26 Mart 2025
İsrâ Sûresi 18-27 (283. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İsrâ Sûresi 18. Ayet

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً  ...


Kim bu geçici dünyayı isterse orada ona, (evet) dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar hemen veririz. Sonra da cehennemi ona mekân yaparız. O, buraya kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak girer.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 كَانَ ise ك و ن
3 يُرِيدُ istiyor (dünyayı) ر و د
4 الْعَاجِلَةَ acele olanı ع ج ل
5 عَجَّلْنَا çabucak veririz ع ج ل
6 لَهُ ona
7 فِيهَا orada
8 مَا kadar
9 نَشَاءُ dilediğimiz ش ي ا
10 لِمَنْ kimseye
11 نُرِيدُ istediğimiz ر و د
12 ثُمَّ sonra
13 جَعَلْنَا (yerini) yaparız ج ع ل
14 لَهُ ona
15 جَهَنَّمَ cehennem
16 يَصْلَاهَا oraya girer ص ل ي
17 مَذْمُومًا kınanmış olarak ذ م م
18 مَدْحُورًا ve kovulmuş olarak د ح ر
Râzî’nin kaydettiği bir yoruma göre 18. âyet 13. âyetin,  “Her insanın sorumluluğunu omuzuna yükledik” meâlindeki kısmının açıklaması mahiyetindedir. 13. âyete göre her insanın sorumluluğu kendisine aittir. O halde kim seçimini yalnız dünya çıkarları için kullanır da mal-mülk, mevki-makam elde etmek için çalışırsa bilmelidir ki bir imtihan alanı olan bu dünyada Allah herkese her istediğini değil, fakat kendi istediği kimselere uygun gördüğü şeyleri verir. Ama böyleleri Allah’ın rızâsını değil, kendi dünyevî tutkularını esas aldıkları için artık yergiyi de hak etmiş olacak ve Allah’ın rahmetinden mahrum kalarak cehenneme atılacaklardır (Râzî, XX, 178).
 
 Âyet, bazı dünyevî değerleri elde etmenin gerçek anlamda bir ayrıcalık ve üstünlük olarak algılanmaması gerektiği hususunda anlamlı bir uyarı olarak değerlendirilmelidir. Çünkü Allah’ın bizden beklediği “âhireti istemek”tir. Âhireti istemenin ne anlama geldiği sorusu da önem taşımaktadır. Bu iki âyette “dünya işi yapan, âhiret işi yapan” denmeyip “dünyayı isteyen, âhireti isteyen” denmesi söz konusu sorunun cevabını bulmada büyük önem taşımaktadır. Çünkü burada yapılan iş değil, o işle neyin hedeflendiğinin altı çizilmekte, yani niyetlere dikkat çekilmektedir. Zira insan dünya işi yaparken âhiret iyiliğini hedefleyebileceği gibi âhiret işi yaparken (ibadet ederken) dünya çıkarlarını da hedefleyebilir. Böylece eylemlerin Allah katındaki değerini tayin eden birinci unsur niyetlerimizdir. Bu sebeple Hz. Peygamber, “Ameller niyetlere göredir” buyurmuştur (Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 1). Bir insan, işlerini, hatta ibadetlerini âhireti esas alarak değil de dünya menfaatini kendisine hedef seçerek yaparsa bu kişi dünyayı istemiş olur; fakat ibadet ve itaatleri yanında dünya işi yaparken de bunu Allah’ın hükümlerine uyarak, âhirette Allah’a hesap vereceğini düşünerek, sevabını Allah’tan umarak o işi dürüstlükle yaparsa bu kişi âhireti istemiş olur. Herkes kendi niyetine göre karşılık bulur. 19. âyette hayırlı bir eylemin üç şartına dikkat çekilmektedir: a) Âhiret sevabı istenmeli, b) Sadece istemekle kalmayıp âhireti kazandıracak işler yapılmalı, c) Bütün bunlar inanarak yapılmalı (Zemahşerî, II, 356). Âyette inanmanın şart olarak yer alması, diğerlerinin anlamlı hale gelmesi ve sonuç vermesinin inanmaya bağlı olduğunu göstermektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 472-473

 ذَمَّ fiil olarak onu kötüledi/zemmetti/ayıpladı/kınadı anlamında kullanılır. Bu fiilin mastarı ذَمٌّ dur. Aynı kökten ذِمام ve ذِمَّة sözcükleri kişinin savsaklaması ya da bozması halinde zemmedilip suçlanacağı ahit/anlaşma/sözleşme veya verilen sözdür. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda toplam 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri zimmet, zemmetmek, mezmum ve zımmîdir.

(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ 

 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ  cümlesi  مَنِ in haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانَ  şart fiili olup nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ nin ismi müstetir olup takdiri  هو dir. 

يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ  cümlesi  كَانَ nin haberi olarak mahallen mansubdur.  يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

الْعَاجِلَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا  cümlesi şartın cevabıdır.

عَجَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

لَهُ  car mecruru  عَجَّلْنَا  fiiline müteallıktır. ف۪يهَا  car mecruru  عَجَّلْنَا  fiiline müteallıktır.

مَا  müşterek ismi mevsûlu, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَشَٓاءُ dür. Îrabdan mahalli yoktur.

نَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceri ile birlikte  عَجَّلْنَا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  نُر۪يدُ dür. Îrabdan mahalli yoktur.  نُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. 

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

 لَهُ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.

 جَهَنَّمَۚ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Gayri munsarifdir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَجَّلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عجل dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

الْعَاجِلَةَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عجل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً

 

يَصْلٰيهَا  cümlesi  لَهُ ’deki zamirin veya  جَهَنَّمَ ’in hali olarak mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir.  يَصْلٰيهَا  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَذْمُوماً  failin hali olup fetha ile mansubdur.  مَدْحُوراً  ikinci hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

مَذْمُوماً  kelimesi sülâsî mücerred olan  ذمم  fiilinin ism-i mef’ûludur.

مَدْحُوراً  kelimesi sülâsî mücerred olan  دحر  fiilinin ism-i mef’ûludur.

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ , mübtedadır.  كانِ ’nin dahil olduğu isim cümlesi hem şart cümlesi hem de  مَنْ ’in haberidir.

Burada 19. ayette bunun tam tersinin zikredilmesi dolayısıyla izafi bir kasır manası vardır. Çünkü izafi kasır burada olduğu gibi biri olumlu, diğeri aynı şeyin muhalifinin olumsuzluğunu ifade eden iki cümleden oluşur.  كان ’nin haberinin muzari olarak gelişi, bütün iradelerinin buna yöneldiği hakikatinin devamlılığını ifade içindir. (Âşûr)

كان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Siyaktan da anlaşıldığı gibi  الْعَاجِلَةَ  kelimesi mevsûfu hazf edilmiş sıfattır. Yani acil olan dünyayı isterse manasındadır. (Âşûr)

فَ  karinesi olmadan gelen  عَجَّلْنَا , şartın cevabıdır. Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

عَجَّلْنَا  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip ise şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

عَجَّلْنَا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  نَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Harf-i cerle birlikte  عَجَّلْنَا  fiiline müteallık olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  نُر۪يدُ , muzari fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûllerin sıla cümleleri muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrara işaret etmiştir.

Şartın cevabına  ثُمَّ  ile atfedilen  ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İkisi de ism-i mevsûl olan  مَنْ  ve  مَا  kelimeleri ve  نُر۪يدُ  نَشَٓاءُ  fiilleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَاجِلَ - عَجَّلْنَا ve  يُر۪يدُ - نُر۪يدُ  kelime grupları arasında iştikak cinası, عَجَّلْنَا  -  جَعَلْنَا  arasında cinas-ı muzari, bu kelimeler arasında ve  مَنْ ’lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَاجِلَةَ  dünyadan kinayedir. Yani sadece dünya nimeti isteyene ondan gayrısı verilmez. (Sâbûnî, İbdâu’l Beyan) 

يَصْلٰيهَا مَذْمُوماً مَدْحُوراً  cümlesi  لَهُ ’deki zamirin veya  جَهَنَّمَ ’in halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَذْمُوماً  -  مَدْحُوراً  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
İsrâ Sûresi 19. Ayet

وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُوراً  ...


Kim de mü’min olarak ahireti ister ve ona ulaşmak için gereği gibi çalışırsa, işte bunların çalışmalarının karşılığı verilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim de
2 أَرَادَ isterse ر و د
3 الْاخِرَةَ ahireti ا خ ر
4 وَسَعَىٰ ve çalışırsa س ع ي
5 لَهَا ona
6 سَعْيَهَا yaraşır biçimde س ع ي
7 وَهُوَ ve o
8 مُؤْمِنٌ inanarak ا م ن
9 فَأُولَٰئِكَ öylelerinin
10 كَانَ ك و ن
11 سَعْيُهُمْ çalışmalarının س ع ي
12 مَشْكُورًا karşılığı verilir ش ك ر

وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُوراً

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَرَادَ الْاٰخِرَةَ  cümlesi  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

اَرَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.  الْاٰخِرَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

سَعٰى  fiili atıf harfi  و la  اَرَادَ ye matuftur.  سَعٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

لَهَا  car mecruru  سَعٰى  fiiline müteallıktır.  سَعْيَهَا  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَهُوَ مُؤْمِنٌ  cümlesi  سَعٰى ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُؤْمِنٌ   mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُوراً  cümlesi işaret isminin haberi olarak mahallen merfûdur.

سَعْيُهُمْ  cümlesi  كَانَ nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَشْكُوراً  kelimesi  كَانَ nin haberi olarak lafzen mansubdur.  مَشْكُوراً  sülâsî mücerred olan  شكر  fiilinin ism-i mef’ûlüdür.

وَمَنْ اَرَادَ الْاٰخِرَةَ وَسَعٰى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُوراً

 

Ayet  وَ ’la  مَنْ كَانَ يُر۪يدُ  cümlesine atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür. İki cümle arasında, inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır.  مَنْ  mübtedadır.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Aynı üsluptaki  سَعٰى لَهَا سَعْيَهَا  cümlesi,  وَ  harfiyle makabline atfedilmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

سَعٰى  fiilinin failinden hal olan  وَهُوَ مُؤْمِنٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümlenin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَهُوَ مُؤْمِن  cümlesinin isim cümlesi olarak gelişi, sebat ve devamlılık ifade eder. Yani imanın kendilerinde kök saldığı kimseler demektir. (Âşûr)

Şartın cevabı olarak  فَ  karinesiyle gelen  اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُوراً  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenlerin önemini vurgulayarak tazim ifade etmiştir.

اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Onların gayretlerini Allah’ın, tartışmasız kıymete haiz kabul ettiğini anlıyoruz.

Burada makbul olmanın iman ve ahirete değil, sadece çalışmaya bağlanması, bunun asıl umde (ilke) olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

سَعْيُهُمْ  kelimesi  كَان ’nin ismidir. Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.

اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُوراً  Cümlenin ism-i işaretle başlamasının manası: ism-i işaretten önce sayılan vasıflara sahip olan kişilerin, ism-i işaretten sonraki habere layık ve nail olacaklarını tenbih içindir. (Âşûr)

سَعْيَهَا - سَعْيُهُمْ  kelimeleri arasında müfred ve cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

سَعٰى - سَعْيَهَا - سَعْيُهُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Önceki ayetin ilk şart cümlesiyle bu ayetteki şart cümlesi mukabele oluşturmuştur.


İsrâ Sûresi 20. Ayet

كُلاًّ نُمِدُّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مِنْ عَطَٓاءِ رَبِّكَۜ وَمَا كَانَ عَطَٓاءُ رَبِّكَ مَحْظُوراً  ...


Rabbinin lütfundan her birine; onlara da, bunlara da veririz. Rabbinin lütfu (hiç kimseye) yasaklanmış değildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كُلًّا hepsine ك ل ل
2 نُمِدُّ uzatırız م د د
3 هَٰؤُلَاءِ onlara da
4 وَهَٰؤُلَاءِ ve onlara da
5 مِنْ -ndan
6 عَطَاءِ mükafatı- ع ط و
7 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
8 وَمَا ve
9 كَانَ değildir ك و ن
10 عَطَاءُ hediyesi ع ط و
11 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
12 مَحْظُورًا kısıtlanmış ح ظ ر

 عَطْوٌ birşeyi mutlak anlamda veya elle almak anlamına gelir. Bu köke ait if'al formu olan إعْطاء  ise vermek demektir. عَطاء ve عَطِيَّة sözcükleri bilhassa hediye, ihsan, bahşiş ya da bağışla ilgili kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 14 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli âtâdır.

(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

كُلاًّ نُمِدُّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مِنْ عَطَٓاءِ رَبِّكَۜ

 

 Fiil cümlesidir.  كُلاًّ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

نُمِدُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  ism-i işaret  كُلاًّ ’den bedel olarak mahallen mansubdur.  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ , atıf harfi  وَ ’la önceki  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’ye matuftur.

مِنْ عَطَٓاءِ  car mecruru  نُمِدُّ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَمَا كَانَ عَطَٓاءُ رَبِّكَ مَحْظُوراً

 

وَ  haliyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

عَطَٓاءُ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

مَحْظُوراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  مَحْظُوراً  kelimesi sülâsî mücerred olan  حظر  fiilinin ism-i mef’ûludur.

كُلاًّ نُمِدُّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مِنْ عَطَٓاءِ رَبِّكَۜ وَمَا كَانَ عَطَٓاءُ رَبِّكَ مَحْظُوراً

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

Mef’ûlun bih olan  كُلاًّ , amili  نُمِدُّ ’ya takdim edilmiştir. Bu, takdim-tehir sanatıdır.  كُلاًّ ‘deki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri;  كُلَّ الفَرِيقَيْنِ  [Her iki grup] şeklindedir. 

Cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كُلاًّ ’den bedel olarak işaret ismi  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’nin gelmesi, işaret edilenlere tazim ifade eder. İkinci  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ, birinciye atfedilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

نُمِدُّ - رَبِّكَ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ  [onlara da bunlara da] ibareleri  كُلاًّ ’den bedeldir,  مِنْ عَطَٓاءِ رَبِّكَۜ  [Rabbinin vergisinden] sözü de  نُمِدُّ ’ye müteallıktır. (Beyzâvi)

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ lerde tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. 

Hal cümlesi olarak  وَ ’la gelen, menfi nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  وَمَا كَانَ عَطَٓاءُ رَبِّكَ مَحْظُوراً , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

İtiraziyye veya tezyil cümlesidir. (Âşûr)

كَانَ ’nin ismi  عَطَٓاءُ رَبِّكَ , izafet formunda gelerek, az sözle çok anlam ifade etmiştir. Bu izafette Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle  كَ  zamirinin ait olduğu Hz. Peygamber, şan  ve şeref kazandırmıştır. Yine Rabb ismine muzâf olması,  عَطَٓاءُ  için tazim ifade eder.

مَا كَانُ li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79) 

Ayette “Rabbinin ihsanından” yani nihayeti olmayan geniş hazinesinden denilmesi, bu ihsanların çalışma ile hak edilmiş bir karşılık olmayıp sadece Allah'ın lütfu keremi olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

عَطَٓاءِ - رَبِّكَ  kelimelerinin tekrarı, önemini vurgulamak ve dikkat çekmek içindir. Bu  tekrarlarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  نُمِدُّ - عَطَٓاءِ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ her iki kısma da mallar verir ve mallar, çocuklar ve dünyada izzet, ziynet sebebi olan şeyler vermek suretiyle onlara bol bol rızık verir. Çünkü Allah'ın vergisi, bağışı, a’tâsı (vermesi), mümin-kâfir herkes için boldur. Çünkü herkes, şimdi amel yurdu olan dünyadadır. Binaenaleyh herkesin, her türlü mazeret kapısını kapatmak gerekir. Herkese, salahının (uygun halinin) gerektirdiği kadarıyla dünya metâı vermek gerekir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, a’tâsının (vergi ve bağışlarının) men edilmiş olmadığını beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

 
İsrâ Sûresi 21. Ayet

اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ وَلَلْاٰخِرَةُ اَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَاَكْبَرُ تَفْض۪يلاً  ...


Bak nasıl, onların kimini kimine üstün kıldık. Elbette ahiretteki dereceler daha büyüktür, üstünlükler daha büyüktür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 انْظُرْ bak ن ظ ر
2 كَيْفَ nasıl ك ي ف
3 فَضَّلْنَا üstün yaptık ف ض ل
4 بَعْضَهُمْ onların kimini ب ع ض
5 عَلَىٰ üzerine
6 بَعْضٍ kimi ب ع ض
7 وَلَلْاخِرَةُ elbette ahiret ا خ ر
8 أَكْبَرُ daha büyüktür ك ب ر
9 دَرَجَاتٍ dereceler bakımından د ر ج
10 وَأَكْبَرُ ve daha büyüktür ك ب ر
11 تَفْضِيلًا üstünlük bakımından ف ض ل
Genel anlamda çeşitlilik güzeldir; insan hayatı da böyledir. Allah Teâlâ, –başka hikmetler yanında– insanlar arasında değişik yönlerden farklılıklar, çeşitlilikler olmasını da dilemiştir. Kimi yaşlı kimi genç, kimi sağlıklı kimi hasta, kimi zengin kimi yoksul, kimi inançlı kimi inançsız, kimi erdemli kimi erdemsiz, kimi akıllı kimi ahmak... Âyet, âhirette farklılıkların daha da fazla olacağını bildirmekle beraber hangi bakımlardan olacağı hakkında ayrıntı vermemektedir. Âhiret akılla kavranamayacağı için bu hususta âyetlerin ve sahih hadislerin bildirdiklerinin ötesinde görüş belirtmek yerine buralarda bildirilenlere iman etmekle yetinmek en uygun yoldur.Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 473
Riyazus Salihin, 1891 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetlikler, kendilerinden yüksekteki köşklerde oturanları, aralarındaki derece farkı sebebiyle, sizin sabaha karşı doğu veya batı tarafında, gökyüzünün uzak bir noktasında batmak üzere olan parlak ve iri bir yıldızı gördüğünüz gibi göreceklerdir.” Bunun üzerine ashâb-ı kirâm:
- Yâ Resûlallah! O yerler, peygamberlere ait ve başkalarının ulaşamayacağı köşkler olmalıdır, dediler. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
- “Evet, öyledir. Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, o yerler, Allah’a iman edip peygamberlere bütün benlikleriyle inanan kimselerin de yurtlarıdır.”
(Buhârî, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 11)

اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ

 

Fiil cümlesidir.  اُنْظُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

كَيْفَ  istifham ismi olup amilinin hali olarak mahallen mansubdur.

فَضَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

بَعْضَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلٰى بَعْضٍ  car mecruru  فَضَّلْنَا  fiiline müteallıktır.  فَضَّلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فضل dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَلَلْاٰخِرَةُ اَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَاَكْبَرُ تَفْض۪يلاً

 

وَ  haliyyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  ibtidaiyyedir.  اَلْاٰخِرَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.

اَكْبَرُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. اَكْبَرُ  ism-i tafdil kalıbındadır. 

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

دَرَجَاتٍ  temyiz olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “كَفَى بِ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan  كَمْ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.

Bu ayette ism-i tafdil kalıbının kullanıldığı cümlede geldiği için  دَرَجَاتٍ  temyizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَكْبَرُ تَفْض۪يلاً  cümlesi atıf harfi  وَ la makabline matuftur.  تَفْض۪يلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَضَّلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فضل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. Aksine irşad anlamı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Soru ismi  كَيْفَ , haldir. İstifham üslubunda talebi inşâî isnad olan  كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ  cümlesi اُنْظُرْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen uyarı kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bundan murad, geçen ilahi ihsanın ve dünyevi ihsan mertebelerinin farklı olmasının mahzurlu olmadığını izah etmek ve bununla uhrevi ihsan mertebelerinin de farklı olacağına dikkat çekmektir. (Ebüssuûd)

فَضَّلْنَا  fiili  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı en yaygın mana, kesrettir. فَضَّلْنَا  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

 

 وَلَلْاٰخِرَةُ اَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَاَكْبَرُ تَفْض۪يلاً

 

وَ  hal veya istînâfiyyedir. İbtidaiyye harfi  لَ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsned olan  اَكْبَرُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek, mübalağa ifade etmiştir.

دَرَجَاتٍ , cümledeki ilk  اَكْبَرُ ’nun,  تَفْض۪يل  de birinciye matuf olan ikinci  اَكْبَرُ ’nun temyizidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümleye dahil olan tekid lamı diye isimlendirilen bu edatın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur'an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

الدَّرَجاتُ  şerefin büyüklüğü manasında istiaredir.  التَّفْضِيلُ  lütufta bulunmak demektir. Bu da yenilik ve nimettir. (Âşûr)

فَضَّلْنَا  تَفْض۪يلاً  kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, اَكْبَرُ  kelimesinin tekrarında ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  بَعْضٍۜ  kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ahiretin derece ve tafdil bakımından büyük olduğunun belirtilmesi taksim sanatıdır.

 
İsrâ Sûresi 22. Ayet

لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُوماً مَخْذُولاً۟  ...


Allah ile birlikte başka bir tanrı edinme, yoksa kınanmış ve yalnızlığa itilmiş olarak kalırsın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا asla
2 تَجْعَلْ edinme ج ع ل
3 مَعَ ile beraber
4 اللَّهِ Allah
5 إِلَٰهًا bir tanrı ا ل ه
6 اخَرَ başka ا خ ر
7 فَتَقْعُدَ sonra oturup kalırsın ق ع د
8 مَذْمُومًا kınanmış olarak ذ م م
9 مَخْذُولًا ve yalnız başına bırakılmış olarak خ ذ ل
Buradan itibaren 40. âyete kadar süren kısımda yer yer Hz. Peygamber muhatap alınsa da onun şahsında bütün insanlığa hitap edilerek ilâhî dinlerde ortak olan başlıca dinî ve ahlâkî ödevler sıralanmaktadır. Birinci ödev Allah’ın birliğini tanımak, bir olan Allah’a inanmaktır. Bu inançtan sapmak insan için en büyük kayıp, en büyük yergi ve ceza sebebidir. Çünkü münkir ve müşrik (inkârcı ve putperest), Allah tarafından kınanmış, O’nun rızâsından ve buna bağlı olarak âhiretteki lutuflarından mahrum kaldığı gibi gazabına ve azabına da müstahak olmuştur.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 477

لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُوماً مَخْذُولاً۟

 


Fiil cümlesidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَجْعَلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. 

مَعَ  mekân zarfı, mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلٰهاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ , sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.

تَقْعُدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أَنْتَ dir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَذْمُوماً  hal olup fetha ile mansubdur.  مَخْذُولاً۟  kelimesi ise ikinci hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَذْمُوماً  kelimesi sülâsî mücerred olan  ذمم  fiilinin ism-i mef’ûludur.

مَخْذُولاً۟  kelimesi sülâsî mücerred olan  خذل  fiilinin ism-i mef’ûludur.

لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُوماً مَخْذُولاً۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

اٰخَرَ  kelimesi,  اِلٰهاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِلٰهاً ’deki tenvin nev ve tahkir ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umuma işarettir.

Sebep ifade eden masdar harfi  fâ-u sebebiyyenin gizli  أن ’le masdar yaptığı  فَتَقْعُدَ مَذْمُوماً مَخْذُولاً  cümlesi, makablindeki nehiyden anlaşılan masdar manasına matuftur. 

مَذْمُوماً - مَخْذُولاً  kelimeleri haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah  Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümle tezyîldir. Müslümanlar ve müşriklerin hallerinin farklılığın ifade için fezlekedir. (Âşûr)

Müfessirler şöyle demişlerdir: “Bu zahiren, Hz. Peygambere (sav) bir hitaptır. Fakat mana bakımından, bütün mükellefleri içine almaktadır. (Fahreddin er-Râzî)

Bu hitap Resulullah (sav) içindir; fakat ondan murad Resulullah'ın ümmetidir. Bu Resulullah ile ümmetinin, heyecanına heyecan katmak ve onların tevhid inancı ateşini daha da alevlendirmek içindir. (Yoksa Resulullah için tevhidin dışında bir şey söz konusu değildir). Yahut bu hitap, buna muhatap olabilen herkes içindir. (Ebüssuûd)

Allah'tan başka bir ilâh edindiğin takdirde melekler ve müminler tarafından kınanırsın ve Allah'ın inayetinden mahrum bir aciz olarak kalırsın.

Bu kelam, tevhid ehlinin hem melekler ile müminlerin övgüsüne hem de Allah'ın inayetine sahip olduğunu zımnen bildirmektedir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hakk'ın, “Sonra kınanmış ve kendi başına bırakılmış olursun.” cümlesindeki  فَتَقْعُدَ  (oturma) lafzının ne demek olduğu hususunda şu izah yapılmıştır.

İyilikleri yapabilen kimse, onları yapmaya çaba sarf eder. Gayret ise ancak faaliyette bulunmak olur. Ama bunu yapamayan kimse ise sa'y-ü gayret edemez, aksine herhangi bir talepte bulunamaz, çakılıp kalır. Hiç şüphesiz kıyam hayırları elde edebilmekten, oturmak ise acziyet ve zayıflıktan bir kinaye olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

فَتَقْعُدَ  kelimesi  فَ ’den sonra gelen bir muzari fiil olup, mukadder bir  أَنْ  ile mansub kılınmıştır. Bu, senin tıpkı, “Bizden ayrılma, senden uzaklaşırız.” demen gibidir ki bu ifadenin takdirî manası, “Senden, ayrılma meydana gelmesin. Aksi halde bizden de seni terk etmek fiili sadır olur!” şeklinde olur. Binaenaleyh  فَ ’den sonra başında  فَ  atıf harfi bulunan önceki bir cümleye müteallıktır. Nahivciler bunu, ikincisi birincisinin neticesi olması hususunda ceza cümlesine benzediği için cevap cümlesi diye isimlendirmişlerdir. Mana, “Ayrılma eğer ayrılırsan, ben senden uzaklaşırım.” şeklindedir. Ayetin takdiri de “Allah ile beraber başka bir tanrı edinme. Eğer Allah ile beraber başka bir tanrı edinirsen kınanmış ve tek başına bırakılmış olarak oturup kalırsın.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)

 
İsrâ Sûresi 23. Ayet

وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً  ...


Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَضَىٰ ve emretti ق ض ي
2 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
3 أَلَّا
4 تَعْبُدُوا tapmamanızı ع ب د
5 إِلَّا başkasına
6 إِيَّاهُ kendisinden
7 وَبِالْوَالِدَيْنِ ve anaya babaya و ل د
8 إِحْسَانًا iyilik etmenizi ح س ن
9 إِمَّا
10 يَبْلُغَنَّ ulaşırsa ب ل غ
11 عِنْدَكَ senin yanında ع ن د
12 الْكِبَرَ ihtiyarlık çağına ك ب ر
13 أَحَدُهُمَا ikisinden birisi ا ح د
14 أَوْ yahut
15 كِلَاهُمَا her ikisi ك ل و
16 فَلَا sakın
17 تَقُلْ deme ق و ل
18 لَهُمَا onlara
19 أُفٍّ Öf! ا ف ف
20 وَلَا ve
21 تَنْهَرْهُمَا onları azarlama ن ه ر
22 وَقُلْ söyle ق و ل
23 لَهُمَا onlara
24 قَوْلًا bir söz ق و ل
25 كَرِيمًا güzel ك ر م
İkinci ödev ana babaya iyi davranmaktır. Âyette birinci ödeve bağlı olarak Allah’ın yalnız kendisine ibadet edilmesini buyurduğu belirtildikten hemen sonra, ana babaya iyilik etmeyi de buyurduğu belirtilmek suretiyle Allah’a kullukla ana babaya iyilik yan yana anılmış, böylece bu ödevin önemi vurgulanmıştır. Nitekim diğer bazı âyet ve hadislerde de Allah’a kulluk ile ana babaya iyilik etme yan yana zikredilmektedir. Bu hadislerin birinde Hz. Peygamber, en önemli amelleri “vaktinde kılınan namaz, anne babaya iyilik ve Allah yolunda cihad” şeklinde sıralamış (Buhârî, “Edeb”, 1; Müslim, “Îmân”, 137); diğer bir hadiste ise büyük günahların en büyüklerini “Allah’a ortak koşmak, ana babaya âsi olmak ve yalan şahitliği yapmak” diye ifade etmiştir (Buhârî, “Edeb, 6; Müslim, “Îmân”, 143, 144). Râzî (III, 165-166), âyet ve hadislerde Allah’a itaatle ana babaya iyilik vecîbelerinin yan yana zikredilmesinin sebeplerini özetle şöyle sıralar: a) İnsanın maddî ve mânevî gelişmesi için en değerli katkı, Allah’ın nimetlerinden sonra ana babanın fedakârlıklarıdır; b) Çocuğun varlık alanına çıkmasının asıl ve gerçek sebebi Allah, zâhirî ve hukukî sebebi ise ana babadır; c) Allah nimetlerini karşılıksız verdiği gibi ana baba da çocuklarının ihtiyaçlarını tamamen karşılık beklemeden yerine getirirler; d) Allah, kuluna günahkâr olsa bile nimet verdiği gibi ana baba da âsi bile olsa evlâtlarına desteklerini sürdürürler; e) Allah, kullarının iyiliklerinden memnun olup karşılığını fazlasıyla verdiği gibi ana baba da çocuklarının imkânlarını daha çok geliştirmelerine yardım eder, bundan mutlu olurlar (bu konuda daha fazla bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “Ana Baba”, DİA, III, 103-105).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 477-478
Riyazus Salihin, 314 Nolu Hadis
Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Mes`ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber aleyhisselâm’a:
- Allah’ın en çok beğendiği amel hangisidir? diye sordum.
- “Vaktinde kılınan namazdır” diye cevap verdi.
- Sonra hangi ibadet gelir? dedim.
- “Ana ve babaya iyilik ve itaat etmek” buyurdu.
- Daha sonra hangisi gelir? diye sordum.
- “Allah yolunda cihâd etmek” buyurdu.
(Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim, Îmân 137-139. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 14, Birr 2; Nesâî, Mevâkît 51)

وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَضٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  رَبُّكَ  fail olup lafzen merfudur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْ  masdar harfidir.  لَّا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تَعْبُدُٓوا  fiili  ن nun hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  ب  harf-i cer ile birlikte  قَضٰى  fiiline müteallıktır.

اِلَّٓا  hasr edatıdır. Munfasıl zamir  اِيَّاهُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِالْوَالِدَيْنِ  car mecruru mahzuf  أحسنوا  fiiline müteallıktır.  الْوَالِدَيْنِ  kelimesi müsenna olduğu için  ى  ile mecrurdur.

اِحْسَاناً  mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olup fetha ile mansubdur.


اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا 

 

اِمَّا  lafzında, şart harfi olan  إنْ  harfi,  مَّا ’ya idgam edilmiştir.  مَّا , zaid olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir.

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)  

يَبْلُغَنَّ  şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  ن , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

عِنْدَكَ  mekân zarfı,  يَبْلُغَنَّ   fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْكِبَرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَحَدُهُمَٓا  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  كِلَاهُمَا  atıf harfi  اَوْ  ile  اَحَدُهُمَٓا ’ya matuf olup müsennaya mülhak olduğu için elif ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

  فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَقُلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.  لَهُمَٓا  car mecruru  تَقُلْ  fiiline müteallıktır.

اُفٍّ  kelimesi  أتضجر  manasında olup isim fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا dir. 

اُفٍّ  kelimesi hoşlanmama ve sıkılma ifade eden bir isim fiildir. Lisanu'l Arap'ta; “insanın hoşlanmadığı bir şey olduğunda veya bir şeyden sıkıldığında çıkardığı sestir” deniyor. Nahivcilere göre  تَضَجَّرْتُ - اَتَضجَّرُ  manasında isim-fiildir. İbn-i Hacib’de  اُفٍّ  isim fiil  اُفًّا  şeklinde tenvinlenince masdar olur, aksi durumda ne masdar olur ne de  isim fiil olur" diyor. İbn-i Malik,  اُفٍّ nin on kullanım şekli olduğunu, İbn-i Hacib on bir kullanım şekli olduğunu ve Kamusu'l Muhit ise kırk kullanım şekli olduğunu belirtmiştir. (Dr. Ali Yılmaz, Arapçada İsim Fiiller) 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَنْهَرْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

Muttasıl zamir  هُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

لَهُمَا  car mecruru  قُلْ  fiiline müteallıktır.

قَوْلاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَر۪يماً  kelimesi  قَوْلاً ’nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ  cümlesi önceki cümleye atfedilmiştir. (Âşûr)

Bu hükümler ve emirlere ihtimam için cümleye  قَضٰى  fiili ile başlanmıştır. (Âşûr)

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca müsnedün ileyh konumundaki bu izafet, Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Masdar harfi  أَنْ  ve akabindeki menfi muzari fiil cümlesi  تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ , masdar tevilinde, takdir edilen  بِ  harf-i ceriyle birlikte  قَضٰى  fiiline müteallıktır.

Kasr üslubuyla tekid edilen masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ  cümlesinde topluma hitap edilmiştir. Çünkü bu yasaklama insanların hepsini kapsar. Bu müşriklere tarizdir. (Âşûr)

تَعْبُدُٓوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

لَّٓا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiille mef’ûl arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Atıfla gelen  وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  بِالْوَالِدَيْنِ ‘nin müteallakı, takdiri  أحسنوا  [Güzel davranın] olan fiil mahzuftur. Mef’ûlu mutlak  اِحْسَاناًۜ ’in amili de bu mahzuf fiildir. 

بِالوالِدَيْنِ  terkibi  إحْسانًا  sözüne müteallıktır.  بِ  harf-i ceri tadiye içindir. (Âşûr)

وبِالوالِدَيْنِ  terkibinin müteallıkına takdimi ihtimam içindir.  الوالِدَيْنِ ’deki tarif, Allah’tan başkasına ibadet etmeyen her mükellefin anne babasını ifade eden istiğrak içindir. (Âşûr)

Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

قَضٰى  fiilinin burada mecazî manası emretti demektir. Bu emir, emr-i cazim yani kat’i emir, vasiyet etti manasına gelir. Ayetin irşat boyutuna baktığımızda insanın yaratılışında ve birçok nimetlerle ayakta duruşunda bu nimeti kendisine bahşeden nimet sahibi Allah’a minnettar olması gerektiği emredilir. Onun varlığında sebeb-i hakiki Allah’tır ve sebeb-i zahir ise anne babasıdır. Bu sebeple Allah’a itaatten sonra anne ve babaya iyilikte bulunulması emredilmektedir. Ayette  اِحْسَاناًۜ  kelimesi nekre gelmiştir, tazim ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Nihayetu’l Îcâz fî Dîrâyeti’l-İ‘câz)

Ayetin metnindeki  قَضٰى  [hüküm] fiili yerine, diğer bir kıraatte tavsiye fiili zikredilmektedir. Yani Rabbin kesin olarak emretti ki kendisinden başkasına ibadet etmeyin. Zira ibadet tazimin son derecesidir. Bu itibarla ibadet, ancak son derece azamet ve ihsan sahibi olan Allah'a yaraşır. Bu ifade, mezkûr ahiret için çalışmanın izahı gibidir. (Ebüssuûd)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Fakat mana olarak hitap bütün mükellefleri kapsamaktadır.

اَنْ ’in müfessire ve  لَا ’nın nahiye olması da caizdir.  اِمَّا ’daki  إنْ  şartıyedir,  مَّا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden nûn'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvi)

Bil ki Allah Teâlâ, önce kendisine ibadet etmeyi emretmiş, peşinden de ana babaya itaati emretmiştir. Kendisine ibadet etmeyi emretmesiyle ana babaya itaati emretmesi arasındaki münasebeti birkaç yönden izah edebiliriz:

Birinci Vecih: İnsanın var olmasının gerçek sebebi, Allah Teâlâ'nın onu yaratıp var etmesidir. Var oluşunun zahirî sebebi ise onun anne babasıdır. Böylece Cenab-ı Hak, ilk önce pek çok sebebe tazim edilip saygı duyulmasını, bunun peşinden de zahirî sebebe tazim edilmesini emretmiştir.

İkinci Vecih: Hz. Peygamberin (sav) “Allah'ın emrine saygı duymak, mahlûkata karşı da şefkat göstermek” şeklindeki hadisinden kastedilen de budur. Kendilerine en fazla şefkat duyulması gereken mahluk ise ana babadır. Çünkü onların, o insana karşı inâm ve lütufları son derece fazladır. O halde “Rabbin, ‘kendinden başkasına kulluk etmeyin…’ diye hükmetti.” buyruğu, Allah'ın emrine itaat edip tazîm göstermeye; “Ana ve babaya iyi muamele edin.” buyruğu da Allah'ın mahlûkatına şefkatli davranmaya bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)

 

مَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً

 

 

Beyânî istinaf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

Vuku bulması nadir durumlarda kullanılan  إِنْ  şart harfi,  مَا  tekid ifade eden zaid harftir. Şart cümlesi  يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا , müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. 

Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi  فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. لَا تَقُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli  اُفٍّ , muzari sıygada isim-fiildir. 

Aynı üslupta gelen  وَلَا تَنْهَرْهُمَا  cümlesi, şartın cevabına, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. İki cümle, nehiy sıygasında olmak bakımından da mutabıktır.

Tezat sebebiyle …فَلَا تَقُلْ  cümlesine atfedilen son cümle  وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.  كَر۪يماً , mef’ûl olan  قَوْلاً  için sıfattır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ  cümlesi ile  وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Ayette  لَا تَقُلْ  ve  قُلْ  sözcükleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır. 

كَر۪يماً - اِحْسَاناً  ile  اَحَدُهُمَٓا - كِلَاهُمَا  ve  اُفٍّ - تَنْهَرْهُمَا  kelime gruplarında mürâât-ı nazîr, قُلْ - قَوْل - قَوْلاً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Sözün kerim olmakla vasıflanması, aklî mecazdır.

Allah Teâlâ,  اِحْسَانًاۜ بِالْوَالِدَيْنِ  değil, tam aksine  بِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۜ  buyurmuştur. Binaenaleyh “ana baba” ifadesinin önce zikredilmesi, onlara alabildiğince itina göstermek gerektiğine delalet eder.

Cenab-ı Hak,  اِحْسَانًا  şeklinde nekre buyurmuştur. Bir şeyi nekre, belirsiz getirmek, o şeyin yüceliğine (tefhîm ve tazîm) delalet eder. Buna göre ayetin manası “Rabbin, ana babanıza, büyük ve mükemmel bir şekilde iyilikte bulunmanızı emretti.” şeklinde olur. Bu böyledir; zira, onların sana karşı olan lütuf ve iyilikleri, hadsiz bir dereceye varınca, senin de onlara yapacak olduğun lütuf ve ihsanının bu şekilde olması gerekir. Sonra her ne olursa olsun, bu iyilikte bir denklik de bulunamaz. Çünkü onların sana olan iyilik ve lütufları, herhangi bir maksat ve gaye gözetilmeksizin yapılmıştır. Meşhur olan bir darb-ı meselde şöyle denilmektedir: “İyiliği ilk başlatanın iyiliğine denk olan bir iyilik yapılamaz.” (Fahreddin er-Râzî)

“Öf” demekten men etmek, kovmaktan ve azarlamaktan men etmeye haydi haydi delalet eder. Öyle ise Cenab-ı Hak, öf demekten menetmeyi zikredince bunun peşi sıra “azarlamaktan” men etmeyi zikretmesi abes olur. Ama biz, Cenab-ı Hakk'ın önce azarlamaktan men etmeyi, sonra da öf demekten men etmeyi zikretmiş olduğunu farz etsek bu daha uygun ve manidar olmuş olurdu. Çünkü azarlamaktan men etmek, öf demekten men etmeyi de gerektirir. Öyleyse “Allah'ın ayetteki bu sırayı gözetmiş olmasının sebebi nedir?” denilirse biz deriz ki: Hak Teâlâ'nın, “Onlara ‘öf!’ (bile) deme” hitabı ile insanın az veya çok canının sıkıldığını göstermesinden men edilmesi kastedilmiştir. Ama “Onları azarlama” hitabı ile ise reddetmek ve yalanlamak suretiyle onların sözlerine ve görüşlerine karşı muhalefet etmekten men etme manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Kuş, uçmak ve yükselmek istediğinde kanatlarını açar, ama uçmamak ve yükselmemek istediğinde, kanatlarını kapatır. İşte bu açıdan, kanatları indirme ifadesi alçalma, tevazu gösterme manasında bir kinaye olur. (Fahreddin er-Râzî)

 
İsrâ Sûresi 24. Ayet

وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراًۜ  ...


Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاخْفِضْ ve indir خ ف ض
2 لَهُمَا onlara
3 جَنَاحَ kanadını ج ن ح
4 الذُّلِّ küçülme ذ ل ل
5 مِنَ dolayı
6 الرَّحْمَةِ acımadan ر ح م
7 وَقُلْ ve deki ق و ل
8 رَبِّ Rabbim ر ب ب
9 ارْحَمْهُمَا sen de bunlara acı ر ح م
10 كَمَا
11 رَبَّيَانِي beni nasıl yetiştirdilerse ر ب و
12 صَغِيرًا küçükken ص غ ر

وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراًۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اخْفِضْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لَهُمَا  car mecruru  اخْفِضْ  fiiline müteallıktır.

جَنَاحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الذُّلِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنَ الرَّحْمَةِ  car mecruru  اخْفِضْ  fiiline müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

Nida harfi mahzuftur.  رَبِّ  münada olup mütekellim  ي  mahzuftur. Mütekellim  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

Mekulü’l-kavli, nidanın şart ve cevabı olup mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ارْحَمْهُمَا  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

Muttasıl zamir  هُمَا  mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte  ارْحَمْهُمَا  fiiline müteallıktır. 

رَبَّيَان۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili tesniye elifi olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نَ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

صَغ۪يراً  mef’ûl olan mütekellim zamirinin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal müfred olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراًۜ

 

Ayet tezâyüf nedeniyle  فَلَا تَقُلْ  cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında hükümde ortaklık mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ  tabiri istiaredir. İstiâre-i mekniyye-i tahyiliyyedir. Metafor, yavrularını korumak için üzerlerine kanatlarını indiren bir kuşun hareketine teşbihe dayanmaktadır. Bununla kastedilen, “Onlara yumuşak davran, onlara yumuşak davranmaya devam et.” anlamıdır. Allah Teâlâ burada  خفض الجناح  (kanat indirme) tabirini Arapların sözlerine karşılık olarak ifade buyurmuştur. Onlar, öfkelenen birisinin hiddet ve sertliğini tasvir etmek üzere  قَدْ طَارَ طَيْرُهُ َ هَفَا حِلْمُهُ وَقَدْ طَاشَ وَقَارُهُ  [ Adamın kuşları uçtu, dengesi bozuldu, vakarı gitti.]  derler. Şu halde  قَدْ خَفَضَ جَنَاحِهِ  [Kanadını indirmiştir.] denildiğinde bununla kastedilen, insanın yumuşak kalplilikle ve öfkelendiğinde öfkesine hâkimiyetle nitelendirilmesidir. Bu ise onun öfkesinin uçması (kabarması), gazabının sıçraması ile nitelenmesinin zıddıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları, Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları, Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları)

الرَّحْمَةِ  kelimesindeki tarif muzâfun ileyhten ivazdır (bedeldir). Yani  مِن رَحْمَتِكَ إيّاهُما (Senin o ikisine olan rahmetin) demektir. Ve  مِنْ  harf-i ceri ibtidâiyye içindir. Yani korkudan veya iltifattan kaynaklanan bir zilletle (aşağılama) değil, merhametten kaynaklanan bir zilletle demektir. Bununla kastedilen karakteri haline gelene kadar her ikisine de iyi davranma zorunluluğunu getirerek nefsi merhametle süslenmeye alıştırmaktır. (Âşûr)

 

 وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراً


Yine önceki ayetteki  فَلَا تَقُلْ  cümlesine atfedilen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراًۜ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  رَبِّ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Muzâfun ileyhin ve nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Nidanın cevabı …ارْحَمْهُمَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kula rahmetin zikri Allah'ın rahmetine yönelmek için vesiledir (uygundur). Ve hayırlı olan evladın anne babasına karşı beslediği sevgi, onlara bildikleri şekilde davranmasına sebep olur. (Âşûr) 


Teşbih harfi  كَ  nedeniyle mecrur mahaldeki masdar harfi ve akabindeki  رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراً  cümlesi, masdar tevilinde,  ارْحَمْهُمَا  fiiline müteallıktır. Sılası  رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراًۜ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.  رَبَّيَان۪ي  fiilinin mef’ûlünün halini bildiren  صَغ۪يراًۜ , anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

Alimler bu ayetteki teşbihin, ta’lil manasında mecaz olduğunu söylemişlerdir. (Âşûr)

صَغِيرًا  kelimesi mütekellim yâ'sından haldir. (Âşûr)

قُلْ  fiilinin nida üslubunda gelen mekulü’l-kavli dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

رَّحْمَةِ  -  ارْحَمْهُمَا  ve  رَبِّ  رَبَّيَان۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رَبِّ ’deki mütekellim  ي ’sı mahzuftur. Esre ondan naibdir.
İsrâ Sûresi 25. Ayet

رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ اِنْ تَكُونُوا صَالِح۪ينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُوراً  ...


Rabbiniz, içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبُّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
2 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
3 بِمَا şeyleri
4 فِي
5 نُفُوسِكُمْ içlerinizdeki ن ف س
6 إِنْ eğer
7 تَكُونُوا siz olursanız ك و ن
8 صَالِحِينَ iyi kişiler ص ل ح
9 فَإِنَّهُ şüphesiz O
10 كَانَ ك و ن
11 لِلْأَوَّابِينَ tevbe edenleri ا و ب
12 غَفُورًا bağışlayandır غ ف ر
Kuşkusuz ibadet ve ana babaya saygı her şeyden önce bir kalp ve gönül işidir. İbadet ve itaat, insanın içindeki inanç, istek, sevgi ve bağlılıktan kaynaklanırsa bir değer taşır. Âyette “Rabbiniz kalplerinizdekini en iyi bilendir” ifadesiyle bu hususa işaret edilmiştir. Öyleyse insan öncelikle ruhen “sâlih” olmalı, yani ruhunda güzel duygular, niyetler geliştirmeli, iç dünyasını düzeltmelidir. O zaman Allah bu şekilde iç dünyasındaki yanlışları silip atanlara af ve mağfiretiyle muamele edecektir (Şevkânî, III, 249).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 478

رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  رَبُّكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَعْلَمُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

İsm-i tafdil olarak gelmiştir. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur'an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ  ve اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i tafdil bazen de farklı harf-i cerler ile kullanılabilir.  بِ  harf-i ceriyle kullanılırsa bilgi ve cehalet manası ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle  birlikte  اَعْلَمُ ’ya müteallıktır.

ف۪ي نُفُوسِكُمْ  car mecrur mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اِنْ تَكُونُوا صَالِح۪ينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُوراً

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَكُونُوا  şart fiili olup  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

صَالِح۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن تكونوا صالحين فهو يغفر لكم  (Salih olursanız O sizi mağfiret eder.) şeklindedir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُوراً  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو dir. 

لِلْاَوَّاب۪ينَ  car mecruru  غَفُوراً e müteallıktır.

غَفُوراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.

اَلْاَوَّابِينَ - غَفُورًا  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla muhataplar şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca müsnedün ileyh konumundaki bu izafet, Allah’ın rububiyet vasfıyla onlara destek olduğunun işaretidir. 

Harf-i cerle bilikte  اَعْلَمُ  fiiline müteallık olan ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ  bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Anne babaya iyilik etme emri için tezyîldir. (Âşûr)


 اِنْ تَكُونُوا صَالِح۪ينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُوراً

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu  تَكُونُوا صَالِح۪ينَ  cümlesi, şart cümlesidir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın takdiri  فهو يغفر لكم  [O sizi mağfiret eder.] olan cevabı mahzuftur.

Bu takdire göre şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

إنْ تَكُونُوا صالِحِينَ  [Eğer salih kimseler iseniz] yani emrolunduğunuz o şeye uyun. Burada zamirin şekli değişip cemi muhatab zamirine geri dönülmüştür. Çünkü bunda bütün insanlar ortaktır. Bu yüzden çoğul zamiri buna daha uygundur. (Âşûr)

Dolayısıyla  burada iltifat sanatı vardır.

أوّابٌ  kelimesinde betimlemenin daha kuvvetli olması için mübalağa sıygası kullanılmıştır. (Âşûr)

Rabıta harfi  فَ ’nin dahil olduğu  فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُوراً  cümlesi, mahzuf cevabın ta’lili hükmündedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُوراً , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. 

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124).

Bu ayet bütün kısalığına rağmen Müslümanın kendi nefsine daha çok dikkat edip gözetlemesi için, zorluktan sonra kolaylık ve uyarı manalarını birleştirmiştir. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لْاَوَّاب۪ينَ  mübalağa kalıbıdır.

Cenab-ı Allah, sonra “Eğer siz iyi kimseler olursanız şüphesiz ki Allah da daima kendine dönenleri bağışlayıcıdır.” buyurmuştur. Bu, “Sizler, kalplerinizin halleri bakımından fesatlardan berî (uzak) olursanız, bütün işlerinizde Allah'a başvuranlar ve O'na yönelenler olursunuz. Allah'ın, böyle olanlar hakkındaki adeti, onları bağışlamak ve günahlarını affetmektir.” demektir. “Evvâb”, âdeti ve alışkanlığı, Allah'ın emrine başvurmak ve O'nun fazlına sığınıp kendilerine şefaatçi (yardımcı) olacağı zannı ile müşriklerin, Allah'tan başka cansız varlıklara tapmaları gibi hiçbir şefaatçinin şefaatine başvurup güvenmeyen kimse demektir. Bu kelime,  فَعَّالٌ  veznindedir ve tıpkı  قَتَّالٌ (çok öldüren),  ضَرَّابٌ (çok döven) kelimeleri gibi çokluk ve devamlılık manasını ifade eder.

Bu ayetin maksadı şudur: İlk ayet, ana babaya her bakımdan itaat ve saygı göstermenin vâcip olduğuna delalet edip, sonra da evlattan, nadiren de olsa onlara karşı itaati zedeleyecek şeyler zaman zaman sudur edeceği için, Cenab-ı Hak, “Rabbiniz sizin içinizdekini en iyi bilendir.” buyurmuştur. Yani “O, sizin kalplerinizin hallerini bilir. Eğer bu kusur ve sürçmeler, ana babanıza asi olmak niyetiyle değil de beşerî zaaf ve yaratılışınız gereği ortaya çıkmış ise bunlar affedilebilir.” demektir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)

 
İsrâ Sûresi 26. Ayet

وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يراً  ...


Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتِ ve ver ا ت ي
2 ذَا
3 الْقُرْبَىٰ akrabaya ق ر ب
4 حَقَّهُ hakkını ح ق ق
5 وَالْمِسْكِينَ ve yoksula س ك ن
6 وَابْنَ ب ن ي
7 السَّبِيلِ ve yolcuya س ب ل
8 وَلَا (fakat)
9 تُبَذِّرْ saçıp savurma ب ذ ر
10 تَبْذِيرًا savurarak ب ذ ر
Üçüncü ödev akrabaya ve muhtaçlara iyilik etmek, hayır yapmaktır. Bu hususta önceliği olanlar akrabalar olduğu için 26. âyette onlar başa alınmıştır. Bu âyetteki “... hakkını ver” ifadesi, hem nafaka borcunu ve zekât ibadetini hem de bunun ötesinde nâfile cinsinden hayırları kapsamaktadır. Burada yoksulların da zikredilmesi, yardımın özellikle malî olanının söz konusu edildiğini gösterir.
 
 “Savurganlar şeytanların dostlarıdır” ifadesi, “Kötü iş yapmak bakımından onlarla şeytanlar arasında bir benzerlik gerçekleşir” şeklinde açıklanmıştır (Râzî, XX, 193). Râzî’ye göre âyet metninde şeytanın niteliği olarak geçen “kefûr”dan maksat, şeytanın varlığını isyana adaması, yer yüzünde bozgunculuk yapıp insanları yoldan saptırmasıdır. Bunun gibi Allah’ın kendisine mal ve mevki nasip ettiği kimse bunu Allah rızâsına aykırı yollarda kullanırsa o da şeytanın niteliği olan kefûr sıfatıyla nitelendirilir (XX, 194).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 478

وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يراً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اٰتِ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

ذَا  harfle îrab olan beş isimden biri olup mef’ûlun bih olarak nasb alameti eliftir. 

الْقُرْبٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

حَقَّهُ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْمِسْك۪ينَ  ve  ابْنَ السَّب۪يلِ  kelimeleri atıf harfi  وَ la  الْقُرْبٰى ya matuftur.

ابْنَ  muzâftır.  السَّب۪يلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy olup olumsuz emir manasındadır. تُبَذِّرْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

تَبْذ۪يراً  mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlun mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُبَذِّرْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بذر dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ’dır.  الْمِسْك۪ينَ  ve  ابْنَ السَّب۪يلِ , mef’ûl olan  ذَا الْقُرْبٰى ya atfedilmiştir. Cihet-i câmia, temâsüldür.

الإيتاءُ  vermektir ki bir şey verilmesi manası hakikattır. İyi muamele ve yardım (destek) gibi manevi konularda kullanılması yaygın bir mecazdır. Bu konuda Nebi’nin (sav)  ورَجُلٌ آت اهُ اللَّهُ الحِكْمَةَ   فَهو يَقْضِي بِها  (Allah hikmet verdiği ve o hikmetle hüküm veren kişi…) şeklinde hadisi vardır. (Âşûr)

Burada  الإيتاءِ  kelimesinin getirilmesi, Kur'an'ın icaz ve bir çok manayı ifade uslubu açısından uygun olmuştur. (Âşûr)

القُرْبى  kelimesindeki tarif cins içindir. Yani senden olan akrabalardır. Dolayısıyla bu ال ; muzâfun ileyhten ıvaz (bedel)dır. (Âşûr)

İstînâfa  وَ la atfedilen  وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يراً  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Muhatap Hz. Peygamber veya herkestir. (Fahreddin er-Râzî)

تُبَذِّر  fiili  تفعيل  babındadır. Teksir,  تفعيل  babının fiile kattığı anlamların başında gelir. 

تَبْذ۪يراً  mef’ûlu mutlaktır. Cümlenin manasını tekid eder.

تبْذِيرًا  kelimesi  ولا تُبَذِّرْ  fiilinden sonra nehyin tekidi için mef’ûlun mutlak olarak zikredilmiştir. (Âşûr)

تُبَذِّر - تَبْذ۪يراً  kelimelerinde cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ذَا الْقُرْبٰى - مِسْك۪ينَ - ابْنَ السَّب۪يلِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsrâ Sûresi 27. Ayet

اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُوراً  ...


Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ çünkü
2 الْمُبَذِّرِينَ savurganlar ب ذ ر
3 كَانُوا olmuşlardır ك و ن
4 إِخْوَانَ kardeşleri ا خ و
5 الشَّيَاطِينِ şeytanların ش ط ن
6 وَكَانَ ve ise ك و ن
7 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
8 لِرَبِّهِ Rabbine karşı ر ب ب
9 كَفُورًا çok nankördür ك ف ر

اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ 


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  

الْمُبَذِّر۪ينَ  kelimesi  اِنَّ nin ismi olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

كَانُٓوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

Zamir olan çoğul  و ’ı  كَانُٓوا nun ismi olup mahallen merfûdur.

اِخْوَانَ  kelimesi  كَانُٓوا nun haberi olup lafzen mansubdur.  الشَّيَاط۪ينِ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي dir.

الْمُبَذِّر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُوراً

 

وَ  atıf harfidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  الشَّيْطَانُ  kelimesi  كَانَ nin ismi olup lafzen merfûdur.  

لِرَبِّهِ  car mecruru  كَفُوراً e müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  كَفُوراً  kelimesi  كَانَ nin haberi olup mansubdur.  كَفُوراً  ismi mübalağa sıygasındadır.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُوراً

 

 

Ayetin fasılla gelmesinin sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’liliye olan cümle,  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. 

إنَّ المُبَذِّرِينَ  cümlesindeki tarif cins içindir. Yani  هُدًى لِلْمُتَّقِينَ (Bakara Suresi, 2) ayetindeki tarif gibi bununla gerçeği bilenler kastedilmiştir. (Âşûr)

Sübut ve istimrar ifade eden cümlenin müsnedi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.  اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ  izafeti,  كَانَ ’nin haberidir.

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir. 

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

الإخْوانُ  kelimesi  أخٍ  kelimesinin çoğuludur. Ayrılmayan mülazım manasında müsteardır. Kardeş kelimesi bu manayı taşır. Bunun gibi  أخُو العِلْمِ  denir ki ilimden ayrılmayan, sıfatı ilim olmuş demektir. أخُو السَّفَرِ  de çok seyahat eden demektir. (Âşûr)

Allah Teâlâ, saçıp savuranların şeytanların dostları olduğunu,  اِنَّ  ile tekid ederek bildirmiştir.

Bu ayette saçıp savuranları zemmetmek ve kınamak (Bunlar şerli olma yönünden şeytanların benzeridirler) manası anlaşılmaktadır. Şeytanın kardeşliğinden maksat, çirkin ameller işlemeleri yönünden onlarla müşterek davranış içinde olmalarından teşbihtir. Teşbihte teşbih edatı ve vech-i şebeh hazf olduğundan, burada teşbih-i beliğ vardır. Malı saçıp savuranlar bu ahlaksız, çirkin amelle şeytana benzetilmektedir. Vech-i şebeh çirkin amel etme yönüdür. Teşbihin kastı, kınama ve sakındırmaktır. Yani siz şeytanlar gibi saçıp savuranlardan olmayın, demektir. Onların şeytanlara sıfat ve fiilde muvafık olmalarıdır. Şeytan da mübzir (savurgan) olarak rabbine nankördür. (Fahreddin er-Râzî)

Şeytanın diğer çirkin vasıfları içinden nankörlük vasfının zikre tahsis edilmiş olması, bize bildiriyor ki Allah'ın nimetlerini yersiz olarak harcamaktan ibaret olan tebzir (dağıtma), nimetleri yaratılış gayelerine uygun olarak kullanmaktan ibaret olan şükrün zıddı olan, nankörlük kabilindendir. (Ebüssuûd)

Zira şeytandan veya kardeşleri ve arkadaşlarından daha şerli kimse yoktur. Çünkü onlar mallarını israf etmekte, şeytanın emirlerine uymaktadırlar veya vaîd yoluyla onlar ve yakınları cehennemde beraber olurlar. (Zemahşerî)

وَ la makabline atfedilen  وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُوراً  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لِرَبِّه , amili olan  كَفُوراً ’a, ihtimam için takdim edilmiştir. 

رَبِّه  izafetinde Rabb isminin şeytana ait zamire muzâf olmasında, muzâfun ileyhi yani şeytanı tahkir manası vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

كَانُٓوا - كَانَ  ve  الشَّيْطَانُ  - الشَّيَاط۪ينِۜ  kelime gruplarında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَانَ - كَانُٓوا  kelimeleri arasında müfred ve cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Burada îcaz-ı hazif sanatı vardır. Cümlenin takdiri  ولا تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا فَتَصِيرُ مِنَ المُبَذِّرِينَ (Saçıp savurma, yoksa saçıp savuranlardan olursun)  şeklindedir. Çünkü saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridir. Bu hazfe işaret eden şey; saçıp savurmasının kişinin saçıp savuranlardan olduğuna delalet etmesidir.


وكانَ الشَّيْطانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا  cümlesiyle uyarı tekid edilmiştir. Bu; savurganlığın, şeytani tabiatlar kazanarak giderek sahibinin küfrüne yol açacağına dair güçlü bir uyarıdır. (Âşûr)

 
Günün Mesajı
Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan bile insanların hanesine misafir geldiği vakit berekete sebep oluyor, öyle ise, yaratılmışların en şereflisi olan insan ve insanların en mükemmeli olan müminler, müminler içinde en ziyade hürmet ve merhamete layık zayıf, güçsüz ve hasta ihtiyarlar, bu ihtiyarların içinde şefkat, hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstahak bulunan akrabalar ve akrabaların içinde dahi en hakiki dost ve en sadık muhip olan peder ve valide, ihtiyarlık halinde bir hanede bulunsa, ne derece berekete vesile ve rahmete vasıta ve, “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti.” hadisinde ifade edildiği üzere, ne derece musibetlere engel olduklarını sen kıyas eyle.

İşte ey insan! Aklını başına al. Eğer ölmezsen, bir gün sen de ihtiyar olacaksın. Ceza, yapılan işin türünden olur sırrıyla, sen anne-babana hürmet etmezsen, senin evlâdın da sana hizmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen, işte sana mühim bir define; onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahat ve rızkın bereketli geçsin. Aksine, onların varlığına tahammül göstermez, ölümlerini temenni eder ve onların nazik ve çabuk kırılan kalblerini kırarsan, bu defa “Dünyasını da, âhiretini de kaybetti!” tehdidine maruz olursun. Eğer Rahmân'ın rahmetini istersen, o Rahmân'ın hediyelerine ve senin hanendeki emanetlerine merhamet et. (Mektubat, “2'inci Mektup”tan)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Psikoloji dünyası, teorilerini geliştirirken düştüğü hatalardan birisi: yetişkinlerin veya çocukların, psikolojik hastalıkları veya sorunlu davranışları yüzünden anne babalarını suçlamaktı. Bu hatadan bir çok psikolog dönmeye çalışmaktadır ancak yine de hala iliklere işlenmiş bir alışkanlık vardır.

Bu fikrin akıl almaz oluşunun sebeplerinin  birincisi; psikolojide suçlamak yoktur çünkü suçlamak faydasızdır, problemleri çözmekten öteye taşıyarak derinleştirmeye ve kişilerin problemli hareketini sahiplenmeye sebeptir. İkincisi; psikolojide sebep ve sonuç ilişkisi yoktur. Bir çok etkenin bir araya gelmesi sonucunda, insan belli sıkıntıları yaşayabilmektedir. 

Günümüzde hala suçlamalar devam ederken, bazı psikologlar artık bundan eski bir alışkanlık olarak bahsetmektedir. Neden çünkü eskiden çok daha ağır suçlamalara maruz kalıyordu ebeveynler. Şizofreni hastalığı olan bir annenin, yetiştirme tarzıyla çocuğunu şizofren yaptığı düşünülüyordu. Ya da sözde soğuk ve empati problemleri olan annelerin otizme sebep olduğu söyleniyordu. Ki bu rahatsızlıkların çok daha kompleks olduğu bilimle ispatlanınca, bu suçlamalardan vazgeçildi.

Yine de günümüzde; intihar eden, suç işleyen, madde bağımlılığı olan veya problemli davranış sergileyen çocuk, genç ve hatta yetişkinlerin ardından, gözler anne babaya dönüyor. Bu yaklaşım her zaman düşündürmüştür çünkü İslam başkasının faturasını, başkasına kesmeye izin vermemektedir. Kaldı ki hiçbir anne ve baba, eğer kendisinde ciddi problemli bir eğilim yoksa, çocuğunun kötülüğünü istemez.

Sorulması gereken esas sorulardan biri: insan nefsi neden suçlamaya meyillidir. Bir: sorumluluktan kaçar. Suçlayacak biri varsa, değişime yer yoktur. İki: kontrol bende. Eğer onlar gibi yapmazsam, benim çocuğum mükemmel olacaktır. Bunun ise garantisi yoktur. Hz. Adem’in oğlunun ilk katil oluşu ve hz. Nuh’un oğlunun helak edilenlerden oluşu ise bunun en önemli örneklerindendir. 

Allah, insan nefsinin hallerini ve pişkinliklerini en iyi bilendir. Emirleri ve yasakları, onu terbiye etmeye yöneliktir. Evlada iyi davranmakla ilgili bir uyarı yokken; anne babaya iyiliğin, Allah’a kulluktan sonra zikredilmesi ise müthiş düşündürücüdür. 

Rabbim! Beni; nefsime hoş gelse de, gelmese de emrine itaat eden kullarından eyle. Aklımın erdiği ya da ermediği her sınırına, şüphesiz iman edenlerden eyle. Rabbim! Annem ve babam, nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse, sen de onlara merhamet göster.

Hayırlı evlat olmak duasıyla.

Amin.

***

Kimi zaman, insanın gönlüne dünyalık bir nimetin hevesi düşer. Heyecanıyla dolar ve bir an önce sahip olmalıyım diye düşünür. Belki de onunla kalben ve zihnen gereğinden fazlasıyla meşgul olur. 

Sonra bir gün istediğine kavuşur ama sanki bir şeyler eksiktir. Hayallerinde kurguladığı mutluluktan eser yoktur. Bu duygunun eksikliğiyle birlikte hata mı yaptım korkusuyla dolar. Harcadığı zamana, çabaya ve hayallere üzülür. 

Buna benzer durumlar, ahireti için çabalayan birçok kulun başına zaman zaman gelebilir. Belki bir imtihan vesilesidir, dünyaya bağlanmamak için bir uyarıdır, her şeyin asıl sahibini hatırlatıcıdır ya da şükür sebebi bulmaya davettir. 

Zira, dünyanın geçici hallerinde hiçbir şey tam değildir. Kolaylıklar ve zorluklar aynı yerde barınabilir. O yüzden de insan hayatında, şükrün ayrı bir yeri vardır. Kul şükür ile bulunduğu sıkıntılı birçok anın içinde bile görünmez kalan güzellikleri bulup Allah’a yönelir ve zorluklardan da yine O’na sığınır. 

Sadece dünya için yaşayanın sonu ise geri dönülmez bir hata yaptım gerçeğiyle yapayalnız kalmasıdır ve ne yazık ki onun pişmanlıkları hayatının geneline dairdir. Dünyalıkların ve onlar için yaptıklarının hepsi değerini yitirir.

Denir ki: Kul bir şeyi arzuladığı zaman gönlündeki isteğiyle beraber Allah’a varmalıdır. İstediğinin hakkında hayırlı olması ve iki cihandaki hayatında da nice hayırlara vesile kılınması; hakkında hayırlı olmayan isteklerinin ise gönlünden ve dualarından uzaklaştırılması için dua etmelidir.

Ey Allahım! Kalplerimizi doğru sevgilerle ve zihinlerimizi doğru hayallerle doldur. Hakkımızda hayırsız olacakları isteyerek yükümüzü ağırlaştırmaktan, hayırlı olacakları da istemeyerek fırsatları kaçırmaktan Sana sığınırız.  Bizi her anında Sana yönelenlerden; Sana şükretmesini ve Senden istemesini sevenlerden; Sana sığındığı zamanlarda huzur ile dolanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji