بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلاً مَيْسُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِمَّا | ve eğer |
|
2 | تُعْرِضَنَّ | yüz çevirecek olursan |
|
3 | عَنْهُمُ | onlardan |
|
4 | ابْتِغَاءَ | bekleyerek |
|
5 | رَحْمَةٍ | bir rahmeti |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | رَبِّكَ | Rabbinden |
|
8 | تَرْجُوهَا | umduğun |
|
9 | فَقُلْ | bari söyle |
|
10 | لَهُمْ | onlara |
|
11 | قَوْلًا | bir söz |
|
12 | مَيْسُورًا | yumuşak |
|
وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلاً مَيْسُوراً
وَ istînâfiyyedir. اِمَّا lafzında, şart harfi olan إنْ harfi, مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ da fiili tekid etmektedir.
اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)
تُعْرِضَنَّ şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki ن , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
عَنْهُمُ car mecruru تُعْرِضَنَّ ’ye müteallıktır. ابْتِغَٓاءَ mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur. رَحْمَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ رَبِّكَ car mecruru رَحْمَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَرْجُوهَا cümlesi رَحْمَةٍ ’in ikinci sıfatı olup mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرْجُوهَا kelimesi و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
لَهُمَا car mecruru قُلْ fiiline müteallıktır. قَوْلاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir.Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَيْسُوراً kelimesi قَوْلاً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُعْرِضَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi عرض’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مَيْسُوراً kelimesi sülâsî mücerred olan يسر fiilinin ism-i mef’ûludur.وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلاً مَيْسُوراً
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Vuku bulması nadir durumlarda kullanılan إن şart harfi, مَا tekid ifade eden zaid harftir. Fiilin sonundaki şeddeli ن da tekid harfidir. Ayet, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا , müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir.
Mef’ûlun lieclih olan ابْتِغَٓاءَ ’nin muzâfun ileyhi olan رَحْمَةٍ ’deki tenvin, tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبِّكَ izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olan كَ muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Car mecrur مِنْ رَبِّكَ , muzâfun ileyh olan رَحْمَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
تَرْجُوهَا cümlesi, رَحْمَةٍ için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesi فَقُلْ لَهُمْ قَوْلاً مَيْسُوراً , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şartın cevabı, talebî fiil cümlesi olduğu için başına ف gelmiştir.
مَيْسُوراً , mef’ûl olan قَوْلاً için sıfattır.
تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ [Rabbinden rahmet istemeyi talep etmek] ifadesi, fakirlikten kinayedir. Çünkü malı kaybeden Allah’ın rahmetini ve ihsanını ister. Malın kaybı ihsan talebinin sebebi olunca, sebep müsebbip üzerine ıtlak olur ve fakirlik Allah’ın rahmetini istemek olur. (Fahreddîn er-Râzî, Nihâyetu’l Îcâz fî Dîrâyeti’l İ‘câz, er-Râzî)
ابْتِغاءَ رَحْمَةٍ مِن رَبِّكَ ifadesi تُعْرِضَنَّ fiilinin zamirinden hal olarak gelmiştir. Rabbinden rahmet isteyerek demektir. Burada رَحْمَةٍ ’ten maksat bağlam karînesiyle rızıktır. Bu da rızkın rahmet için sebep olduğuna işaret eder. Çünkü hak edene hak ettiğini verirse mükâfatını alacaktır. Bu da idmâc sanatıdır. (Âşûr)
قُلْ - قَوْلاً arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تُعْرِضَنَّ - ابْتِغَٓاءَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
مَيْسُور , “maruf, (meşru, makul)” demektir. Çünkü maruf olan söz, tekellüfe gerek duymaz. Allah en iyisini bilendir. (Fahreddin er-Râzî)وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve asla |
|
2 | تَجْعَلْ | yapma |
|
3 | يَدَكَ | el(ler)ini |
|
4 | مَغْلُولَةً | bağlanmış |
|
5 | إِلَىٰ |
|
|
6 | عُنُقِكَ | boynuna |
|
7 | وَلَا | ve |
|
8 | تَبْسُطْهَا | açma |
|
9 | كُلَّ | tamamen |
|
10 | الْبَسْطِ | açarak |
|
11 | فَتَقْعُدَ | sonra kalırsın |
|
12 | مَلُومًا | kınanmış |
|
13 | مَحْسُورًا | hasret içinde |
|
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً
وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَجْعَلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَدَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir ك muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَغْلُولَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اِلٰى عُنُقِكَ car mecruru مَغْلُولَةً ’e müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَبْسُطْهَا meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كُلَّ onu tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olup fetha ile mansubdur. الْبَسْطِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir.
Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, önce geçen mukadder masdara matuf olarak mahallen merfûdur. Takdiri, لا يكن منك غلّ ليدك أو بسط فقعود في الملام والحسرة (Elinizin zincirlenmesine veya açılmasına izin vermeyin ki bu yüzden hasret ve keder içinde kalmayın.) şeklindedir.
تَقْعُدَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. مَلُوماً hal olup fetha ile mansubdur. مَحْسُوراً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً
وَ istînâfiyyedir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen cümlenin atıf sebebi tezattır.
Sebep bildiren masdar harfi فَ ’nin dahil olduğu وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ cümlesi, masdar tevilinde önceki kelamdan hasıl olan masdara matuftur.
مَحْسُوراً ve مَلُوماً ardarda gelmiş iki haldir. Hal failin veya mef’ûlün durumunu açıklamak için gelen ıtnâb sanatıdır.
Ayette fiillerin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَغْلُولَةً - الْبَسْطِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ cümlesi ile وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الْبَسْطِ - تَبْسُطْهَا kelimelerinde cinas-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
مَلُوماً - مَحْسُوراً ve يَدَكَ - عُنُقِكَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Zuhaylî’nin beyanına göre ayet-i kerîmede istiâre-i temsîliyye vardır.
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ ifadesinde elini vermekten alıkoyan yani infak etmeyen kimse, elini boynuna bağlayan dolayısıyla elini uzatamayan kimseyle temsil edilmiştir.
وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ kısmında ise israf, bir şey tutamayacak şekilde eli açmaya teşbih edilmiştir. (Zemahşerî)
Allah Teâlâ infakı emrettikten sonra bu ayette de cimriliği yermek ve israfı yasaklamak suretiyle infakın adabını ve geçim için iktisatlı olmayı emretmektedir. Yani: ‘’Kendine ve ailene karşı akrabalık bağlarını koru ve diğer hayırlı işlerde cimri olma. Aynı şekilde aşırıya kaçarak takatinden fazla ve elinde bir şey kalmayacak şekilde çokça infak etme!’’ Özetle infakın esasları, yaşayışta iktisat, infakta da cimrilik ve savurganlık arasında orta yolu aşmamaktır. Cimrilik aşırı eli sıkılık, savurganlık ise aşırı harcamadır. Her ikisi de yerilmiştir. İşlerin hayırlısı orta yollu olanıdır.
Ayette eli boynuna bağlamak cimrilikten kinâye, eli tamamen açmak da israf ve savurganlıktan kinâye olup Allah Teâlâ cimrilik ve israfı/savurganlığı yasaklamıştır. Bu ifadeler ayrıca pintilik ve israfı men etme hususunda birer temsildir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Burada cimrilik ile ilgili olan مَلُومًا [kınanma] ve israf ile ilgili olan مَحْسُورًا [hasret içinde kalma] tertibe göre gelmiştir. Bu ifadede leff-i neşr-i müretteb sanatı vardır. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Araplarda tebzir, malıyla övünmek ve böbürlenmek için infak vardı. İslam dini infakla israftan uzak durarak, iktisaden infakı getirdi.
Arapçada مَحْسُورًا kelimesi yorgun, yoluna devam edemeyecek halde olan deveye denir. Böylece savurganlığın sonunda halsiz, mecalsiz ve başkasına muhtaç hale gelinmemesi öğütlenmektedir. Yine كُلَّ الْبَسْطِ ifadesinin “Lam-ı tarif”li gelmesi elini tamamen açmasının israftan kinaye olduğunu anlatır. (Dr. Hamza Yıldırım, Belâgat Yönünden İsra Suresindeki Ahlâk Muhtevalı Ayetlerin Kur'an İrşadındaki Etkisi)
“Kınanmış” olması, malını tamamen zayi etmesinden ve çoluk çocuğunu sıkıntı ve darlığa düşürmesinden dolayı hem kendisinin hem de arkadaşlarının onu kınaması demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Cimriliğin kötülüğü baştan bilindiği için, buna göre anlatımda en çirkin şekilde tasvir edilmiştir.
İsrafın gailesi ise sonradan ortaya çıktığından, onun çirkinliği de ondan sonra “yerinir, mallarının hasretini çekersin” ifadesiyle anlatılmıştır. (Ebüssuûd)
اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | رَبَّكَ | Rabbin |
|
3 | يَبْسُطُ | açar (bol bol verir) |
|
4 | الرِّزْقَ | rızkı |
|
5 | لِمَنْ | kimseye |
|
6 | يَشَاءُ | dilediği |
|
7 | وَيَقْدِرُ | ve kısar |
|
8 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
9 | كَانَ |
|
|
10 | بِعِبَادِهِ | kullarını |
|
11 | خَبِيرًا | bilir |
|
12 | بَصِيرًا | görür |
|
اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَبْسُطُ fiil cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfudur. يَبْسُطُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الرِّزْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte يَبْسُطُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ atıf harfidir. يَقْدِرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِعِبَادِه۪ car mecruru خَب۪يراً ’e müteallıktır.
خَب۪يراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. بَص۪يراً kelimesi كَانَ ’nin ikinci haberi olup fetha ile mansubdur.
خَب۪يراً - بَص۪يراً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبَّكَ izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, لِ harfiyle birlikte يَبْسُطُ fiiline müteallıktır. Sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan …يَبْسُطُ cümlesine وَ ’la atfedilen وَيَقْدِرُۜ cümlesinin atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَبْسُطُ (Bol verir) ile يَقْدِرُ (Daraltır) lafızları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Bu ayette ihtibâk sanatı vardır. Önceki lafızdan anlaşıldığı için ikinci cümlede رزق لمن يشاء ibaresi hazf edilmiştir.
اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً۟
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin iki haberi olan خَب۪يراً بَص۪يراً۟ kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Car mecrur بِعِبَادِه۪ , ihtimam için amili خَب۪يراً ’e takdim edilmiştir.
بِعِبَادِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması عِبَادِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. Aynı zamanda bu cümle lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Haberdar olmasıyla kastedilen cezasını verecek olmasıdır.
الخَبِيرُ kelimesi haberle bilen, العالِمُ görmekle bilen demektir. Bu iki isim ilâhi ilimle alakalı olan iki yüce isimdir. (Âşûr)
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـٔاً كَب۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَقْتُلُوا | öldürmeyin |
|
3 | أَوْلَادَكُمْ | çocuklarınızı |
|
4 | خَشْيَةَ | korkusuyla |
|
5 | إِمْلَاقٍ | fakirlik |
|
6 | نَحْنُ | biz |
|
7 | نَرْزُقُهُمْ | sizi de besliyoruz |
|
8 | وَإِيَّاكُمْ | onları da |
|
9 | إِنَّ | şüphesiz |
|
10 | قَتْلَهُمْ | onları öldürmek |
|
11 | كَانَ |
|
|
12 | خِطْئًا | günahtır |
|
13 | كَبِيرًا | büyük |
|
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf Ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَقْتُلُٓوا kelimesi ن ’un hazfIyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَوْلَادَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَشْيَةَ mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur. اِمْلَاقٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur.
نَرْزُقُكُمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. نَرْزُقُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir اِيَّاكُمْۜ atıf harfi وَ ’la نَرْزُقُكُمْ ’deki muttasıl zamire matuf olup mahallen mansubdur.
اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـٔاً كَب۪يراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
قَتْلَهُمْ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. خِطْـٔاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. كَب۪يراً kelimesi خِطْـٔاً ’ın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada عَرَبِياًّ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَب۪يراً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍۜ
29. ayetteki talep ifade eden …وَلَا تَجْعَلْ cümlesine matuf olan cümle, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Matufun aleyhle aralarında inşaî olmak bakımından mutabakat vardır. Mef’ûlün lieclih olan خَشْيَةَ ’in muzâfun ileyhi olan اِمْلَاقٍۜ ‘daki tenvin nev ve tahkir ifade eder.
Çocukların yakınlığı parça, cüz olma yakınlığı olup, bu da sevgiyi gerektiren en büyük sebeplerden olur. Binaenaleyh böyle bir muhabbet bulunmuyorsa bu, ruhun alabildiğine katı; kalbin de alabildiğine kararmış olduğuna delalet eder ki bu her iki durum da kötü huyların en ileri derecesinde yer alan hususlardandır. Binaenaleyh Allah Teâlâ, bu kötü hasleti izale etmek için, çoluk-çocuğa iyilikte bulunmaya teşvik etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Benzer bir ayet Enam Suresinde de geçer. Ancak bu iki ayet arasında nazım bakımından fark vardır:
نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـٔاً كَب۪يراً
Ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi, veciz anlatım yollarından olan izafetle gelmiş, az sözle çok anlam ifade etmiştir. اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ ’nin haberi خِطْـٔاً için sıfat olan كَب۪يراً , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
تَقْتُلُٓوا - قَتْلَهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Enam Suresi 151 ile İsra Suresi 31 ayetlerinde çocukları öldürmek yasaklanmıştır.
Bir incelikten dolayı iki lafız ve iki mana arasında tam bir mugâyeret gerçekleşmiştir.
Birinci ayet, fiilen geçim sıkıntısı çekenlere hitap etmektedir. Bu yüzden geçimi
sağlayan babaların rızkı önce, bakılanların rızkı ise sonra zikredilmiştir. İkinci
ayet ise geçim sıkıntısından korkan Yahudilere hitap etmektedir. Çünkü fakirleşmekten ancak zenginler korkar. Fakir zaten fakirlik çekmektedir, dolayısıyla korkacak bir şeyi yoktur. Buradaki korku geleceğe yöneliktir. Gelecekte yeni doğacak olan çocukların rızkından endişe duyulmaktadır. Bu nedenle “onları da sizi de biz rızıklandırıyoruz” ifadesinde önce çocukların rızkı vurgulanmıştır ki zenginler küçük çocuklarının mallarını yok edeceği veya azaltacağı düşüncesine kapılmasınlar. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَقْرَبُوا fiili نَ ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الزِّنٰٓى mef’ûlun bih olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur.
اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ فَاحِشَةً cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَاحِشَةً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
وَسَٓاءَ سَب۪يلاً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. سَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. سَب۪يلًا temyiz olup fetha ile mansubdur.
سَٓاءَ fiilinin zem anlamı taşıyan camid fiil olması da caizdir. Zem fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, هو şeklindedir.
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى
Cümle وَ ’la önceki ayetteki …لَا تَقْتُلُٓوا cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. İki cümle arasında hükümde ortaklık vardır.
Bu ayetteki zinaya yaklaşmayın ifadesi, “zina etmeyin” ifadesinden daha beliğdir. Çünkü bu ifade tarzı zina etmenin yasak olduğunu bildirmekle birlikte dokunma, öpme, bakma, göz işareti ve zinaya götüren diğer hareketlerin de yasaklandığını bildirir. Yaklaşmayı yasaklamak, yapmayı yasaklamaktan daha vurguludur. Buradaki لَا تَقْرَبُوا: yaklaşmayın lafzı nehiy fiilidir ve asıl anlamında (vücup) kullanılmıştır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Kaffâl şöyle demektedir: “İnsana, (buna yaklaşma) denildiğinde bu, ona, (onu yapma) denilmesinden daha kuvvetli bir ifade olur.” (Fahreddin er-Râzî)
Bu yasağın çocuk öldürme yasağı ile mutlak olarak haram kılınmış bir cana kıyma yasağı arasında zikredilmesi, zinanın da çocukları öldürmek gibi sayılması itibarıyladır. Çünkü zina nesepleri zayi etmektir. Zira nesebi sabit olmayan kimse ölü hükmündedir. (Ebüssuûd)
اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş haberî isnaddır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi olmasının yanında اِنَّ ile de tekid edildiğinden, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَ ’la كَانَ ’nin haberine atfedilen cümlede mazi fiil sıygasındaki سَٓاءَ , nakıs zem fiilidir. Cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Atıf وَ ’ı iki cümle arasındaki tezâyüf sebebiyle gelmiştir.
Zahiren hüküm hakkında soru soran veya mütereddit bir muhatap yokken, اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً haber cümlesi tekid edilerek talebî formda gelmiştir. Ayet bu yönüyle muktezâ-i zâhirden çıkmıştır; ancak söz konusu ifade, zinadan nehyedilme üzerine muhatapların zihninde oluşması muhtemel olan zinanın neden yasaklandığı hususundaki soru işaretlerine cevap verir niteliktedir. Bu sebeple muhataplar zahiren soru sormasa da soru soran konumunda kabul edilmiş ve ayet muktezâ-i zâhire uygun olmamakla birlikte muktezâ-i hale mutabık olarak talebî haber şeklinde gelmiştir. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
الزِّنٰٓى - فَاحِشَةًۜ - سَٓاءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُوماً فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه۪ سُلْطَاناً فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِۜ اِنَّهُ كَانَ مَنْصُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve asla |
|
2 | تَقْتُلُوا | öldürmeyin |
|
3 | النَّفْسَ | canı |
|
4 | الَّتِي |
|
|
5 | حَرَّمَ | haram kıldığı |
|
6 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
7 | إِلَّا |
|
|
8 | بِالْحَقِّ | haksız yere |
|
9 | وَمَنْ | ve kim |
|
10 | قُتِلَ | öldürülürse |
|
11 | مَظْلُومًا | haksızlıkla |
|
12 | فَقَدْ | muhakkak |
|
13 | جَعَلْنَا | vermişizdir |
|
14 | لِوَلِيِّهِ | onun velisine |
|
15 | سُلْطَانًا | bir yetki |
|
16 | فَلَا | fakat |
|
17 | يُسْرِفْ | aşırı gitmesin |
|
18 | فِي |
|
|
19 | الْقَتْلِ | öldürmede |
|
20 | إِنَّهُ | çünkü |
|
21 | كَانَ |
|
|
22 | مَنْصُورًا | kendisine yardım edilmiştir |
|
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَقْتُلُٓوا kelimesi ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
النَّفْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl, النَّفْسَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası حَرَّمَ اللّٰهُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. بِالْحَقّ car mecruru تَقْتُلُوا ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; متلبسين بالحقّ (Hakka bürünmüş olarak) şeklindedir.
حَرَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُوماً فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه۪ سُلْطَاناً فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِۜ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
قَتَلَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda مَنْ ’nin haberidir.
مَظْلُوماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Mütekellim zamir نا fail olarak mahallen merfûdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِوَلِيِّه۪ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.
سُلْطَاناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri, إن أراد القصاص (Kısas istiyorsanız ) şeklindedir.
لاَ nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يُسْرِفْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فِي الْقَتْلِ car mecruru يُسْرِفْ fiiline müteallıktır.
مَظْلُوماً kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i mef’ûludur.
اِنَّهُ كَانَ مَنْصُوراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ مَنْصُوراً cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.
مَنْصُوراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. مَنْصُوراً kelimesi sülâsî mücerred olan نصر fiilinin ism-i mef’ûludur.وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ
Cümle وَ ’la önceki ayetteki …لَا تَقْرَبُوا cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. İki cümle arasında hükümde ortaklık vardır.
النَّفْسَ için sıfat olan has ism-i mevsûl الَّت۪ي ’nin sılası olan حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Nefy harfi لَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasr sıla cümlesini tekid etmiştir. Fiille müteallakı arasındaki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. لَا تَقْتُلُوا maksûr, haber olan بِالْحَقّ maksûrun aleyhtir.
حَرَّمَ fiili tefil babındandır. Kesret ifade eder.
Allah Teâlâ'nın, bu ayetlerde, önce zinayı yasaklamakla işe başlayıp ikinci olarak da öldürmeyi yasaklamasının sebebi nedir?
Buna şu şekilde cevap verebiliriz: Biz, zina kapısının açılmasının, insanın, varlık âlemine girmesine mâni olacağını; öldürmenin ise o varlık âlemine girdikten sonra insanı yok etmek demek olduğunu beyan etmiştik. Binaenaleyh onun varlık âlemine girmesi, varlık âlemine girdikten sonra onun yok edilmesinden önce gelir. İşte bundan dolayı Allah, önce zinadan sonra da adam öldürmeden bahsetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُوماً فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه۪ سُلْطَاناً فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِۜ
وَ atıf, مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan قُتِلَ مَظْلُوماً cümlesi مَنْ ’in haberidir. Cevap cümlesinin مَنْ ’in haberi olması da caizdir.
Şartın cevabı فَ karinesiyle gelen فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه۪ سُلْطَاناً cevap cümlesi, tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
فَ rabıtadır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.
Takdiri …إن أراد القصاص [Kısas istiyorsa] olan mahzuf şart ve mezkur cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır.
تَقْتُلُوا - قُتِلَ - الْقَتْلِۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Önceki ayette zinanın yasaklanması zikredilerek bu ayetteki adam öldürmeye takdim edilmiştir.
Allah'ı inkârdan sonra en büyük günah, adam öldürmedir. Binaenaleyh Allah Teâlâ'nın, bu ayetlerde, önce zinayı yasaklamakla işe başlayıp ikinci olarak da öldürmeyi yasaklamasının sebebi nedir? Buna şu şekilde cevap verebiliriz: Biz, zina kapısının açılmasının, insanın, varlık âlemine girmesine mâni olacağını; öldürmenin ise o varlık âlemine girdikten sonra insanı yok etmek demek olduğunu beyan etmiştik. Binaenaleyh onun varlık alemine girmesi, varlık âlemine girdikten sonra onun yok edilmesinden önce gelir. İşte bundan dolayı Allah, önce zinadan, sonra da adam öldürmeden bahsetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada zikredilen مَن ism-i mevsûldur, mübteda olarak gelmiştir. Umum kastedilmiştir. Yani mazlum olarak öldürülen herkes demektir. Haberin başına فَ gelmiştir. Çünkü ism-i mevsûlden umum kastedildiği zaman şart ismi gibi davranır. Dolayısıyla bu isimle haberi arasında rabıta gerekir. (Âşûr)
اِنَّهُ كَانَ مَنْصُوراً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş haberî isnaddır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi olmasının yanıda اِنَّ ile de tekid edildiğinden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. Bunun manası ihsanın onlarda sabit olduğu, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığıdır. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۖ وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِۚ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُ۫لاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve asla |
|
2 | تَقْرَبُوا | yaklaşmayın |
|
3 | مَالَ | malına |
|
4 | الْيَتِيمِ | yetimin |
|
5 | إِلَّا | dışında |
|
6 | بِالَّتِي |
|
|
7 | هِيَ | o |
|
8 | أَحْسَنُ | en güzel tarz |
|
9 | حَتَّىٰ | kadar |
|
10 | يَبْلُغَ | erginlik çağına |
|
11 | أَشُدَّهُ | erişinceye |
|
12 | وَأَوْفُوا | ve yerine getirin |
|
13 | بِالْعَهْدِ | ahdi |
|
14 | إِنَّ | çünkü |
|
15 | الْعَهْدَ | ahd’den |
|
16 | كَانَ |
|
|
17 | مَسْئُولًا | sorulacaktır |
|
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۖ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْرَبُوا fiili نَ ’un ımeczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْيَت۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte تَقْرَبُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası هِيَ اَحْسَنُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur'an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى gaye bildiren cer harfidir. يَبْلُغَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
حَتّٰٓى edatı 3 şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَن harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra 2) Atıf olan اَوْ’den sonra 3) Lam-ı cuhûddan sonra 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde تَقْرَبُوا fiiline müteallıktır. يَبْلُغَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اَشُدَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِۚ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُ۫لاً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَوْفُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْعَهْدِ car mecruru اَوْفُوا fiiline müteallıktır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْعَهْدَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَسْؤُ۫لاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
مَسْؤُ۫لاً kelimesi sülâsî mücerred olan سأل fiilinin ism-i mef’ûludur.وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۖ وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِۚ
Cümle وَ ’la önceki ayetteki …وَلَا تَقْتُلُوا cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. İki cümle arasında hükümde ortaklık vardır. Cihet-i camiâ tezâyüftür.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّت۪ي , harfi-cerle birlikte لَا تَقْرَبُوا fiiline müteallıktır. Sılası olan هِيَ اَحْسَنُ , isim cümlesi formunda gelerek sübuta işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ’nın gizli أنْ ’le masdar yaptığı يَبْلُغَ اَشُدَّهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, takdir edilen بِ harfi sebebiyle mecrur mahalde olup لَا تَقْرَبُوا fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
لَا nefy harfi ve اِلَّا istisna edatı ile oluşan kasr, fiil ve müteallıkı arasında, kasr-ı mevsuf ales sıfattır.
وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِ cümlesi, …لَا تَقْرَبُوا مَالَ cümlesine atfedilmiştir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi kükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُ۫لاً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi, كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş haberî isnaddır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi olmasının yanında اِنَّ ile de tekid edildiğinden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَسْؤُ۫لاً ’in, haber olan الْعَهْدَ ’e isnadı mecaz-ı aklîdir.
الْعَهْدَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
[Şüphesiz ahit, sorumluluk doğurur.] Yani ahit sahibinden onu zayi etmemesi, ona vefa göstermesi talep edilir. Bu ifadenin “ahde sorulur” şeklinde lafzen anlaşılması durumunda hayalî bir canlandırma (tahyîl) olması da mümkündür. Bu durumda sanki ahde, “Senden neden cayıldı bakalım; hakkın yerine getirilemez miydi!?” diye sorulacak ve böylece ahitten dönen kimsenin kınanması murat edilecektir ki bu durumda bu ifade tıpkı diri diri gömülen kız çocuğuna “Hangi suçtan dolayı öldürüldüğü”nün (Tekvir Suresi, 9) sorulacak olması gibidir. Burada ahit sahibinin mesul tutulacağı da kastedilmiş olabilir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَوْفُوا | tam yapın |
|
2 | الْكَيْلَ | ölçüyü |
|
3 | إِذَا | zaman |
|
4 | كِلْتُمْ | ölçtüğünüz |
|
5 | وَزِنُوا | tartın |
|
6 | بِالْقِسْطَاسِ | terazi ile |
|
7 | الْمُسْتَقِيمِ | doğru |
|
8 | ذَٰلِكَ | bu |
|
9 | خَيْرٌ | daha iyidir |
|
10 | وَأَحْسَنُ | ve daha güzeldir |
|
11 | تَأْوِيلًا | sonuç bakımından |
|
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْفُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْكَيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
كِلْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كِلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إذا كلتم فأوفوا الكيل (Ölçtüğünüz zaman doğru ölçün) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. زِنُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْقِسْطَاسِ car mecruru زِنُوا fiiline müteallıktır.
الْمُسْتَق۪يمِ kelimesi اَلْقِسْطَاسِ ’nin sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada عَرَبِياًّ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُسْتَق۪يمِ sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْفُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi وفى ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur.
اَحْسَنُ kelimesi atıf harfi وَ ’la خَيْرٌ ’e matuftur. تَأْو۪يلًا۟ temyiz olup fetha ile mansubdur.
اَحْسَنُ - خَيْرٌ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur'an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۜ
Cümle وَ ’la önceki ayetteki …وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِ cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Zaman zarfı اِذَٓا ’nın dahil olduğu اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۜ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında gelen كِلْتُمْ , şart fiili olup اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhidir.
Şartın cevabının önceki manadan anlaşılması sebebiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; فأوفوا الكيل [...doğru ölçün] şeklindedir.
Bu takdire göre mezkur şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa, cevap hazf edilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur'an)
Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen زِنُوا بِالْقِسْطَاسِ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
الْكَيْلَ - كِلْتُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الْكَيْلَ - وَزِنُوا ile بِالْقِسْطَاسِ - الْمُسْتَق۪يمِۜ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْقِسْطَاسِ , terazi manasındadır. Fakat örfen bu, teraziden büyük olur. İşte bundan ötürü, halkın dilinde bu, “kantar” diye bilinir. قِسْطَاسِ kelimesinin Rumca veya Süryanice olduğu ileri sürülmüştür. Ama doğru olan, bunun Arapça olup istikamet ve itidal manasına gelen, قِسْط masdarından müştak olmasıdır. Velhasıl bunun manası, “iki taraftan birisine meyletmeyen, tam ortada (dengede) duran” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Tastamam ölçme emri, müşteriye ölçme zamanı ile kayıtlandırılmış, çünkü eksik ölçme o zaman olabilir. Satıcıdan satın almak üzere yaptığı ölçmede ise ölçüyü tam tutma emrine gerek yoktur, zira kendisi için ölçen kimsenin eksik ölçmesi düşünülemez. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً
Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen cümle, ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır. Zamandan bağımsız, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ذٰلِكَ ile işaret edilmesi hayırlı olana dikkat çekmek ve hissî bir şeymiş gibi göz önüne koyarak önemini vurgulamak içindir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan Suresi 57, s. 190)
وَاَحْسَنُ , müsned olan خَيْرٌ ’a tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. Her iki kelime de ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
تَأْو۪يلاً temyizdir. Temyiz ıtnâb babındandır. (Ali Bulut, Kur'an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
خَيْرٌ - وَاَحْسَنُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | تَقْفُ | ardına düşme |
|
3 | مَا | şeyin |
|
4 | لَيْسَ | olmayan |
|
5 | لَكَ | senin |
|
6 | بِهِ | hakkında |
|
7 | عِلْمٌ | bilgin |
|
8 | إِنَّ | çünkü |
|
9 | السَّمْعَ | kulak |
|
10 | وَالْبَصَرَ | ve göz |
|
11 | وَالْفُؤَادَ | ve gönül |
|
12 | كُلُّ | hepsi |
|
13 | أُولَٰئِكَ | bunların |
|
14 | كَانَ |
|
|
15 | عَنْهُ | o(yaptığı)ndan |
|
16 | مَسْئُولًا | sorumludur |
|
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَقْفُ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası لَيْسَ لَكَ بِهٖ عِلْمٌ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
لَيْسَ camid nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَكَ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
بِهٖ car mecruru عِلْمٌ ’un mahzuf haline mütallıktır. عِلْمٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. السَّمْعَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.
الْبَصَرَ ve الْفُؤٰادَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كُلُّ mübteda olup lafzen merfûdur. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً cümlesi كُلُّ ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَنْهُ car mecruru مَسْؤُ۫لاً ’e müteallıktır. مَسْؤُ۫لاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
مَسْؤُ۫لاً kelimesi sülâsî mücerred olan سأل fiilinin ism-i mef’ûludur.وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ
Cümle وَ ’la önceki ayetteki …وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Bu ayette de mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası, لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكَ , nakıs fiil لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. عِلْمٌ , muahhar ismidir.
عِلْمٌ ’daki tenvin nev ve taklil ifade eder.
Bu ayet-i kerimede عِلْمٌ kelimesinin neden tekil geldiği sorulabilir. Dikkat edildiğinde ayette idrak ile elde edilen ilimden bahsettiği görülür. İlim, duyma ve görme duyuları yoluyla idrake aktarılır. Oradan da kalbe intikal eder. Zira kişinin duygularının ve fikirlerinin merkezi kalptir. Ayette السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ duyma ve görme duyusu ile kalp idrake gönderilecek ilmin araçları olarak sunulmuştur. İlim ve idrak da tekil kelimelerdir. Ayetteki duyma ve görme duyuları ile kalbin, idrak ve ilimle bağlantısı olması ve bu iki kelimenin de tekil olması dolayısıyla الْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ kelimeleri de durumun muktezâsı olarak tekil gelmek zorundadır. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
تَقْفُ kelimesi, Arapların, birisi birisinin peşine düşüp onu izlediğinde söyledikleri, قَفَوْتُ اَثَرَ فُلَانٍ “Ben falancanın peşine düştüm.” deyiminden alınmıştır. Beytin sonunda geldiği için, peşi sıra olduğu için, şiirin kafiyesine de “kâfiye” denmiştir. Yine meşhur bir kabile “Kâfe” diye adlandırılmıştır. Çünkü onlar, insanların ayak izlerini takip ederek ayak izlerine bakarak o insanların halleri hakkında istidlal ederler (fikir yürütürler)di.
Enseye de insan bedeninin arkasında olduğu için, “kafa” denmiştir. Çünkü ense, sanki bedeni izleyen ve onu takip eden birşey gibidir. Binaenaleyh ayetteki لَا تَقْفُ “Hakkında bilgin olmayan şeyi, söz söyleyerek veya fiili olarak takip etme, peşine düşme” manasında olur. Bunun neticesi, bilinmeyen bir şey hakkında hüküm vermekten, konuşmaktan nehyetmeye varıp dayanır. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu cümlenin mübtedası olan كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ , veciz ifade için izafet formunda gelmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ ile kulak, göz ve kalbe işaret edilmesi, onlara tazim ifade eder.
كُلُّ ’nun haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş haberî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eder.
Burada kulak, göz ve kalpten; كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ [Bunlar(ın her biri)] diye söz edilmesi bunların idrak duyuları oluşlarından ve bu ayet-i kerimede sorumlu olarak söz konusu edildiklerinden dolayıdır. Bu, aklı eren varlıkların bir halidir. İşte bundan dolayı onlardan bu şekilde söz edilmiştir.
ez-Zeccâc'ın naklettiğine göre de Araplar hem aklı eren varlıklar hakkında, hem de ermeyen varlıklar hakkında; اُو۬لٰٓئِكَ “Onlar” zamirini kullanırlar. (Kurtubî)
Bu ayette insanın elde ettiği bilgiden sorumlu olduğu ifade edilmektedir. İnşai nehiy cümlesinden sonra inkâri üslupla gelen cümle insanı ikna etmek, düşünceye davet etmek üzere edindiği bilgiden sorumlu olduğunu bildirmektedir. Burada maksat, kişinin bilmediği şeyi söylememesi ve bilmediğini yapmamasıdır. (Zemahşerî)
Son bir kaç ayette gelen yasak ve emirlerde muhatap zamiri cemi iken bu, ayette müfred zamire geçilmesi, iltifat sanatıdır.
الْفُؤٰادَ - الْبَصَرَ - السَّمْعَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Ayrıca bu kelimeler sayıldıktan sonra مَسْؤُ۫لاً ’de cem’ olmuşlardır.
مَسْؤُ۫لاً ’in, göz, kulak ve kalbe isnadı mecaz-ı aklîdir.
كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً [Bunların hepsi ondan sorumludur.] önceden sayılan üçünde de كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ ‘ye ait olan zamir vardır. Yani bunların her biri kendinden sorumludur. Daha doğrusu sahibinin yaptığından sorumludur, demektir. (Beyzâvî)
İlimler ya duyularla ya da akıl ile elde edilir. Cenab-ı Hak, birinci kısma kulağı ve gözü zikrederek işaret etmiştir. Çünkü insan bir şeyi duyup gördüğünde, onu anlatır ve haber verir.
Akılla elde edilen ikinci kısım ilim de ikiye ayrılır: a) Bedîhî, b) Kesbî. Cenab-ı Hak, aklî ilimlere de ayette, “kalb” kelimesiyle işaret etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayeti kerimede اُو۬لٰٓئِكَ şeklindeki işaret ismiyle işitme, görme ve hissetme azaları kastedilmiştir. İşaret ismi bu şekilde gayri akil için çok kullanılır. Böylece bu azalar akıllı menziline konulmuştur. Aklın yolu olduğu için işaret ismi bu şekilde kullanılmayı hak eder. Akıl, kişinin nefsidir. Bu kullanım meşhurdur. Hakiki olduğu da söylenmiştir. Ya da bu mecazi kullanım çok olduğu için hakiki kullanımla aynı olmuştur. (Âşûr)
وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً
وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَمْشِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
فِي الْاَرْضِ car mecruru تَمْشِ fiiline müteallıktır.
مَرَحاً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً
İsim cümlesidir. اِنّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamir اِنّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَنْ تَخْرِقَ cümlesi اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. تَخْرِقَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ atıf harfi و ’la makabline matuftur. طُولاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
Temyiz ikye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ
Cümle وَ ’la önceki ayetteki …وَلَا تَقْفُ cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
مَرَحاً haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Masdar kalıbıyla gelen مَرَحاًۚ mübalağa ifade etmiştir.
فِي harfinde istiare vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir. الْاَرْضِ , içine girilecek bir şeye benzetilmiştir.
مَرَحاًۚ , aşırı sevinme ve şımarıklık demektir. Ayetteki manası, insanı kibrini ve azametini gösterecek şekilde yürümekten nehyetmektir. (Fahreddin er-Râzî)
مَرَحًا kelimesi تَمْشِ fiilini açıklayan bir mef’ûlu mutlaktır. Çünkü yürümenin çeşitleri vardır ve sahibinin şımarıklığına delalet eden yürüme de bunlardan biridir. Bu kelimenin yürümeye isnad edilmesi aklî mecazdır. Bu yürüme serttir, yere şiddetli basmaktır ve yürüyenin vücudunu yorar. (Âşûr)
اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümle birden çok unsurla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ , tekid ifade eden nefy harfi لَنْ ’in dahil olduğu muzari fiil sıygasında gelmiştir.
Aynı üslupta gelerek اِنَّ ’nin haberine atfedilen وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.
طُولاً , temyizdir. Temyiz ıtnâb babındandır. (Ali Bulut, Kur'an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
لَنْ - الْاَرْضِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı, الْجِبَالَ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yeryüzünde kibirle yürümemenin sebeplerinin sayıldığı ayette taksim sanatı vardır.
كُلُّ ذٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً
كُلُّ ذٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً
İsim cümlesidir. كُلُّ mübteda olup lafzen merfûdur. İsmi işaret ذٰلِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً cümlesi كُلُّ ’nun haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
سَيِّئُهُ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. عِنْدَ mekân zarfı, مَكْرُوهاً ’e müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.
رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَكْرُوهاً kelimesi كَانَ ’nin haber olup fetha ile mansubdur ve sülasi mücerred olan كره fiilinin ism-i mef’ûludur.كُلُّ ذٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Hitap, Hz. Peygambere olduğu halde ayetin gerçek muhatapları bütün insanlardır.
Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh كُلُّ ذٰلِكَ , veciz ifade için izafetle gelmiştir.
ذٰلِكَ , işaret edilen şeyi tahkir için gelmiştir. İşaret ismi ذٰلِكَ ’de şimdiye kadar sayılan mükellefiyetler cem’ edilmiştir. Emir ve yasaklara işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi’, her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur.
Burada ayetin öncesine dikkat edilirse bir çok emir ve nehiy vardır. İsm-i işaretle bunların hepsi kastedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsned konumundaki كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade yollarından عِنْدَ رَبِّكَ izafeti, Rabb ismine muzâf olan عِنْدَ için tazim ifade eder. Yine Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Mekan zarfı عِنْدَ , siyaktaki önemine binaen amili olan مَكْرُوهاً ’e takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَيِّئُهُ [kötüsü]; yasaklananlar demektir; çünkü anlatılanların içinde emredilenler de yasaklananlar da vardır. ُسيئَه okumuşlardır ki كَانَ ’nin haberi olur, ismi de كُلُّ ’ye ait olan zamirdir, ذٰلِكَ de özellikle yasak edilenlerdir. عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً [Rabbinin katında sevilmeyen şeylerdir]; سيئة ’den bedeldir yahut mana itibariyle onun sıfatıdır, çünkü mana سيئاً ’dir, öyle de okunmuştur. مَكْرُوهاً ’in كَانَ ’de yahut zarfta gizli zamirden hal olarak mansub olması da caizdir, çünkü سيئة ’in sıfatıdır. Bundan murad edilen de beğenilenin karşıtı olan buğz edilendir, yoksa murad edilenin karşıtı değildir. Zira hadiselerin hepsi Allah Teâlâ'nın izni ile meydana gelmektedir. (Beyzâvî)
سَيِّئُهُ - مَكْرُوهاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.En‘âm, 6/151 ile İsrâ, 17/31 ayetlerinde çocukları öldürmek yasaklanmıştır.
Bir incelikten dolayı iki lafız ve iki mana arasında tam bir mugâyeret gerçekleşmiştir.
Birinci ayet, fiilen geçim sıkıntısı çekenlere hitap etmektedir. Bu yüzden geçimi sağlayan babaların rızkı önce, bakılanların rızkı ise sonra zikredilmiştir.
İkinci ayet ise geçim sıkıntısından korkan Yahudilere hitap etmektedir. Çünkü fakirleşmekten ancak zenginler korkar. Fakir zaten fakirlik çekmektedir, dolayısıyla korkacak bir şeyi yoktur. Buradaki korku geleceğe yöneliktir. Gelecekte yeni doğacak olan çocukların rızkından endişe duyulmaktadır. Bu nedenle ''Onları da sizi de biz rızıklandırıyoruz'' ifadesinde önce çocukların rızkı vurgulanmıştır ki, zenginler küçük çocuklarının mallarını yok edeceği veya azaltacağı düşüncesine kapılmasınlar.
Ey kelamıyla gönüllere can veren Allahım! Gözlerimizle kulaklarımızı kelamının nuruyla, kalbimizle ruhumuzu da muhabbetiyle buluştur. Okudukça dirilelim, imanımızla tazelenelim. Müjdelerine sevinelim, uyarılarına itaat edelim. Affına mazhar olalım, azabının korkusuyla ağlayalım. Rahmetine hamd edelim, gazabından Sana kaçalım.
Ey sınırlarıyla yükümüzü hafifleten Allahım! Senin izninle: Anne babalarımızın gönüllerini, tatlı söz ve güzel işlerle hoş tutalım. Ayaklarımızı zinaya çıkacak yollarda adım atmaktan koruyalım. Günaha çağıran seslerdense, hakkı hatırlatanları işitelim. Büyüklenmenin her derecesinden kaçınalım. Edeb ile süslenelim, edebimizle yürüyelim.
Ey rızkı ve ilmi, dilediğine dilediği kadar veren Allahım! Senin rahmetinle: Emrettiğin kadarını verelim, emrettiğin kadarını tutalım. Dünyalık korkulara yenilen aceleci nefsimizi, Sana tevekkülle sakinleştirelim. Her işimizi tam yapalım. İslam’a ve topraklarımıza hizmet edelim. Bilmediğimizi konuşmaktansa, halimizi güzelleştirmekle meşgul olalım.
Ey canı candan koruyan Allahım! Senin dilemenle: Emirlerinle amel edelim, yasaklarından uzak duralım. Kasıtlı ya da kasıtsız; tek bir cana zarar vermeden, yetim malı yemeden, adaletsiz iş görmeden, zulüm nedir bilmeden huzuruna gelelim. Her hatamız için candan tövbe edelim. Yeryüzüzünde edeb ile yaşayalım, ahirete edebimizle göçelim.
Ey kullarına dua etmeyi öğreten Allahım! Senin kudretinle: Bir elimizde Kur’an, diğer elimizde sünnet; huzuruna gelelim. Küçükten büyüğe, her muradımızı Senden isteyelim. En ufak acımızın şifasını, derdimizin dermanını Senden umalım. Rahmet kapıların sınırsız, Senden, bize göz aydınlığı olacakları açmanı dileyelim. Mutluluktan üzüntüye, her halin içinde, hep ilk Seni analım.
Allahım! Senin katında sevimsiz olan her işe uzaklardan, sevimlilere ise yakınlardan olalım. Senin sevdiklerinden, Seni sevenlerden ve Senin sevindirdiğin kullarından olalım.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji