14 Mart 2025
Nahl Sûresi 80-87 (275. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nahl Sûresi 80. Ayet

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ  ...


Allah, size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri yaptı. Hayvanların derilerinden gerek göç gününüzde, gerek ikamet gününüzde kolayca taşıyacağınız evler; onların yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar yararlanacağınız ev eşyası ve geçimlikler meydana getirdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاللَّهُ ve Allah
2 جَعَلَ yaptı ج ع ل
3 لَكُمْ sizin için
4 مِنْ
5 بُيُوتِكُمْ evlerinizi ب ي ت
6 سَكَنًا oturma yeri س ك ن
7 وَجَعَلَ ve yaptı ج ع ل
8 لَكُمْ sizin için
9 مِنْ
10 جُلُودِ derilerinden ج ل د
11 الْأَنْعَامِ hayvan ن ع م
12 بُيُوتًا evler ب ي ت
13 تَسْتَخِفُّونَهَا kolayca kullanacağınız hafif خ ف ف
14 يَوْمَ gününüzde ي و م
15 ظَعْنِكُمْ göç ظ ع ن
16 وَيَوْمَ ve gününüzde ي و م
17 إِقَامَتِكُمْ ikamet ق و م
18 وَمِنْ ve
19 أَصْوَافِهَا yünlerinden ص و ف
20 وَأَوْبَارِهَا ve yapağılarından و ب ر
21 وَأَشْعَارِهَا ve kıllarından ش ع ر
22 أَثَاثًا giyilecek, döşenecek eşya ا ث ث
23 وَمَتَاعًا ve geçimlik م ت ع
24 إِلَىٰ -ye kadar
25 حِينٍ bir süre- ح ي ن

 جلد  Celede:

جِلْدٌ kelimesi bedenin kabuğu/derisidir. Çoğulu ise جُلُودٌ dur. (Müfredat)     

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cilt, mücellit, cildiye, cellad (deri tüccarı) ve celâdettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 صوف  Savefe :

صُوفٌ bilinen yün ve yapağıdır. Çoğulu أصْوافٌ şeklinde gelir. صُوفَة Eskiden Kâbe'ye hizmet eden topluluğun ismidir.                                                                                                                                    

Sûfî  صُوفِيّ sözcüğüne gelince bu;

a) Bir görüşe göre onun صُوفٌ (yün) giymesine nisbet edilerek böyle denmiştir.

b) Bir görüşe göre ibadetle meşgul olmalarından dolayı eskiden Kâbe'ye hizmet eden صُوفَة'e nisbet edilerek böyle denmiştir.

c) Başka bir görüşe göre ise yemek yemede gıda noktasında faydasının az olması/ona duyulan gereksinim azlığı itibarıyla صُوفان bitkisi gibi olan şeylerle iktisad edip israfa kaçmamaları ve yetinmelerinden dolayı bu bitkiye nisbet edilerek böyle  denmiştir.(Müfredat)       

Kuran’ı Kerim’de isim formunda yalnızca 1 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tasavvuf, sofu, sûfi ve mutasavvıftır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  جَعَلَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ بُيُوتِكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

سَكَناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


 وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la önceki  جَعَلَ  fiiline matuftur.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ جُلُودِ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır. 

الْاَنْعَامِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بُيُوتاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

تَسْتَخِفُّونَهَا  fiili,  بُيُوتاً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَسْتَخِفُّونَهَا  fiili  نْ ’un sübutuyla  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَوْمَ   zaman zarfı, تَسْتَخِفُّونَهَا  fiiline müteallıktır.  ظَعْنِكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ اِقَامَتِكُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

تَسْتَخِفُّونَهَا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi خفف ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


 وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ

 

وَ  atıf harfidir.  مِنْ اَصْوَافِهَا  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا   kelimeleri atıf harfi  وَ la  اَصْوَافِهَا ya matuftur.

اَثَاثاً  kelimesi  بُيُوتاً e matuf olup lafzen mansubdur. Yani  وجعل من أصوافها… أثاثا (Yünlerinden… eşyalar yaptı) şeklindedir.

مَتَاعاً  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  اَثَاثاً ’e matuftur.  اِلٰى ح۪ينٍ  car mecruru  مَتَاعاً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ

 

Ayet  78. ayetteki …اَخْرَجَكُمْ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle  وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle … جَعَلَ لَكُمْ  cümlesine atfedilmiştir. 

…تَسْتَخِفُّونَهَا  cümlesi,  بُيُوتاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mecrur mahalde birbirine temâsül nedeniyle atfedilmiş  اَصْوَافِهَا - اَوْبَارِهَا  - اَشْعَارِهَٓا kelimeleri başındaki  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.

Mef’ûl olan  وَمَتَاعاً  ile  اَثَاثاً  ve  بُيُوتاً  kelimelerindeki tenvin kesret ve nev ifade eder.

ظَعْنِكُمْ  (Yolculuğunuzda) ile  اِقَامَتِكُمْ  (İkametinizde) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir) 

سَكَناً  kelimesi ‘mesken’ demektir.  سَكَن  “meylettiğin ve içinde sükûnete erdiğin yer” demektir. Keşşâf sahibi şöyle der:  سَكَن  masdar olup ism-i mef ûl anlamındadır ki bu, ev gibi meyledilen, yönelinen ya da ülfet edilen yer demektir. Bil ki  ظَعْنِ , göçebelerin, koyun gütmek veya bir suyun başında konaklamak yahut da bir otlak bulmak maksadıyla yapmış oldukları (göç) hareketine denilir. Sefere çıkan, yolculuk amacıyla evinden çıkıp tepelere tırmanan ve giden kimseye  ظَاعْنِ  denir ki bu,  خافض (alçalan)’ın zıddıdır.

اِلٰى ح۪ينٍ  kelimesi ile onların eskiyecekleri zaman kastedilmiştir. Bunun: ölünceye kadar, belli bir müddete kadar ve kıyamete kadar gibi manalara da geldiği ileri sürülmüştür.

مَتَاعاً  kelimesi,  اَثَاثاً  kelimesi üzerine atfedilmiştir. Halbuki atıf, başka olmayı gerektirir. O halde   اَثَاثاً  kelimesi ile  مَتَاعاً arasında ne fark vardır? denilse biz deriz ki: Doğruya en yakın olan şudur:  اَثَاثاً  kelimesi, kişinin giyindiği, örtündüğü ve cinsi münasebet esnasında üzerine çektiği şeylerdir.  مَتَاعاً  ise evlere döşenilen ve kendisiyle evlerin tezyin edildiği şeylerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Hayvanların derilerinden yerleşik hayatta ve göçebe hayatta  faydalanılacak şeylerin sayılması cem' ma’at-taksim sanatıdır. 

Kur'an fasih olmayan  الصوف  kelimesinin çoğulunu kullanmayı tercih etmiştir. Tekilini kullanmak gerektiğinde, Karia Suresi 5 te olduğu gibi muradifini tercih etmiştir.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

الْاَنْعَامِ - جُلُودِ - اَصْوَافِهَا - اَوْبَارِهَا - اَشْعَارِهَٓا  ve  اَثَاثاً - مَتَاعاً - بُيُوتاً  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

جَعَلَ - بُيُوتاً - يَوْمَ - مِنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nahl Sûresi 81. Ayet

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ  ...


Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı ve dağlarda da sizin için barınaklar var etti. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar verdi. Böylece Allah, müslüman olasınız diye üzerinizde olan nimetini tamamlıyor.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاللَّهُ Allah
2 جَعَلَ yaptı ج ع ل
3 لَكُمْ sizin için
4 مِمَّا
5 خَلَقَ yarattıklarından خ ل ق
6 ظِلَالًا gölgeler ظ ل ل
7 وَجَعَلَ ve var etti ج ع ل
8 لَكُمْ sizin için
9 مِنَ
10 الْجِبَالِ dağlarda ج ب ل
11 أَكْنَانًا oturulacak barınaklar ك ن ن
12 وَجَعَلَ ve var eyledi ج ع ل
13 لَكُمْ sizin için
14 سَرَابِيلَ elbiseler س ر ب ل
15 تَقِيكُمُ sizi koruyan و ق ي
16 الْحَرَّ sıcaktan ح ر ر
17 وَسَرَابِيلَ ve elbiseler س ر ب ل
18 تَقِيكُمْ sizi koruyan و ق ي
19 بَأْسَكُمْ savaşınızda ب ا س
20 كَذَٰلِكَ böyle
21 يُتِمُّ tamamlıyor ت م م
22 نِعْمَتَهُ ni’metini ن ع م
23 عَلَيْكُمْ size
24 لَعَلَّكُمْ umulur ki siz
25 تُسْلِمُونَ teslim (müslüman) olursunuz س ل م

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.

جَعَلَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir.  لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.

مِمَّا خَلَقَ ’deki  مِنْ  harf-i ceri ibtidaiyyedir. (Âşûr)

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  جَعَلَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ ظِلَالاً ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir.

ظِلَالاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  مِنَ الْجِبَالِ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.   

اَكْنَاناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir.  لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  سَرَاب۪يلَ  mefûlun bih olup fetha ile mansubdur.  تَق۪يكُمُ  fiili,  سَرَاب۪يلَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

تَق۪يكُمُ  fiili  ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْحَرَّ  ikinci  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.


كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ 

 

Fiil cümlesidir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  يُتِمُّ  olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

يُتِمُّ  merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri  هو ’dir.

نِعْمَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru   يُتِمُّ  fiiline müteallıktır.


لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ

 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamir,  لَعَلَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur. 

تُسْلِمُونَ   fiili لَعَلَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.  تُسْلِمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  تُسْلِمُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  إفعال  babındandır. Sülâsîsi  سلم ’dir.   

إفعال  babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ 

 

Önceki ayete  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle  وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haberin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً cümlesi, haber olan … جَعَلَ لَكُمْ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. 

ظِلَالاً - اَكْنَاناً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

Aynı üslupla gelerek makabline matuf olan mazi fiil cümlesi  وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ , hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. 

سَرَاب۪يلَ  için sıfat konumundaki  تَق۪يكُمُ الْحَرَّ  cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs,  teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ  cümlesi ikinci  سَرَاب۪يلَ  için sıfattır. Sıfatlar mevsufun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır.

Bu ayette sadece  الْحَرَّ (sıcak) kelimesi zikredilmiştir. Oysa bu kelimeden sonra akıl burada  بَرَدٍ (soğuk) kelimesinin de bulunmasına hükmeder. Zira, bu iki kelimenin her biri diğerini iltizam eder. Bu durumda ayet “sizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler yarattı” takdirinde olur. Elbiseler, hem sıcaktan hem de soğuktan korumak için giyildiği halde burada بَرَدٍ  (soğuk) kelimesinin zikredilmeyip sadece  الْحَرَّ (sıcak) kelimesinin zikredilmesinin nedeni; hitabın, ilk etapta elbiseyi ekseriyetle sıcaktan korunmak için giyen çöl halkına olmasındandır. Dolayısıyla الْحَرَّ  lafzının zikri burada maksadı hasıl ettiğinden zıddı zikredilmemiştir.

İktifa sanatının en güzel ve en meşhur örneğinin yer aldığı bu ayeti Beyzâvî şu şekilde tefsir eder: “Araplar için sıcaktan korunmak, soğuktan korunmaktan daha önemli olduğu için ayette iki zıttan (الْحَرَّ- بَرَدٍ) birisiyle iktifa edilerek الْحَرَّ  kelimesi zikredildi.” Görüldüğü gibi müfessirimiz burada iktifa sanatını açık bir şekilde uygulamıştır. Zemahşerî de benzer açıklamalar yapmakla birlikte iktifa adını zikretmez. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Ayette, yalnız sıcağın zikredilmesi, iki zıttan birinin zikredilmesiyle diğerinin de kastedilmesi kabilindendir. Ya da o diyarlar sıcak olduğundan dolayı onlar için asıl önemli olan şeyin sıcaktan korunmak olduğundan sadece sıcakla iktifa edilmiştir. (Ebüssuûd) 

Ayette îcâz-ı hazif vardır. İlk sözden sonra beklenen lafız  برد , hazf edilmiştir. Mana; [Yünden ve pamuktan sizin için elbiseler yaptık. Sıcaktan ve soğuktan onunla korunursunuz.] şeklindedir.  سَرَاب۪يلَ  kelimesi,  سربال ’in çoğuludur. İnsanın giydiği elbiselerdir. (Sâbûnî, İbdâu’l Beyan)

Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki nimetlerinden ikamet ettikleri yerler, giyim ve yaşamlarını kolaylaştırıcı nimetler zikredilmiştir. Birbirine benzer lafızların bir arada kullanıldığı mürâât-ı nazîr sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

جَعَلَ ,سَرَاب۪يلَ ,تَق۪يكُمْ  ,لَكُمْ  ,مِنَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

 

كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede, îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ , amili  يتمّ  olan mahzuf bir mef’ûlü mutlaka müteallıktır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimal, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نِعْمَتَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  نِعْمَتَ , tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki nimetlerinin sayılması ve ardından tamamlandığının bildirilmesi cem' ma’at-taksim sanatıdır.


لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  لَعَلَّ ’nin haberi olan  تُسْلِمُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Nahl Sûresi 82. Ayet

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  ...


Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğden ibarettir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer yine
2 تَوَلَّوْا yüz çevirirlerse و ل ي
3 فَإِنَّمَا artık
4 عَلَيْكَ senin üzerine düşen
5 الْبَلَاغُ duyurmaktır ب ل غ
6 الْمُبِينُ açık bir şekilde ب ي ن
Allah resulünün insanlığa açıkladığı bütün bu uyarılara, ortaya konan açık seçik delillere rağmen gerek onun muhatapları arasından, gerekse tarihin akışı içinde ilâhî vahyin ulaştığı diğer insanlar arasından bu gerçeklere ve onu tebliğ edene sırt çevirenler olmuştur ve olacaktır. Âyete göre böylelerine karşı din adına yapılacak olan şey sadece muhatabın tam olarak kavrayabileceği açıklıkta dini tebliğ etmektir. Buna rağmen inkârda ısrar ediliyorsa sorumluluk ısrar edene aittir (Taberî, XIV, 157).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 426

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

 

فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَوَلَّوْا  şart fiili, mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır. اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ‘nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

عَلَيْكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْبَلَاغُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْمُب۪ينُ  kelimesi ise  الْبَلَاغُ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.

الْمُب۪ينُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

 

Burada hitabın onlardan çevrilip Resulullah'a yöneltilmesi, kendisini teselli içindir. Yani eğer onlar İslâm dininden yüz çevirirlerse ve onlara verilen delilleri, ibretleri ve öğütleri kabul etmezlerse, artık senin tarafında bir taksirat kalmaz; çünkü senin vazifen, açıklayıcı tebliğden ibarettir ve sen bunu gerçekten fazlasıyla yaptın. (Ebüssuûd)

Ayet  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  تَوَلَّوْا  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  şartın cevabı için rabıtadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri;  فلا لوم عليك  (Artık size kınama, ayıplama yoktur.) olan cevap cümlesi mahzuftur. Mahzuf cevap için ta’liliyye hükmündeki  فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  cümlesi kasr edatı  اِنَّمَا  ile  tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْكَ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Car mecrurun takdimi siyaktaki önemine binaendir.

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  الْمُب۪ينُ , muahhar mübteda olan  الْبَلَاغُ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  cümlesinde  اِنَّمَا  ile takdim kasrı bir arada gelmiştir. Bu durumda siyaktan anlaşılan mana dolayısıyla takdim kasrı geçersizdir. Çünkü bu iki kasr şeklinin bir arada kullanılması çelişkilidir.  اِنَّمَا  ile yapılan kasrda maksurun aleyh muahhar, takdim de ise mukaddem olandır. Takdim önemi sebebiyle yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zuhaylî’nin ifadesiyle bu ayet-i kerîmedeki  فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ  kısmında, mevsufun sıfata kasr edilmesi türünden izâfî kasr bulunmaktadır. Yani: “Senin için yalnız tebliğ sıfatı vardır” demektir. ‘’Ey Muhammed (sav) sana düşen Rabbinin elçiliğini ifa etmektir. Biz seni ancak Allah’ın mesajını insanlara ulaştırasın diye gönderdik. Hiç kuşkusuz sen de sana emredilen görevi yerine getirdin. Onları ıslah etmekse senin sorumluluğun değildir. Neticede hesaba çekmek ve yaptıkları iyilik ve kötülüklerin karşılığını vermek de bize düşer.’’ (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları, Rad Suresi 40)

Muahhar mübteda olan  الْبَلَاغُ  için sıfat konumundaki  الْمُب۪ينُ , mevsufun bir özelliğini belirtmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

81. ayetteki  لَكُمْ ’den sonra  تَوَلَّوْا  fiili geldiği için muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

فَاِنْ تَوَلَّوْا  [Eğer yüz çevirirlerse] yan çizerler de kabul etmezlerse,  فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ 

[sana ancak apaçık tebliğ düşer.]  bu sana zarar vermez, çünkü senin görevin tebliğ etmektir, onu da ettin. Bu da sebebi (tebliği), sonucun (cezanın) yerine koyma kabilindendir. (Beyzâvî) Yani sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

 
Nahl Sûresi 83. Ayet

يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟  ...


Onlar, Allah’ın nimetini bilirler, sonra da inkâr ederler. Onların çoğu kâfirlerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَعْرِفُونَ bilirler ع ر ف
2 نِعْمَتَ ni’metini ن ع م
3 اللَّهِ Allah’ın
4 ثُمَّ sonra da
5 يُنْكِرُونَهَا bunu inkar ederler ن ك ر
6 وَأَكْثَرُهُمُ ve çokları da ك ث ر
7 الْكَافِرُونَ inkar ederler ك ف ر

Bir görüşe göre “Allah’ın nimeti”nden maksat Hz. Peygamber’dir. Çünkü o, gerek kendi halkı gerekse bütün insanlık için bir kurtarıcıdır. Muhatabı olan Mekkeliler onu tanıyor, faziletlerini yakından biliyorlardı. Buna rağmen ondan yüz çevirmeleri tam bir nankörlüktü. Başka bir yoruma göre “Allah’ın nimeti”yle, belli başlılarına bu sûrede işaret edilmiş olan O’nun maddî ve mânevî ihsanları kastedilmiştir. Aslında müşrikler bu nimetin gerçek sahibinin Allah olduğunu biliyor, fakat sorulduğunda bunlara putlarının şefaatiyle sahip olduklarını ileri sürüp onlara taparak nimetin gerçek sahibine karşı nankörlük etmiş oluyorlardı. Bu görüşleri aktaran Taberî’nin kendisi, bir önceki ve bir sonraki âyeti dikkate alarak birinci görüşü tercih etmiştir (XIV, 157-158; Râzî, XX, 94-95). Aslında bu şekilde davrananların hepsi inkârcı olmakla birlikte âyetin sonunda “Onların çoğu inkârcıdır” denilmesiyle ilgili şu açıklamalar yapılmıştır: a) Çocuk yaşta veya akıl hastası olanlar kâfir sayılmazlar; b) “Çoğu” kelimesiyle hepsi kastedilmiştir; c) İnkârcılar içinde sırf bilgisizliğinden dolayı nimete nankörlük edenler de bulunmakla birlikte büyük çoğunluk, inatçı ve isyankâr oluşlarından dolayı bu şekilde davrandıkları için “Çoğu inkârcıdır” sözüyle özellikle bu azılı ve kararlı inkârcılar kastedilmiştir (Râzî, XX, 95; Şevkânî, III, 210). Bize göre en isabetli yorum sonuncusudur.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 426-427

يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟

 

Fiil cümlesidir.  يَعْرِفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. نِعْمَتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

يُنْكِرُونَهَا  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ  cümlesi  يُنْكِرُونَهَا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  اَكْثَرُهُمُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْكَافِرُونَ  haber olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salimler harfle irablanır.  الْكَافِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıygası cümleye hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada bilmek ve inkâr etmek fiillerinin mutlak olarak bütün müşriklere isnad edilmesi, bir kavmin bazısının halinin hepsine isnat edilmesi kabilindendir. Tıpkı “Filanoğulları falanı öldürdüler” denmesi gibi. Oysa katil ancak onlardan bir kişidir. Zira müşriklerin bir kısmı böyle değildir. (Ebüssuûd) 

نِعْمَتَ  kelimesinin Allah lafzına izafesi nimetin tazimine işaret eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

يُنْكِرُونَهَا  cümlesi,  ثُمَّ  ile  يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ  cümlesine atfedilmiştir. Cümle  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ  cümlesi  يُنْكِرُونَهَا ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh, veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir. 

Müsnedin marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu özelliğinin, kemâl derecede olduğunu bildirir.

Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsmi fail subûta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ  cümlesiyle,  ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يُنْكِرُونَهَا - الْكَافِرُونَ۟  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُنْكِرُونَهَا   ve  الْكَافِرُونَ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَعْرِفُونَ  (Bilirler) ile  يُنْكِرُونَهَا  (İnkâr ederler) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü't Tefâsîr)

ثُمَّ ’nin manası nimeti tanıdıktan sonra inkâr etmelerini akla uzak göstermektir.  وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟  [Onların çoğu kâfirlerdir.] inadına inkâr edenlerdir. Çoğu zikretmesi ya bazılarının akıl eksikliğinden veya bakma kusurundan veyahut mükellef olmadığı için delille muhatap olmadığından hakkı tanımamasındandır. Ya da ekser için hükm-ü kül olmasındandır. Mesela, [“Hayır, çokları bilmezler.”] (Nahl Suresi, 75) ayetinde olduğu gibi. (Beyzâvî)

Allah burada,  اَكْثَرُ  kelimesini zikredip bütünün tamamını kastetmiştir. Çünkü bir şeyin ekserisi, o şeyin tamamı yerini tutar. Böylece اَكْثَرُ  kelimesinin zikredilmesi, tamamının zikredilmesi gibi olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Nahl Sûresi 84. Ayet

وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ  ...


Kıyamet günü her ümmetten bir şahit göndereceğiz; sonra inkâr edenlere ne (özür dilemeleri için) izin verilecek, ne de Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilecek.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve gün ي و م
2 نَبْعَثُ getirdiğimiz ب ع ث
3 مِنْ
4 كُلِّ her ك ل ل
5 أُمَّةٍ ümmetten ا م م
6 شَهِيدًا bir şahid ش ه د
7 ثُمَّ artık
8 لَا
9 يُؤْذَنُ izin verilmez ا ذ ن
10 لِلَّذِينَ kimselere
11 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
12 وَلَا ve ne de
13 هُمْ onların
14 يُسْتَعْتَبُونَ özür dilemeleri istenir ع ت ب
Müfessirlere göre her ümmetten çıkarılacak tanıktan maksat, tarihin çeşitli dönemlerinde gönderilmiş bulunan peygamberlerdir. Her peygamber kendi ümmeti içinde kimlerin iman ettiği, kimlerin inkâr ettiği hususunda şahitlik edecektir. Âhirette yükümlülük söz konusu olmadığı için (Zemahşerî, II, 430; Şevkânî, III, 211) artık insanların ne yapacaklarına değil, dünyada iken ne yaptıklarına bakılacaktır. Bu sebeple âyette insanlardan Allah’ın hoşnutluğunu kazanma yönünde çaba göstermelerinin istenmeyeceği ifade buyurulmuştur.Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 428

عتب Atebe:

 عَتَبٌ kendisinde konaklayanına sıkıntı veren her tür yükseltili yerdir. Bu anlamdan yola çıkarak kapı eşiği ve basamağa عَتَبَة denmiştir.

عَتْب ve  مَعْتَبَة formları istiare yoluyla insanın başkasına duyduğu düşmanlık ve kabalık anlamında kullanılır.

Ayrıca if'al kalıbı - أعْتَبَ - hem düşmanlığa sevketmek hem de düşmanlığı gidermek manalarına gelir.   Kuran-ı Kerim'de de geçen istif'al formu  - إسْتَعْتَبَ - kişinin hoşnut edilmesi için /karşı tarafın kendisine yaptığı kabalağını itiraf etmesi için talepte bulunmasıdır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve bir isim formunda olmak üzere toplam 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli itab (azarlamak)dır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Zaman zarfı  يَوْمَ  mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, اذكر (zikret) şeklindedir.

نَبْعَثُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  نَبْعَثُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

مِنْ كُلِّ  car mecruru  نَبْعَثُ  fiiline müteallıktır.  اُمَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

شَه۪يداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْذَنُ  merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i fail müstetir olup takdiri هو ’dir. 

لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يُؤْذَنُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُسْتَعْتَبُونَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُسْتَعْتَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  يُسْتَعْتَبُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  عتب’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri  اذكر  olan mahzuf fiile müteallıktır. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî  kelamdır.

لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا  cümlesi,  ثُمَّ  ile  نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ  cümlesine atfedilmiştir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Ayette bahsedilen  شَه۪يداً le, peygamberler kastedilmiştir. Bu kelimedeki tenvin, tazim ve kesret,  اُمَّةٍ ’in tenkiri ise nev ve kesret ifade eder.

ثُمَّ  edatı özür dilemekten şiddetle men edilmeleri dolayısıyla onları saracak şeyin fazlalığını göstermek içindir. Çünkü peygamberlerin onların aleyhine şahitlik etmeleriyle belaları artmakla ümitleri tamamen kesilecektir. (Onlardan rızalık istenmez) bu da  عُتْبَى /utbâ'dan geliyor ki rıza demektir. (Beyzâvî)

Önceki ayet lafza-i celâlle gelmişken, bu ayette  نَبْعَثُ  fiilinde azamet zamirine iltifat edilmiştir.

Atıfla gelen son cümle  وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ , mübteda ve haberden müteşekkil, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr üslubuyla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlede olumsuzluğun müsnedün ileyhten önce gelmesi kasr oluşturmuştur.

Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ  cümlesi  لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesine atfedilmiştir. Eğer ondan daha hususi ise hususun umuma atfıdır ki hususun ihtimamı içindir. (Âşûr)

Sülasisi  عتَب  olan  يُسْتَعْتَبُونَ  fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir ve istif’âl babındadır. Bu bab fiile talep anlamı katmıştır. 

Yani “Onlardan,  الْاعْتَاب  [vazgeçme] istenmeyecektir.” demektir. İ'tâb, kınama ve azarın giderilmesi demektir. Yani “Suçlarını silecek olan tövbe, onlardan istenmeyecek; zira artık o tevbe onlardan kabul edilmeyecektir.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Son cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviyenin yanında yergi makamı olması sebebiyle teceddüt ve istimrar da ifade eder. Yani onların özürlerinin kabul edilmeyeceği kesindir ve hep böyle devam edecektir.

اسْتعْتَاب, rızalık isteme demektir. Kişi, hoşnutluk istediğinde muarızın rızalık vereceğine iyice inanırsa ondan rızalık ister. Rızalık istememek onun öfkesinin devam ettiğini gösterir. (Fahreddin er-Râzî)

ثُمَّ  edatı özür dilemekten şiddetle men edilmeleri dolayısıyla onları saracak şeyin fazlalığını göstermek içindir. Çünkü peygamberlerin onların aleyhine şahitlik etmeleriyle belâları artmakla ümitleri tamamen kesilecektir.
Nahl Sûresi 85. Ayet

وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ  ...


O zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet de verilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 رَأَى gördükleri ر ا ي
3 الَّذِينَ kimseler
4 ظَلَمُوا zulmedenler ظ ل م
5 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
6 فَلَا artık
7 يُخَفَّفُ hafifletilmez خ ف ف
8 عَنْهُمْ onlardan
9 وَلَا ve asla
10 هُمْ onlara
11 يُنْظَرُونَ fırsat verilmez ن ظ ر

وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezm etmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a.  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b.  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c.  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَاَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَاَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ظَلَمُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  یُخَفَّفُ  merfû meçhul muzari fiildir.  عَنۡهُمُ  car mecruru  یُخَفَّفُ  fiiline müteallıktır. Naib-i fail müstetir olup takdiri هو ’dir.

وَ  atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُنْظَرُونَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُنْظَرُونَ   fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  يُنْظَرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نظر ’dir. 

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

 

وَ  atıf,  اِذَا  gerçekleşmesi kesin olan fiillerin başına gelen şart edatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelen şart,  رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ  cümlesi,  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. 

رَاَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  ظَلَمُوا الْعَذَابَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يُخَفَّفُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mefule dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabına matuf olan isim cümlesi formunda gelen  وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfinin müsnedün ileyhten önce gelmesi ve müsnedin fiil cümlesi olması tahsis ifade eder.

Haberin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı sebebiyle istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

لَا  harfi, cumhura göre gelecek zamana mahsustur. Bu harf, mutlak olarak kullanılır ve çoğunlukla istikbal kastedilir. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, c. 2, Yasin Suresi 49)

فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ  cümlesi  اِذَا nın cevabıdır. İstînaf ihtimalini gidermek ve şart ve cevap manasını  tekid etmek için  فَ  ile gelmiştir. (Âşûr) 

وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ [Onlara mühlet verilmez] Olumsuzluğun sürekliliğini ve devamını ifade etmek için isim cümlesi tercih edilmiştir. (Safvetü’t Tefasir)

الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا , inkâr eden kimselerdir. Zamir makamında  zahir olarak ifade edilmesi, zikredilen sıfatın yani zulmün onlardaki varlığını ifade etmek içindir. (Âşûr) 

Müsnedün ileyh, fiil cümlesi ile haber verilerek gelmiştir. Çünkü bir ismin haberinin fiil cümlesiyle gelmesi hükmü takviye eder. Burada olumsuz hükmü takviye etmek istenmiştir. (Âşûr)

ظَلَمُوا - الْعَذَابَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Allah Teâlâ bu tehdidini  tekid ederek [O zalimler azabı görünce kendilerinden hafifletilmeyeceği gibi onlara mühlet de verilmeyecektir] buyurmuştur. Bu, “Müşrikler Allah'ın azabını görüp onun içine düştüklerinde onlardan bu azap hafifletilmeyecek, onlara ne mühlet verilecek ne de geri bırakılacaklardır. Çünkü orada tövbe söz konusu değildir.” demektir. Bu hususta sözün özü, kelamcıların söyledikleri şu husustur: “Azabın menfaat şaibelerinden (kırıntılarından) uzak ve beri olması gerekir.” İşte bu ayetteki [Kendilerinden (o azap) hafifletilmeyecek] ifadesi ile anlatılmaktadır. Azabın devamlı olması gerekir. Bu da ayetteki [Onlara mühlet de verilmeyecektir] ifadesi ile anlatılmaktadır.” (Fahreddin er-Râzî)

 
Nahl Sûresi 86. Ayet

وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ  ...


Allah’a ortak koşanlar, ortaklarını gördüklerinde diyecekler ki: “Rabbimiz! Bunlar, seni bırakıp kendilerine tapmış olduğumuz ortaklarımızdır.” Koştukları ortaklar da onlara: “Siz elbette yalancılarsınız” diye laf atacaklar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 رَأَى gördükleri ر ا ي
3 الَّذِينَ kimseler
4 أَشْرَكُوا ortak koşanlar ش ر ك
5 شُرَكَاءَهُمْ ortak koştuklarını ش ر ك
6 قَالُوا derler ki ق و ل
7 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
8 هَٰؤُلَاءِ işte (bunlar)
9 شُرَكَاؤُنَا ortaklarımız ش ر ك
10 الَّذِينَ
11 كُنَّا olduğumuz ك و ن
12 نَدْعُو tapıyor د ع و
13 مِنْ
14 دُونِكَ senden başka د و ن
15 فَأَلْقَوْا söz atarlar ل ق ي
16 إِلَيْهِمُ onlara
17 الْقَوْلَ şu sözle ق و ل
18 إِنَّكُمْ siz
19 لَكَاذِبُونَ tamamen yalancılarsınız ك ذ ب
Müşriklerin tanrısal nitelikler yükleyip taptıkları varlıklar, Allah’ın iradesi uyarınca konuşma yeteneği kazanıp kendilerine tapanlara, “Siz gerçekten yalancısınız” diyerek aslında kendilerinden böyle bir şey istenmediği halde putperestliği onların uydurduğuna bir bakıma şahitlik edeceklerdir. Yûnus sûresinin 28. âyetinde yine âhiretteki bu sahnenin tasviri sırasında müşriklerin Allah’a ortak koştukları varlıklara isnat edilen, “Siz bize ibadet etmiyordunuz” ifadesi dikkate alınarak konumuz olan âyetteki, “Siz gerçekten yalancısınız” sözünü, “Siz aslında bize değil kendi hevâ ve hevesinize tapıyordunuz” anlamında yorumlamak da mümkündür. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 428-429

وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c.  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

رَاَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَاَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ظَلَمُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَشْرَكُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

شُرَكَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا  cümlesi şartın cevabıdır.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi   رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ , muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا ’dır.

İsm-i işaret  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  شُرَكَٓاؤُ۬نَا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  شُرَكَٓاؤُ۬نَا ’nın sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَ ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كان  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كُنَّا  sükun üzere mebni nakıs fiildir.

كُنَّا ’nın ismi, mütekellim zamiri  نَا , mahallen merfûdur.

نَدْعُوا  fiili  كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen merfûdur.  نَدْعُوا  fiili,  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

مِنْ دُونِكَ  car mecruru  نَدْعُوا ’deki mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

شُرَكَٓاءَهُمْ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ

 

فَ  atıf harfidir.  اَلْقَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْهِمُ  car mecruru  اَلْقَوْا  fiiline müteallıktır.  الْقَوْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

كَاذِبُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

كَاذِبُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كذب  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ

 

وَ  atıf,  اِذَا  gerçekleşmesi kesin olan fiillerin başına gelen şart edatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelen şart,  …رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا  cümlesi,  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. 

رَاَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  …قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, ...رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ , nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

رَبَّـنَا  izafeti mütekellimin Allah’ın rububiyet sıfatına sığınma isteğine, nida harfinin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. 

Nidanın cevabı olan  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ  cümlesi, isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, bahsi geçenlere tahkir ifade eder. 

Müsned veciz ifade kastıyla izafet terkibiyle gelmiştir. 

شُرَكَٓاؤُ۬نَا  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ  cümlesi,  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlenin müsnedinin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder.  (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنْ دُونِكَۚ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

شُرَكَٓاؤُ۬ - الَّذ۪ينَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Önceki ayetle bu ayet arasında, aynı kelimelerle başlaması sebebiyle reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ  [Şirk koşanlar ortaklarını gördükleri zaman] ortakları saydıkları putlarını yahut küfre zorlamakla onlara ortak olan şeytanları  رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ [Ey Rabbimiz, bunlar bizim Senden başka ibadet ettiğimiz ortaklarımızdır, derler.] taptığımız yahut itaat ettiğimiz ortaklarımızdır, demiştir. Bu da kendilerinin bu hususta hatalı olduklarını itiraftır ya da azaplarını yarıya indirmek için ricadır. (Beyzâvî) 


 فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ

 

Nidanın cevabına  فَ  ile atfedilen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Vakafat, s. 107)

الإلْقاءِ  fiilinin  شُرَكَٓاءَ ’ye ait zamire isnad edilmesi, mecaz-ı aklîdir. Sahne böyledir. Bu fiilde putlara ait zamirin müzekker âkili ifade eden vavu’l cemaat olması daha önce zikredilen  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  şeklindeki işaret ismi dolayısıyla müşâkeledir. Daha sonra gelen  الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu de akılıları ifade eder. (Âşûr)

Masdar kalıbındaki  الْقَوْلَ , mef’ûldür.  اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ , bu sözü tefsir etmek üzere fasılla gelmiş isim cümlesidir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile  tekid edilen cümle, sübut ve istimrar ifade etmektedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedin ism-i fail kalıbında gelmesi bu özelliğin, müsnedün ileyhe olan bağlılığına ve istimrara delalet etmiştir.

الْقَوْلَ - قَالُوا  ve  اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nahl Sûresi 87. Ayet

وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ  ...


Onlar o gün Allah’a teslim olurlar ve uydurdukları şeyler de onları yüzüstü bırakıp kaybolur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَلْقَوْا ve olurlar ل ق ي
2 إِلَى
3 اللَّهِ Allah’a
4 يَوْمَئِذٍ o gün
5 السَّلَمَ teslim س ل م
6 وَضَلَّ ve sapıp gider ض ل ل
7 عَنْهُمْ kendilerinden
8 مَا şeyler
9 كَانُوا oldukları ك و ن
10 يَفْتَرُونَ uyduruyor(lar) ف ر ي

Müşrikler, putlarının kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanıyor, onlara bu sebeple taptıklarını söylüyorlardı (Zümer 39/3). Anlaşıldığına göre âhirette kendilerine şefaat etmelerini beklerken putları onları yüzüstü bırakacak (Taberî, XIV, 160), umduklarını bulamamanın yıkımını yaşayacaklardır.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 429

وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

 

 Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اَلْقَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  اَلْقَوْا  fiiline müteallıktırيَوْمَئِذٍ  zaman zarfı,  إذ  için muzâftır.  اَلْقَوْا  fiiline müteallıktır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

السَّلَمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَنْهُمْ  car mecruru  ضَلَّ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. 

كَانُوا ‘nun haberi olan  يَفْتَرُونَ  fiili mahallen mansubdur.  يَفْتَرُونَ  fiili  نَ ’un sübutu ile merfû muzari fiildir, zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَفْتَرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi  فري ’dir. İftial  babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

 

Önceki  اَلْقَوْا  cümlesine matuf olan ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Vakafat, s. 107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍۨ , siyaktaki önemine binaen, mef’ûl olan  السَّلَمَ ye takdim edilmiştir.

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ  cümlesinde, müşterek ism-i mevsûl,  ضَلَّ  fiilinin faili konumundadır. Sılası  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlenin müsnedinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, adet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Fiile mutavaat, edinim, ortaklık, ortaya koyma, seçme, çaba gösterme anlamları katan humasi ifteale babındaki  يَفْتَرُونَ  fiilinde, bu babın fiile kattığı bütün anlamları görmek mümkündür.

Cenab-ı Hak, sonra da [O gün Allah'a teslimiyetlerini arz ederler.] buyurur. Kelbî bunun: “O gün, hem tapan (müşrikler) hem tapılan (putlar) Allah'a teslim olur. O'nun Rableri olduğunu, ortaklardan ve benzerlerden berî olduğunu kabul ederler.” manasında olduğunu söylemiştir. Ayetteki “Düzmüş oldukları yalancı tanrıları ise onları bırakıp gitmişlerdir.” ifadesi ile ilgili şu iki izah yapılmıştır:

a. Bunun, “O gün onlardan, şeytanın kendilerine Allah'ın bir ortağı, eşi ve çocuğu vardır diye yutturduğu şeyler, silinir, yok olur gider.” manasında olduğu ileri sürülmüştür:

b. Bu ifadenin, “Onların ilâhlarının Allah katında kendilerine yardımcı ve şefaatçi olacağı kuruntusu boşa çıkar, kaybolur gider.” manasında olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Günün Mesajı

80. ayette geçen ''sekenen ve buyûten'' kelimeleri birbirinin mukabili olarak kullanılmıştır.

Birincisi "sabit konutlara”, ikincisi çadır vb. gibi “seyyar konutlara” delalet eder. Aslında “ev” anlamında kullanılan beyt “geceledi” manasındaki bâte fiilinden türetilmiştir.

Asıl anlamı “içinde gecelenen mekan'dır.

Ayetin sonundaki ''esâsen ve mekânen'' de öncekiler gibi karşıtlık oluşturur. Birincisi "temel ve dayanıklı tüketim malları'na tekabül ederken, ikincisi; tali ve dayanıksız tüketim mallarına” tekabül eder.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Geçmişten geleceğe bilinen en değerli âlimlerden eğitim almak için başvurmuştu. Kabul için sınava girme hakkını kazandığını bildiren mektup geldiğinde, havalara uçmuştu. 

Sınavın nasıl olduğunu bilenler anlatmıyordu, bilmeyenlerin sayısı ise çoktu. Sınav zamanı, sınavın yapılacağı şehre vardı. Anlaşılan tek başına girecekti, etrafında başka kimse görünmüyordu. 

Sınava beş dakika kala, sarıklı bir adam geldi ve kendisini yanına çağırdı. Bir evin önüne geldiklerinde, koca bir anahtar çıkarıp kilidi açtı. Kapıdan geçmesini belirtecek şekilde elini uzattı ve dedi ki: 

“Şükrünü etmediğini kaybedersin, geri kazanmanın yolunu bulursan kazanırsın.”

Ev oldukça ferah bir genişliğe ve renklere sahipti. Baktıkça gözleri ve gönlü aydınlanıyordu. Anladı ki; kalbi için burası herhangi bir ev değildi, onun kendi eviydi. Saatlerce evin her odasını gezdi. Sınava dair hiçbir ipucu bulamamıştı.

Acıkınca, mutfağa gitti ve ağzına kadar dolu olan buzdolabından istediklerini alıp yedi. Kendisini haftalarca tok tutacak yiyeceğe ve içeceğe sahipti. Yorucu bir gün geçirmişti, gecikmeden yatmaya karar verdi.

Sabahın ilk ışıklarında tekrar uyandı ve yatağın rahatlığının tadını çıkarırken, bedeninin yere çarpmasıyla bağırdı. Şaşkınlıktan canının acısını hissedememişti. Yeniden uyuya kalıp döndüğü için düştüğünü sanarken, yatağın yerinde yeller estiğini farketti. 

Ne düşünmesi gerektiğini bilemedi. Ayağa kalkınca bacaklarının titrediğini hissetti. Kıyafet dolabını açtı ve gözüne hoş gelenlerden birini giyindi. Güzel bir kahvaltı hayaliyle mutfağa gitti ama buzdolabı ve bütün dolaplar boştu.

Salona gidip koltuklardan birine oturdu ve tam şaşkınlıkla korkusunu üzerinden atacak huzura kavuştuğunda kendisini tekrar yerde buldu. Bir kaç denemenin ardından, pes etti ve yere oturdu.

Yere uzanıp, hayranlıkla tavanlardaki işlemeleri ve duvarlardaki resimleri incelemeye başladı. Gözlerinin kapanıp açıldığı saniyelik anlardan birinde ev kayboldu. Görmezden gelmeye çalıştığı tedirginliği artmıştı. Artık olmayan evin, bahçesinin ağaçlarından birinin altına oturdu. Ağaç kayboldu.

Nereye giderse gitsin, neye bakarsa baksın, her şey tek tek kayboluyordu. Sonunda huzursuz bir boşluğun içinde yapayalnız kalmıştı. Ne etrafında, ne de üzerinde hiçbir şey kalmamıştı. Nefsinin tedirgin vesveselerinden dolayı net düşünemiyordu. Çıkış kapısı da evle beraber kaybolduğu için nasıl yardım isteyeceğini de bilmiyordu.

İlim peşinden koşan tarafı uyanınca, sınavda olduğunu hatırladı. Doğru cevabı verebilmek için yanlışının ne olduğunu aradı. Sarıklı adam ne demişti? Şükür, kaybetmek ve geri kazanmakla ilgiliydi. Ve cevap kalbine doğdu: iki gün boyunca her şeye hayran kalmış ama hiçbiri için şükür etmemişti.

Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! İman ederim, her şeyin sahibi Sensin. Nankörlüğe meyil eden nefsime rağmen, beni hayatta tutan rızkı ve nefesi veren Sensin. Gönlümü neşelendiren canlı ve cansızlara karşı muhabbeti ve sevdiklerimi veren Sensin. Şükürden uzak duran her anım için tövbe ederim, şüphesiz ben Senin merhametine muhtacım. 

İstemeyi akıl edemediklerimi ve istediklerimi veren Allahım! Hatalarımı ve cahilliğimi affet. Beni her anında ve her nimetin karşısında şükür eden kullarından eyle. Nefsim, bedenim, ruhum ve kalbim Sana boyun eğsin ve hepsi Senin rızanı kazanmakla meşgul olsun. 

Duasını bitirince başını kaldırdı. Her şey yerli yerindeydi. Öyle ki; az önce rüya mı gördüm acaba derken sarıklı adamın geldiğini gördü. Evden çıkarlarken, adam, sınavı kazandığı için kendisini tebrik etti. Ve eğitimle ilgili bazı gerekli bilgileri verip gittikten sonra hemen secdeye vardı:

Merhametin için sonsuz şükürler olsun Allahım! Beni ve sevdiklerimi; iki cihanda da merhametine mazhar olanlardan ve huzurunla buluşanlardan eyle.

Amin.

***

Sadece hatıralarında kayıtlı kalmış olsa bile yeryüzünde herkesin ‘evim’ dediği bir köşesi vardır. Oraya gittiğinde sanki karşılıklı bir tanışıklık ve samimiyet ile buluşur. Ev denilen yer, insan gibi değişken değildir. Etrafındakiler farklılaşsa bile hissettirdikleri benzerdir. Aidiyet duygusuyla kişiyi dinlendirir ve ihtiyaçlarını karşılayarak doyurur. Belki uçan kuşlar ve ezan okuyanlar cismen değişmişse de evin parçası olan haliyle o kuşlar ve ezanlar değişmemiş aynı kalmıştır.

Bir ‘ev’in maddi ve manevi boyutları vardır. Belki de insana asıl huzur veren; görünenlerin ardındaki görünmeyenlerdir. Bu yüzden maddiyatını şekillendirme çabasıyla yorulmaktansa maneviyatına odaklanmak daha doğru olur. Zira, aslında ‘ev’ gözlerden çok kalbin seçtiği ve huzur ile buluştuğu yerdir. Bu farkındalıkla beraber ‘ev’ denilen kavramın manası hakiki bir boyuta taşınarak değişime uğrar. Yani artık kişinin kendisini ‘ev’inde hissedebilmesi için maddi bir yere ihtiyacı yoktur.

Özünde kul olmak için yaratılmış olan insanın ‘ev’i neresidir sorusuna şöyle cevap verilir: Allah’a sığındığı ve O’nu ihlasla andığı mekan ve zamandır. Allah’ın yolundan ve O’nu hatırlamaktan uzaklaşan kişi, dünyaya dalar ama neyi severse sevsin bir türlü doymak bilmez ve derin bir arayışın içine düşer. Akıllanmadığı sürece ise dünyalıklar arasında savrulur durur. Zira nefsi ne derse dersin, kalp Rabbini anmak ister. Beden nerede dolaşırsa dolaşsın, ruh Rabbinin huzurunda eğilmek ister.

Ey Allahım! Yeryüzündeki yatıp kalktığımız, yiyip içtiğimiz, ailelerimizle paylaştığımız maddi evlerimizi muhafaza buyur. Nurun, muhabbetin ve rahmetin ile kötü hallerden arındır, salih amellerle süsle ve içlerini nice iyiliklerle doldur. Kalbimizi ve ruhumuzu huzur ile dolduran manevi evlerimizin temellerini sağlamlaştır. Sana itaati, Seni anmayı ve Sana sığınmayı seven kullarından eyle. İşinin, gücünün veya yolculuğun ardından evine dönüp de dinlenmek isteyenlerin tatlı heyecanı gibi her nerede olursak olalım, bizi her an yüzü ve kalbi Sana dönük yaşayanlardan eyle. Bizi affet. Bizden razı ol. Cennetinden bir ev ile sevindir. Bizi iki cihanda da hakiki huzura yani ‘ev’ine kavuşanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji