وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ
وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ
وَ istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. بِكُمْ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır.
مِنْ نِعْمَةٍ car mecruru مَا ’nın temyizi veya mahzuf aid zamirine müteallıktır.
فَ zaid harftir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
ثُمَّ matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
مَسَّكُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَسَّكُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الضُّرُّ fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır.
اِلَيْهِ car mecruru تَجْـَٔرُونَ fiiline müteallıktır. تَجْـَٔرُونَ fiili نَ ’nun hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsul مَا ’nın sılası mahzuftur. Car mecrur بِكُمْ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Mahzuf habere müteallık olan مِنَ اللّٰهِ ’ye dahil olan فَ zaid harftir. Tekid ifade eder.
مِنْ نِعْمَةٍ, mahzuf hale müteallıktır. Kelimedeki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.
İbaredeki مِنْ ibtidaiyyedir. Yani size nimet Allah’tan ulaşıyor.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَا şart edatıdır ya da şart manasını içermektedir, bu da haber bakımından böyledir, nimetin meydana gelmesi bakımından değil. Çünkü nimetin elde bulunması Allah’tan olduğunu haber vermeye sebeptir de ondan olmasına değil.
ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ
ثُمَّ ile atfedilen ayette اِذَا, şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Şart cümlesi muzâfun ileyh konumundaki مَسَّكُمُ الضُّرُّ cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ, aynı zamanda اِذَا ’nın müteallakıdır. Muzari fiil sıygasındaki cümle hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ [Sonra size sıkıntı dokunduğu zaman yalnız ona yalvarırsınız.] ondan başkasına niyaz etmezsiniz. Ayette geçen جْـَٔرُ, dua ederken veya yardım isterken sesi yükseltmektir. (Beyzâvî)
Ayet iki şart ve cevap cümlesinden oluşmuştur.
مَسَّكُمُ fiilinin faili الضُّرُّ ’dur. Dolayısıyla burda mecazi isnad veya istiare söz konusudur.
“Sonra size, herhangi bir keder ve musibet dokunduğu zaman…” buyurulmuştur. İbni Abbas, Cenab-ı Hakk'ın bu ifadeyle hastalıkları, rahatsızlıkları ve ihtiyaçları kastettiğini söylemiştir. Hakk Teâlâ “...ancak O'na tazarru ve yakarmada bulunursunuz.” buyurmuştur ki bu, “Yardımını istemek için seslerinizi yükseltir, O'na dua ederek O'na yalvarır yakarırsınız.” demektir. Nitekim Arapçada denir ki bu tıpkı bir sığırın sesi gibi şiddetli çıkan ses ve böğürtü demektir. Buna göre mana şöyle olur: “Allah Teâlâ, bütün nimetlerin kendisinden olduğunu; sonra da herhangi bir kimseye o nimetlerden herhangi birinin zeval bulmasını gerektiren bir zarar tesadüf ettiğinde, O'nun Allah'a yalvarıp yakardığını, yüksek sesle niyazda bulunduğunu yani o kimse mahlukatın melceinin ancak O olduğunu bildiği için kendisinden başka hiç kimseden yardım talep etmediğini beyan buyurmuştur.” Buna göre Cenab-ı Hakk, onlara sanki “Genişlik ve emniyet içinde iken niye bu yolu tutmadınız; neredeydiniz?” demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)