İsrâ Sûresi 18. Ayet

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً  ...

Kim bu geçici dünyayı isterse orada ona, (evet) dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar hemen veririz. Sonra da cehennemi ona mekân yaparız. O, buraya kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak girer.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 كَانَ ise ك و ن
3 يُرِيدُ istiyor (dünyayı) ر و د
4 الْعَاجِلَةَ acele olanı ع ج ل
5 عَجَّلْنَا çabucak veririz ع ج ل
6 لَهُ ona
7 فِيهَا orada
8 مَا kadar
9 نَشَاءُ dilediğimiz ش ي ا
10 لِمَنْ kimseye
11 نُرِيدُ istediğimiz ر و د
12 ثُمَّ sonra
13 جَعَلْنَا (yerini) yaparız ج ع ل
14 لَهُ ona
15 جَهَنَّمَ cehennem
16 يَصْلَاهَا oraya girer ص ل ي
17 مَذْمُومًا kınanmış olarak ذ م م
18 مَدْحُورًا ve kovulmuş olarak د ح ر
 
Râzî’nin kaydettiği bir yoruma göre 18. âyet 13. âyetin,  “Her insanın sorumluluğunu omuzuna yükledik” meâlindeki kısmının açıklaması mahiyetindedir. 13. âyete göre her insanın sorumluluğu kendisine aittir. O halde kim seçimini yalnız dünya çıkarları için kullanır da mal-mülk, mevki-makam elde etmek için çalışırsa bilmelidir ki bir imtihan alanı olan bu dünyada Allah herkese her istediğini değil, fakat kendi istediği kimselere uygun gördüğü şeyleri verir. Ama böyleleri Allah’ın rızâsını değil, kendi dünyevî tutkularını esas aldıkları için artık yergiyi de hak etmiş olacak ve Allah’ın rahmetinden mahrum kalarak cehenneme atılacaklardır (Râzî, XX, 178).
 
 Âyet, bazı dünyevî değerleri elde etmenin gerçek anlamda bir ayrıcalık ve üstünlük olarak algılanmaması gerektiği hususunda anlamlı bir uyarı olarak değerlendirilmelidir. Çünkü Allah’ın bizden beklediği “âhireti istemek”tir. Âhireti istemenin ne anlama geldiği sorusu da önem taşımaktadır. Bu iki âyette “dünya işi yapan, âhiret işi yapan” denmeyip “dünyayı isteyen, âhireti isteyen” denmesi söz konusu sorunun cevabını bulmada büyük önem taşımaktadır. Çünkü burada yapılan iş değil, o işle neyin hedeflendiğinin altı çizilmekte, yani niyetlere dikkat çekilmektedir. Zira insan dünya işi yaparken âhiret iyiliğini hedefleyebileceği gibi âhiret işi yaparken (ibadet ederken) dünya çıkarlarını da hedefleyebilir. Böylece eylemlerin Allah katındaki değerini tayin eden birinci unsur niyetlerimizdir. Bu sebeple Hz. Peygamber, “Ameller niyetlere göredir” buyurmuştur (Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 1). Bir insan, işlerini, hatta ibadetlerini âhireti esas alarak değil de dünya menfaatini kendisine hedef seçerek yaparsa bu kişi dünyayı istemiş olur; fakat ibadet ve itaatleri yanında dünya işi yaparken de bunu Allah’ın hükümlerine uyarak, âhirette Allah’a hesap vereceğini düşünerek, sevabını Allah’tan umarak o işi dürüstlükle yaparsa bu kişi âhireti istemiş olur. Herkes kendi niyetine göre karşılık bulur. 19. âyette hayırlı bir eylemin üç şartına dikkat çekilmektedir: a) Âhiret sevabı istenmeli, b) Sadece istemekle kalmayıp âhireti kazandıracak işler yapılmalı, c) Bütün bunlar inanarak yapılmalı (Zemahşerî, II, 356). Âyette inanmanın şart olarak yer alması, diğerlerinin anlamlı hale gelmesi ve sonuç vermesinin inanmaya bağlı olduğunu göstermektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 472-473
 

 ذَمَّ fiil olarak onu kötüledi/zemmetti/ayıpladı/kınadı anlamında kullanılır. Bu fiilin mastarı ذَمٌّ dur. Aynı kökten ذِمام ve ذِمَّة sözcükleri kişinin savsaklaması ya da bozması halinde zemmedilip suçlanacağı ahit/anlaşma/sözleşme veya verilen sözdür. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda toplam 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri zimmet, zemmetmek, mezmum ve zımmîdir.

(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ 

 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ  cümlesi  مَنِ in haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانَ  şart fiili olup nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ nin ismi müstetir olup takdiri  هو dir. 

يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ  cümlesi  كَانَ nin haberi olarak mahallen mansubdur.  يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

الْعَاجِلَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا  cümlesi şartın cevabıdır.

عَجَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

لَهُ  car mecruru  عَجَّلْنَا  fiiline müteallıktır. ف۪يهَا  car mecruru  عَجَّلْنَا  fiiline müteallıktır.

مَا  müşterek ismi mevsûlu, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَشَٓاءُ dür. Îrabdan mahalli yoktur.

نَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceri ile birlikte  عَجَّلْنَا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  نُر۪يدُ dür. Îrabdan mahalli yoktur.  نُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. 

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

 لَهُ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.

 جَهَنَّمَۚ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Gayri munsarifdir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَجَّلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عجل dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

الْعَاجِلَةَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عجل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً

 

يَصْلٰيهَا  cümlesi  لَهُ ’deki zamirin veya  جَهَنَّمَ ’in hali olarak mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir.  يَصْلٰيهَا  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَذْمُوماً  failin hali olup fetha ile mansubdur.  مَدْحُوراً  ikinci hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

مَذْمُوماً  kelimesi sülâsî mücerred olan  ذمم  fiilinin ism-i mef’ûludur.

مَدْحُوراً  kelimesi sülâsî mücerred olan  دحر  fiilinin ism-i mef’ûludur.
 

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ , mübtedadır.  كانِ ’nin dahil olduğu isim cümlesi hem şart cümlesi hem de  مَنْ ’in haberidir.

Burada 19. ayette bunun tam tersinin zikredilmesi dolayısıyla izafi bir kasır manası vardır. Çünkü izafi kasır burada olduğu gibi biri olumlu, diğeri aynı şeyin muhalifinin olumsuzluğunu ifade eden iki cümleden oluşur.  كان ’nin haberinin muzari olarak gelişi, bütün iradelerinin buna yöneldiği hakikatinin devamlılığını ifade içindir. (Âşûr)

كان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Siyaktan da anlaşıldığı gibi  الْعَاجِلَةَ  kelimesi mevsûfu hazf edilmiş sıfattır. Yani acil olan dünyayı isterse manasındadır. (Âşûr)

فَ  karinesi olmadan gelen  عَجَّلْنَا , şartın cevabıdır. Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

عَجَّلْنَا  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip ise şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

عَجَّلْنَا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  نَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Harf-i cerle birlikte  عَجَّلْنَا  fiiline müteallık olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  نُر۪يدُ , muzari fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûllerin sıla cümleleri muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrara işaret etmiştir.

Şartın cevabına  ثُمَّ  ile atfedilen  ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İkisi de ism-i mevsûl olan  مَنْ  ve  مَا  kelimeleri ve  نُر۪يدُ  نَشَٓاءُ  fiilleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَاجِلَ - عَجَّلْنَا ve  يُر۪يدُ - نُر۪يدُ  kelime grupları arasında iştikak cinası, عَجَّلْنَا  -  جَعَلْنَا  arasında cinas-ı muzari, bu kelimeler arasında ve  مَنْ ’lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَاجِلَةَ  dünyadan kinayedir. Yani sadece dünya nimeti isteyene ondan gayrısı verilmez. (Sâbûnî, İbdâu’l Beyan) 

يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً  cümlesi  لَهُ ’deki zamirin veya  جَهَنَّمَ ’in halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَذْمُوماً  -  مَدْحُوراً  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.