasındaki benzerlik tasrihin kalplerdeki tesirinde görülür. Tıpkı parçalanan camda olduğu gibi ayetlerin tasrihi neticesinde insan yüzünde burukluk ve sevinç, inkâr ve memnuniyet alametleri belirir. Ayetteki istiarenin güzelliğine, icazın büyüklüğüne, ihtiva ettiği zengin manaya bakın… (İtkan, s.149)

Ayetteki  اصْدَعْ  fiili aynı manaya gelmekle birlikte  بلغ  fiilinden daha beliğdir. İfade ettiği tesir de daha beliğdir. Tebliğ her zaman müessir olmayabilirse de  اصْدَعْ  kelimesinin ifade ettiği mana kesinlikle müessir olur. (İtkan, s. 120)

Cenab-ı Hakk'ın, "Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan, apaçık bildir" buyruğunda; bil ki صْدَعْ  kelimesi Arapçada yarmak ve ayırmak anlamındadır. Nitekim, topluluk dağıldığı zaman da,  تصدَّع القوم  denilir. Cenab-ı Hakk'ın, “O gün (bütün insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır.” (Rum Suresi, 43) ayeti de böyledir.  صْدَعْ  kelimesi cam hakkında kullanıldığında, ayırmak, koparmak, kırmak anlamına gelir. Ben de derim ki: “Kafatası kemikleri bu sırada, adeta parçalanıyor gibi olduğu içindir ki baş ağrısına muhtemelen bu isim,  صُدَع ismi verilmiştir.” el-Ezheri de şöyle demiştir: “Sabaha, ‘el-felak’ denildiği gibi  صادع  de denir. Nitekim Arapçada, fecr çatladı, yarıldı; sabah ortaya çıktı, sabah oldu manalarında,  انصدع  ، انفلق ,انفطر  الصبح  denmektedir.

Bunu iyice anladığın zaman bil ki ayetinin manası, “Hak ile batılın arasını ayır.” şeklinde olur. Zeccâc ise: “Bunun manası, ‘Emrolunduğun şeyi açıkla, izhar et.’ demiştir.” (Fahreddin er-Râzî)  

Cenab-ı Hakk, daha sonra “Müşriklere aldırış etme!” buyurmuştur. Yani “Onlara aldırma; onların, nübüvvet davetini izhar etmen sebebiyle seni kınamalarına hiç iltifat etme, aldırış etme!” demektir. Bazı alimler, bu hükmün, savaş ayetiyle mensûh olduğunu söylemiştir ki bu zayıftır. Çünkü buradaki yüz çevirmenin anlamı, onlara aldırış etmemedir ki binaenaleyh bu hüküm, mensûh olmaz. (Fahreddin er-Râzî) 
Hicr Sûresi 95. Ayet

اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ  ...


95-96. Ayetler Meal  :   
Şüphesiz biz, Allah ile beraber başka ilâh edinen alaycılara karşı sana yeteriz. İlerde bilecekler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا şüphesiz biz
2 كَفَيْنَاكَ sana yeteriz ك ف ي
3 الْمُسْتَهْزِئِينَ alay edenler(e karşı) ه ز ا

اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

كَفَيْنَاكَ  fiili, اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.

كَفَيْنَاكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

الْمُسْتَهْزِء۪ينَ  mef’ûlun bih olup  nasb alameti  ي  harfidir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

الْمُسْتَهْزِء۪ينَ  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ; isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette [Seninle alay edenlere karşı şüphesiz Biz sana yeteriz.] buyurulmuştur. Yani onları bastırmak ve helak etmek gücüne sahibiz. Cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Aynı zamanda bu cümle Hz. Peygambere destek ve teselli anlamındadır.
Hicr Sûresi 96. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 يَجْعَلُونَ edinen(ler) ج ع ل
3 مَعَ ile beraber
4 اللَّهِ Allah
5 إِلَٰهًا tanrı ا ل ه
6 اخَرَ başka ا خ ر
7 فَسَوْفَ yakında
8 يَعْلَمُونَ bileceklerdir ع ل م

اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ 

 

Cemi  müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ, önceki ayetteki  الْمُسْتَهْزِء۪ينَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَجْعَلُونَ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَجْعَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi üç şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَعَ  zaman zarfı, mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلٰهاً  birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada  اٰخَرَ  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir.  سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

يَعْلَمُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ 

 

Fasılla gelen ayette fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Önceki ayetteki  الْمُسْتَهْزِء۪ينَ nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası   يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ  cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi sonradan gelecek habere dikkat çekmek ve bahsi geçen kişilere tahkir kastına matuftur.

اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِلٰهاً ’in tenkiri tahkir ve kesret ifade eder.

اِلٰهاً  ve  اللّٰهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.


  فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, ve tecessüm ifade etmiştir. Müstakbel harfi  سَوْفَ  tehdit makamında tekid ifade eder.

Tesvif harfi  سَوْفَ ’den murad; tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ  harfinin mazi fiili tekidi gibi -müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince; bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf Suresi 123)

سَوْفَ, ahirette bileceklerine işarettir. İlimden maksat ise başlarına gelecek azabı tadacakları gerçeğidir.

فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ  [Yakında bilecekler.] haber cümlesi muktezâ-i zâhirin hilafına olarak tehdit içeren manaya sahip olduğu için lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ [Yakında bilecekler.]  cümlesi, kâfirlerin akıbetini belirten bir haber cümlesidir. Yani yaptıklarının sonucunu anlayacaklar demektir. Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Mef’ûlun hazfi korku uyandırmak içindir. 

يَعْلَمُونَ  ibaresinde, tağlîb yoluyla müennesler de kastedilmiştir.

Bu ayetteki  يَعْلَمُونَ  [bileceksiniz] ifadesinin benzerleri çeşitli ayetlerde geçmektedir. (Hicr Suresi, 3; Furkan Suresi, 12, Ankebut Suresi, 66; Saffat Suresi, 170; Zuhruf Suresi, 89; Tekâsür Suresi, 3-4) Bunların çoğunda tertip, kendilerine gizli olan, inkâr ettikleri veya şüpheye düştükleri gelecek olan o günün hakikatinin kendilerine beyanı şeklindedir. (Nüzul sırası tefsir notları)

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet/44, S. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâh edinirler. Yakında bileceklerdir. Görülüyor ki burada bu fasılanın tekrarlanmasıyla surenin sonundan baş kısmına tam bir dönüş yapılmıştır. Yani yakında belalarını bulup, ne büyük cinayet yaptıklarını anlayacaklar ve o vakit, “Ah! keşke biz de Müslüman olsaydık.” diye yanıp yakılacaklar. (Elmalılı)

 
Hicr Sûresi 97. Ayet

وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ  ...


Andolsun, onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 نَعْلَمُ biliyoruz (ki) ع ل م
3 أَنَّكَ senin
4 يَضِيقُ daralıyor ض ي ق
5 صَدْرُكَ göğsün ص د ر
6 بِمَا şeylere
7 يَقُولُونَ onların söylediklerine ق و ل

وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir.

نَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن dur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  نَعْلَمُ  fiilinin  iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  كَ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

يَض۪يقُ  fiili,  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَض۪يقُ  merfû muzari fiildir.  صَدْرُكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَقُولُونَ  fiiline müteallıktır.  يَقُولُونَ  fiili  نَ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. 

قَدْ  ve  لَ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi …وَلَقَدْ نَعْلَمُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve müteakip  اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ  cümlesi, masdar teviliyle  نَعْلَمُ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.  اَنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. 

اَنَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bu cümlenin tekid ile süslenmesi, içerdiği tesellinin tahkikini ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا ’nın sılası olan  يَقُولُونَۙ  cümlesi,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Masdar-ı müevvel, sebebiyet bildiren  بِ  harfi ile birlikte  يَض۪يقُ  fiiline müteallıktır.

Ayette iki masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi; açık masdarın, olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Oysa burada, bir kere gerçekleşme manası murad edilmemiştir. Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil cümleleri getirilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83) 

[Yemin olsun, onların dediklerinden göğsünün daraldığını biliyoruz] ibaresinde kastedilen mana; şirklerinden, Kur'an’a dil uzatmalarından ve seninle alay etmelerinden dolayı manasıdır. (Beyzâvî)

Göğsünün daralması ifadesinde kastedilen mana kalbin sıkışmasıdır. Göğüs kalbin mahalli olduğu için hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

 
Hicr Sûresi 98. Ayet

فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ  ...


O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسَبِّحْ (o halde) tesbih et س ب ح
2 بِحَمْدِ hamd ile ح م د
3 رَبِّكَ Rabbini ر ب ب
4 وَكُنْ ve ol ك و ن
5 مِنَ -den
6 السَّاجِدِينَ secde edenler- س ج د
Kesin olan şey” diye çevirdiğimiz son âyetteki yak^n kelimesi, “ölüm; Allah’ın vaad ettiği, gerçeklemesi kesin olan zafer”, “kesin bilgi” gibi farklı şekillerde açıklanmıştır. Taberî’nin aktardığı rivayetler (XIV, 73-75), yakîn kelimesinin daha çok “ölüm” olarak tefsir edildiğini, ayrıca Hz. Peygamber’in de zaman zaman kelimeyi bu anlamda kullandığını göstermektedir. 
 Kelime “kesin bilgi” veya “zafer” mânasına alınırsa tercümenin “İbadet et ki bilgiye/zafere ulaşasın” şeklinde olması gerekir.
 Hz. Peygamber’e karşı mücadele edenlerin, bütün davranışlarının mahiyetini belirleyen temel inançlarının Allah’a ortak koşmak olduğuna az önce (96. âyet) işaret edilmişti. Şu halde Hz. Peygamber’in ve onun izinde gidenlerin temel inanç ve tutumları da Allah’ı bir bilip O’na kullukta sebat etmek olmalıdır.
 Kuşkusuz, “Allah’ı hamd ile tesbih et!” buyruğu, hem “elhamdülillâh…, sübhânallah…” gibi güzel sözlerle dilimizi süslemeyi hem bu ifadelerin anlamıyla kalp ve zihnimizi bezemeyi hem de bu inancıhayatımızın belirleyici ilkeleri kılmayı gerektirir. “Secde et” yerine “…secde edenlerden ol!” buyurulması da müslümanların Hak yolunda birlikte davranmalarını, aynı inancı ve dinî davranışı paylaşmalarını ima etmektedir. 
 Kulun rabbini hamd ile tesbih etmesi, yani O’nu övgüyle anarak her türlü eksiklikten, şanına yaraşmayacak niteliklerden tenzih edip yüceltmesi; rabbi karşısındaki tevazuunun, O’na karşı duyduğu derin saygının en çarpıcı ifadesi olmak üzere huzurunda secdeye kapanması ve nihayet hayatı boyunca rabbine bu şekilde kulluğunu sürdürmesi, hem bir kulluk görevi hem bütün kötülere ve kötülüklere karşı rabbinin yardım ve desteğine liyakat kazanmasının şartı hem de O’ndan gelen yardım ve lutuflar için bir şükür görevidir.
 Böylece Hicr sûresi gerek Peygamber efendimizi gerekse onun şahsında ümmetini kötüleri ve kötülükleri yenme hususunda azimli ve kararlı davranmaya, Cenâb-ı Hakk’ın yardım ve desteğini yanımızda bilerek ümitli ve azimli olmaya, bunun için de hayatımız boyunca rabbimizin şanını yüceltip kulluğumuzu sürdürmeye çağıran, bu yönde bizi aydınlatan âyetlerle son bulmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 373-374
Riyazus Salihin, 1454 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim sabah akşam yüz defa subhânallâhi ve bi-hamdihî: Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim” derse, onun söylediklerinin bir mislini veya daha fazlasını söyleyen kimse dışında hiçbir şahıs, kıyâmet gününde onun söylediğinden daha faziletli bir zikirle gelemez.”
(Müslim, Zikir 26.)

فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن ضاق صدرك فسبّح (Göğsün daralırsa tesbih et.) şeklindedir.

سَبِّـحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  بِحَمْدِ  car mecruru  سَبِّـحْ  fiiline müteallıktır.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  كُنْ  sükun üzere mebni nakıs emir fiildir.  كُنْ  ismi, müstetir olup takdiri  هُو’dir.  مِنَ السَّاجِد۪ينَ  car mecruru  كُنْ un mahzuf haberine müteallıktır.

السَّاجِد۪ينَ nin cer alameti  ى dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

سَاجِد۪ينَ  kelimesi sülasi mücerredi  سجد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَبِّـحْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ

 

فَ , rabıtadır. Ayetin ilk cümlesi olan  فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ, mahzuf bir şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Takdiri, إن ضاق صدرك  [Göğsün daralırsa] olan şart cümlesiyle birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

بِحَمْدِ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması,  كَ  zamirinin ait olduğu Hz. Peygambere, yine Rabb ismine muzâf olması  حَمْدِ ’ye şan  ve şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır. 

Sözlükte “suda hızla yüzüp mesafe almak” manasındaki  سَبِّـحْ  fiili,  سباح  kökünden türeyen tesbih, terim olarak Cenab-ı Hakk’ı ulûhiyetle bağdaşmayan her türlü eksiklik ve noksanlıktan tenzih etmeyi ifade eder. Aynı kökten  سبحان  kelimesine lafza-i celâlin eklenmesiyle oluşturulan sübhanallah  سبحانالله  terkibi tesbihle aynı anlama gelir. Her iki terim de Allah’tan başkasına nispet edilemez. (TDV İslam Ansiklopedisi-Tesbih)


  وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ

 

Cümle  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi emir üslubunda talebî inşai isnaddır.  Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ السَّاجِد۪ينَ, nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  

فَسَبِّـحْ  - حَمْدِ - السَّاجِد۪ينَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayetteki secdeden murad namazdır. Namazın bir rüknü, tamamı manasında kullanılmıştır. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Secde ve aynı kökten türeyen kelimeler Kur'an’da gerek “boyun eğme” manasında gerekse terim anlamıyla seksen bir ayette geçer (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “scd” md.). Râgıb el-İsfahânî, Kur'an’daki secdeyi isteğe bağlı ve zorunlu secde olarak ikiye ayırır; ilki (sücûd-u ihtiyar) insana mahsus olup karşılığında mükâfat vardır. [Allah’a secde edin. (Necm Suresi, 62)] gibi ayetler secdenin bu ilk anlamıyla ilgilidir. İkincisi (sücûd-u teshîr) insan dahil olmak üzere canlı ve cansız bütün varlıkların Allah’ın koyduğu kanunlara boyun eğmesidir. [Göklerde ve yerde bulunan her şey ve bunların gölgeleri sabah akşam isteseler de istemeseler de Allah’a secde ederler. (Ra’d Suresi, 15)] ayeti secdenin ikinci anlamıyla ilgilidir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “scd” md.). Müfessirler, ikinci anlamıyla bütün varlıkların Allah’a secde etmesini (mesela bkz. en-Nahl Suresi, 48-49; Hac Suresi, 18; Rahman Suresi, 6) fıtratlarının gereği olarak yaratıcının kendileri için koyduğu kanunlara tabi olup onların dışına çıkamamaları şeklinde izah ederler. (TDV, Secde)

O halde hemen Rabbine hamd ile tesbih et. Yani küfür sözlerine canı sıkılmak da Rabbinin bir manevi temizlik terbiyesi, şükretmeye değer bir nimetidir. Sıkıldın mı hemen Rabbine hamdederek ona tesbih et ve onu ulula, için açılır ve bunun şükür alameti olmak üzere de secde edenlerden ol yani namaz kıl, genişlersin. (Elmalılı)

Cenab-ı Hak, “Sen hemen Rabbine hamd ile tesbih et” demiş ve böylece ona şu dört şeyi emretmiştir: Tesbih, hamd, secde ve ibadet. Alimler, bu taatları yapmanın göğsün daralması ve hüznü gidermeye nasıl vesile olduğu hususunda değişik izahlar yapmışlardır. Bu cümleden olmak üzere hakkın peşinde olan arifler (sûfîler) şöyle demişlerdir: “İnsan bu çeşit ibadetlerle meşgul olduğu zaman, ona rubûbiyet aleminin nurları inkişaf eder. Bu inkişaf tahakkuk ettiği zaman dünya bütünüyle onun gözünde değersizleşir. Dünya onun nazarında böyle önemsiz hale gelince de ne dünyayı elde etmek, ne de elden kaçırmak onun için birşey ifade etmez. Dolayısı ile o, dünyayı kaybetmekten ötürü vahşete ve dehşete düşmez, dünyayı elde ettim diye de şımarmaz. İşte bu noktada, hüzün ve keder diye birşey kalmaz." (Fahreddin er-Râzî)

 
Hicr Sûresi 99. Ayet

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ  ...


Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاعْبُدْ ve kulluk et ع ب د
2 رَبَّكَ Rabbine ر ب ب
3 حَتَّىٰ kadar
4 يَأْتِيَكَ sana gelinceye ا ت ي
5 الْيَقِينُ yakîn ي ق ن

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اعْبُدْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

رَبَّكَ  mef ‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَتّٰى  gaye bildiren masdar ve cer harfidir.  Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  اعْبُدْ  fiiline müteallıktır.

يَأْتِيَكَ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْيَق۪ينُ  fail olup lafzen merfûdur. 

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ

 

Surenin son ayeti,  وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

Emir üslubunda talebî inşai isnad olan cümlede az sözle çok anlam ifade eden  رَبَّكَ izafeti Hz. Peygamberin şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.

Burada hitabın yalnız Resulullah'a (sav) tevcihi, Rabb kelimesinin Resulullah'ın (sav) yerini tutan zamire izafesi, Allah Teâlâ'nın Resulullah hakkında ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى nın gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ  cümlesi,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  اعْبُدْ  fiiline müteallıktır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır. 

الْيَق۪ينُ ’nun  يَأْتِيَكَ  fiiline isnadı, mecaz-ı aklîdir.

Gelmek fiilinin ölüme isnad edilmesi, ölümün, canlının peşinde olduğunu, onu bulmak istediğini bildirmek içindir. Yani hayatta olduğun müddetçe ibadete devam et; bir an bile ona halel getirme. (Ebüssuûd)

حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ  [Ölüm sana gelinceye kadar] (ölüm) değişmez/kesin bir olgu olduğu için يَق۪ينُ  diye isimlendirilmiştir. Kur'an’da ölümü îma etmek üzere sıkça kullanılan bir deyimdir. (Kur'an’daki Deyimler ve Zemahşeri’nin Keşşâf’ı)

İbadet; tesbih, hamd ve secde etmeyi kapsadığı için ayet, umumun hususa atfı babındadır.

وَاعْبُدْ رَبَّكَ [Rabbine ibadet et.] ibaresinde Allah’ın Rabb sıfatının seçilmiş olması surenin bağlamına uyumu açısından son derece dikkate şayandır. Bu seçim mürâât-ı nazîr sanatıdır.

Bu surenin son ayetleri hüsn-i intihâ ve berâat-i istihlâl sanatlarının mükemmel örneğidir.

Hicr Suresi, vahiy ve peygamberlik karşısında toplumların öteden beri nasıl bir tepki ortaya koyduklarını ve Cenab-ı Hakk’ın peygamberlerini nasıl başarıya ulaştırdığını bildiren ve الر  şeklinde başlayan beş surenin (Yûnus, Hûd, Yusuf, Ra’d ve İbrahim Sureleri) bir özeti gibidir. Sonuç kısmı da bütün bu surelerin nihaî hedefini belirleyen bir emirden ibarettir. (TDV İslam Ansiklopedisi)

Suredeki ayetlerin fasılalarındaki  نْ - وَ  ve  نْ - ي  ile oluşan ses uyumu lafzî güzelliklerden seci sanatının harika bir örneğidir.

Kur'an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua, vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Cenab-ı Hak,  “Sana ‘yakîn’ gelinceye kadar da Rabbine ibadet et.” buyurmuştur. İbn Abbas (ra), Cenab-ı Allah'ın buradaki yakîn ile ölümü kastettiğini, ölümün, kesin birşey olduğu için yakîn adını aldığını söylemiştir. Buna göre şayet, “Herkes, öldüğü zaman üzerinden ibadet etme mesuliyetinin artık düştüğünü bildiğine göre adetlere böyle sınır çizmenin hikmeti nedir?” denirse biz deriz ki: “Bundan murad şu manadır: Hayatın boyunca Rabbine ibadet et, hayatının hiçbir safhasında bu ibadetten uzak ve berî olma.” (Fahreddin er-Râzî)

 
Nahl Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 128 âyettir. Sûre, adını 68. âyette geçen “en-Nahl” kelimesinden almıştır. “en-Nahl” bal arısı demektir. Sûrede başlıca, kâinatta Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller, vahiy, öldükten sonra dirilme gibi konular yer almaktadır.
Mushaftaki sıralamada on altıncı, iniş sırasına göre yetmişinci sûredir. Kehf sûresinden sonra, Nûh sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sondan üç âyetin Medine’de indiği yolunda rivayetler vardır. Hicretten bahseden 41. âyet ve sonrasının Medine’de indiği yolundaki görüş zayıf bulunmaktadır (41. âyetin tefsirine bk.).
Sûrede ulûhiyyet, vahiy, öldükten sonra dirilme ve Allah’ın huzurunda hesap verme gibi dinin temel konuları ele alınmakta; ardından göklerde ve yerde Allah’ın mutlak kudretinin delilleri gösterilmekte, daha sonra O’nun nimetlerini görüp takdir etmemenin, şükretmemenin sonuçları hatırlatılarak bu hususta insanlar uyarılmakta; adalet, ihsan, sözünde durma, yemin, haram ve helâller, tövbe gibi dinî-ahlâkî konular üzerinde durulmakta; ayrıca Hz. Peygamber’e Allah yoluna davetin yöntemi hatırlatılarak adaletli, sabırlı olması istenmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nahl Sûresi 1. Ayet

اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ  ...


Allah’ın emri gelecektir. Artık onun acele gelmesini istemeyin. Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَتَىٰ geldi ا ت ي
2 أَمْرُ emri ا م ر
3 اللَّهِ Allah’ın
4 فَلَا artık
5 تَسْتَعْجِلُوهُ onu acele istemeyin ع ج ل
6 سُبْحَانَهُ (Allah) uzaktır س ب ح
7 وَتَعَالَىٰ ve yücedir ع ل و
8 عَمَّا -ndan
9 يُشْرِكُونَ ortak koştukları- ش ر ك
Sözlükte emir kelimesi hem “buyruk, hüküm, yasa, yönetim” hem de “iş, olgu, olay” anlamına gelir. Burada hangi anlamda kullanıldığı ve ne kastedildiği konusunda değişik açıklamalar yapılmıştır. Taberî, ilk anlamına göre Allah’ın farzlarının ve hükümlerinin, ikincisine göre de kıyamet olayının ve inkârcıların hak ettikleri azap vaktinin kastedildiğine dair iki görüş aktardıktan sonra kendi tercihini şöyle açıklamaktadır: “Âyet, Allah ve resulünü inkâr edenlere karşı Allah tarafından bir tehdittir; onlara cezalandırılacakları, yıkıma (helâk) uğrayacakları vaktin yaklaştığına dair bir duyurudur. Nitekim devamında gelen ‘Allah onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir’ şeklindeki ifadeden de bu (muhatabın inkârcılar olduğu) anlaşılıyor” (XIV, 75-76).
 Bir yoruma göre Mekke’de müşriklerin inkârcı ve baskıcı tutumlarından bıkan müslümanlar, onların bir an önce hak ettikleri cezaya çarptırılmalarını yahut sonlarının gelmesini istiyorlardı; âyette müslümanların beklentilerinin muhakkak gerçekleşeceği bildirilmektedir. Daha çok benimsenen diğer bir yoruma göre ise putperestler, “Şayet gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit hani ne zaman gerçekleşecek!” (Yâsîn 36/48); “Allahım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir hakikatse gökten üzerimize taş yağdır veya bize acı veren bir azap gönder!” (Enfâl 8/32) gibi alay kabilinden sözlerle, yapılan uyarıları ciddiye almadıklarını, bu uyarılara aldırış etmedikleri takdirde sonlarının geleceğine, dünyada ve âhirette cezalandırılacaklarına en küçük bir ihtimal vermediklerini ima ediyorlardı. Âyet buna bir cevap teşkil etmektedir. Aslında o sırada henüz inkârcılar için bir ceza ve yıkım gerçekleşmediği halde âyette geçmiş zaman kullanılmasının sebebi, bu haberde, “Bir şeyin olacağını Allah bildirmişse artık o olmuş demektir” anlamında bir kesinlik bulunmasıdır (Kurtubî, X, 70). Şu halde metindeki “gelmiştir” anlamındaki kelimeyi “gelmiş bilin” şeklinde anlamak gerekir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 376-377

اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ 

 

Fiil cümlesidir. اَتٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  اَمْرُ  fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن طلبتم الأمر فلا تستعجلوه (Bu işi istiyorsanız acele etmeyin) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَسْتَعْجِلُوهُ  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzaridir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

تَسْتَعْجِلُوهُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili  عجل ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


 سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

سُبْحَانَهُ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri;  نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعَالٰى  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Kuran surelerinin ilk ayetleri surenin içeriğiyle olan anlam bağlantısı yönüyle berâat-i istihlâl sanatının en güzel örnekleridir. İlk cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned, mazi sıygada gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.  اَمْرُ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  اَمْر ’e şan ve şeref kazanmıştır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَمْرُ ’nun  اَتٰٓى  fiiline isnadı, mecaz-ı aklîdir.

“Allah’ın emri geldi.” ibaresi haber cümlesi şeklinde gelmiştir. Fakat tehdit içeren manasıyla muktezâ-i zâhirin hilafına olarak mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Burada gelecekten bahseden  اَتٰٓى  fiili muzarî sıygayla gelmesi gerekirken muktezâ-i zâhirden çıkarak mazi formda gelmiştir. 

Fakat buradaki kullanımda muktezâ-i hale uygun olarak ayete Allah’ın emrinin kesin olarak geleceği anlamını katmaktadır. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Arkadan gelen  اَمْرُ  kelimesi peygamberlik anlamında kullanılan bir kelimedir. Zira bazı müfessirler Peygamberin (sav) gönderilişi şeklinde yorumlamışlardır. Bu durumda  فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ  ifadesindeki  اَمْرُ  kelimesine ait olan zamir, kelimenin diğer bir anlamı olan kıyamet ve azabı da işaret edecek ve istiḫdâm sanatına örnek oluşturacaktır. (Suyûṭî, İtḳân, V, 1727)

İbnu’l Hâc es‐Sülemî’ye (ö. 1232/1817) göre mazi fiilin gelecek zaman anlamında kullanılması şu kurala bağlıdır: Mahkûm aleyhin gerçekleşmesi kesinlik taşıyorsa bu durumda mazi fiil, gelecek zaman anlamında kullanılmaktadır.

Bu ayette bulunan emr kelimesi, helak ya da kıyamet anlamına gelmektedir.

Kıyametin ya da toplu helakin meydana gelişi geçmiş zamanda olmadığına göre geldi formundaki fiil ‘gelecektir’ anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla  اَمْرُ  kelimesinin ‘geldi’ anlamında kullanılması, emrin gerçekleşeceğinin kesinliğini ifade etmektedir.

Kıyamet sahnelerinden birinin anlatıldığı  وَجَٓاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفاًّ صَفاًّۚ  (Fecr Suresi, 21) ayetinde yukardaki kurala ilave olarak Kur'an’ın farklı bir dil özelliğini görmek mümkündür. Burada da geldi fiili, gelecek anlamında kullanılmıştır. Dikkat çeken yön ise bu ayette geldi ifadesi  َاَتٰٓى  fiili ile ifade edilirken, Fecr Suresinde  جَٓاءَ  fili ile anlatılmaktadır.

Bu iki fiil arasında şöyle bir anlam farklılığı bulunmaktadır:  جَٓاءَ  fiili kesinlik anlamı taşımakta iken  َاَتٰٓى  fiili şüphe anlamı barındırmaktadır. Kıyametin kopuşu kesin olduğundan ikinci ayette  جَٓاءَ  fiili kullanılmıştır. Ancak ihtimal ve şüphe anlamı taşıyan  َاَتٰٓى  fiili ise muhatapların şüphe ve inkârlarını kapsamak ve ifade etmek içindir. Dolayısıyla  َاَتٰٓى  fiilinin kullanılmasıyla ayet, “Allah’ın emri gelecektir ancak bunun ne zaman olacağı gaybî bir bilgidir.’’ anlamını ifade etmektedir. (Muhammed Nureddin Müneccid, Teradüf fi’l‐Kur'ani’l Kerim, s. 147‐151) 

Mazi ve muzari fiillerin birbiri yerine kullanılması bir istiare şeklidir. Burada mazi fiil olan  اَتٰٓى,  gelecek manasındadır. Bunun delili de ayetin devamındaki “o halde acele etmeyin” kısmıdır. Câmi’ her iki fiildeki tahakkuktur. Çünkü Allah Teâlâ’nın vaadinde değişiklik olmaz. müşebbehün bih (mazi fiil) müşebbeh (muzari fiil) için müstear olmuştur. Sonra ayetin sonundaki karîne dolayısıyla tebei tasrihi istiare olarak  اتيان  masdarından mazi fiil türetilerek kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

اَمْرُ اللّٰهِ  [Allah’ın emri]’nden kasıt; şirk üzere olan ve O’nun Resulünü yalanlamaya devam eden kimseler için hazırladığı cezasıdır.

Allah'ın emri geldi. Buradaki  اَمْرُ  kelimesi  امور’ un tekili yani Allah'ın ilâhlığı gereğince işler manasına “emr” olması muhtemel olduğu gibi  اوامر ’in tekili yani Allah'ın nefsi gereği, hüküm ve fermanı manasına “emr” olması da muhtemeldir. Ve ikisiyle de tefsir edilmiştir. Birinci durumda maksat, kâfirlere vadedilmiş olan azap veya kıyamettir. Fakat bu şekilde geldi demenin, gelmek üzeredir, gelmektedir, geliyor manasına mecaz olması gerekir.

“Onu acele istemeyin!” buyurulması da buna ipucu olur. Çünkü gelmiş olsaydı emri gerçekleşirdi. Meydana gelmiş bir şeyi acele istemek de imkânsız olurdu. İkinci durumda ise onun meydana gelmesini gerektiren Allah'ın hükmü geldi demek olacağından gerçek manası üzeredir. Ancak zamirinde bir istihdam gözetmek gerekir. Ve bu şekilde iki mananın ikisi de göz önünde bulundurulmuş olur. Yani Allah'ın emri ve fermanı geldi, şimdi onun acele gelmesini istemeyiniz. O emrin kapsamını istemekte acele etmeyiniz, olacaklar olacak, müşrikler kahrolacak. Yüce Allah onların şirk koşmalarından münezzeh ve yücedir. Bundan dolayı Allah katında şefaatçilerimiz olur diye tapıp Allah'a ortak koştukları şeylerin hiçbirisinin onları Allah'ın emrinden kurtarmasına imkân yoktur. (Elmalılı)


 فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ 

 

فَ  rabıtadır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ  cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.

Takdiri …إن طلبتم الأمر  [Bu işi istiyorsanız] olan mahzuf şart ve mezkur cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.


  سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سُبْحَانَهُ  ifadesi, takdiri  نسبّح  olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır.  سُبْحَانَهُ  itiraz cümlesidir. Zalimlerin iddialarının batıl olduğunu açıklar. Ebüssuûd şöyle der: سُبْحَانَ  kelimesinin  سبح ’dan türemiş, tef’il kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyledir: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim.” (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ  cümlesi makabline matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا  başındaki harf-i cerle birlikte  تَعَالٰى ’ya müteallıktır. Sılası olan  يُشْرِكُونَ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

سُبْحَانَهُ  itiraz cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. Konuyu pekiştirmek için yapılmış ıtnâbtır.

سُبْحَانَهُ -  تَعَالٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَمَّا يُشْرِكُونَ [Onların ortak koştukları şeylerden] ayetinin, “onların şirk koşmalarından” anlamında olduğu söylenmiştir. Ayetteki “şeyler” kelimesinin; “kimse” anlamında olduğu da söylenmiştir ki O, kendisine ortak koşulan kimselerden yüce ve münezzehtir, anlamına gelir. (Kurtubî)
Nahl Sûresi 2. Ayet

يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُونِ  ...


Allah, “Benden başka ilâh yoktur. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının” diye (insanları) uyarmaları için emrini içeren vahiy ile melekleri kullarından dilediğine indirir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُنَزِّلُ indirir ن ز ل
2 الْمَلَائِكَةَ Melekleri م ل ك
3 بِالرُّوحِ ruh ile ر و ح
4 مِنْ -nden (olan)
5 أَمْرِهِ emri- ا م ر
6 عَلَىٰ üzerine
7 مَنْ kimseler
8 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
9 مِنْ -ndan
10 عِبَادِهِ kulları- ع ب د
11 أَنْ diye
12 أَنْذِرُوا uyarsın ن ذ ر
13 أَنَّهُ muhakkak
14 لَا yoktur
15 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
16 إِلَّا başka
17 أَنَا benden
18 فَاتَّقُونِ benden korkun و ق ي
Âyet metnindeki ruh kelimesi terim olarak “İnsan varlığının hayat ve hareket kaynağı olan, yararlı ve zararlı ayırımı yapan unsuru” şeklinde tanımlanmaktadır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rvh” md.; ruh hakkında bilgi için bk. İsrâ 17/85). Bu âyette ise müfessirlerin büyük çoğunluğu tarafından “vahiy” diye açıklanmıştır. Beden ruhla hayat bulduğu gibi fert ve toplumların cehalet karanlığından sıyrılıp gaflet uykusundan uyanarak nihaî kurtuluşa ermeleri de vahiy nuruyla gerçekleşeceği için âyette vahiy, ruh kelimesiyle ifade edilmiştir (Râzî, XIX, 219-220). Taberî âyetteki ruhu, “Allah’ın, hakkı kendisiyle canlandırdığı ve bâtılı onunla yere serdiği şey” diye açıklamış, bundan maksadın da vahiy olduğuna dair rivayetler aktarmıştır (XIV, 77). Elmalılı Muhammed Hamdi’nin de belirttiği gibi (V, 3085) âyette vahyin mükemmel bir tanımı verilmiştir. Buna göre vahyin kaynağı ilâhîdir; Allah kullarından dilediğini peygamber olarak seçmekte ve ona melekleri aracılığıyla insanlığın ruhu, hayat kaynağı değerinde bilgiler, ilkeler göndermektedir. Allah’tan başka tanrı olmadığına inanılması ve O’na saygıda kusur edilmemesi gerektiği yönündeki uyarı bu bilgilerin özünü oluşturmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 378

يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُونِ

 

Fiil cümlesidir.  يُنَزِّلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

الْمَلٰٓئِكَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

بِالرُّوحِ  car mecruru  الْمَلٰٓئِكَةَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; مصحوبة بالوحي (Vahiy eşliğinde) şeklindedir.

مِنْ اَمْرِه۪  car mecruru  الرُّوحِ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  يُنَزِّلُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

مِنْ عِبَادِه۪ٓ  car mecruru  ism-i mevsûlun mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  الرُّوحِ ’nin bedeli olarak mahallen mecrurdur. اَنْذِرُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  ب  harf-i ceriyle birlikte  اَنْذِرُٓوا  fiiline müteallıktır.  هُ  muttasıl zamir  اَنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬  cümlesi,  اَنَّ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.

اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir   اَنَا۬  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إذا أردتم النجاة في الآخرة فاتّقوني بتوحيدي (Eğer ahirette kurtulmak istiyorsanız benim birliğim dolayısıyla benden sakının.) şeklindedir.

اتَّقُونِ  fiili  نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نَ  vikayedir. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

اتَّقُونِ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Sülâsîsi وقي ’dır.

İftiâl babındadır. Bu bab fiile  mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

يُنَزِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  بِالرُّوحِ, mefûl olan  الْمَلٰٓئِكَةَ ’den,  مِنْ اَمْرِه۪  ise  بِالرُّوحِ ’den mahzuf hale müteallıktır.

“Cenab-ı Hakk,  bu ayetteki  الْمَلٰٓئِكَةَ sözü ile sadece Cebrail (as)’ı kastetmiştir.” Vahidî şöyle der: “Müfredi cemi bir kelime ile isimlendirmek, eğer o müfred reis ve lider durumunda olursa caizdir. Bu tıpkı ‘Biz Nuh'u da kavmine (peygamber olarak) gönderdik.’ (Nuh Suresi, 1); ‘Biz o Kur’an'ı Kadir gecesinde indirdik.’ (Kadir Suresi, 1) gibidir.” (Fahreddin er-Râzî) 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  عَلٰى  harfiyle birlikte  يُنَزِّلُ  fiiline müteallıktır. Sılası olan  يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عِبَادِه۪  ve  اَمْرِه۪  izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması  عِبَادِ ’ye ve اَمْرِ ‘ye tazim ifade etmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬  cümlesi, masdar teviliyle cer mahallinde  بِالرُّوحِ ’den bedeldir. Masdar-ı müevvel cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Masdar ve tekid harfini takib eden  اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬  cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen  بِ  harfiyle birlikte  اَنْذِرُٓوا  fiiline müteallıktır.

اَنَّ ’nin haberi olan  لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬  cümlesi, cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Kasrla tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İsmi  اِلٰهَ  olan  لَٓا ’nın haberinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri;  موجود (vardır) olabilir. 

اَنَا۬, mahzuf haberdeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

لَٓا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. Kasr  لَٓا ’nın ismi ve haberi arasındadır.  اِلٰهَ  sıfat/maksûr,  اَنَا۬  mevsuf/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı hakiki ve kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

Allah Teâlâ ilâhlığın sadece kendisine has olduğunu kasr üslubuyla kesin olarak belirtmiştir.

اَنْ  müfessiredir, çünkü  بِالرُّوحِ  kelimesi, قول  (söylemek) manasını içeren vahiy manasınadır. Ya da  اَنْ  mastariyedir,  بِالرُّوحِ den bedel olarak mahallen mansubtur veya harf-i cerin hazfı ile mansubdur. Bir başka ihtimal de bu  اَنْ in,  انّ ’den tahfif olduğudur.

الرُّوحِ - الْمَلٰٓئِكَةَ - عِبَادِه۪ٓ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مِنْ ’lerin tekrarında,  مَنْ  ve  مِنْ  arasında cinas ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَاتَّقُونِ  [Benden korkun]  cümlesinde iltifat sanatı vardır. Azabı acele isteyenlere, üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş yoluyla hitaptır. (Safvetü't Tefasir)

الرُّوحِ  kelimesinde istiare vardır. Çünkü buradaki  الرُّوحِ  ile kastedilen insanlara (halk) hayat vermeyi, hakkı açıklamayı içeren vahiydir. Yüce Allah’ın [Onun gibi sana da bir kısım buyruklarımızı içeren bir ruh vahyettik. (Şura Suresi, 52)] sözü ve yine O’nun Mesih -selam ona olsun- hakkındaki [Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah’ın resulu, Meryem’e söylediği kelimesi ve O’nun katından verilmiş bir ruhtur. (Nisa Suresi, 171)] sözü de bunun gibidir. Burada Allah Teâlâ bu manaya göre İsa’yı “ruh” diye anmıştır. Çünkü ümmetinin hayatı ve şeriatının bekası ancak onun sayesinde mümkün olmuştur. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)


 فَاتَّقُونِ

 

Ayetin son cümlesi, mukadder şartın  فَ  karinesiyle gelen cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiilin sonundaki mef’ûl olan mütekellim zamiri, haşyeti artırmak ve fasılaya riayet kastıyla hazf edilmiştir.

Takdiri,  إذا أردتم النجاة في الآخرة فاتّقوني بتوحيدي (Eğer ahirette kurtulmak istiyorsanız benim birliğim dolayısıyla benden sakının.) olan mahzuf şart ve cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayet vahyin melekler aracılığı ile indiğine ve esas maksadın da ilim kabiliyetinin kemâl derecesi olan tevhit olduğuna vurgu yapmakta, amel gücünün zirvesi olan takva emrine işaret etmekte ve peygamberliğin Allah vergisi olduğuna dikkat çekmektedir. Ondan sonraki ayetler de onun birliğinin delilidir; şöyle ki onlar Allah Teâlâ âlemin asıllarını ve fer’ lerini hikmet ve maslahata uygun olarak var edendir. Eğer bir ortağı olsa idi o da bunlar gibi yapardı, o zaman da birbirlerine mani olurlardı. (Beyzâvî)

 
Nahl Sûresi 3. Ayet

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ  ...


Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden yücedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَلَقَ yarattı خ ل ق
2 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
3 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
4 بِالْحَقِّ hak ile ح ق ق
5 تَعَالَىٰ yücedir ع ل و
6 عَمَّا -ndan
7 يُشْرِكُونَ ortak koştukları- ش ر ك
Sûrenin ilk âyetinde yüce Allah’ın, putperestlerce ileri sürülen ortaklardan münezzeh olduğu, 2. âyetinde O’ndan başka tanrı bulunmadığı ifade buyurulduktan sonra 18. âyete kadar olan bölümde de bu gerçeği kanıtlamak üzere O’nun varlığının, birliğinin ve yaratıcı kudretinin bazı delilleri gösterilmekte, insanın yararlanmakta olduğu ilâhî lutuf ve nimetler hatırlatılmakta, nimetin sahibini tanıyıp O’na şükretmek gerektiği uyarısında bulunulmaktadır. 
 Tasavvuf ve felsefe kültüründe “büyük âlem” denilen yer ve göklerle “küçük âlem” denilen insanın yaratılması ve yaratılış keyfiyeti, insanı kuşatan canlı ve cansız tabiatın ona yararlı olacak şekilde nimet ve imkânlarla donatılması hep Allah’ın varlığına ve hikmetli yaratıcılığına delâlet etmektedir. 8. âyette Allah’ın, burada sayılanlar dışında, o günkü insanların veya her devirde yaşayanların bilmedikleri daha başka şeyler de yaratmakta olduğu ifade edilmek suretiyle hem yaratılışın akıp giden bir süreç olduğu belirtiliyor hem de insanlarda, gördükleriyle yetinmeyip tabiatın gizliliklerini keşfetme merakı uyandırılması hedefleniyor, bu keşiflerin Allah inancının gelişip güçlenmesine katkıda bulunacağına işaret ediliyor.
 Yeryüzünde insandan başka hiçbir varlık Allah’a karşı gelme gücüne ve özgürlüğüne sahip değildir. Bu sebeple 3. âyette insanın yaratılış sürecine dikkat çekilerek (bu hususta geniş bilgi için bk. Mü’minûn 23/12-14), “bir damla su”dan, bir spermden yaratılan insanın, yaratanına karşı çıkacak kadar irade ve eylem gücüyle, özgürlüğüyle donatıldığına, “alelâde bir nesne iken böylesine yüksek ve şerefli bir düzeye ulaşması”na (Râzî, XIX, 226); bunun da ilim ve hikmet sahibi yüce yaratıcının varlığı, birliği ve ulu kudretinin delili olduğuna dikkat çekilmesi son derece anlamlıdır. 
Müfessirler, 5 ve 6. âyetlerde, diğer maddî ve psikolojik faydaları yanında bilhassa tüylerinden, sütlerinden ve etlerinden istifade edilmek üzere yaratıldığı bildirilen ve en‘âm kelimesiyle ifade edilen hayvanların koyun, keçi, sığır ve deveden ibaret olduğunu belirtirler. 8. âyette ise at, katır ve eşek cinsinin diğerlerinden ayrı zikredilmiş; bunların taşıma aracı ve ziynet olarak yaratıldığı bildirilirken etlerinden ve sütlerinden söz edilmemiştir. Bazı fakihler bu ifadeleri de dikkate alarak, bu üç hayvanın etlerinin ve sütlerinin haram olduğunu belirtmişlerdir. Ancak âlimlerin çoğunluğu bu âyetlerin Allah’ın yaratıcılığı ve nimetleriyle ilgili olduğu, buradan hareketle etleri yenen ve yenmeyen hayvanlar hakkında hüküm çıkarmanın isabetli olmayacağı kanaatindedirler (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1145 vd.; Râzî, XIX, 229-230; İbn Âşûr, XIV, 107-110).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 379-380

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ

 

Fiil cümlesidir.  خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

السَّمٰوَاتِ  mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.  بِالْحَقّ  car mecruru  خَلَقَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır.


تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعَالٰى  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ  lafzından sonra  الْاَرْضَ ’ın zikri umumdan sonra husus babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü  السَّمٰوَاتِ, tağlib yoluyla  الْاَرْضَ ı da kapsamaktadır.

خَلَقَ - الْحَقّ  kelimeleri arasında ise cinas-ı nakıs sanatı vardır.

Önceki ayetteki müfret mütekellim zamirinden, bu ayette gaib zamire iltifat edilmiştir.


 تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا, harfi-cerle birlikte تَعَالٰى ’ya müteallıktır. Sılası olan  يُشْرِكُونَ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

Allah Teâlâ, göklerin ve yerin hâdis olduğuna dair yaratıp takdir etme ile hüccet getirince, bunun hemen peşinden “O, eş tutmakta oldukları şeylerden yücedir.” buyurmuştur. Bununla şu kastedilmiştir: Göklerin ve yerin kadîm olduğunu söyleyenler, sanki, Allah'ın ezelî ve kadîm olma vasfında müşterek olan bir şeriki, Allah'a ortak koşmuşlardır. Bu sebeple Cenab-ı Hak kendisini bundan tenzih etmiş ve kendisinden başka kadîm bulunmadığını beyan buyurmuştur. Bu izahımızla surenin başındaki, “O, onların eş tutmakta oldukları şeylerden münezzehtir.” (Nahl Suresi, 1) ifadesinden elde edilmek istenen mananın, burada bu kelimenin zikredilmesinden elde edilmek istenen manadan başka olduğu ortaya çıkmış olur. Çünkü bu ifadenin burada zikredilmesinin maksadı, “Putların, azabı kendilerinden def etme hususunda, o kâfirlere şefaatçi olabileceğini" söyleyen kimselerin görüşünü iptal etmektir. Yine bundan maksat, maddelerin kadîm, göklerin ve yerin ezelî olduğunu söyleyenlerin görüşünü iptal etmektir. Böylece Allah Teâlâ ezeliyet ve kadîm oluşta, başkasını kendisine ortak koşmaktan kendisini tenzih etmiştir.” (Fahreddin er-Râzî) 

 
Nahl Sûresi 4. Ayet

خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ  ...


İnsanı nutfeden (bir damla sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَلَقَ yarattı خ ل ق
2 الْإِنْسَانَ insanı ا ن س
3 مِنْ -den
4 نُطْفَةٍ nutfe- ن ط ف
5 فَإِذَا birden
6 هُوَ o (insan)
7 خَصِيمٌ bir hasım (olup çıktı) خ ص م
8 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
Resul-i Ekrem(sav) avucuna tükürdü , sonra şahadet parmağını onun üzerine koyarak şöyle buyurdu :” Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ey Ademoğlu! Ben seni buna benzer birseyden yaratmışken, nasıl olur da sen Beni âciz zannedersin?” Sonra boğazına işaret ederek:” Canın boğazına gelince, sadaka veriyorum dersin. Halbuki sadaka verme zamanı çoktan geçmiştir. “ buyurmuştur.
(İbni Mâce , Vesâya 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned , IV, 210; Elbâni, Silsiletu’l-ehâdisi’s-sahiha, III, 89-90,nr. 1099)
خصم Hasame : خَصْمٌ kavramı bir kişiyle hasım olarak çekişmek, sürtüşmek anlamındaki خَصَمَ fiilinin mastarıdır. خَصِيمٌ çok çekişen, tartışan ve münakaşa eden kavgacı kişidir. خَصِمٌ sözcüğü ise husumet, çekişme, tartışma ya da münakaşa hususunda ihtisas sahibi veyahut kendini buna hasretmiş kimse için kullanılır. (müfredat خِصامٌ sözcüğünün hasmın cemisi olduğunu almamış) (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hasım ve husumettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ

 

Fiil cümlesidir. خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

الْاِنْسَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مِنْ نُطْفَةٍ  car mecruru  خَلَقَ  fiiline müteallıktır.

فَ  atıf  harfidir.  اِذَا  isim cümlesine dahil olduğunda mufacee harfi olur. “Birdenbire, aniden” anlamı verir.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَص۪يمٌ  haber olup lafzen merfûdur.

مُب۪ينٌ  kelimesi  خَص۪يمٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ  cümlesi istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Cümleye dahil olan  اِذَا, mufacee harfidir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مُب۪ينٌ  kelimesi  خَص۪يمٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ  (Apaçık aşırı düşman) lafızları mübalağa ifade eden kalıplardandır. (Safvetü't Tefasir)

الْاِنْسَانَ deki marifelik, bilinen cinsi ifade eder. Ahd-i zihnîdir. (Âşûr) 

نُطْفَةٍ deki tenvin azlık ve tahkir için olabilir.

اِذَا  harfi isim cümlesinin önüne geldiğinde mufacee harfi olur. Yani ‘birdenbire, bir de bakarsın ki…’ anlamına gelir.  فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ  cümlesindeki  فَ  takip ifade eder. İnsanın, nutfenin yaratılmasından hemen sonra hasım oluşu, onun daha sonraki haline işaret eder. Kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Aynı Yusuf’un (as) kıssasındaki “Kendimi şarap sıkarken görüyorum.” sözü gibi. (Muhyiddin Derviş, Îrab)

Düşünmeli ki bir nutfe, bir sperma damlası ne kadar değersiz bir sıvı, ne güçsüz ve zayıf bir şeydir ve ondan bir insan yaratmak ne büyük bir kudrettir. Maddesine bakınca böyle bir damla sümükten oluşan insan, yalnız yüce Allah'ın kudretiyle Allah'ın ona üfürdüğü ruh ile duyu ve irade, konuşma ve fikirlerini açıklamaya sahip kuvvetli bir insan kılığına girer de bir de ne bakarsın o, bir damla spermadan yaratılan mahluk apaçık bir mücadeleci kesilir. Kendini savunma yolunda çok konuşan bir tartışmacı ve mücadeleci haline gelir. Veya aslını unutur da yaratıcısına karşı bile açık bir düşman olur. Ona karşı ortak koşmaya, mantık ve felsefeden bahsetmeye kalkışır. Ve bundan dolayı bütün bu âlemde haksızlık yalnız insanlarda bulunur. Ve onun içindir ki uyarı emri de insanlara yönelir. (Elmalılı)

Felekler ve yıldızlardan sonra maddelerin en kıymetlisi insandır. Binaenaleyh Allah Teâlâ, hakîm bir ilahın varlığına, feleklerin kütlelerini delil getirince, bunun peşinden aynı şeye, insanın yaratılışını da delil olarak zikretmiştir.

Bil ki insan, beden ve ruhtan meydana gelmiştir. O halde Allah'ın “İnsanı bir damla sudan yarattı. O buyruğu hakîm bir yaratıcının varlığına, insanın bedeniyle; “(Böyle iken) bakarsın ki o, apaçık bir hasım kesilmiştir.” ifadesi de böyle bir yaratıcının varlığına insanın halleriyle istidlalde bulunmaya bir işarettir.

Bunu şu şekilde izah edebiliriz: Nutfenin, gerek maddi gerekse müşahedeye göre parçaları birbirine benzeyen bir madde olduğunda şüphe yoktur. Ancak ne var ki bazı tabipler, onun parçalarının gerçekte farklı olduğunu söylemektedirler. Bu böyledir, zira nutfe, dördüncü hazımın neticesinden meydana gelmektedir. Çünkü gıdanın, midede bulunması ilk hazım; ciğerde bulunması ikinci hazım; damarlara geçmesi üçüncü hazım, diğer organlara geçmesi ise dördüncü hazımdir. İşte bu noktada, bir kısım gıdalar, kemiklere geçer ve o kemikte, eşsiz bir tabiat harikası meydana gelir. Et, sinir, damar ve diğerleri hakkındaki sözümüz de aynıdır. Şehvet tahrik olunduğunda, bedeni istila eden o hareket esnasında bütün uzuvlardan bir sıvı çıkar gelir ki işte nutfe budur. Böyle olması halinde nutfe, parçaları ve cüzleri farklı farklı olan bir madde olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Nahl Sûresi 5. Ayet

وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَاۚ لَكُمْ ف۪يهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ  ...


Hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için bir ısınma ve birçok faydalar vardır. Hem de onlardan yersiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْأَنْعَامَ ve hayvanları da ن ع م
2 خَلَقَهَا yarattı خ ل ق
3 لَكُمْ sizin için vardır
4 فِيهَا onlarda
5 دِفْءٌ ısınma د ف ا
6 وَمَنَافِعُ ve menfaatler ن ف ع
7 وَمِنْهَا ve onlardan
8 تَأْكُلُونَ yersiniz ا ك ل

وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَاۚ لَكُمْ ف۪يهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ

 

وَ  atıf harfidir.  الْاَنْعَامَ  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. خَلَقَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لَكُمْ  car mecruru  خَلَقَهَا  fiiline müteallıktır.  ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

دِفْءٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

مَنَافِعُ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  دِفْءٌ ’e matuftur.

وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ la  دِفْءٌ e matuftur.

مِنْهَا  car mecruru  تَأْكُلُونَ  fiiline müteallıktır.

تَأْكُلُونَ  fiili,  نَ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَاۚ لَكُمْ 

 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  الْاَنْعَامَ, iştigal olmak üzere mansubdur. Takdiri;  خلق [Yarattı] olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. 

Cümle mahzufla birlikte, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl fiilden önce gelir ve fiilin sonunda da bu mef’ûle ait bir zamir bulunursa buna iştigal denir. (M.Meral Çörtü, Nahiv, s. 282)

İstînâfiyye olarak fasılla gelen  خَلَقَهَاۚ  cümlesi, tefsiriyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

خَلَقَهَاۚ  fiiline müteallık olan  لَكُمْ ’un sonraki cümleye dahil olmasına da cevaz vardır. O takdirde  خَلَقَهَاۚ ’dan sonra vakıf yapılabilir.

وَالْاَنْعَامَ [Hayvanları da] (deve, sığır ve koyunları) da kelimesi gizli bir fiille mansubdur, onu da  خَلَقَهَاۚ  لَكُمْ  kavli tefsir etmektedir ya da insana atfen mansubdur. (Beyzâvî) 

İnsandan sonra yeryüzünde mevcut maddelerin en kıymetlisi, kendilerine kıymetli kuvveler tahsis edildiği için hayvanlardır. Bu kıymetli kuvveler de zahiri ve batını hislerle, şehvet ve gadabtır. Sonra bu hayvanlar da ikiye ayrılır:

a) İnsanların istifade ettiği canlılar.

b) Böyle olmayanlar...

Birincisi, ikincisinden daha kıymetlidir. Çünkü canlıların en kıymetlisi insan olunca, insanın kendisinden daha çok ve daha fazla istifade ettiği canlının, hayvanın da başkasından daha kıymetli olması gerekir.

Sonra biz diyoruz ki insanın kendisinden yararlandığı o hayvandan, ya insan, yeme, giyme gibi zaruri geçim vesileleri için yararlanır veya böyle olmayıp o ondan ancak zinet vb. gibi zaruri olmayan şeyler hususunda istifade eder. Birincisi ikincisinden daha kıymetlidir ki işte bu kısım, Cenab-ı Hakk'ın  الْاَنْعَامَ /davarlar diye bahsettiği hayvanlardır. İşte bundan dolayı bu ayette önce onlardan bahsedilerek “Davarları da sizin için o yaratmıştır.” buyurulmuştur. (Fahreddin er-Râzî) 

Enam şu sekiz çift hayvana denilir. Bunlar da koyun, deve, keçi ve sığırdır. Bazen de الْاَنْعَامَ  şu üç şeye yani deve, sığır ve davara denilmektedir. (Fahreddin er-Râzî) 

  

  ف۪يهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

Sübut ifade eden  ف۪يهَا دِفْءٌ  cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

ف۪يهَا  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  وَمَنَافِعُ, muahhar mübteda olan  دِفْءٌ ’a tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

Mübtedanın tenkiri; nev, tazim ve kesret ifade eder.

وَ ’la makabline matuf  مِنْهَا تَأْكُلُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümleye, teceddüt ve tecessüm anlamı katmıştır. Car mecrur  مِنْهَا ’nın, amili olan  تَأْكُلُونَ ’ye fasıla gözetilerek yapılan takdimi, konudaki önemine binaendir. 

ف۪يهَا دِفْءٌ  [Isıtıcı şeyler vardır] ifadesinden sonra  مَنَافِعُ  [faydalar] demesi umumun hususa atfı babıdır.

دِفْءٌ - مَنَافِعُ - تَأْكُلُونَۖ - الْاَنْعَامَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

4-5-6. ayetlerin  مُب۪ينٌ ,تَأْكُلُونَۖ ,تَسْرَحُونَۖ  şeklindeki son kelimeleri arasında seci vardır. 

وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ (Onlardan bir kısmını da yersiniz…) cümlesinin aslı  تَأْكُلُونَۖ مِنْهَا  şeklindedir. Ancak  مِنْهَا  ifadesi öne alınarak tertip değişmiştir. Bu değişimin nedeniyle ilgili Beyzâvî iki vecih zikreder. Buna göre zarfın (şibih cümle) takdim edilmesi ya ayet sonlarının tutması (رؤوس الآي) içindir. Ya da söz konusu evcil hayvanların (deve, sığır, koyun) etinden yemenin geçim için normal bir şey olduğunu, ancak eti yenen diğer hayvanlardan yemenin sadece tedavi ve zevk maksadıyla olduğunu ifade etmek içindir. (Beyzâvî, III, 386) 

Müfessirimizin ikinci izahından anlaşıldığına göre zarfın takdimi tahsis ifade etmektedir. Yani âdet olan bu hayvanların etini yemenizdir, bunların dışındakilerin değil. Ancak bu ifade bunların dışındakilerin etinin yenmeyeceği anlamına gelmez. (Süleyman Gür, Kādî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

ف۪يهَا دِفْءٌ  [Onda ısıtıcı şey vardır] ısıtıp soğuktan koruyacak,  وَمَنَافِعُ [ve faydalar] yavruları, sütü ve binmesi gibi. Bunlara fayda demesi bedellerini de içine alması içindir.  وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ  [Onlardan yersiniz de] yani yenilecek olanını yersiniz; eti, iç yağları ve sütleri gibi. (Beyzâvî) 

Allah Teâlâ,  en’âmı mükellefler için yarattığını bildirince bunun peşinden onlardaki menfaatlerin neler olduğunu sayıp dökmüştür. Bil ki en’âmın faydalarının bir kısmı zaruri bir kısmı ise zaruri değildir. Allah Teâlâ, önce zaruri olanları ele almıştır.

Birinci Fayda: Hak Teâlâ'nın “Bunlarda sizin için ısıtıcı ve koruyucu nice maddeler vardır.” cümlesinin ifade ettiği husustur. Cenab-ı Hak, bu hususu başka bir ayette de zikrederek, “... yünlerinden, yağlarından, kıllarından....” (Nahl Suresi, 80) buyurmuştur. Dil alimlerine göre  دِفْءٌ  kelimesi, kendisiyle ısınılan elbise anlamındadır. el-Esmaî şöyle der: Dif; ısı, sıcaklık demektir. Nitekim Arapçada, “Şu duvarın difinde, sıcağında otur” denilir yani o duvarın dibinde, (rüzgârdan korunmuş güneş alan kısmında)... Bu kelime hemze hazf edilip de harekesi fe'ye verilmiş  دِفٌ  şeklinde de okunmuştur.

İkinci Fayda: Ayet-i kerimedeki  مَنَافِعُ  kelimesinin belirttiği husustur. Alimler, Cenab-ı Hakk'ın bu ifadeyle o hayvanların neslini ve sütünü kastettiğini söyleyerek şöyle demişlerdir: Bu lafız, genel ve umumi bir duruma delalet ettiği halde Allah bu lafızla onların neslini ve sütünü kastetmiştir. Çünkü nesil ve süt ile bazen yeme içmede, bazen para mukabili satmada, bazen de elbise vs. gibi zaruri şeylerle değiştirmek suretiyle istifade edilir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, bütün bunları kapsasın diye bu kısımları,  مَنَافِعُ /nice menfaatler sözüyle belirtmiştir.

Üçüncü Fayda, ayetteki “وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ /Onlardan yersiniz” cümlesinin ifade ettiği husustur. (Fahreddin er-Râzî)  

 
Nahl Sûresi 6. Ayet

وَلَكُمْ ف۪يهَا جَمَالٌ ح۪ينَ تُر۪يحُونَ وَح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ  ...


Onları akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken de sizin için bir güzellik (ve zevk) vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَكُمْ ve sizin için vardır
2 فِيهَا onlarda
3 جَمَالٌ bir güzellik ج م ل
4 حِينَ zaman ح ي ن
5 تُرِيحُونَ akşamleyin getirdiğiniz ر و ح
6 وَحِينَ ve zaman ح ي ن
7 تَسْرَحُونَ sabahleyin götürdüğünüz س ر ح
جمل Cemele : جَمالٌ kelimesi çok güzel, iyi ya da hoş olmaktır ve iki türlüdür: Birincisi: İnsana mahsusu olup gönlünde, bedeninde ya da davranışlarında bulunan cemaldir. İkincisi: Kendisinden başkasına ulaşan cemaldir. Peygamber (s.a.v.) den rivayet edilen ‘Allah güzeldir, güzeli sever ‘ إن الله جميل يحب الجمال’ hadisi bu anlamdadır. Böylece bu sözde birçok hayrın Allah’dan kaynaklandığına ve bu özellikleri olanları da seveceğine/onların sevileceğine dair bir işaret vardır. جَمِيلٌ ve جَمالٌ lafızları teksir (çokluk) bildirmek içinde kullanılır. Sözcükteki çokluk anlamı ölçü alındığından birbirinden ayrılmamış her topluluk, cemaat ve toplama da جُمْلَةٌ denmiştir. Bu köke ait olan مُجْمَلٌ kelimesi hakikatinde beyan edilmemiş, açıklanmamış veya şerh edilmemiş birçok şeyin cümlesini/toplamını kapsayan şey demektir. جَمَلٌ sözcüğü ise aslen dokuzuncu yılına girip köpek dişlerini çıkaran deveye denir. Çoğulu جِمالَةٌ şeklinde gelir. Devenin bu adı almasını nedeni Nahl, 16/6 ayetinde zikredilen Arapların bunu kendileri için bir güzellik saymaları olabilir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cümle, cümleten, mücmel, icmâli, Cemal ve Cemil’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَكُمْ ف۪يهَا جَمَالٌ ح۪ينَ تُر۪يحُونَ وَح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ

 

وَ  atıf harfidir.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. ف۪يهَا  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.

جَمَالٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  ح۪ينَ  zaman zarfı  جَمَالٌ ’e müteallıktır.

تُر۪يحُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تُر۪يحُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَح۪ينَ تَسْرَحُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.

تُر۪يحُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  روح ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَلَكُمْ ف۪يهَا جَمَالٌ ح۪ينَ تُر۪يحُونَ وَح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ

 

Ayet,  ف۪يهَا دِفْءٌ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Sübut ifade eden    cümlede, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  جَمَالٌ, muahhar mübtedadır.

Mübtedanın tenkiri, nev tazim ve kesret ifade eder.

Zaman zarfı  ح۪ينَ ’nin müteallakı  جَمَالٌ ’dur. Bu kelimenin masdar kalıbında olması, müteallık almasını mümkün kılmıştır. Muzâfun ileyh konumundaki  تُر۪يحُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  ح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ  terkibi makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir.

Az lafızla çok anlam amacına matuf izafet terkibindeki bu ifadelerde fiillerde muzari sıyganın tercih edilmesi, anlama hudûs, teceddüt ve istimrar anlamı katmıştır.  Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

ح۪ينَ ’nin tekrarında cinas ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

تُر۪يحُونَ  [Akşam çeviriyorsunuz] ile  تَسْرَحُونَ  [Sabahleyin salıveriyorsunuz] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü't Tefasir)

Hayvanlarda insanlar için birtakım faydalar bulunduğundan bahseden ayetler grubu içerisinde yer alan bu ayette, onların sağlıklı, besili, güzel yürüyüşlü manzaralarını izlemenin de onların güzelliğinden faydalanma olacağı ifade edilmektedir. Ayetle ilgili “özellikle akşam ve sabah vaktinin zikredilmesi o iki vakitte barınaklarının etrafı süslendiği ve sahipleri onları gören halkın gözünde büyüdüğü içindir” tarzında bir açıklama yapan Beyzâvî,  ح۪ينَ تُر۪يحُونَ;  [akşamleyin getirirken] lafzının ح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ; [sabahleyin salıverirken] ifadesinden önce zikredilmesini son derece ince bir belâğî sırra bağlayarak şöyle der: “Hayvanların otlaktan dönmelerini sabahleyin meraya gitmeden önce zikretmesi, süsün onda açık bir şekilde görülmesindendir; çünkü karınları doymuş, memeleri şişmiş vaziyette dönerler.” (Süleyman Gür, Kādî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

 
Günün Mesajı
Kıyâmetin kopması pek yakın olup, gerçekleşmesi de kaçınılmaz bir şeydir.
Allah teala her türlü eksiklikten ve ortaktan münezzehtir, bir ve tek olarak tek başına ortaksız yaratandır.
Bu sebeple başkasından ayrı olarak tek başına ibadet edilmeyi hak eder.
Allah'ın bütün yarattıklarında kudretinin ve birliğinin delilleri olduğu gibi bunlarda insanlara pek çok faydalar da vardır.
Bu sebeple bu faydalardan ötürü Rabblerine şükretmek de onların görevidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dünyaya dalan ve kendisini yaratan Rabbi için yaşamaktan uzaklaşan kul; iç aleminde yolculuğa davet edilirmiş. Duymazdan gelirse yazık, icabet ederse haline şükürmüş.

Kalbiyle karşı karşıya oturtulur, hakikat yolculuğuna çıkartılırmış. İç alemini dinleyen kul; zihnini dünyayla ne kadar meşgul ettiğine şaşırır. Düşünmenin kıymetini farkedermiş.

Tefekkür alemine daldıkça, dünyaya dair her şey dağılır, yakasını bırakırmış. Nefsani hırsların, heveslerin ve öfkelerin hiçbir değeri kalmazmış. Kendini kalbinin nasihatlerine bırakır ve hakikat ağacının gölgesinde dinlenirmiş:

Ey insan! Daha dün kendine bakamazken, yarın ne halde olacağını bilmezken. Daraldığında ne yapacağını şaşırırken, başın sıkıştığında ‘yardım ya Rab!’ derken. Neyine güvenerek Rabbinden uzaklaşır ve nankörlük edersin.

Göklerde ve yerde ne varsa, Allah’ındır. Yüzünü nereye dönersen dön, Allah oradadır. Hangi halin içine düşersen düş, Allah haberdardır. Hangi çıkmaz sandığın sokağa girersen gir, bu alemde her şey geçicidir.

Nasıl bir insan olursan ol; sen de Rabbinin yoluna davet edilenlerdensin. Kendini nasıl görürsen gör; Rabbinin rızası için yaşadığın kadar değerlisin. Yolun neresinde olursa ol; nefes aldığın sürece senin de dönüş fırsatın vardır. Yeter ki davete icabet et, yeter ki Rabbinin sınırlarına riayet et ve Allah yolunda yarışanlardan ol.

Ey bildiğim bilmediğim her şeyi yaratan Allahım! Senden başka ilah olmadığına iman ederim. Gördüğüm, işittiğim ve şahit olduğum her şeyde; beni, Seni hatırlayanlardan ve Seni ananlardan eyle. Senin yolunda, Senin razı olduğun kullarınla yarışanlardan ve Sana kavuşanlardan eyle.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji