7 Mart 2025
Nahl Sûresi 35-42 (270. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nahl Sûresi 35. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  ...


Allah’a ortak koşanlar, dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Kendilerinden öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen sadece apaçık bir tebliğdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dediler ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 أَشْرَكُوا ortak koşan(lar) ش ر ك
4 لَوْ eğer
5 شَاءَ dileseydi ش ي ا
6 اللَّهُ Allah
7 مَا
8 عَبَدْنَا tapmazdık ع ب د
9 مِنْ
10 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
11 مِنْ hiçbir
12 شَيْءٍ şeye ش ي ا
13 نَحْنُ (ne) biz
14 وَلَا ne de
15 ابَاؤُنَا atalarımız ا ب و
16 وَلَا
17 حَرَّمْنَا ve haram kılmazdık ح ر م
18 مِنْ
19 دُونِهِ O’nsuz د و ن
20 مِنْ hiçbir
21 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
22 كَذَٰلِكَ böyle
23 فَعَلَ yapmıştı ف ع ل
24 الَّذِينَ kimseler de
25 مِنْ
26 قَبْلِهِمْ onlardan önceki(ler) ق ب ل
27 فَهَلْ değil midir?
28 عَلَى düşen
29 الرُّسُلِ elçilere ر س ل
30 إِلَّا yalnız
31 الْبَلَاغُ tebliğ etmek ب ل غ
32 الْمُبِينُ açıkça ب ي ن
Müşrikler, inanmak için ihtiyaç duyulan bütün deliller ortaya konmasına rağmen Allah’ın birliğini ve âhiret hayatını inkârda direndikleri, “Şayet gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit hani ne zaman gerçekleşecek!” (Yâsîn 36/48) gibi alaycı sözlerle âhiret inancını ciddiye almadıkları, Peygamber’i yalancılıkla suçlayıp ona karşı savaş açtıkları, Allah’ın hükümlerini tanımadıkları ve sonunda da kalkıp, “Allah isteseydi bütün bunları yapmazdık, atalarımız da yapmazdı!” diyerek Allah’ı suçlamaya kalkıştıkları (Zemahşerî, II, 327-328), böylece güya irade özgürlüğünü inkâr ederek bir tür sorumsuzluğu savundukları için, “sonunda bütün bu yaptıklarının kötülüğü yine kendilerine dokundu ve alaya aldıkları şey onları çepeçevre kuşattı”; inkâr ve isyanlarının mahkûmu oldular, kötü âkıbetlerini yapıp ettikleri yüzünden yine kendileri hazırladılar. Halbuki Hz. Peygamber, putperestlerin tuttukları yolun kendilerini böyle bir âkıbete götürdüğünü onlara zamanında açık açık bildirmişti; onun görevi de insanlara doğru ve yanlış, iyi ve kötü hakkındaki ilâhî kaynaklı bilgileri eksiksiz duyurup onları sorumlulukları konusunda aydınlatmaktan ibaretti.

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  اَشْرَكُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اَشْرَكُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَوۡ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  شَٓاءَ  şart fiilidir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

Şartın cevabı  مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ ’dır.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

عَبَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِه۪  car mecruru  شَيْءٍ ‘in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

نَحْنُ  munfasıl zamir  عَبَدْنَا ‘deki zamiri tekid içindir.

وَ  atıf harfidir.  لَٓا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  اٰبَٓاؤُ۬نَا  kelimesi  عَبَدْنَا ’daki zamire matuftur.

Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf  harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  حَرَّمْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِه۪  car mecruru  شَيْءٍ ‘in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ 

 

Fiil cümlesidir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” demektir. Bu ibare, amili  فَعَلَ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

فَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

 

فَ  istînâfiyyedir. هَلْ  istifham harfidir.  عَلَى الرُّسُلِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

اِلَّا  hasr edatıdır.  الْبَلَاغُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْمُب۪ينُ  kelimesi ise  الْبَلَاغُ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

الْمُب۪ينُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin faili konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafat, S.107)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir.

Bu ortak koşanlardan murat, Mekke müşrikleridir. Burada onların küfürlerinin başka bir çeşidi anlatılmaktadır. (Ebüssuûd)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ  cümlesi,  şart üslubunda haberî isnaddır.  شَٓاءَ اللّٰهُ  müspet mazi fiil sıygasında şart cümlesidir. 

Cevap cümlesi olan …مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪  ise menfi mazi fiil sıgasında gelmiştir.

دُونِه۪  izafeti, gayrının tahkiri içindir. 

لَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا ’ya dahil olan nefy harfi  لَٓا  zaiddir. Tekid ifade eder.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber talebî kelamdır. 

لَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ  cümlesi aynı üslupta gelerek  مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ ’ya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, selbin umumuna işaret eder. Kelimeye dahil olan  مِنْ  harfi de bu manayı kuvvetlendirir.

مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا  ve  وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ (O’ndan başka hiç kimseye ibadet etmezdik. O’nun haram kıldığından başka hiç bir şeyi haram kılmazdık) cümlesinde ıtnâb vardır. (Safvetü't Tefasir) Umumdan sonra husus zikredilmiştir. 

مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ  cümlesi ile  وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ  cümlesi arasında mukabele vardır.

مِنْ - دُونِه۪ -  شَيْءٍ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

نَحْنُ  zamiri  عَبَدْنَا ‘deki muttasıl zamiri tekid etmek içindir. Allah Teâlâ’nın  وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا sözünde nefy harfinin tekrar edilmesi olumsuzluğu tekid etmek içindir. (Âşûr) 


كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede, îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ , mahzuf bir mef’ûlu mutlaka müteallıktır.

Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fail konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onlar için tahkir ifade eder.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali (kullanımı), işaret edilen nimetin derecesinin faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd) 

Bu cümle 33. ayetteki cümlenin tekrarıdır. Aralarında ıtnâb, tekrir ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet/44, S. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.


  فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

 

 

فَ  istînâfiyyedir.  هَلۡ , istifham harfidir. Nefy manasındadır. 

Cümle istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen vaz edildiği istifham anlamından çıkarak inkârî mana kazanan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَى الرُّسُلِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Ayetin son cümlesinde nefy manasıyla gelen  هَلْ  soru harfi ve  اِلَّا  istisna edatı kasr oluşturmuştur. Mahzuf habere müteallık olan  عَلَى الرَّسُولِ , mübteda olan  الْبَلَاغُ ‘ya kasredilmiştir.

Kasr-ı mevsûf ale’l-sıfattır.  عَلَى الرُّسُلِ mevsuf/maksûr,  الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  sıfat/maksûrun aleyhtir. Peygamberlere düşen, apaçık bir tebliğden başka birşey değildir.

Muahhar mübteda olan  الْبَلَاغُ  için sıfat konumundaki  الْمُب۪ينُ , mevsufun bir özelliğini belirtmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  [Peygamberlerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi!” Onların görevleri sadece hakkı tebliğden ve halkı da şirkin batıl ve anlamsız olduğunu, geçersiz olduğunu, çirkinliğini bildirmek ve onları bundan haberdar etmekten ibarettir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

 
Nahl Sûresi 36. Ayet

وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولاً اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ  ...


Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 بَعَثْنَا biz gönderdik ب ع ث
3 فِي içinde
4 كُلِّ her ك ل ل
5 أُمَّةٍ millet ا م م
6 رَسُولًا bir elçi ر س ل
7 أَنِ diye
8 اعْبُدُوا kulluk edin ع ب د
9 اللَّهَ Allah’a
10 وَاجْتَنِبُوا ve kaçının ج ن ب
11 الطَّاغُوتَ tagutdan ط غ ي
12 فَمِنْهُمْ onlardan
13 مَنْ kimine
14 هَدَى hidayet etti ه د ي
15 اللَّهُ Allah
16 وَمِنْهُمْ ve onlardan
17 مَنْ kimine de
18 حَقَّتْ hak oldu ح ق ق
19 عَلَيْهِ üzerlerine
20 الضَّلَالَةُ sapıklık ض ل ل
21 فَسِيرُوا işte gezin س ي ر
22 فِي
23 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
24 فَانْظُرُوا ve bakın ن ظ ر
25 كَيْفَ nasıl ك ي ف
26 كَانَ olmuş ك و ن
27 عَاقِبَةُ sonu ع ق ب
28 الْمُكَذِّبِينَ yalanlayanların ك ذ ب
Genel anlamıyla ümmet, çoğu aynı kökten gelen, önceki kuşaklardan devralınan özelliklerin yahut ortak menfaat ve ideallerin veya din, zaman, vatan gibi faktörlerin bir araya getirdiği geniş insan topluluğunu ifade eder. Çoğulu ümemdir. Dinî anlamda, bir peygambere inanıp onun yolundan giden cemaate, ilâhî dinlere mensup kavimler topluluğuna ümmet denir (Muhammed ümmeti, İslâm ümmeti, hıristiyan ümmeti gibi). Konumuz olan âyette ilk anlamda kullanıldığı anlaşılmaktadır (ümmet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/128, 134, 213; Hûd 11/118-119). Allah her millete, geniş insan topluluğuna bir elçi göndermiştir; bunun da gayesi sadece âyetteki öz ifadesiyle, “Allah’a kulluk edip sahte tanrılardan uzak durmak”tır (“sahte tanrılar” diye çevirdiğimiz tâgut hakkında bilgi için bk. Mâide 5/60). Çünkü dinin özü ve peygamberler gönderilmesinin ana gayesi tevhiddir; kulluğun özü de Allah’ın birliği ilkesini zedeleyecek her türlü inanç, düşünce ve davranıştan titizlikle kaçınmaktır.
 Allah’ın peygamberler gönderdiği milletlerden kimi, peygamberlerinin kendilerine duyurduğu ilâhî hakikatler karşısında iyi niyetli ve ön yargısız tutumları sayesinde Allah’ın hidayetine mazhar olmuş; kimi de–bir kısım Mekke putperestlerinin yaptıkları gibi– daha baştan peygamber ve vahiy karşısında sergiledikleri inkârcı, inatçı ve uzlaşmaz tutumları yüzünden yanlış yolda kalmışlardır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 396

وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولاً اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ   tahkik harfidir.  

بَعَثْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

ف۪ي كُلِّ  car mecruru  بَعَثْنَا  fiiline müteallıktır.  اُمَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

رَسُولاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَنِ  masdar harfidir.  Tefsiriyye olması da caizdir.  اعْبُدُوا  fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. اجْتَنِبُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الطَّاغُوتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 


 فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  مِنْهُمْ  car mecruru  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası   هَدَى اللّٰهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

هَدَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  fail olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  حَقَّتْ عَلَيْهِ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

حَقَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  عَلَيْهِ  car mecruru  حَقَّتْ  fiiline müteallıktır.

الضَّلَالَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 


 فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ

 

 فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن أردتم البرهان واليقين فسيروا (Eğer burhan ve kesin bilgi isterseniz ….. yürüyün.) şeklindedir.  س۪يرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  س۪يرُوا  fiiline müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  انْظُرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

كَيْفَ كَانَ  cümlesi  انْظُرُوا  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  عَاقِبَةُ  ise  كَانَ ’nin muahhar ismi olup merfûdur.  

الْمُكَذِّب۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

الْمُكَذِّب۪ين  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولاً اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ

 

وَ  istînâfiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş … وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولاً  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  كُلِّ اُمَّةٍ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  ümmet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Resul gönderilmeyen hiçbir toplum kalmadığını vurgulamak için bu üslup kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

اُمَّةٍ ‘deki tenvin nev ve kesret,  رَسُولاً ’deki ise tazim ifade eder.

Masdar harfi  اَنْ ’i takip eden  اعْبُدُوا اللّٰهَ  cümlesi, masdar teviliyle, takdir edilen  بِ  harfiyle birlikte  بَعَثْنَا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi emir üslubunda talebî inşâi isnaddır.  اَنْ ’in tefsiriyye olması da caizdir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üsluptaki  وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

اعْبُدُوا - اجْتَنِبُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ 

 

Cümle,  فَ  ile takdiri  فكانوا أقساما  [Kısım kısımdılar] olan istînâfa atfedilmiştir.

Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Aynı üsluptaki  وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُ  cümlesi,  فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ  cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasındaki atıf sebebi tezattır.

Müsnedün ileyh lafza-i celalle marife olmuştur. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِنْهُمْ - مَنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

هَدَى  ile  الضَّلَالَةُۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ - وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

Kur'an, azap manasında gelen dalalet kelimesini daima müzekker olarak zikretmektedir. Çünkü konuşma ahirette gerçekleşmektedir. Bunu da  بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ  [İlkin sizi yarattığı gibi O’na döneceksiniz] Araf/29. ayetinden anlıyoruz. Ayrıca bilinen manasında ahirette bir dalalet yoktur. Çünkü her şey açıklığa kavuşmuştur. Dalalet müennes olarak gelmişse söz dünyada olmuştur. Diğer bir ifadeyle dalalet kelimesi asıl manasında geldiği zaman fiil müennes yapılmaktadır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Esrâru’l-Beyân fi’t-Ta’bîri’l-Kur'anî)

Müennes lafızla müzekker mana kastedildiğinde o lafzın müzekker yapılması hususu, manaya hamletme olarak da bilinir.

بَعَثْنَا   ile  هَدَى اللّٰهُ   kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı) 


 فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ

 

Mahzuf şartın cevabına dahil olan  فَ  rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; … ا إن أردتم البرهان واليقين فسيروا  [Eğer yakîn ve delil istiyorsanız, … yürüyün, gezin.) olabilir.

Cevap cümlesi   فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Yine aynı üslupla gelen …فَانْظُرُوا كَيْفَ , cevap cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir.  Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler inşâî olmak bakımından mutabıktır. 

Bu cümlenin mef’ûlü, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olan  كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ  cümlesidir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru değil, tehdit ve uyarı kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formundaki terkipte takdim-tehir sanatı vardır.  كيف  istifham ismi  كَانَ ’nin mukaddem haberidir,  عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ  izafeti  كَانَ  ‘nin muahhar ismidir. İsim cümleleri sübut ifade eder.

Ayette görme emri, gezme emrine tercih edilmiş, çünkü görme gezmeden sonra gerçekleşir. Bir de şu gerçeği bildirmek içindir: Eski ümmetlerin bu akıbetinde ana sebep, onların tekzibi ve "Allah dileseydi, kendisinden başka hiçbir şeye tapmazdık" şeklindeki gerekçeleridir. (Ebüssuûd)

 
Nahl Sûresi 37. Ayet

اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ  ...


Sen onların doğru yola erişmelerine aşırı istek göstersen de şüphesiz Allah saptırdığı kimseyi doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ şayet
2 تَحْرِصْ ne kadar istesen de ح ر ص
3 عَلَىٰ
4 هُدَاهُمْ onların yola gelmelerini ه د ي
5 فَإِنَّ kuşkusuz
6 اللَّهَ Allah
7 لَا
8 يَهْدِي yola getirmez ه د ي
9 مَنْ kimseyi
10 يُضِلُّ şaşırttığı ض ل ل
11 وَمَا ve olmaz
12 لَهُمْ onların
13 مِنْ hiçbir
14 نَاصِرِينَ yardımcıları ن ص ر
Hz. Peygamber, Allah’ın kendisine yüklediği tebliğ ve irşad görevini eksiksiz yerine getirme sorumluluğunun bir gereği olduğu kadar yüce ahlâkının, derin insanlık sevgisinin de bir tezahürü olarak, kendisine son derece haksız ve insafsız muameleleri revâ görenler de dahil olmak üzere, bütün insanların dünya ve âhiret esenliğine kavuşmaları için büyük bir istek taşıyor, elinden geleni yapıyor, Kur’an’ın anlatımıyla bu uğurda âdeta kendini tüketiyordu (Şuarâ 26/3). Konumuz olan âyette de Hz. Peygamber’in, putperestlerin hidayete ermelerini ne kadar çok istediğine işaret edilmektedir. Fakat burada şu husus özellikle hatırlatılmaktadır: İnsanların kurtuluşu için Peygamber’in böyle bir istek ve gayret içinde olması yetmez. İnsanlar bu dünyada bir imtihan hayatı yaşamakta olup kurtuluşu hak etmeleri, Allah’a karşı sorumlu oldukları bu imtihanı başarmaları ve iradelerini o yönde kullanmaları sonucunda, O’nun kendilerine hidayeti nasip etmesine bağlıdır; bu hususta insanların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur. Şu halde kurtuluşu hak etmeyene Peygamber’in bile yardımı dokunamaz.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 396-397

اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ 

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَحْرِصْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

عَلٰى هُدٰيهُمْ  car mecruru  تَحْرِصْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن تحرص على هداهم لا تقدر لأنّ الله لا يهدي (Onların hidayete ermesi konusunda hırslı olsan da buna gücün yetmez, çünkü Allah hidayet etmez.) şeklindedir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.

لَا يَهْد۪ي  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُضِلُّ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يُضِلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.


وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

مِنْ  harfi zaiddir.  نَاصِر۪ينَ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  نَاصِر۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

نَاصِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan نصر  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Türkçemizdeki himaye eden, kollayan, yardım eden gibi kelimelerin karşılığı olan  نَاصِرٌ  kelimesi Kur'an-ı Kerim’de  نَاصِرُونَ  ve  اَنْصَارُ  şeklinde iki farklı cemi kipi ile gelmektedir. Bunlardan cemi müzekker salim kipi ile gelen  نَاصِرُونَ  kelimesi sekiz yerde, cemi kıllet kipi ile gelen اَنْصَارُ  kelimesi de on bir ayette geçmektedir.

نَاصِرُونَ ; Âl-i İmran, 3/22, 56, 91, 150; Nahl, 16/37; Ankebût, 29/25; Rûm, 30/29; Casiye, 45/34; اَنْصَارُ; Bakara, 2/270; Âl-i İmran, 3 /52, 192; Maide, 5/72; Nuh, 71/25; Tevbe, 9/100, 117; Saff, 61/14. (Abdurrahman Güney, Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Kur'an’da Sözcüklerin Çoğul Halleri)

اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ , meczum müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Takdiri  إن تحرص على هداهم لا تقدر لأنّ الله لا يهدي.  [onların hidayet üzere olmasını istesen de buna günü yetmez, çünkü Allah hidayet etmez] olan terkip şart üslubunda haber cümlesidir.

 

 فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ

 

 

Önceki cümledeki mukadder cevap için ta’liliyye olarak gelen cümlede  فَ , ta’liliyyedir. Cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ  ile tekid edilmiştir.

Cümlenin müsnedi olan  لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

يَهْد۪ي  ile  يُضِلُّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

هُدٰيهُمْ - لَا يَهْد۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb,  iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.


 وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ

 

Ta’liliyyeye matuf son cümle, menfi isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Zaid harf ve takdim kasrı olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Cümlede  takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  مِنْ نَاصِر۪ينَ ’deki  مِنْ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder. Müsnedün ileyh olan  نَاصِر۪ينَ۟ ‘nin nekre gelişi, taklîl ifade eder. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, umum ifade ederken yine olumsuz cümledeki  مِنْ , ‘hiç’ anlamı verir.

Haberin takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Mübteda olan  نَاصِر۪ينَ , mahzuf habere müteallık olan   مَا لَهُمْ ifadesine kasredilmiştir. 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.  مَا لَهُمْ  mevsuf/maksûrun aleyh, مِنْ نَاصِر۪ينَ  sıfat/maksûrdur.  Yani onlar için hiçbir yardımcı yoktur

[Yardımcılar] kelimesinin çoğul olarak  نَاصِر۪ينَ  şeklinde gelmesi  لَهُمْ  [onların]  zamirine karşılık olduğu içindir. Yani her birinin hiçbir yardımcısı olmayacaktır. (Ebüssuûd)

 
Nahl Sûresi 38. Ayet

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ بَلٰى وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ  ...


Onlar, “Allah, ölen bir kimseyi diriltmez” diye var güçleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır, diriltecek! Bu, yerine getirilmesini Allah’ın üzerine aldığı bir vaaddir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَقْسَمُوا ve yemin ettiler ق س م
2 بِاللَّهِ Allah’a
3 جَهْدَ bütün şiddetiyle ج ه د
4 أَيْمَانِهِمْ yeminlerinin ي م ن
5 لَا
6 يَبْعَثُ diriltmez (diye) ب ع ث
7 اللَّهُ Allah
8 مَنْ kimseyi
9 يَمُوتُ ölen م و ت
10 بَلَىٰ hayır
11 وَعْدًا verdiği sözdür و ع د
12 عَلَيْهِ O’nun onlara
13 حَقًّا gerçek olarak ح ق ق
14 وَلَٰكِنَّ ama
15 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
16 النَّاسِ insanların ن و س
17 لَا
18 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م
Yukarıda da değinildiği gibi putperest Araplar genellikle Allah’ın varlığına inanıyorlardı. Fakat Allah’a inanmak aynı zamanda O’nun, yapıp etmelerimizden dolayı bizi yargılayacağı âhiret gününe, dolayısıyla öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna inanmayı da gerektirir; aksi halde Allah inancı ve genel olarak din, bütün yaptırıcı gücünü kaybeder ve pratikte anlamsız hale gelir. Oysa özelde putperest Araplar, genelde de her dönemde benzer inanç ve eylem içinde olan inkârcılar, seküler, maddeci ve hazcı bir dünya görüşüne sahip oldukları için Allah’a olan inançları fiilî olarak etkisiz ve anlamsız kalmakta; Allah ile ilişkilerini kopararak irade ve eylemleri üzerine hiçbir ıslah edici, caydırıcı etkisi, yaptırım gücü bulunmayan nesnelere tanrılık atfedip onlara yönelmektedirler; aynı dünya görüşünün ürünü olarak onlar, iyilerle kötülerin kesin bir şekilde birbirinden ayırt edilip iyilerin ödüllendirileceği, kötülerin de ceza görecekleri âhiret hayatını ve yeniden dirilmeyi reddederler, üstelik bu iddialarını Allah adına yeminler ederek ispatlamaya kalkışırlar; yani daha –genel olarak– yeniden dirilmenin aklen imkânsız olduğunu savunurlar. Fakat Allah’a inanmak O’nun böyle bir olayı gerçekleştirmeye muktedir olduğuna, üstelik O’nun bunu vaad ettiğine ve vaadini mutlaka gerçekleştireceğine inanmayı da gerektirir. Fakat aslında inkârcıların bu tutumları, aklî ve ilmî bir zorunluluğun sonucu olmayıp, 22-23. âyetlerde belirtildiği üzere, inançsız bir kalbin, günaha meyilli ve bayağı hazlara düşkün bir ruh dünyasının, inatçı, kibirli ve küstah bir karakter yapısının dışa yansımasından ibarettir. 
 İnkârcıların iddiasının aksine insanların yeniden diriltilmesi, “Allah’ın bizzat kendisine karşı gerçek bir vaadi” olup insanların, hakkında ihtilâf ettikleri şeyi Allah onlara açıklayacaktır. Râzî, burada açıklanacağı bildirilen şeyi “itaatkârla âsinin, hak yolda olanla bâtıla sapmış bulunanın, zalimle mazlumun birbirinden ayırt edilmesi” (birincilerin ödüllendirilip ikincilerin cezalandırılması) şeklinde yorumlamıştır (XX, 31). Ancak bunu, Allah’ın özel olarak kıyameti ve âhiretteki yargılamayı, genel olarak da bütün tarihi boyunca insanoğlunun zihnini meşgul eden, çeşitli görüşlere ve tartışmalara sebep olan fizik ötesiyle ilgili gerçekleri göstermesi, yaşatması ve bu suretle bunların mahiyetinin açık seçik anlaşılması şeklinde yorumlamak da mümkündür.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 397-398
جهد Cehede : Ayet: جَهْدٌ ve جُهْدٌ kelimeleri takat, mecal, meşakkat, zahmet, güçlük ve zorluk anlamlarına gelir. Kimileri ise جَهْد in meşakkat, zorluk, zahmet; جُهْد ün de takat, güç, kuvvet veya mecal anlamında olduğunu söylemişlerdir. إجْتِهادٌ da gücünün tamamını kullanmak ve zorluğa katlanmak konusunda kendini zorlamaktır. جِهاد Cihad ve مُجاهَدَة mücahedeye gelince düşmana karşı savunma yaparken var gücünü kullanmaktır. Cihad düşmana, şeytana ve nefse olmak üzere üç çeşittir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 41 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cehd, cihad, mücahid, ictihad, müctehid ve mücahededir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَقْسَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  اَقْسَمُوا  fiiline müteallıktır.  جَهْدَ  mef’ûlu mutlaktan naibtir. Aynı zamanda muzâftır.

اَيْمَانِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَبْعَثُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَمُوتُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَمُوتُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اَقْسَمُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قسم ’dir.

İf’al babı fi ile  tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


  بَلٰى وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ

 

بَلٰى  nefyi iptal için gelen cevap harfidir.  بَلٰى , soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

وَعْداً  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri; ( وعد ذلك وعدا ) şeklindedir.

عَلَيْهِ  car mecruru  وَعْداً ‘e müteallıktır.  حَقاًّ   kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri;  حقّ حقّا  şeklindedir.


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ

 

وَ  atıf harfidir.  لَـٰكِنَّ  istidrak harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَـٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  أَكۡثَرَ  lafzen mansubdur.  ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لٰكِنَّ ‘nin haberi  لَا يَعْلَمُونَ cümlesi olup mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

اَيْمَانِهِمْۙ  için muzâf olan  جَهْدَ , mahzuf mef’ûlu mutlaktan naibdir. Veya  جَهْدَ , hal konumunda masdardır. (Muhyiddin Derviş)

Kasemin cevabı olan  لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُ  cümlesi, menfi muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt  ve tecessüm ifade etmiştir. 

اَيْمَانِهِمْ - اَقْسَمُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Lafza-i celâlin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Kasem Tabirinin Yemin Manasına Taşınması: 

Vahidî şöyle demektedir: “Yemine, kasem adı verilmiştir. Çünkü yemin, ister müspet isterse menfi olsun, insanın haber verdiği, bildirdiği haberi tekid etmek için vaz edilmiştir. Haber doğru veya yalan olabileceği için haber veren kimse doğru tarafını yalan tarafına tercih etmek için böyle bir yola başvurmaya muhtaç olur. Ki bu yol da yemin etme yoludur. Yemin etmeye, ancak bu haberi duyduğunda insanlar, onu tasdik eden veya yalanlayanlar şeklinde kısımlara ayrıldığı zaman ihtiyaç duyulur. Araplar yemin etmeye kasem adını vermişler ve bunu,  أفْعَلَ  sıygasıyla ifade ederek  أقْسَمَ فُلانٌ يُقْسِمُ إقْسامًا  [Falanca yemin etti.] demişler; bununla da o kimsenin tercih ettiği yemini tekid ettiğini ve doğruluğu yemin ve kasem vasıtasıyla seçmiş olduğu kaseme havale ettiğini kastederler. (Fahreddin er-Râzî, En’âm/109)


 بَلٰى وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ

 

بَلٰى ; olumsuz soruya verilen olumlu cevap harfidir.  لَا يَبْعَثُ  ifadesindeki nefyi iptal içindir. Yani,  بلى يبعثهم  (Evet, yeniden diriltir) takdirindedir.

وَعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Cümlenin takdiri;  وعد ذلك وعدا  [Bunu vaat olarak vadetti.]’dir.  حَقاًّ  da aynı şekilde takdiri  حقّ [Gerçekleşti.] olan mahzuf fiilin, önceki manayı tekid eden mef’ûlu mutlakıdır. Veya  وَعْداً  için sıfattır. Mef’ûlu mutlakların amillerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Ayet-i kerimedeki  وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ [Onlar, olanca güçleriyle Allah adına yemin ettiler] cümlesi, müşrik olan kimseler adına nakledilmiş bir sözdür. Ayetteki  بَلٰى  (hayır) ifadesi ise nefyden sonra gelen manayı ispat etmek içindir. O halde bu, “Elbette, O onları öldükten sonra da diriltir!” demek olur. Ayetteki “bu O’nun üzerinde, gerçek bir vaattir” ifadesi de tekid için getirilmiş olan mef’ûlu mutlaktır. (Fahreddin er-Râzî)

(Olanca yeminleri ile Allah ölüleri diriltmez diye yemin ettiler) cümlesi de 35. ayetteki وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا ‘ya matuftur, şunu bildirmek istiyor ki onlar Allah’ın birliğini inkâr ettikleri gibi yeniden dirilmeyi de inkâr ettiler, bunun mümkün olmadığını göstermek için de ağır yemin ettiler. Allah Teâlâ da onların reddini en veciz şekilde reddetti ve: [“Hayır’’ Allah onları diriltir], dedi.

[Bir vaat olarak] sözü de kendini tekid eden bir masdardır, o da  بَلٰى  kelimesinin gösterdiği şeydir. Çünkü  يَبْعَثُ [diriltir] ifadesi Allah’ın bir vaadidir.

يَبْعَثُ - يَمُوتُۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لَا يَبْعَثُ - يَمُوتُۜ  ve   وَعْداً - حَقاًّ  kelime  grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ

 

وَ  atıf harfidir. Cümle mukadder  يبعثهم  fiiiline matuftur. İstidrâk manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyh  اَكْثَرَ النَّاسِ , veciz ifade için izafet formunda gelmiştir.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesi, Kur'an’da bir çok defa tekrarlanmıştır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı bir kere söylenmesi yeterli olurdu. 

لٰكِنَّ  istidrâk (yanlış bir zannı gidermek) ilişkisi kurar. Sözde veya yazıda akla gelebilecek ferʻî anlamları uzaklaştırmaya yarar. Bu edat kendinden önceki cümleden çıkabilecek bir vehmi ve yanlış anlamayı kaldırmak için kullanılır ve anlam bakımından birbirinden ayrı iki söz arasına girer. ( Abdullah Hacibekiroğlu Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))
Nahl Sûresi 39. Ayet

لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ  ...


(Diriltecek ki) ayrılığa düştükleri şeyi onlara anlatsın ve kâfir olanlar da kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيُبَيِّنَ açıklasın (diye) ب ي ن
2 لَهُمُ onlara
3 الَّذِي
4 يَخْتَلِفُونَ ihtilaf ettiklerini خ ل ف
5 فِيهِ hakkında
6 وَلِيَعْلَمَ ve bilsinler (diye) ع ل م
7 الَّذِينَ kimseler
8 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
9 أَنَّهُمْ onların
10 كَانُوا olduklarını ك و ن
11 كَاذِبِينَ yalancılar ك ذ ب

لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ

 

 

لِ  harfi,  يُبَيِّنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mukadder olan يبعثهم  fiiline müteallıktır. يُبَيِّنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

لَهُمْ  car mecruru  يُبَيِّنَ  fiiline müteallıktır. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ  ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye ( وَ )’den sonra, 6) Sebep fe ( فَ )’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müfred müzekker has ism-i mevsûl   الَّذ۪ي , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَخْتَلِفُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪يهِ  car mecruru  يَخْتَلِفُونَ  fiiline müteallıktır.  

يُبَيِّنَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يَخْتَلِفُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dır.

İftiâl bâbı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  لِ  harfi,  يَعْلَمَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mukadder olan  يبعثهم  fiiline müteallıktır.

يَعْلَمَ   mansub muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  أَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَعْلَمَ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.  

هُمْ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَنَّ ’nin haberi ise  كَانُوا ‘nun dahil olduğu isim cümlesi olup mahallen merfûdur. 

كَانَ  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  كَانَ ‘nin ismi olup mahallen merfûdur.

كَاذِب۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

كَاذِب۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كذب  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ

 

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ‘nin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  يُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  mahzuf  يبعثهم  fiiline müteallıktır.  

يُبَيِّنَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Ayette ikinci lam-ı ta’lilin dahil olduğu, masdar tevilindeki cümle  وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا , ayetteki ilk masdar-ı müevvele matuftur.  يَعْلَمَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası  كَفَرُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki son masdar cümlesi tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar tevilindeki cümle,  لِيَعْلَمَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. 

Cümlenin haberi  كَانُوا كَاذِب۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. 

Ayette masdar yerine üç masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi; açık masdarın, olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Oysa burada, bir kere gerçekleşme manası değil, süreklilik murad edilmiştir. Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil cümleleri getirilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)

يَخْتَلِفُونَ - كَفَرُٓوا - كَاذِب۪ينَ  ile  لِيُبَيِّنَ - لِيَعْلَمَ  ve  الَّذ۪ي - الَّذ۪ينَ  kelime grupları arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.

 
Nahl Sûresi 40. Ayet

اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟  ...


Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, “ol” dememizdir. O da hemen oluverir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا şüphesiz
2 قَوْلُنَا söyleyeceğimiz söz ق و ل
3 لِشَيْءٍ bir şeyi ش ي ا
4 إِذَا zaman
5 أَرَدْنَاهُ istediğimiz ر و د
6 أَنْ sadece
7 نَقُولَ dememizdir ق و ل
8 لَهُ ona
9 كُنْ ol ك و ن
10 فَيَكُونُ derhal oluverir ك و ن
Yukarıda da değinildiği gibi inkârcılar yeniden dirilmeyi aklen imkânsız buluyorlardı. Bu dünyanın fizik yasalarına göre bir olayın imkânsız görülmesi, onu gerçekleştirmeye yeterli bir gücün bulunmaması anlamına gelir. Oysa Allah’ın gücü için yetersizlikten, dolayısıyla imkânsızlıktan söz edilemez. Bu sebeple âyette, “Biz bir şeyi murat ettiğimizde “ol!” dememiz yeterlidir, o da hemen oluverir” buyurulmuştur. Zira bunun aksini düşünmek ulûhiyyet kavramıyla çelişir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 389

اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟

 

اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

قَوْلُنَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِشَيْءٍ  car mecruru  قَوْلُنَا ‘ya müteallıktır.

اِذَٓا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

اَرَدْنَاهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَرَدْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamiri  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَوْلُنَا ‘nın haberi olarak mahallen merfûdur.

نَقُولَ  mansub muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  لَهُ  car mecruru  نَقُولَ  fiiline müteallıktır. 

كُنْ  tam fiildir. Nakıs fiil olması da caizdir. Emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

فَ  istînâfiyyedir.  يَكُونُ  tam muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümleye dahil olan  اِنَّمَا , kasr edatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber, inkârî kelamdır.

Veciz ifade kastıyla izafet formunda gelen  قَوْلُنَا , mübtedadır. Bu izafette azamet zamirine muzâf olan  قَوْلُ , şan ve şeref kazanmıştır.

قَوْلُنَا ‘ya müteallık olan  لِشَيْءٍ ‘deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

Şart manası bulunan zaman zarfı  اِذَٓا , bu ayette şarttan mücerret olup  قَوْلُنَا ’ya müteallıktır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eden  اَرَدْنَاهُ  cümlesi, اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhidir. (Vakafat, S.107)

Masdar harfi  اَنْ ’i takibeden  نَقُولَ لَهُ كُنْ  cümlesi, masdar tevilinde olup  قَوْلُنَا ‘nın haberidir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

كُنْ  cümlesi,  نَقُولَ  fiilinin mekulü’l-kavlidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَيَكُونُ۟  cümlesine dahil olan  فَ , istînâfiyedir. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle takdiri  هو  olan mübtedanın haberi olarak, merfû konumdadır. Müsnedün ileyhin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. İsim cümlesi formundaki bu ibare, sübut ve istimrar ifade etmiştir. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye yanında cümleye hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm anlamları katmıştır.

Ayetteki  كَان  fiilleri tam fiildir.

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.

اِنَّمَا  edatıyla yapılan kasr, mübteda ve haber arasındadır.  قَوْلُنَا  maksûr,  اَنْ نَقُولَ maksûrun aleyhtir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. 

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu kasr-ı kalbtir. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟  cümlesinde istiare-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, kudretinin eşyaya tesir ve etkisinin süratini, hiç beklemeden ve diretmeden, kendisine itaat edilen kimsenin emrine benzetti. Zira O bir şey istediğinde o şey, emri geciktirmeden hemen oluverir. Bu, latîf istiarelerdendir. (Safvetü't Tefasir)

كُنْ فَيَكُونُ  ifadesi, Allah’ın engellenemez muradı için meseldir. Allah’ın iradesi söz konusu olduğunda vücuda gelmek, beklemeksizin gerçekleşir. Bu, itaat edilen bir amirin emri altındaki itaatkâr, emre amade memurun durumu gibidir ki emirden sonra söylenecek söz olmaz, hemencecik meydana gelir. Anlamı şöyledir: Yapılabilecek/makdur her şey, Allah’ın nezdinde bu denli kolayken, yapılabileceklerden bir parça olan yeniden diriliş nasıl mümkün olmasın? (Keşşâf II. 566 ve Kur'an’daki Deyimler ve Zemahşeri’nin Keşşaf’ı)

Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede, dilediği herşeye gücünün yettiğini, vadettiği şeyleri yerine getirme hususunda hiçbir şeyin onu aciz bırakamayacağını, herhangi bir şeyi var etmek istediğinde ona sadece “ol” demesinin yeterli olduğunu beyan ederek , kafirlerin “Allah ölenleri nasıl diriltecek?” düşüncelerinin batıl olduğunu ortaya koyarken  اِنَّمَا  hasr edatıyla kasr üslubu kullanmıştır.

قَوْلُنَا - نَقُولَ  ve  كُنْ - يَكُونُ۟  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Nahl Sûresi 41. Ayet

وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ  ...


Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi..

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ
2 هَاجَرُوا göç edenleri ه ج ر
3 فِي uğrunda
4 اللَّهِ Allah
5 مِنْ
6 بَعْدِ sonra ب ع د
7 مَا
8 ظُلِمُوا kendilerine zulmedildikten ظ ل م
9 لَنُبَوِّئَنَّهُمْ yerleştireceğiz ب و ا
10 فِي
11 الدُّنْيَا dünyada د ن و
12 حَسَنَةً güzelce ح س ن
13 وَلَأَجْرُ ve mükafatı ise ا ج ر
14 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
15 أَكْبَرُ daha büyüktür ك ب ر
16 لَوْ keşke
17 كَانُوا onlar ك و ن
18 يَعْلَمُونَ bilselerdi ع ل م
Buradaki göçten maksat, müşriklerin baskısından bunalan bazı müslümanların, Hz. Peygamber’in tâlimatıyla Habeşistan’a yaptıkları göçtür. Bunlar arasında Hz. Osman, onun eşi ve Hz. Peygamber’in kızı Rukıyye, Hz. Ali’nin kardeşi Ca‘fer de vardı. Fakat burada Resûlullah’ın, kendisi hicret etmeden bir süre önce bazı müslümanları Medine’ye göndermesi de kastedilmiş olabilir (Kurtubî, X, 112; İbn Âşûr, XIV, 158). Tefsirlerde, “…bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz” ifadesiyle büyük bir ihtimalle müslümanların Medine’ye yapacakları hicretin müjdelendiği belirtilmekle birlikte daha başka yorumlar da yapılmıştır. Kurtubî (X, 112) bu yorumları şöyle özetlemiştir: a) Müslümanların Medine’ye gelip yerleşmeleri, b) İleride iyi bir geçim imkânı elde etmeleri, c) Düşmana galip gelmeleri, d) İyilikle anılmaları, e) Fetihlerle yeni beldeler kazanmaları, f) Dünyada geniş bir itibar kazanmaları.
 Allah Teâlâ Mekke’de müşriklerin zulüm ve baskıları yüzünden acı çeken müslümanlara hicretten sonra, daha Hz. Peygamber hayattayken yukarıda sayılan imkânların hepsini nasip etmiştir. Ayrıca O, kendi yolunda olanlara âhiretteki lutuflarının bu dünyadakilerden daha büyük olacağını da müjdelemektedir. Kuşkusuz buradaki büyüklük sadece nicelik bakımından değil nitelik bakımından da üstün bir değeri ifade etmektedir. Nitekim Tevbe sûresinde (9/71-72) başlıca dinî ve ahlâkî vecîbelerini yerine getiren mümin erkeklerle kadınların âhirette elde edecekleri nimetler sıralandıktan sonra tamamen mânevî bir lutuf olan Allah rızâsının hepsinden daha büyük, yani daha değerli olduğu belirtilir.
 “…Keşke bilseler” ifadesinin, önceki âyetlerde haklarında bilgi verilen putperestlerle ilgili olduğu düşünülerek, “Keşke öldükten sonra dirilmeyi ve âhiret hayatını inkâr edenler âhiret ecrinin daha büyük olduğunu bilselerdi!” şeklinde yorumlandığı gibi müminlerle ilgili olabileceği de düşünülmüştür. Bu takdirde söz konusu bölüm, “Müminler âhiret sevabını açık seçik görselerdi, onun dünya nimetlerinden daha değerli olduğunu anlarlardı” mânasına gelir (Kurtubî, X, 113; Şevkânî, III, 186). İbn Kesîr ise burada hicrete katılmayan müslümanların kastedildiğini ileri sürmüştür (IV, 491). Ancak bu, âyette Medine’ye yapılan büyük hicretten bahsedildiği anlayışına dayandığı için zayıf bir yorumdur.
 Mekke’deki müslümanlar siyasî ve ekonomik bakımdan kendilerinden çok güçlü olan putperestler karşısında tam bir kararlılıkla sabrettikleri, Allah’a güvenip sığındıkları için 42. âyette onlar özellikle bu iki güzel hasletleriyle anılmakta, övülmekte ve gerek dünyada gerekse daha fazlasıyla âhirette kazanacakları lutufların asıl sebebinin de bu erdemleri olduğuna işaret edilmektedir. Ayrıca bu iki âyet sadece ilk müslümanlarla sınırlı olmayıp, onların yaptığı gibi sarsılmaz bir imanla, tam bir sabır ve tevekkülle doğru bildiği yolda kararlılık gösteren bütün müminler için bir müjde ve genel bir anlam içermektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 399-400
هجر Hecera : هِجْران ve هَجْر bir insanın bir başkasından ya bedenen ya lisanla ya da kalple ayrılması veya onu bu yollardan biriyle bırakması/terk etmesidir. Mufâale babındaki anlamı (مُهاجَرَة) temelde bir başkasıyla tıpkı onun da yaptığı şekilde ilgiyi, alâkayı ve konuşmayı kesmektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Hicret, Hicri, muhacir, tehcir, hicran ve Hâcer’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هَاجَرُوا  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

هَاجَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الَّذ۪ينَ ‘nin haberi mahzuftur.

فِي اللّٰهِ  car mecruru  هَاجَرُوا  fiiline müteallıktır. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri; في سبيل الله (Allah yolunda ) şeklindedir.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  هَاجَرُوا  fiiline müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel cümlesi  مِنْ بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

ظُلِمُوا   damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  نُبَوِّئَنَّهُمْ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni, muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  نُبَوِّئَنَّهُمْ  fiiline müteallıktır.  الدُّنْيَا , elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi  ى  olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle  ى  ile biter. Fakat çok az olarak  ا  ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir.  اَلْفَتَى  –  اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. الدُّنْيَا  burada maksûr isim olduğu için takdiren mecrur olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَسَنَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

هَاجَرُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  هجر ’dir.

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

نُبَوِّئَنَّهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  بوأ ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


 وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  ibtidaiyyedir. Tekid ifade eder.

اَجْرُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَكْبَرُ  haber olup lafzen merfûdur.

اَكْبَرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur'an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ‘li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

كَانُوا  şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و , muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَعْلَمُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, و كان المتخلّفون عن الهجرة يعلمون مقدار ثواب المهاجرين لوافقوهم (Hicretten geri kalanlar, kendileriyle anlaşan muhacirlerin mükâfatını bildiler.) şeklindedir.

وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda olan  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  هَاجَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.

فِي اللّٰهِ  ibaresinde, muzâf mahzuftur. İbarenin takdiri  في سبيل الله  şeklindedir. “Allah uğrunda yani onun hakkında ve onun rızası için’’ demektir.

هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ  Allah yolunda hicret demektir. Hazif hicretin önemini vurgulamaktadır. Bu hicret o kadar önemlidir ki; sanki arada vasıta yoktur. Direk Allah’a (cc) ulaşılmaktadır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki mazi fiil cümlesi  ظُلِمُوا , masdar teviliyle  مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Siyakından failin müşrikler olduğu anlaşıldığı için  ظُلِمُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. (Âşûr) 

لَ  ve  نَّ ‘la tekid edilen  لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ  cümlesi, mahzuf kasemin cevabı, faide-i haber inkâri kelamdır. 

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip gayrı talebî inşâî isnaddır. Bu terkip aynı zamanda mübteda olan  الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

فِي الدُّنْيَا  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Mef’ûl olan  حَسَنَةًۜ ’deki tenvin tazim nev ve kesret ifade eder.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Ayetteki  حَسَنَةًۜ  kelimesi, mef’ûlu mutlaktan naib olan mahzuf masdar için sıfattır.  Takdiri;  تبوئة حسنة  şeklindedir. Buna göre ifadenin takdiri, “Biz onları, dünyada güzel bir yurda, veya güzel bir beldeye yani  Medine’ye yerleştireceğiz” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ 

 

Cümle  وَ ’la istînafiyyeye atfedilmiştir. İbtidaiyye harfi  لَ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade içindir.

Müsned olan  اَكْبَرُۢ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart cümlesidir.  كان ’nin dahil olduğu cümle şarttır.

Şartın, takdiri  و كان المتخلّفون عن الهجرة يعلمون مقدار ثواب المهاجرين لوافقوهم [Hicretten geri kalanlar, kendileriyle anlaşan muhacirlerin mükâfatını bildiler] olan cevabı, mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar. 

Şart ve mukadder cevap cümlesinden meydana gelen terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiille gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafat, s.103)

[Keşke bilselerdi] ifadesinde zamir kâfirlere aittir yani Allah’ın bu muhacirlere iki dünyanın hayrını birleştirdiğini bilselerdi, onlara katılırlardı. Ya da zamir muhacirlere aittir ki eğer bunu bilselerdi, daha çok çalışır ve sabrederlerdi demektir. (Beyzâvî)

 
Nahl Sûresi 42. Ayet

اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ  ...


Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 صَبَرُوا sabrettiler ص ب ر
3 وَعَلَىٰ ve sadece
4 رَبِّهِمْ Rablerine ر ب ب
5 يَتَوَكَّلُونَ dayanmaktadırlar و ك ل

اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

 

İsim cümlesidir.  Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mahzuf mübtedanın haberi  olarak mahallen merfûdur. Takdiri,  هم şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  صَبَرُوا  cümlesidir.

صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  وَ  atıf harfidir.  عَلٰى رَبِّهِمْ  car mecruru  يَتَوَكَّلُونَ   fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَتَوَكَّلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَوَكَّلُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ‘dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا 

 

İstinafiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَلَّذ۪ينَ , takdiri  هُمْ  olan mahzuf mübtedanın haberidir. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  صَبَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.  (Vakafat, S.107) Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri tazim içindir.

Bu ayetin başındaki  اَلَّذ۪ينَ  kelimesinin terkipteki yeri hususunda şu izahlar yapılmıştır:

1) Bu, daha önceki ayetin başındaki  وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا  [hicret edenler] ifadesinden bedeldir.

2) Ayetin takdirinin, هُمْ اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا   [Onlar sabredenlerdir.]

3) Veya ayetin takdiri,  اعني اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا  [sabredenleri kastediyorum] şeklinde olmasıdır ki bu son iki izahın ikisi de medh ifade eder. Buna göre mana, “Onlar, işkenceye, Allah’ın haram kıldığı vatandan ayrılmaya, Allah yolunda cihat edip mallarını ve canlarını harcama hususunda sabırlıdırlar” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)


وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

 

وَ ’la sıla veya istînâfiyeye atfedilen cümle, müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurun amiline takdimi kasr ifade etmektedir.  عَلٰى رَبِّهِمْ  maksûrun aleyh/mevsûf,  يَتَوَكَّلُونَ  sıfat/maksûrdur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Yani sadece ve sadece rablerine tevekkül ederler.

رَبِّهِمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ  zamiri dolayısıyla sabredenler şeref kazanmıştır. Ayrıca Rabb isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. O’nun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını haber vermektedir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

صَبَرُوا  ile  يَتَوَكَّلُونَ  kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Mazi kipiyle başlayıp muzari ile devam eden cümlede fiilin önemine, sürekliliğine ve ilginçliğine dikkat çekildiği gibi anlatıma canlılık katılmıştır. Olayları zihne yerleştirmek ve canlı tutmak, eylemin tekrar edebilirliğini ve sürekliliğini göstermek gibi belâgî gerekçelerle mazi kipinden, süreklilik bildiren muzari sıygasına geçmek, Kur'an’ın önemli üslup özelliklerindendir.

Car mecrurun takdimi tevekkülün sadece rabbe olması gerektiğini kasr yoluyla vurgularken fasılaya da uygun olmuştur.

وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ  ifadesindeki car mecrurun takdim edilmesi kasr içindir. Onlar, müşriklerin efendilerine ve onların vefalarına değil sadece Rablerine güvenirler demektir. (Âşûr)
Günün Mesajı

36. ayet hidayetin Allah vergisi, buna karşılık dalaletin (sapıklık) ise bir istihkak, yani bizzat insanın hak etmesinin neticesi olduğunu açıkça beyan buyurmaktadır.

Kişiyi sapkınlığa müstahak kılan sebepler ise zulüm, açıktan ve çekinmeden günah işleme, kibir, yanlışta bile bile ısrar, niyet ve bakış açısındaki bozukluk gibi hususlardır. (Bakara 2: 26, Nisâ 4: 168-109; İbrahim 14: 27 vs.)

Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan nefsi kendini haklı çıkarma eğilimindedir. Eğer mümkünse suçunun/hatasının bedelini üstlenmek istemez. Bunun için de elinden geleni yapar. Suçu ispatlanan ve ceza alması gereken insanların bile anlatacak hikayeleri ve hatta belki suçlayacak kişileri vardır. Modern dünya sistemleri, biraz merakından, biraz da bilimsel veri olması umuduyla; bu hikayeleri dinlemekte ama çözüm için gerekli adımları atmamaktadır. Bu yüzden de; yeryüzünde işlediği suçların (mantıklı/mantıksız) gerekçelerini barındıran hikayelerini anlatanlar ve onları dinleyenler çoğalmaktadır.

-Misal; evlilikte eşlerden birinin aldatması: Aile kavramını derinden sarsan bu suç, hemen hemen günümüz bütün dizi ve filmlerinde işlenmekte, çoğu zaman aldatan tarafın haklı oluşu gösterilmekte ve hatta izleyici tarafından desteklenmektedir. Yani hikayelerinin arkasına gizlenen suçlular ve onları dinleyenlerin sayısı arttıkça, toplumda suçun işlenme oranı da artmaktadır.-

İnsan ancak sorumluluklarını kabullendiği zaman değişmeye başlar. Suçu işlemenin yanında, işlememe seçeneğinin varlığını itiraf ettiğinde, hatalarını kabul eder. Ancak o zaman pişmanlık duyar ve affedilmeme korkusuyla tövbe eder. Sadece hikayesini geçerli sayarak, suçunu önemsemeyecek kadar saf insanları bulsa bile; her şeyin sonunda, başkalarının gözlerinden gizlediği kalbinin halini bilen Allah’ın huzuruna, yaptıklarıyla çıkacağını ve yaptıklarının hesabını vermekten kaçamayacağına iman eden korkar. Bu korku; onu geçmiş günahlarını telafi etme ve gelecek günahlarından sakınma çabasına teşvik eder.

Ey Rabbim! Hatalarımızı ve günahlarımızı affet. Tekrarlama hatasına düşmeye sebep hallerden koru. Bizi; nefsine karşı tetikte bekleyenlerden; hatasını kabul edenlerden; tövbesini samimi edenlerden; aynı veya başka hatalara düşmemek için kendisinde ve hayatında gerekli değişiklikleri yapanlardan eyle.

Amin.

 

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji