بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ
لِ harfi يَكْفُرُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يُشْرِكُونَ fiiline müteallıktır.
يَكْفُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte يَكْفُرُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْنَاهُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتَيْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٰتَيْنَاهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَتَمَتَّعُوا۠
فَ istînâfiyyedir. تَمَتَّعُوا۠ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَمَتَّعُوا۠ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi متع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
فَ ta’liliyyedir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ
Ayet, önceki ayetin devamı olarak fasılla gelmiştir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَكْفُرُوا cümlesi, لِ ile birlikte önceki ayetteki يُشْرِكُونَ fiiline müteallıktır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ifadenin başındaki لِ 'ın hangi lâm'ı olduğu hususunda şu iki izah yapılmıştır:
a. Bu, كَئْ “için” anlamına gelen lâm'dır. Buna göre mana, “Onlar, bu sıkıntıyı kendilerinden kaldırma işinde Allah'a, başkasını ortak koşarak müşrik oldular.” şeklinde olur. Onların bu ortak koşmadan maksatları ise bu nimetlerin, Allah'tan olduğunu kabul etmemeleridir.
b. Bu lâm, akıbet lâm'ıdır. Bu, Cenab-ı Hakk'ın tıpkı “Bunun üzerine firavunun adamları onu ileride yitik olarak aldı. Çünkü akıbet kendi başlarına bir düşman ve bir dert olsun diye onu aldılar.” (Kasas Suresi, 8) ayetinde olduğu gibidir. Yani “Bu yalvarış ve yakarışlarının neticesi bu küfür ve nankörlük olmuştur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Buradaki küfür, nimeti inkârdır. Bu yüzden Allah Teâlâ’nın بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ [onlara verdiğimiz nimetlerden] sözüyle ilişkilidir. Nimeti inkâr, onların şirk sebebi değildir. Çünkü onlar daha önce de şirk koşuyorlardı. Lakin kendilerindeki zararın giderilmesi peşi sıra şirk koşmuşlardır. Bu durum yani peşisıralık; yapılan iş ile bu işin sebebinin peşisıralığına benzetilmiştir. Vech-i şebeh, beklemeksizin nimeti inkârda acele etmeleridir. Lam-ı ta’lil bu mukayese için müsteardır. İstiare-i tebeiyye temlihiyye tehekkümiyedir. Kur'an’da buna benzer ifade çoktur. Nahivcilerin çoğu bu lamı akıbet lamı olarak isimlendirir. (Âşûr)
Mecrur mahaldeki مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte يَكْفُرُوا fiiline müteallıktır. Sılası olan اٰتَيْنَاهُمْ, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
Sıkıntıyı kaldırma nimetine karşılık sanki onlar şirkleriyle nimete nankörlük etmek istemişlerdir ya da onun Allah’tan olduğunu inkâr etmek istemişlerdir.
Bu ifadeden, Allah’a şirk koşmanın, onun verdiği nimetleri inkâr ve onlara nankörlük olduğu anlaşılmaktadır. (Ebüssuûd)
فَتَمَتَّعُوا۠
فَ istînâfiyyedir. فَتَمَتَّعُوا۠ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubuna gelmiş olmasına rağmen tehdit ve tehaddi manası taşıması sebebiyle vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
فَتَمَتَّعُوا۠ kelimesi meçhul olarak ve ُلِيَكْفُرُوا kelimesine atıfla, يَ harfiyle فَيمَتَّعُوا۠ şeklinde de okunmuştur ki “Nankörlük etsinler ve yaşatılsınlar.” şeklinde düşünülebilir. Ayrıca, aradan çekilip kendi haline bırakma anlamında bir emir de söz konusu olabilir yani ُلِيَكْفُرُوا ’daki لِ, böylece ta’lil anlamında değil, emir lâmıdır. (Keşşâf)
فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ [Faydalanın, ileride göreceksiniz] cümlesi tehdit ifade eder. (Safvetu’t Tefasir)
فَتَمَتَّعُوا۠ [Öyleyse bir süre faydalanın.] cümlesi de tehdit emridir, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. En ağır tehdittir. Meçhul sıygası ile فَيُتَمَتََّعُ da okunmuştur ki o zaman لِيَكْفُرُوا ’ya atfedilmiş olur. Buna göre emir لِ ’nın tehdit için gelen lâm,b فَ ’nin de cevap için olması caiz olur. (Beyzâvî)
فَتَمَتَّعُوا۠ emri, tehdit içindir. Burada doğrudan doğruya onlara hitap edilmesi, ilâhi gazabın son haddini ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
فَ ta’liliyyedir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, ve tecessüm ifade etmiştir. Müstakbel harfi سَوْفَ tehdit makamında tekid ifade eder.
Tesvif harfi سَوْفَ ’den murad, tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ harfinin mazi fiili tekidi gibi -müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf Suresi, 123)
سَوْفَ, ahirette bileceklerine işarettir. İlimden maksat ise başlarına gelecek azabı tadacakları gerçeğidir.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ [Yakında bilecekler.] haber cümlesi muktezâ-i zâhirin hilafına olarak tehdit içeren manaya sahip olduğu için lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ [Yakında bilecekler] cümlesi, kâfirlerin akıbetini belirten bir haber cümlesidir. Yani yaptıklarının sonucunu anlayacaklar demektir. Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Mef’ûlun hazfi, korku uyandırmak içindir. (Âşûr)
يَعْلَمُونَ ibaresinde, tağlîb yoluyla müennesler de kastedilmiştir.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ [Yakında anlayacaksınız.] cümlesinde icaz-ı kasr vardır. Cenab-ı Hakk onların davranışları neticesinde başlarına neler geleceğini muhatabın muhayyilesine bırakarak az lafızla çok şey ifade etmiştir.
Bu ayetteki تَعْلَمُونَ [bileceksiniz] ifadesinin benzerleri çeşitli ayetlerde geçmektedir. (Hicr Suresi, 3; Furkan Suresi, 12; Ankebut Suresi, 66; Saffat Suresi, 170; Zuhruf Suresi, 89; Tekâsür Suresi, 3-4) Bunların çoğunda tertip, kendilerine gizli olan, inkâr ettikleri veya şüpheye düştükleri gelecek olan o günün hakikatinin kendilerine beyanı şeklindedir.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
يَكْفُرُوا ile تَعْلَمُونَ kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَص۪يباً مِمَّا رَزَقْنَاهُمْۜ تَاللّٰهِ لَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَفْتَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَجْعَلُونَ | ve ayırıyorlar |
|
2 | لِمَا | şeylere |
|
3 | لَا |
|
|
4 | يَعْلَمُونَ | bilmedikleri |
|
5 | نَصِيبًا | bir pay |
|
6 | مِمَّا |
|
|
7 | رَزَقْنَاهُمْ | verdiğimiz rızıktan |
|
8 | تَاللَّهِ | Allah’a andolsun ki |
|
9 | لَتُسْأَلُنَّ | siz mutlaka sorulacaksınız |
|
10 | عَمَّا | şeylerden |
|
11 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
12 | تَفْتَرُونَ | uyduruyorlar |
|
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَص۪يباً مِمَّا رَزَقْنَاهُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
يَجْعَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle birlikte يَجْعَلُونَ fiiline veya mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.
İsm-i mevsûlu sılası لَا يَعْلَمُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نَص۪يباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle birlikte نَص۪يباً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlu sılası رَزَقْنَاهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
رَزَقْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَاللّٰهِ لَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَفْتَرُونَ
تَاللّٰهِ car mecruru, takdiri أُقْسمُ (kasem ederim) olan mahzuf fiile müteallıktır.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.
تُسْـَٔلُنَّ fiili merfû, meçhul muzari fiildir. نَ mahzuftur.
Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. Fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, عن harf-i ceriyle birlikte تُسْـَٔلُنَّ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamir كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَفْتَرُونَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تَفْتَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi فري ’dir.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَص۪يباً مِمَّا رَزَقْنَاهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu, لِ harfiyle birlikte يَجْعَلُونَ fiiline müteallıktır.
Sılası olan لَا يَعْلَمُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, نَص۪يباً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
Sılası رَزَقْنَاهُمْ, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ [Bilmeyenlere de ayırırlar] yani ilmi olmayan ilâhlarına (putlara) verirler demektir, çünkü onlar cansızdırlar. O zaman zamir مَا ’ya ait olur ya da “bilmediklerine verirler” demektir. Çünkü onlar da yanlış şeylere itikat ederler, mesela kendilerine fayda vermeleri ve şefaat etmeleri gibi. O zaman مَا ’ya ait olan “aid zamir” hazf edilmiş olur. Ya da cahilliklerinden demektir ki o zaman مَا masdariye olur, verilen kimseler de bilindiği için hazf edilmiş olur.
يَجْعَلُونَ - يَعْلَمُونَ kelimeleri arasında gayr-ı tam cinas vardır.
نَص۪يباً - رَزَقْنَاهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَاللّٰهِ لَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَفْتَرُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Yemin üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Mecrur olan تَاللّٰهِ takdiri أقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile müteallıktır.
لَ ve نَّ ’la tekid edilen لَتُسْـَٔلُنَّ cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Faide-i haber inkâri kelamdır.
Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kelamın başında yemin zikredilmesi ve son derece gazap belirterek doğrudan doğruya onlara hitap edilmesi, açıkça şiddetli ceza vaadini ifade etmektedir.
(Ebüssuûd)
Sîbeveyhi der ki: تَاللّٰهِ sözündeki kasem تَ ’sini Araplar lafza-i celâl dışındaki sıfatlarda kullanmazlar. Mesela, تربّ الكعبة demezler. (Mahmut Safî)
Allah Teâlâ onları sorguya çekeceği hususunda zatına yemin etmiştir. Bu, son derece şiddetli bir tehdittir. Bununla, Allah Teâlâ’nın onlara kınama, ayıplama ve tehdit üslubu ile soru soracağı manası kastedilmiştir. Bu sorunun ne zaman sorulacağı hususunda iki ihtimal vardır:
1. Bu, o şahsın ölümü iyice yaklaşıp canı çıkarken azap meleklerini görmesi esnasında olacaktır. Bunun, kabir azabı esnasında olacağı da söylenmiştir.
2. Bu sorgu ahirette olacaktır. Bu görüş daha uygundur. Çünkü Allah Teâlâ, orada, sorguya çekilme esnasında, çeşitli azarlama ve kınama yerine geçecek şeylerin olacağını haber vermiştir. (Fahreddin er-Râzî)
[Allah’a yemin olsun ki ettiğiniz iftiradan mutlaka sorulacaksınız] cümlesindeki iftira; onların ilâh olduğu ve ibadete layık bulundukları manasıdır. Bu da onlar için tehdittir. (Beyzâvî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mecrur mahaldeki عَمَّا müşterek ism-i mevsûlu تُسْـَٔلُنَّ fiiline müteallıktır. Sılası كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
مَا ayette üç yerde ism-i mevsûl olarak gelmiştir. Aralarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَعْلَمُونَ ile لَتُسْـَٔلُنَّ kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
كانَ fiilinin muzari olarak gelişi iftiranın onların devamlı olarak yaptığı bir işi olduğunu belirtmek içindir. Bu fiil onlarda yinelenmekte ve devam etmektedir. Bu ifade عَمّا تَفْتَرُونَ ve عَمّا افْتَرَيْتُمْ demekten daha beliğdir. (Âşûr)
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ
Cümle atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki يَجْعَلُونَ fiiline atfedilmiştir.
يَجْعَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru يَجْعَلُونَ fiiline müteallıktır. الْبَنَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
سُبْحَانَهُ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ
وَ atıf harfidir. لَهُمْ car mecruru يَجْعَلُونَ fiiline müteallıktır.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, يَجْعَلُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olan لْبَنَاتِ ’ye atfedilmiştir.
İsm-i mevsûlun sılası يَشْتَهُونَ ’dür.Îrabtan mahalli yoktur.
يَشْتَهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَشْتَهُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi شهو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ
Cümle وَ ’la önceki ayetteki يَجْعَلُونَ fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سُبْحَانَهُ ifadesi, takdiri نسبّح olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır. سُبْحَانَهُ itiraz cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. Konuyu pekiştirmek için yapılmış ıtnâbtır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ [Allah’a kızları veriyorlar] - سُبْحَانَهُ [ki Allah bundan münezzehtir] - وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ [kendilerine de istediklerini alıyorlar] cümlelerinde سبحانه lafzı ara (itiraz) cümledir. Halkı bu çirkin cehalete karşı hayrete düşürmek için gelmiştir. (Safvetu’t Tefasir)
Ayet ihtibâk sanatının güzel bir örneğidir. Kızlar zikredilmiş fakat mukabili olan erkekler hazf edilmiştir. İhtibâk bir belâgat terimi olarak; “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
يَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَات ibaresine, وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ ibaresinin delaletiyle kızlara kıymet vermedikleri ve onları değersiz buldukları anlamı idmâc edilmiştir.
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بُشِّرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بُشِّرَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. اَحَدُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْاُنْثٰى car mecruru بُشِّرَ fiiline müteallıktır. الْاُنْثٰى ismi mecrur olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
ظَلَّ fetha üzere mebni nakıs, mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
وَجْهُهُ kelimesi ظَلَّ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُسْوَداًّ kelimesi ظَلَّ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
مُسْوَداًّ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan if’alle babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
كَظ۪يمٌۚ haber olup lafzen merfûdur.
كَظ۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ
وَ atıf harfidir. Ayet şart üslubunda talebi inşa isnaddır.
اِذَا şart manası taşıyan, cümleye muzâf olan gayrı cazim, mustakbel manalı zaman zarfıdır.
Şart fiili muzâfun ileyh olan بُشِّرَ ’dır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, s. 107)
Ayet üç cümleden oluşmuştur: Şart cümlesi, cevap cümlesi ve hal cümlesi. Şart cümlesinde şart fiilinin vuku bulma ihtimali yüksek durumlarda kullanılan şart harfi olan اِذَا kullanılmıştır.
بُشِّرَ fiil meçhul bina edilerek faile değil mefûle dikkat çekilmiştir. اَحَدُهُمْ naib-i faildir.
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum binada mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
تبشير, Arap istilahında, sevince sebep olacak haberlere has bir ifadedir. Ama, asıl lügat manası itibarı ile bu kelime, insanın yüzünün derisinin (beşeresinin) renginin değişmesinde tesirli olan haber demektir. Sevincin, yüzün cildinin renginin değişmesine sebep olduğu gibi üzüntünün de buna sebep olacağı malumdur. Bineaneleyh تبشير lafzının, bu iki hususta da bu manayı, mecaz olarak değil “hakikat” olarak ifade etmiş olması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ cümlesi şartın cevabı olarak gelmiştir. Nakıs fiil ظَلَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. ظَلَّ istimrar fiillerindendir. Yüzün kararmasının devam ettiğine işaret eder. Dönüşüm ifade eder. Nitekim nakıs fiillerin çoğu bu anlamda kullanılır.
ظَلَّ ’nin ismi وَجْهُهُ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan وَجْهُ şan ve şeref kazanmıştır.
وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ cümlesi, nasb mahallinde hal olarak gelmiştir. وَ haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَظ۪يمٌۚ, mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
كَظ۪يمٌۚ “açıklamadığı bir tasadan, endişeden bir yudum almak, yutmak” manasındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 4, s.92)
Yüzün kararması kötü haber almaktan kinayedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâbtır.
مُسْوَداًّ kelimesi مسودٌّ (kara) ve مسواَدٌّ (kapkara) şeklinde okunmuştur. Bu takdirde ظَلَّ’de, müjdelenen kişiye ait bir zamir vardır; وَجْهُهُ مُسْوَدٌّ (yüzü simsiyah) ifadesi ise haber yerine geçen bir cümle olur. (Keşşâf)
Bu ayette de yüzün simsiyah olması gündüz için kullanılan ظَلَّ fiili ile ifade edilmiş ve siyah ile beyaz arasında gizliden bir tezatlık algısı verilmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ [kendisi pek öfkeli olarak yüzü simsiyah kesilir] cümlesi yüzünün ifadesi değişir, demektir. Yoksa burada beyazlığın zıddı olan siyahlığı kast etmemektedir. Bu, o kimsenin kız çocuğunun doğumu dolayısıyla kederlendiğinin kinaye yolu ile ifade edilmesidir. Araplar hoşuna gitmeyen bir şey ile karşılaşan herkes hakkında; “Gam ve kederden dolayı yüzü simsiyah kesildi.” derler. Bu açıklamayı Zeccâc yapmıştır. (Kurtubi - Ebüssuûd)
ظَلَّ - مُسْوَداًّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بُشِّرَ ve كَظ۪يمٌۚ arasında îhâm-ı tıbâk vardır.
يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ اَيُمْسِكُهُ عَلٰى هُونٍ اَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَتَوَارَىٰ | gizlenir |
|
2 | مِنَ |
|
|
3 | الْقَوْمِ | kavminden |
|
4 | مِنْ | dolayı |
|
5 | سُوءِ | kötülüğünden |
|
6 | مَا |
|
|
7 | بُشِّرَ | verilen müjdenin |
|
8 | بِهِ | ona |
|
9 | أَيُمْسِكُهُ | onu tutsun mu? |
|
10 | عَلَىٰ |
|
|
11 | هُونٍ | hakaretle |
|
12 | أَمْ | yoksa |
|
13 | يَدُسُّهُ | onu gömsün mü? |
|
14 | فِي |
|
|
15 | التُّرَابِ | toprağa |
|
16 | أَلَا | bak |
|
17 | سَاءَ | ne kötü |
|
18 | مَا |
|
|
19 | يَحْكُمُونَ | hüküm veriyorlar |
|
Riyazus Salihin, 342 Nolu Hadis
Ebû Îsâ Mugîre İbni Şu’be radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ size ana babaya itaatsizlik etmeyi, verilmesi gerekeni vermeyip almaya hakkı olmayan şeyi istemeyi ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi haram kılmış; dedi kodu yapmayı, çok soru sormayı ve malı israf etmeyi de mekruh kılmıştır.”
(Buhârî, İstikrâz 19, Edeb 6, Zekât 53; Müslim, Akdıye 10-14)
Riyazus Salihin, 269 Nolu Hadis
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yanyana bulunacağız” buyurdu ve parmaklarını bitiştirdi.
(Müslim, Birr 149. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 13)
وري Veraye : Bu fiil birşeyin üzerini örtmek anlamında mufâale babına sokularak وارَى şeklinde kullanılır. Tefâul babında ise تَوارَى olarak arkasına saklanıp örtünmek demektir. وَراءٌ sözcüğüne gelince bununla sadece arkası kastedilir. Yahudilerin Hz. Musa’dan miras aldıkları kitap olan Tevrat’ta تَوْراة yine bu köktendir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 32 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri verâlı olmak, tevrat, tevriye ve mâverâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
دسّ Desse :الدَّسُّ bir tür zorlama ile bir nesneyi başka bir nesnenin içine sokmaktır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 1 ayette fiil olarak geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli desisedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ
Ayet önceki ayetteki كَظ۪يمٌ ’un hali olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. يَتَوَارٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنَ الْقَوْمِ car mecruru يَتَوَارٰى fiiline müteallıktır. مِنْ سُٓوءِ car mecruru يَتَوَارٰى fiiline müteallıktır. سُٓوء muzâftır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i mevsûlun sılası بُشِّرَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
بُشِّرَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِه۪ car mecruru بُشِّرَ fiiline müteallıktır.
اَيُمْسِكُهُ عَلٰى هُونٍ اَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِۜ
Hemze istifhâm harfidir. يُمْسِكُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَلٰى هُونٍ car mecruru يُمْسِكُهُ fiilinin mahzuf haline müteallıktır.
اَمْ atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar.
Not: Genellikle soru edatı olan hemze ile ( اَ ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır:
1. Muttasıl اَمْ
2. Munkatı اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَدُسُّهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فِي التُّرَابِ car mecruru يَدُسُّهُ filine müteallıktır.
يَتَوَارٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وري ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.
Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefa’ul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُمْسِكُهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسك ’dir.
İf’al babı فِي ile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلَا سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
اَلَا tenbih harfidir. سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
مَا harfi, سَٓاءَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsûfedir.
سَٓاءَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, هو şeklindedir.
سَٓاءَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْكُمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ
Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle önceki ayetteki كَظ۪يمٌ ’un halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سُٓوءِ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası بُشِّرَ بِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede sıfat yerine izafet terkibi tercih edilmiştir.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Ahkaf Suresi 20)
بُشِّرَ بِه۪ deki ه۪ zamirinin müzekker gelmesi; müjdeden kelimesinde mündemiç şeye ait olduğundan dolayıdır. (Kurtubî)
سُٓوءِ - بُشِّرَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَيُمْسِكُهُ عَلٰى هُونٍ اَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Hemze ve اَمْ edatıyla sorulan sorunun amacı, iki durumdan hangisinin gerçekleşmiş olduğunu tespite yöneliktir. Dolayısıyla müspet veya menfi bir hüküm ifade etmeyen bu istifham tasavvurîdir ve ikisinden birinin mahiyetini öğrenmeye yöneliktir.
هُونٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.
Cenab-ı Allah, [Onu yanında mı tutacak?] ifadesindeki zamiri müzekker getirmiştir. Çünkü bu zamir, bir önceki مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ ifadesindeki مَا ‘ya aittir.
هُونٍ, zillet, horluk, hakirlik manasınadır. Nitekim Nadr b. Şumeyl şöyle der: “Arapçada, ‘O, onun üzerine أهْوَن ’dir, هُونٍ’dur, هَوان’dır denir. Yine ‘Onu küçük, hakir gördüm.’ denir.”
Ayetteki هُونٍ (horluk-zelillik) vasfının kime ait olduğu hususunda iki görüş vardır:
1. Bu, doğmuş olan o kız çocuğunun vasfıdır. Buna göre mana, “O adam, bu kız çocuğunu, gözünde o kız çocuğunu hor ve hakir olarak mı yani nda mı tutacak?” şeklindedir.
2. Atâ’nın rivayetine göre İbni Abbas (r.a.), bu kelimenin babaya ait bir sıfat olduğunu söylemiştir. Buna göre mana, “O baba, bu kızı, kendisinin zelil ve utanç içinde olmasına rağmen isteyerek onu tutabilecek mi?” şeklindedir (Fahreddin er-Râzî)
Cahiliye döneminde, bir kimsenin kız çocuğu doğunca ondan utanç duyar ve insanlardan uzaklaşma ihtiyacı hissederdi. Bunlardan bazıları da bu kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürürlerdi. Bunu yapmalarının sebebi, kızlarının kaçırılarak onlara tecavüz edilmesinden korkmaları yahut da nüfuslarının çoğalarak fakirleşmelerinden endişe etmeleriydi. (Taberî)
دسٌَ ; bir şeyi bir şeyin içine sokarak gizlemektir. Rivayet olunduğuna göre, Araplar kızları olunca bir çukur eşerler, o kız çocuğunu ölsün diye oraya koyarlardı.
(Fahreddin er-Râzî)
اَلَا سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اَلَا tenbih harfidir.
Zem anlamı taşıyan camid fiil سَاۤءَ ’nin dahil olduğu cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır.
سَٓاءَ fiilinin, هو şeklinde takdir edilen mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَا harfi, سَٓاءَ fiilinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsûfedir.
يَحْكُمُونَ fiili, مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur. Muzari sıygada gelen fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
سَٓاءَ - سُٓوءِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
İsm-i mevsûl olan مَا ‘lardan ilki muzâfun ileyh olarak cer mahallinde, diğeri ise سَٓاءَ fiilinin faili olarak ref konumundadır. Bu kelimenin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِلَّذِينَ | içindir |
|
2 | لَا |
|
|
3 | يُؤْمِنُونَ | inanmayanlar |
|
4 | بِالْاخِرَةِ | ahirete |
|
5 | مَثَلُ | sıfatlar |
|
6 | السَّوْءِ | en kötü |
|
7 | وَلِلَّهِ | (oysa) Allah’ındır |
|
8 | الْمَثَلُ | sıfatlar |
|
9 | الْأَعْلَىٰ | en yüce |
|
10 | وَهُوَ | ve O |
|
11 | الْعَزِيزُ | azizdir |
|
12 | الْحَكِيمُ | hikmet sahibidir |
|
لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ
İsim cümlesidir. لِلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle birlikte mukaddem habere müteallıktır.
İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْاٰخِرَةِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır.
مَثَلُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
السَّوْءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ
لِلّٰهِ lafza-i celâli, atıf harfi وَ ’la لِلَّذ۪ينَ ’ye matuftur. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
الْمَثَلُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
الْاَعْلٰى kelimesi الْمَثَلُ ’nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ haber olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ kelimesi mübtedanın ikinci haberidir.
الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لِلَّذ۪ينَ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَثَلُ السَّوْءِ muahhar mübtedadır.
مَثَلُ السَّوْءِۚ mevsufun sıfatına izafesi babındandır.
Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, veciz ifade ve muzâfı tahkir içindir.
مَثَلُ السَّوْءِۚ [Kötü mesel], kötü sıfattır. Onların kötü sıfatları, fakirlik ve utanç sebebiyle kız çocukları olmasından hoşlanmamalarıdır.
Mevsûlün sılası olan لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede bahsedilen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, o kimselerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında onlara tahkir ifade eder.
İstînâfiyye’ye وَ ’la atfedilen وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ cümlesinin atıf sebebi tezattır.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لِلّٰهِ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
الْاَعْلٰى, muahhar mübteda olan الْمَثَلُ için sıfattır. Sıfat, mevsufun özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ ibaresiyle, وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ ibaresi arasında mukabele sanatı vardır.
مَثَلُ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
مَثَلُ السَّوْءِۚ, [En kötü mesel] ,kötü sıfattır. Onların kötü sıfatları, o insanların çocuğa olan ihtiyaçları ile fakirlik ve utanç yüzünden kız çocuklarının olmasından hoşlanmamalarıdır. (Fahreddin er-Râzî)
الْمَثَلُ الْاَعْلٰى [En yüce mesel] ise yüce ve kudsî sıfatlar manasınadır. Bu sıfat da Cenab-ı Hakk’ın, çocukları olmaktan münezzeh ve berî olmasıdır. Buna göre eğer, [Allah için darb-ı mesel yapmayın. (Nahl Suresi, 74)] ayetine rağmen nasıl, [En yüce mesel, Allah’ındır] buyurulmuştur?” denilirse biz deriz ki: Allah Teâlâ’nın getirdiği darb-ı mesel haktır, doğrudur. Başkalarının (Allah için yapacağı) darb-ı meseller (benzetmeler) ise batıldır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
Kız çocuklarını hor görmek, onları diri diri toprağa gömmek ve sadece oğlan çocuklarıyla iftihar etmek gibi kötü sıfatlar, ahirete iman etmeyen müşriklere aittir. En yüce sıfatlar ise Allah’ındır. Allah, müşriklerin, kendisine isnad ettikleri sıfatlardan uzaktır. Allah her şeye galiptir, yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibidir. (Taberî)
وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
وَ atıf harfidir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin, الْ takısıyla marife olması kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar ondan başkasında bu derecede bulunmaz.
Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsufa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette iltifat vardır. Mütekellim zamiri ile başlamış sonra Allah lafzı ve gaib zamir ile devam etmiştir.
Allah Teâlâ’ya ait iki vasıf olan الْعَز۪يزُ ve الْحَك۪يمُ ’nun marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de mübalağa kalıbıyla gelmiştir. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟ [Mutlak kudret, kuvvet ve hikmet sahibidir] kelimeleri mübalağa ifade eden kiplerdir. (Safvetu't Tefasir)
Kâmil kudrete ve özellikle onları günahlarından dolayı sorumlu tutmaya yegâne kādir olan ve bütün yaptıklarını üstün bir hikmetin gereği olarak yapan ancak Allah'tır. İşte bunlar da Allah'ın harika sıfatlarındandır. (Ebüssuûd)
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz, Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | يُؤَاخِذُ | cezalandırsaydı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | النَّاسَ | insanları |
|
5 | بِظُلْمِهِمْ | yaptıkları (her) haksızlıkla |
|
6 | مَا |
|
|
7 | تَرَكَ | bırakmazdı |
|
8 | عَلَيْهَا | üzerinde (yeryüzünde) |
|
9 | مِنْ | hiçbir |
|
10 | دَابَّةٍ | canlı |
|
11 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
12 | يُؤَخِّرُهُمْ | onları erteler |
|
13 | إِلَىٰ | -ye kadar |
|
14 | أَجَلٍ | bir süre- |
|
15 | مُسَمًّى | takdir edilen |
|
16 | فَإِذَا | zaman |
|
17 | جَاءَ | geldiği |
|
18 | أَجَلُهُمْ | süreleri |
|
19 | لَا | asla |
|
20 | يَسْتَأْخِرُونَ | geri kalmazlar |
|
21 | سَاعَةً | bir sa’at (dahi) |
|
22 | وَلَا | ne de |
|
23 | يَسْتَقْدِمُونَ | ileri geçerler |
|
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
يُؤَاخِذُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُؤَاخِذُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِ harf-i ceri sebebiyyedir.
بِظُلْمِ car mecruru يُؤَاخِذُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen مَا تَرَكَ عَلَيْهَا cümlesi şartın cevabıdır.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَرَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلَيْهَا car mecruru تَرَكَ fiiline müteallıktır. مِنْ harf-i ceri zaiddir.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَٓابَّةٍ kelimesi lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُؤَاخِذُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
Mufâale babı فِي ile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik - ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. يُؤَخِّرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru يُؤَخِّرُهُمْ ‘a müteallıktır. مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ ’in sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
مُسَمًّىۚ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludür.
يُؤَخِّرُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi أخر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
جَٓاءَ اَجَلُهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَجَلُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَأْخِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.
سَاعَةً mef’ûlu bih olup fetha ile mansubdur.
Şartın cevabı, لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ’dur. لا يَسْتَقْدِمُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَسْتَقْدِمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَسْتَأْخِرُونَ ve يَسْتَقْدِمُونَ fiilleri, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsîleri, أخر ve قدم ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ
وَ, atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ şart cümlesidir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Bu kelam, “Zaten Azîz ve Hakîm ancak O'dur” cümlesinin sarih ifadesi olup onların işledikleri çirkinliklerin son haddine vardığını bildirmektedir. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يُؤَاخِذُ fiiline müteallık olan بِظُلْمِهِمْ ’deki بِ harfi, sebebiyyet içindir.
النَّاسَ ’ın marifeliği tüm insanları kapsadığından cins içindir. (Âşûr)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber talebî kelamdır.
مِنْ دَٓابَّةٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. مِنْ ise tekid ifade eden zaid harftir.
Olumsuz cümlede zaid مِنْ harfi, cümleyi “hiçbir” manası vererek tekid eder.
يُؤَاخِذُ - تَرَكَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, دَٓابَّةٍ - النَّاسَ kelimeleri arasında ise îhâm-ı tezat sanatı vardır.
Ayetteki “Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden muaheze edecek olsaydı.” ifadesindeki “insanlar” sözü ile ya ilâhi cezayı hak etmiş bütün günahkârlar, yahut da geçen ayetlerde bahsedilen müşrikler ve Allah'ın kızları bulunduğunu söyleyen kimseler kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
لَوْ [eğer] edatı, bir şeyin bulunmaması sebebiyle diğer şeyin de olmayacağını ifade etmek için kullanılır. O halde [Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden muaheze etseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı] ayeti Allah Teâlânın, zulümleri sebebiyle insanları muaheze etmediğini, yeryüzünde canlılar bıraktığını gösterir.
عَلَيْهَا kelimesindeki zamir, الارض (yeryüzü) kelimesine aittir. Halbuki bu isim daha önce geçmemiştir. Ancak ne var ki bu ayette geçen دَٓابَّةٍ kelimesi, الارض (yeryüzü) kelimesine delalet eder. Çünkü دَٓابَّةٍ ancak yeryüzünde debelenip hareket edebilir. Çoğu kez الارض kelimesi her ne kadar lafzan geçmese bile kinaye yoluyla ifade edilir. Çünkü Araplar yeryüzünü kastederek “Onun üzerine, falan gibisi yoktur.” veya “Orada falancadan daha iyi kimse yoktur.” derler ve bu ifadelerde zamirle yetinirler. (Fahreddin er-Râzî)
مِنْ دَٓابَّةٍ [Hiçbir canlı] ayeti delil teşkil etmektedir. Çünkü canlı دَٓابَّة ancak yer üzerinde hareket eder. Anlam ise kâfir bir canlı bırakmaz, şeklindedir. O halde bu özel bir anlam taşımaktadır. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Eğer o küfürleri sebebi ile babaları helak edecek olsaydı, elbetteki onların çocukları da olmazdı.
Yaratıklar arasında zulme sapmamış müminler de bulunduğu halde yüce Allah nasıl olur da herkesi helak eder, diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir: Allah zalimin helakını intikam ve ceza olarak takdir eder, müminin helakına karşılık ise ahirette sevap ve mükâfat verir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
لٰكِنْ istidrak harfidir. لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
لٰكِنْ ’in kasr ifade etmesi için öncesinde nefy veya nehyin geçmiş bulunması, atfedilen nesnenin müfred olması ve ayrıca لٰكِنْ ’in başında وَ bulunması şarttır. (TDV İslam Ansiklopedisi)
اَجَلٍ ’deki tenvin nev ve kıllet ifade eder.
مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
فَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اِذَا zaman zarfı olup müteallakı لَا يَسْتَأْخِرُونَ fiilidir.
Şart cümlesi جَٓاءَ اَجَلُهُمْ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)
فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ [Artık ecelleri geldiği zaman] ayetinin artık kıyamet günü geldiği zaman … anlamında olduğu söylenmiştir. (Kurtubî)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ cümlesi şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi tezattır.
Süre geldiğinde ondan ileri gitmek (o süreden geride kalmak) tasavvur edilemediği halde bunun zikredilmesi, süreden geri kalmanın imkânsız şeylerden olduğunu bildirmek konusunda, manayı daha kuvvetli olarak ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
اَجَلٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً cümlesi ile وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يُؤَخِّرُهُمْ - يَسْتَقْدِمُونَ arasında tıbâk-ı îcab, يُؤَخِّر - لَا يَسْتَأْخِرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatları vardır.
يُؤَخِّرُهُمْ - يَسْتَأْخِرُونَ arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, اَجَلٍ - اَجَلُهُمْ kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَجَلٍ - سَاعَةً ve دَٓابَّةٍ - النَّاسَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَجْعَلُونَ | ve isnad ediyorlar |
|
2 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
3 | مَا | şeyi |
|
4 | يَكْرَهُونَ | hoşlanmadıkları |
|
5 | وَتَصِفُ | ve uyduruyorlar |
|
6 | أَلْسِنَتُهُمُ | onların dilleri |
|
7 | الْكَذِبَ | yalan |
|
8 | أَنَّ | hakkında |
|
9 | لَهُمُ | kendilerinin olacağı |
|
10 | الْحُسْنَىٰ | en güzel sonucun |
|
11 | لَا | hiç yok ki |
|
12 | جَرَمَ | şüphe |
|
13 | أَنَّ | mutlaka |
|
14 | لَهُمُ | onlara vardır |
|
15 | النَّارَ | ateş |
|
16 | وَأَنَّهُمْ | ve onlar |
|
17 | مُفْرَطُونَ | ona sürüleceklerdir |
|
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَجْعَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru يَجْعَلُونَ fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَكْرَهُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَكْرَهُونَ fiili nun’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَصِفُ fiili atıf harfi وَ ‘la يَكْرَهُونَ ’ye matuftur. تَصِفُ merfû muzari fiildir. اَلْسِنَتُ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel الْكَذِبَ ’den bedel olarak mahallen mansubdur.
لَهُمُ car mecruru اَنَّ ’in mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
الْحُسْنٰى kelimesi اَنَّ ’in muahhar ismi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harftir. جَرَمَ kelimesi لَٓا ‘nın ismi olup fetha üzere mebnidir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. لَهُمُ car mecruru اَنَّ ’in mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
النَّارَ kelimesi اَنَّ ’in muahhar ismi olup lafzen mansubdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cer ile birlikte اَنَّ ’in mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri, ...في أنّ لهم (Onlar için… olmasında) şeklindedir.
وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُمْ muttasıl zamir اَنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur.
مُفْرَطُونَ kelimesi اَنَّ ’in haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُفْرَطُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i mef’ûludür.وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ
İstinaf cümlesidir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يَكْرَهُونَ, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
تَصِفُ fiilinin, اَلْسِنَتُهُمُ ’a isnadı, mecâz-ı aklîdir.
Aynı üslupta gelen وَتَصِفُ cümlesi يَجْعَلُونَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu لَهُمُ الْحُسْنٰى cümlesinde, takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُمْ, masdar harfi اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. الْحُسْنٰى ise اَنَّ ’nin muahhar ismidir. Faide-i haber inkârî kelam olan bu isim cümlesi masdar tevilinde, الْكَذِبَ ’den bedel konumundadır. Bedel, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cenab-ı Hakk’ın يَجْعَلُونَ [kılarlar, isnad ederler] ifadesinden, “Kendileri için hoş görmedikleri o kızları Allah’a nispet ederler.” anlamı kastedilmiştir. Buna göre “kılarlar, isnad ederler” tabirinin manası; Allah’ı bu şekilde tavsif eder ve O’nun hakkında bu hükmü verirler” demektir.
الْكَذِبَ lafzında mübalağa sanatı vardır. سحور (çok oruç tutan), صبور (çok sabreden) gibi mübalağa kalıbından gelen كذوب ’un çoğuludur.
يَكْرَهُونَ - الْحُسْنٰى kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk vardır. يَكْرَهُونَ kelimesi الْحُسْنٰىۜ ’nın zıttı olmamasına rağmen güzel olan şeyden hoşlanıldığı için aralarında manevi tıbâk vardır.
وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ [Dilleri yalan söylüyor] ifadesi hakkında Şihâb şöyle der: Bu beliğ ve bedî’ kelamdır. Yani onların dilleri yalancıdır. Bu, Arapların, عينها تصفف السهر (O’nun gözleri sihir anlatır) cümlesine benzer. Yani gözleri büyüleyicidir. قضاها يصف الهيف ibaresi de belin inceliğini anlatır. (Safvetu’t Tefasir)
Cenab-ı Hakk, “Dilleri yalan yere, en güzelin kendilerine has olduğunu söyler durur.” buyurmuştur. Ferrâ ve Zeccâc şöyle demişlerdir: اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle الْكَذِبَ kelimesinden bedeldir. Buna göre kelamın takdiri, “Onların lisanları, en güzelinin kendileri için olduğunu söyler.” şeklindedir.
Buradaki الْحُسْنٰىۜ kelimesinin ne demek olduğu hususunda da iki görüş bulunmaktadır;
1. Bununla, oğullar kastedilmiştir. Yani onlar, “Kızlar Allah’ın; oğullar ise bizimdir.” demişlerdir. Onlar, kızların Allah’a ait olduğunu söylemelerinin yanısıra, kendilerini, işte bu sözlerinden dolayı, Allah’ın rızasını elde etmek ve hak din ve güzel mezhep üzere olmakla vasfetmişlerdir.
2. Onlar, cennetin kendileri için olduğuna, mükâfatın da Allah’tan olduğuna hükmetmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَا ’nın haberi mahzuftur.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ لَهُمُ النَّارَ sübut ve istimrar ifade eden cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُمْ, masdar harfi اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. النَّارَ ise اَنَّ ’nin muahhar ismidir. Masdar tevilindeki bu cümle, takdir edilen في harf-i ceriyle birlikte لَا’nın mahzuf haberine müteallıktır.
Ayetteki üçüncü masdar-ı müevvel cümlesi وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ, öncekine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette sarih masdar yerine, masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi, açık masdarın bu olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Oysa müşriklerin durumlarını bildiren bu ifadelerde olayın bir kere gerçekleştiği manası murad edilmemiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَهُمُ الْحُسْنٰى cümlesiyle لَهُمُ النَّارَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
“Onlara ateş vardır.” ifadesinde, bilinen, tahmini mümkün olan şeyleri söyleyerek sözü uzatmamak veya muhatabın muhayyilesine baş vurmasını sağlamak gibi sebeplerle yapılan îcâz-ı hazıf vardır. Takdiri, “Onlara ateş azabı vardır.” şeklindedir. Masdar-ı müevvel olan bu cümle لَا جَرَمَ ’nin faili olarak ref mahallindedir.
اَنَّ لَهُمُ النَّارَ [Şüphesiz onlar için ateş vardır.] ibaresi onların sözlerini reddeder ve zıddını ispat eder.
وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ [Şüphesiz onlar öncülerdir.] cümlesi de فرطته في طلب الماء deyiminden gelir ki “su aramada birini geçmek” demektir. Nâfi’ ر ’nın kesri ile مُفْرِط okumuştur ki günahlarda ifrata kaçmaktır. Şedde ile meftuh olarak مُفَرَّط da okunmuştur ki bu da suyu aramada öne geçmektir. Meksûr olarak da okunmuştur ki taatlarda kusur etmektir. (Beyzâvî)تَاللّٰهِ لَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تَاللَّهِ | Allah’a andolsun ki |
|
2 | لَقَدْ | muhakkak |
|
3 | أَرْسَلْنَا | elçi gönderdik |
|
4 | إِلَىٰ |
|
|
5 | أُمَمٍ | milletlere |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | قَبْلِكَ | senden önceki |
|
8 | فَزَيَّنَ | süsledi |
|
9 | لَهُمُ | onlara |
|
10 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
11 | أَعْمَالَهُمْ | yaptıklarını |
|
12 | فَهُوَ | O |
|
13 | وَلِيُّهُمُ | onların dostudur |
|
14 | الْيَوْمَ | bugün |
|
15 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
16 | عَذَابٌ | bir azab |
|
17 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
تَاللّٰهِ لَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ
تَاللّٰهِ car mecruru, takdiri أُقْسمُ (kasem ederim) olan mahzuf fiile müteallıktır.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَرْسَلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Müekellim zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰٓى اُمَمٍ car mecruru اَرْسَلْـنَٓا fiiline müteallıktır. قَبْلِكَ car mecruru اُمَمٍ mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru زَيَّنَ fiiline müteallıktır.
الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. اَعْمَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. فَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَلِيُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun
ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْيَوْمَ zaman zarfı olup وَلِيُّ ’ye müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ’ün sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَل۪يمٌ, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَاللّٰهِ لَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Muksemun bih olan تَاللّٰهِ, takdiri أقسم [Yemin ederim] olan mahzuf fiile müteallıktır.
Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
لَ ; mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiştir. لَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Önceki ayetteki lafza-i celâlden, bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.
اَرْسَلْـنَٓا fiilindeki نَا zamiri azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اُمَمٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.
فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Cümle فَ ile kasemin cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi sıygasında, faide-i haber ibtidai kelamdır. Car mecrur لَهُمُ, önemine binaen faile takdim edilmiştir.
Akabindeki cümle فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ, bu cümleye فَ atıf harfi ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
لَهُمُ [Onların] zamiri, Kureyş müşriklerini anlatıyor da olabilir. Çünkü şeytan eski ümmetlere de yaptıklarını süslü göstermişti. O halde Kureyş müşriklerinin velisi de şeytandır. Çünkü Kureyş müşrikleri de onlardandır. Yahut onların emsalinin velisi şeytandır. (Ebüssuûd)
Aynı üsluptaki وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle makabline atfedilmiştir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اَل۪يمٌ ile sıfatlanan عَذَابٌ muahhar mübtedadır.
Kelimedeki tenvin bu azabın tahayyül edilemeyecek evsafta olduğunun işaretidir. Kesret, nev ve tazim ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَل۪يمٌ sıfattır. Mevsufuna ait bir özelliği bildirme yoluyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
زَيَّنَ fiili tef’îl babındadır. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu) anlamı katmıştır.
زَيَّنَ اَعْمَالَهُمْ [Amellerini süsledi.] ifadesinde istiare vardır. Amel, sahip olunmuş maddi, elle tutulur bir nesne yerine konarak şeytanın onlar üzerindeki etkisi çarpıcı bir ifadeyle belirtilmiştir.
فَهُوَ وَلِيُّهُمُ [Onların velisi şeytandır.] demekle “Onlara hiçbir yardımcı yoktur.” demiş olmaktadır. Bu üslup idmâc sanatıdır.
عَذَابٌ - اَل۪يمٌ - الشَّيْطَانُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلِيُّ ; nerede olursa olsun kişinin yakını demektir ya da yardımcıdır ki en derin ifade ile yardımcıları yok demek olur. (Beyzâvî)
Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede, Resulullah’ı (s.a.), kendisini yalanlayanlara karşı teselli etmekte, geçmiş ümmetlere gönderilen peygamberlerin de ümmetleri tarafından yalanlandıklarını ve o ümmetlerin, kötü amellerini kendilerine süslü gösteren şeytana uyduklarını beyan etmekte, dünyada şeytanı dost edinenlere ahirette can yakıcı bir azap olduğunu bildirmektedir. (Taberî)
Cenab-ı Hakk, “İşte o, bugün de onların velisidir.” buyurmuştur. Bundan, Mekke kâfirleri kastedilmiş olup bu günde onların dostu ve velisi olan ise şeytandır. O gün, çok meşhur olduğu için, kıyamet gününe, normal olarak الْيَوْمَ (gün) kelimesi ıtlak edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ اِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا ف۪يهِۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | أَنْزَلْنَا | indirmedik |
|
3 | عَلَيْكَ | sana |
|
4 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
5 | إِلَّا | dışında |
|
6 | لِتُبَيِّنَ | açıklaman |
|
7 | لَهُمُ | onlara |
|
8 | الَّذِي | şeyi |
|
9 | اخْتَلَفُوا | ayrılığa düştükleri |
|
10 | فِيهِ | hakkında |
|
11 | وَهُدًى | ve yol gösterici |
|
12 | وَرَحْمَةً | ve rahmet |
|
13 | لِقَوْمٍ | bir kavim için |
|
14 | يُؤْمِنُونَ | inanan |
|
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ اِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا ف۪يهِۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكَ car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline müteallıktır.
الْكِتَابَ mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. اِلَّا hasr edatıdır.
لِ harfi, تُبَيِّنَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَنْزَلْنَا fiiline müteallıktır.
تُبَيِّنَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
لَهُمُ car mecruru تُبَيِّنَ fiiline müteallıktır.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذِي, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اخْتَلَفُوا ’dür. Îrabtan mahalli yoktur.
اخْتَلَفُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur. ف۪يهِۙ car mecruru اخْتَلَفُوا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. هُدًى mahzuf اَنْزَلْنَا fiilinin mef’ûlun lieclihidir.
رَحْمَةً kelimesi atıf harfi وَ ’la هُدًى ’e matuftur.
لِقَوْمٍ car mecruru رَحْمَةً ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. يُؤْمِنُونَ fiili قَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُبَيِّنَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اخْتَلَفُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ اِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا ف۪يهِۙ
وَ atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi kasemin cevabına matuftur. Menfi muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr üslubuyla tekid edilmiştir. مَا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, fiille müteallıkı arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır.
اَنْزَلْنَا fiili azamet zamirine isnad edilmiştir. Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyanî Tefsir Yolu, c. 2, s. 467)
Allah Teâlâ bu ayette, Kur'an’ı indirmesinin iki sebebini beyan ediyor. Bunlardan biri, insanların ihtilaf ettikleri zor meselelerin gerçek yüzünün açıklanmasıdır. Bunlar da Allah Teâlâ’nın çeşitli sıfatları, öldükten sonra dirilme, cennet ve cehenneme konulma, helal ve haramı birbirinden ayırt etme gibi akılla bilinemeyecek şeylerdir.
Diğeri ise iman eden insanlara doğruyu gösterme ve kendilerine merhamet etmedir. Zira Kur'an’a iman edenler, onun emir ve yasaklarına uymak suretiyle dünya ve ahirette Allah’ın gazap ve azabından kendilerini kurtarmış ve çeşitli nimetlerine kavuşmuş olurlar. Kur'an’dan daha büyük bir merhamet kaynağı düşünülebilir mi? (Taberî)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı تُبَيِّنَ cümlesi, mecrur mahalde olup لِ harfiyle birlikte اَنْزَلْنَا fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تُبَيِّنَ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذِي ’nin sılası اخْتَلَفُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
تُبَيِّنَ ile اخْتَلَفُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı mülhak vardır. İhtilaf etmek açıklamanın zıttı olmamakla birlikte ihtilaf edilen şeyler açıklanmadığında müphem kalacağından (veya açıklanmış şeyler insanı rahatlatıp ihtilaf konusu olan şeyler karışıklığa sebep olduğundan) bu iki kelime arasında tıbâk-ı manevi vardır.
وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Takdiri اَنْزَلْنَا olan mahzuf fiilin mef’ûlun lieclihidir. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.
رَحْمَةً kelimesi tezâyüf nedeniyle هُدًى kelimesine atfedilmiştir.
هُدًى وَرَحْمَةً ve لِقَوْمٍ kelimelerindeki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.
Hidayetin rahmetten önce zikredilmesi, vücut olarak hidayetin önce olmasından dolayı olsa gerektir. Kur'an’ın hidayet ve rahmet olması müminlere tahsis edilmiştir; çünkü Kur'an’ın eserlerini ganimet edinen müminlerdir. (Ebüssuûd)
Keşşâf sahibi şöyle demiştir: هُدًى ve رَحْمَةً ifadeleri, (...تُبَيِّنَ...) ifadesinin mahalline matufturlar. Ancak ne var ki bu iki kelime, mef’ûlün leh olarak mansubdur. Çünkü bu ikisi, kitabı indirenin fiilleridir (işidir). لِتُبَيِّنَ fiilinin başına لِ gelmiştir, çünkü bu indirenin değil, muhatabın işidir. Mef’ûlün leh ancak o failin işi olduğu zaman mansub kılınır.
Kelbî şöyle demiştir: “Cenab-ı Hakk’ın, Kur'an’ı inanan kimseler için bir hidayet ve rahmet olarak vasfetmesi, onun herkes için böyle olmasına aykırı değildir. Cenab-ı Hakk, Kur'an’ın bütün insanlar için hidayet olduğunu ayrıca Bakara Suresi 185 ayetinde de beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
لِقَوْمٍ için sıfat konumundaki son cümle يُؤْمِنُونَ, muzari fiil sıygasında teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْكِتَابَ - هُدًى - رَحْمَةً - يُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.Allah’ın sınırlarından uzaklaşan insan, kendince sınırlar çizmeye başlar çünkü her ne kadar inkar etse de veya beğenmese de onun sınırlara ihtiyacı vardır. Ancak, kısıtlı bilgisiyle çizdiği sınırlar, aşırıya kaçmakta ve farklı sıkıntılara sebep olmaktadır. Zamanla toplumlarda ortaya çıkan mantık dışı ve insana faydadan çok zarar veren gelenek/inanç/alışkanlıkların sebeplerinden biri de budur.
İnsanların çoğu, toplumlarda kalıplaşmış bu inançlara ya da geleneklere ayak uydurmaya çalışır. Bir çok kararında; elalem ne der, ne düşünür ve sorarsa ne diyeceğiz kaygısı ağır basar. Üstelik toplumdaki bu tür baskılardan dolayı, insanlar ellerinde olmadan yaşadıklarından suçlanır ve hatta utanır. Bu öyle bir suçluluk ve utanç sebebidir ki, verenin Allah olduğunu unuturcasına, insan belki düşüncelerinde, belki de hareketlerinde aşırıya kaçar.
Bunlara örnek olarak pek çok şey düşünülebilir ama geçmişten bugüne en meşhur ve belki de en anlamsız baskılardan biri; doğan çocuğun cinsiyetidir. İnsan; Allah’ın kendisine verdiği nimetlerden dolayı, sanki kendisindenmiş gibi övünme ve gururlanma eğilimine sahiptir. Bu yüzden de, Allah’ın takdiri sonucu, toplumun ve ailenin beklentisini karşılayamayanlar da aşağılanır.
İnsanı bu tür durumlarda en çok zorlayanlardan biri; toplumun beklentisini karşılamış kişilerin peşin hükümleridir. Onların çoğu, kendilerini şuna inandırmıştır: beklentileri karşılayamamış kişiler bunun üzüntüsünü-hayal kırıklığını her gün hissediyordur. Misal; çocuğu yoksa, erkek evladı yoksa, engelliyse vb. kesin hep üzülüyordur. Bunun böyle olmadığını yaşayan bilir. Ancak; nefsi, toplum baskılarına yenik düşen insanların kimisi, bu durumlarla barışmakta zorlanabilir.
Her şeyden önce Allah’a iman eden kul; imtihan dünyasında yaşadığının bilincindedir ve sahip olduğu ya da olmadığı nimetlerde bir hayır vardır. Her ne kadar günümüzde, her şey kontrolümüzde algısı işlense de aslında veren de, alan da Allah’tır. Kula düşen; şükretmek ve yardım dilemektir; sabretmek ve elinden geldiğince verileni kucaklamaktır; zorlandığı zamanlarda Rabbine sığınmak ve umutla beklemektir.
Ey en güzel sıfatların ve isimlerin sahibi olan Allahım! Bizi; sahip olduklarından dolayı büyüklenenlere ve başkalarını da küçümseyenlere benzemekten; başkasının derdini/nimetini gereksiz yere konuşmaktan; başkalarını boş yorumlarla üzmekten ve kalplerini kırmaktan; başkalarıyla ilgili peşin hüküm vermekten ve her şeyin en iyisini bildiğini sanmaktan koru. Bizi; konuştuğumuz boş sözlerden ve meşgul olduğumuz boş işlerden dolayı affet. Bizi; başka insanların ne düşündüğünden çok, Senin katında nasıl bir kul olduğu endişesini taşıyanlardan ve başkalarını eleştirmektense kendisine bakıp halini düzeltenlerden eyle.
Kulunun dünyadaki ve ahiretteki hali için neyin en hayırlısı olduğunu bilen Rabbine tevekkül edenlerden ve sığınanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji