12 Mart 2025
Nahl Sûresi 65-72 (273. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nahl Sûresi 65. Ayet

وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ۟  ...


Allah, gökten su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz bunda dinleyecek bir toplum için bir ibret vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاللَّهُ ve Allah
2 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
3 مِنَ -ten
4 السَّمَاءِ gök- س م و
5 مَاءً bir su م و ه
6 فَأَحْيَا ve diriltti ح ي ي
7 بِهِ onunla
8 الْأَرْضَ yeri ا ر ض
9 بَعْدَ sonra ب ع د
10 مَوْتِهَا ölümünden م و ت
11 إِنَّ şüphesiz
12 فِي vardır
13 ذَٰلِكَ bunda
14 لَايَةً elbette ibret(ler) ا ي ي
15 لِقَوْمٍ bir millet için ق و م
16 يَسْمَعُونَ işiten س م ع
Sûrenin baş kısmında Allah’ın varlığına, birliğine ve yaratıcı kudretine dair canlı ve cansız tabiattan deliller gösterilmiş (3-16. âyetler); ardından bu kesin delillere rağmen putları O’nun ortakları olarak tanıyan müşriklerin çeşitli yanlış inanç, kanaat ve davranışları eleştirilerek özelde onlara, genelde de benzer yanlışlıkları tekrarlayan bütün insanlara dinî düşünce, yaşayış ve âkıbetleriyle ilgili uyarıcı ve aydınlatıcı açıklamalar yapılmıştır. Burada ise tekrar insanların ibret nazarıyla bakıp inançlarını düzeltmelerini amaçlayan kanıtlara dönülmekte; özellikle yağmura, süte, bala ve insanın üremesi konusuna dikkat çekilmek suretiyle, insanların zihinleri bir defa daha metafizik problemlere yönlendirilmekte ve onlara bir bakıma tekrar inançlarını gözden geçirmeleri fırsatı verilmektedir.
 Allah’ın gökten su indirmesi yani yağmur olayı Kur’ân-ı Kerîm’de sık kullanılan kozmolojik delillerdendir. Burada yağmurun en genel ifadesiyle ölü toprağa can vermesine ve dolayısıyla organik hayatın oluşumuna dikkat çekilmektedir. Çünkü yeryüzünde proteinlerin oluşumundan uygarlıkların yükselmesine kadar gelişen olaylar zincirinin başlangıcı sudur, yağmurdur. Çöllerin ıssız kalmasının sebebi, orada yağmursuzluk yüzünden hayat şartlarının bulunmamasıdır. Tarihin muhtelif dönemlerinde çeşitli coğrafyalarda zaman zaman yaşanan uzun süreli kuraklıklar, insanların, üzerinde yaşadıkları toprakları, yurtlarını ve yuvalarını kitleler halinde terketmelerine yol açmıştır. Nitekim Türkler’in Orta Asya’dan batıya doğru yaptıkları göçlerin asıl sebebi de kuraklık olmuştur. İşte bunun içindir ki yüce Allah, engin rahmetinin eseri olarak yeryüzüne gökten su indirip orayı diriltmesini, şenlendirmesini kendi varlığının, yaratıcı kudretinin ve lutfunun bir kanıtı olarak ortaya koymaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 414-415

وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.

اَنْزَلَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni, mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  مَٓاءً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحْيَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

بِ  sebebiyyedir.  بِهِ  car mecruru  اَحْيَا  fiiline müteallıktır.  الْاَرْضَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

بَعْدَ  zaman zarfı,  اَحْيَا  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.

بَعْدَ  ve  قَبْلَ nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar. 

Ayette  بَعْدَ  başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَوْتِهَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَحْيَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حيي ’dir.

İf’âl babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir, mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اٰيَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. 

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

يَسْمَعُونَ۟  fiili  لِقَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

يَسْمَعُونَ۟  fiili  نَ  ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ 

 

Ayetin ilk cümlesi müstenefedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak için Allah ismiyle marife olmuştur. Müsnedin mazi fiil olması hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin fiil olarak gelmesi tahsis ifade eder. Yani suyu gökten indiren sadece Allah’tır. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üslupla gelerek haber cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen  فَاَحْيَا بِهِ cümlesi faide-i haber ibtaidaî kelamdır. 


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ۟

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَةً ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde de istiare vardır. Bu harfteki zarfiye özelliği nedeniyle işaret edilen ayet, içine girilecek maddi bir şeye benzetilmiştir. Câmi’, her ikisinde de bulunan mutlak irtibat özelliğidir. 

Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki  يَسْمَعُونَ  cümlesi,  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

قَوْمٍ  ve  لَاٰيَةً  kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade eder.

لَاٰيَةً  [ayet]  kelimesinin umum için olduğu halde dinleyen topluma tahsis edilmesi, istifade edenlerin, ancak dinleyenler olması sebebiyledir.

السَّمَٓاءِ - الْاَرْضَ  ve  اَحْيَا - مَوْتِهَا  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.  

السَّمَٓاءِ - الْاَرْضَ ve  اَحْيَا - مَوْتِهَا  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette bedî’ bir istiare vardır.  مَوْتِ  lafzı çorak, kuru anlamında kullanılmıştır. Yani kuruyup çoraklaştıktan sonra yağmurla hayat bulan yeryüzü, kuru olduğu zamanda ölüye benzetilmiştir. Allah yeryüzüne yağmurla hayat verdiği gibi beşere de hayat verir. Ayet-i kerimede ölü kalpler, çoraklaşmış ölü araziye benzetilmiştir. Kur’an kalplere hayat verir fakat küfür kalpleri öldürür. (İbni Kesir Tefsiri, 595/2 ve Sâbûnî, İbdâu’l Beyan)

Kur'an’ın en büyük gayesi ulûhiyet, nübüvvet, ahiret, kaza ve kader gibi dört temel unsuru izah etmek, iyice anlatmak, zihinlere yerleştirmek olup bu dört unsurdan da en büyüğü ulûhiyeti anlatmaktır. İşte bundan dolayı her ne zaman söz, kâfirlerle ilgili vaîd ve tehditler hakkında uzarsa Cenab-ı Hak tekrar ulûhiyeti izaha başlar. Bu surenin başında da Allah Teâlâ ulûhiyetin delillerini zikretmek istediğinde, söze önce feleklerin kütleleriyle; ikinci olarak insanla; üçüncü olarak hayvanlarla, dördüncü olarak bitkilerle, beşinci olarak da deniz ve karanın çeşitli hallerini zikretmekle başladı. İşte burada bu ayette de ulûhiyetin delillerini yeniden izaha başlayınca, söze semavat ile başlayarak “Allah gökten su indirdi de onunla yere, ölümünden sonra can verdi.” buyurmuştur. Bu, “Allah Teâlâ semayı, kendisinden yağmur yağacak bir tarzda yaratmış ve o yağmur da yerin can bulmasına sebep olmuştur.” demektir. “Yerin dirilmesi” ile kastedilen de ekinler, ağaçlar, çiçekler meyve vermezken meyve verenler haline gelmiş olan ağaçların, faydalı değilken faydalı hale gelmiş olan bitkilerin durumudur. Daha sonra Cenab-ı Hak “Şüphesiz bunda insafla ve düşünerek dinleyen kimseler için delil vardır.” buyurmuştur. Çünkü kalbiyle ve gönlüyle içinden gelerek kulak vermeyen, sanki duymayan bir sağır gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

يَسْمَعُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Nahl Sûresi 66. Ayet

وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَناً خَالِصاً سَٓائِغاً لِلشَّارِب۪ينَ  ...


Şüphesiz (sağmal) hayvanlarda da sizin için bir ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (süzülen) içenlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve şüphesiz
2 لَكُمْ sizin için
3 فِي vardır
4 الْأَنْعَامِ hayvanlarda ن ع م
5 لَعِبْرَةً ibret(ler) ع ب ر
6 نُسْقِيكُمْ size içiriyoruz س ق ي
7 مِمَّا olandan
8 فِي
9 بُطُونِهِ onların karınlarında ب ط ن
10 مِنْ
11 بَيْنِ arasıdan ب ي ن
12 فَرْثٍ fışkı ف ر ث
13 وَدَمٍ ile kan د م و
14 لَبَنًا süt ل ب ن
15 خَالِصًا halis خ ل ص
16 سَائِغًا lezzetli س و غ
17 لِلشَّارِبِينَ içenler için ش ر ب
Sağmal hayvan” diye çevirdiğimiz en‘âm kelimesinin koyun, keçi, sığır ve deveyi kapsadığı belirtilmektedir (İbn Atıyye, III, 404; Şevkânî, III, 197).
 Yeryüzünü yağmur suyu ile besleyip diğer birçok imkân yanında hayvanlar için besinlerin yetişmesini sağlayan yüce kudret, hayvanların aldığı gıdalardan oluşan sütün de insanlar tarafından besin olarak kullanılmasına dikkat çekmektedir. Arzı su ile besleyen Allah, insanı da muhtelif gıdalarla beslemekle birlikte besin değeri bakımından bunların başında süt geldiğinden âyette bu besin özellikle söz konusu edilmiştir. Yağmurun toprağı besleyiciliği yanında, yağmur olayının cereyanı da ibret konusu olduğu gibi sütün hem besleyiciliği hem de hayvan bedenindeki oluşumu, Allah’ın hikmetli yaratıcılığına delâleti bakımından son derece anlamlı olduğu için âyette bu hususa bilhassa dikkat çekilmiştir.
“Besin artıkları” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki fers kelimesi, gıdaların sindirim sırasında besleyici unsurları alınan ve artık canlının metabolizması için hiçbir değeri kalmayan, bir süre sonra dışkı halinde dışarı atılacak olan artıkları ifade eder. Âyette sütün, bu besin artığı ile kan arasında bir konumda olduğu belirtilmektedir. Çünkü besin artığı büsbütün faydasız bir maddedir, kan da hayvanın kendi bedeni için gereklidir; süt ise bir salgı bezi ürünü olup besin artığı gibi faydasız değildir; kan gibi hayvanın kendi bedeni için gerekli de değildir; bu ikisinin arasında bir konumda bulunmaktadır ki o da hayvanın bedeninden çıktıktan sonra içenlere yararlı bir madde olmasıdır.
 Âyetin bu kısmı şöyle de açıklanmıştır: Süt, vücuttaki besin artığının bulunduğu sistem ile kanın bulunduğu sistem arasından gelmekte, bunlara asla karışmamaktadır; bu sebeple de kimyasal yapısı ve özellikleriyle onlardan farklı bir değer taşımaktadır. Âdeta süt ile diğer iki madde (kan ve besin artığı) arasına Allah’ın kudretiyle bir perde çekilmekte, sütün bunlardan birine veya ikisine karışarak renk, tat ve kokusu bakımından saflığının bozulması önlenmektedir (bk. Zemahşerî, II, 334).
 Bize göre şöyle bir yorum da mümkündür: Besinlerin önemli bir kısmı kana karışmakta, bir kısmı da dışarı atılmaktadır. Bu ikisi dışında (arasında) kalıp vücudun yine besinlerden ürettiği bir nesne daha vardır ki bu da başkalarını besleyen ve içimi lezzetli olan süttür.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 415-416
لبن Lebene : لَبَنٌ süt demektir. Fiil olarak لَبِنَ ise süt içirmektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim olarak sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli labnedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

لَكُمْ  car mecruru  اِنَّ ’in mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  فِي  harf-i ceri sebebiyyedir. 

فِي الْاَنْعَامِ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

عِبْرَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. 


 نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَناً خَالِصاً سَٓائِغاً لِلشَّارِب۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  نُسْق۪يكُمْ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  نُسْق۪يكُمْ  fiiline müteallıktır.

ف۪ي بُطُونِه۪  car mecruru ism-i mevsûlün mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ بَيْنِ  car mecruru   نُسْق۪يكُمْ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  فَرْثٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

دَمٍ  atıf harfi  وَ la  فَرْثٍ ne matuftur.  لَبَناً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

خَالِصاً  kelimesi  لَبَناً in sıfatı olup lafzen mansubdur. 

سَٓائِغاً  kelimesi  لَبَناً in ikinci sıfatıdır.  لِلشَّارِب۪ينَ  car mecruru  سَٓائِغاً a müteallıktır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

نُسْق۪يكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سقي ’dır.

İf’âl babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

شَّارِب۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerredi  olan  شرب  fiilin ism-i failidir.

خَالِصاً  kelimesi; sülâsî mücerredi  olan  خلص  fiilin ism-i failidir.

سَٓائِغاً  kelimesi; sülâsî mücerredi  olan  سوغ  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ 

 

Ayet, önceki ayetteki …وَاللّٰهُ اَنْزَلَ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  

İlk cümle  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Lam-ı muzahlakanın dahil olduğu  لَعِبْرَةًۜ  muahhar mübtedadır. 

Mahzuf habere müteallık olan car mecrur  فِي الْاَنْعَامِ ’deki  فِي  harfi, sebebiyet ifade eder. (Mahmud Sâfî)


نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَناً خَالِصاً سَٓائِغاً لِلشَّارِب۪ينَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  نُسْق۪يكُمْ  fiiline müteallık ism-i mevsûl  مَّا ’nın sılası, mahzuftur.  ف۪ي بُطُونِه۪ , bu mahzuf sılaya mütallıktır. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

خَالِصاً  ve  سَٓائِغاً , ikinci mef’ûl olan  لَبَناً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

فَرْثٍ  -  دَمٍ  -  لَبَناً  kelimelerindeki tenvinler, nev ve tazim ifade eder.

اَنْعَامِ  فَرْثٍ  دَمٍ  -  بُطُونِه۪  ve  نُسْق۪يكُمْ  -  شَّارِب۪ينَ  -  لَبَناً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, 

مِنْ ‘lerde, reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

“İçenler için kolay…” ibaresinde idmâc vardır. Bir içeceğin içiminin kolay olması demek, içenlerin beğeneceği, hoşlanacağı bir içecek olması anlamını da taşır.

نُسْق۪يكُمْ : Ebu Ubeyde bu fiili,  نَ ’un dammesiyle okunmasını tercih ederek “Çünkü bu, devamlı bir içecektir. Bu gibi yerlerde genel olarak if’âl babı kullanılır.” demiştir.

Birinci  مِنْ  ba’z manasınadır, çünkü süt karınlarındakinin bir kısmından olur, ikincisi de ibtidaiyyedir. Mesela,  سقيتُ مِنَ الحوض  (havuzdan içtim) gibi. Zira fışkı ile kan arasında içirme işinin başladığı bir yer vardır.

İkinci  نسْق۪يكُمْ  , مِنْ ’e mütaallıktır ya da  لَبَناً ’den haldir, nekre olduğu ve ibret konusunun o olduğuna dikkat çekmek için ondan önce gelmiştir. (Beyzâvî)

Ayette  بُطُونِه۪  kelimesindeki zamir ayetin baş tarafındaki  اَنْعَامِ  ismine aittir. Normalde  في بطونها  denilmesi beklenirdi.

1.  الْاَنْعَامِ  lafzı, tıpkı  رهط  (cemaat),  قومٌ  (kavim),  بقر  (sığır),  نعام  (davar) kelimeleri gibi bir topluluğu, bir grubu ifade etmek için konulmuş olan müfred bir lafızdır. O halde bu, lafız cihetiyle müfred bir lafızdır. Binaenaleyh bunun zamiri de müfred zamiri olur ki bu zamir müzekker, mana bakımından da çoğuldur.

2. Bu, “Bizim bahsettiğimiz şeylerin karınlarında” manasındadır. Bu, Kisaî’nin bu konuda verdiği cevaptır. Müberred ise şöyle der: Bu husus, Kur'an’da yaygındır. Cenab-ı Hak Abese Suresi 11-12. Ayetlerde  كَلَّا إِنَّهَا تَذْكِرَةٌ ﴿١١﴾ فَمَن شَاءَ ذَكَرَهُ  buyurmuştur ki “Onunla öğüt almak isteyen herkes onunla öğüt alır.” takdirindedir. Bu, ancak müennesliği hakiki olmayanlar hakkında böyledir. Hakiki müennes olanlara gelince bu caiz olmaz.

3. Burada bir hazif bulunup onun takdiri “Size onun karnında bulunanların bir kısmından yani  sütten içiririz.” şeklindedir. Çünkü, onun karnında bulunanların tamamı süt değildir.

Ayetteki “İçenlerin boğazından kolaylıkla geçen” tabiri “içenlerin boğazlarından leziz ve afiyetli bir şekilde geçen…” demektir. Arapçada, “İçecek şey, boğazdan kolaylıkla geçti, sahibi yani içen de onu kolaylıkla geçirdi (yuttu).” denir. Bir başka ayette geçen [O, neredeyse onu yutamayacaktı. (İbrahim Suresi, 17)] ayetinde de bu manadadır. (Fahreddin er-Râzî)

الْاَنْعَامِ  kelimesi müfred formunda gelip cemi manası ifade eden bir lafızdır. Bu yüzden zamiri müfred olarak gelmiştir. Her bir deve, inek, koyun ve keçi grubunu niteler. (Âşûr)

لِلشَّارِب۪ينَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Nahl Sûresi 67. Ayet

وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ  ...


Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ ve
2 ثَمَرَاتِ meyvalarından ث م ر
3 النَّخِيلِ hurma ağaçlarının ن خ ل
4 وَالْأَعْنَابِ ve üzümlerden ع ن ب
5 تَتَّخِذُونَ elde edersiniz ا خ ذ
6 مِنْهُ onlardan
7 سَكَرًا sarhoşluk س ك ر
8 وَرِزْقًا ve bir rızık ر ز ق
9 حَسَنًا güzel ح س ن
10 إِنَّ şüphesiz
11 فِي vardır
12 ذَٰلِكَ bunda
13 لَايَةً elbette ibret(ler) ا ي ي
14 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
15 يَعْقِلُونَ aklını kullanan ع ق ل
İçki” diye çevirdiğimiz seker kelimesi sözlükte “sarhoşluk veren şey” anlamına gelir. İbn Abbas’a isnad edilen bir rivayete göre burada özellikle şarap kastedilmiştir. Başta Taberî olmak üzere (XIV, 138) bazı müfessirler ise kelimenin bu âyette mutlak olarak haram olmayan içecekler için kullanıldığını söylemişlerdir. Ancak, müfessirlerin çoğunluğu tarafından da belirtildiği üzere, seker kelimesinin “güzel rızık”tan ayrı zikredilmesi, onun –o dönemde henüz yasaklanmamış olmakla birlikte– makbul bir nesne olmadığını ima etmekte, bu da kelimenin sarhoşluk verici içki anlamına geldiği ihtimalini güçlendirmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 416

وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناًۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  65.ayete matuftur.  مِنْ ثَمَرَاتِ  car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; ثمر ’dir. 

ثَمَرَاتِ  muzâftır.  النَّخ۪يلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْاَعْنَابِ  kelimesi atıf harfi  وَ la  النَّخ۪يلِ e matuftur. 

تَتَّخِذُونَ  fiili, mukadder  ثَمَرَ in sıfatı olarak mahallen merfûdur.  تَتَّخِذُونَ  fiili  نَ un  sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهُ  car mecruru  تَتَّخِذُونَ  fiiline müteallıktır.  سَكَراً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

رِزْقاً  kelimesi atıf harfi  وَ la  سَكَراً a matuftur.  حَسَناً  kelimesi  رِزْقاً ın sıfatı olup lafzen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir, mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin muahhar isminin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اٰيَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٍ  mahzuf sıfatına müteallıktır.  

يَعْقِلُونَۙ  fiili  لِقَوْمٍ in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يَعْقِلُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناًۜ

 

Ayet, 65. ayetteki …وَاللّٰهُ اَنْزَلَ  cümlesine matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنْ ثَمَرَاتِ  mukadder mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelam olan  تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناًۜ  cümlesi, takdiri  ثمر  olan mukadder mübtedanın sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mef’ûl konumundaki  سَكَراً  ve  رِزْقاً  kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade eder.  رِزْقاً  için sıfat olan  حَسَناًۜ , ıtnâb babındandır.

مِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ  [Hurmanın ve üzümün meyvelerinden] ibaresi bir mahzufa müteallıktır yani size hurma ve üzümün şırasından içiriyoruz demektir.

تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً  [Ondan içki edinirsiniz.] cümlesi içirmeyi açıklamak için yeni bir söz başıdır, veya mahzuf bir  ثَمَرَ  kelimesi için sıfattır. 

النَّخ۪يلِ  -  ثَمَرَاتِ  -  لْاَعْنَابِ  -  رِزْقاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مِنْهُ  tekid için bir tekrardır veya sıfatı  تَتَّخِذُونَ  olan mahzufun haberidir yani مِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ ثمرًا تَتَّخِذُونَ مِنْهُ  demektir. Her iki mülahazaya göre zamirin müzekker olması mahzuf olan  عصير ’a muzâf olmasındandır ya da  ثَمَرَاتِ  kelimesi ثمر  manasınadır. سكر  ise masdardır, içkiye ad olmuştur. 

وَرِزْقاً حَسَناً  [Ve güzel bir rızık] yani kuru hurma, kuru üzüm, pekmez ve sirke gibi. Ayet eğer içki yasağından önce ise içkinin mekruh olduğunu göstermektedir, eğer sonra ise itâbı (kınama) da minneti de içine almaktadır.  سكر ’in hurma şırası olduğu da, yiyecek olduğu da söylenmiştir. (Beyzâvî)

Ayet-i kerimede, çeşitli meyvelerden elde edilen suların bize rızık olarak verildiği ifade edilmekte ve aklını kullanan insanlar için bunda Allah’ın varlığını, birliğini, kudret ve kuvvetini gösteren deliller bulunduğu beyan edilmektedir. (Taberî)

Eğer “İçki haramdır. Öyle ise Cenab-ı Hak nasıl onu nimetler sadedinde zikretmiştir?” denirse buna şu iki şekilde cevap verilir:

1. Bu sure, Mekkî'dir. İçkinin haram kılınışı ise Maide Suresinde gelmiştir. (O da Medenî'dir). Binaenaleyh bu ayetin nüzulü henüz içki haram değilken olmuş olur.

2. Burada bir neshin olduğunu söylemeye gerek yoktur. Çünkü Allah Teâlâ, bu şeylerde bulunan faydalı şeylerden bahsetmiş ve müşriklere bunlardan bahsederek hitap etmiştir. İçki ise onların içtikleri şey cinsindendir. O halde içki onlar açısından sırf bir faydadır. Hak Teâlâ sonra bu ayette onun haram kılınacağına da dikkat çekmiştir. Çünkü burada içki ile güzel bir rızkı ayrı ayrı zikretmiştir. Dolayısıyla içkinin güzel bir rızık olmaması gerekir. İçkinin, şehvet (nefsânî arzu) açısından güzel olduğu ve güzel göründüğünde şüphe yoktur. Binaenaleyh bu ifade ile onun şeriat nazarında güzel olmadığının söylenmiş olması gerekir. Bu da ancak onun haram kılınmış olması halinde mümkündür.(Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَةً ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde de istiare vardır. Bu harfteki zarfiye özelliği nedeniyle işaret edilen ayet, içine girilecek maddi bir şeye benzetilmiştir. Câmi’, her ikisinde de bulunan mutlak irtibat özelliğidir. 

Ayetin sonunda gelen muzari fiil sıygasındaki  يَعْقِلُونَ  cümlesi,  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

قَوْمٍ  ve  لَاٰيَةً  kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade eder.

لَاٰيَةً  [ayet] kelimesinin umum için olduğu halde dinleyen topluma tahsis edilmesi, istifade edenlerin, ancak dinleyenler olması sebebiyledir.

يَعْقِلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Nahl Sûresi 68. Ayet

وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ  ...


Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَوْحَىٰ şöyle vahyetti و ح ي
2 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
3 إِلَى
4 النَّحْلِ bal arısına ن ح ل
5 أَنِ
6 اتَّخِذِي edin ا خ ذ
7 مِنَ
8 الْجِبَالِ dağlardan ج ب ل
9 بُيُوتًا evler ب ي ت
10 وَمِنَ ve
11 الشَّجَرِ ağaçlardan ش ج ر
12 وَمِمَّا ve
13 يَعْرِشُونَ kurdukları çardaklardan ع ر ش
“İlham etti” şeklinde çevirdiğimiz evhâ fiilinin türetildiği vahiy kavramı [farklı anlamları için bk. “Tefsire Giriş” bölümü, “I. Kur’ân-ı Kerîm A) Tanımı ve özellikleri 2. Vahiy” başlığı] burada “canlının kendisine yararlı olanları alması, zararlılardan sakınması ve kendi geçimini sağlaması hususunda muhtaç olduğu becerileri Allah Teâlâ’nın onda yaratması” anlamındaki ilham karşılığında kullanılmıştır (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1156). Psikolojide buna içgüdü denmektedir.
 Arıya yapması ilham edilen “yuvalar”dan maksat, arıların ağaç kovukları gibi uygun doğal mekânlarda veya insanların özel olarak hazırladığı kovanlarda kendi ürünleriyle oluşturdukları petekler ve her petekte bulunan altıgen gözcüklerdir. Bal arısı, Allah’ın verdiği ilham veya içgüdü sayesinde, bizzat kendisinin ürettiği bal mumuyla kendi yuvasını yapmakta, dalak içine milimetrik ölçülerle altıgen prizma şeklinde gözcükler yerleştirmektedir. Âyetteki deyimiyle “her türlü besleyici ürünler”den nektar denilen bal ham maddesi ve çiçek tozu toplayarak bunları hem kendi tüketimi için hem de bal ve bal mumu yapmak için değerlendirmektedir. Bu arada meyve, sebze ve ekinlerde tozlaşmayı sağlama konusunda da bütün diğer böceklerin toplamından daha fazla iş görmektedir.
 Âyette arının ürettiği madde için “şerâb” (şerbet) kelimesinin kullanılması ilgi çekicidir. Arı topladığı nektarı, normal midesinden ayrı, özel olarak bu maksatla yaratılmış bulunan bal midesine toplayıp kovana taşımakta; burada bir genç arı bu maddeyi hortumuyla emip kendi midesine aktarmakta ve onu şerbet kıvamına gelecek şekilde işleme tâbi tutmaktadır. Artık bal hâsıl olmuştur; bundan sonra şerbet peteklerde bir süre havalandırılarak katılaşması sağlandıktan sonra, üzeri bal mumuyla kapatılıp izole edilmek suretiyle bozulması önlenir. Böylece Allah’ın lutuf ve ihsanıyla insanlar için besleyiciliği yanında şifa değeri de taşıyan yeni bir besin daha ortaya çıkmış olur. Bütün bunlar olağan üstü bir sanat kabiliyetinin tezahürü olup Allah’ın yaratıcı kudretini ve hikmetini hesaba katmadan, basit bir hayvanın böyle bir eseri ve ürünü nasıl meydana getirebildiği sorusunu cevaplandırmak mümkün değildir. “İşte bunda dadüşünen bir topluluk için delil bulunmaktadır.”
Kurtubî’ye göre âyetin “Onda (balda) insanlara şifa var” meâlinde-ki kısmı, bazı mutasavvıfların, “Velîlik makamına ulaşmak için belâlara razı olmak gerekir, velîye tedavi câiz değildir” şeklindeki fikrini çürüt-mektedir (X, 145-146). Balın şifalı olduğuna dair bazı hadisler de rivayet edilmiştir (bk. İbn Kesîr, IV, 501-503; Şevkânî, III, 200); ayrıca modern tıpta da bileşimindeki sakaroz, friktoz, protein, asit, organik ve madenî maddeler dolayısıyla balın hem şifa verici hem de koruyucu bir özelliğe sahip olduğu kabul edilmektedir. 
“Rabbinin koyduğu kanunlara boyun eğerek çizdiği yollardan git!” şeklinde çevirdiğimiz cümle, arıların uçuşlarında izlediği yolların da farklılığına ve ilginçliğine dikkat çekmektedir. 1940’larda yapılan bir tesbite göre arılar, genellikle güneşin konumundan yararlanarak yönlerini ayarlamakta; ayrıca rüzgârın yönü, dünyanın manyetik alanı gibi başka imkânlardan da yararlanmaktadır. Arıların, kovan üzerinde daire veya 8 çizerek birbirlerine yol tarif ettikleri, çiçek alanları hakkında bilgi aktardıkları, bu bilgileri alan diğer arıların, bilmedikleri çiçek alanlarını kolaylıkla buldukları, dönüşlerinde ise “arı hattı” denilen en kestirme yolu kullandıkları da bilinmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 416-418

وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ

 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istinâfiyyedir.  اَوْحٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. رَبُّكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلَى النَّحْلِ  car mecruru  اَوْحٰى  fiiline müteallıktır. 

اَنِ  tefsiriyyedir.  اتَّخِذ۪ي  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamir  ي  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنَ  harf-i ceri teb’izdir. 

مِنَ الْجِبَالِ  car mecruru  اتَّخِذ۪ي  fiiline müteallıktır.  بُيُوتاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ الشَّجَرِ  car mecruru atıf harfi  وَ la  مِنَ الْجِبَالِ ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte  مِنَ الْجِبَالِ ’ye matuftur. İsm-i mevsûlün sılası  يَعْرِشُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَعْرِشُونَ  fiili  نَ ’un subutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اتَّخِذ۪ي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastının yanında, Hz. Peygambere şan ve şeref ifade eder. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Tefsiriyye veya masdar harfi  اَنِ  ve akabindeki …اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً  cümlesi, vahyi açıklamaktadır. Takdir edilen  ب  harfiyle birlikte  اَوْحٰى  fiiline müteallıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

أنْ  tefsiriyyedir. İstiare-i temsiliyye için terşîh ifade eder. (Âşûr)

Cümledeki car mecrurlar مِنَ الشَّجَرِ  ve  مِمَّا , emir fiil  اتَّخِذ۪ي ‘ye müteallık olan  مِنَ الْجِبَالِ  matuftur.  مِنَ  harfiyle birlikte  اتَّخِذ۪ي  fiiline müteallık olan müşterek ism-i mevsûlün sılası olan  يَعْرِشُونَۙ , muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

بُيُوتاً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

مِنَ الْجِبَالِ ’deki  مِنَ , teb'iz içindir. (Muhyiddin Derviş) Bu konuda farklı görüşler zikredilmiştir.

İnsanların evlerinde yerleşmiş ve insanların mülkiyetinde bulunan arılar: Birincisi, “Dağlardan, ağaçlardan... evler edinin.” ifadesi  ile  ikincisi de “... onların kurdukları çardaklardan evler edinin.” ifadesi ile anlatılmıştır. Bu çardaklar, arıların petekleridir. Buna göre eğer “Bu ayetteki  مِنَ  harf-i cerlerinin manası nedir? Bunun yerine  في  harf-i ceri kullanılmalı değil miydi?” denilirse biz deriz ki: “Bununla ‘ba'diyet (kısmîlik)’ manası ile o arıların evlerinin, her dağ ve her ağaçta yapılmaması, aksine menfaatlerine uygun ve kendilerine münasip yerlerde yapılması kastedilmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)

الجِبالِ  ve ona matuf olan şeylerin başına gelen  مِنَ  harfi  في  manasındadır.  مِنَ  harfinin aslı ibtidaiyyedir. Burada zarf manasındaki  في  yerine gelmiştir. Çünkü arılar yuvalarını dağların oyuklarına, ağaç dallarına veya ağaç saplarına değil kendilerine özel olarak bina ederler. (Âşûr)

Cenab-ı Hak,   وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ  [Rabbin bal arasına ilham etti.] buyurmuştur. Arapça’da “ilham etmek” manasında  وحي  ve  أوحي  fiilleri kullanılır. Allah Teâlâ’nın, bal arısına ilham etmesi ise arıların içlerinde, bütün insanların akıllarının anlamaktan aciz kaldığı o enteresan (bal üretme) işini yerleştirmesi demektir. Vahiy, diğer canlılar (hayvanlar) hakkında da ilham manasına gelir.

اَنِ اتَّخِذ۪ي  ibaresi;  بأن اتخذي  demektir (اَنِ  mastariyedir).

اَنِ ’in müfessire olması da caizdir, çünkü vahyetmede söyleme manası vardır.

Zamirin müennes olması mana itibariyledir, çünkü  النَّحْلِ  müzekkerdir.

[Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurduğu çardaklardan] ibaresinde bazı manasına  مِنَ  kullanmıştır, çünkü arılar bütün dağlara, bütün ağaçlara, bütün asma veya çatılara ve her yere yuva yapmaz. Bal üretmek için yaptığı şeye  بُيُوتاً  (ev) denilmesi, insanın evine benzetildiği içindir. Çünkü onda öyle güzel sanat ve öyle doğru taksim vardır ki usta mühendisler ancak aletlerle ve ince araştırmalarla yapabilirler. Belki de buna dikkat çekmek için onu zikretmiştir.  ي ’den dolayı  ب ’nin kesri ile  بِيوتاً  de okunmuştur. (Beyzâvi)

[Senin Rabbin vahyetti.] ibaresinde tecrîd sanatı vardır.

مِنَ ‘lerin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

جِبَالِ  شَّجَرِ  ve  بُيُوتاً  يَعْرِشُونَۙ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

67-68 ayetlerdeki;  يَعْقِلُونَ  [Düşünüyorlar] ile  يَعْرِشُونَۙ  [Çardak yapıyorlar] cümlelerinde lüzum ma la yelzem sanatı vardır. 

يَعْرِشُونَۙ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Nahl Sûresi 69. Ayet

ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  ...


“Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum) için bir ibret vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 كُلِي ye ا ك ل
3 مِنْ
4 كُلِّ her çeşit ك ل ل
5 الثَّمَرَاتِ meyvalardan ث م ر
6 فَاسْلُكِي ve yürü س ل ك
7 سُبُلَ yollarında س ب ل
8 رَبِّكِ Rabbinin ر ب ب
9 ذُلُلًا boyun eğerek ذ ل ل
10 يَخْرُجُ çıkar خ ر ج
11 مِنْ
12 بُطُونِهَا onun karınlarından ب ط ن
13 شَرَابٌ bir içecek ش ر ب
14 مُخْتَلِفٌ çeşit çeşit خ ل ف
15 أَلْوَانُهُ renkleri ل و ن
16 فِيهِ onda vardır
17 شِفَاءٌ şifa ش ف ي
18 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
19 إِنَّ şüphesiz
20 فِي vardır
21 ذَٰلِكَ bunda
22 لَايَةً elbette bir ibret ا ي ي
23 لِقَوْمٍ bir millet için ق و م
24 يَتَفَكَّرُونَ düşünen ف ك ر
زلّ Zelle : زَلَّة Bu kelimenin asıl anlamı herhangi bir kasıt olmaksızın ayağın kaymasıdır. Kasıtsız işlenen suç/kabahat ve günaha da ayak sürçmesine benzetilerek زَلَّة denmektedir. Bu kökün istif’al babındaki formu إسْتَزَلَّهُ falan kişi onun ayağının kaymasının yollarını aradı ve buna çalıştı demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli zelle (sürçme)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ 

 

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمّ , matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

كُل۪ي  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamir  ي  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ كُلِّ  car mecruru  كُل۪ي  fiiline müteallıktır.  كُلِّ  muzâftır.  الثَّمَرَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اسْلُك۪ي  fiili  نَ un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamir  ي  fail olarak mahallen merfûdur. 

سُبُلَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّكِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذُلُلاً  kelimesi  سُبُلَ in hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ

 

Fiil cümlesidir.  يَخْرُجُ  merfû muzari fiildir.  مِنْ بُطُونِ  car mecruru  يَخْرُجُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شَرَابٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مُخْتَلِفٌ  kelimesi  شَرَابٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْوَانُ  kelimesi  ism-i fail olan  مُخْتَلِفٌ ün faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 

2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. Burada ism-i failin amel etme şartı sıfat olmasıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِ  cümlesi  شَرَابٌ un ikinci sıfatı olup mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

شِفَٓاءٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلنَّاسِ  car mecruru  شِفَٓاءٌ e müteallıktır.

مُخْتَلِفٌ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir, mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin muahhar isminin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اٰيَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. Nasb alameti fethadır.

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَةً  mahzuf sıfatına müteallıktır.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  لِقَوْمٍ in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat, marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ 

 

Ayetin ilk cümlesi  ثُمَّ  atıf harfi ile …اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ  cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üslupta gelen  فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

الثَّمَراتُ  kelimesi  ثَمَرَةٍ  kelimesinin cemisidir.  الثَّمَرَةِ  kelimesinin aslı hurma ve üzüm gibi ağacın ürettiği şeydir. Bal arısı meyvelere dönüşmeden önce çiçekleri emer. Ayette  الثَّمَرَاتِ  lafzı, mecâz-ı mürsel yoluyla çiçekler için kullanılmıştır. (Âşûr) 

Veciz anlatım kastıyla gelen,  سُبُلَ رَبِّكِ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan zamir dolayısıyla Hz. Peygamber, yine Rabb ismine muzâf olması dolayısıyla  سُبُلَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ذُلُلاً  kelimesi,  ذَللا ’un çoğuludur ki o da  سُبُلَ ’den haldir yani  Allah’ın sana hor kıldığı ve sana kolaylaştırdığı yollara demektir. Ya da  فَاسْلُك۪ي ’deki zamirden haldir yani ‘sen emrolunduğun şeye hor ve itaatkâr kılınmış olarak git’ demektir. (Beyzâvî)


  يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygası cümleye hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Çıkmanın teceddüdüne ve tekrarına işaret etmek için muzari fiil getirilmiştir. (Âşûr) 

اَلْوَانُهُ  kelimesi,  مُخْتَلِفٌ ’un  failidir. Çünkü  مُخْتَلِفٌ , ism-i fail olarak fiil gibi amel etmiştir.

ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ  cümlesi  شَرَابٌ ’un ikinci sıfatıdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪يهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  شِفَٓاءٌ  kelimesinin tenkiri, şifayı tazim veya bir kısım şifa anlamı içindir. (Muhyiddin Derviş, Îrab) 

Hal ve sıfat ıtnâb sanatıdır.

كُل۪ي  ile  مِنْ كُلِّ  [Hepsinden] arasında cinâs-ı nakıs vardır. (Safvetü't Tefasir)

رَبِّكِ  ile  يَخْرُجُ  kelimeleri arasında muhatapdan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Bu ayette iki istiare vardır:

Birincisi  ذُلُلاًۜ  kelimesinin  النَّحْلِ ’e değil de  سُبُلَ ’e ait kabul eden görüşe göre Allah Teâlâ’nın “Rabbinin sana kolaylaştırdığı (beslenme) yollarına gir.” sözüdür. Burada  ذَللا  kelimesinin çoğulu olarak  ذُلُلاًۜ  gerek insanların gerekse toynaklı develerin ayaklarının kolayca ve rahatça yürüyeceği şekilde olduğu için “düzlenip elverişli hale getirilmiş yollar” demektir ki (ayette) bu tür yollar, yolculuk ve nakliyeye alıştırılmış bulunan uysal develere (إبل الذللا) benzetilmiştir.

Diğer istiare de, Yüce Allah’ın  “يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ  Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet çıkar.” sözüdür. Buradaki “şerbet (şerab)” ile kastedilen baldır. Ancak araştırmacı alimlere göre bal, arıların karınlarından çıkmaz. Arılar ağaç yaprakları ile bitkilerin kıvrım ve katmanlarına konup, buldukları bal özünü yerlerinden ağızlarıyla alıp taşırlar. Çünkü bal özü, çiğ tanelerinin düştüğü gibi malum vasıflarıyla özel mekânlara düşer. Arılar da kendilerine ilham edilmiş içgüdüleriyle bu yerleri araştırır ve oraları tanıyarak (topladıkları bal özünü) ağızlarıyla kovanlarına ve kendileri için hazırlanmış yerlere taşırlar. Yüce Allah’ın  يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا  [karınlarından çıkar] sözüyle kastedilen, “karınları cihetinden” demektir ki “karınları ciheti” de onların ağızlarıdır. Bu, (ilahi beyanın) sırlarından ve bu kelamın çok değerli anlatımlarındandır. Bazıları da şöyle demiştir: Bal, bitkilere sunulan ince tatlı ve lezzetli bir hal alır. Arılara onun bulunabileceği yerleri araştırıp bulma yeteneği verildiğinden, onun üzerine konup dillerini onun içine batırırlar; bu tatlı özü oradan alarak ağız içine çekip toplar ve onu kovanlarına, yuvalarına taşırlar. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

Cenab-ı Hak “Onların karınlarından çıkar.” buyurmuştur. Bu, muhatap sıygadan gaib sıygaya dönülen bir üsluptur. Bunun sebebi şudur: Bunların zikredilmesinin maksadı, mükellef olan insanın bunlar ile Allah’ın hikmetine, kudretine ve gerek ulvî gerekse süflî alemdeki her şeyi güzel ve yerli yerinde düzenleyip yürüttüğüne istidlal etmesidir. Buna göre sanki Cenab-ı Hak arıya, önceki ifadeleri ile hitap edince insana dönerek “Biz, o arıların karınlarından renk renk içecekler çıkartmak için, arıya bu enteresan şeyleri ilham ettik.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَةً ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11) 

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Ayetin sonunda muzari fiil sıygasındaki  يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. 

قَوْمٍ  ve  لَاٰيَةً  kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade eder.

ذٰلِكَ , bu delillere dikkat çekmek ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için gelmiştir. اِنَّ ‘nin haberine müteallık olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.

Cümlenin değişen son kelimesinin sırasıyla “işiten”, “akleden” ve “tefekkür eden” olması dikkat çekicidir.

Ayetin son cümlesi 65 ve 67. ayetlerin son cümlesiyle bir kelime hariç birebir aynıdır. Bu cümleler arasında mukabele, tekrarlanan aynı kelimeler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل  ) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

“Şüphesiz bunda düşünen bir kavim için elbette bir ayet vardır.” çünkü kim arıya özel olarak bu ince ilimlerin ve acayip fiillerin verildiğini hakkı ile düşünürse, bunun güç ve hikmet sahibi Allah’ın ilhamı ve bu ilhama sürüklemesi ile olduğunu kesin olarak anlar. (Beyzâvî)

يَتَفَكَّرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Nahl Sûresi 70. Ayet

وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟  ...


Allah, sizi yarattı. Sonra sizi öldürecek. İçinizden kimileri de, bilgili olduktan sonra hiçbir şeyi bilmesin diye ömrünün en düşkün çağına ulaştırılır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeye) hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاللَّهُ ve Allah
2 خَلَقَكُمْ sizi yarattı خ ل ق
3 ثُمَّ sonra
4 يَتَوَفَّاكُمْ öldürür و ف ي
5 وَمِنْكُمْ ve içinizden
6 مَنْ kimi
7 يُرَدُّ itilir ر د د
8 إِلَىٰ
9 أَرْذَلِ en reziline ر ذ ل
10 الْعُمُرِ ömrün ع م ر
11 لِكَيْ diye
12 لَا
13 يَعْلَمَ hiçbir şeyi bilmez olsun ع ل م
14 بَعْدَ sonra ب ع د
15 عِلْمٍ bilgiden ع ل م
16 شَيْئًا biraz ش ي ا
17 إِنَّ doğrusu
18 اللَّهَ Allah
19 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
20 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر
Yaratan da yaşatan da vakti geldiğinde vefat ettiren de Allah’tır; putlar vb. düzmece tanrılar değildir. İnsanın organik ve zihinsel yeteneklerinin en zayıf ve verimsiz noktaya geldiği ileri yaşlılık dönemine bu âyetin metnindeki deyimiyle, “erzel-i ömür” (ömrün en rezil, en düşkün dönemi) denmektedir. İnsan için ölmek, çok yaşayıp böyle bir hale düşmekten daha hayırlı olabilir. Son tahlilde hakkımızda neyin hayırlı, neyin hayırsız olduğunu en iyi Allah bilir; insan bilir iken bilmez olur; Allah’a gelince, O’nun ilmi de kudreti de eksiksiz, kusursuz ve sonsuzdur; mümine düşen O’nun hükmüne razı olmaktır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 420
“Erzel-i ömür “ hayatın en kötü devresi olup, başkalarına bir şeyler öğreten insanın bildiğini unuttuğu, duygularını yitirdiği, kendine bakamayacak hale geldiği bir dönemdir. Resul-i Ekrem Efendimiz “ Allah’ım! Erzel-i ömre döndürülmekten Sana sığınırım” diye dua ederdi
(Buhâri, Daavât 37,41,44; Müslim, Zikir 52).

وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istinâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. 

خَلَقَكُمْ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  خَلَقَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamiri  كُمْ  mef’ûlün bih  olarak mahallen mansubdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَوَفّٰي  elif üzere mukadder fetha ile merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  مِنْكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda muahhar olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ dır. Îrabtan mahalli yoktur.

يُرَدُّ  meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو dir.

اِلٰٓى اَرْذَلِ  car mecruru  يُرَدُّ  fiiline müteallıktır. 

اَرْذَلِ  muzâftır. الْعُمُرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لِ  ta’liliyyedir.  كَيْ  masdar harfidir. 

كَيْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceri ile birlikte  يُرَدُّ  fiiline müteallıktır. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمَ  mansub muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mef’ûlün leh olan belli başlı cümleler vardır. Bunlar:

1.  كَيْ  ve  لِكَيْ  ile başlayan fiil cümleleri.

2. Lam-ı ta’lil  (لِ) ,(لِاَنْ)  ile başlayan fiil cümleleri.

3. Sebep bildiren  حَتَّى  ile başlayan fiil cümlesi.

4. لِاَنَّ  ile başlayan isim cümlesi.

لِكَيْ لَا يَعْلَمَ  cümlesi burada  لِكَيْ  ile başladığı için mef’ûlün lehdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَعْدَ  zaman zarfı olup  يَعْلَمَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.

عِلْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  شَيْـٔاًۜ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

بَعْدَ  ve  قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamm üzere mebni olurlar. 

Ayette  بَعْدَ  başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْذَلِ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

اَرْذَلِ  kelimesi marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَوَفّٰيكُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dır.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.


 اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ   tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  قَد۪يرٌ۟  ikinci haberdir.

عَل۪يمٌ  ve  قَد۪يرٌ۟  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ 

 

وَ  istînâfiyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, inkârî kelamdır. 

Bu ayette tahsis açıktır. Burada olduğu gibi müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet ve müsnedin fiil olması halinde bu terkip, Sa’d ve Fadıl Hasan Abbas’a göre tahsis ifade eder. Çünkü bu zikredilen fiiller (خَلَقَكُمْ ve يَتَوَفّٰيكُمْ) Allah Teâlâ’ya aittir. O’ndan başkası bu fiilleri yapamaz. Ancak bazen bu terkip, hükmü takviye de ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin müsnede tahsis olduğunu ifade etmek için müsned fiil olarak getirilmiştir. (Âşûr)

يَتَوَفّٰيكُمْ  cümlesi, terahi ifade eden  ثُمَّ  harfi ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Muzari fiil sıygası cümleye teceddüt ve tecessüm anlamları katmıştır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ  cümlesiyle  ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

 

  وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ 

 

Cümle, takdiri  منكم من يبقى سليم الجسم حتّى يموت  [Ölene kadar sağlıklı kalanlarınız vardır.] olan mukadder istînâfa matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مِنْكُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ in sılası …يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ , muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

أرْذَلِ ’nin العُمُرِ ’a izafeti mecaz-ı aklî yoluyla sıfatın mevsufuna izafeti şeklindedir. (Âşûr)

Masdar harfi  كَيْ  ve akabindeki  لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ  cümlesi, başındaki harf-i cerle birlikte  يُرَدُّ  fiiline müteallıktır. Fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum binada mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Masdar-ı müevvel cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْـٔاً ’deki tenvin, kıllet ve nev,  عِلْمٍ ’deki ise kesret ve tazim ifade eder. Menfi siyakta nekre umuma işarettir.

عِلْمٍ ’deki tenkir cins içindir. (Âşûr)

لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـٔاً  ibaresi unutmaktan, اَرْذَلِ الْعُمُرِ  çok yaşlanmaktan kinayedir. 

يَعْلَمَ - عِلْمٍ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَا يَعْلَمَ  -  عِلْمٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede, biz kulları hakkında dilediği şekilde nasıl tasarrufta bulunduğunu, bizleri yoktan var ettikten sonra bir kısmımızı ihtiyarlıktan önce vefat ettirdiğini, diğer bir kısmımızı ise daha önce bildiklerimizi bilmeyecek derecede ileri bir yaşa vardırdığını ve bundan sonra vefat ettirdiğini beyan etmektedir.

Enes b. Malik diyor ki: “Resulullah (sav) Allah’a sığınarak şöyle dua ederdi: ‘Ey Allah’ım, tembellikten Sana sığınırım. Korkaklıktan Sana sığınırım. Çok yaşlanmaktan Sana sığınırım. Cimrilikten Sana sığınırım.’” (Buhari, Kitabu’d Da’vât, Bab: 42 (Taberî))

 

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Allah'ın  عَل۪يمٌ  -  قَد۪يرٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında  وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

عَل۪يمٌ  ve  قَد۪يرٌ۟  kelimelerinin her ikisi de mübalağa ifade eden kiplerdir. (Safvetü't Tefasir)
Nahl Sûresi 71. Ayet

وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ  ...


Allah, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere vermezler ki rızıkta hep eşit olsunlar. Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاللَّهُ Allah
2 فَضَّلَ üstün kıldı ف ض ل
3 بَعْضَكُمْ kiminizi ب ع ض
4 عَلَىٰ üzerine
5 بَعْضٍ kiminiz ب ع ض
6 فِي
7 الرِّزْقِ rızıkta ر ز ق
8 فَمَا değildir
9 الَّذِينَ
10 فُضِّلُوا üstün kılınanlar ف ض ل
11 بِرَادِّي verip de ر د د
12 رِزْقِهِمْ kendi rızıklarını ر ز ق
13 عَلَىٰ
14 مَا
15 مَلَكَتْ altında bulunanlara م ل ك
16 أَيْمَانُهُمْ ellerinin ي م ن
17 فَهُمْ onlar
18 فِيهِ onda
19 سَوَاءٌ eşit olacak şekilde س و ي
20 أَفَبِنِعْمَةِ ni’metini mi? ن ع م
21 اللَّهِ Allah’ın
22 يَجْحَدُونَ inkar ediyorlar ج ح د
İnsanlar, Allah’ın takdiri ile doğuştan getirdikleri kabiliyetlerin, ayrıca yine ilâhî takdire bağlı olarak yaşadıkları sürece karşılaştıkları imkân ve fırsatların azlığına veya çokluğuna, elverişli olup olmamasına ve bunları farklı şekillerde değerlendirmelerine göre rızıkları, kazançları farklı olmuştur ve olacaktır. İnsan, sahip olduğu servetle değil onu nasıl kullandığı ile değerlendirilir. “Ellerinin altındakiler”den maksat, özel anlamda köleler, daha genel olarak kişinin, bakımından, geçiminden sorumlu bulunduğu yakınlarıyla çalıştırdığı, hizmetinden istifade ettiği insanlardır. Âyette servet sahibinin, bu insanları –temel ihtiyaçların karşılanması bakımından– servetinden kendisiyle aynı seviyede yararlandırması öngörülmekte; bu ilkeyi içtenlikle benimseyip uygulamakta isteksiz davranmanın, “Allah’ın nimetini inkâr” anlamı taşıdığına işaret edilmekte ve bu şekilde olumsuz davranış sergileyenler kınanmaktadır. Bu öğretisiyle âyet, İslâm’ın eşitlik, adalet, dayanışma, paylaşma gibi sosyal değerlere verdiği önemin veciz bir ifadesidir. Nitekim bu hususta Resûlullah da şöyle buyurmuştur: “Elinizin altındakiler (köleler, hizmetliler, çalışanlar) sizin kardeşlerinizdir; Allah onları size emanet etmiştir. Şu halde kimin yanında bu şekilde kardeşi bulunuyorsa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara ya güçlerinin yetmeyeceği ağır işler yüklemeyin veya yüklerseniz siz de yardım edin” (Buhârî, “Îmân”, 22; Müslim, “Eymân”, 40).
 Âyette, Mekke’nin putperest ileri gelenlerinin, köleleri kendilerine eşit saymazken putlarını Allah’a ortak koşup eşit saymalarına karşı bir eleştiri anlamı bulunduğu da belirtilmektedir (Zemahşerî, II, 336; İbn Kesîr, IV, 504-505).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 420-421
Riyazus Salihin, 1363 Nolu Hadis
Ma’rûr İbni Süveyd şöyle dedi:
Ben, Ebû Zer radıyallahu anh’ı üzerinde değerli bir elbise ile gördüm. Aynı elbiseden kölesinin üzerinde de vardı. Kendisine bunun sebebini sordum; Ebû Zer, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  zamanında bir adama sövdüğünü ve onu annesinden dolayı ayıpladığı-
nı anlattı. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  ona şöyle dedi:
“Sen, kendisinde Câhiliye huyu bulunan bir kimsesin. Onlar sizin hizmetçileriniz ve aynı zamanda kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa, kendi yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de giydirsin. Onlara üstesinden gelemeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yükleyecek olursanız kendilerine yardım ediniz.”
(Buhârî, Îmân 22, Itk 15; Müslim, Eymân 40)

وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. فَضَّلَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

فَضَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir. 

بَعْضَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلٰى بَعْضٍ  car mecruru  فَضَّلَ  fiiline müteallıktır.  فِي الرِّزْقِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır. 

فَضَّلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فضل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  فُضِّلُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

فُضِّلُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

بِ  harf-i ceri zaiddir.  رَٓادّ۪ي  lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  رِزْقِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  رَٓادّ۪ي ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

مَلَكَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اَيْمَانُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. 

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

ف۪يهِ  car mecruru  سَوَٓاءٌ ’ün mahzuf haline müteallıktır.

سَوَٓاءٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 


 اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ

 

Hemze istifhâm harfidir.  فَ  atıf harfidir.  بِنِعْمَةِ  car mecruru  يَجْحَدُونَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. 

اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يَجْحَدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ 

 

Ayet,  اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

فِي الرِّزْقِۚ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla   الرِّزْقِۚ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الرِّزْقِۚ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)


فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ 

 

 

Cümle,  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır. Cümleye dahil olan  مَا , nakıs fiil  لَيْسَ  gibi amel etmiştir.  مَا ’nın isminin ism-i mevsûlle gelmesi, sonradan gelen habere dikkat çekmek içindir. Sılası فُضِّلُوا , meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

لَيْسَ ’ye benzeyen  مَا nın haberi olan  بِرَٓادّ۪ي رِزْقِهِمْ ’e dahil olan zaid  بِ  harfi tekid ifade eder. 

Habere müteallık olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ , mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي  cümlesine matuf olan  فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki iki  مَا ’dan ilki  لَيْسَ  gibi amel eden nefy harfi, ikincisi ise tevcih ihtiva eden ism-i mevsûldür. Aralarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları mevcuttur.

فَضَّلَ - فُضِّلُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası,  رِزْقِ - هِمْ - بَعْضٍ  kelimelerinin tekrarında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ  ibaresi köle ve cariyeden kinayedir.

سَوَٓاءٌ - فَضَّلَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ  cümlesiyle,  فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

 

  اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ

 

 

فَ  atıf, hemze inkari istifham harfidir. Ayetin bu son cümlesi, takdiri  يشركون  [şirk koşarlar] olan mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

İnkârî istifham olan bu cümle, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İnkârî istifham içeren ifadelerdeki belâgî kuvvet, inkârı, fiilin kendisine tevcih etmekte yoktur.

Cümlede car mecrur  بِنِعْمَةِ , siyaktaki önemine binaen amili olan  يَجْحَدُونَ ’ye, takdim edilmiştir.

Veciz ifade kastıyla gelen,  بِنِعْمَةِ اللّٰهِ  izafetinde  اللّٰهِ  ismine muzâf olan  نِعْمَةِ , tazim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Kalplerde haşyet duygularını artırmak için, zamir makamında zahir isim zikredilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette Allah kendi yarattıklarını kendisine ortak kabul eden müşriklere “Siz elinizin altında çalışanları servetlerinize ortak edip onları kendinizle aynı konuma getirmiyorsunuz da bunu neden Allah’a layık görüyor ve onları Allah’a ortak koşuyorsunuz.” demektedir. Fakat ifade içerisinde gelir dağılımındaki adaletsizliğe de bir imada bulunulduğunu görmek mümkündür. (İdmac sanatı) (Hasan Uçar Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bazılarına göre bu ayet-i celile şu anlama gelmektedir: “İnsanın zengin veya fakir oluşu, Allah’ın takdiriyledir. Zira rızkı veren ancak Allah’tır, İnsanların bir kısmını diğerlerinden, dünyadaki rızık bakımından üstün kılmıştır. Kendilerine fazlaca rızık verilenler, elleri altında bulunanları rızıklandırdıklarını sanmasınlar. Çünkü Allah tarafından rızıklandırılma bakımından herkes eşittir. O halde kendilerine fazla rızık verilenler, bu verilenlerin hakkını ifa etmeyerek Allah’ın nimetlerine karşı nasıl nankörlük ederler? Onlar, bu rızıkları, kendi güçleriyle elde ettiklerini sanırlar. Böyle yanlış bir zanna kapılmasınlar.”

Diğer bir kısım müfessirlere göre ise ayetin izahı şöyledir. “Ey Allah’a ortak koşan müşrikler, sizler, Allah’ın size rızık olarak verdiği şeyleri, emirleriniz altında bulunan köle ve işçileriniz gibi insanlara vererek mal ve servet bakımından onlara eşit olmak istemezsiniz. O halde nasıl olur da Hz. İsa gibi Allah’ın yarattığı bir kulun veya cansız putların, Allah’a, onun mülkünde ortak olduklarını iddia edersiniz? O halde Allah’ın size vermiş olduğu nimetlerin bir kısmını putlara ayırarak onun nimetlerine karşı nasıl nankörlük edersiniz? Taberi ve İbni Kesir bu son görüşü tercih etmişlerdir.” (Taberî)


أفَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ  cümlesi  فَما الَّذِينَ فُضِّلُوا بِرادِّي رِزْقِهِمْ  cümlesi üzerine tefridir. Bu yüzden kınama; kendilerine rızık verilen, bolluk-genişlik sahibi olan ve bu sebeple diğerlerinin efendileri konumuna geçen müşrik grubuna yöneltilmiştir. (Âşûr)

Ardından, فَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ  ifadesi ile asıl ima edilen şey açıklanmaktadır. (Âşûr)

يَجْحَدُونَ  fiili يَكْفُرُونَ manasını ihtiva etmesi sebebiyle بِ harfi ceriyle birlikte gelmiştir. بِ  harfi, fiilin mef’ule olan bağlılığına yapılan vurguyu tekid içindir. (Âşûr)

 
Nahl Sûresi 72. Ayet

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ  ...


Allah, size kendi cinsinizden eşler var etti. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar verdi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı. Öyleyken onlar batıla inanıyorlar da Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاللَّهُ Allah
2 جَعَلَ yarattı ج ع ل
3 لَكُمْ size
4 مِنْ
5 أَنْفُسِكُمْ kendi nefislerinizden ن ف س
6 أَزْوَاجًا eşler ز و ج
7 وَجَعَلَ ve yarattı ج ع ل
8 لَكُمْ size
9 مِنْ
10 أَزْوَاجِكُمْ eşlerinizden ز و ج
11 بَنِينَ oğullar ب ن ي
12 وَحَفَدَةً ve torunlar ح ف د
13 وَرَزَقَكُمْ ve sizi besledi ر ز ق
14 مِنَ
15 الطَّيِّبَاتِ güzel rızıklarla ط ي ب
16 أَفَبِالْبَاطِلِ hâlâ batıla mı? ب ط ل
17 يُؤْمِنُونَ inanıyorlar ا م ن
18 وَبِنِعْمَتِ ve ni’metine ن ع م
19 اللَّهِ Allah’ın
20 هُمْ onlar
21 يَكْفُرُونَ nankörlük ediyorlar ك ف ر
Kadınlar da erkekler de aynı kökten, insan türündendir; dolayısıyla birbirine eşit konumda olup ilke olarak cinsiyet farkı bir ayırım sonucunu doğurmaz; hatta evlât ve torunlar da (sürüp giden nesiller) ana babalarıyla temel değerlerde eşittirler. Bu sebeple karşılıklı hak ve sorumlulukların dayanağı ontolojik değil ahlâkîdir. Şu halde cinsiyet farkı ve bunun bir sonucu olan üreme süreci, evlilik, aile kurumu ve bu kuruma bağlı olarak koca, eş, evlâtlar, torunlar şeklinde statülerin oluşması, insan hayatını geliştiren, zenginleştiren, değerlerin oluşmasına zemin oluşturan ilâhî lutuflardır, nimetlerdir. Bu sebeple Allah-insan ilişkisine ve insanların hayattaki gerçek rollerine bu şekilde bakmayan, Allah’ın birliği, irade ve kudretinin mutlaklığı inancına aykırı olarak tamamen cansız ve güçsüz nesnelere Allah’a denk bir değer yükleyen müşrikler, âyette “bâtıla inanıp Allah’ın nimetine karşı nankörlük etmek”le suçlanmaktadır.

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.

جَعَلَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ اَنْفُسِكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَزْوَاجاً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 


 وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la önceki  جَعَلَ  fiiline matuftur.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri  هو dir. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ اَزْوَاجِ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır. 

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَن۪ينَ  mef’ûlün bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir.

حَفَدَةً  atıf harfi  وَ ’la  بَن۪ينَ ’e matuftur.

وَ  atıf harfidir.  رَزَقَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنَ الطَّيِّبَاتِ  car mecruru  رَزَقَكُمْ  fiiline müteallıktır.

 

اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ

 

Hemze istifhâm harfidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِالْبَاطِلِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır.

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  بِنِعْمَتِ  car mecrur  يَكْفُرُونَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَكْفُرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَكْفُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْبَاطِلِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بطل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ

 

Ayet, …وَاللّٰهُ فَضَّلَ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle  وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

مِنْ اَنْفُسِكُمْ  ve  مِنْ اَزْوَاجِكُمْ  ibarelerindeki  مِنْ  harflerinde tecrîd sanatı vardır. 

Bu harflerden ilki  teb'iz, ikincisi ibtidaiyye içindir. (Âşûr) 

Mef’ûl olan  اَزْوَاجاً ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً   cümlesi haber olan önceki …جَعَلَ لَكُمْ  cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. 

جَعَلَ لَكُمْ  cümlesindeki  لِ  harf-i ceri tadiye  içindir. Muhatap cemi zamiri bütün insanlara yöneliktir. (Âşûr)

بَن۪ينَ  ve  حَفَدَةً  kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade eder.

وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ  cümlesi makabline hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. 

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً  [Allah Teâlâ sizin için eşler kıldı.] ifadesinden sonra eşlerden de oğullar ve torunlar kıldı şeklinde açıklama yapılması taksim sanatıdır.

بَن۪ينَ - وَحَفَدَةً - اَزْوَاجاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اَزْوَاجاً  ve  جَعَلَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ  [Size temiz şeylerden rızık etti] lezzetli şeylerden yahut helallerden demektir.  مِنَ  de teb'iz içindir, çünkü dünyada rızık olarak verilenler onlardan birer örnektir. (Beyzâvî) 


اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ

 

فَ  atıf, hemze inkârî istifham harfidir. Cümle, takdiri  أيكفرون بالله الذي هذا شأنه  [Durumu bu olan Allah’ı mı inkâr ediyorsunuz?] olan mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

İnkârî istifham olan bu cümle, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İnkârî istifham içeren ifadelerdeki belîgî kuvvet, menfi ifadelerde yoktur.

Cümledeki  بِالْبَاطِلِ  car mecruru, siyaktaki önemine binaen âmili olan  يُؤْمِنُونَ ’ye, takdim edilmiştir. 

İstifhama dahil olarak makabline atfedilen  وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda,  يَكْفُرُونَۙ  haberdir. 

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümledeki  بِنِعْمَةِ  car mecruru siyaktaki önemine binaen amili olan  يَكْفُرُونَۙ ’ye, takdim edilmiştir. 

Veciz ifade kastıyla gelen  بِنِعْمَةِ اللّٰهِ  izafetinde  اللّٰهِ  ismine muzâf olan  نِعْمَةِ , tazim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Kalplerde haşyet duygularını artırmak için, zamir makamında zahir isim zikredilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نِعْمَتِ - رَزَقَكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîrيُؤْمِنُونَ - يَكْفُرُونَۙ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Ayetin sonundaki istifham inkârîdir. Tevbih manasında mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَزْوَاجِكُمْ  ve  رَزَقَكُمْ  ile  يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı) 

71-72 ayetlerde;  يَكْفُرُونَۙ  ile  يَجْحَدُونَ  [İnkâr ediyorlar] cümlelerinde lüzum ma la yelzem sanatı vardır. 

اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ  [Batıla mı iman ediyorlar?]  وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ  [Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar] nimeti putlara isnad etmekle yahut Allah’ın helal ettiğini haram etmekledir. Sılanın fiilden önce gelmesi ya nimete önem vermek veya mübalağa için tahsisi akla getirmek içindir ya da ayet sonlarının tutması içindir. (Beyzâvî)

يُؤْمِنُونَ  ve  يَكْفُرُونَ  fiillerinin muzari gelmesi teceddüt ve tekrara delalet etmesi içindir. (Âşûr)

يُؤْمِنُونَ  ve  يَكْفُرُونَ  fiilleri arasında bedi sanatlarından tıbâk vardır. (Âşûr)

 
Günün Mesajı
Bir hayvanın, denebilir ki daha doğar doğmaz ortaya koyduğu davranışlar, onun hayatı için gerekli bütün bilgileri almış ve bütün melekeleri gelişmiş olarak dünyaya geldiği intibaını verir. O, türüne göre, birkaç saat, birkaç gün veya birkaç ay içinde artık hayatını tam olarak sürdürebilecek kapasiteye bütünüyle ulaşır.
İnsan ise, hayatı ve çevresi hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan dünyaya gelir; dolayısıyla öğrenmeye muhtaçtır, hayat şartlarını ve kendisi için neyin faydalı neyin zararlı olduğunu öğrenmesi en az 20 yıl tutan insan, kendisine faydalı olan şeyleri alıp, zararlıları bırakması için bile sürekli öğrenme ve eğitilme ihtiyacı içindedir. Kısaca o, eğitim ve öğretimle mükemmelleşme mevkiindedir. Bu eğitim ve öğretimin temel düsturlarını tesbit buyuran ise, elbette onu yaratan, dünyaya gönderen ve gönderdiği dünyadan tekrar alacak olandır.
İnsan, hayvanlar gibi sadece yeme, içme ve üreme ile de tatmin olmaz. İnsanın vazifesi bunlardan ibaret olamaz, çünkü hayvanlar, bu işleri ondan daha iyi ve zahmetsiz yapmaktadır. O, “Beni dünyaya gönderen ve böylesine şefkat ve merhametle besleyip hayatta tutan kimdir? Hayat ve bu hayattaki vazifem nedir? Ölüm benden ne istemektedir gibi sorulara da cevap arar. İşte bütün bunlar göstermektedir ki, hayvanlar bütünüyle Cenab-ı Allah'ın vahyi (ilham) altında hareket eder ve hayatlarını devam ettirirlerken, insan, Peygamberler vasıtasıyla gönderilen vahye, onunla bildirilen düsturlara uymak, öğrenme, dua ve ibadetle mükemmelleşmek konumundadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her üç ayda bir, üç günlüğüne şehir hayatından uzaklaşan bir adam varmış. Teknolojiye dair ne varsa geride bırakır, gideceği yeri ailesine bildirir, arkadaşlarıyla helalleşir, yiyecek ve suyunu temin ettikten sonra yola çıkarmış.

Bunu neden yaptığını soranlara şöyle cevap verirmiş:

Sosyal medya ve dünyalık meşgalelerden yorgun düşerim. Zihnimdeki ve kalbimdeki dinginliği unutacak hale bürünürüm. Benim için tatil, yeryüzündeki ibretlere kulak vermektir. Susturduğum fikir alemlerini yeniden uyandırmaktır.

Gördüğüm her şeydeki düzeni izler, düşüncelere dalarım. Dirilen toprağa bakar, kendi ölümümü ve dirilişimi hatırlarım. Ölmek ve dirilmek istediğim hale ulaşmak için kendimde neyi değiştirmem gerektiğini sorgularım. Ömrün kısalığı ya da uzunluğu değil derdim. Allah rızası için elindeki fırsatları ve kabiliyetleri değerlendirerek, bereketli yaşamaktır isteğim.

Benimki de dahil, her canlının rızkını veren Allah’a hamd ederim. Bal arısı da dahil, nice canlılara başını sokacak yuvayı nasip eden Allah’a hamd ederim. Aynı suyla beslenen, aynı toprak parçasından çıkan çeşitli meyvelere ve çiçeklere bakar, kendi içimde barındırdığım çeşitli düşünce ve duygulara yönelirim.

 

İbretler aleminin yolcusuyum. Taş altında mana arayıcısıyım. Küçükten büyüğe her şeyi izlerim. Tesadüf diyene şaşarım. Yaratılanların hepsinde hikmet vardır bilirim. Düşünmeyene hayret ederim. Alem ve alemde yaşayanların uyumuna hayranım. Aklı ve fikri veren Allah’a hamd eder, hakkıyla kullanmam için yardımını dilerim.

Ey yaşatan ve öldüren Rabbim! Senden ömrün de, ölümün de hayırlısını ve huzurlusunu; bal arısının yuvasındaki bereketi ve verimi, kendi evimizde ve ömrümüzde nasip etmeni isteriz. Bizi; her evimizin kapısından geçtiğimizde, ailemizle beraber oturup kalktığımızda ve nasip ettiğin rızıklardan yiyip içtiğimizde, Seni anan ve Sana şükreden salih kullarından eyle.

Ey Rahman ve Rahim olan Allahım! Dünyalıkların fazlasının peşinden koşarak israf etmekten; hayır mı, şer mi bilmediğimi istemekte ısrar etmekten; nimetlerine alışkanlıktan ya da küçümsemekten ya da önemsememekten doğan nankörlükten; açlıktan ve yuvasızlıktan; hastalıktan ve düşkünlükten; cahillikten ve tembellikten, Sana sığınırım.

Zihnimizin ve kalbimizin kapılarının, ibretler alemine açılması duasıyla.

Amin.

***

Dünyaya geldikten sonra yaşamaya devam edebilmek için insan istemeyi öğrenir. Ağlayarak doyma, temizlenme ve uyuma isteklerini dile getirir. Zamanla istediklerini ifade etme yöntemleri ve bazı istekleri değişime uğrar. Yaşı ilerledikçe sahip olduğu imkanlar doğrultusunda ya da dışarıda gördüğü ihtimallerle beraber istekleri çoğalır.

İstekler kişiden kişiye farklılıklar gösterse de çoğu benzer başlıklar altında toplanabilir. Yiyecek, ev, para gibi örneklerin yanında uzun bir ömür yaşamak da yaygın isteklerin içinde yerini alır. Böylelikle kişi korkularını görmezden gelmeyi, yanlışlarını düzeltmeyi ya da daha doğru bir hayat yaşamayı erteleyebilir çünkü daha zaman var düşüncesi oldukça rahatlatıcıdır. Yani hayatın tadını çıkarmaya devam edebilir.

İstemeyi çok erken yaşta öğrenen insan; ne yazık ki doğru beklentilerle, doğru niyetlerle istemenin önemini daha geç idrak eder. Allah’a teslim bir kul olarak dünyaya neden geldiğini kabullenmedikçe, bu süreç uzadıkça uzar. Mutluluğunu dünyalık geçici nimetlere bağlayan kişinin sonu yine mutsuzluktur. Zira hiçbir dünyalık, güzellikten ibaret olmadığı gibi sonsuz da değildir. Kavuşulan isteklerin kişi için hayırlı olacağının ya da kişiye sırf iyilik getireceğinin garantisi de yoktur. 

Mesela uzun yıllar yaşamak birçok kişinin hayalidir. Yaşlandıkça düşkünleşmek ya da nice kayıplara şahit olmak ya da belki bir insan için en korkuncu yıllar geçmesine rağmen Allah’a olan teslimiyetinde güçlenmenin aksine zayıflamalar yaşamak gibi olası ihtimaller göz ardı edilir. Dünya nimetlerinin aldatıcı bir yönü de budur: nefsin zayıflıklarından dolayı nimetlerin çoğalması ya da devamlılığını koruması; bazen kişiye faydadan çok zarar getirir.

İbn Abbâs’ın naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: “Sağlık ve boş zaman.” (Buhârî, Rikâk, 1)

Ey Allahım! Ömürlerimizi bereketli, verimli, huzurlu ve hayırlı ömürlerden eyle. Bedenlerimizi sağlıklı ve zihinlerimizi dinç eyle. Sahip olduğumuz kolaylıkları ve diğer bütün nimetleri Senin yolunda, Senin rızanı kazanma hevesiyle değerlendirenlerden; son nefesimize kadar ibadetlerini yerine getirenlerden, kelamını okuyanlardan ve adını ananlardan eyle. Yeryüzünde yaşarken ve süresi dolup da öldükten sonra yerde ve göklerde hayırlarla anılanlardan; dirildikten sonra da bize selam verenler ile hamd edenlerin dualarını işitenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji