بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُخْز۪يهِمْ وَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | يَوْمَ | günü |
|
3 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
4 | يُخْزِيهِمْ | onları rezil eder |
|
5 | وَيَقُولُ | ve derki |
|
6 | أَيْنَ | hani nerede? |
|
7 | شُرَكَائِيَ | ortaklarım |
|
8 | الَّذِينَ |
|
|
9 | كُنْتُمْ | ettiğiniz |
|
10 | تُشَاقُّونَ | düşmanlık |
|
11 | فِيهِمْ | haklarında |
|
12 | قَالَ | derler |
|
13 | الَّذِينَ | olanlar |
|
14 | أُوتُوا | verilmiş |
|
15 | الْعِلْمَ | ilim |
|
16 | إِنَّ | şüphesiz |
|
17 | الْخِزْيَ | rezillik |
|
18 | الْيَوْمَ | bugün |
|
19 | وَالسُّوءَ | ve kötülük |
|
20 | عَلَى | üzerinedir |
|
21 | الْكَافِرِينَ | kafirler |
|
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُخْز۪يهِمْ وَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ zaman zarfı يُخْز۪يهِمْ fiiline müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْز۪يهِمْ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. يَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli, اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَيْنَ istifham ismi mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
شُرَكَٓاءِيَ muahhar mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, شُرَكَٓاءِيَ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir.
كُنْتُمْ sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’un ismi olarak mahallen merfûdur. تُشَٓاقُّونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تُشَٓاقُّونَ fiili نَ ‘nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهِمْ car mecruru تُشَٓاقُّونَ fiiline müteallıktır.
شُرَكَٓاءِيَ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe, benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْز۪يهِمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خزي ’dir.
İf’al babı فَ ile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
تُشَٓاقُّونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi شقق ’dir.
Mufâale babı fi ile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا الْعِلْمَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
الْعِلْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Mekulü’l-kavl اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الْخِزْيَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. الْيَوْمَ zaman zarfı, الْخِزْيَ ‘ye müteallıktır.
السُّٓوءَ kelimesi atıf harfi وَ ‘la الْخِزْيَ ‘ye matuftur.
عَلَى الْكَافِر۪ينَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. الْكَافِر۪ينَ ‘nin cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُخْز۪يهِمْ وَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ
Ayet, ثُمَّ ile قَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ cümlesine atfedilmiştir.
ثُمَّ , rütbeten terahi içindir. Çünkü ahiret azabı, elde edilen dünya nimetleri yanında çok fazladır. (Âşûr)
İlk cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْقِيٰمَةِ ’nin muzâfı olan zaman zarfı يَوْمَ , siyaktaki önemine binaen amili يُخْز۪يهِمْ ’a, takdim edilmiştir. Çünkü ebedi yaşamdaki azap muhatap için çok korkutucudur. (Âşûr)
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan …وَيَقُولُ cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. وَيَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli …اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Mekan zarfı اَيْنَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda شُرَكَٓاءِيَ ’nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ cümlesi, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, tahkir, kınama ve ikaz manalarına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كان ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
خْز۪ي , horluk ve hakirlikle beraber olan bir azaptır. Allah Teâlâ bu hor ve hakir olmayı, onlara اَيْنَ شُرَكَائِىَ الَّذٖينَ كُنْتُمْ تُشَاقُّونَ فٖيهِمْ [Hani, sizin uğurlarında düşman kesildiğiniz ortaklarım…] diyerek tefsir etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
O ortakların nerede olduğunun sorulması, onların gerçekten gaip olmalarını gerektirmez. Burada batıl ilâhlar ile tapıcıları arasına bir engel konmak gibi bir durum yoktur. Eğer gerçekten ilâh olsalar, kendilerine umut bağlayanlar onlara en çok muhtaç oldukları bir saatte orada olurlardı. Soru, onların hiç olmadıklarını ortaya koymaya yeterlidir. Aslında böyle bir ortaklık iddiasında bulunacak ilâh da yoktur, onların bulunduğu bir yer de yoktur. (Ebüssuûd) (Âşûr)
فٖيهِمْ izafetindeki في mecazen zarfiyyedir yani muzâfı hazf edilmiştir. Meşakkat zatlarda değil manalardadır. Takdir في إلَهِيَّتِهِمْ (Onların ilahlıklarında) veya في شَأْنِهِمْ (Onların durumunda) şeklindedir. (Âşûr)
قَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Müspet mazi fiil cümlesi olup faide-i haber ibtidai kelamdır.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl لَّذ۪ين ’nin sıla cümlesi اُو۫تُوا الْعِلْمَ , müspet mazi fiil sıygasıyla gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması o kişilerin bilinen kimseler olduğunu belirtmesi yanında onlara tazim içindir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. الْخِزْيَ ‘nin mübteda olduğu cümlede haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ , bu mahzuf habere müteallıktır.
وَالسُّٓوءَ , tezâyüf sebebiyle الْخِزْيَ ‘ye atfedilmiştir. الْخِزْيَ , zaman zarfı الْيَوْمَ ’nin müteallakıdır.
الْخِزْيَ - السُّٓوءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْيَوْمَ ve الَّذ۪ينَ ‘nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اُو۫تُوا الْعِلْمَ ve الْكَافِر۪ينَۙ kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk sanatı vardır.
اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ [Şüphesiz bugün rezillik ve kötülük] zillet ve azap [kâfirlerin üzerinedir] sözünü söylemelerinin faydası, onlara karşı şamata etmek ve onları daha çok horlamaktır. Bunu hikâye etmesi de işitenlere bir lütuf ve öğüt olması içindir. (Beyzâvî)
يُخْز۪يهِمْ - الْخِزْيَ ve يَقُولُ - قَالَ kelime grupları arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimseler |
|
2 | تَتَوَفَّاهُمُ | canlarını aldığı |
|
3 | الْمَلَائِكَةُ | meleklerin |
|
4 | ظَالِمِي | zulmederlerken |
|
5 | أَنْفُسِهِمْ | nefislerine |
|
6 | فَأَلْقَوُا | diyerek |
|
7 | السَّلَمَ | teslim olurlar |
|
8 | مَا |
|
|
9 | كُنَّا | biz |
|
10 | نَعْمَلُ | yapmıyorduk |
|
11 | مِنْ | hiçbir |
|
12 | سُوءٍ | kötülük |
|
13 | بَلَىٰ | hayır |
|
14 | إِنَّ | şüphesiz |
|
15 | اللَّهَ | Allah |
|
16 | عَلِيمٌ | biliyor |
|
17 | بِمَا | şeyleri |
|
18 | كُنْتُمْ | sizin |
|
19 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ , önceki ayette geçen الْكَافِر۪ينَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَتَوَفّٰيهُمُ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْمَلٰٓئِكَةُ fail olup lafzen merfûdur. ظَالِم۪ٓي kelimesi تَتَوَفّٰيهُمُ ‘deki mef’ûlun hali olup cemi müzekker salim olduğu için ى ile mansubdur. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir.
اَنْفُسِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَتَوَفّٰيهُمُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
ظَالِم۪ٓي kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اَلْقَوُا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
السَّلَمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍ cümlesi, mahzuf sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri; يقولون (diyorlar) şeklindedir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كُنَّا sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nin ismi نَا mütekellim zamiri olup mahallen merfûdur.
نَعْمَلُ fiili كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. نَعْمَلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. سُٓوءٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
بَلٰٓى , nefyi iptal için gelen cevap harfidir.
بَلٰى , soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler. (Doktora Tezi))
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ cümlesi mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. عَل۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte عَل۪يمٌ ‘e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’un ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْمَلُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَل۪يمٌ kelimesi mübalağa sıygasındadır.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ
Önceki ayette geçen عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ ’nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ terkibi, تَتَوَفّٰيهُمُ fiilindeki mansub zamirin halini bildiren ıtnâb sanatıdır.
فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ
فَ istînâfiyye veya atıf harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ cümlesi, takdiri قائلين [Diyerek] olan fiilin mekulü’l-kavlidir. Menfi nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
سُٓوءٍۜ ’e dahil olan مِنْ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
Ayetteki beyanî üsluptan umum anlaşılmaktadır. سُٓوءٍۜ kelimesi nefy siyakında nekre olarak gelmiştir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta gelen nekre, umuma delalet eder. Bu tabirde; olumsuz gelen cümlede nekre kelime de, cins isme dahil olan مِنْ harfi de umumi mana ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانَ ’nin haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş, davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
فَاَلْقَوُا السَّلَمَ ibaresinde istiare vardır. Çünkü اَلْقَوُا fiili ‘’attılar’’ anlamına gelir; ancak gerçekte burada ‘’atılan bir şey’’ yoktur. Bu ifadeyle kastedilen, tevazu ve teslimiyetle boyun bükerek kurtuluş talep etmektir. Çünkü القى الي فلان بيديه (Falanca bana elini attı/ uzattı); yani ‘’Bana boyun eğdi, emrime teslim oldu’’ sözü Arapların sözleri cümlesindendir. Ayrıca فَاَلْقَوُا السَّلَمَ ifadesinin anlamının, ‘’teslim oldular, boyun eğdiler’’ şeklinde olması da caizdir. Bu durumda onlar çarpışma aletini atan, savaş techizatını bırakan kimse gibi olurlar. Yüce Allah’ın وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚۛ (Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın) Bakara/195 sözü de bu anlamdadır. Yani ‘’ona teslim olmayın, kendinizi ona bırakmayın’’ demektir. (Kur'an Mecazları Şerîf er-Radî, Âşûr)
تَتَوَفّٰيهُمُ ile فَاَلْقَوُا kelimeleri arasında muzariden maziye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Bu kelam, o rezillik ve azabı ölüme kadar küfrü devam edenlere tahsis etmektedir. Ömrünün sonunda da olsa içlerinden iman edenler bu hükmün dışındadır.
Bunlar kendi nefislerine zulmedici olarak vasıflandırılmışlardır. Çünkü onların küfürleri kendi kendilerine zulümdür, hem de nasıl bir zulüm. Nitekim onlar küfürleri sebebiyle kendi nefislerini ebedî azaba maruz bırakmışlar ve Allah'ın verdiği fıtratı değiştirmişlerdir.
Onların kendi şirklerini kötülük olarak ifade etmeleri, onun kötülük olduğunu itiraf anlamına gelir. (Ebüssuûd)
بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
بَلٰٓى , önceki cümledeki nefy manasını iptal eden cevap harfidir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi اِنَّ اللّٰهَ , takdiri قالوا [Dediler] olan fiilin mekulü’l-kavlidir.
Müsnedün ileyhin, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir. عَل۪يمٌ müsneddir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ‘nın akabindeki كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ cümlesi, masdar teviliyle عَل۪يمٌ ’a müteallıktır. Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Bu ifadede masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi; açık masdarın, olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)
Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ [Muhakkak onların yaptıkları şeyi Allah iyi bilir.] ifadesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Bilmekten maksat “gereğini yapar” demektir. (Fahreddin Râzî)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetteki اَلَّذ۪ينَ ve ikinci مَا ism-i mevsûldür. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَا ‘larda tam cinas, كُنَّا - كُنْتُمْ ve نَعْمَلُ - تَعْمَلُونَ kelime grupları arasında iştikak cinası, عَل۪يمٌ - نَعْمَلُ arasında ise cinas-ı nakıs vardır.
مَا كُنَّا - كُنْتُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, ظَالِم۪ٓي - سُٓوءٍۜ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.فَادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
فَادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. ادْخُلُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَبْوَابَ mef’ûlun bih olup lafzen mansubdur.
جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِد۪ينَ kelimesi ادْخُلُٓوا ’deki failin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ’e müteallıktır.
خَالِد۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerred olan خلد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. لَ ibtidâiyyedir. Tekid ifade ifade eder. بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fildir. مَثْوَى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. الْمُتَكَبِّر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; جهنّم şeklindedir.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
Burada بِئْسَ fiilinin faili ال’lı isme muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُتَكَبِّر۪ينَ kelimesi,sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Ayet … اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ cümlesine matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ادْخُلُٓوا fiilinin failinden hal olan خَالِد۪ينَ , anlamı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.
Cenab-ı Hak bu cezayı açıkça zikrederek [“O halde içinde ebedi kalıcı olarak girin cehennemin kapılarından…”] buyurmuştur. Bu, onların cezalarının farklı farklı olacağına, böylece de bazısının cezasının bazısınınkinden daha büyük olacağına delalet eder. Cenab-ı Allah, kederleri ve hüzünlerinin daha büyük olması için bu ifadesinde, خلود (uzun bir süre) kelimesini açıkça zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
خلد aslında yetmiş yıl kaldı demektir. Kuran-ı Kerimde çokluktan kinaye olarak sonsuzluk anlamında kullanılır. Ayette ادْخُلُٓوا fiilinin failinin hali olarak mansubdur.
فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
Ayetin fasılası olan فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ cümlesinde فَ istînâfiyye, لَ tekid harfidir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili olan بِئْس ’nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; جهنّم ‘dir.
Fiilin faili olan مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ , izafet formunda gelerek az lafızla çok anlam ifade etmiştir.
Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
فَ harfinden sonra gelen şeyler zemmi ve önlerinde bulunan durumun çirkinliğini artıran şeylerdir. Bu da cehenneme giriş halidir ve onlar kendi kendilerini cehenneme sokarlar. Burada zem ifade eden lafızların esası olan بِئْسَ lafzı seçilmiştir. مدخل yerine de مَثْوَى lafzı seçilmiştir. Halbuki مدخل gelseydi, فَادْخُلُٓوا sözüne daha uygun olurdu. Bunun sebebi مَثْوَى kelimesinin “ikamet etmek” manasında olmasıdır. Böylece onların bir مَدْخَل ’e (hol, giriş yeri) değil, ikamet yurduna yani devamlı kalacakları yurda girdikleri manasını vurgular. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Gâfir/64, S. 360)
بِئْسَ zem fiillerindendir ve tekid içerir.
Nahl Suresinde 30. ayeti kerimede zikredilen ولَنِعْمَ دارُ المُتَّقِينَ ifadesinde olduğu gibi burada دارُ kelimesinin hazfi onları tahkir içindir. Yani cehennemde onlar bir evde yaşayanlar gibi değildir, aksine onlar cehennemde istif gibi yığılmışlardır ama orası onlar için bir dinlenme ve ikamet yeridir. (Âşûr)
وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا خَيْراًۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقِيلَ | ve dendi ki |
|
2 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
3 | اتَّقَوْا | korunan(lara) |
|
4 | مَاذَا | ne? |
|
5 | أَنْزَلَ | indirdi |
|
6 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
7 | قَالُوا | dediler |
|
8 | خَيْرًا | hayr |
|
9 | لِلَّذِينَ | kimseler için vardır |
|
10 | أَحْسَنُوا | güzel iş yapan(lara) |
|
11 | فِي |
|
|
12 | هَٰذِهِ | bu |
|
13 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
14 | حَسَنَةٌ | güzellik |
|
15 | وَلَدَارُ | ve yurdu ise |
|
16 | الْاخِرَةِ | ahiret |
|
17 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
18 | وَلَنِعْمَ | ve ne güzeldir |
|
19 | دَارُ | yurdu |
|
20 | الْمُتَّقِينَ | korunanların |
|
وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.
اَلَّذِينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte ق۪يلَ fiiline müteallıktır.
İsm-i mevsûlun sılası اتَّقَوْا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّقَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Naib-i fail, مَاذَٓا اَنْزَلَ cümlesi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru ق۪يلَ fiiline müteallıktır.
Mekulü’l-kavli, مَاذَٓا اَنْزَلَ ‘dir. مَا istifhâm harfi mübteda olup mahallen merfûdur.
ذَٓا ism-i mevsûlu mübtedanın haberi olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlu sılası اَنْزَلَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّقَوْا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا خَيْراًۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, خَيْراً ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
خَيْراً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri; أنزل خيرا ( İyilik indirdi.) şeklindedir.
خَيْراً kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur'an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ
اَلَّذِينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اَحْسَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَحْسَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي هٰذِهِ car mecruru اَحْسَنُوا fiiline müteallıktır. الدُّنْيَا işaret isminden bedel veya onun sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
حَسَنَةٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ
وَ atıf harfidir. لَ ibtidaiyyedir. Tekid ifade eder. الدَّارُ mübteda olup lafzen merfûdur. الْاٰخِرَةُ kelimesi الدَّارُ ‘nun sıfatıdır.
خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)
وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ
وَ atıf harfidir. لَ ibtidâiyyedir. Tekid ifade ifade eder. نِعْمَ camid fiildir. Medih fiillerindendir. دَارُ kelimesi نِعْمَ ’nin failidir. الْمُتَّق۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
نِعْمَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; دار الآخرة şeklindedir.
Bu fiil medih fiilidir ve çekimi yoktur. Methedilen cinsi ifade eden bir faili ref eder, arkasından mahsusu denilen başka bir merfû kelime gelir. Bu da haberi mahzuf bir mübteda veya mübtedası mahzuf bir haberdir. Burada olduğu gibi mahsusa delalet eden bir kelime geçtiyse artık bir daha zikredilmez. ولَدارُ الآخِرَةِ sözü mahsusa delalet eder, mana ولَنِعْمَ دارُ المُتَّقِينَ دارُ الآخِرَةِ (müttakilerin yeri olan ahiret yurdu ne güzeldir) şeklindedir. (Âşûr)
الْمُتَّق۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ
وَ istînâfiyedir. Ayetin ilk cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. ق۪يلَ fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذٖينَ ’nin sılası olan اتَّقَوْا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
الَّذٖينَ ile bahsi geçen kimseleri tazim murad edilmiştir.
ق۪يلَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu ayetteki muttakilerle ilgili soru cevapla, 24.ayetteki müşriklerle ilgili soru cevap arasında mukabele vardır.
اتَّقَوْا lafzında irsâd sanatı vardır.
Kādî şöyle der: “Takva sözünün muhtevasına, bütün muharrematı terkedip bütün vâcipleri işleyen kimseler girer. Kim bu iki hususu bir arada yaparsa, o, imanı kâmil bir mümin olur.” Alimlerimiz de şöyle demişlerdir: “Cenab-ı Hak bu ifadeyle, şirkten korunan ve Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna kesinkes inananları kastetmiştir.”(Fahreddin er-Râzî)
والَّذِينَ اتَّقَوْا ile kastedilenler müminlerdir. Çünkü iman, Allah’a karşı takvalı olmak ve O’nun gadabından korkmaktır. Bu müminler Mekke halkının bildiği, tanıdığı müminlerdir. Dolayısıyla ism-i mevsûldeki elif-lam ahd içindir. (Âşûr)
قَالُوا خَيْراًۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. خَيْراًۜ , takdiri أنزل (indirdi) olan fiilin mef’ûlüdür.
ق۪يلَ - قَالُوا kelimeleri arasında iştikak cinâsı, reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Önceki ayette, قَالُوا اَسَاطٖيرُ الْاَوَّلٖينَ geçerken, bu ayette de قَالُوا خَيْرًا geçti. Binaenaleyh niçin birinci ifadeyi merfû, ikincisini de mansub olarak zikretti?” Keşşâf sahibi şöyle diyerek buna cevap vermiştir: “Bundan maksat, hakkı kabul edenin verdiği cevap ile hakkı inkâr edenin cevabının arasını ayırmaktır. Yani, bunlara bu soru sorulunca hiç duraklamadan, cevabı soruya mutabık getirip çok net ve açık biçimde cevap vermişler ve خَيْرًا diyerek bu kelimeyi اَنْزَلَ fiilinin mef’ûlü yapmışlardır. Yani, “Hayrı indirdi” demişlerdir. Halbuki ötekiler ise cevabı sualden ayırarak, “Bu, evvelkilerin düzmecesidir” demişlerdir. Binaenaleyh bu ifadede اَنْزَلَ fiili âmil kabul edilmemiş, mahzuf mübtedanın haberi kabul edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada takva sahiplerinden murad müminlerdir. Onların takva ile vasıflandırılmaları, verdikleri cevabın takvadan kaynaklandığını zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ
Cümle beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لِلَّذ۪ينَ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. حَسَنَةٌ muahhar mübtedadır.
Mevsûlün sılası اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَحْسَنُوا - حَسَنَةٌۜ kelimeleri arasında iştikak cinâsı, reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
دَارُ ve لِلَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında da cinas ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
اَحْسَنُوا ’ya müteallık olan ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا ibaresindeki harf-i cerde ve işaret isminde istiare vardır. ف۪ي harf-i ceri zarfiyet ifade eder. Fakat dünyanın mazruf olma özelliği söz konusu olmadığı halde zarfa benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinde de mevcut olan mutlak irtibattır.
Bilindiği üzere işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Dünya hayatı aklî olduğu için burada istiare oluşmuştur. Câmî’ her ikisinde de vücudun tahakkukudur.
وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ
وَ atıf, لَ tekid ifade eden ibtida harfidir. Makabline matuf, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.
Bu takva sahipleri için söyledikleri (iyilik edenlere iyilik vardır) sözünden dolayı bir vaattir. Arkasındaki kısımla beraber sözlerinden bedel ve hayrın tefsiri olması da caizdir. O zaman قَالُوا ile mansub olur. (Beyzâvî)
وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ
Ayetin son cümlesi makabline matuftur veya mukadder kasemin cevabıdır.
Cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Nakıs fiil نِعْمَ ’nin faili دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ , izafet terkibiyle gelerek az lafızla çok anlam ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medh fiillerinden olan نِعْمَ ‘nin mahsusu, mahzuftur. Mahsusun takdiri; هي (o) dir.
اتَّقَوْا - الْمُتَّق۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinâsı, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
دَارُ ve لِلَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
نِعْمَ - حَسَنَةٌۜ - خَيْراًۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir.
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | جَنَّاتُ | cennetlerine |
|
2 | عَدْنٍ | adn |
|
3 | يَدْخُلُونَهَا | girerler |
|
4 | تَجْرِي | akan |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
7 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
8 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
9 | فِيهَا | orada |
|
10 | مَا | her şey |
|
11 | يَشَاءُونَ | diledikleri |
|
12 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
13 | يَجْزِي | mükafatlandırır |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | الْمُتَّقِينَ | korunanları |
|
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ
جَنَّاتُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; هي şeklindedir. عَدْنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَدْخُلُونَهَا fiili, جَنَّاتُ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يَدْخُلُونَهَا fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi يَدْخُلُونَهَا ‘deki gaib zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri; من تحت بيوتها أو أشجارها (Ağaçlarının veya evlerinin altında) şeklindedir.
لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. ف۪يهَا car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاؤُ۫نَ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشَٓاؤُ۫نَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يَجْزِي olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
يَجْزِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْمُتَّق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
الْمُتَّق۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ
İstînâfiyye olan ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki جَنَّاتُ عَدْنٍ , takdiri هي olan mahzuf mübtedanın haberidir.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَدْخُلُونَهَا cümlesi, جَنَّاتُ için sıfattır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki تَجْر۪ي cümlesi ise يَدْخُلُونَهَا ’daki gaib zamirden haldir.
Hal ve sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَدْخُلُونَهَا fiilinin failinden veya mef’ûlünden hal olan ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ cümlesi ise menfi isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Mübteda olan ismi mevs’ûl مَا , muahhar mübtedadır. Sılası müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle, takdim kasrıyla tekid edilmiştir.
Ayetteki sıfat, hal ve sıla cümleleri muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir..
مِنْ تَحْتِهَا ibaresinde muzâfın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. İbarenin takdiri şöyledir: …من تحت بيوتها أو أشجارها (Evlerinin ve ağaçlarının altından…)
Müttakilerin cennetteki durumlarından bahseden bu ayet normal tertibe göre مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ ف۪يهَا şeklinde gelmeliydi. Zira cümlede asıl olan fiilin car ve mecrurundan önce gelmesidir. Ancak nazmı celil ayetteki gibi gelmiştir. Beyzâvî, söz dizimindeki bu değişimin hikmetini şöyle açıklar: Ayette ف۪يهَا zarfının (car mecrur/şibih cümle) مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ fiilinin önüne alınışıyla şuna dikkat çekilmiştir ki insan her istediğini ancak cennette bulur. Müfessirimizin açıklamasından anlaşıldığına göre zarf tahsis için fiile takdim edilmiştir. Yani insanın istediği her şeyi başka bir yerde değil, sadece cennette elde edebileceği vurgulu bir şekilde anlatılmak istenmiştir. (Beyzâvî, III, 395)
جَنَّاتُ عَدْنٍ mahzuf mübtedanın haberidir, نِعْمَ ‘nin mahsusu olması da caizdir.
(Beyzâvî )
Allah lafza-i celâlinde tecrîd vardır.
كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif vardır. ذٰلِكَ , teşbih harfi كَ nedeniyle cer mahallinde, mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakına müteallıktır. Amili يَجْزِي fiilidir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimal, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette cem’ ma’at-taksim sanatı vardır. Cennet nimetleri sayılmış ذٰلِكَ ’de cem edilmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, haşyet ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Zamir makamında zahir ismin zikredilmesi, muttakileri methetmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَجْزِي - تَجْر۪ي kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs sanatı vardır.
Allah Teâlâ, kendilerine “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Evvelkilerin düzmeleri” diyen kavimlerin hallerini beyan edip, onların hem kendi günahlarını hem de kendilerine uyanların günahlarını yüklendiklerini belirtip, meleklerin, bu kendilerine zulmeden kimselerin canlarını aldıklarını belirtip, ahirette onların hakkı teslim ettiklerini zikredip ve onlara, “Cehennem kapılarından girin içeriye...” dediğini ifade edince, bunun peşinden, kendilerine, “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Mahzâ hayır!” diyen müminlerin vasfını getirmiş; bunların vaadinin o kimselerin vaîd ve cezasıyla birlikte zikredilip görülmesi için, o muttakiler lehine dünyada ve ahirette hazırlamış olduğu hayır ve saadetlerin derece ve makamlarını zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimselere |
|
2 | تَتَوَفَّاهُمُ | canlarını aldıkları |
|
3 | الْمَلَائِكَةُ | melekler |
|
4 | طَيِّبِينَ | iyi insanlar olarak |
|
5 | يَقُولُونَ | derler |
|
6 | سَلَامٌ | selam |
|
7 | عَلَيْكُمُ | size |
|
8 | ادْخُلُوا | girin |
|
9 | الْجَنَّةَ | cennete |
|
10 | بِمَا | karşılık |
|
11 | كُنْتُمْ | olduklarınıza |
|
12 | تَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ , önceki ayette geçen الْمُتَّق۪ينَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَتَوَفّٰيهُمُ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْمَلٰٓئِكَةُ fail olup lafzen merfûdur.
طَيِّب۪ينَ kelimesi تَتَوَفّٰيهُمُ ‘deki mef’ûlun hali olup cemi müzekker salim olduğu için ى ile mansubdur. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُ cümlesi الْمَلٰٓئِكَةُ ‘nun hali olarak mahallen mansubdur.
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, سَلَامٌ عَلَيْكُمُ ‘dur. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
سَلَامٌ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki عَلَى harf-i ceri istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتَوَفّٰيهُمُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Fiil cümlesidir. ادْخُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْجَنَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte ادْخُلُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’un ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْمَلُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ
Önceki ayetteki الْمُتَّق۪ينَۙ ’nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
طَيِّب۪ينَۙ kelimesi, تَتَوَفّٰيهُمُ fiilindeki mansub zamirin halini, … يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ cümlesi الْمَلٰٓئِكَةُ ‘nun halini bildiren ıtnâb sanatıdır. Cümleler muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْكُمُۙ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
Ayetin اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ şeklindeki ilk cümlesi ile 28. ayetin اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ şeklindeki ilk cümlesi arasında mukabele vardır.
Burada "temiz olarak" ifadesinden murad, kendilerine zulmetmek pisliğinden temizlenmiş demektir. Bu bize anlatıyor ki takvada işin esası, zikredilen şeylerden ölüme kadar temiz kalmaktır. Bu itibarla bu ifade, müminler için takvayı sürekli kılmalarını, başkaları için de tahsilini teşvik etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
الطَّيِّبُ kelimesi قَيِّمٍ ve مَيِّتٍ gibi فَيْعِلَ veznindedir. Tayyib olmayı mübalağalı olarak ifade eder. Güzel koku demektir. Meşhur bir mecaz olarak güzel ahlak ve kemâl nefs için kullanılır. 5 duyuyla algılanan şeyler için de kullanılır. (Âşûr)
ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mekulü’l-kavle dahildir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen ibaha manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebtir.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ‘nın akabindeki كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ cümlesi, masdar teviliyle, ادْخُلُوا ’ya müteallıktır. Nakıs fiil كَانُ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda,genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder.
Bu ifadede masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi; açık masdarın, olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Bu yüzden teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ [Muhakkak onların yaptıkları şeyi Allah iyi bilir.] ifadesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Bilmekten maksat “gereğini yapar” demektir.
الْجَنَّةَ - الْمَلٰٓئِكَةُ - سَلَامٌ - طَيِّب۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada cennetten murat Adn Cennetleri’dir. Bundan dolayı, cennet, ilave bir vasıfla vasıflandırılmamıştır. Adn Cennetlerine girmelerinden murad, zamanı gelince girmektir. Bu büyük bir müjdedir. Yoksa bundan murad, cennet bahçelerinden biri olan kabre girmek değildir. Çünkü bu, cennetin kendisine girmek kadar büyük bir müjde değildir.
"Yapmış olduğunuz iyi işler" de takva ve itaat üzere sebat etmek demektir. (Ebüssuûd)
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هَلْ | mi? |
|
2 | يَنْظُرُونَ | bekliyorlar |
|
3 | إِلَّا | ille |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | تَأْتِيَهُمُ | kendilerine gelmesini |
|
6 | الْمَلَائِكَةُ | meleklerin |
|
7 | أَوْ | yahut |
|
8 | يَأْتِيَ | gelmesini |
|
9 | أَمْرُ | emrinin |
|
10 | رَبِّكَ | Rabbinin |
|
11 | كَذَٰلِكَ | öyle |
|
12 | فَعَلَ | yapmıştı |
|
13 | الَّذِينَ | kimseler (de) |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | قَبْلِهِمْ | onlardan önceki |
|
16 | وَمَا |
|
|
17 | ظَلَمَهُمُ | onlara zulmetmedi |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
20 | كَانُوا | onlar |
|
21 | أَنْفُسَهُمْ | kendi kendilerine |
|
22 | يَظْلِمُونَ | zulmediyorlardı |
|
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ
هَلْ istifham harfidir. يَنْظُرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, یَنظُرُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
تَأْتِيَهُمُ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْمَلٰٓئِكَةُ fail olup lafzen merfûdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْتِيَ mansub muzari fiildir. اَمْرُ fail olup lafzen merfûdur.
رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili فَعَلَ olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
فَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
ظَلَمَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. كَانُٓوا ’nun dahil olduğu cümle isim cümlesidir. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَظْلِمُونَ fiili كَانُٓوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَظْلِمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette هَلۡ , inkârî istifham harfidir. Nefy manasındadır. Bunun için arkasından istisna harfi gelmiştir. (Âşûr) Cümle istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Vaz edildiği istifham anlamından çıkarak inkârî mana kazanan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Masdar harfi أَن ’den sonraki müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ cümlesi, masdar teviliyle یَنظُرُونَ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Aynı üsluptaki müteakip cümle اَوْ atıf harfi ile masdar-ı müevvele atfedilmiştir.
هَلۡ istisna edatı, إِلَّاۤ ile kasr oluşturmuştur. Kasr, یَنظُرُونَ fiiliyle mef’ûlü arasındadır.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَمْرُ رَبِّكَۜ izafetinde Hz.Peygambere ait كَۜ zamirinin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Hz. Peygambere destek ve şeref, yine Rab ismine muzâf olan اَمْرُ ’ya tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَمْرُ ’nun يَأْتِيَ fiiline isnadı mecâz-ı aklîdir.
تَأْتِيَهُمُ - يَأْتِيَ kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Sözü edilen Mekke kâfirleri, canlarını azapla almak üzere meleklerin yahut Rablerinin azap buyruğunun kendilerine gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Kâfirler, bunu hiçbir zaman beklemezken bunu beklediklerinin ifade edilmesi, beklenen bir şey gibi mutlaka kendilerini bulacağı için değil fakat onu gerektiren sebeplere tevessül ettikleri için, sanki onun gelmesini istiyorlar ve yolunu bekliyorlar. Rablerinin buyruğundan murad dünya azabıdır, kıyamet değildir; çünkü bundan sonra gelecek olan, [Allah onlara zulmetmemiş, fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdi. Sonunda yaptıklarının cezası onları çarpmış] ifadesi, kendilerine isabet edenin dünya azabı olduğu hususunda gayet sarihtir. (Ebüssuûd)
كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede, îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili فَعَلَ olan mahzuf bir mef’ûlü mutlaka müteallıktır.
فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onlar için tahkir ifade eder.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali (kullanımı), işaret edilen nimetin derecesinin faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
وَ istînâfiyyedir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl önemi gereği faile takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ظَلَمَهُمُ kelimesinde irsâd vardır. وَلٰكِنْ ’dan sonra ne geleceği anlaşılmaktadır.
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
لٰكِنْ istidrak harfidir. لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
Cümledeki لٰكِنْ , kendinden önceki وَ ve nefy harfinin delaletiyle tahsis ifade etmiştir.
لٰكِنْ ’in kasr ifade etmesi için öncesinde nefy veya nehyin geçmiş bulunması, atfedilen nesnenin müfred olması ve ayrıca لٰكِنْ ‘in başında وَ bulunması şarttır. (TDV İslam Ansiklopedisi)
كَان ’nin haberi يَظْلِمُونَ şeklinde muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mef’ûlün amiline takdim edilmiş olması takdim-tehir sanatıdır. Bu takdim onların kendi kendilerine zulmettiklerini vurgular.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidi, Vakafat, s. 112)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَظْلِمُونَ ,اَنْفُسَهُمْ ‘ye takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Zulüm, Allah’a değil nefislerine hapsolmuştur. Onlar Allah’ın nimetlerini tanımayıp küfür ve inatları sebebiyle sadece nefislerine zulmetmişlerdir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 607)
İnsan kendine zulmetmez fakat yaptığı zulmün sonucunda nefsine azap edilmesine yol açar. Bu nedenle sebebe isnad alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur'an, Âl-i İmrân /117 )
وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ cümlesiyle وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَا ظَلَمَهُمُ - يَظْلِمُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
هزأ Heze’e : هُزْءٌ kelimesi hafif yollu dokundurma ve alaya almak, latife etmektir. İstihza إسْتِهْزاءٌ ise alaya almayı, şaka yapmayı istemek demektir. Bazen bizzat alaya almak manasında da kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 34 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri istihza ve müstehzidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَصَابَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. سَيِّـَٔاتُ , fail olup lafzen merfûdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَصَابَهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fi ile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
وَ atıf harfidir. حَاقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِهِمْ car mecruru حَاقَ fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası كَانُوا بِهٖ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur, بِهٖ car mecruru يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiiline müteallıktır.
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek südâsi mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili هزأ ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا
Cümle, فَ ile önceki ayetteki …مَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzâfun ileyh konumundaki masdar harfi مَا ’nın sılası olan عَمِلُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.
اَصَابَ fiilinin, سَيِّـَٔاتُ ‘ya isnad edilesi mecâz-ı aklîdir. أصابَهم جَزاؤُها (Cezaları onlara isabet etti) gibi bir muzâf takdir edilir. Çünkü yaptıkları kötülükler buna sebep olmuştur. (Âşûr)
وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Cümle, … اَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ise حَاقَ fiilinin faili olarak merfû mahaldedir. Sılası كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur. Car mecrur بِه۪ önemine binaen amili olan يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’ye takdim edilmiştir.
Müstakbel, vukûunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mâzî fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette geçmiş zaman kipinin حَاقَ , gelecek zaman kipi يَح۪يقُ yerine kullanılması bu durumun gerçekleşeceğini bildirmek ve tehdidi mübalağalı bir şekilde anlatmak içindir. (Beyzâvî, III, 223, Hud/8)
مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ifadesi جزاء سيئات اعمالهم (Yaptıkları şeyin kötülükleri) demektir, muzâf hazf edilmiştir ya da cezaya kötülük ismi verilmiştir.
Ayette geçen حَاقَ kelimesi sadece kötülükte kullanılır. (Beyzâvî)
مَا ‘ların ilki masdar harfi muzâfun ileyh olarak cer mahallinde, ikincisi ise ism-i mevsûl ve fail olarak ref mahallindedir. Aralarında tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
حاقَ aslında ‘kuşattı’ demektir. Ancak sonradan kötülükle kuşatılmak manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
Küfür ve şirkin ilimle herhangi bir alâkası yoktur ve ilim, inanmayı gerektirir.
Dolayısıyla ilim ve malumat farklı şeylerdir.
İlim, “sadık haber" denilen vahiyle veya peygamberlerle bildirilen, bir de hayal etme, tasavvur, muhakeme, araştırma, doğruluğunu teyit, benimseme, itikat ve emin olma gibi işlemlerden sonra ulaşılan, süt mesabesinde hazmedilmiş bilgidir, yakindir.
Hakkında en ufak bir şüphe olmayan böylesi mutlak doğru bilgi, öncelikle vahye dayanır.
İslâm, ilmin sebepleri veya vasıtaları olarak vahiy (sadık haber), akl-ı selim ve sağlam duyuları kabul eder.
Her gün, defalarca, ölümün gerçekleştiği bir dünyada, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama kabiliyeti. Allah’ın insana nasip ettiği nimet ve imtihan. Nimet çünkü hayata devam etme ve yeniliklere başlama imkanı-umudu verir. İmtihan çünkü dünyaya dalmak kolaylaşır. Bu yüzdendir ki; âlimler ölümün hatırlanması ve nasıl ölmek istiyorsan öyle bir hayat yaşama üzerinde düşünülmesi gerektiğini buyurmuştur. Ancak ölüm denince akla çoğunlukla korku gelir ve insan nefsi de korkularını görmezden gelmek ve derinlere gömerek unutmak ister.
Hz. Ali (ra)’ın, ölüme dair gönüllere su serpen ve düşüncelere daldıran bir sözü rivayet edilir:
Hz. Ali’ye soruyorlar: “Her savaşta en öndesin. Ölmekten, öldürülmekten hiç korkmuyor musun?”
Hz. Ali cevap verir: “Ecelim ömrümün kefilidir. Ecel gelmeden, ömür bitmeden, beni kim öldürebilir ki! Ecelim gelmişse, ömür bitmişse, beni kim yaşatabilir ki!”
Müslüman hayatının her alanında, iki aşırı uç yerine, orta yolu yani dengeyi seçmeye çalışır. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyada ahireti için çabalar, yarın ölecekmiş gibi hesabını verme korkusuyla günahlardan sakınır.
Ey yaptıklarımızdan haberdar olan Allahım! Bize; Senin her halimizi bildiğin bilinciyle yaşamamız için yardım et. Ömrün ve ölümün, hayırlısını ve huzurlusunu nasip et. Ölüm anı gelene dek, dünya üzerindeki zamanımızı elimizden geldiğince en hayırlı şekilde değerlendirmemiz için yardım et.
Ey Allahım! Şüphesiz ki, Senin hayrı indirdiğine ve ahiret yurdunun daha hayırlı olduğuna iman ettik. Bizi; ölümü korkulacak bir hadise olarak değil de, Sana kavuşma olarak görenlerden; ölümü, beklenen ve sevilen bir misafiri karşılar gibi karşılayanlardan; ve canını, meleklerin selamı ve cennet müjdesiyle teslim edenlerden eyle.
Amin.
***
Allah’a imandan ve O’nun emirlerine itaatten uzaklaşan kişi, ancak kendisini ve belki de kendi gibi kimi ölümlüleri kandırır. Öyle ki patolojik yalancılık hayatının her köşesinde yerini alır. Yani kendisine ve etrafındakilere yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiştir. Bu haliyle ciddi bir zarardadır ve asıl olarak kendisine kötülük etmektedir.
Allah’ın sınırlarına baş kaldıran kişi yalanlarla bezenmiş bir ömür sürer. Din olmadan daha iyi bir hayat yaşayacağı tezini savunur ama şunu unutur: yalan yalanı doğurur; taviz tavizi getirir. Yeryüzünde ve göklerde sınırlarını bilmeyen insan yolunu kaybeder ve sınırsızlıklara saygı hevesiyle gittikçe seviyesizleşir.
Dünyadayken kelimelerle ve mimiklerle süslenen savunmalar kalpleri şaşırtabilir ve gözleri yanıltabilir. Kimi zaman yapmadığını iddia eder, kimi zamansa sebepleri vardır. Kötülük yapanların mecburiyetten doğmayan ve iradelerini etkilemeyen bahanelerine göz yumularak hoş gösterildiği için de ahlaksızlıklar çoğalır ve normalleşir.
Yeryüzünde dışarı vurulmayan gerçekler gözlerden gizli kalır. Kanıtlar olmadan ya da kişiyi suçüstü yakalamadan etiketleme yapmak zordur ya da alışılmış ahlaksızlıkların ardındaki çarpıklık unutulur. Lakin ölüm anında ve hesap gününde dengeler değişir. Yalanlara sığınmaya alıştığı için yine de savunmaya geçer. Kişinin yalanlarıyla örttüğü örtüler kaldırılır ve gerçekler yüzüne vurulur.
Ey hesap gününün sahibi olan Allahım! Bizi kendisine ve etrafındakilere yalan söyleyenlere benzemekten muhafaza buyur. Dosdoğru olan kullarından eyle. Dilimizden, bedenimizden, zihnimizden ve kalbimizden doğan her kelime, hareket, düşünce ve his; Senin rızana uygun olsun ve nurun ile aydınlansın. Hesapların sorulduğu, örtülerin kaldırıldığı ve gerçeklerin açıklandığı günün şiddetinden Sana sığınırız. Senin rahmetine sığınırız. Bizi aydınlık yüzle dirilenlerden, hesabını kolaylıkla verenlerden ve Sana kavuşmanın coşkusuyla cennetine koşanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji