10 Mart 2025
Nahl Sûresi 43-54 (271. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nahl Sûresi 43. Ayet

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ  ...


Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 أَرْسَلْنَا biz göndermedik ر س ل
3 مِنْ
4 قَبْلِكَ senden önce ق ب ل
5 إِلَّا başkasını
6 رِجَالًا erkeklerden ر ج ل
7 نُوحِي vahyettiğimiz و ح ي
8 إِلَيْهِمْ kendilerine
9 فَاسْأَلُوا sorun س ا ل
10 أَهْلَ ehline ا ه ل
11 الذِّكْرِ zikir ذ ك ر
12 إِنْ eğer
13 كُنْتُمْ siz ك و ن
14 لَا
15 تَعْلَمُونَ bilmiyorsanız ع ل م
Mekke müşrikleri “Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?” diyerek (İsrâ 17/94) kendileri gibi bir insanın peygamber olarak gönderilmesini kabul edilebilir bulmuyor, olsa olsa bir melek gönderilmesi gerektiğini ileri sürüyorlardı. Halbuki Allah Teâlâ sadece Hz. Muhammed’i peygamber olarak seçmemişti; daha önce de yalnızca insanlardan peygamber seçmiş ve görevlendirmişti (bk. Yûsuf 12/109). Âyette “Eğer bilmiyorsanız bilgi sahibi olanlara sorun” buyurulmak suretiyle müşriklerin doğru inanç konusundaki samimiyetsizliğine işaret edilmiştir. Çünkü onların, önceki devirlerde de insanlar arasından peygamberler gönderilip gönderilmediğini, “bilgi sahibi olanlara” sorup öğrenme imkânları varken, bunu yapmadan Hz. Muhammed’in peygamberliğini peşinen inkâr etmişlerdir.
 Tefsirlerde çoğunlukla buradaki “bilgi sahibi olanlar”la Ehl-i kitap âlimlerinin kastedildiği belirtilir. Gerçi bu sûrenin indirildiği Mekke’de kayda değer bir Ehl-i kitap topluluğu yoktu; ancak Mekkeliler’in ticaretle meşgul oldukları ve bu münasebetle Ehl-i kitap âlimlerinden bilgi almalarının mümkün olduğu bilinmektedir. Ayrıca özellikle böyle konularda bilgilerine başvurmak üzere Ehl-i kitap mensuplarının yaşadığı bölgelere gitme imkânları da vardı. Nitekim Kehf sûresinin nüzûl sebebiyle ilgili rivayetlerde anlatıldığına göre, müslümanların sayısının çoğalması üzerine müşrikler, Hz. Muhammed’in peygamber olup olmadığı hususunda kendilerini aydınlatacak bilgiler almaları için, Nadr b. Hâris ile Utbe b. Muayt’ı Medine’deki yahudi âlimlerine göndermişlerdi (fazla bilgi için bk. İbn Âşûr, XV, 242-244).
 Buradaki “bilgi sahibi olanlar”la Mekke müşrikleri arasındaki kültürlü kişiler de kastedilmiş olabilir. Çünkü onların arasında başta Hz. Nûh ve Hz. İbrâhim olmak üzere geçmiş peygamberler hakkında mâlûmat sahibi olanlar vardı.
 Âyetten alınması gereken en önemli ders, başta dinî meseleler olmak üzere bir konuda yeterli bilgiye sahip olmayanların o hususta ehil olanlara, yani konunun uzmanlarına sormaları gerektiği; bir konuda doğru ve yeterli bilgi edinmeden görüş ileri sürmenin veya iş yapmanın yanlış olduğudur.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 400-401

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا hasr edatıdır.  رِجَالاً  mef’ûlu bih olup fetha ile mansubdur.

نُوح۪ٓي  fiili  رِجَالاً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle de hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُوح۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri  نحن’dur. 

اِلَيْهِمْ  car mecruru  نُوح۪ٓي  fiiline müteallıktır.

اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı  فِي  ile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم لا تعلمون إرسالنا الرجال أنبياء (Resul olarak erkekleri gönderdiğimizi bilmiyorsanız..) şeklindedir.

سْـَٔلُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَهْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الذِّكْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ  itiraziyye cümlesidir.

اِنْ  şart harfi iki fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  كُنْتُمْ Sükun üzere mebni nakıs mazi fiildir 

تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

لَا تَعْلَمُونَ  fiili,  كَانَ ’nin haberi olup mahallen mansubdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَعْلَمُونَ  fiili  ن ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

مَٓا  nefy harfi ve  اِلَّا  istisna harfiyle oluşmuş kasr üslubuyla Hz. Peygamberimizden önceki peygamberlerin de onun gibi ahaliden bir erkek olduğu etkili ve kesin bir şekilde ifade edilmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasında olup kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.  اَرْسَلْنَا  sıfat/maksûr,  رِجَالاً  mevsuf/maksûrun aleyhtir.

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil başka mef'ûllere değil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. 

رِجَالاً  için sıfat olan müspet muzari fiil sıygasında gelen  نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ  cümlesi, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رِجَالاً  kelimesinin tenkiri, tazim ifade eder. 

اَرْسَلْنَا  ile  نُوح۪ٓي kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Cenab-ı Hak müşriklerin şüphelerine karşı, “Senden evvel kendilerine vahyeder olduğumuz erkeklerden başkasını, biz peygamber göndermedik.” ifadesiyle cevap vermiştir ki bu, “Allah'ın, mahlukatı yaratıp da mükellef tuttuğu ilk zamandan itibaren âdeti ve kanunu sadece beşer olan bir peygamber göndermesi olmuştur. Binaenaleyh, Allah'ın bu sünneti devam edegelmektedir. Bu sebeple o cahillerin bu tür tutarsız ve zayıf sorularla ileri sürdükleri bu tenkitler, eskiden beri hep süregelen tenkitlerdir. Onlara iltifat edilmez.” manasındadır. Ayet, Allah Teâlâ'nın hem kadın peygamber göndermediğine hem de melekleri peygamber olarak göndermediğine delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)


  فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ 

 

فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ  cümlesi, mukadder şartın  فَ  karinesiyle gelen cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Takdiri, …إن كنتم لا تعلمون إرسالنا الرجال أنبياء  [Eğer peygamber olarak erkekleri gönderdiğimizi bilmiyorsanız] olan mahzuf şart ve mezkur cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَهْلَ الذِّكْرِ  de Ehl-i Kitap’tır. Kitaba zikir, ilahi mesaj anlamında hatırlatıcı denmesi onun gaflete düşmüş kimseler için bir nasihat ve uyarı olmasından dolayıdır. (Keşşâf)

Buradaki hitap, kâfirlere yöneltilmiştir. Yani eğer siz bilmiyorsanız, Kitap ehline yahut tarih alimlerine yahut ilim ve tahkik ehli olarak bilinen herkese sorun ki bu hakikatleri size anlatsınlar demektir. (Ebüssuûd)

فَسۡـَٔلُوۤا۟ أَهۡلَ ٱلذِّكۡرِ إِن كُنتُمۡ لَا تَعۡلَمُونَ  cümlesi,  وَمَٓا اَرْسَلْنَا  ile  بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ  arasında itiraz cümlesidir. (Âşûr)


 اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

 

İtiraziyye olarak gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazfedilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Şart cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayet Peygamber Efendimize hitapla başlamışken  لَا تَعْلَمُونَۙ  cümlesinde, cemi muhatap zamirine iltifat edilmiştir.
Nahl Sûresi 44. Ayet

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  ...


(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بِالْبَيِّنَاتِ açık kanıtları ب ي ن
2 وَالزُّبُرِ ve Kitapları ز ب ر
3 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
4 إِلَيْكَ sana
5 الذِّكْرَ Zikr’i ذ ك ر
6 لِتُبَيِّنَ açıklayasın diye ب ي ن
7 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
8 مَا şeyi
9 نُزِّلَ indirilen ن ز ل
10 إِلَيْهِمْ kendilerine
11 وَلَعَلَّهُمْ ta ki
12 يَتَفَكَّرُونَ düşünüp öğüt alsınlar ف ك ر
“Apaçık deliller” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki beyyinât (tekili beyyine), “peygamberlerin doğruluğunu kanıtlayan aklî ve mûcizevî deliller”, zübür (tekili zebûr) ise “Allah’ın peygamberlerine indirdiği bilgilerin yazılı bulunduğu kutsal kitaplar” şeklinde açıklanır (İbn Âşûr, XIV, 162). Hz. Peygamber’e indirilen kutsal kitap ise âyette zikir kelimesiyle anılmaktadır ve bununla Kur’ân-ı Kerîm kastedilmiştir.
 Peygamberler kendilerinin doğruluğunu kanıtlayıcı mahiyette delillerledesteklenmişler; ayrıca bir kısmına yeni bir kutsal kitap gönderilmek, bir kısmı da önceki bir peygambere gönderilmiş bulunan kutsal kitabın hükmünü yaşatmakla yükümlü kılınmak suretiyle bütün peygamberlere kutsal kitaplar verilmiş, Hz. Muhammed’e de Kur’an gönderilmiştir. Bu durumda onun peygamberliğinin müşrikler tarafından yadırganması anlamsızdır.
 Âyette Hz. Peygamber’e Kur’an’ın indirildiği bildirilmekle kalmayıp, ona “insanlara indirilenleri yani Allah’ın hükümlerini onlara açıklama” görevi de yüklenmiştir. Buna göre Hz. Peygamber sadece bir nakilci değil, aynı zamanda Allah’ın hükümlerini sözlü veya fiilî olarak açıklama, yorumlama, inananlara uygulamada örnek olma işlevine de sahiptir. Bu işlevin tamamına birden sünnet denmektedir; sünnet de ilâhî irşadla gerçekleştiği için bir tür vahiy değeri taşımaktadır. Âyetten açıkça anlaşıldığı gibi Peygamber’in aslî görevi Kur’an’ı açıklamaktır; şu halde onun Kur’an’a aykırı bir hüküm ve anlayış ortaya koyduğu kesinlikle düşünülemez. Bu sebeple hadis usulünün önemli bir konusu olan metin tenkidi ilkelerine göre kaynaklarda hadis diye aktarılan, fakat Kur’an’la uzlaştırılması hiçbir şekilde mümkün olmayan bir söz sahih bir hadis olarak kabul edilmez.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 401-402

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ 

 

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  نُوح۪ٓي  fiiline müteallıktır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

الزُّبُرِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْبَيِّنَاتِ ’ye matuftur. 

الزُّبُرِ  kelimesi, زبور ’un çoğuludur. (Ruhu’l Beyan)


وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَنْزَلْـنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلْـنَٓا  fiiline müteallıktır.  الذِّكْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لِ  harfi,  تُبَيِّنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْزَلْـنَٓا  fiiline müteallıktır.  تُبَيِّنَ  mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لِلنَّاسِ  car mecruru  تُبَيِّنَ  fiiline müteallıktır. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra  2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نُزِّلَ اِلَيْهِمْ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

نُزِّلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو dir.

اِلَيْهِمْ  car mecruru  نُزِّلَ  fiiline müteallıktır.


 وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir,  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَتَفَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ 

 

Car mecrur  بِالْبَيِّنَاتِ, önceki ayetteki  نُوح۪ٓي  fiiline müteallıktır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade eden …وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  وَ la önceki ayetteki …وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا  cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nın gizli  أنْ le masdar yaptığı  تُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ  cümlesi,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  اَنْزَلْـنَٓا  fiiline müteallıktır. 

لِتُبَيِّنَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا nın sılası  نُزِّلَ اِلَيْهِمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Fiilin meçhul bina edilmesi mef’ûle dikkat çekmek içindir.

الذِّكْرَ  Kuran,  الزُّبُرِ  kitaplar demektir. (Kurtubî)

الزُّبُرِۜ - الذِّكْرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ  ibaresinde icâz-ı hazif vardır. Takdiri,  اَرْسَلْنَاهِمْ  بِالْبَيِّنَاتِ tır. Yani [apaçık mucizeler] ve الزُّبُرِۜ  yani  Kitab-ı Mukaddes demektir. İcazu’l beyandan olan, siyakın delaletine dayanan bu üslup, icaz-ı hazif olarak isimlendirilir. (Sâbûnî, İbdâu’l Beyan)

(Açık delillerle ve kitaplarla) yani onları mucizelerle ve kitaplarla gönderdik demektir. Bu da “Onları ne ile gönderdi?” sorusuna cevaptır. Bunun  وَمَٓا اَرْسَلْنَا ya müteallık ve erkeklerle beraber istisnaya dahil olması da caizdir. Yani biz ancak mucizelerle erkekler gönderdik demektir. Ya da onların sıfatıdır yani  onları mucizelerle ilişkili olarak gönderdik demektir. Ya da mef’ûl olarak  نُوح۪ٓي  fiiline müteallıktır veya onun faili yerine geçenin halidir, o da  اِلَيْهِمْ dir. O zaman …فَسْـَٔلُٓوا  kavli, ara cümle olur ya da  لَا تَعْلَمُونَۙ ye müteallıktır ki o zaman şart takdir etme ve susturma için olur. (Beyzâvî)

بِالْبَيِّنَاتِ - لِتُبَيِّنَ  ve  نُزِّلَ - اَنْزَلْـنَٓا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

“Apaçık burhanlarla ve kitaplarla” ifadesi risaletin (peygamberliğin) kendisiyle kemâle erdiği her şeyi içine alan kapsayıcı bir ifadedir. Çünkü risalet işi, risalet iddiasında bulunanın doğruluğuna delalet eden mucizelere dayanır ki bu, ayette  الْبَيِّنَاتِ  sözüyle ifade edilmiştir; peygamberlerin, Allah'tan aldığı talimatları, O'nun kullarına tebliğ edip ulaştırmasına dayanır ki bu da ayeti kerimede الزُّبُرِۜ  kelimesiyle ifade edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Kur'an'ın bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşabihtir. Muhkem olanın, “mübeyyen” olması gerekir. Böylece Kur'an'ın tamamının mücmel olmadığı, aksine onda mücmel olan bazı ayetlerin bulunduğu sabit olmuş olur.

O halde  “Ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın.” ifadesi, “mücmel olanları…” manasına hamledilir. (Fahreddin er-Râzî)


وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

Cümle, takdiri  فيسمعون ذلك  [Ve bunu işitirler.] olan mukadder cümleye  وَ ’la atfedilmiştir. Gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

اِنّ۪ٓ ’nin kardeşlerinden olan  لَعَلَّ ’nin dahil olduğu cümlenin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir. Yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad takvalı olmaya teşviktir. Kur'an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)

 
Nahl Sûresi 45. Ayet

اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ  ...


Kötü işler yapmak için tuzak kuranlar, Allah’ın kendilerini yere geçirmesinden veya (ansızın) bilemeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldular?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَأَمِنَ emin midirler? ا م ن
2 الَّذِينَ kimseler
3 مَكَرُوا yapmayı kuran(lar) م ك ر
4 السَّيِّئَاتِ kötülükler س و ا
5 أَنْ
6 يَخْسِفَ geçirmeyeceğinden خ س ف
7 اللَّهُ Allah’ın
8 بِهِمُ kendilerini
9 الْأَرْضَ yer(in dibin)e ا ر ض
10 أَوْ yahut
11 يَأْتِيَهُمُ kendilerine gelmeyeceğinden ا ت ي
12 الْعَذَابُ azabın ع ذ ب
13 مِنْ hiçbir
14 حَيْثُ yerden ح ي ث
15 لَا hiç
16 يَشْعُرُونَ ummadıkları ش ع ر
İnsanların inançta gerçeğe, yaşayışta iyilik ve doğruluğa yönelmelerini, böylece inkâr ve kötülükleri yüzünden dünyada ve âhirette belâ ve musibete uğramaktan kurtulmalarını murat eden yüce Allah, rahmetinin sonucu olarak bu âyetlerde de bir uyarıda bulunmaktadır. Yukarıdaki âyetlerde belirtildiği gibi Mekke putperestleri bâtıl inançlara sapmakla kalmıyor, Kur’an’a “eskilerin masalları” diyor, insanların önünü keserek onların Peygamber’le görüşmesini engelliyor ve genel olarak İslâm’a, onun peygamberine ve kutsal kitabına karşı ısrarlı bir savaş yürütüyorlardı. Âyetlerde müslümanlara karşı ısrarlı bir düşmanlık stratejisi takip eden müşrikler ve dolayısıyla her dönemde benzer davranışları sergileyenler, türlü şekillerde cezalandırılacakları konusunda uyarılmaktadırlar. 46. âyette “Onlar bunu (Allah’ın kendilerini bu şekilde cezalandırmasını) engelleyemeyecekler” buyurulduktan sonra47. âyette, “Ama sizin rabbiniz kuşkusuz çok şefkatli, çok merhametlidir” denilmesi şu anlama gelir: Eğer Hakk’a ve Hak yolunda gidenlere karşı kötü planlar kuranlar, düşmanlık edenler, buna rağmen hayatlarını sürdürebiliyor, ortalıkta dolaşabiliyorlarsa bu onların Allah’ı âciz bırakmalarından değil, Cenâb-ı Hakk’ın geniş merhamet ve şefkatiyle onlara zaman tanımasındandır (Taberî, XIV, 114). Ayrıca âyetten, Allah’ın cezalandırmasını zamana yayarak da gerçekleştirdiği, bu şekilde isyankâr bir topluluğu cezalandırdıkça onların benzeri diğer toplulukların içlerine de korkular düştüğü anlaşılmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 403
خسف Hasefe : خُسُوف sözcüğü ay tutulması, كُسُوف ise güneş tutulması anlamında kullanılır. Ay tutulmasında ona ilişen bir şeref düşkünlüğü tasavvur edildiği için خَسْف kelimesi müstear olarak yani istiare yoluyla zillet, hor ve hakirlik anlamında kullanılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de her defasında fiil formunda olmak üzere 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli husuf – kusuf namazıdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ

 

Hemze inkâri istifham,  فَ  atıf harfidir.  اَمِنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ dur. Îrabtan mahalli yoktur.

مَكَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

السَّيِّـَٔاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  اَمِنَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur'an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i cerini ve  اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını  (لَا)  görebiliriz.  لِئَلَّا  şeklinde yazılır. Bazen ise bu  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının  (لَا)  hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَخْسِفَ  mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olarak mahallen merfûdur.

بِهِمُ  car mecruru  يَخْسِفَ  fiiline müteallıktır.

الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْتِيَهُمُ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

الْعَذَابُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ حَيْثُ  car mecruru  يَأْتِيَهُمُ   fiiline müteallıktır.

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَشْعُرُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ

 

Ayette  فَ, istînâfiyye, hemze istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru manasından çıkıp tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمِنَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ nin sılası  …مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ ve akabindeki  يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ  cümlesi, masdar tevilinde  اَمِنَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

Masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedün ileyhin, lafza-i celâlle gelmesi mehabeti artırmak, kalplerde Allah korkusuyla tehditte mübalağa içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

أْتِيَ  fiilinin,  الْعَذَابُ ’ya isnadı mecâz-ı aklîdir.

Menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiş olan  لَا يَشْعُرُونَۙ  cümlesi, مِنْ حَيْثُ ’nun muzâfun ileyhidir.

[Emin mi oldular?] …اَفَاَمِنَ  inkâri istifham üslubunda gelmiş olan bu cümle, gerçekte İslâm’ı çürütmek uğrunda bir takım hile ve yollara başvuran müşriklere tehdittir. 

يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ  ibaresinde fiilin faili olarak gelen azap kendi iradesiyle hareket eden irade sahibi bir varlık yerine konarak tehdidin artması sağlanmıştır. İstiare vardır.

مَكَرُوا - السَّيِّـَٔاتِ - الْعَذَابُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

“Fesat planları yapanlar (اَفَاَمِنَ)  emin mi oldular?” buyurulmuştur. Arapçada mekr, gizlice fesat çıkarma gayretine girmek anlamına gelir. Bunların, Mekkelilerle Medine'nin etrafında yer alan kimselerin olduğu kastedilmiştir. Mekr ile de onların hem Hz. Peygambere hem de ashabına eziyet etmek için gizli bir biçimde sarf ettikleri çabaları kastedilmiştir.

Daha sonra Cenab-ı Hakk, onları tenkit için şu üç şeyi ileri sürmüştür:

1. Allah'ın, tıpkı Karun'u yere batırması gibi onları da yere batırması...

2. Onlara hiç ummadıkları bir cihetten azabın gelip çatması ki bununla tıpkı Lût kavmine yapmış olduğu gibi onlara ansızın, hiç beklemedikleri bir sırada gökten bir azabın gelip onları helak etmesi murad edilmiştir.

3. Allah'ın onları dönüp dolaşırlarken yakalayıvermesi, onların da Allah'ı aciz bırakacak olamamaları! (Fahreddin er-Râzî)

خسف; “Yerin bir parçası yerin dibine geçti.” demektir. “Allah onu yerin dibine geçirdi.” anlamındadır. “Biz onu da evini de yere geçirdik.” (Kasas Suresi, 81) ayeti de buradan gelmektedir. Aynı şekilde “Yerin dibine geçti.” denildiği gibi “Yerin dibine geçirildi.” de denir.

Ayet-i kerimedeki soru inkâr anlamındadır. Yani onlar yalanlayanların başına gelen ceza gibi bir cezasının kendilerini de gelip bulmayacağından yana emin olmamalıdırlar.

Yahut Lût kavmine ve başkalarına yapıldığı gibi “Fark edemeyecekleri bir taraftan kendilerine azabın gelip çatacağından yana emin mi oldular?” Bununla Bedir gününün kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü onlar o gün helak edildiler ve hesaplarına hiç öyle bir şeyi katmamışlardı. (Kurtubî)

 
Nahl Sûresi 46. Ayet

اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ  ...


Yahut onlar dönüp dolaşırken Allah’ın kendilerini yakalayıvermesinden emin mi oldular? Onlar, Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 يَأْخُذَهُمْ kendilerini yakalamayacağından? ا خ ذ
3 فِي
4 تَقَلُّبِهِمْ dönüp dolaşırlarken ق ل ب
5 فَمَا değillerdir
6 هُمْ onlar
7 بِمُعْجِزِينَ engel olacak da ع ج ز

اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ

 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْخُذَهُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ  car mecruru  يَأْخُذَهُمْ deki mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri,  متلبّسين في تقلّبهم (dönüp dolaşırlarken) şeklindedir.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahalllen mecrurdur.

فَ  ta’liliyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.

بِ  harfi zaiddir.  مُعْجِز۪ينَ  lafzen mecrur olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar,  مَا ’nın haberi olup mahallen mansubdur.

مُعْجِز۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ 

 

اَوْ  atıf harfiyle önceki istifhama atfedilen cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Önceki cümlenin devamı olan bu ayette de Allah Teâlâ’nın tehdidi devam etmektedir.

ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  تَقَلُّبِهِمْ  içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  تَقَلُّبِهِمْ, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir.  ف۪ي  harfi mübalağa ifadesi için kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

تَقَلُّبِ;  Allah'ın onları yolculukları esnasında ukubetle yakalayıvermesidir. Çünkü Allah Teâlâ, onları mukîm oldukları halde yok etmeye  kādir  olduğu gibi yolculukları sırasında da helak etmeye kādirdir. Onlar, uzak beldelere yolculuk etmek suretiyle de Allah'ı acze düşüremezler. Tam aksine Allah onlara nerede olurlarsa olsunlar yetişir ve ulaşır demektir.  تَقَلُّبِ  kelimesini bu manaya almak, Cenab-ı Hakk'ın, [İnkâr edenlerin diyar diyar dönüp dolaşması asla seni aldatmasın! (Âl-i İmran Suresi, 196)] ayetinden dolayıdır. (Fahreddin er-Râzî)

Bu kelam, Allah'ın yakalamasının pek çetin ve feci olduğunu bildirmektedir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah, zalime mühlet verir ama sonunda onu yakalayınca artık kurtulamaz.” (Ebüssuûd)


  فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ

 

فَ  ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Ayetteki  مَا  harfi,  ليس  gibi amel etmiştir. Bu harf isim cümlesinin önüne gelir ve olumsuzluk manası verir. Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

مَا ’nın haberine dahil olan   بِ  zaiddir, tekid ifade eder. 

Cümledeki  بِ  harfi için müfessirler zaid veya zarfiye manasındadır demişlerdir.

Onlar aciz bırakamazlar yani  Allah Teâlâ sözü geçen bütün tehditleri gerçekleştirmeye kādirdir.

Nahl Sûresi 47. Ayet

اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  ...


Yahut da, onları korku üzere iken yakalamayacağından güven içinde midirler? Şüphesiz Rabbiniz çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 يَأْخُذَهُمْ kendilerini yakalamayacağından? ا خ ذ
3 عَلَىٰ üzerinde
4 تَخَوُّفٍ bir korku خ و ف
5 فَإِنَّ doğrusu
6 رَبَّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
7 لَرَءُوفٌ çok şefkatlidir ر ا ف
8 رَحِيمٌ çok acıyandır ر ح م

اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ 

 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْخُذَهُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَلٰى تَخَوُّفٍ  car mecruru  يَأْخُذَهُمْ  fiiline müteallıktır. 


  فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir .  فَ  ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  رَبَّكُمْ kelimesi  اِنَّ nin ismi olup fetha ile mansubdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzâhlakadır.  رَؤُ۫فٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ise ikinci haberdir.

رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ 

 

Bu ayette de Allah Teâlâ’nın tehdidi devam etmektedir. Ayet  اَوْ  atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

عَلٰى تَخَوُّفٍ  ibaresindeki  عَلٰى  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  عَلٰى  harfindeki istila manası dolayısıyla تَخَوُّفٍۜ, ihata edilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  عَلٰى  harfi kendi manasında kullanılmaması mübalağa içindir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

İki ayetin başındaki  اَوْ يَأْخُذَهُمْ  ibaresinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu cümleler arasında mukabele vardır.

تَخَوُّفٍ, korku/ خَوْف  masdarının, “tefa'ul” veznindeki şeklidir. Nitekim Arapçada, “O şeyden korktum.” denir. 

Buna göre ayetin manası, “İlk olarak azapla yakalamaz, aksine önce onları korkutur sonra azap eder.” şeklindedir. Bu korkutma da Allah Teâlâ'nın önce bir grubu helak etmesi, böylece onlardan sonra gelen grupların endişe ve korkuya kapılmalarıdır. Binaenaleyh bu korku ve dehşete düşürme hususunda, onlardan çok zaman evvel yaşamış bir topluluğa bu azabın uğramasının peşi sıra onlara gelmiş bir yakalama olmuş olur.

İkinci Görüş: تَخَوُّفٍۜ,  tedricen, derece derece noksanlaştırmak manasınadır. Hz. Ömer’in (r.a.), minberde şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bu ayet hakkında ne dersiniz?” Oradakiler (cemaat) sustu, hiçbir şey söyleyemedi. Bunun üzerine Hüzeyl kabilesinden bir ihtiyar ayağa kalkarak: “Bu bizim lehçemizdendir, tehavvüf, derece derece (azar azar) noksanlaştırmak demektir.” dedi. Hz. Ömer (r.a.) de: “Bunu, Arapların şiirlerinde kullandıklarına rastladın mı?” dedi. İhtiyar “Evet, bizim şairimiz şu şiiri söyledi.” dedi.

“Yolculuk o deveyi azar azar yiyip bitirdi (onu zayıflattı). 

Tıpki eğenin yay ağacını azar azar yemesi gibi.”

Bunun üzerine Hz. Ömer, “Ey insanlar, divanlarınıza yapışınız, o zaman şaşmazsınız.” deyince cemaat: “Divanımız da nedir?” dediler. O: “Sizin divanınız cahiliye şiiridir. Onda, kitabınızın tefsiri (kelimelerinin anlamı) vardır.” cevabını verdi. (Âşûr)

ayette bu üç halin zikredilmesinden murad, Allah'ın hangi veçhile olursa olsun onları helak etmeye kādir olduğunu beyan etmektir; yoksa helaklerini bu üç hale inhisar ettirmek değildir. (Ebüssuûd)


 فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

 

فَ  ta’liliyyedir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen,  اِنَّ ’nin ismi olan  رَبَّكُمْ  izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olan  كُمْ  zamiri dolayısıyla muhataplar şan ve şeref kazanmıştır.

اِنَّ ’nin haberi  رَؤُ۫فٌ ’a dahil olan  لَ, lam-ı muzahlakadır. Tekid ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Allah’ın  رَح۪يمٌ  ve  رَؤُ۫فٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

رَبَّ  ,رَؤُ۫فٌ  ,رَح۪يمٌۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Tehdit cümlelerinden sonra gelen  فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  [Senin Rabbin Rauf’tur, Rahim’dir.] cümlesinden Allah Teâlâ’nın azap etmekte acele etmediğini, mühlet verdiğini anlıyoruz. Bu, idmâc sanatıdır.

لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  [Çok şefkatli, çok merhametli] kelimeleri, mübalağa sıygalarıdır. Çünkü  فعول ve  فعيل  vezinleri mübalağa ifade eden kiplerdendir. (Safvetu't Tefasir)

Cenab-ı Hakk bu ayeti “Demek ki Rabbiniz, Rauf ve Rahim’dir.” yani “Allah pek çok yaramaz işlerinizde size mühlet  vermiş, zaman tanımış ise bu, O'nun çok esirgeyici, çok bağışlayıcı olmasından ötürüdür. İşte bundan dolayı O, azap vermekte acele etmemiştir.” buyurarak sona erdirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Nahl Sûresi 48. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ  ...


Allah’ın yarattığı şeyleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri Allah’a secde ederek ve tevazu ile boyun eğerek sağa ve sola dönmektedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
3 إِلَىٰ
4 مَا şeyleri
5 خَلَقَ yarattığı خ ل ق
6 اللَّهُ Allah’ın
7 مِنْ
8 شَيْءٍ her şeyden ش ي ا
9 يَتَفَيَّأُ döndüğünü ف ي ا
10 ظِلَالُهُ gölgelerinin ظ ل ل
11 عَنِ
12 الْيَمِينِ sağdan ي م ن
13 وَالشَّمَائِلِ ve soldan ش م ل
14 سُجَّدًا secde ederek س ج د
15 لِلَّهِ Allah’a
16 وَهُمْ ve onlar
17 دَاخِرُونَ sürünerek د خ ر
Sözlükte secde terimi hem müminlerin namazda yaptıkları gibi, “Allah’a şuurlu ibadet” hem de “Allah’ın iradesine boyun eğip teslim olma (inkıyad) hali” anlamında kullanılır. Bir sonraki âyette canlılardan ve meleklerden söz edilmesine bakılırsa 48. âyetin metninde geçen “mâ” kelimesiyle cisimler kastedilmiş olmalıdır, o halde bu âyetteki secde kelimesi ikinci anlamda kullanılmıştır.
 Burada tabiatın ilâhî iradeye boyun eğişine bir örnek olmak üzere basit bir olay gibi görünen gölgenin hareketine dikkat çekilmektedir. Kâinattaki bütün oluşlar Allah’ın iradesine bağlıdır; cisimlerin gölgesinin daimî bir değişme içinde olması da bu iradenin tabiata müdahalesinin sürekliliğini kanıtlayan, herkesin görüp durduğu en ilginç örneklerden biridir. Tabiat kanunları dediğimiz düzenli sebep-sonuç ilişkileri Allah’ın özgür iradesiyle işlettiği yasalardır; yoksa tabiat kendi kendine yasalar koyan bilinçli, iradeli bir güç değildir. Esasen dış dünyada tabiat diye ayrı, bağımsız, gerçek bir varlıktan değil, sadece tek tek varlıklardan söz edilebilir; tabiat ise bu varlıkların tamamı için kullanılan isimden, kelimeden başka bir şey değildir. Şu halde var olmayan bir şeye fiil ve yaratma gibi etkinlikler de isnat edilemez. Bu durumda gölgeyi sürekli hareket halinde bulunduran sonsuz güç, diğer bütün olayları da kesintisiz sürdürmekte, bütün oluş ve bozuluş (kevn ve fesad) bu iradeyle gerçekleşmektedir. İşte hakiki iman budur; yoksa Mekke müşriklerinin putları Allah’a ortak tanıması –bir Allah inancı söz konusu olsa bile– O’nun yanında başka güçler tanıyıp o güçlere Allah’ı, O’nun iradesini ve gücünü dışlayan işlevler yüklemesi makbul bir Allah inancı değildir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 405

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

 

 

Hemze istifham harfi,  وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نْ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  اِلٰى  harf-i ceriyle birlikte  يَرَوْا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ اللّٰهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ شَيْءٍ  car mecruru mahzuf aid zamirinin haline müteallıktır.

يَتَفَيَّؤُ۬ا  cümlesi  شَيْءٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَيَّؤُ۬ا  merfû muzari fiildir.  ظِلَالُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَنِ الْيَم۪ينِ  car mecruru  يَتَفَيَّؤُ۬ا  fiiline müteallıktır.  الشَّمَٓائِلِ  kelimesi atıf harfi وَ  ’la  الْيَم۪ينِ matuftur.

سُجَّداً  kelimesi  ظِلَالُهُ ’nun hali olup lafzen mansubdur. 

لِلّٰهِ  car mecruru  سُجَّداً ’e müteallıktır.

وَهُمْ دَاخِرُونَ  cümlesi hal olarak mansubdur. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  دَاخِرُونَ  haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.  دَاخِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan دخر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَيَّؤُ۬ا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  فيأ ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikaz ve azarlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

اَوَلَمْ يَرَوْا  [Görmediler mi…] istifham-ı inkarîdir. Yani; ‘görmemiş olamazlar, muhakkak gördüler’ anlamındadır.

Bu ayetteki istifhamı Beyzâvî şöyle izah eder: “Ayette atıf harfi olan  وَ ’dan önce gelen istifham edatı hemze, inkâr anlamı içermektedir. Yani onlar (kâfirler) mutlaka bu gibi nesnelerin benzerlerini görmüşlerdir. O halde onlara ne oluyor da Allah’ın sonsuz güç ve kuvveti kendileri için görünür bir hal alsın ve böylece Allah’tan korksunlar diye bu nesneler (yaratıklar) üzerinde düşünmüyorlar?” (Süleyman Gür, Kādî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Cümlenin menfi muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, teceddüt ve medih makamı sebebiyle istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  اِلٰى  harfiyle birlikte  يَرَوْا  fiiline müteallıktır. Sılası olan  خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَيْءٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ  cümlesi  شَيْءٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Sübut ifade eden isim cümlesi  وَهُمْ دَاخِرُونَ, akıllı menziline konulan  ظِلَالُهُ  için haldir. Çünkü secde akıllıların vasfıdır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْيَم۪ينِ  (Sağ) ile  الشَّمَٓائِلِ  (sol taraflar) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ  ibaresi istiaredir. Çünkü bununla gölgelerin bir yerden bir yere dönmesi kastedilmiştir. Oysa gerçekte gölgeler dönmez ve hareket etmez. Gölgelerin üstüne güneş vurur, böylece gölge kaymış gibi olur. Güneşin ayrıldığı yerlerde de gölgeler önceki haline dönerler. Şu halde gölgeler aslında oldukları gibi kalmakta olup asıl yer değiştiren şey gölgelerin üstüne vuran güneştir. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

Zeccâc der ki: Bu ayet cismin secde etmesini kastetmektedir. Cismin secde etmesi ise emre itaat etmesi ve ilâhi sanatın etkilerinin görülmesi demektir. Bu da bütün cisimler hakkında umumidir. (Kurtubî)

Ayetteki  ظِلَالُهُ  kelimesinde  ظِلَالُ  müfred olan  هُ  zamirine muzâf kılınmıştır ki bu aslında, “Onun gölgesi” manasında değil, “gölgeli” manasınadır. Bu şekilde muzâf kılış, güzel ve yerinde olmuştur. Çünkü bu zamirin ait olduğu, “Allah'ın yarattığı her bir şey” tabirindeki  مَا  edatı, lafzen müfred ise de mana bakımından çoğuldur. (Fahreddin er-Râzî)

يَتَفَيَّؤُ۬ا  fiili,  فَيْء  masdarından, tefe'ul vezninde bir fiildir, Arapçada güneşin ışığının gölgeyi yok ettikten sonra tekrar geri gelip döndüğünde, gölge hakkında “Gölge geldi” denir,  فَيْء  aslında dönmek, geri gelmek manasınadır. Îlâ yapan kişinin hanımına dönmesi manasında  فَيْء  denilmesi de bu manadadır. Gayr-ı müslimlerin mallarından Müslümanların eline geçen şeylere  فَيْء  denmesi de o malların Müslümanlara dönmesinden dolayıdır. Hakk Teâlâ'nın “Onlardan, Allah'ın, Resulüne verdiği  فَيْء…” (Haşr Suresi, 7) ayetindeki  فَيْء ’de bu manadadır. Binaenaleyh bütün bunların esası, “dönme” manasına dayanır. (Fahreddin er-Râzî)

مَا  edatı mevsûledir, müphemdir, açıklaması da  يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ  [gölgeleri döner] kavlidir yani  “Dönen gölgeleri olan şeylere bakmadılar mı?” demektir.  عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ  [Sağdan ve sollardan] sağlarından ve sollarından demektir ya da her birinin iki tarafından demektir. İnsanın sağından ve solundan, istiare ile alınmıştır.  الْيَم۪ينِ ’in tekil olup  الشَّمَٓائِلِ ’in çoğul olması lafız ve mana itibariyledir. Mesela,  ظِلَالُهُ ’daki zamirin tekil ve  سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ  kavlinde cemi olması gibi.

الْيَم۪ينِ  ile الشَّمَٓائِلِ  kelimeleri arasında müfred ve cemi şeklinde güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ  ifadeleri  ظِلَالُهُ ’daki zamirden haldir. Secdeden maksat teslim olmaktır, ister tabiatıyla olsun isterse iradesiyle olsun.  سجدت النخلة  denir ki hurma ağacının meyve yükünden eğilmesini ifade eder. Ya da  سُجَّداً  kelimesi  ظِلَالُ ’dan hal’dir,  وَهُمْ دَاخِرُونَ  ise zamirden haldir. (Beyzâvî)

44. ayet  يَتَفَكَّرُونَ  (Düşünürler) 45. ayet,  يَشْعُرُونَ   (Bilirler), 48. ayetteki  دَاخِرُونَ  (Küçülerek boyun eğenler) kelimeleri arasında seci vardır. (Safvetu't Tefasir)

ظِلَالُ  (gölgeler), akıllılar cinsinden değildir,  bunun hali olan  دَاخِرُونَ  kelimesi, vâv-nûn ile (yani cemi müzekkeri salim sıygası üzere) cemi olarak gelmiştir. “Çünkü Allah Teâlâ, onları itaat eden, boyun eğen, zelil olan diye vasfedince sanki akıllı varlıklara benzetmiş oldu.” (Fahreddin er-Râzî)

Ayette,  الْيَم۪ينِ (sağ) lafzının müfred,  الشَّمَٓائِلِ (sollar) lafzının ise cemi olarak getirilmesindeki hikmet şudur;  الْيَم۪ينِ (sağ) lafzı müfred getirilmiş ama cemi manası murad edilmiştir. Araplar, iki cemi sıygayı peşpeşe getirmek istediklerinde, birini müfred ikincisini cemi olarak getirirler. Mesela, [(Allah) zulümatı ve nuru yarattı. (Enam Suresi, 1)] ve [Allah onların kalplerini ve kulağını mühürledi. (Bakara Suresi, 7)] ayetlerinde olduğu gibi.  الْيَم۪ينِ (sağ) lafzını, “doğu” manasına aldığımızda, güneşin doğusu olan o nokta, tek olmuş olur. Dolayısı ile  الْيَم۪ينِ  tek olur.  الشَّمَٓائِلِ  lafzı ise gölgelerde, yeryüzüne düştükten sonra meydana gelen çeşitli değişiklikleri ifade eder. Bu değişiklikler çoktur. İşte bundan ötürü Allah Teâlâ, bunu cemi sıygası ile getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Nahl Sûresi 49. Ayet

وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ۩  ...


Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler (boyun eğerler).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ ve Allah’a
2 يَسْجُدُ secde ederler س ج د
3 مَا ne varsa
4 فِي
5 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
6 وَمَا ve ne varsa
7 فِي
8 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
9 مِنْ
10 دَابَّةٍ canlılardan د ب ب
11 وَالْمَلَائِكَةُ ve meleklerden م ل ك
12 وَهُمْ ve onlar
13 لَا asla
14 يَسْتَكْبِرُونَ büyük taslamazlar ك ب ر
Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler de Allah’a secde eder, boyun eğerler. Ayrıca melekler asla kibre kapılıp âsi olmaz, serkeşlik etmez, Allah’ın yasalarından sapmazlar; O’na derin bir saygıyla kulluk eder, emredileni yaparlar. Canlı varlıklar içinde akıllı ve bilinçli olanların secdesi ibadet şeklinde, diğerlerininki ise itaat ve inkıyad şeklindedir. Esasen insanların fizyolojik ve psikolojik yapıları bile Allah’ın iradesiyle işlediğine göre, inkârcı olan da bu yönüyle diğer canlı ve cansız varlıklar gibi “inkıyad” mânasında her an Allah’a secde eder.Nitekim burada inkârcı ve isyankâr insanlar istisna edilmeksizin yerdeki canlıların tamamının Allah’a secde ettiği ifade buyurulmuştur.
“Göklerdekiler” sözü melekleri de kapsamakla birlikte onların Allah’a itaat ve ibadetleri diğer varlıklara göre en ileri derecede olduğu için bir takdir ifadesi olmak üzere özellikle anılmış olmalıdırlar. İnsanlar içinde inkârcı ve günahkârlar bulunursa da, melekler Allah’a ibadet konusunda asla kibir taslamazlar, küstahça tavır takınmaz; yüceler yücesi bildikleri rablerinden korkar, O’nun buyruklarına eksiksiz uyarlar. Bu âyet, meleklerin ismet (günahsızlık) özelliğine sahip olduklarını gösterir (Râzî, XX, 44-45).
 Bağlamından dolayı “yüceler yücesi…” diye tercüme ettiğimiz metindeki min fevkıhim ifadesinin tam karşılığı, “onların üzerinden” şeklinde olduğu için, 50. âyete, bizim tercih ettiğimiz mânadan başka, “üstlerinden, yukarıdan gelecek olan azaptan dolayı rablerinden korkarlar…” mânası da verilmiştir (bk. Zemahşerî, II, 331; Kurtubî, X, 119).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 405-406

وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru  يَسْجُدُ  fiiline müteallıktır.  يَسْجُدُ  merfû muzari fiildir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, fail olarak mahallen merfûdur.

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.  وَمَا فِي الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

مِنْ دَٓابَّةٍ  car mecruru  mahzuf hale müteallıktır.  الْمَلٰٓئِكَةُ  kelimesi atıf harfi وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuftur.

وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَا يَسْتَكْبِرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَكْبِرُونَ  fiili  نَ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَكْبِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ

 

İstînâf  وَ ’ıyla gelen ayetin ilk cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. 

لِلّٰهِ  şeklindeki car mecrur, kasr için amili olan  يَسْجُدُ  fiiline takdim edilmiştir. Çünkü yerde ve gökte olan her şey sadece O’na secde ederek boyun eğer. …يَسْجُدُ مَا  sıfat/ maksûr,  لِلّٰهِ  mevsuf/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. Yani secde, sadece Allah içindir. Putlara secde eden müşriklere tarizdir. (Âşûr)

يَسْجُدُ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ, mahzuf sılaya müteallıktır. 

مِنْ دَٓابَّةٍ ’deki tenvin nev ve kesret,  مِنْ  ise istiğrak ifade eder

Sübut ifade eden  وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ  şeklindeki isim cümlesi  يَسْجُدُ  fiilinin failinden haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümlede müsnedin menfi muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki her iki  مَا  da ism-i mevsûldür. Bu kelimenin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

يَسْجُدُ - يَسْتَكْبِرُونَ  arasında îhâm-ı tezâd,  السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Ayette, “şu göklerde olanlar” denildikten sonra “ve bütün melekler” denilmesi, başka ayetlerde Cebrail’in meleklerden sonra zikredilmesi kabilinden olup tazim içindir. (Ebüssuûd)

Secde ile kastedilen anlam şöyledir; Bu gölgeler, yeryüzüne düşerler ve secde edenin şeklini alırlar. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk, gölgeler hakkında “secde etme” vasfını kullanmıştır. Hasan el-Basri, “Senin gölgen, Rabbine secde ediyor ama sen etmiyorsun. Bu yaptığın ne kötüdür!” demiştir. Mücahid ise: “Kâfirin kendisi namaz kılmaz ama gölgesi namaz kılar.” demiştir. Yine “İster kendisi secde etsin ister etmesin her şeyin gölgesi Allah'a secde eder.” denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

Secde edenler; semavatta ve arzda olanlarla melekler olarak sıralanmıştır. Bu, taksim sanatı üslubudur.

Semavattan sonra arzın söylenmesi hususun umuma atfı babındandır. Çünkü semavat arzı da içine alır.

Bu, temiz melekleri daha çok büyütmek ve şereflendirmek içindir. (Safvetu't Tefasir)

Göklerde ve yerde bulunanların secde etmelerinin peşinden onların “kibirlenmemeleri” getirilmiştir. Çünkü kibirlenselerdi secde etmezlerdi. İkinci vasıf birinci vasıftan kaynaklanmaktadır. Sanki Allah, önce onları secde etmekle övmüş, ardından da secde etmelerinin mantıkî bir sonucu olarak “kibirlenmemek” ile övmüştür. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

 
Nahl Sûresi 50. Ayet

يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟  ...


Üzerlerinde hâkim ve üstün olan Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَخَافُونَ korkarlar خ و ف
2 رَبَّهُمْ Rablerinden ر ب ب
3 مِنْ
4 فَوْقِهِمْ üstlerindeki ف و ق
5 وَيَفْعَلُونَ ve yaparlar ف ع ل
6 مَا şeyi
7 يُؤْمَرُونَ emredildikleri ا م ر

يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟

 

Cümle önceki ayetteki  يَسْتَكْبِرُونَ ’deki failin hali olarak mahallen merfûdur.  يَخَافُونَ  fiili  نَnun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

رَبَّهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahalllen mecrurdur.

مِنْ فَوْقِهِمْ  car mecruru  رَبَّهُمْ ın mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, عاليا من فوقهم بالقهر (baskı ile onların üzerinde yüce olarak) şeklindedir.  Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  يَفْعَلُونَ  fiili  نَ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمَرُونَ۟ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُؤْمَرُونَ۟  fiili  نَ nun sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟

 

Ayet fasılla gelmiştir. Şibh-i kemâl-i ittisâldir. Çünkü  لَا يَسْتَكْبِرُونَ ’nin zamirinden hal veya o cümleden bedeldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبَّهُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ  zamiri dolayısıyla kibirlenmeyenler şan ve şeref kazanmıştır.

وَ ’la makabline atfedilen  يَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَفْعَلُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يُؤْمَرُونَ۟  muzari fiil cümlesidir, fiil meçhul bina edilerek mef’ûl vurgulanmıştır.

Ayetteki fiillerin muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

[Üstlerindeki Rabblerinden korkarlar] üstlerinden azap göndermesinden korkarlar ya da kahır ve kuvveti üstlerinde olandan korkarlar demektir. Mesela, [O, kullarının üstünde kahredicidir] (Enam Suresi, 18) gibi. Cümle  لَا يَسْتَكْبِرُونَ ’daki zamirden haldir ya da onun açıklama ve sonucudur, çünkü Allah’tan korkan O’na ibadetten büyüklenmez.

وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟  [Ve emrolundukları şeyi yaparlar.]  İtaat ve idare gibi. Bunda meleklerin de mükellef olduklarına ve korku ile ümit arasında döndüklerine delil vardır. (Beyzâvî)
Nahl Sûresi 51. Ayet

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ  ...


Allah, şöyle dedi: “İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek ilâhtır. O hâlde, yalnız benden korkun.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ق و ل
2 اللَّهُ Allah
3 لَا
4 تَتَّخِذُوا edinmeyin ا خ ذ
5 إِلَٰهَيْنِ (iki) tanrı ا ل ه
6 اثْنَيْنِ iki ث ن ي
7 إِنَّمَا şüphesiz
8 هُوَ O
9 إِلَٰهٌ Tanrıdır ا ل ه
10 وَاحِدٌ tek و ح د
11 فَإِيَّايَ yalnız benden
12 فَارْهَبُونِ korkun ر ه ب
Tefsirlerde 52. âyet metnindeki din kelimesi “itaat” olarak açıklanmıştır; aynı âyette geçen vâsıben kelimesi ise bizim tercih ettiğimiz “daima ve yalnız” anlamı yanında “zorunlu olarak” gibi başka anlamlarda da açıklanmıştır.
 “İki tanrı edinmeyin” ifadesiyle çok tanrıcılığın asgarisi bile reddedildiğine göre ikiden fazla varlığa tanrısallık yüklemenin de yasaklandığı açıktır. Nitekim devamındaki “Tanrı bir tektir” ifadesi de bunu vurgulamaktadır. Birden fazla tanrı tanımanın mantığı, evrende birden fazla yaratıcı-yönetici güç olduğu kabulüne dayandığı için, 52. âyette göklerde ve yerde ne varsa hepsinin Allah’a ait olduğu, yani O’nun tarafından yaratıldığı, O’nun hüküm ve tasarrufunda bulunduğu belirtilmiş, buradan da kulluk ve itaatin zorunlu olarak sadece O’na yapılması gerektiği sonucu çıkarılmıştır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 406

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّخِذُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلٰهَيْنِ mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

اثْنَيْنِ  kelimesi  اِلٰهَيْنِ ’nin sıfatı olup müsennaya mülhak olduğu için  ي  ile mansubdur.

تَتَّخِذُٓوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile  mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ 

 

اِنَّمَا  kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلٰهٌ  haber olup lafzen merfûdur.

وَاحِدٌ  kelimesi  اِلٰهٌ ’un sıfatıdır.


 فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

 

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  اِيَّايَ  mukadder  bir fiilin mukaddem mef‘ûlüdür. Takdiri ارهبوا  şeklindedir.

فَ  atıf harfidir. Zaid olması da caizdir.  ارْهَبُونِ  fiili  نَ ’nun hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نَ  vikayedir. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması haşyet duyguları uyandırmak içindir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اثْنَيْنِ  kelimesi,  اِلٰهَيْنِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb, bu kelimeler arasında ise cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

[Allah dedi: İki ilâh edinmeyin] ibaresinde sayılan onu gösterdiği halde sayının da zikredilmesi, söz konusunun o olduğunu bildirmek içindir. Ya da ikiliğin ilâhlığa aykırı olduğuna ima içindir, nitekim [o sadece bir tek ilâhtır] kavlinde de  وَاحِدٌۚ ’i zikretmiştir, bu da ilâhlığı değil birliği ispat etmek içindir ya da birliğin ilâhlığın gereklerinden olduğu içindir. (Beyzâvî)

اثْنَيْنِ  tabirinin tekrar edilmesinin gayesi, bu fikirden tamamıyla uzaklaştırmak ve aklın bundaki çirkinliğe vukûfiyetini mükemmelleştirmektir. (Fahreddin er-Râzî)


  اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ 

 

Cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiştir. 

Faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. 

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap, konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Ancak bunun aksi durumlarda da  اِنَّمَا  ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَاحِدٌ  kelimesi,  اِلٰهٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

اِلٰهٌ  kelimesi nekre olarak cins veya nev ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اِلٰهٌ - اللّٰهُ  kelimeleri arasında murâât-ı nazîr ve iştikak cinası vardır.

اِلٰهٌ - اِلٰهَيْنِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اثْنَيْنِۚ - وَاحِدٌۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

 

فَ  mukadder şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Takdiri,  إن رهبتم شيئًا  [Bir şeyden korkacaksanız] olan şart cümlesi mahzuftur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اِيَّايَ, mezkur fiili açıklayan takdiri  ارهبوا  olan fiilin mukaddem mef’ûlüdür. Cümlenin takdiri  إيّاي ارهبوا  [Sadece benden korkun] şeklindedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümledeki takdim kasr ifade eder. Sadece ve sadece benden korkun anlamındadır.

فَارْهَبُونِ  cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Cümleye dahil olan  فَ, tekid ifade eden zaid harftir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَارْهَبُونِ  kelimesinin sonundaki esre mütekellim zamirinden ivazdır.  نِ  ise nun-u vikayedir.

Zuhaylî’ye göre ayet-i kerimenin sonundaki  فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ  ifadesinde gaib kipinden mütekellim sıygasına geçiş yapılmak suretiyle iltifat vardır. Bu, korkutma ve mehabette mübalağa ve maksadı açıkça ifade etmek için yapılmıştır. Sanki şöyle buyrulmuştur: “İşte o tek olan ilâh benim, öyleyse başkasından değil yalnızca benden korkun.”

Zemahşerî de: “Bu ifade kelamın gaibden tekellüm sıygasına nakledilmesidir. Burada galip olan mütekellim olduğu için bu geçiş caiz olmuştur. Bu üslup iltifat yollarından biri olup korkutma hususunda  وَاِيَّاهُ فَارْهَبُوهُ  ifadesinden ve öncesinin mütekellim sıygasıyla gelmesinden daha beliğdir.” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları ve Fahreddin er-Râzî)

اِنَّمَا  ve takdim kasrı olmak üzere ayette iki kasr vardır. Allah Teâlâ tek olduğunu, ilâh olduğunu kasr üslubuyla tekidli bir şekilde dile getirmiştir. “Benden korkun.” cümlesi de takdim kasrı sebebiyle “Sadece Benden korkun, başkasından değil.” anlamını kazanmıştır.

 
Nahl Sûresi 52. Ayet

وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ  ...


Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İtaat de daima O’na olmalıdır. Öyle iken siz Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا ne varsa
2 فِي
3 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
5 وَلَهُ ve O’nundur
6 الدِّينُ din (kulluk) د ي ن
7 وَاصِبًا daima و ص ب
8 أَفَغَيْرَ başkasından mı? غ ي ر
9 اللَّهِ Allah’tan
10 تَتَّقُونَ korkuyorsunuz و ق ي

وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.  الْاَرْضِ  ifadesi atıf harfiyle makabline matuftur.

وَ  atıf harfidir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الدّ۪ينُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  وَاصِباً  haberdeki zamirin mahzuf hali olup lafzen mansubdur. Takdiri,  الدين ثابت له حال كونه واصبا (Din onun için sabittir, bu hal devamlıdır.) şeklindedir.

وَاصِباً  kelimesi sülâsî mücerred olan  وصب  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ

 

Hemze istifham,  فَ  atıf harfidir.  غَيْرَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

تَتَّقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr mukaddem haber ve muahhar mübteda arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.  لَهُ  mevsûf/maksûrun aleyh,  مَا فِي السَّمٰوَاتِ sıfat/maksûrdur.

وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباً  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الدّ۪ينُ  muahhar mübtedadır. Haberin takdimi kasr ifade eder. Kasr mübteda ve haber arasındadır.  لَهُ  mevsuf/maksûrun aleyh,  الدّ۪ينُ  sıfat/maksûrdur.

وَاصِباً, haberdeki gizli zamirden haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ  lafzından sonra  الْاَرْضَ ’ın zikri umumdan sonra husus babında ıtnâb sanatıdır. 

Cenab-ı Hakk, [Taat da daima O’na mahsustur.] buyurmuştur. Buradaki  الدّ۪ينُ  kelimesiyle  taat,  وَاصِباًۜ  kelimesiyle de devamlı oluş kastedilmiştir. Ayetteki  وَاصِباًۜ kelimesi, haldir. Bunun âmili ise zarftaki (yani  لَهُ  kelimesindeki) fiil anlamıdır. (Fahreddin er-Râzî)


 اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ

 

İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri,  أتجهلون فتتقون غير الله  [Siz cahilsiniz de Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?] şeklindedir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  غَيْرَ  kelimesi siyaktaki önemine binaen amili olan  تَتَّقُونَ  fiiline takdim edilmiştir. İstifham üslubunda gelen bu cümle gerçek soru kastı taşımayıp, inkâr ve taaccüp anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

غَيْرَ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

“Böyle iken hâlâ Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz!” ayeti, âlemin ilâhının, Rabbinin tek olduğunu ve O'nun dışında kalan her şeyin hem meydana gelirken hem de meydana geldikten sonra hayatiyetini devam ettirirken O'na muhtaç olduğunu bildikten ve bu temel düsturu kavradıktan sonra artık insanın nasıl Allah'tan başkasını arzulaması ve Allah'tan başkasından korkması düşünülebilir? demektir. İşte bu incelikten dolayı Cenab-ı Hakk “taaccüp üslubuyla” “Böyle iken hâlâ Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz!” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Nahl Sûresi 53. Ayet

وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ  ...


Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman yalnız O’na yalvarır yakarırsınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا (ulaşan)
2 بِكُمْ size
3 مِنْ
4 نِعْمَةٍ her ni’met ن ع م
5 فَمِنَ -tandır
6 اللَّهِ Allah-
7 ثُمَّ sonra
8 إِذَا zaman
9 مَسَّكُمُ size dokunduğu م س س
10 الضُّرُّ bir sıkıntı ض ر ر
11 فَإِلَيْهِ yalnız O’na
12 تَجْأَرُونَ yalvarırsınız ج ا ر
Sadece yaratıcı olduğundan dolayı değil, aynı zamanda nimet sahibi olduğu, hayatın devamı hususunda gerekli olan imkânları, bu arada insanların yiyip içtiği, servet kabul edip sevinç duyduğu nimetleri, sağlık ve âfiyeti ihsan ettiği için, bütün bunları verenin başkası değil yalnız O olduğu, başlarına bir sıkıntı gelince O’na yöneldikleri, yönelmeleri gerektiği için de O’nu rab olarak bilip O’na itaat etmeleri gerekir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 406

وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur.  بِكُمْ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır.

مِنْ نِعْمَةٍ  car mecruru  مَا ’nın temyizi veya mahzuf aid zamirine müteallıktır.

فَ  zaid harftir.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ  matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

مَسَّكُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَسَّكُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

الضُّرُّ  fail olup lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.

اِلَيْهِ  car mecruru  تَجْـَٔرُونَ  fiiline müteallıktır.  تَجْـَٔرُونَ  fiili  نَ ’nun hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا ’nın sılası mahzuftur. Car mecrur  بِكُمْ, bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

Mahzuf habere müteallık olan  مِنَ اللّٰهِ ’ye dahil olan  فَ  zaid harftir. Tekid ifade eder.

مِنْ نِعْمَةٍ, mahzuf hale müteallıktır. Kelimedeki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.

İbaredeki  مِنْ  ibtidaiyyedir. Yani size nimet Allah’tan ulaşıyor. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

مَا  şart edatıdır ya da şart manasını içermektedir, bu da haber bakımından böyledir, nimetin meydana gelmesi bakımından değil. Çünkü nimetin elde bulunması Allah’tan olduğunu haber vermeye sebeptir de ondan olmasına değil.


 ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ

 

ثُمَّ  ile atfedilen ayette  اِذَا, şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Şart cümlesi muzâfun ileyh konumundaki  مَسَّكُمُ الضُّرُّ  cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ, aynı zamanda  اِذَا ’nın müteallakıdır. Muzari fiil sıygasındaki cümle hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ [Sonra size sıkıntı dokunduğu zaman yalnız ona yalvarırsınız.]  ondan başkasına niyaz etmezsiniz. Ayette geçen  جْـَٔرُ, dua ederken veya yardım isterken sesi yükseltmektir. (Beyzâvî)

Ayet iki şart ve cevap cümlesinden oluşmuştur.

مَسَّكُمُ  fiilinin faili  الضُّرُّ dur. Dolayısıyla burda mecazi isnad veya istiare söz konusudur.

“Sonra size, herhangi bir keder ve musibet dokunduğu zaman…” buyurulmuştur. İbni Abbas, Cenab-ı Hakk'ın bu ifadeyle hastalıkları, rahatsızlıkları ve ihtiyaçları kastettiğini söylemiştir. Hakk Teâlâ “...ancak O'na tazarru ve yakarmada bulunursunuz.” buyurmuştur ki bu, “Yardımını istemek için seslerinizi yükseltir, O'na dua ederek O'na yalvarır yakarırsınız.” demektir. Nitekim Arapçada denir ki bu tıpkı bir sığırın sesi gibi şiddetli çıkan ses ve böğürtü demektir. Buna göre mana şöyle olur: “Allah Teâlâ, bütün nimetlerin kendisinden olduğunu; sonra da herhangi bir kimseye o nimetlerden herhangi birinin zeval bulmasını gerektiren bir zarar tesadüf ettiğinde, O'nun Allah'a yalvarıp yakardığını, yüksek sesle niyazda bulunduğunu yani o kimse mahlukatın melceinin ancak O olduğunu bildiği için kendisinden başka hiç kimseden yardım talep etmediğini beyan buyurmuştur.” Buna göre Cenab-ı Hakk, onlara sanki “Genişlik ve emniyet içinde iken niye bu yolu tutmadınız; neredeydiniz?” demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Nahl Sûresi 54. Ayet

ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ  ...


Sonra sizden o sıkıntıyı giderince, bir de bakarsınız, içinizden bir kısmı Rablerine ortak koşar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 إِذَا zaman
3 كَشَفَ kaldırdığı ك ش ف
4 الضُّرَّ o sıkıntıyı ض ر ر
5 عَنْكُمْ sizden
6 إِذَا hemen
7 فَرِيقٌ bir grup ف ر ق
8 مِنْكُمْ içinizden
9 بِرَبِّهِمْ Rablerine ر ب ب
10 يُشْرِكُونَ ortak koşarlar ش ر ك
Râzî, bu âyetleri tefsir ederken konuyla ilgili görüşünü şu şekilde ifade eder: “İnsanın aslî fıtratı ve temiz hilkati belâ, zarar, âfet gibi korku ve sıkıntı zamanlarında Allah’tan başka sığınak olmadığına, sadece O’ndan yardım geleceğine şahitlik eder. Ama belâ ve zarar ortadan kalkınca da bu itikad üzere olmak gerekir. Musibet geldiğinde Allah’tan başka sığınak olmadığını itiraf edip de ondan kurtulunca bunun aksine davranmak, Allah’a ortak koşmak vahim bir cehalet, tam bir dalâlettir” (XX, 51). Âyette de bazı insanların bu şekilde çelişkili tutuma girerek Allah’a ortak koşmaları (genel anlamda Allah’tan başka varlıklara tanrısal bir güç ve değer yüklemeleri), beklenmedik bir durum (müfâcee) için kullanılan “izâ” edatıyla ifade edilerek yadırganmıştır. Bu sebeple meâlinde bu edatı “gariptir ki” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. Yine Râzî, 1 Muharrem 602 tarihinde (18 Ağustos 1205) bu âyetlerin tefsirini yazarken sabah vaktinde şiddetli bir deprem olduğunu, insanların dehşet içinde bağıra çağıra Allah’a dua edip yalvardıklarını, fakat bir süre sonra yine “sefâhet ve cehâletlerine” döndüklerini belirtip bu olayı söz konusu âyetin açıklanmasına bir örnek olarak gösterir (XX, 51-52). Müfessirlerin çoğu 55. âyetin başındaki “li” edatını “ta‘lil lâmı” (sebep bildiren edat) kabul ederek âyeti bizim meâlimizdeki gibi anlamışlardır. Ancak bunun “âkıbet lâmı” (işin vardığı sonucu bildiren edat) olduğu ileri sürülerek âyete, “Nihayet verdiklerimize karşılık nankörlük yaparlar” diye mâna verenler olduğu gibi (bk. İbn Kesîr, IV, 495; Şevkânî, III, 192), âyet metnindeki “li-yekfürû” ifadesinin tehdit ve uyarı anlamı taşıyan emir olduğunu savunarak bu kısma, “Nankörlük etsinler bakalım!…” şeklinde mâna verenler de olmuştur (bk. Zemahşerî, II, 332; İbn Atıyye, III, 401).

ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ

 

 

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

كَشَفَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَشَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هو dir.

الضُّرَّ  mef’ûlun bih olup lafzen mansubdur.  عَنْكُمْ  car mecruru  كَشَفَ  fiiline müteallıktır.

اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا, isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.

فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ  cümlesi şartın cevabıdır.  فَر۪يقٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  فَر۪يقٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

بِرَبِّهِمْ   car mecruru  يُشْرِكُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُشْرِكُونَ  fiili,  فَر۪يقٌ  kelimesinin haberi olarak mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ

 

ثُمَّ  atıf harfi,  اِذَا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Şart cümlesi muzâfun ileyh konumundaki  كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ  cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)

Şartın cevabı mufacee harfi  اِذَا ’nın dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.  فَر۪يقٌ  mübteda,  يُشْرِكُونَۙ  haberdir. 

Müsnedün ileyhin tenkiri tahkir içindir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِرَبِّهِمْ, siyaktaki önemine binaen amili olan  يُشْرِكُونَۙ ’ye takdim edilmiştir. Veciz ifade kastıyla gelen  بِرَبِّهِمْ  izafetinde  هِمْ  zamirinin Rabb ismine muzâf olmasında, Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.

Buradaki  ثُمَّ (sonra) kelimesi, zararın dokunma süresinin uzun olduğuna ve uzun bir süreden sonra zararın kalktığına delalet için değil, ona terettüp eden şirk mertebesinin dalaletin en uzak mertebesi olduğuna işaret içindir.

Eğer bu hitap bütün insanlara ise bu fırka, kâfir olan fırka demektir. Eğer hitap yalnız kâfirlere ise “içinizden bir güruh” ifadesi beyan içindir. Yani siz kâfirler fırkası, demek olur. Ancak hitap, kâfirler için olduğu takdirde onlardan bir kısmı ibret alıp küfründen vazgeçmiş de olabilir. (Ebüssuûd)

“Nihayet O, sizden bu keder ve musibeti açıp giderdiği zaman ise içinizden bir kısmı, bakarsınız ki Rabblerine eş koşuyorlar.” buyurmuştur. Böylece Allah Teâlâ, sıkıntıları giderilip durumları düzeltildiğinde onların gruplara ayrıldıklarını; bir kısmının, şiddet ve sıkıntı esnasında iken sadece Allah'a sığınma halini şimdi de sürdürdüğünü, bir kısmının ise değişip Allah'a başkalarını şerik koştuğunu beyan buyurmuştur ki bu bir cehalet ve dalalettir. Çünkü onların aslî fıtratları ve tabiî yaratılışları, başlarına bir bela, bir sıkıntı, bir afet ve korkunç bir şey geldiğinde, sadece tek olan Allah'a sığınacaklarına ve sadece tek olan Allah'tan yardım istemeleri gerektiğine şehadet edince bu sıkıntı ve belalar kalktığında da onların aynı inanç üzere kalması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

مِنْ in bazı manasına olması da caizdir, o zaman bazılarına itibar edilmiş olur, Mesela, “Onları karaya çıkardığı zaman içlerinden kimisi doğru yoldadır.” (Lokman Suresi, 32) ayetinde olduğu gibi. (Beyzâvî)

Önceki ayetteki  ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ  ibaresiyle bu ayetteki  ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ  ibaresi arasında mukabele vardır.

Birinci  اِذَا  şart edatı, ikincisi ise mufacee harfidir. İkisi arasında tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

 
Günün Mesajı
44. ayet, Kur'ân indirildikten, yani ondan herhangi bir âyet, âyetler grubu, süre geldikten sonra ondaki ve onlardaki, nihai olarak bütün Kurân'daki gerçeklerin, va'd ve tehditlerin, hükümlerin insanlara açıklanması gerektiğini beyan buyurmakta ve bunu da öncelikle Kurân'ın kendisine indirildiği zâta, yani Peygamber Efendimiz'e yüklemektedir. Şu halde, Kur'ân'ın insanlara tebliği sadece onu okumak değil, okumak, anlatmak ve açıklamaktır. Elbette Peygamber Efendimiz (S.a.s.), bu görevi hakkıyla yerine bağlı getirmiştir. İşte Sünnet, Kur'ân'ın mücmelini (özet ve özlü ifadelerini) tafsil eder (açar), müphemini (kapalısını) tefsir eder, Kur'ân'da umumi ifadelerle gelen bazı hükümleri tahsis eder (o hükümlerin hangi şartlara bağlı, kim ve ne ile ilgili olduğunu beyan buyurur), mutlak, yani bir kayıtla kayıtlanmadan gelmiş hükümlerini takyit eder (kayıtlandırır). Aynı zamanda Sünnet, Kur'ân'ı hayata hayat yapma yoludur.



Sayfadan Gönüle Düşenler

“Bir zulmü engelleyemiyorsanız, en azından onu herkese duyurun.” Aliya İzzetbegoviç

İnsan hayatının altüst olması için tek bir an yeter. O tek bir anın içinde hayatın akışı değişir, kimileri için hayat durur, kimileri o anın içinde kaybolur. Olayın içindekiler ve dışındakiler, farklı boyutlara taşınır.

O andan önce her şey yerli yerindeyken, sonrasında düzen bozulur. Hayat bir yapbozsa eğer; ya parçalar yer değiştirir, ya da parça/lar kaybolur gider. Hiçbir şey eskisi gibi olmaz, resimdeki görüntü değişir. Geriye tevekkül edip resmin yeni haline alışmak, şükür edilecek detaylara hamd etmek, dünyadaki her halin geçici olduğuna iman ederek Allah’tan yardım dilemek ve elden ne gelir diye bakmak kalır.

Tek bir an yeter. Bir insanın ebeveynsiz, başka birinin eşsiz, diğerinin evlatsız, kardeşsiz, arkadaşsız kalması için.

Her gün insanlar ölür, yaralanır ama bu bir başkasının zulmüyle gerçekleştiğinde; kalpler dualarla kenetlenir, aynı kişilere karşı merhamet veya nefret hissedilir.

Kötülüklerin peşinden koşan zalimin en büyük yanılgısıdır; her şeyi kontrol edebileceğini sanmak. Dünya üzerinde kaçtığını zannetmenin güvencesiyle neşelenir. Bir gün, ölümün kendisine de geleceğini unuturcasına; kararmış kalbinin, karanlık dünyasına hapsolur. Melekler canını vura vura aldığında, Allah’ın gazabına uğradığında, meleklerle insanların lanetleriyle cehenneme uğurlandığında, zulmettiği mazlumların yüzlerini görür belki ve anlar ki; hakikaten hiçbir hak yerde kalmazmış.

“Mazlumun zalimden öcünü alacağı gün, şüphesiz zalimin zulmettiği günden daha çetin olacaktır.” Hz. Ali (r.a.)

Ey zalimin zulmünden, mazlumun halinden haberdar olan Allahım! Bizi; adaletinden ve rahmetinden şüpheye düşmekten; zalimlerden ve onların sebep olduğu yıkıcı anlardan; zalimin zulmüne sessiz kalmaktan ve zerre kadar ortak olmaktan; zalimlere benzemekten ve onlara meyil etmekten; mazlumları küçümsemekten ve maddi manevi sırtımızı dönmekten muhafaza buyur.

Ey merhameti sonsuz olan Allahım! Her gün yıkıcı anları yaşayan ve yaşamaktan korkan kullarının yardımcısı ol. Onları zalimlerin elinden kurtar. Rahmet rüzgarlarınla gönüllerindeki hüznü ve korkuyu gider. Bizi; zulmün karşısında İslam bayrağı altında toplananlardan ve İslam alemi için elinden geleni yapanlardan eyle.

Ey secdelerin tek sahibi olan Allahım! Bizi; hiçbir şekilde büyüklük taslamadan secdeye varan canlı ve cansız her varlıkla beraber, Sana secde edenlerden eyle. Secdedeki huzurla tanışanlardan ve secde halinde gizlenmiş her türlü nimet ve bereketten nasiplenenlerden eyle.

 

Amin.

***

İstemek ve hayal kurmak bedavadır. Doğru niyetlere dayanarak doğru hedefler belirlemek zordur. Kişi, ahlakı kalbine ve dini sorumlulukları hayatına oturtmadan dünyaya teşvik edilir. İstekleri sıralamak kolaydır ama onlara kavuştuğunda nasıl bir insan olması gerektiğini düşünen azdır. 

Dünyaya rağbet etmesi istenen kişilerin kendilerine devamlı şöhret, para, güzellik, makam ve hatta aşk gibi özünde geçici olan dünyalık güzel yönler hatırlatılır. Bunlar şükredilesi sebepler olsa bile niyeti ve hedefi Allah rızası olmayanın ahlakını zedeleyerek büyüklenmesine yol açar.

Aslında ünvanın ve çokluğun bir önemi yoktur. Kişinin ahlakı; ne kadar ünlü, eğitimli ya da kimine göre ne kadar şanslı olduğuyla doğru orantılı değildir. Üstlendiği görevin, doğrulara vesile olacak şekilde ya da olması gerektiği gibi adil davranarak, hakkını vereceğinin de garantisi yoktur. 

Dünyalık nimetleri arzulayanlar, genellikle tek boyutlu düşünmeye meyillidirler. Yani sahip olması istenenin sağlayacağı üstünlüklerin hesabını yapar ve belki de başarı temalı hayaller kurar. Ancak sahip olduktan sonra ‘nasıl doğru davranırım’ üzerinde düşünmeyi unutur ya da erteler. 

Kısacası; maddi alemini hayallerine ulaşmak için hazırlarken maneviyatını ihmal eder. Bu da o üstünlüğün altında ezilmek, kıymetini bilememek, kısa sürede kaybetmek gibi işin başında yıpratıcı ya da şükürsüzlük, adaletsizlik, ahlaksızlık gibi yaşamın sonunda korkutucu sonuçlanır.

Ey Allahım! Hayallerimizi ve isteklerimizi bilensin. Hakkımızda hayırlı olacakların peşinden, Senin rızanı gözeterek gidenlerden eyle. Ahlakımızı çirkinleştirecek, bizi maddi manevi yıpratacak ve imanımızı zedeleyecek istekleri kalplerimizden ve dualarımızdan uzaklaştır. Maddi ve manevi zayıflıklarımızı bilensin. Üstlenmemiz gereken görevler için doğru hazırlananlardan ve görevlerimizi üstlendiğimiz zaman da bir müslümana yakışır şekilde yerine getirenlerden eyle. Rabbim! Kibir gibi bütün manevi hastalıklardan muhafaza buyur. Ahlaklarımızı arındır ve imanlarımızı kuvvetlendir. Bizi doğru zamanda, doğru şekilde, doğru nimeti isteyenlerden; nimetin gelişini ya da gidişini doğru karşılayanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji