28 Mart 2025
İsrâ Sûresi 39-49 (285. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İsrâ Sûresi 39. Ayet

ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُوماً مَدْحُوراً  ...


Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme. Sonra kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ şunlar
2 مِمَّا şeyndendir
3 أَوْحَىٰ vahyettiği و ح ي
4 إِلَيْكَ sana
5 رَبُّكَ Rabbinin ر ب ب
6 مِنَ -ten
7 الْحِكْمَةِ Hikmet- ح ك م
8 وَلَا
9 تَجْعَلْ edinme ج ع ل
10 مَعَ ile bereber
11 اللَّهِ Allah
12 إِلَٰهًا tanrı ا ل ه
13 اخَرَ başka ا خ ر
14 فَتُلْقَىٰ sonra atılırsın ل ق ي
15 فِي
16 جَهَنَّمَ cehenneme
17 مَلُومًا kınanmış olarak ل و م
18 مَدْحُورًا uzaklaştırılmış olarak د ح ر

ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. İsmi mevsûlün sılası  اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِ dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَوْحٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  اِلَيْكَ  car mecruru  اَوْحٰٓى  fiiline müteallıktır.

رَبُّكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنَ الْحِكْمَةِ  car mecruru mahzuf aid zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, ممّا أوحاه إليك ربّك حال كونه من الحكمة (Rabbinin sana vahyettiği şeyler hikmettendir.) şeklindedir.

 

وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُوماً مَدْحُوراً

 

Fiil cümlesidir. لَا  nehy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَجْعَلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

مَعَ  mekân zarfı, mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلٰهاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.

تُلْقٰى  mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, önce geçen mukadder masdara matuf olarak mahallen merfûdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra 2) Atıf olan اَوْ’den sonra 3) Lam-ı cuhûddan sonra 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ي جَهَنَّمَ  car mecruru  تُلْقٰى  fiiline müteallıktır.  جَهَنَّمَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَلُوماً  hal olup fetha ile mansubdur.  مَدْحُوراً  kelimesi ise ikinci hal olup fetha ile mansubdur ve sülâsî mücerred olan  لوم  fiilinin ism-i mef’ûludur.

مَدْحُوراً  kelimesi sülâsî mücerred olan دحر  fiilinin ism-i mef’ûludur.

ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Burada, ذٰلِكَ  (bunlar) ile Cibril’in (as) indirmiş olduğu daha önce geçen bu ayet-i kerimelerin ihtiva ettiği adap, kıssalar ve hükümlere işaret edilmektedir. Yani bunlar, şanı yüce Allah'ın kulları arasında hikmetinin gerekli gördüğü muhkem fiillerdendir. O, ahlâkın ve hikmetin güzelliklerinden olmak üzere bunları onlara takdir etmiştir. Oldukça sağlam yasalar ve son derece faziletli davranışları ihtiva etmektedir. (Kurtubî) 

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilen emir ve nehiylere dikkati çekmek ve önemini vurgulamak içindir.

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11) 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’, her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur. مِمَّٓا , bu mahzuf habere müteallıktır. Müteallakı mahzuf haber olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası   اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ , mazi fiil sıygasında gelmiştir. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اِلَيْكَ  siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

Burada ayetin öncesine dikkat edilirse bir çok emir ve nehiy vardır. İsm-i işaretle bunların hepsi kastedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Peygamber Efendimizdir. Peygamberimize ait olan zamirin  رَبُّ  ismine izafeti, ona destek ve şeref içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

ذٰلِكَ  [Bunlar] ifadesi “Allah’la beraber başka bir tanrı ihdas etme.” (İsra Suresi, 22) ifadesinden bu ayete kadar zikredilenlere işaret eder. Bunları hikmet olarak isimlendirmesinin sebebi, bu sözlerin, içerisinde hiçbir bozukluğa yer olmayacak kadar sağlam, muhkem sözler olmasıdır. (Keşşâf)

Hitap Resulullah (sav)’dir. Fakat murad, yasaklanan şeyin sâdır olması tasavvur edilebilen kimselerdir. (Ebüssûud) 


 وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُوماً مَدْحُوراً

 

Bu cümle öncesinde geçen nehiy cümlesine atfedilmiştir. Böylece  ألّا تَعْبُدُوا إلّا إيّاهُ (İsra Suresi, 23) cümlesinin içeriğini tekid etmektedir. Bu mananın tekrarı tevhid emrinin ve buna tertip edilen Cehennemde aşağılanarak ebedi olarak kalma cezasıyla tehdidin önemi dolayısıyladır. (Âşûr)  

Cümle  وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle öncesine  وَ ’la atfedilmiştir. Bu atıf, cümleler arasındaki anlam bütünlüğü sebebiyledir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

مَعَ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

اٰخَرَ  kelimesi,  اِلٰهاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِلٰهاً ’deki tenvin nev ve tahkir ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umuma işarettir.

Fa-u sebebiyyenin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُوماً مَدْحُوراً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle, makablindeki nehiyden anlaşılan masdar manasına matuftur. 

Allah kelimesinin zikrinde tecrîd vardır. 

Cehenneme atılma hallerinin  مَلُوماً  ve  مَدْحُوراً  şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

مَلُوماً - مَدْحُوراً  kelimeleri haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

رَبُّكَ - اللّٰهِ - اِلٰهاً  ve  مَلُوماً - مَدْحُوراً  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cenab-ı Hak bu ayetlerde, yirmibeş çeşit mükellefiyeti bir araya toplamıştır: Birincisi;  “Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme.” (İsra Suresi, 22) ifadesidir. Cenab-ı Hakk'ın, “Rabbin, kendinden başkasına kulluk etmeyin.” diye hükmetti (İsra Suresi, 23) buyruğu, Allah'a ibadeti emretme ve başkasına ibadeti nehyetme gibi iki mükellefiyeti ihtiva eden bir ifadedir. “Ana babaya iyi muamele edin.” (İsra Suresi, 23). Cenab-ı Allah daha sonra bu iyi muamelenin ne olduğunu anlatmak için şu beş şeyi zikretmiştir: “Onlara ‘öf’ (bile) deme”; “Onları azarlama”; “Onlara güzel söz söyle.” (İsra Suresi, 23); “Onlara acıyarak tevazu kanadını indir.” ve “Ey Rabbim... Kendilerine merhamet et, de” (İsra Suresi, 24). Allah Teâlâ sonra “Hısıma, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver.” (İsra Suresi, 26) buyurmuştur. Bu da üç mükellefiyettir. Daha sonra “(Malını) israf ile saçıp savurma.” (İsra Suresi, 26) Sonra “Şayet Rabbinden umduğun rahmeti arayarak onlardan sarf-ı nazar edersen kendilerine yumuşak söz söyle.” (İsra Suresi, 28) buyurmuştur. Bu, on dördüncü mükellefiyettir. Bunun peşinden, “Elini, boynuna bağlı olarak asma, onu büsbütün de açıp saçma, yoksa pişman bir vaziyette oturup kalırsın.” (İsra Suresi, 28) buyurmuştur ki bu da on beşincisidir. Sonra “Evladlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyiniz.” (İsra Suresi, 31) buyurmuştur. “Allah'ın haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça kıymayın.” (İsra Suresi, 33) “Kim mazlum olarak öldürülürse Biz onun velisine bir selahiyet veririz.” (İsra Suresi, 33) buyurmuştur. “O da katilde israf etmesin.” ifadesi, daha sonra “Ahdi yerine getirin.” (İsra Suresi, 34) buyurmuştur. “Ölçtüğünüz vakit, ölçeği tam yapın.” (İsra Suresi, 35) “Doğru terazi ile tartın.” (İsra Suresi, 35) “Senin için hakkında bir bilgi olmayan şeyin ardına düşme.” (İsra Suresi, 36) buyurmuştur. “Yeryüzünde kibr-ü azametle yürüme.” (İsra Suresi, 37) “Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme.” (İsra Suresi, 39) buyurmuştur ki bu, yirmi beşincisidir. Binaenaleyh Allah Teâlâ bütün bunları, bu ayetlerde birlikte zikretmiş ve “Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme. Sonra kınanmış ve kendi başına (yardımsız) bırakılmış olursun.” (İsra Suresi, 22) buyurarak başlamış, yine “Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme ki sonra yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.” (İsra Suresi, 39) ifadesi ile hitâma erdirmiştir. (Fahreddin Râzî)

Bunlar hikmetten sayılmıştır.

Burada yasaklanmaktan maksat, insanın kendi tarafından, melekler ve diğer insanlar tarafından kınanmasıdır. Allah Teâlâ, burada, kendisine şirk koşanı tahkir için ele alınıp yakılmak için fırına atılan oduna benzetmiştir. Tevhid, iyiliklerin aslı olduğu gibi şirk de kötülüklerin aslıdır. (Ruhu’l Beyan)

 
İsrâ Sûresi 40. Ayet

اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثاًۜ اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلاً عَظ۪يماً۟  ...


Rabbiniz erkek çocukları size seçip-ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَأَصْفَاكُمْ size seçti, (öyle) mi? ص ف و
2 رَبُّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
3 بِالْبَنِينَ oğulları ب ن ي
4 وَاتَّخَذَ ve edindi (kendisine) ا خ ذ
5 مِنَ -den
6 الْمَلَائِكَةِ melekler- م ل ك
7 إِنَاثًا kadınlar ا ن ث
8 إِنَّكُمْ gerçekten siz
9 لَتَقُولُونَ söylüyorsunuz ق و ل
10 قَوْلًا bir söz ق و ل
11 عَظِيمًا büyük (çok tehlikeli) ع ظ م
 Enese اُنْثَى: أنث erkeğin zıddı olan dişi demektir. Kuran'ı Kerim'de putlar da إناث olarak adlandırılmışlardır. Bunun sebebi hakkında ise müfessirlerin bir kısmı 'Necm, 53/19-20 ayetinde geçen putların isimlerinin müennes olmasıdır' derken diğer bir kısmı da 'edilgen olan şeye أنِيث denmiştir ve müşriklerin taptıkları tanrılar da etkin olmayıp edilgen cemâdât yani cansızlar sınıfına dahil olduğundan dolayı Yüce Allah onları bu kelimeyle adlandırmıştır' şeklinde görüş beyan etmişlerdir. Allah-u Teala bu şekilde onlara tapanları tebkit etmiş, paylamış ve ne denli cehalet içinde olduklarına dikkat çekmiştir.  (Müfredat)                                                                                                                  Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 30 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli müennestir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثاًۜ 

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  istinafiyyedir.  اَصْفٰيكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

رَبُّكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْبَن۪ينَ   car mecruru  اَصْفٰيكُمْ  fiiline müteallıktır.

وَ   atıf  harfidir.  اتَّخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûle müteallıktır.  اِنَاثاً  birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

  

 اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلاً عَظ۪يماً۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

لَ  harfi  اِنَّ nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. تَقُولُونَ قَوْلاً عَظ۪يماً۟  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَقُولُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

قَوْلاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir.Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَظ۪يماً۟  kelimesi  قَوْلاً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَظ۪يماً۟  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe, benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثاًۜ

 

 

فَ  istînâfiyye, hemze inkârî istifham harfidir. Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp imkânsız olduğunu bildirme, tahkir ve azarlama  anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Fail olan  رَبُّكُمْ , veciz ifade kastıyla izafet şeklinde gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu  كُمْۚ  zamiri tahkir edilmiştir.

رَبُّكُمْ  şeklinde Rabb isminin, Allah'ın kızı olduğunu söyleyenlere ait zamire muzâf olmasında, Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası ve sapkınlıklarında ne kadar ileri gittiklerine işaret vardır.

Bu hemze, bozukluğu aşikâr olan bir inanç hakkında soru sorma üslubunda gelmiş olan ama ret ve inkâra delalet eden bir hemzedir. Böylesi bir inancın sahibine ise ancak, en hakaret edici bir biçimde cevap verilir. (Fahreddin er-Râzî)

وَ ’la  اَصْفٰيكُمْ  atfedilen  وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثاً  cümlesi, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu, meleklerin Allah'ın kızı olduğunu söyleyen müşriklere hitaptır. (Ebüssûud) 

اِنَاثاً  - الْبَن۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


 اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلاً عَظ۪يماً۟

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

لَتَقُولُونَ قَوْلاً عَظ۪يماً۟  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. قَوْلاً ’deki tenvin, tahkir ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَظ۪يماً۟  kelimesi  قَوْلاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

تَقُولُونَ - قَوْلاً  kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsrâ Sûresi 41. Ayet

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُوراً  ...


Andolsun biz, onlar düşünüp öğüt alsınlar diye (gerçekleri) bu Kur’an’da değişik biçimlerde açıkladık. Fakat bu, onların ancak kaçışlarını artırıyor.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ andolsun
2 صَرَّفْنَا biz türlü biçimlerde anlattık ص ر ف
3 فِي
4 هَٰذَا bu
5 الْقُرْانِ Kur’an’da ق ر ا
6 لِيَذَّكَّرُوا düşünüp anlasınlar diye ذ ك ر
7 وَمَا fakat (bu)
8 يَزِيدُهُمْ artırmıyor ز ي د
9 إِلَّا başkasını
10 نُفُورًا nefretlerinden ن ف ر
Kur’an, başta ilk muhatabı olan Mekke’nin putperest topluluğu olmak üzere insanları Allah’a ve diğer itikad esaslarına inanmaya, Allah’a kulluk etmeye ve insana yaraşır bir hayat sürdürmeye çağırdığı gibi genellikle bunun delillerini, gerekçelerini de sağduyulu ve iyi niyetli her insanın kavrayabileceği şekilde açıklar. Buna rağmen Kur’an’ın çağrısına uymak şöyle dursun, gerçekler karşısında nefret duyguları kabaranlar da olmuştur ve olmaktadır. Aslında âyet, insanoğlunun söz konusu açıklamalar üzerinde iyice düşünerek bu güçlüğü aşabileceklerine işaret etmektedir. Fakat bâtıl inançlar, ön yargılar ve bayağı arzular gibi olumsuz motiflerin etkisinden kurtulamayanlar düşünce kabiliyetlerini de sağlıklı kullanamazlar.    Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 484-485

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

قَدْ  tahkik harfidir.Tekid ifade eder.  

صَرَّفْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

ف۪ي هٰذَا  car mecruru  صَرَّفْنَا  fiiline müteallıktır.  الْقُرْاٰنِ  kelimesi  هٰذَا ’den bedel veya ondan sıfattır.   

لِ  harfi,  يَذَّكَّرُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte mukadder  صَرَّفْنَا  fiiline müteallıktır.

يَذَّكَّرُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Aslı يَذَّكَّرُوا şeklindedir. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

صَرَّفْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  صرف ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُوراً

 

وَ  haliyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَز۪يدُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  نُفُوراً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ 

 

وَ  istînâfiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı haziftir. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  قَدْ  tekid edilmiş cevap cümlesi  وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

قَدْ  harfi mazi fiilin önüne geldiğinde tahkik ve takrib (olayın yaklaştığını), muzari fiilin önüne geldiğinde fiilin vuku bulma ihtimalinin azlığını ifade eder. (İtkan, s. 459)

Buradaki  ولقد صرفناه  kavlinden murad indirmek demektir. Yani bu manayı indirilen kitabın bir çok yerlerinde zikrettik, tekrar tekrar ele aldık. Zamirin terkedilmesi ise meselenin zaten bilinir olması sebebiyledir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

الْقُرْاٰنِ , işaret isminden bedel veya atf-ı beyan olarak ıtnâb sanatıdır.

Kuran’a  هٰذَا  ile işaret edilmesi tazim içindir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَذَّكَّرُوا  cümlesi,  لِ  ile birlikte mukadder  صَرَّفْنَا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bil ki tasrif kelimesi Arapçada, bir şeyi bir yönden başka bir yöne döndürmekten ibarettir. Rüyaları evirip çevirme, işleri evirip çevirme gibi. İşte, Arapçadaki esas mana budur. Daha sonra ise tasrîf kelimesi, beyan etme manasından kinaye kılınmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

Önceki ayetteki gaib zamirden, bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.

الْقُرْاٰنِ -  لِيَذَّكَّرُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَذَّكَّرُوا  fiili tef’il babındadır. Tef’il babı fiile kesret anlamı katar.

لِيَذَّكَّرُوا  deki zamir  اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ (İsra Suresi, 40)  ayetindeki sözün delaletiyle bilinen makama aittir. Yani bu sözle azarlanan muhataplara hatırlatmak içindir. Muhataptan gaibe veya müşriklere hitaptan müminlere hitaba geçiş de iltifat sanatıdır. (Âşûr)

 

وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُوراً

 

وَ  istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir. Menfi muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Kasr üslubuyla tekid edilmiştir.  مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiille mef’ûlu arasındadır. 

Kur'anın onların nefretlerini arttırdığını etkili ve kesin bir şekilde belirtmiş olur. 

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fâil, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

İkinci mef’ûl olan  نُفُوراً ’daki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُوراً  sözü onların haline taaccüptür. (Âşûr)
İsrâ Sûresi 42. Ayet

قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذاً لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلاً  ...


De ki: “Eğer onların iddia ettiği gibi, Allah’la beraber (başka) ilâhlar olsaydı, o zaman o ilâhlar da Arş’ın sahibine ulaşmak için elbette bir yol ararlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لَوْ eğer
3 كَانَ olsaydı ك و ن
4 مَعَهُ O’nunla beraber
5 الِهَةٌ tanrılar ا ل ه
6 كَمَا gibi
7 يَقُولُونَ dedikleri ق و ل
8 إِذًا o zaman
9 لَابْتَغَوْا onlar da ararlardı ب غ ي
10 إِلَىٰ
11 ذِي sahibine
12 الْعَرْشِ Arşın ع ر ش
13 سَبِيلًا bir yol س ب ل
Tefsirlerde 42. âyete genellikle iki anlam verilmektedir. Buna göre eğer –farzımuhal– Allah’tan başka ilâhlar olsaydı: a) Tıpkı bir ülkede krallık tahtına göz diken birden fazla heveslinin birbiriyle taht kavgasına girişmesi gibi o sözde ilâhlar da “arşın sahibi”ne (Allah) ulaşmak ve O’nun egemenliğine son vermek için yol arar, kavgaya tutuşurlardı; b) Allah nezdinde daha çok yakınlık kazanıp itibar sahibi olmak için birbiriyle yarışırlardı (Taberî, XV, 91). Müşrikler sözde tanrıların kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanıyorlardı. İkinci şıktaki yoruma göre, eğer öyle tanrılar olsaydı önce onlar Allah’a yaklaşma yarışına girerlerdi. Böyle varlıklara da tanrı denemez (çok tanrıcılığın reddine ilişkin olarak ayrıca bk. Enbiyâ 21/22). Şu halde Allah, bu şekilde kendisine ortak koşulmasından münezzehtir; O, hiçbir şey ile hiçbir yönden denk tutulamayacak kadar yücedir, büyüktür.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 485

قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذاً لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلاً

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

Mekulü’l-kavl,  لَوْ كَانَ مَعَهُٓ ’dır.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

كَانَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  مَعَ  mekân zarfı,  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰلِهَةٌ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

كَ  harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri;  لو كان معه آلهة كونا كقولهم (Dedikleri gibi O’nunla beraber ilâhlar olsaydı…) şeklindedir.

يَقُولُونَ  fiili  نَ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِذاً  cevap harfidir. لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.

ابْتَغَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِلٰى ذِي  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır.  ذِي  harfle îrab olan beş isimden biridir. Cer alameti  ي ’dır.  الْعَرْشِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. سَب۪يلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

ابْتَغَوْا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذاً لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلاً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayetin başında  قُلْ  emrin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi ve şanı, ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ  cümlesi, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.

كَانَ ’nin dahil olduğu  لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذاً  cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatı vardır.  مَعَهُٓ , nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  اٰلِهَةٌ , muahhar ismidir.

Teşbih harfi  كَ  nedeniyle mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  يَقُولُونَ اِذاً  cümlesi, mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Cümlenin takdiri şöyledir:  لو كان معه آلهة كونا كقولهم  [Dedikleri gibi O’nunla beraber ilâhlar olsaydı…]

Cümledeki  اِذاً , cevap harfidir. Lam-ı rabıtanın dahil olduğu,  لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلاً  cümlesi, لَوْ ’in cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ  (Onların dediği gibi Allah ile birlikte ilâhlar olsaydı) cümlesi, farzetme ve varsayım ifade eder. (Safvetü’t Tefasir) 

مَعَهُٓ - ذِي الْعَرْشِ  kelimeleri arasında izmârdan ve izhâra güzel bir iltifat sanatı vardır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

 هُٓ  zamirinde ve  ذِي الْعَرْشِ  ifadesinde tecrîd vardır.

لَوْ  harfi, imtinadan dolayı imtinadır. Yani şartın imtinasından dolayı cevabın imtinasına delalet eder. Mazi manasında şart harfidir.  إنْ  harfinin aksine muzariyi maziye çevirir. (İtkan, c. 1, s. 478- 479)

لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلاً  [O zaman Arşın mutlak sahibine bir yol ararlardı] ifadesi sözlerine cevaptır ve  لَوْ ’in cezasıdır. (Beyzâvî)

Buradaki teşbih harfi  كَ , aynısı demek olan  ميل  manasındadır.
İsrâ Sûresi 43. Ayet

سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُواًّ كَب۪يراً  ...


Allah, her türlü eksiklikten uzaktır, onların söylediklerinin ötesindedir, yücedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سُبْحَانَهُ (haşa) münezzehtir O س ب ح
2 وَتَعَالَىٰ ve uludur ع ل و
3 عَمَّا -nden
4 يَقُولُونَ onların dedikleri- ق و ل
5 عُلُوًّا yücedir ع ل و
6 كَبِيرًا çok ك ب ر

سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُواًّ كَب۪يراً

 

سُبْحَانَهُ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri,  نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعَالٰى  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَقُولُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

عُلُواًّ  mef’ûlu mutlaktan naibdir. كَب۪يراً kelimesi  عُلُواًّ ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُواًّ كَب۪يراً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سُبْحَانَهُ  ifadesi, takdiri  نسبّح  olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır. 

وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ  cümlesi makabline matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا  başındaki harf-i cerle birlikte  تَعَالٰى ’ya müteallıktır. Sılası olan  يَقُولُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

İsm-i masdar olan  عُلُواًّ , mef’ûlü mutlaktan naibdir.

كَب۪يراً  kelimesi,  عُلُواًّ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Tesbih, Allah'ı, kendisine yakışmayan şeylerden tenzih etmek demektir. (Fahreddin er-Râzî) 

Atıf harfi  وَ ’dan önce mahzuf bir fiil vardır. Takdiri;  تنزه dur.(MuhyiddinDerviş, Îrab)

Cenab-ı Hak,  عُلُواًّ  kelimesini  تَعَالٰى  fiilinin mef'ûl mutlakı kılarak,  عُلُواًّ كَب۪يراً  buyurdu. Halbuki bu fiilin mef'ûlu mutlakı olarak, تَعَالٰياًّ كَب۪يراً  denilmesi, gerekirdi. Fakat Kur'an'da bunun başka benzerleri vardır. Mesela, “Allah sizi yeryüzünde bitki gibi bitirip yetiştirdi.” (Nuh Suresi, 17) ayetinde de böyledir. (Fahreddin er-Râzî)

تَعَالٰى - عُلُواًّ  kelimesleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları  vardır.

عُلُواًّ - كَب۪ير  ve  سُبْحَانَهُ - تَعَالٰى   kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَب۪يراً  kelimesi ile de Yüce Allah'ın büyüklük ve Kibriya sıfatlarıyla muttasıf bulunduğunu, söylenenlerden tamamen beri olduğunu çok daha aşırı bir ifade ile anlatmak manasına gelmektedir. Allah, müşriklerin kendisi hakkında ileri sürdükleri nitelemelerden tamamen uzaktır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

 
İsrâ Sûresi 44. Ayet

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً  ...


Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تُسَبِّحُ tesbih ederler س ب ح
2 لَهُ O’nu
3 السَّمَاوَاتُ gök س م و
4 السَّبْعُ yedi س ب ع
5 وَالْأَرْضُ ve yeryüzü ا ر ض
6 وَمَنْ ve kimseler
7 فِيهِنَّ bunların içindeki
8 وَإِنْ ve yoktur
9 مِنْ hiçbir
10 شَيْءٍ şey ش ي ا
11 إِلَّا
12 يُسَبِّحُ tesbih etmeyen س ب ح
13 بِحَمْدِهِ hamd ile ح م د
14 وَلَٰكِنْ ama
15 لَا
16 تَفْقَهُونَ siz anlamazsınız ف ق ه
17 تَسْبِيحَهُمْ onların tesbihlerini س ب ح
18 إِنَّهُ şüphesiz O
19 كَانَ ك و ن
20 حَلِيمًا halimdir ح ل م
21 غَفُورًا çok bağışlayandır غ ف ر
“Yedi gök” ile onlarda bulunan varlıkların hepsi hal lisanıyla Allah’ı tesbih eder, O’na ibadet eder, fakat insanlar onların tesbihlerini anlayamazlar (“yedi gök” hakkında açıklama için bk. Bakara 2/29).
 
 Tefsirlerde âyetteki tesbih kavramı açıklanırken tesbihin iki şeklinin bulunduğu belirtilir: Dil ile tesbih, hal ile tesbih. Birincisi, kulun Allah’ı her türlü eksiklikten tenzih ederek zâtı, sıfatları ve fiilleriyle insan zihninin düşünebileceği bütün mükemmellik özelliklerine sahip olduğunu dile getirmesi, Allah’ı hep böyle bilip böyle anmasıdır. Hal ile tesbih ise insanın imanı, ibadeti, ahlâkı, genel olarak her türlü tutum ve davranışlarıyla Allah’ın birliğine, eksiksiz ve kusursuz olduğuna inandığını göstermesi, yasalarına boyun eğmesi, amelinin imanına şahitlik etmesidir. Bu belirtilenler, Râgıb el-İsfahânî’nin iradî dediği tesbih olup şuurlu ve iradeli varlıklara mahsustur (el-Müfredât, “sbh”, “scd” md.leri). 
 
 Bir de konumuz olan âyetin üzerinde durduğu, bütün varlıkların Cenâb-ı Hakk’ı tesbih etmesi vardır. Müfessirlere göre bu da iki çeşittir: 1. Dil ile tesbih. Her şey kendi diliyle Hakk’ı tesbih eder ama âyette belirtildiği gibi insanlar bunu anlayamazlar; 2. Hal ile tesbih. Evrendeki varlık ve olayların var oluş ve işleyişini gerçekleştiren ilâhî yasalara bütün kâinat mutlak bir zorunlulukla boyun eğmekte, bu suretle yaratanı tesbih etmektedir. Bu anlamda müminiyle münkiriyle bütün insanlar da Allah’ı tesbih ederler, varlığına tanıklık ederler. Özetle zerreden küreye, galaksilerden hidrojen çekirdeğinin etrafında saniyede 2000 km. hızla dönen elektrona kadar evrendeki her şey Allah’ın mutlak düzeni içinde işlemekte, O’nu tesbih etmekte, O’nun varlığına, birliğine kudret ve hikmetine tanıklık etmektedir.
 
 Putperestlerin inancındaki saçmalığı dile getiren 42. âyetin ardından evrenin düzenine işaret eden âyetin gelmesi son derece anlamlıdır, engin hikmetler taşımaktadır.
 
 Âyette evrendeki her varlığın Allah’ı övgü ile tesbih ettiği belirtildikten sonra “Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız” buyurulmaktadır. Fahreddin er-Râzî bu ifadeyi şöyle açıklıyor: Bir elma düşünelim; bu elma çeşitli atomlardan oluşmaktadır ve bu parçalardan her biri Allah Teâlâ’nın varlığına tam ve başlı başına bir delildir. Bu atomlardan her birinin kendine özgü doğal yapısı (tab‘), tadı, rengi, kokusu, hacmi gibi nitelikleri vardır. Atomun bu özel sıfatlarla belirlilik kazanması imkân dahilindedir ve bu belirliliği ona ancak kudretli ve hakîm olan bir belirleyici kazandırabilir. Şu halde elmanın her bir parçası yüce Tanrı’nın varlığına eksiksiz bir delildir (XX, 210-211). Eşyanın kendilerine mahsus dil ile yaptığı tesbihi insanlar anlayamazlar; öte yandan atomların sayılarını, niteliklerini, mahiyetlerini de bütünüyle bilmek mümkün değildir. Bu sebeple âyette, “...bilmezsiniz, anlayamazsınız” buyurulmuştur. Kuşkusuz bilimsel keşifler ilerledikçe insanoğlunun evren hakkındaki bilgileri de artacaktır. Nitekim genetikçilerin çözmeye çalıştıkları genlerin şifresi de bir çeşit dildir. Ayrıca bu çalışmalar ilerledikçe evrenin sırlarla dolu olduğu, bilinenlere göre bilinmeyenlerin ne kadar çok olduğu ortaya çıkacaktır.
 
 Âyette Allah’ın sıfatı olarak geçen halîm kelimesi, “sabırlı, akıllı, ağır başlıvetemkinli”demektir.ÖzellikleAllahiçinkullanıldığında“kullarının günah ve isyanları karşısında sabırlı, onları cezalandırmakta acele etmeyen” anlamına gelir. Allah’ın halîm ismiyle “günahları bağışlayan, tövbeleri kabul eden” anlamındaki afüv, gafûr, tevvâb; “her şeyin iç yüzünden haberdar olup bütün ayrıntıları bilen” anlamındaki habîr, muhsî, vâsi‘; “her şeye gücü yeten, kudretli” anlamındaki kadîr, kavî, metîn, muktedir” ve “çok sabırlı” anlamındaki sabûr isimleri arasında anlam yakınlığı bulunduğu kabul edilir.
 
45-46. Müşriklerin “âhirete inanmayanlar” şeklinde tanıtılması, bu inkâra dayalı olarak sorumsuzluğu ilke edindiklerine, bundan dolayı her türlü haksızlığı fütursuzca yapmaktan çekinmediklerine işaret eder. Bu psikolojide olan insanlar, kaçınılmaz olarak akıl ve vicdanlarına göre hüküm vermekten de uzaklaşırlar. Müşrikler, Hz. Peygamber kendilerine Kur’an âyetlerini okuduğunda bunların üzerinde dürüst, samimi ve objektif olarak düşünecekleri yerde ona sorumsuzca karşı çıkıyorlardı. Âyetlerde bu husus Allah tarafından onların gözlerinin perdelenmiş, kalplerinin mühürlenmiş, kulaklarının tıkanmış olmasıyla izah edilmiştir. Bu üslûp, olup biten her şeyin Allah’ın izni ve iradesiyle olduğunu vurgulayan Kur’an’ın hâkim üslûbudur. 47 ve devamındaki âyetler yanında konuya ilişkin başka birçok âyet dikkate alındığında bu âyetin, kesinlikle Allah’ın insanları hak etmedikleri halde böyle durumlara mahkûm ettiği anlamına gelmediği görülür. Onlar bunu istemiş, Allah da bu hususta imkân ve hürriyet vermiştir. Allah âdildir, insanların hakikati görmelerine, bunun üzerinde düşünmelerine asla engel olmaz. Burada anlatılmak istenen, inkârcıların Kur’an karşısındaki olumsuz ön yargılarıdır. Nitekim 46. âyetin sonunda bu tavrın arkasında inanç bozukluğu bulunduğuna işaret edilmektedir; ayrıca 41. âyette de bu husus ifade edilmiştir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 485-489
Riyazus Salihin, 1037 Nolu Hadis
Abdullah İbni Abdurrahman İbni Ebû Sa‘saa’dan rivayet edildiğine göre, Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh ona şöyle dedi:
“Ben senin koyunu ve kır hayatını sevdiğini görüyorum. Koyunlar arasında veya kırda iken, namaz için ezan okuduğunda sesini iyice yükselt. Çünkü müezzinin sesinin ulaştığı yere kadarki alanda olup da onu işiten cin, insan ve her varlık, kıyamet gününde ezan okuyanın lehine şahitlik yaparlar.”  Ebû Saîd:
Ben bunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim, dedi.
(Buhârî, Ezân 5, Tevhîd 52, Bed’ü’l-halk 12. Ayrıca bk. Nesâî, Ezân 14)

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ 

 

 

Fiil cümlesidir.  تُسَبِّحُ  merfû muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  تُسَبِّحُ  fiiline müteallıktır.

السَّمٰوَاتُ  faildir. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  السَّبْعُ  kelimesi  السَّمٰوَاتُ ’nun sıfatı olup lafzen merfûdur.

الْاَرْضُ  kelimesi atıf harfi وَ ’la  السَّمٰوَاتُ ’ye matuftur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , atıf harfi وَ ’la  السَّمٰوَاتُ ’ye matuftur.  ف۪يهِنَّ  car mecruru  mahzuf sılaya müteallıktır. 

تُسَبِّحُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

 

وَ  atıf harfidir. اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.   شَيْءٍ  lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  يُسَبِّحُ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُسَبِّحُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

بِحَمْدِه۪  car mecruru  failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَفْقَهُونَ   fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَسْب۪يحَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  


 اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو dir.  حَل۪يماً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.  غَفُوراً  kelimesi  كَانَ ’nin ikinci haberi olup fetha ile mansubdur. 

حَل۪يماً - غَفُوراً  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ 

 

Ta’lil hükmünde istînâf cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidâî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

Car mecrur  لَهُ , faile takdim edilmiştir. Tahsis ifade eder. ‘Sadece onu tesbih ederler, başkasını değil’ manası vardır.

Faile matuf olarak merfû mahaldeki müşterek ism-i mevûl  مَنْ ’in sılası mahzuftur. ف۪يهِنَّ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Tesbih edenlerin semavat, arz ve oradaki herkes olarak sayılması taksim sanatıdır.

السَّمٰوَاتُ - الْاَرْضُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Yedi gök, yer ve bunlarda olan melekler, insanlar ve cinler, O'nu tesbih ederler. Buna göre tesbihten murad, umumi bir mecaz yoluyla söz lisanını da hal lisanını da kapsayan bir manadır. (Ebüssuûd) 


 وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

 

Cümle  وَ ’la …تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ  cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar iade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyh konumundaki  شَيْءٍ ’e dahil olan  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir. 

Müspet muzari fiil sıygasındaki  يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪  cümlesi haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنْ  nefy harfi ve  اِلَّا  hasr harfi ile oluşmuş kasr, mübteda ve haber arasındadır.

شَيْءٍ  maksûr/mevsuf,  يُسَبِّحُ  maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. 

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. Menfi siyakta tenkir, umuma işarettir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade eder. Bu cümle,  اِنَّ , isim cümlesi, isnadın tekrar edilmesi, zaid harf ve kasr sebebiyle birden çok unsurla tekid edildiğinden çok muhkem/sağlam bir ifadedir.

بِحَمْدِه۪  izafetinde, Allah Teâlâya ait zamire muzâf olması  حَمْدِ  için tazim ve tekrim ifade eder.

يُسَبِّحُ - بِحَمْدِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu, onların Allah'ı tesbih ettiklerine, ama onların tesbihlerinin bizlerce anlaşılamayacağına delalet eder. Dolayısıyla bu ayette bahsedilen tesbihin, o varlıkların Allah'ın kudret ve hikmetine delalet etmesinden başka birşey olması gerekir. Kâfirler her ne kadar dilleri ile alemin bir ilâhı olduğunu söylüyorlarsa da onun varlığına delalet eden çeşitli deliller üzerinde tefekkür etmiyorlar.

Ayetteki yedi gökle, yer ve bunların içinde bulunanlar onu tesbih ederler cümlesi, bu tesbihin göklere, yere ve orada bulunan mükelleflere ait olduğunu açıkça göstermektedir. Halbuki biz, cansızlara izafe edilen tesbihin ancak Allah'ın münezzeh olduğuna delalet eden şeyler manasında olduğunu söylemiştik. Tesbihi, bu manaya almak mecazdır. Fakat mükelleflerden sadır olan ve onların bizzat dilleriyle subhanallah demeleri manası ise tesbihin hakiki manasıdır. Binaenaleyh bu durumda bir “tesbih” lafzının, aynı anda hem hakiki hem de mecazi manada kullanılmış olması gerekir ki bu, fıkıh usulünün delillerine göre batıldır, caiz değildir. Dolayısıyla bu tesbihi, böyle bir mahzur meydana gelmemesi için, insanlar hakkında değil de yerde ve gökte bulunan cansızlar hakkında mecazi manaya hamletmek daha evladır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)


وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ 

 

Cümle  وَ ’la öncesine atfedilmiştir.  لٰكِنْ , istidrak harfidir.

Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması içindir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İstidrak, önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayetteki  مَنْ  ism-i mevsûluyle  مِنْ  harf-i ceri arasında ve  يُسَبِّحُ - تَسْب۪يحَهُمْ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  كَانَ ’nin dahil olduğu  كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin iki haberi olan  حَل۪يماً غَفُوراً  kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında  وَ  olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَnin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. 

اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً  cümlesi istînâfiyyedir. Şayet Allah onlara hoşgörülü davranıp mühlet vermeseydi, bu sözleri dünyada onlar için acele bir cezayı gerektirirdi. Allahın onları affetmesi için bu sözlerini terk etmelerine yönelik bir tarizdir. (Âşûr)

 
İsrâ Sûresi 45. Ayet

وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَاباً مَسْتُوراًۙ  ...


Kur’an okuduğunda, seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 قَرَأْتَ okuduğun ق ر ا
3 الْقُرْانَ Kur’an ق ر ا
4 جَعَلْنَا çekeriz ج ع ل
5 بَيْنَكَ seninle (aranıza) ب ي ن
6 وَبَيْنَ arasına ب ي ن
7 الَّذِينَ kimselerin
8 لَا
9 يُؤْمِنُونَ inanmayan(ların) ا م ن
10 بِالْاخِرَةِ ahirete ا خ ر
11 حِجَابًا bir perde ح ج ب
12 مَسْتُورًا gizli س ت ر
  Seteraسَتْرٌ: ستر bir nesneyi örtmek, kapamak veya gizlemektir. Kendisiyle örtünülen, gizlenilen şey سِتْرٌ ve سُتْرَةٌ  kelimeleri ile ifade edilir. İstif'al babındaki إسْتِتارٌ formu gizlenmek ve saklanmaktır. (Müfredat)                          Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tesettür, mütesettir, Settâr, setr, mestur, sütre ve setredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَاباً مَسْتُوراًۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

قَرَأْتَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  قَرَأْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ   fail olarak mahallen merfûdur.

الْقُرْاٰنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  جَعَلْنَا بَيْنَكَ  cümlesi şartın cevabıdır.

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بَيْنَكَ  mekân zarfı, جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيْنَ  mekân zarfı, atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır.

حِجَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مَسْتُوراً  kelimesi  حِجَاباً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

مَسْتُوراً  kelimesi sülâsî  mücerred olan ستر  fiilinin ism-i mef’ûludur.

وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَاباً مَسْتُوراًۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan  قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ  şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda zaman zarfı  اِذَا ‘nın müteallakıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

اِذَا  kelimesi, gelecek zaman için şart manası taşır. Arkasından muzari manasında gelen mazi fiil, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkaf SUresi 15, s. 171)

بَيْنَ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûالَّذ۪ينَ ’nin sılası  لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَسْتُوراً , mef’ûl olan  حِجَاباً  için sıfattır. Sıfat, mevsufun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  

Tâhir b. ‘Âşûr, hicabın  مَسْتُوراً  kelimesiyle nitelendirilmesinin mübalağa için olduğu görüşündedir. Yani “o örtüsü içerisinde öyle örtülmüştür ki sanki o örtü de bir örtüyle örtülmüştür” demek suretiyle  ساترا  anlamını tercih ettiği görülmektedir.

Bu ayette ism-i fâ‘il olan  ساترا  yerine ism-i mef‘ûl olan  مَسْتُوراًۙ  kelimesinin kullanılması hasebiyle mecâz-ı aklî vardır. Alakası fâiliyyedir. Fâiliyye alakası, fail için bina edilmiş bir vasıf veya fiilin mef’ûle isnâd edilmesi, başka bir deyişle ism-i mef‘ûl zikredilip ism-i fâil kastedilmesidir. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)

Burada örtülen şey hicap değil, iman etmeyenlerdir. Hicap, örtme fiilini işleyen faildir ve örtülen şey değildir.  مَسْتُوراً  [örtülü] kelimesi ile bu kelimenin naib-i faili (bilindiği gibi ismi mef'ûller meçhul fiil gibi amel ederler ve buradaki gibi sıfat olduklarında naib-i fail alırlar) olan  حِجَاباً  kelimesi arasındaki mülâbeset, fiil ile faili arasındaki mülâbesettir. İsnadın bu şekilde haddini aşması; yani muktezâ-i zâhire uygun gelmemesi, iman etmeyenlerin kalplerinin kasveti ve iman etmemekteki inatlarını mübalağalı bir şekilde ifade etmek içindir. Sanki onların büyüklenmesi ve inatları öyle bir seviyeye ulaşmış ki artık geri dönemeyecekleri bir şekilde onları bir örtü şeklinde örtmüş. Hatta hicap bile onların büyüklenmeleri ve inatlarıyla örtülmüş. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Önceki ayete atfedilen ayet şart üslubuyla gelmiş haber cümlesidir.

اِذَا  umumiyetle şart manasını içine alarak istikbal için zarf edatı şeklinde kullanılır. Sadece fiil cümlesinin başına gelir.  اِذَ , muzari fiilde olduğu gibi mazi, istikbal ve hal ifade eden durumlarda istimrar için kullanılır.  اِنْ  edatının aksine kesinlik, zan ve vukuu çokça olma ihtimali taşıyan fiillerle birlikte kullanılır. (İtkan, c. 1, s. 405, 407)

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.

قَرَأْتَ - الْقُرْاٰنَ  kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadrبَيْنَ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

حِجَاباً - مَسْتُوراً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

حِجَاباً - مَسْتُوراً   kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır. (Âşûr)

 
İsrâ Sûresi 46. Ayet

وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُوراً  ...


Kur’an’ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur’an’da (ibadete lâyık ilâh olarak) sadece Rabbini andığın zaman arkalarına dönüp kaçarlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَعَلْنَا ve kılarız (koyarız) ج ع ل
2 عَلَىٰ üzerine
3 قُلُوبِهِمْ kableri ق ل ب
4 أَكِنَّةً kabuklar ك ن ن
5 أَنْ
6 يَفْقَهُوهُ onu anlamalarına engel olacak ف ق ه
7 وَفِي ve
8 اذَانِهِمْ kulaklarına ا ذ ن
9 وَقْرًا bir ağırlık و ق ر
10 وَإِذَا ve zaman
11 ذَكَرْتَ andığın ذ ك ر
12 رَبَّكَ Rabbini ر ب ب
13 فِي
14 الْقُرْانِ Kur’an’da ق ر ا
15 وَحْدَهُ birliğini و ح د
16 وَلَّوْا dönüp و ل ي
17 عَلَىٰ
18 أَدْبَارِهِمْ arkalarına د ب ر
19 نُفُورًا kaçarlar ن ف ر

وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلٰى قُلُوبِهِمْ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَكِنَّةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun lieclih olarak mahallen mansubdur. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri;  خشية أن يفقهوه أو كراهة  (anlamalarından ya da nefret etmelerinden korkarak) şeklindedir.  

يَفْقَهُوهُ  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  عَلٰى قُلُوبِهِمْ ’e matuftur.  وَقْراً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


 وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُوراً

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

ذَكَرْتَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ذَكَرْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ   fail olarak mahallen merfûdur.

رَبَّكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فِي الْقُرْاٰنِ  car mecruru  ذَكَرْتَ  fiiline müteallıktır.  وَحْدَهُ  kelimesi   رَبَّكَ nin hali olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُوراً  cümlesi şartın cevabıdır.

وَلَّوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ  car mecruru  وَلَّوْا ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نُفُوراً  hal olup fetha ile mansubdur.

وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ 

 

Ayet öncesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim tehir sanatı vardır.  عَلٰى قُلُوبِهِمْ , siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَفْقَهُوهُ  cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûlun lieclih konumundaki masdar-ı müevvel, takdiri  خشية  [korkarak, çekinerek] olan mahzuf muzâfın muzâfun ileyhidir.

Mef’ûl olan  اَكِنَّةً  ve  وَقْراًۜ  kelimelerindeki tenvin kesret ve nev ifade eder.

عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً  ve  ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ  ifadelerinde istiare vardır. Çünkü burada gerçek manada kalp üzerinde perde, kulakta da ağırlık yoktur. Anlatılmak istenen şudur: Allah Teâlâ Peygamberine, onlara duyurup dinletmek üzere Kur'an’ı okumasını emredince, Kur'an’ı dinlemeyi katlanılmaz bir şey olarak bulmuşlar; bu sebeple de kalpleri üzerinde onu öğrenmeye mani bir perde, kulaklarında da onu anlamaya engel bir ağırlık bulunan kimseler gibi olmuşlardır. Şu var ki bütün bunları onlar, bizzat kendileri yapmış ve seçimleri sebebiyle sorumlu duruma düşmüşlerdir. Durum böyle olmasaydı Kur'an’a sırt döndükleri için yerilmezler, onu dinlemekten kaçınmaları hususunda mazur sayılırlardı. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları)

ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ  ifadesindeki  ف۪ٓي  harfinde de istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اٰذَانِهِمْ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  kulak, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu kimselerin ne denli duyarsız olduklarına işaret etmek için bu üslup kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Bu ifadeler, onların Peygamberimiz (sav) hakkında son derece cahil olduklarını, kalplerinin Kur'an’ı anlamaktan gayet uzak olduğunu ve kulaklarının onu hemen reddettiğini anlatan temsillerdir.

Bunların zikredilmesinin sebebi, onların, hal lisanının tesbihini anlamadıkları beyan edildikten sonra söz lisanının tesbihini de anlamadıklarını beyan etmek ve bir de şu gerçeği bildirmek içindir. Bu tesbih öylesine açıktır ki ancak duyuları iptal eden kuvvetli bir engelden dolayı anlaşılmaması tasavvur edilebilir. Ayrıca onların bu halinin de daha önce zikredilen hallerinden daha çirkin olduğuna dikkat çekilmektedir. (Ebüssuûd) 

 قُلُوبِهِمْ - اٰذَانِهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُوراً

 

وَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan  ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ  şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi   وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُوراً , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda zaman zarfı  اِذَا ’nın müteallakıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِذَا  kelimesi, gelecek zaman için şart manası taşır. Arkasından muzari manasında gelen mazi fiil, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 15, s. 171)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

نُفُوراً  kelimesi haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tnâb sanatıdır.

Peygamber Efendimize ait olan zamirin  رَبَّ  ismine izafesi, Peygamberimize tekrîm ve tazim ifade eder.

 وَلَّوْا - اَدْبَارِهِمْ  ve  ذَكَرْتَ - الْقُرْاٰنِ  kelime grupları arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.

نُفُوراً  kelimesi, tıpkı شاهد ـ شهود  (şahit olan- şahit olanlar);  راكع ـ ركوع  (rükûya varan, rükûya varanlar); ساجد ـ سجود  (secde eden-secde edenler) ve  قاعد ـ قعود  (oturan-oturanlar) kelimelerinde olduğu gibi نافر  kelimesinin çoğuludur. (Fahreddin er-Râzî)
İsrâ Sûresi 47. Ayet

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً  ...


Onlar seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi aralarında konuşurlarken de o zalimlerin, “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَحْنُ biz
2 أَعْلَمُ gayet iyi biliyoruz ع ل م
3 بِمَا ne sebeple
4 يَسْتَمِعُونَ dinlediklerini س م ع
5 بِهِ onların
6 إِذْ
7 يَسْتَمِعُونَ dinlerken س م ع
8 إِلَيْكَ seni
9 وَإِذْ ve zaman
10 هُمْ onlar
11 نَجْوَىٰ fısıldaşırken ن ج و
12 إِذْ zaman
13 يَقُولُ dedikleri ق و ل
14 الظَّالِمُونَ zalimlerin ظ ل م
15 إِنْ
16 تَتَّبِعُونَ siz uymuyorsunuz ت ب ع
17 إِلَّا başkasına
18 رَجُلًا bir adamdan ر ج ل
19 مَسْحُورًا büyülenmiş س ح ر
Hz. Peygamber, kendisine âyetler geldikçe onları insanlara okur açıklardı. Fakat özellikle putperestlerin ileri gelenleri, kendilerinin Peygamber’e itibar ettiği, değer verdiği gibi bir anlam çıkarılmasın diye genellikle onun okuduğu âyetleri açıktan dinlemekten kaçınırlardı. Ancak burada belirtildiği gibi zaman zaman onların bir yerlere gizlenerek âyetleri dinledikleri de olurdu ve bu sırada onda bir noksanlık yakalamaya çalışırlar, alaylı ve yalanlayıcı ifadelerle aralarında fısıltılı konuşmalar yaparlardı. Âyette bu tür konuşmalardan söz edilmekte; genellikle Peygamber’e yönelttikleri “büyülenmiş” şeklindeki iftiralarına değinilmektedir. 
 
 Âyetin iniş sebebiyle ilgili bir rivayete göre Resûlullah, Hz. Ali’nin bir yemek hazırlamasını isteyerek, Kureyş eşrafını yemeğe davet etmiş, davet sırasında onlara âyetler okuyarak kendilerini tevhid inancını kabul etmeye çağırmış; o takdirde –sandıklarının aksine– itibar kaybetmek şöyle dursun, hem kendi çevrelerinde öncekine göre daha çok saygı göreceklerini hem de Arap olmayanlar nezdinde itibar kazanacaklarını ifade etmişti. Fakat onlar bu çağrıyı kabul etmemekle kalmamış, bir de Hz. Peygamber konuşurken nezaket kurallarını hiçe sayarak fısıltılı konuşmalarla onun büyülenmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir (Râzî, XX, 223). İbn İshak’ın anlattığına göre Ebû Cehil, Ebû Süfyân, Ahnes b. Şerîk gibi putperest büyükleri bazı gecelerde biri diğerinden habersiz olarak Resûlullah’ın bulunduğu yere giderek gizlice onun Kur’an okumasını dinler, yolda tesadüfen karşılaştıklarında da birbirlerini suçlarlardı (Sîretü İbn İshâk, s. 169-170).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 489-490

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber  olup lafzen merfûdur.

مَا  müşterek ismi mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَسْتَمِعُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَسْتَمِعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِه۪ٓ  car mecruru   يَسْتَمِعُونَ  fiiline müteallıktır.  اِذْ  zaman zarfı,  اَعْلَمُ ’ye müteallıktır.  

إِذْ : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَمِعُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَسْتَمِعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car  mecruru  يَسْتَمِعُونَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  اِذْ  zaman zarfı,  اَعْلَمُ ’ye müteallıktır.

اِذْ   ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  نَجْوٰٓى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

اِذْ  zaman zarfı  وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى  sözünden bedeldir.

يَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَقُولُ  merfû muzari fiildir.  الظَّالِمُونَ  fail olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

Mekulü’l-kavl cümlesi  اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً ’dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَتَّبِعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır. رَجُلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَسْحُوراً  kelimesi  رَجُلاً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

الظَّالِمُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَمِعُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dır.

تَتَّبِعُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

مَسْحُوراً  kelimesi sülâsî  mücerred olan سحر  fiilinin ism-i mef’ûludur.

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. 

Allah Teâlâ, ilmini mübalağa yoluyla ifade etmek için müsnedi ism-i tafdil vezninde gelmiş isim cümlesini tercih etmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , ism-i tafdil veznindeki  اَعْلَمُ ’ya müteallıktır. Sılası olan  يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zaman zarfı  اِذْ , fiil gibi amel eden  اَعْلَمُ ’ya müteallıktır. يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ  sözündeki  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr) 

Birincisine matuf ikinci zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan  هُمْ نَجْوٰٓى  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İkincisinden bedel olan üçüncü zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan  يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetteki :  اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ /Seni dinlediklerinde...  zarfı vaîd ve inzârı pekiştirmektedir. (Ruhu’l Beyan) 

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً  cümlesi ise menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. 

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef’ûllere değil zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr cümlesinde çoğunlukla olumlu mana açıkça ifade edilirken olumsuz mana zımnen ifade edilir. Bu üslupta îcâz ve mübalağa vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Ayette fiillerin muzari sıygada gelmesi bu fiillerin bir kereye mahsus olmadığını ve zaman içerisinde tekrarlandığını göstermektedir.

Sözü geçen kişilerden önce gaib zamirle bahsedilirken sonra zahir isimle zalimler olarak bahsedilmesi, izmardan sonra izhar babında ıtnâb sanatıdır. 

إذْ يَقُولُونَ  değil de  اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ  buyurularak zamir makamında izhar gelmiştir. Böylece onların bu sözleri söylemelerine sebep olan şeyin zulüm yani şirk olduğuna delalet edilmiştir. Çünkü şirk zulümdür. (Âşûr)

مَسْحُوراً , mef’ûl olan  رَجُلاً  için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Zalimlerin sözlerindeki  رَجُلاً  kelimesinin nekre gelmesi, cins ve tahkir amacına matuftur.

اِذْ  zaman zarfı cümleye muzâf olur. 

يَسْتَمِعُونَ - اِذْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Velîd b. Muğîre’nin de “Vallahi! Onun söylediği sözlerde bir tatlılık, ferahlık var. Onun söylediği sözün dalları yaprak verirken kökü bereket saçıyor. O yücedir ondan daha üstünü yoktur.” (İbni Kesîr) şeklindeki sözleri de Kureyş büyüklerinin Kur’an’ın beyanı karşısındaki hayranlıklarını açıkça ortaya koyan örneklerdendir.

Kur'anî anlatım, maksatlı sanatsal bir anlatımdır. İçindeki her lafız ve hatta her harf, maksatlı ve sanatsal bir üslupla vaz edilmiştir. Bu noktada sadece tek bir ayet veya tek bir sure yerine Kur'anî anlatımın tamamı gözetilmiştir. ( Beyânî Tefsir Metodu -Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî Örneği / Doktora Tezi, İzzet Marangozoğlu) 

نَجْوٰٓى  ifadesinde istiare vardır. Çünkü takva kelimesi gibi masdardır. Bu tür nitelemede, yapmakta oldukları fısıldaşmaların ve aralarında gizli tuzak ve plan çevirmelerin çokluğu belirtildiğinden dolayı onların tutumu (bu şekilde) masdar (bir kelime) ile anlatılmıştır. Çünkü masdarların (insanlardaki bir eyleme) sıfat olarak kullanılması, onlarla nitelenen mevsufun güçlü olduğuna delalet eder. Bu, Arapların  رجل رضا ve قوم عدل  (Rıza adamı ve adalet topluluğu), (yani rızası çok bir adam ve çok adil bir topluluk) ve benzeri sözleri gibidir. Örnekteki  رضا  ve  عدل masdarları abartılı /vurgulu anlatım bildiren sıfatlar olarak kullanıldığı gibi  نَجْوٰٓى  da öyle olup (sürekli fısıldaşanlar) demektir. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları)

نَجْوٰٓى  kelimesi,  المُناجاةِ nin masdar ismidir. Kur'an-ı dinlerken ne kadar çok fısıldaştıklarını mübalağalı olarak ifade için masdar ismi ile haber verilmiştir. (Âşûr)  

 
İsrâ Sûresi 48. Ayet

اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلاً  ...


Bak, senin için ne türlü benzetmeler yaptılar da saptılar. Artık (doğru) yolu bulamazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 انْظُرْ bak ن ظ ر
2 كَيْفَ nasıl ك ي ف
3 ضَرَبُوا misaller verdiler ض ر ب
4 لَكَ sana
5 الْأَمْثَالَ bezetmelerle م ث ل
6 فَضَلُّوا şaştılar ض ل ل
7 فَلَا artık bir daha
8 يَسْتَطِيعُونَ bulamazlar ط و ع
9 سَبِيلًا yolu س ب ل
Bir önceki âyette de belirtildiği gibi müşrikler Peygamber efendimiz için “şair, kâhin, mecnun, büyülenmiş” gibi haksız benzetmeler yapıyor, isnatlarda bulunuyorlardı. Âyet, gerçekler karşısında bu şekilde tavır takınan bir insanın hidayete, doğru yola ulaşmasının mümkün olmadığına işaret etmektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 490

اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلاً

 

Fiil cümlesidir. اُنْظُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت dir.

كَيْفَ  istifham ismi,  ضَرَبُوا  fiilinin hali olarak mahallen mansubdur.

ضَرَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَكَ  car mecruru  ضَرَبُوا  fiiline müteallıktır.  الْاَمْثَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir.  ضَلُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَط۪يعُونَ   fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

سَب۪يلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلاً

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. 

اُنْظُرْ  fiili, onların durumunun gözle görünür bir hal aldığına işarettir. (Âşûr) 

Soru ismi  كَيْفَ  hal olarak gelmiştir. Hal, cümlenin anlamını zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan  كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ  cümlesi,  اُنْظُرْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Aynı üsluptaki  فَضَلُّوا   cümlesi,  فَ  ile …ضَرَبُوا  cümlesine atfedilmiştir.

فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلاً  cümlesine dahil olan  فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl olan  سَب۪يلاً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Nefy sıyakında nekre umuma işarettir.

İsrâ Sûresi 49. Ayet

وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً  ...


Dediler ki: “Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduğumuz zaman mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 أَإِذَا mi?
3 كُنَّا biz iken ك و ن
4 عِظَامًا kemikler ع ظ م
5 وَرُفَاتًا ve ufalanmış toprak ر ف ت
6 أَإِنَّا biz miyiz?
7 لَمَبْعُوثُونَ diriltilecek ب ع ث
8 خَلْقًا yaratılışla خ ل ق
9 جَدِيدًا yeni bir ج د د
Geneli içinde Kur’an, inkârcıları Allah’ın birliğini tanımaya; adalet, dürüstlük, insaf ve merhamet gibi ahlâk ilkelerine uygun davranmaya; bencillikten kurtularak başkalarının haklarını da kendi menfaatleri kadar önemli görmeye davet ediyor; aksi halde en büyük yargılama günü olan âhirette günah ve haksızlıklarının hesabını mutlaka vereceklerini bildiriyordu. Oysa putperestlerin ileri gelenlerinin bilhassa öldükten sonra yeniden dirilmeyi ve âhiret hayatını inkâr etmelerinin temelinde kötülük ve haksızlıklarında ısrar etme ihtirasları vardı. Onlar, bu ihtiraslarının önüne geçerek kötülüklerden kendilerini uzak tutacakları yerde yaptıklarının hesabını verecekleri âhireti inkâr etme yolunu seçiyor; akıllarınca öldükten sonra artık yeni bir var oluşun imkânsızlığını kanıtlamaya çalışıyorlardı.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 490

وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli, ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ’dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

Hemze istifham harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

كُنَّا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كُنَّا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

نَا  mütekellim zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عِظَاماً  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olarak fetha ile mansubdur.

رُفَاتاً  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  عِظَاماً ’e matuftur. 

Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

مَبْعُوثُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

خَلْقاً  mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri;  بعثا  şeklindedir. جَد۪يداً  kelimesi  خَلْقاً ’ın sıfatı olup lafzen mansubdur.

مَبْعُوثُونَ  kelimesi sülâsî  mücerred olan  بعث  fiilinin ism-i mef’ûludur.

وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, şarttan mücerret zaman zarfı  اِذَا ’nın dahil olduğu  ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu istifham, inkâr için olup bu neticeden sonra yeniden dirilmenin imkânsız olduğunu ifade etmektedir. Zira canlının tazeliği ile çürümüşün kuruluğu arasında büyük bir tezat vardır.

Yeniden dirilmenin, kemik yığını ve toprak olmak zamanıyla kayıtlandırılması, onların inkârlarının bu zamana tahsisi anlamında değildir. Zira onlar, ölümden sonra beden eski haliyle olsa da diriltilmesini inkâr ediyorlar. Fakat bu zaman ile kayıtlandırılması, yeniden dirilmeyi hayata zıt olan bir hale tevcih etmek suretiyle inkârı takviye etmek içindir. (Ebüssuûd) 

كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, müstakbel zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. 

اِذَا , takdiri  أنبعث  (Gönderir miyiz?) olan mahzuf fiile müteallıktır.

رُفَاتاً , nakıs fiil  كَان ’nin haberi olan  عِظَاماً ’e temâsül nedeniyle atfedilmiştir.

كَان nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 124)

 ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً  sözünde zarfın takdim edilmesi önemi sebebiyledir. (Âşûr) 

 

 ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle mekulü’l-kavli tekid hükmündedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi,  اِذَا  ile verilen haber için tefsiriyyedir. 

جَد۪يداً  kelimesi,  خَلْقاً  için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

خَلْقاً , amili  لَمَبْعُوثُونَ  olan mef’ûlü mutlaktır. مَبْعُوثُونَ - خَلْقاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً  (Kemikler olduğumuz zaman mı?) soru cümlesi inkâr ifade eder. 

ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً  (Biz gerçekten diriltilecek miyiz?) cümlesinde soru edatı olan hemzenin tekrarı inkârı pekiştirmek içindir. Aynı şekilde  اِنَّ  ve lam edatlarıyla pekiştirilmesi de olayın şiddetle inkâr edildiğine işarettir. (Safvetü’t Tefasir)
Günün Mesajı

Cenâb-ı Hak 22. ayetten başlayarak yirmibeş çeşit mükellefiyeti bir araya toplamıştır:

Birincisi; "Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme" (İsra. 22) ifadesidir.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbin, kendinden başkasına kulluk etmeyin" diye hükmetti" (İsra, 23) buyruğu, Allah'a ibadeti emretme ve başkasına ibadeti nehyetme gibi, İki mükellefiyeti ihtiva eden bir ifadedir.

"Ana babaya iyi muamele edin" (İsra, 23). Cenâb-ı Allah daha sonra, bu iyi muamelenin ne olduğunu anlatmak için şu beş şeyi zikretmiştir: "Onlara "öf" (bile) deme"; "Onları azarlama"; "Onlara güzel söz söyle" (İsra, 23); "Onlara acıyarak tevazu kanadını indir" ve "Ey Rabbim... Kendilerine merhamet et" de" (İsra, 24).

Allahü teâlâ sonra, "Hısıma, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver" (İsra, 26) buyurmuştur. Bu da, üç mükellefiyettir.

Daha sonra, "(malını) israf ile saçıp savurma" (isra, 26)

Sonra, "Şayet Rabbinden umduğun rahmeti arayarak onlardan sarf-ı nazar edersen, kendilerine yumuşak söz söyle" (İsra, 28) buyurmuştur. Bu, ondördüncü mükellefiyettir.

Bunun peşinden, "Elini, boynuna bağlı olarak asma, onu büsbütün de açıp saçma, yoksa pişman bir vaziyette oturup kalırsın" (isra, 28) buyurmuştur ki, bu da onbeşincisidir.

Sonra, "Evladlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyiniz" (İsra, 31) buyurmuştur.

"Allah'ın haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça kıymayın" (İsra.33)

"Kim mazlum olarak öldürülürse, biz onun velisine bir selâhiyet veririz" (İsra, 33) buyurmuştur.

"O da katilde israf etmesin" ifadesi,(İsra, 33)

Daha sonra, "Ahdi yerine getirin" (İsra, 34) buyurmuştur.

"ölçtüğünüz vakit, ölçeği tam yapın" (İsra, 35)

"Doğru terazi ile tartın" (İsra, 35).

"Senin için hakkında bir bilgi olmayan şeyin ardına düşme" (İsra,36) buyurmuştur.

"Yeryüzünde kibr-ü azametle yürüme" (isra, 37).

"Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme" (isra, 39) buyurmuştur ki bu, yirmibeşincisidir.

Binâenaleyh Allahü teâlâ bütün bunları, bu ayetlerde birlikte zikretmiş ve "Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme. Sonra kınanmış ve kendi başına (yardımsız) bırakılmış olursun"(İsra,22) buyurarak başlamış, yine "Allah ile beraber diğer bir tanrı edinme ki, sonra yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın"(İsra, 39) ifadesi ile hitâma erdirmiştir. (Fahreddin Râzî)
Bunlar hikmetten sayılmıştır.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Soğuk bir gündüz vakti, ateşin etrafında oturuyorduk. Tatlı bir sohbet eşliğinde, hoş vakit geçiriyorduk. En yaşlımız olmayan ama en bilgili olanımızın sesiyle beraber sustuk. İsra Suresi 44. ayetin başını okudu:

“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” 

Tebessümle, tek tek gözlerimizin içine baktı ve gözlerini kapattı. Konuşmaya devam ediyordu ama sesi sanki sakinliğin derinliklerinden geliyordu da bedenimizi birer yorgana sarıyor ama kalbimizi uyandırıyordu. Gözlerimiz kapandı ve sesini dinledik:

“Allah’ı her an tesbih eden alemin sesini dinleyin. Muhabbeti iliklerinize kadar hissedin.” dedi ve sustu.

Gözlerimiz kapalıydı ama gökyüzünün maviliği ve ormanın yeşilliği, zihnimde dirildikçe diriliyordu. Çıkan her sese ayrı ayrı şahit oluyordum. Rüzgarın yaprakları sallaması, öten minik kuşların şarkısı, sağa sola sallanan çiçekler, uçuşan arılar ve daha nice ses. Belki harekete geçen benim hayal gücümdü lakin karıncaların adımlarını bile işitiyordum. Hepsi, bugüne kadar duyduğum en güzel ritim için bir araya toplanıyordu. 

Arkadaşımızın dudaklarından: “Allah!” lafzı koptu. Hoş sesiyle, alemin ritmine uyum sağladı, bizim de kalplerimiz ‘Allah!’ demeye devam etti:

Ey Halîm ve Ğafûr olan Allahım! 

Sana teslimim; Dünya köprüsünde yürüyen kullardan biri de benim. Ahiretin yolunu gözler, Sana kavuşmayı beklerim. Âcizliğimi kabul eder, merhametine güvenirim; Senden iki cihan saadetini de isterim. İmanımı ilmek ilmek kalbime işlemek, yolunda yaşamak ve kurtuluşa erenlerden olmak için rahmetinle yardımını dilerim. 

Alemin Seni zikredişine iman ettim. Kalbim de hep Seni zikredenlerden olsun istedim. Hiçbir şeyi boşa yaratmayışını tefekkür ettim. Doğru yolunda, doğru yürüyenlerden olmak için Sana itaat ettim. Alemde bulunanların muhabbetine hayran kaldım. Onların zikrine ve muhabbetine ortaklardan olmayı, huzuruna razı olduklarınla beraber çıkmayı ümit ettim. 

Zikrinin uğramadığı boş kalplerin ve iki cihanını da boşa çıkaranların düşüncesinden bile korkar, Sana sığınırım. Nereye gidersem gideyim, dilim Seni ansın isterim. Nefsim ne derse desin, vesveselerin hangisi gelirse gelsin; kalbimin Seninle meşgul olmasını dilerim. Tevekkülün hakiki manasıyla buluşayım; bütün dünyalıklar, Senin isminle sussun isterim.

Gönülleri; zikriyle coşturan ve huzurla dolduran Allah’a hamd olsun. Zikrin ile; bizim de gönüllerimizi coştur ve huzurunla doldur. Dünyada yürüyüşümüzü kolaylaştır, Seni hatırlatan kullarınla karşılaştır, rızana uygun hallerimizi bereketlendir, tövbelerimizi ve amellerimizi kabul buyur. Zikrin ile uyandır, zikrin ile uykuya daldır ve zikrin ile öldür.

Amin.

***

İsra Suresinin, 39. ayetinin sonu şöyle biter:

“Allah’tan başka tanrı tanıma; sonra kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.”

İnternetle iletişimin ve yolculuklarla ulaşımın kolaylaşmasıyla birlikte dünya her geçen gün daha da evrenselleşiyor. Bu da özellikle medya aracılığıyla daha çok insana ulaşma heyecanını tetikliyor. Her şeyde olduğu gibi bunun da olumlu ve olumsuz yönleri var. 

Herkese hitap edebilmenin çabasıyla kimi zaman ciddi tavizler veriliyor. Özellikle de ruh halini olumlu yöne taşımak için farklı dini kaynaklara dayanan tekniklerin ve söylemlerin reklamı yapılıyor. Kabul edilsin diye de aynı kapıya çıktığı iddiasıyla çeşitli terimler kullanılıyor. 

İslam dininde itikadi sınırlar çok nettir. O yüzden de ne kadar yaygın olursa olsun, işe yarar gibi görünürse görünsün ve kim yaparsa yapsın hangi teknikten nasıl faydalanıldığı, neler söylenildiği ve neler düşünüldüğü çok önemlidir. Zira bir müslümanın imanı, dille ve hareketle zedelenme riskine değmeyecek kadar değerlidir. 

Evrene gönder, güneşi selamla, içindeki şifa gücü ile şifalandır, sayıları zikret, meleklerden iste gibi ifadeler sıkıntılıdır. Bedenimizdeki ve ilaçtaki iyileşme potansiyelini işe yarar kılan yani şifayı veren Allah’tır. Her şeyin sahibi Allah’tır. Duaya, zikre ve ibadet edilmeye tek layık olan O’dur. 

Kimi insan, benim niyetim öyle değil zaten, der. Ancak kalpteki niyet gibi amellerimizin ve sözlerimizin de önemi vardır. Mesela cahiliye döneminde de müşrikler Allah’a inanıyorlardı ama putları aracı kılıyor ve çirkin gerekçeler uydurarak çarpık ritüeller uyguluyorlardı. 

Dünyadaki sıkıntılar esnasında, yeter ki kurtulayım zihniyle hareket etmek yanlışa götürebilir. Belki de şöyle demek gerekir: denize düşen bir müslüman, yılana sarılmaktan sakınır çünkü geçici olarak boğulmaktan kurtulsa bile eninde sonunda ondan zarar göreceğini bilir.

Ey Allahım! Şirkin her türlüsünden Sana sığınırız. Şirk ile kendimize zulüm etmekten; şeytan gibi kınanmış ve kovulmuş olmaktan muhafaza buyur. Bizi, gözü ve kalbi açık, hak ile batılı ayırt eden ve daima hakkı seçen kullarından eyle. Sıkıntı, üzüntü ve endişe anları çöktüğünde, nefsin çığlıklarına dayanamayıp; yanlış çarelere sarılmaktan muhafaza buyur. Her an, her yerde; bizi Sana sığınanlardan ve Seninle huzur bulanlardan eyle. Var olan hatalarımızı düzeltmemiz, işlediğimiz günahlarımızdan af dilememiz için yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Nefsimize ağır gelecek yükleri üzerimizden kaldır ve bizi rahmetin ile kuşat. 

Ey Allahım! Bizi affet. Bize Seni anmayı, Senden istemeyi, Sana ibadeti ve itaati sevdir. Bizi cehennem azabından koru ve kurtuluşa eren salih kulların zümresine kat. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji