13 Mart 2025
Nahl Sûresi 73-79 (274. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nahl Sûresi 73. Ayet

وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقاً مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ  ...


Allah’ı bırakıp da, kendilerine göklerden ve yerden hiçbir rızık sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere tapıyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَعْبُدُونَ ve tapıyorlar ع ب د
2 مِنْ
3 دُونِ başka د و ن
4 اللَّهِ Allah’tan
5 مَا
6 لَا asla
7 يَمْلِكُ veremeyecek م ل ك
8 لَهُمْ kendilerine
9 رِزْقًا rızık ر ز ق
10 مِنَ
11 السَّمَاوَاتِ göklerden س م و
12 وَالْأَرْضِ ve yerden ا ر ض
13 شَيْئًا hiçbir ش ي ا
14 وَلَا ve
15 يَسْتَطِيعُونَ bunu asla yapamayacak olan ط و ع

وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقاً مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْبُدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقاً ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَمْلِكُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ‘dir.

لَهُمْ  car mecruru  رِزْقاً ‘in mahzuf haline müteallıktır.

رِزْقاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنَ السَّمٰوَاتِ  car mecruru  رِزْقاً ‘ın mahzuf sıfatına müteallıktır.

الْاَرْضِ  atıf harfi  و’ la makabline matuftur.

شَيْـٔاً  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. Takdiri; لا يملكون ملكا لا قليلا ولا كثيرا (Ne az ne de çok hiç bir mülkleri yoktur.) şeklindedir. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَط۪يعُونَ  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقاً مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ

 

Ayet, önceki ayetteki … يَكْفُرُونَ  cümlesine matuftur. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  دُونِ اللّٰهِ   izafeti, gayrının tahkiri içindir.

يَعْبُدُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan …لَا يَمْلِكُ لَهُمْ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ  cümlesi, sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

شَيْـٔاً  ve  رِزْقاً  kelimelerindeki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umuma işarettir.

مِن  harfi ibtidaiyye içindir. Yani semavat ve arzdan gelen rızık demektir.  شَيْئًا  kelimesi de olumsuzlukta mübalağa içindir. (Âşûr)

السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضِ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

يَسْتَط۪يعُونَۚ  ve  يَمْلِكُ  arasında mürâât-ı nazîr,  مِنْ ‘lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رِزْقاً 'ı masdar kabul edersen  شَيْـٔاً  onunla mansub, yoksa ondan bedel olur.

وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ [Ve güç yetiremeyen şeylere] ona sahip olamayana yahut hiç gücü olmayana demektir. Burada zamirin cemi yapılıp مَا لَا يَمْلِكُ de tekil yapılması, ما 'nın آلِهَة /ilahlar manasında olmakla beraber tekil olmasındandır. Zamirin kâfirlere ait olması da caizdir yani onların gücü yetmez, üstelik onlar diridirler ancak bazı şeylerde tasarruf ederler, artık cansızlar nasıl güç yetirir? demektir. (Beyzâvî)

Allah Teâlâ, [Onlar, Allah'ı bırakıp da...hiçbir şeye malik olmayan...şeylere taparlar] buyurmuş ve bu ifadede putları, cansız varlıklar için kullanılan  مَا  edatı ile ifade etmiş, sonra da akıl sahipleri için kullanılan bir sıyga ile onlar için  وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ  [Güçleri yetmez] ifadesini kullanmıştır. Dolayısıyla bu iki husus nasıl birleştirilebilir? denirse, buna şöyle cevap verilir: Allahu Teâlâ, gerçekte hakikat olan şeyi, asıl durumu, (yani onların cansız oluşunu nazar-ı dikkate alarak)  ما  lafzını; putperestlerin, o putlara ilâh olarak inanmalarını (onları canlı-güçlü varlık saymalarını) nazar-ı dikkate alarak, (akıllı varlıklar için kullanılan) ن  ve  و  ile yapılmış (cemi müzekker) sıygasını kullanmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Nahl Sûresi 74. Ayet

فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  ...


Artık Allah’a (şanına uymayan) benzetmeler yapmaya kalkmayın. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَا
2 تَضْرِبُوا benzetmeler yapmayın ض ر ب
3 لِلَّهِ Allah’a
4 الْأَمْثَالَ meseller م ث ل
5 إِنَّ çünkü
6 اللَّهَ Allah
7 يَعْلَمُ bilir ع ل م
8 وَأَنْتُمْ siz ise
9 لَا
10 تَعْلَمُونَ bilmezsiniz ع ل م
Kadın-erkek, baba-evlât vb. ilke olarak birbirine eşit olduğundan bunlar birbiriyle kıyaslanabilir; hatta cismanî ortaklıkları dolayısıyla insanla maddî şeyler arasında bile benzerlikler kurulabilir. Fakat Allah ile insan ontolojik bakımdan farklı olduğu, hatta aralarında bu açıdan hiçbir benzerlik bulunmadığı için insanların kendi kafalarından Allah’a O’nun birliği ve benzersizliği inancını zedeleyici mahiyette örnek göstermeleri, yani müşriklerin yaptığı gibi O’nun dışındaki herhangi bir varlığa, yalnız O’na mahsus olan bir isim, bir sıfat veya fiil isnat etmeleri câiz değildir.
 
Kaynak :Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 421-422

فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  لاَ  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. 

تَضْرِبُوا  fiili  ن ‘un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

لِلّٰهِ  car mecruru  تَضْرِبُوا  fiiline müteallıktır.  الْاَمْثَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


 اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli,  إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

یَعۡلَمُ  fiili,  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  یَعۡلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا تَعْلَمُونَ  haber olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْلَمُونَ  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ

 

فَ  istînâfiyye,  لَا  nafiyedir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Burada doğrudan doğruya müşriklere hitap edilmesi, bu yasağın pek ehemmiyetli olduğunu bildirmek içindir. ‘’Ortak koşmamak’’ yerine, ‘’darb-ı mesel vermeyin’’ ifadesinin kullanılması, herhangi bir şeyde Allah'a ortak koşmayı yasaklamak kastı içindir. Çünkü darb-ı meselin esası, bir hali diğer bir hale, bir kıssayı diğer bir kıssaya teşbih etmektir. Yani hiçbir şeyi Allah'ın şanına teşbih etmeyin! (Ebüssuûd)

 

اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Müsnedün ileyh olan Allah lafzının tekrarlanması hiç şüphesiz müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder.

Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet duygularını artıran tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنَّ ’nin haberinin, muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ta’liliyye cümlesine matuf olan  وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ  cümlesi ile  وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Bu cümle mezkur yasağın illeti ve ondan dolayı ceza vaîdidir. Yani Allah Teâlâ sizin yaptıklarınızın ve yapmadıklarınızın hakikatini ve gayet ağır ve çirkin şeyler olduklarım bilir; siz ise bunu bilemezsiniz; bilmiş olsaydınız onları yapmazdınız. Yahut Allah Teâlâ eşyanın hakikatini bilir; siz ise bilemezsiniz. Onun için siz kendi yanlış görüşlerinizi bırakın ve size gelen emirlere ve yasaklara uyun! Şöyle bir mana da verilebilir: Siz Allah'a darb-ı mesel vermeyin; şüphesiz O, nasıl misal verdiğinizi bilir, siz bilemezsiniz. Bu yüzden de dalalet uçurumlarından yuvarlanırsınız.  (Ebüssuûd)
Nahl Sûresi 75. Ayet

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًۜ هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ضَرَبَ misal verir ض ر ب
2 اللَّهُ Allah
3 مَثَلًا misaliyle م ث ل
4 عَبْدًا bir köle ع ب د
5 مَمْلُوكًا başkasının malı olan م ل ك
6 لَا
7 يَقْدِرُ gücü yetmeyen ق د ر
8 عَلَىٰ
9 شَيْءٍ hiçbir şeye ش ي ا
10 وَمَنْ ve kimseyi
11 رَزَقْنَاهُ rızıklandırdığımız ر ز ق
12 مِنَّا katımızdan
13 رِزْقًا rızık ile ر ز ق
14 حَسَنًا güzel ح س ن
15 فَهُوَ ki o
16 يُنْفِقُ infak eder ن ف ق
17 مِنْهُ ondan
18 سِرًّا gizli س ر ر
19 وَجَهْرًا ve açık ج ه ر
20 هَلْ olurlar mı?
21 يَسْتَوُونَ bunlar eşit س و ي
22 الْحَمْدُ Hamd ح م د
23 لِلَّهِ Allah’adır
24 بَلْ fakat
25 أَكْثَرُهُمْ çokları ك ث ر
26 لَا
27 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

Bu iki âyette insanların içinde yaşadıkları tecrübelerden yola çıkılarak, onların sağ duyusuna hitap edilmek suretiyle şirk inancının anlamsızlığına ve mantıksızlığına dikkat çekilmektedir. Burada örnekleri verildiği gibi gerek ekonomik ve sosyal yönden gerekse psikolojik ve ahlâkî bakımdan farklı seviyelerde bulunan iki insan arasında bile bir denklik kurulması apaçık bir haksızlık ve mânasızlık olarak görüldüğüne göre Allah ile diğer varlıklar arasında nasıl bir benzerlik kurulabilir?

 İlk âyetin asıl amacının, müminle kâfir arasında bir karşılaştırma yaparak bunların birbirlerine denk tutulamayacağını anlatmak olduğu ileri sürülmüşse de (Taberî, XI, 148-149; Râzî, XX, 83-84), müfessirlerin çoğunluğuna göre her iki âyetin de asıl amacı, Allah’ı her türlü ortaklık iddialarından tenzih edip tevhid ilkesini vurgulamaktır. Ayrıca burada dolaylı olarak yüce Allah’ın insanlar için olumlu ve gerekli gördüğü bazı imkânların ve niteliklerin de altı çizilmiş bulunmaktadır ki bunları muktedir olma, geniş maddî imkâna sahip bulunma, infak etme, ifade gücü, özgürlük, üzerine aldığı işi hayırlı ve başarılı bir şekilde sonuçlandırma, adaleti hâkim kılma ve istikamet sahibi olma şeklinde sıralayabiliriz.

 
Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 422

سوي Seveye :

 مُساواة metre, tartı ve ölçekle yapılan geçerli denkliktir. Kimi zaman bu kelimeyle keyfiyet/nitelik ifade edilir.

إسْتَوَى  fiili iki şekilde kullanılır: Birincisi: İki ya da daha fazla fail alır, örneğin Zeyd ve Amr şu hususta birbirlerine denk oldular gibi.. لَا يَسْتَوُ۫نَ عِنْدَ اللّٰهِۜ (Bunlar Allah katında bir değildirler.) Tevbe 9/19 ayeti de bu kullanıma misal teşkil etmektedir.

İkincisi: Bir şeyin kendi zatındaki denk, düz, doğru ve muadil olması anlamındaki kullanımıdır. ذُو مِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ  (Üstün akıl sahibi (melek) doğruldu) Necm 53/6 ayeti de buna misal oluşturmaktadır.إسْتَوَى fiili عَلَى harfi ceri ile müteaddi olduğunda istilâ yani ele geçirme/üzerinde hakimiyet kurma anlamı taşır. إلى harfi ceri ile geçişli olduğunda ise ya bizzat ya da tedbir ve planlama yoluyla bir şeye erişme/ulaşma manası taşır.

سَوِيٌّ miktar ve keyfiyet/nitelik açısından ifrat ve tefritten korunan şeye denir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 83 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri seviye, tesviye etmek, müsavi, istiva, (mâ) siva ve seyyanendir.

(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  ضَرَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مَثَلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  عَبْداً  kelimesi  مَثَلاً ‘den bedel olup lafzen mansubdur.

مَمْلُوكاً  kelimesi  عَبْداً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ cümlesi  عَبْداً ‘ın ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَقْدِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

عَلٰى شَيْءٍ  car mecruru  يَقْدِرُ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  عَبْداً  kelimesine matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlu sılası  رَزَقْنَاهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.  

رَزَقْنَاهُ  sükûn üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَّا  car mecruru  رَزَقْنَا  fiiline müteallıktır. Muzâf mahzuftur. Takdiri;  من عندنا (Katımızdan)‘dır. 

رِزْقاً  ikinci mef’ûlun bih veya mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.  حَسَناً  kelimesi  رِزْقاً ‘ın sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُنْفِقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

مِنْهُ  car mecruru  يُنْفِقُ  fiiline müteallıktır.  سِراًّ  hal olup fetha ile mansubdur.  جَهْراً  kelimesi  وَ ‘la  سِراًّ ‘e matuftur.

يُنْفِقُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

مَمْلُوكاً   kelimesi sülâsî mücerred olan  ملك  fiilinin ism-i mef’ûludur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ 

 

هَلْ  istifham harfidir.  يَسْتَوُ۫نَ  kelimesi  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَوُ۫نَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

İsim cümlesidir.  اَلْحَمْدُ   mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb/ اِضْرَابْ  denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki halbuki bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَكْثَرُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا يَعْلَمُونَ  haber olup mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَعْلَمُونَ  kelimesi  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًۜ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

مَمْلُوكاً  ve  لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ cümleleri,  ضَرَبَ  fiilinin mef’ûlü  مَثَلاً ’den bedel olan  عَبْداً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَبْداً  ve  مَثَلاً  kelimelerindeki tenvin muayyen olmayan cins,  رِزْقاً ’daki tenvin ise nev ve tazim ifade eder.  شَيْءٍ ’in tenkiri kıllet ve nev içindir. Menfi siyakta tenkir umuma işaret eder.

عَبْداً ‘e atfedilen müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası  رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam veya  رِزْقاً  kelimesinin mef’ûlu mutlak kabul edilmesi durumunda faide-i haber talebî kelamdır. 

حَسَناً  kelimesi  رِزْقاً için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Sıla cümlesine matuf olan  فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراً , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette  عَبْداً  ve  مَمْلُوكاً  kelimelerinden sonra gelen  لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ sıfat cümlesinin ilavesi, hür olduğu halde köle denilenleri (Allah’ın kölesi gibi) birbirinden ayırmak için yapılan ihtiras ıtnâbıdır.

سِراًّ   ve  جَهْراًۜ  kelimeleri  يُنْفِقُ  fiilinin failinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

عَبْداً - مَمْلُوكاً  ve  يُنْفِقُ - رِزْقاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  رَزَقْنَاهُ ve رِزْقاً kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

سِراًّ  kelimesinin  جَهْراًۜ  kelimesine takdiminin sebebi gizli infakın daha fazla sevap kazandırdığından olabilir.

سِراًّ  (gizlice) ile  جَهْراًۜ (açıkça) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ضَرَبَ اللّٰهُ  ile  رَزَقْنَاهُ  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Bu, Allah Teâlâ’nın kendisi ve kendisine ortak koşulan putlarla ilgili olarak getirdiği meseldir. Onların Allah’a ortak koşan hallerini, tasarruftan aciz bir köle  ile  işinde dilediği gibi tasarrufta bulunan efendiyi bir tutan kişinin haline benzetmiştir. Bu köle ile efendi, Allah Teâlâ’nın kulu olma konusunda eşittir. Allah’a şirk koşanlar da onun kulu olmalarına rağmen âlemlerin rabbi olan Allah’ı ne zannediyorlar ki; en aciz mahlukları ortak koşuyorlar? İşte böyle; kölelerle hürler bir olur mu? Putlar da hiç bir şey yapamayan kölelere benzer. Yüce Allah’a gelince mülk onundur. Rızık onun elindedir. Kâinatta istediği gibi tasarruf eder. O halde nasıl olur da Allah Teâlâ ile putlar bir tutulur? Mürekkeb mürekkebe benzetilmiş, müşebbeh hazf edilmiştir. İstiare-i temsiliyye oluşmuştur.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi, Âşûr)

Cenab-ı Hak, her köle, sahip olunmuş ve tasarrufa kadir olmadığı halde daha niçin, "Hiçbir şeye gücü yetmeyen, kendisine başkasının sahip olduğu bir köle" diye tavsif etmiştir. Biz deriz ki burada  عَبْداً [köle] kelimesinin zikredilmesi, onunla hür olanın farklı olduğunu göstermek içindir. Çünkü hür hakkında da bazan, "O, Allah'ın kulu kölesidir" denir. Ayetteki [Hiçbir şeye gücü yetmeyen] tabiri de bahsedilen bu köle ile  مُكاتَب  ve  مَأْذُون (tasarrufa izin verilmiş) köle arasındaki farkı göstermek için getirilmiştir. Çünkü bu iki çeşit köle, tasarrufta bulunabilirler.

"Ayetteki [Kendisine... rızık nasip ettiğimiz] ifadesindeki  منْ  edatı, zahire göre bu, mevsûfedir. Sanki köleye denk düşsün diye, [Kendisine rızık nasip ettiğimiz bir hür] denilmiştir. Bunun mevsûle olması da imkânsız değildir.

Cenab-ı Hak ayette, iki kişi hakkında cemi olarak, "Bunlar müsavi olurlar mı?" buyurmuştur. Bu [Hürler ve köleler, denk midir?] manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)

Kulun kölelikle nitelenmesi onu hürden ayırmak içindir, çünkü hür de bir kuldur. Gücünün yetmemesi de mükâtep ve izinli köleden ayırmak içindir. Onu mal sahibi olana alternatif göstermesi de kölenin mülk sahibi olamayacağına delildir.  مَنْ  edatını عَبْداً ‘e uyması için mevsûfe kabul etmek daha uygun görünüyor. (Beyzâvî, Âşûr)

Önce gizli harcamanın zikredilmesi, onun açık harcamadan üstün olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

 

  هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  هَلۡ , istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp takrir, ikrara zorlamak ve tevbih manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

هَلْ يَسْتَوُنَ [Hiç bunlar eşit olur mu?] Burada  هَلْ يَسْتَوِيَانِ  hiç bu ikisi eşit olur mu?” buyurulmayıp da çoğul kipi zikredilmesi yalnız iki kişi değil, iki grup arasında karşılaştırma kastedildiğine işarettir. (Elmalılı Hamdi Yazır)


 اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  اَلْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur.  لِلّٰهِ  bu mahzuf habere müteallıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Allah lafzının tekrarlanması hiç şüphesiz müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder.

Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet duygularını artıran tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haberiyye formunda gelen  اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ  cümlesi nimetlere şükredenlerin cevabı olarak irşad manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. (Muhyiddin Derviş, Îrab)

Bu beliğ cümle; hamdin Allah’ın mülküne mahsus olduğuna delalet etmek için gelmiştir. Bu ifade ya iddiaî veya izafî kasrdır. 

İddiaî kasır olmasını şöyle açıklayabiliriz: Hamd sadece nimete yapılır. Allah’tan başkası nimet verdiğinde bu nimet onun eliyle gelmiştir ama veren yine Allah’tır.

İzafî kasr manasını da şöyle açıklayabiliriz: Müşrikleri red için gelmiş ifrâd kasrıdır. Çünkü onlar Allah’a hamd ettikleri gibi putlarına da hamd ediyorlardı. (Âşûr)

 

 بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.

بَلْ  atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından ma’tufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

[O insanların çoğu bilmiyorlar] denilmesi, bazılarının bunu bildiklerini, fakat inat olarak gereğini yapmadıklarım zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

 
Nahl Sûresi 76. Ayet

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ هَلْ يَسْتَو۪ي هُوَۙ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟  ...


Allah, (şöyle) iki adamı da misal verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece bir yüktür. Nereye gönderse olumlu bir sonuç alamaz. Bu, adaletle emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَضَرَبَ ve misal verir ض ر ب
2 اللَّهُ Allah
3 مَثَلًا misaliyle م ث ل
4 رَجُلَيْنِ (şu) iki adamı ر ج ل
5 أَحَدُهُمَا birisi ا ح د
6 أَبْكَمُ dilsizdir ب ك م
7 لَا
8 يَقْدِرُ gücü yetmez ق د ر
9 عَلَىٰ
10 شَيْءٍ hiçbir şeye ش ي ا
11 وَهُوَ ve o
12 كَلٌّ bir yüktür ك ل ل
13 عَلَىٰ üzerine
14 مَوْلَاهُ efendisinin و ل ي
15 أَيْنَمَا nereye
16 يُوَجِّهْهُ onu gönderse و ج ه
17 لَا
18 يَأْتِ getirmez ا ت ي
19 بِخَيْرٍ bir hayır خ ي ر
20 هَلْ
21 يَسْتَوِي gibi olur mu? س و ي
22 هُوَ o
23 وَمَنْ ve kimse
24 يَأْمُرُ emreden ا م ر
25 بِالْعَدْلِ adaleti ع د ل
26 وَهُوَ ve o (kimse)
27 عَلَىٰ üzere (giden)
28 صِرَاطٍ yol ص ر ط
29 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ضَرَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.

مَثَلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَجُلَيْنِ  kelimesi  مَثَلاً ‘den bedel olup müsenna olduğu için nasb alameti  ى  ile mansubdur.

اَحَدُهُمَٓا  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَبْكَمُ  haber olup lafzen merfûdur. 

لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ  cümlesi  اَحَدُهُمَٓا ‘nın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَقْدِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

عَلٰى شَيْءٍ  car mecruru يَقْدِرُ  fiiline müteallıktır.


 وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. كَلٌّ  haber olup lafzen merfûdur.

عَلٰى مَوْلٰيهُ  car mecruru  كَلٌّ ‘e müteallıktır.  مَوْلٰيهُ  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ 

 

اَيْنَمَا  mekân zarfı şart manalı olup  يَأْتِ  fiiline müteallıktır. 

يُوَجِّهْهُ  şart fiili olup meczum muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  لَا يَأْتِ بِخَيْرٍ  cümlesi şartın cevabıdır.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَأْتِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

بِخَيْرٍ  car mecruru  يَأْتِ  fiiline müteallıktır.

يُوَجِّهْهُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  وجه ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

هَلْ يَسْتَو۪ي هُوَۙ 

 

هَلْ  istifham harfidir.  يَسْتَوِي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.

Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

Munfasıl zamir هُوَ  fail için tekid olup mahallen merfûdur. 

يَسْتَو۪ي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la  يَسْتَو۪ي ‘deki faile atfedilmiştir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  يَسْتَو۪ي ‘deki faile matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَأْمُرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

بِالْعَدْلِ  car mecruru  يَأْمُرُ  fiiline müteallıktır.


 وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.

عَلٰى صِرَاطٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  مُسْتَق۪يمٍ۟  kelimesi   صِرَاطٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَق۪يمٍ۟  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ 

 

Ayet, önceki ayetteki … ضَرَبَ اللّٰهُ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

رَجُلَيْنِ , mef’ûl olan  مَثَلاً ’den bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. مَثَلاً , رَجُلَيْنِ   kelimelerindeki tenvin muayyen olmayan cins ifade eder.


 اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh  اَحَدُهُمَٓا , veciz anlatım yollarından biri olan izafetle gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ  cümlesi, ikinci müsneddir.

Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen isim cümlesi  وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilerek sübut ve teceddüt birarada ifade edilmiştir.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı 2010, S. 190-191)

شَيْءٍ ’in tenkiri kesret ve nev içindir. 

Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede de kâfir olan bir kimseyi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmeyen, efendisine yük olan ve nereye gönderilirse hiçbir iş yapamayan bir köleye benzetiyor. Mümini ise adaletle emreden, dosdoğru bir yolda bulunan bir insana benzetiyor. Ve bunların, birbirleriyle eşit olamayacağını beyan ediyor.

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ  [Allah, biri dilsiz iki adamı misal getirdi] ayetinde istiare-i temsiliyye vardır. Bu ayet, putu, kendisinden asla faydalanılmayan dilsize benzetir. Sonra bu putu, her şeye gücü yeten, her şeyi işiten ve gören ile mukayese eder. Rab nerede, put nerede!  (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

Ebu Zeyd,  اَبْكَمُ / güzel konuşamayan, kekeme demektir." Sa’leb, İbnü’l-A’râbî’nin: “اَبْكَمُ , akledemeyen, düşünemeyen kimsedir” dedikleri nakledilir.. Zeccâc: "اَبْكَمُ , duymayan görmeyen baygın kimsedir," demiş.  لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَیْءٍ Hiçbir şeyi beceremeyen”dir. Bu da o kimsenin tamamen aciz ve eksik olduğuna bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)

Meânî alimleri: ‘’ كَلٌّ  kelimesi aslında, ‘keskin, ince ağızlı’ nın zıddı olan, ‘kalın’ manasındadır’’, demişlerdir (Fahreddin er-Râzî)

 

اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart manası taşıyan zaman zarfı  اَيْنَمَا , şart cümlesi  يُوَجِّهْهُ ‘ya veya  لَا يَأْتِ ‘ye müteallıktır. Şartın cevabı  لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap fiilleri muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِخَيْرٍۜ ’deki tenvin, kıllet, nev ve tahkir ifade eder. Menfi siyakta tenkir, umuma işarettir.


هَلْ يَسْتَو۪ي هُوَۙ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  هَلۡ , istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp takrir, ikrara zorlamak  ve tevbih manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümlenin sonundaki munfasıl zamir  هُوَۙ , fiilin failini tekid için gelmiş ıtnâbdır.

Yine  يَسْتَو۪ي ’deki müstetir zamire matuf olan müşterek ism-i mevsûlün sılası  يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ , muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Sılaya matuf olan  وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مُسْتَق۪يمٍ۟  ile sıfatlanan  صِرَاطٍ  kelimesi başındaki  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  mahzuf bir habere müteallıktır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

صِرَاطٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.  عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟  ibaresinde istiare vardır.  صِرَاطٍ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müstear  صِرَاطٍ  kelimesidir, hissîdir. Müstearun leh İslâm’dır, aklîdir. Müşebbeh (müsterun leh) hazf edilmiş, müstearun minh kalmıştır. 

İki adam zikredildikten sonra onların her birine ait özelliklerin ayrı ayrı sayılması taksim sanatıdır.

هَلْ يَسْتَو۪ي  sorusu, önceki ayetteki cümleyle fiilin sıygası dışında aynıdır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

يَسْتَو۪ي - بِالْعَدْلِۙ  ve  اَبْكَمُ - كَلٌّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Taberi bu ayet-i kerimeyi şöyle izah ediyor: Allah Teâlâ putları, konuşamayan, herhangi bir şeye gücü yetmeyen, kendisine bakanlara muhtaç olan ve gönderildiği işten başarıyla dönmeyen bir kimseye benzetiyor. Böyle bir insandan herhangi bir hayır beklenemeyeceği gibi kendisine bile herhangi bir menfaat sağlayamayacak ve kendisinden herhangi bir zararı da uzaklaştıramayacak bir puttan nasıl menfaat beklenebilir? Halbuki Allah, adaleti emreder ve dosdoğru yolu gösterir. Hiç putlarla Allah bir olur mu? (Taberî)

[Adaleti emreden ve doğru yolda olan] O dört sıfatı bu iki nitelikle karşılaştırması bu ikinin onlara tam karşılık olmasındandır. (Beyzâvî)

Bu dört sıfatı taşıyan ile adaleti emreden kimse hiç bir olur mu?” buyurmuştur. Bil ki adaleti emredenin konuşma kabiliyetinin olması gerekir. Aksi halde emredemez. Yine onun kadir (güç sahibi) olması gerekir. Çünkü onun âmir olması, makamının yüce olduğunu göstermektedir. Amir (emreden) olma da ancak kadir olma ile mümkün olur. Yine onun, adalet ile zulmü birbirinden ayırt edebilmesi için, alim olması gerekir. Böylece, bu ikinci şahsın, “adaleti emretme” ile tavsif edilmesinin, kadir ve alim olmasını ihtiva ettiği; ”emreden” olmasının da birincinin dilsiz olmasına ters olduğu; ikincisinin kadir olmasının, birincisinin, hiçbir şeye kadir olmama ve efendisine yük olmasına ters olduğu ve yine ikincisinin alim olmasının, birincisinin hayır getirmez, işe yaramaz oluşuna ters düştüğü sabit olmuş olur. 

Birincisi ile ikincisinin birbirine denk olmayacaklarını akıl açıkça gösterir. İşte Allah ile putlar meselesinde de böyledir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Nahl Sûresi 77. Ayet

وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...


Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyamet’in kopması, bir göz kırpması gibi veya daha az bir zamandır. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ Allah’a aittir
2 غَيْبُ gaybı غ ي ب
3 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
5 وَمَا ve değildir
6 أَمْرُ işi ا م ر
7 السَّاعَةِ sa’atin (kıyametin) س و ع
8 إِلَّا (başka değil) ancak
9 كَلَمْحِ açıp yumma gibidir ل م ح
10 الْبَصَرِ bir göz ب ص ر
11 أَوْ yahut
12 هُوَ o
13 أَقْرَبُ daha yakın(kısa)dır ق ر ب
14 إِنَّ şüphesiz
15 اللَّهَ Allah
16 عَلَىٰ üzerine
17 كُلِّ her ك ل ل
18 شَيْءٍ şey ش ي ا
19 قَدِيرٌ gücü yetendir ق د ر
İnkârda ve şirkte direnerek gönlünde ve hayatında gerçek bir din şuuruna, kaygısına ve sorumluluğuna yer vermek istemeyen bir zihniyete karşı Allah’ın varlığını, birliğini, ilminin ve kudretinin sınırsızlığını dile getiren ve bunlarla ilgili kanıtlar sergileyen yukarıdaki âyetler grubunun ilkinde, Allah’ın özellikle evrenin sırlarını kuşatan ilmine ve dünya hayatına son verecek kadar geniş boyutlu bir olay olan kıyametin kopmasını sağlayacak mükemmellikteki kudretine dikkat çekilmektedir.
 
  “Göklerin ve yerin gaybı”ndan maksat, genel olarak insanın bilgi sınırını aşan evrenle ilgili konular veya özellikle kıyametin Allah’tan başkasınca bilinmeyen vaktidir (Zemahşerî, II, 338). “Daha kısa” diye çevirdiğimiz akrab kelimesinin asıl mânası “daha yakın” olmakla birlikte, müfessir Zeccâc’a göre burada “son saat”in yani kıyametin, göz kırpması kadar yakın bir süre sonra kopacağı kastedilmemiş; vakti geldiğinde ilâhî kudretin göz açıp kapayacak kadar kısa bir süre içinde kıyamet olayını gerçekleştireceği ifade edilmek istenmiştir (Râzî, XX, 88; Şevkânî, III, 206). Bu durumda âyetin doğru anlaşılabilmesi için söz konusu kelimeyi, “daha kısa” diye çevirmek isabetli görünmektedir.
 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 424

لمح Lemeha : 

لَمْحٌ şimşeğin parıldaması demektir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de isim olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli telmih (ima)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru  mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. 

غَيْبُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.


 وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi).

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

اَمْرُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّاعَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  كَلَمْحِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. الْبَصَرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَقْرَبُ  haber olup lafzen merfûdur. Gayri munsarif kalıbında olduğu için tenvin almamıştır.

 

 اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafzı  اِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. 

عَلٰى كُلِّ car mecruru  قَدِ۪يرٌ ‘a müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

قَدِ۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.

قَد۪يرٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

İstînâf  وَ ’ıyla gelen ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  غَيْبُ السَّمٰوَاتِ  muahhar mübtedadır. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Bu takdim kasr ifade eder. Mübteda olan  غَيْبُ kelimesinin, haber makamında olan  لِلّٰهِ ’nin müteallakına olan kasrıdır.  غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  maksûr,  لِلّٰهِ  maksûrun aleyhtir. Mülkiyet lam’ı hasr ifade etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Bu takdim ihtimam için de olabilir. (Âşûr)

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ‘den sonra  الْاَرْضِۜ ‘ın zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza da şamildir.

وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  [Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir.] onun ilmi O’na hastır, O’ndan başkası bilmez. Gayb; semavat ve arzda kullardan gaib olan şeylerdir, bunlar hissedilen şeyler değildir, hissedilen şeyin gösterdiği cinsten de değildir. Bunun kıyamet günü olduğu da söylenmiştir, çünkü o gök ve yer halkı için gaibdir. (Beyzâvî)


 وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ 

 

İstînâfa matuf olan cümlede  مَٓا , nefy harfidir. Menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyh olan  اَمْرُ السَّاعَةِ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Cümlede îcâzı hazif sanatı vardır. Car mecrur  كَلَمْحِ , mahzuf habere müteallıktır.

Müsnedin izafet formunda gelmesi de veciz ifade kastına matuftur. 

مَٓا  ve  اِلَّا  birlikte kasr oluşturmuştur. Mübteda habere kasredilmiştir.  اَمْرُ السَّاعَةِ  maksûr, كَلَمْحِ الْبَصَرِ  müteallaki maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Mübteda ve haberden müteşekkil  هُوَ اَقْرَبُۜ  cümlesi,  اَمْرُ السَّاعَةِ ’nin mahzuf haberine اَوْ   atıf harfiyle atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 اَمْرُ السَّاعَةِ  ifadesi kıyamet zamanından kinayedir.

Ayetteki teşbih,  teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh hazf edildiği için mücmeldir.

[Kıyametin işi ancak göz kırpma gibidir] ; göz kapağının yukarıdan aşağıya inmesi gibidir ya da daha yakındır, bunun yarısı kadar zaman içinde hatta başladığı anda olur; Allah Teâlâ mahlukatı bir defada diriltir. Bir defada olan da bir anda olur.

اَوْ  edatı seçme içindir ya da  بل (hayır bilakis) manasındadır. Bunun manası şöyledir de denilmiştir: Kıyametin kopması ne kadar gecikse de o Allah katında insanların göz kırpması demeleri gibidir ya da mübalağa için bundan daha yakındır. (Beyzâvî)

السَّاعَةِ , kıyametin koptuğu vakit demektir. Kıyamete, insanı ansızın yakalayacağı ve bütün canlılar tek bir sayha (çığlık-ses) ile öleceği için  السَّاعَةِ  denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

لَمْحِ , ‘çabucak bakmak’ demektir. Buna göre mana (Kıyametin kopuşu, hızlılık açısından ancak bir göz açıp kapama gibidir) şeklinde olur. Bundan murad, Cenab-ı Hakk’ın kudretinin çok mükemmel olduğunu anlatmaktır. Ayetteki [O, daha yakındır] ifadesinin manası ise şudur: “Göz açıp kapama, cismin görüntüsünün, göz bebeğinin en üstünden en altına geçmesi demektir. Göz bebeğinin, birtakım atomlardan meydana geldiğinde şüphe yok. O halde كَلَمْحِ الْبَصَرِ , kendisi ile göz bebeğinin yüzeyinin oluştuğu o parçaların tamamına uğramak demektir. O parçaların çok olduğunda şüphe yoktur. كَلَمْحِ الْبَصَرِ  gerçekleştiği zaman bölümü de elbette peşpeşe anlardan ibarettir. Allah Teâlâ ise kıyameti, o anların her birinde koparmaya kādirdir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, [Yahut o, daha kısa bir zamandır] buyurmuştur.

Bu ifadenin başındaki  اَوْ  edatı ile şüphe manası kastedilmediğinde, aksine bununla “tam aksine, o daha kısa bir zamandır” manası kastedilmiş olduğunda şüphe yoktur. (Fahreddin er-Razi)

أوْ  harfindeki idrâb manası ilk teşbih içindir. Çünkü bu teşbihte, müşebbehteki vech-i şebeh, müşebbehün bihten daha kuvvetlidir. Mütekellim, önce teşbih yoluyla muhatabın dikkatini teşbihe çekmek sonra da bundan vazgeçirmek istemiştir. Böylece önce teşbih yapılmış, sonra asıl teşbih bu harften sonra gelmiştir. (Âşûr)

 

اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve car mecrurun takdiminin tahsis ifade etmesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Lafza-i celâlin zamir makamında zahir olarak zikredilmesinde iltifat, ıtnâb ve kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedün ileyh olan Allah lafzı iki kez zikredilmesi şüphesiz müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Çünkü nefis O’nun vaadiyle mutmain olur.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

شَيْءٍ  ‘deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ’ya olması karînesiyle hasr ifade eder. Yani O, her şeyi bilir, bilmediği hiçbir şey yoktur. Mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder.  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  maksûrun aleyh, قَد۪يرٌ  ise maksûrdur. قَد۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin fasılası, küçük değişikliklerle Kur'an’da çok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet/44, S. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Nahl Sûresi 78. Ayet

وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ  ...


Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاللَّهُ ve Allah
2 أَخْرَجَكُمْ sizi çıkardı خ ر ج
3 مِنْ -ndan
4 بُطُونِ karınları- ب ط ن
5 أُمَّهَاتِكُمْ annelerinizin ا م م
6 لَا
7 تَعْلَمُونَ bilmezken ع ل م
8 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا
9 وَجَعَلَ ve verdi ج ع ل
10 لَكُمُ size
11 السَّمْعَ işitme س م ع
12 وَالْأَبْصَارَ ve gözler ب ص ر
13 وَالْأَفْئِدَةَ ve gönüller ف ا د
14 لَعَلَّكُمْ umulur ki
15 تَشْكُرُونَ şükredersiniz ش ك ر
“Kalpler” diye çevirdiğimiz ef’ide kelimesinin tekili olan fuâd kaynaklarda genellikle “kalp” diye açıklanmakta, kalp ise Türkçe’deki “gönül” mânasının yanında, özellikle eski kaynaklarda, bilgi olayıyla ilgili olduğu konumlarda “bilme ve kavrama gücü, akıl” anlamında kullanılmaktadır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “klb” md.; a.mlf.,ezZerîa ilâ mekârimi’ş-şerîa, s. 178). Nitekim Taberî, “ef’ide” kelimesini “ukul” (akıllar) ile karşıladığı yorumunda (XIV, 152) konumuz olan âyeti şöyle açıklamıştır: “Hiçbir şeye aklınız ermezken, hiçbir şey bilmezken Allah Teâlâ analarınızın karnından dışarı çıkardıktan sonra size bilmediğinizi öğretti; kendisiyle bilgi elde etmeniz, iyiyi kötüyü ayırabilmeniz için size akıllar verdi... Allah size fuâdlar, yani sayesinde eşyayı tanıyıp zihninize yerleştirmeyi sağladığınız, düşüncenizi işletip derin bilgilere ulaştığınız akıllar (kulûb) verdi.” Görüldüğü gibi bu açıklamada fuâd, kalp ve akıl terimleri, “bilgi melekesi” mânasında eş anlamlı olarak kullanılmış olup Taberî’nin bu ifadeleri Kur’an semantiği bakımından son derece önemlidir.
 
 Aslında insanın, doğuştan gelen başka eksikleri de bulunduğu halde, âyette özellikle onun “hiçbir şey bilmez” oluşuna dikkat çekilmesi ve Cenâb-ı Hakk’ın insanlara “kulaklar, gözler, kalpler (akıllar)” verdiğinin hatırlatılması insanın en değerli özelliğinin bilgi ve düşünme kapasitesi olduğuna ve nimete şükretmek gerektiğine işaret etmesi bakımından anlamlıdır. Bu hususa burada dikkat çekilmesi, muhatabın bundan sonraki âyetlerde ele alınan konular üzerinde düşünüp bunlardan hidayet ve hayra yöneltici dersler çıkarmasını sağlamak bakımından da önemli görünmektedir.
 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 424-425

وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. اَخْرَجَكُمْ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اَخْرَجَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlu bih  olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ بُطُونِ  car mecruru  اَخْرَجَكُمْ  fiiline müteallıktır.

اُمَّهَاتِكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَخْرَجَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi).

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  السَّمْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

الْاَبْصَارَ - الْاَفْـِٔدَةَ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 


لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

Terecci, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamir,  لَعَلَّ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur. 

تَشْكُرُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olup mahallen merfûdur.  تَشْكُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ  cümlesi, mübtedanın haberidir.

لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاً  cümlesi  اَخْرَجَكُمْ ‘deki mef’ûlun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ  cümlesi … اَخْرَجَكُمْ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Her iki cümlede de fiiller mazi sıygada gelerek hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

السَّمْعَ - الْاَبْصَارَ - الْاَفْـِٔدَةَۙ -  بُطُونِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Allah Teâlâ’nın, kulak, göz ve gönül yapma/kılma fiilini anne karnından çıkma fiilinden sonra zikretmesinin, bu uzuvların doğumdan sonra yaratılma durumunu belirtmesi söz konusu olamayacağına göre, işitme ile öğüt alma, görme ile basiret, gönül ile de feraset yetileriyle donattığı kastıyla olması muhtemeldir.

Bu ayette müfred kelimeyle cemi kelime aynı cümlede bir araya gelmiştir. İfadeye dikkat ettiğimizde  الْسَّمْعَ  kelimesi tekil geldiği halde  الَْأبْصَارَ وَالَْفْئِدَة  kelimelerinin çoğul geldiğini görüyoruz. Muktezâ-i zâhire göre üç kelimenin de tekil ya da üçünün de çoğul olarak gelmesi gerekirdi. Öyleyse neden yalnızca  الْسَّمْعَ  kelimesi tekil olarak kullanılmıştır? Bunun cevabı duyu merkezleri ve kalp hususundaki ilmi araştırmalardadır. Beyinde işitme duyusu merkezi yalnızca bir tanedir. Bu sebeple işitmeyi ifade eden  الْسَّمْعَ  kelimesi tekil olarak kullanılmıştır. Ama beyindeki görme ve kalbe bağlı merkezler pek çok olup sınırlı değildir. Bu sebeple  الْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ  kelimeleri الْسَّمْعَ  kelimesinin aksine çoğul gelmiştir. Dolayısıyla tekil-çoğul kelimelerin bu şekilde birlikte kullanılışı muktezâ-i zâhire aykırı olsa da durumun bir gereğidir. Muktezâ-i hale uygun olan kullanım bahsi geçtiği gibi  الْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ  kelimelerinin çoğul gelmesi ise, söz konusu kelimeler niçin  وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً [Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur] (İsra /36) ayetinde tekil gelmiştir? diye sorulabilir. İki ayetin siyakına bakıldığında ikisi arasındaki belaği fark anlaşılacaktır. Dikkat edildiğinde ikinci ayetin idrak ile elde edilen ilimden bahsettiği görülür. İlim, duyma ve görme duyuları yoluyla idrake aktarılır. Oradan da kalbe intikal eder. Zira kişinin duygularının ve fikirlerinin merkezi kalptir. Ayette  السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَاد  duyma ve görme duyusu ile kalp idrake gönderilecek ilmin araçları olarak sunulmuştur.. İlim de idrak da tekil kelimelerdir. Ayetteki duyma ve görme duyuları ile kalbin idrak ve ilimle bağlantısı olması ve bu iki kelimenin de tekil olması dolayısıyla  الَْبْصَارَ وَالَْفْئِدَة  kelimeleri de durumun muktezâsı olarak tekil gelmek zorundadır. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

اُمَّهَاتِكُمْ  kelimesinin aslı,  اُمَّاتِكُمْ 'dur.  هَ  ilave edilmesi şâzdır, zaiddir.

الْاَفْـِٔدَةَ  kelimesi  فُؤَاد  kelimesinin çoğuludur. Zeccâc şöyle demektedir:  فُؤَاد  kelimesi, cemi kesretle çoğul yapılmaz. فئيدان  şeklinde de kullanılmaz." Ben derim ki belki de bu kelime, "Kulak ve göz çoktur. Fakat gönül azdır" hususuna dikkat çekmek için cem-i kıllet vezninde çoğul yapılmıştır. Çünkü gönül, hakiki bilgiler ve yakînî ilimler için yaratılmıştır. Halbuki insanların pek çoğu böyle değillerdir. Tam aksine onlar, birtakım behimî fiiller ve vahşi hayvanlara mahsus sıfatlarla haşir neşirdirler. Binaenaleyh, böylece sanki onların gönülleri gönül olmamış olur. Bundan dolayı, bu kelimenin çoğulunda, cem-i kıllet kalıbı getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ  [Size kulaklar, gözler ve gönüller verdi] onunla bilgi öğreneceğiniz araçlar ve duyular verdi, bu sayede eşyanın özünü anlar, hissin tekrarı ile eşyalar arasında farkı ayırt edersiniz. Sonunda gerçek bilgiye ulaşır, tecrübe sonunda ilim kazanma yollarını öğrenirsiniz. (Beyzâvî)

Müfessirler bu ifadeye, “Allah size, Allah’ın va’z u nasihatlarını duyasınız diye kulak; delillerini göresiniz diye göz; Allah’ın alametini akledesiniz, düşünesiniz diye gönül verdi” manasını vermiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette kulaklar, gözlerden önce zikredilmiştir. Çünkü kulak vahyi telakki yoludur. Yahut kulak idraki göz idrakinden önce hasıl olduğu içindir. (Ebüssuûd)

الأفْئِدَةُ  kelimesi  الفُؤادِ  kelimesinin çoğuludur. Aslında kalp demektir. Ama çoğunlukla akıl manasında kullanılır ki burada da bu manadadır. Kulak ve göz idrak için en önemli azalardır. Çünkü en önemli cüzler ve zaruri ilimler bunlar vasıtasıyla idrak edilir. (Âşûr)

 

 لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  لَعَلَّ ’nin haberi olan  تَشْكُرُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub,  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Nahl Sûresi 79. Ayet

اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ ف۪ي جَوِّ السَّمَٓاءِۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ...


Gökyüzünde Allah’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları gökte ancak Allah tutar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 يَرَوْا bakmadılar mı? ر ا ي
3 إِلَى
4 الطَّيْرِ kuşlara ط ي ر
5 مُسَخَّرَاتٍ O’nun emrine boyun eğdirilmiş س خ ر
6 فِي
7 جَوِّ boşluğunda ج و و
8 السَّمَاءِ göğün س م و
9 مَا yoktur
10 يُمْسِكُهُنَّ onları tutan م س ك
11 إِلَّا başka
12 اللَّهُ Allah’tan
13 إِنَّ şüphesiz
14 فِي vardır
15 ذَٰلِكَ bunda
16 لَايَاتٍ ayetler ا ي ي
17 لِقَوْمٍ bir kavim için ق و م
18 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن

Yer çekimine rağmen boşlukta durmayı başaran kuşlar aslında Allah’ın başka bir yasasına boyun eğmektedirler. İnsanların meskenlerde barınması; soğuğa, sıcağa vb. olumsuz tabiat şartlarına karşı korunmak için ihtiyaç duyduğu şeyleri gerek tabiatta hazır bularak gerekse Allah’ın en büyük ihsanı olan kendi zihinsel yetenekleri ve becerileriyle kullanışlı hale getirerek elde etmesi de, hep O’nun tabiatta işlettiği yasaları sayesinde mümkün olmaktadır. 81. âyetteki “(Allah) mâruz kalabileceğiniz düşman gücünden sizi koruyacak zırhlar yapma imkânı bahşetti” meâlindeki ifadede, zırh örneği zikredilerek insanın korunmaya çalıştığı tehlikeler arasında onun kendi türünün de sayılması ilgi çekicidir. Gerçekten tarih, insanın en büyük düşmanının yine insan olduğunu göstermektedir. Endülüslü âlim ve düşünür İbn Hazm bu gerçeği şöyle dile getirir: “İnsanın insanlardan çektiği acılar, yırtıcı hayvanlardan, zehirli yılanlardan çektiği acılardan daha fazladır. Çünkü bütün bu söylediklerimizden korunabiliriz; fakat insanlardan tam olarak korunmak mümkün değildir” (el-Ahlâk ve’s-siyer, s. 81). İşte insanın eski dönemlerdeki zırh benzeri çeşitli savunma araçları yaparak hemcinslerinden gelecek zararlardan korunması da âyette Allah’ın ibret alınması gereken bir lutfu olarak gösterilmiştir. 81. âyetin son kısmını açıklarken Taberî’nin de kaydettiği gibi (XIV, 156) Allah Teâlâ bütün bu nimetleri verirken ve bunları hatırlatırken insanlardan sadece şunu istemektedir: Saygıyla Allah’a yönelsinler, birliğini tanıyarak O’na teslim olsunlar, boyun eğsinler ve yalnız O’na kul olsunlar. 

 
Kaynak :Kuran Yolu Tefsiri

اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ ف۪ي جَوِّ السَّمَٓاءِۜ 

 

Hemze istifhamdır.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَرَوْا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَى الطَّيْرِ  car mecruru  يَرَوْا  fiiline müteallıktır.

مُسَخَّرَاتٍ  kelimesi الطَّيْرِ ‘nin hali olup nasb alameti kesredir. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

ف۪ي جَوِّ  car mecruru  مُسَخَّرَاتٍ ‘e müteallıktır.  السَّمَٓاءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مُسَخَّرَاتٍ  kelimesi, sülasi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mefûludür.


 مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُۜ 

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُمْسِكُهُنَّ  merfû muzari fiildir.

Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.  ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir, mecrurdur.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mecrur mahallen  mansubdur. Nasb alameti kesredir. Cemi müennes salim kelimeler harekeler hareke ile îrablanır.

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٍ  mahzuf sıfatına müteallıktır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  لِقَوْمٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ ف۪ي جَوِّ السَّمَٓاءِۜ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî istifham harfidir. Yani onlar (kâfirler) mutlaka bu gibi nesnelerin benzerlerini görmüşlerdir. O halde Allah’ın sonsuz güç ve kuvveti kendileri için görünür bir hal alsın ve böylece Allah’tan korksunlar diye onlara ne oluyor da bu nesneler (yaratıklar) üzerinde düşünmüyorlar? manasında mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümle muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

مُسَخَّرَاتٍ  kelimesi  الطَّيْرِ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Bu ayet bu minvalde incelenebilecek en güzel ayetlerdendir. İlk olarak  يَرَوْا  fiili ile kastedilen müşriklerle bu ayetin sonunda zikredilen  قَوْمٍ يُؤْمِنُونَ / müminler arasında bir karşıtlık vardır. (Âşûr)

Allah Teâlâ bu ayet-i celilede, kendisine ortak koşanları kendisini birlemeye ve kudretini görmeye davet ederek, yerle gök arasında uçan kuşlara bakıp onlardan ibret almalarını emrediyor. Zira bu kuşlar hava boşluğunda ancak Allah'ın kudretiyle durmaktadırlar. İman eden bir topluluk bunlara bakarak büyük ibretler alır. Kâfirler ise bunları düşünmekten uzaktırlar. (Taberî)

Bu ifade de mübalağa vardır; çünkü teshirin manası, bir şeyi başkasına boyun eğdirmek ve dilediği gibi onda tasarruf edebilecek hale getirmektir.(Ebüssuûd)

 

  مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümle kasrla tekid edilmiştir.  مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiille fail arasındadır.  يُمْسِكُهُنَّ  maksûr/sıfat,  اللّٰهُ  maksûrun aleyh/mevsûftur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Kasr üslubuyla, onları Allah’tan başkasının tutmadığını kesin bir dille belirtilmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük, haşyet duyguları uyandırmak ve kavmi korkutmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

 

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Tecessüm ve cem ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

ذٰلِكَ ; bu delillere dikkat çekmek ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için gelmiştir. 

Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Ayetin sonunda bulunan muzari fiil sıygasındaki  يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. 

قَوْمٍ  ve  لَاٰيَاتٍ  kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade eder.

اٰيَاتٍ  [ayetler]  umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı

78. ayette tekil kelimeyle çoğul kelime aynı cümlede bir araya gelmiştir. İfadeye dikkat ettiğimizde kulak manasındaki semi' kelimesi tekil geldiği halde gözler ve kalplaer anlamındaki الَْأبْصَارَ وَالَْفْئِدَة kelimelerinin çoğul geldiğini görüyoruz. Muktezâ-yı zâhire göre üç kelimenin de tekil, ya da üçünün de çoğul olarak gelmesi gerekirdi. Öyleyse neden yalnızca semi' kelimesi tekil olarak kullanılmıştır? Bunun cevabı duyu merkezleri ve kalp hususundaki ilmi araştırmalardadır. Beyinde işitme duyusu merkezi yalnızca bir tanedir. Bu sebeple işitmeyi ifade eden semi' kelimesi tekil olarak kullanılmıştır. Ama beyindeki görme ve kalbe bağlı merkezler pek çok olup sınırlı değildir. Bu sebeple gözler ve kalpler kelimeleri, semi' kelimesinin aksine çoğul gelmiştir. Ayette, kulaklar, gözlerden önce zikredilmiş. Çünkü kulak, vahyi telakki yoludur. Yahut kulak idrâki, göz idrâkinden önce hâsıl olduğu içindir.

Sayfadan Gönüle Düşenler
Okuduğu anı defterini de alarak masasının başına oturdu ve bir mektup yazmaya başladı:

Bu eve taşındığımızda bulduğum anı defterini hatırlar mısın? Bugün okuyup da etkilendiğim bölümü seninle paylaşmak istedim:

Herkesin şahit olmasa da derinden etkilendiği hikayeleri ve tanımasa da kişileri vardır. İşte hep tartışılan konulardan biri olan - insan değişebilir mi yoksa değişemez mi - sorusuyla karşılaştığımda, aklıma meşhur alim İbn Hacer yani taşın oğlu gelir. Hatırladığım kadarıyla sebebini anlatayım.

İbn Hacer ilim yolunda ilerlemeye çalışan bir öğrencidir. Ancak kafası bir türlü dersleri almıyordu. Medresede eğitim gördüğü yıllarda bütün arkadaşları kendisini geçer. Çabalarına rağmen bir şey öğrenemediğini kabul ederek, ilmi bırakıp memleketine dönmeye karar verir. Yolda giderken bir mağaraya dinlenmek için girer. Dinlenirken yukarıdan kayaya damlayan damlalar dikkatini çeker. Damlalar kayada oyuğa sebep olmuştur.

“Su narinliğine ve yumuşaklığına rağmen, kaya gibi sert bir cisimde nasıl oyuk açabiliyor. Benim kafam, bu kayadan da sert değildir ya, zamanla ilim benim de kafama girecektir.” diyerek medresesine geri döner ve kısa sürede bütün arkadaşlarını geçer. Bu hadiseden dolayı da İbn Hacer diye anılmaya başlar.

İbn Hacer’in rivayet edilen bu hikayesini her hatırladığımda insanın değişebileceği sonucuna varıyorum. Çünkü o, Allah’ın rahmetiyle ilme ve kendisinin ilmi öğrenme ihtimaline olan bakış açısını değiştirerek ilim yolunda devam etmeye karar vermişti. Lakin değişim çaba ve zaman ister. Kişi ancak kendisi istediği için o çabayı ve zamanı harcamayı seçebilir; bir başkası istediği için değil. O yüzden yanındakinin değişmesini isteyen, önce kendisini bakış açısıyla beraber değiştirmeye başlamalıdır.

Değişime niyetle beraber insanın kalbinde yeni kapılar açılır ve yeni yollar belirir. Fakat niyetten öteye de gitmeli yani harekete geçmeli çünkü bir yol ne kadar kullanılırsa ancak o zaman, o kadar netleşir ve işlek hale gelir. Hz. İbrahim’in eşini ve oğlunu bıraktığı Mekke’nin ıssızlığından, bugünkü haline gelmesi gibi düşün. 

Kendine kim olmak istediğini sor: Ne kendisine, ne de bir başkasına hayrı olmayan mı yoksa başkalarına da yararı dokunan mı? İşe güce köstek olan faydasız mı yoksa adaleti emreden ve hakkı hatırlatan mı? Boşa yaşayan mı yoksa Allah rızası için doğru yolda yürüyen mi? Kendinde neyi geliştirmek istiyorsun: daha iyi ve daha bilinçli bir kul veya vatandaş veya eş veya evlat veya çalışan olmak mı?

Cevabını verdikten sonra cesaretini topla ve Allah’ın sana verdiği kabiliyetleri kullanman ve nasip ettiği potansiyeline ulaşman için O’ndan yardımını iste ve değişim yolundaki ilk adımını, değişime niyet ederek at. Tökezlediğinde üzülme, her hata yürüdüğün yolda neyi düzeltmen gerektiğini öğretir. Allah yolunu açık etsin.

Ey göklerin ve yerin gaybının sahibi olan Allahım! Kendimiz için hayırlı olan yolları gönlümüze düşür. Yürüdüğümüz yolları açık et ve Senin rızanı gözeterek adım atma bilincini ver. Yar ve yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Karşımıza hayırlı yoldaşlar çıkar. Hatalarımızı düzeltmemizi, doğrularımızı çoğaltmamızı ve sahip olduğu kulakları, gözleri ve kalpleriyle şükür eden kullarından olmamızı nasip et. Allahım! Attığımız her adımda, ettiğimiz her niyette ve aldığımız her kararda; Sana emanetiz. Bize merhametinle muamele et.

Hayırlı niyetlerle, hayırlı vesilelerle, hayırlı yollara çıkanlardan ve hayırla tamamlayanlardan olmak duasıyla.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji