بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يداًۙ
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يداًۙ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يداًۙ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كُونُوا nakıs fiili ن ’un hazfıyla emir fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُونُوا ’nun ismi cemi müzekker olan و, merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. حِجَارَةً kelimesi كُونُوا ’nun haberi olup fetha ile mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَد۪يداً kelimesi atıf harfi اَوْ ile حِجَارَةً’e matuftur.
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يداًۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يداً cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle haber manalı inşâ cümlesidir. Taş veya demir olun demekle taş veya demir olsanız bile denmek istenmektedir. Anlam emir manasından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
حَد۪يداًۙ, muhayyerlik ifade eden, اَوْ atıf harfiyle nakıs fiil كَان ’nin haberi olan حِجَارَةً ’e atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Önceki ayetteki soruya cevap olan bu cümle, üslûbu hakîm sanatına güzel bir örnektir.
Ayet, قُلْ emriyle başlamıştır. Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah’ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلْ dediğini işitiriz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkâf Suresi 10)
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يداً (De ki: İster taş olun ister demir olun.) Burada olun emri, aciz bırakma ve horlama ifade eder. (Safvetu’t Tefasir)
Beyzâvî, ayette yer alan كُونُوا emir kipinin içerdiği küçümseme, hor ve hakir görme anlamını şu açıklamalarıyla ortaya koyar: Canlının tazeliği ile çürümüşün kuruluğu arasında büyük bir fark ve çelişki görerek inanmadığınız yeniden dirilişin yakında gerçekleşeceğine şahit olacaksınız. Bedeninizin çürümesi veya toz toprak olması şöyle dursun, taş veya demire dönüşseniz, hatta canlı bir varlık haline gelmesini büsbütün imkânsız gördüğünüz başka bir varlık haline gelseniz, yine de Allah sizi diriltip eski kimliğinize kavuşturur. Başlangıçta siz toprak iken her türlü canlılık emarelerinden uzakken sizi yoktan var eden Allah, sizi öldükten sonra da aslınıza uygun olarak yaratacaktır. Çünkü daha önce canlılık niteliği taşıyordunuz. Bir şey daha önceki halini yeniden (ikinci kez) daha rahat kabul eder. Zira Allah külliyatı bildiği gibi cüziyatı da bilir. İman eden birinin parçalarıyla isyan eden birinin parçalarını birbirine karıştırmaz. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
İnsan ölüp, uzuvları kuruyup, dünyanın dört bir tarafına yayılıp dağıldığında ve dünyanın diğer maddeleri ile karıştığında mesela, bedenin sıvı kısımları, dünyanın sıvıları ile toprağa ait olanlar, toprakla havaî olanlar, hava ile ve ateşî olanlar da ateşle karıştığında, bunların bizzat aynılarının yeniden bir araya getirileceği ve bunlara yeniden hayat verileceği nasıl düşünülebilir. İşte müşriklerin şüpheleri bundan ibarettir. Allah'ın ilminin ve kudretinin mükemmelliğinde bir kusur görülmedikçe böyle bir problem söz konusu olmaz. Allah'ın ilminin ve kudretinin mükemmel olduğunu kabul ettiğimizde, bu şüphelerin tamamıyla zail olacağı kesinleşir. Müşrikler, Allah'ın insanları kemik ve un ufak olduktan sonra eski hallerine geri çevirmesini akıldan uzak görmüşlerdir. Binaenaleyh insanların bedenlerinin, ölümlerinden sonra taş ve demire dönüşmeleri halinde bile Allah Teâlâ onlara yeniden hayat verir ve onları tıpkı eskiden olduğu gibi akıllı canlılar kılar: Bunun doğruluğunun delili şudur: O maddeler, hayatı ve aklı kabul ederler. Çünkü bu mümkün olmasaydı, taa işin başında onlarda akıl ve hayat tahakkuk etmezdi. Âlemin İlâhı bütün cüziyatı bilir. Binaenaleyh o parçalara yeniden hayat vermenin, aslında mümkün olduğu, âlemin ilâhının da bütün malûmatı bilen ve her türlü mümkünâta kādir bir zat olduğu sabit olunca o maddeler ister kemik ister çer-çöp ister taş-demir gibi hayatı kabul etmeleri kemikten daha şiddetli şeyler olsunlar, Allah'ın onlara yeniden hayat vermesi kesinlikle mümkün olur. İşte ayetin kesin aklî delille izahı böyledir. Ayetteki, “İster taş ister demir olun.” ifadesi ile böyle olmaları emri kastedilmemiş aksine, “Siz böyle olsanız bile sizi yeniden diriltmede Allah acze düşmez.” manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اَوْ خَلْقاً مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوْ | veya |
|
2 | خَلْقًا | yaratık |
|
3 | مِمَّا | herhangi bir |
|
4 | يَكْبُرُ | büyüyen |
|
5 | فِي |
|
|
6 | صُدُورِكُمْ | gönlünüzde |
|
7 | فَسَيَقُولُونَ | diyecekler ki |
|
8 | مَنْ | kim |
|
9 | يُعِيدُنَا | bizi tekrar döndürebilir |
|
10 | قُلِ | de ki |
|
11 | الَّذِي |
|
|
12 | فَطَرَكُمْ | sizi yaratan |
|
13 | أَوَّلَ | ilk |
|
14 | مَرَّةٍ | defa |
|
15 | فَسَيُنْغِضُونَ | alaylı alaylı sallayacaklar |
|
16 | إِلَيْكَ | sana |
|
17 | رُءُوسَهُمْ | başlarını |
|
18 | وَيَقُولُونَ | ve diyecekler |
|
19 | مَتَىٰ | Ne zaman? |
|
20 | هُوَ | o |
|
21 | قُلْ | de ki |
|
22 | عَسَىٰ | belki de |
|
23 | أَنْ |
|
|
24 | يَكُونَ | olabilir |
|
25 | قَرِيبًا | pek yakın |
|
اَوْ خَلْقاً مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَلْقاً kelimesi atıf harfi اَوْ ile حَد۪يداً ’e matuftur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle birlikte خَلْقاً ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَكْبُرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ف۪ي صُدُورِكُمْ car mecruru يَكْبُرُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ
Fiil cümlesidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن قلت أنّ الروح ستعود إليكم بعد الموت (Ölümden sonra ruhun sana döneceğini söylersen) şeklindedir.
سَيَقُولُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, مَنْ يُع۪يدُنَا ’dur. سَيَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. يُع۪يدُنَا fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُع۪يدُنَا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُع۪يدُنَا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi عود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, يعيدكم şeklindedir.
İsm-i mevsûlun sılası فَطَرَكُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. فَطَرَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوَّلَ zaman zarfı, فَطَرَكُمْ fiiline müteallıktır. مَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ
Fiil cümlesidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن قلت لهم ذلك فسينغضون (Onlara bunu söylersen omuz silkerler.) şeklindedir.
سَيُنْغِضُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيُنْغِضُونَ fiili, نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَيْكَ car mecruru سَيُنْغِضُونَ fiiline müteallıktır.
رُؤُ۫سَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُنْغِضُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نغض ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, مَتٰى هُوَ ’dur. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
مَتٰى istifham ismi olup mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَتَىٰ (Ne zaman?) sorusu geçmiş veya gelecek bir zamanın belirlenmesi için sorulur. هُوَ munfasıl zamir, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يباً
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يباً ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
عَسٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
عَسٰٓى ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. اَنْ ve masdar-ı müevvel عَسٰى ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
يَكُونَ mansub muzari fiildir. يَكُونَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو’dir. قَر۪يباً kelimesi يَكُونَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur'an-ı Kerimde çok nadir de olsa bazen cümlede اَنْ ’den önce (لِ) harf-i cerini ve اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını (لَا) görebiliriz. لِئَلَّا şeklinde yazılır. Bazen ise bu اَنْ ’den önce (لِ) harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının (لَا) hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)اَوْ خَلْقاً مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ
Önceki ayetin devamı olan ayette خَلْقاً, atıf harfi اَوْ ile حَد۪يداً ’e atfedilmiştir. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harfiyle birlikte خَلْقاً ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. Sılası olan يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
[Veya gözünüzde büyüttüğünüz herhangi bir varlık!] Yani ya da canlılığı kabul etme konusunda size göre en zor, iddianıza göre Allah’ın diriltmesi en çetin olacak şey olun, yine de diriltir. يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ [gözünüzde büyüttüğünüz] ifadesinin ölüm anlamına geldiği de gökler ve yer anlamına geldiği de söylenmiştir. (Keşşâf)
Ayetteki خَلْقاً “herhangi bir mahluk” kelimesi ile “Siz, hayatı kabul etme hususunda aklınızca hayatı kabul etmesini akıldan uzak gördüğünüz taş ve demirden daha da ileri başka bir madde düşünün.” kastedilmiştir. Bu izaha göre o şeyin açıkça belirtilmesine gerek yoktur. Çünkü bundan murad, “İnsanların bedenleri ölümlerinden sonra senin farz edeceğin, öyle olduğunu sandığın bir madde haline gelse ve o madde de hayatı kabul etmekten son derece uzak olsa bile bilesin ki Allah Teâlâ, ona hayat vermeye kādirdir.” manasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ
فَ takdiri إن قلت أنّ الروح ستعود إليكم بعد الموت [Ölümden sonra ruhun size döneceğini söylersen] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıta harfidir.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Cevap cümlesine dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder.
Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
سَيَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَنْ يُع۪يدُنَا cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi مَنْ mübteda, يُع۪يدُنَاۜ cümlesi haberdir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Buradaki istifham tehekkümîdir. (Âşûr)
قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zamandan bağımsız, sübut ifade eder.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Haber mahzuftur.
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası فَطَرَكُمْ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
خَلْقاً - فَطَرَكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ
فَ, takdiri إن قلت لهم ذلك (Onlara bunu söylersen) olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıta harfidir.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
Cevap cümlesine dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Başlarını sallamaları onların tekrar diriltilecekleri konusunu kabul etmiş oldukları anlamına geldiği gibi kabul etmemiş oldukları anlamına da gelebilir.
فَسَيُنْغِضُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
(Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
رُؤُ۫سَهُمْ - صُدُورِكُمْۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ
Cümle فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ cümlesine matuftur. Müspet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَتٰى mahzuf mukaddem habere müteallıktır. هُوَ muahhar mübtedadır.
مَتٰى soru edatı ile geçmiş veya gelecekle ilgili zamanın belirtilmesi istenir. Bu edat, Kur'an'da dokuz yerde kullanılmıştır ve buralarda istifhamın dışında herhangi bir mana almamıştır. (Sahip Aktaş, Kur'an’da İstifhâm Üslûbu)
يَقُولُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
مَتٰى هٰذَا değil de مَتٰى هُوَ demişler. Kıyamet gününü bir şahıs yerine koyarak korkularını belirtmiş olabilirler.
Bu cümle şaşkınlık ifade etmek ve alay maksadıyla gelmiştir. (Keşşâf)
مَتٰى - مَنْ istifham kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يباً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, terecci harfi عَسٰٓى ’nın dahil olduğu اَنْ يَكُونَ قَر۪يباً cümlesi olup gayrı talebî inşâî isnaddır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَكُونَ قَر۪يباً cümlesi, masdar teviliyle عَسٰٓى fiilinin haberi konumundadır.
يَكُونَ ’nin dahil olduğu masdar-ı müevvel, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
Onlar da taaccüp ve inkâr için başlarını sağa sola sallayarak, bu senin bahsettiğin hayata yeniden döndürülme ne zaman olacak, diye soracaklar. De ki: Belki tahmin bile edemeyeceğiniz kadar yakında olacak. (Ebüssuûd)
Müfessirler, Allah için kullanılan عَسٰٓى (umulur ki belki) fiilinin, “mutlaka” manasına kullanıldığını ve bu tabirin “O hiç şüphesiz yakındır.” manasına olduğunu söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
عَسٰٓى camid fiildir. Çekimi yapılmaz. Sevilen bir şeyde temenni, sevilmeyen şeyde şefkat bildirir. Allah ile ilgili olduğunda gereklilik ifade eder. İbnu'l Enbari Kur'an’da iki yer hariç hepsinde gereklilik anlamı olduğunu söylemiştir. (İtkan, s. 452, c. 1)
يَقُولُونَ - قُلْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen henüz kıyametten birşey yok iken onun için nasıl ‘yakındır’ denilebilir?” Biz deriz ki: “Geçen zaman, kalan zamandan çok olunca kalan, az ve yakın olmuş olur.” (Fahreddin er-Râzî)
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً۟
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً۟
يَوْمَ zaman zarfı mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, اذكر (hatırla!) şeklindedir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَدْعُوكُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَدْعُوكُمْ fiili, و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. تَسْتَج۪يبُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِحَمْدِه۪ car mecruru تَسْتَج۪يبُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. تَظُنُّونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً cümlesi iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَبِثْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. قَل۪يلاً۟ mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri, لبثتم وقتا طويلا (uzun bir vakit kaldınız) şeklindedir.
تَسْتَج۪يبُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi جوب ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً۟
Zaman zarfı يَوْمَ, takdiri اذكر (hatırla!) olan mahzuf fiile müteallıktır. Veya önceki ayetteki قَر۪يباً ’den bedeldir. Muzâfun ileyh olan يَدْعُوكُمْ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ cümlesi atıf harfi فَ ile يَدْعُوكُمْ fiiline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupdaki وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً۟ cümlesi وَ ’la فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ ’ye atfedilmiştir.
اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً۟ cümlesi, تَظُنُّونَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Maksûr/ لَبِثْتُمْ, maksûrun aleyh/ قَل۪يلاً ’dir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Dünyada kalışın çok kısa bir süre olduğunu düşüneceklerini Allah Teâlâ kesin bir ifadeyle belirtmiştir.
قَل۪يلاً۟, müteallakı لَبِثْتُمْ olan zaman zarfından naibdir. Takdiri, زمنًا قليلا (Az bir zaman)’dir. Veya mef’ûlü mutlaktan, onun sıfatı olarak naibdir. Takdiri, لبثًا قليلًا (Biraz kaldık) şeklindedir.
Cümlede fiiller muzari sıygada gelerek hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ظنّ, kesin bildi ve zannetti olmak üzere iki zıt anlama sahip fiillerdendir. Bu ayette zannetti manasındadır.
بِحَمْدِه۪ izafetinde, Allah Teâlâya ait zamire muzâf olması حَمْدِ için tazim ve tekrîm ifade eder.
O günde, hamdederek emirlere uymaları ve kabirde çok az kaldıklarını sanmaları olmak üzere, insanların özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
Ayeti اي يَوْمَ يَبْعَثُكُمْ فَتَنْبَعُثُونَ [yani sizi yeniden diriltip de sizin de dirildiğiniz gün] şeklinde açıklayan Beyzâvî, “çağırmak ve icabet etmek fiilleri يَبْعَثُكُمْ فَتَنْبَعُثُونَ manasında istiare olarak kullanılmıştır. Bu da her iki olayın da hızlı olacağına, kolay gerçekleşeceğine ve bunlardan kastedilenin hesap ve ceza olduğuna dikkat çekmek içindir” der. Zemahşerî ise Beyzâvî’den farklı olarak çağırma ve icabet etmenin bu iki lafız yerine mecâzen kullanıldığını söyler. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Bu, kâfirlere hitaptır. Bunun delili, bundan önceki bütün ifadelerin kâfirlere yönelik hitap olmasıdır. Sonra diyoruz ki: يَوْمَ kelimesi, قَر۪يباً ’den bedel olarak mansubdur ve mana, “Belki de öldükten sonra dirilme, O'nun sizi çağırdığı gün olacaktır.” şeklindedir.
Hakk Teâlâ [Hemen onun emrine icabet edeceksiniz.] buyurmuştur. اسْتجاب, çağırana, çağırdığı, davet ettiği hususta uymak demektir ki bu, icabettir. Fakat اسْتجاب, icabet etme isteğini gerektirir. O halde اسْتجاب, icabetten daha kuvvetli ve tekidlidir.
Keşşâf sahibi şöyle der: بِحَمْدِه۪ kelimesi, fiilin failinden haldir yani (hamd edici olduğunuz halde icabet edeceksiniz) demektir ki bu, onların öldükten sonra dirilişi kabul ettiklerini iyice gösterir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayette, diriltme ve dirilme anlamında çağırma ile icabetin kullanılması, bunun gerçekleşmesinin gayet kolay olduğunu ve bunlardan maksadın muhasebe ve cevap için ihzar olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقُلْ | ve söyle |
|
2 | لِعِبَادِي | kullarıma |
|
3 | يَقُولُوا | söylesinler |
|
4 | الَّتِي |
|
|
5 | هِيَ | o |
|
6 | أَحْسَنُ | en güzel (sözü) |
|
7 | إِنَّ | çünkü |
|
8 | الشَّيْطَانَ | şeytan |
|
9 | يَنْزَغُ | girer |
|
10 | بَيْنَهُمْ | aralarına |
|
11 | إِنَّ | doğrusu |
|
12 | الشَّيْطَانَ | şeytan |
|
13 | كَانَ |
|
|
14 | لِلْإِنْسَانِ | insanın |
|
15 | عَدُوًّا | düşmanıdır |
|
16 | مُبِينًا | apaçık |
|
وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
لِعِبَادِيَ car mecruru قُلْ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, ما تريد قوله (Söz olarak istediğin şeyi) şeklindedir.
فَ karinesi olmadan gelen يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تطلب منهم يقولوا (...söylemelerini istersen) şeklindedir.
يَقُولُوا fiili talebin cevabı olduğu için نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هِيَ اَحْسَنُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الشَّيْطَانَ kelimesi إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
يَنْزَغُ fiili, إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَنْزَغُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بَيْنَهُمْ mekân zarfı, يَنْزَغُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الشَّيْطَانَ kelimesi إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiri olup mahallen merfûdur.
لِلْاِنْسَانِ car mecruru عَدُوًّا ’e müteallıktır. عَدُوًّا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. مُب۪يناً kelimesi عَدُوًّا ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.
مُب۪يناً sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَقُولُوا cümlesi, takdiri …إن تطلب منهم يقولوا (Söylemelerini istersen..) olan mahzuf şartın cevap cümlesidir. ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi, talebin cevabı olarak meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda haberî isnaddır.
يَقُولُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّت۪ي ’nin sılası olan هِيَ اَحْسَنُ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan اَحْسَنُۜ, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mütekellim Allah, muhatap Hz. Peygamberdir.
Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette لِعِبَاد۪ي ’deki müfred mütekellim zamirine iltifat vardır.
عِبَاد۪ي kelimesinin Allah’a ait olan ي zamirine muzâf olması kulları şereflendirmek amacına matuftur.
قُلْ - يَقُولُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet, “Ey Muhammed, kullarıma de ki: Sizler, muhalif kimselere delil getirmek istediğinizde, o delilleri en güzel bir biçimde getirin ki bu da o delillerin, sövüp sayma, kınama vb. şeylerle birlikte bulunmamasıdır.” demektir. Bunun bir benzeri de Cenab-ı Hakk'ın, “Rabbinin yoluna hikmetle güzel öğütle davet et.” (Nahl Suresi, 125) ve “Ehl-i kitap ile de ancak en güzel bir suretle mücadele edin.” (Ankebut Suresi, 46) ayetleridir. Bu böyledir, zira getirilen hüccete, şayet sövüp sayma, tenkit vb. herhangi bir şey karıştıracak olursanız, onlar da hiç şüphesiz aynısıyla size mukabelede bulunurlar. Böylece de karşılıklı öfkeler artar, nefret doruk noktasına ulaşır ve maksadınız gerçekleşemez. Nitekim Cenab-ı Hakk, “Allah'tan başkasını çağıranlara sövmeyin. Sonra onlar da haddi aşarak cahillikle Allah'a söverler.” (Enam Suresi, 108) buyurmuştur. Ama, hüccetler en güzel biçimde ve sövüp sayma, eziyet verme vb.’den uzak olarak getirildiğinde, bu, kalplerde ve gönüllerde mükemmel şekilde bir tesir icra eder ki işte Cenab-ı Hakk'ın “(Mümin) kullarıma söyle: En güzel ne ise onu söylesinler.” buyruğundan kastedilen budur. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ
…يَقُولُوا cümlesi için ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri itnab babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan يَنْزَغُ بَيْنَهُمْ cümlesinin, muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
نْزَغُ kelimesi; araya kötülük sokmak, ortalığa şer atmak, insanların arasını bozmak demektir. (Nesefî)
Cenab-ı Hakk, her iki tarafı da uzlaştırmak için böyle bir metottaki faydanın ne olduğuna dikkat çekerek, “Çünkü şeytan aralarına fesat sokar.” buyurmuştur. Yani “Her ne zaman deliller acı, sert olur ve çirkin sözlerle karışmış olursa bu, fitne çıkmasına bir sebep olur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً
يَنْزَغُ بَيْنَهُمْ cümlesi için ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandırlar.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan عَدُواًّ için sıfat olan مُب۪يناً, mevsufunun sahip olduğu bir özelliği belirten ıtnâb sanatıdır.
Car mecrur لِلْاِنْسَانِ, ihtimam için amili عَدُواًّ ’e takdim edilmiştir.
الشَّيْطَانَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr, اَحْسَنُ - لِلْاِنْسَانِ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ اِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
2 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
3 | بِكُمْ | sizi |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | يَشَأْ | dilerse |
|
6 | يَرْحَمْكُمْ | size acır |
|
7 | أَوْ | veya |
|
8 | إِنْ | eğer |
|
9 | يَشَأْ | dilerse |
|
10 | يُعَذِّبْكُمْ | size azabeder |
|
11 | وَمَا |
|
|
12 | أَرْسَلْنَاكَ | biz seni göndermedik |
|
13 | عَلَيْهِمْ | onların üzerine |
|
14 | وَكِيلًا | bir vekil |
|
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ
İsim cümlesidir. رَبُّكُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَعْلَمُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
بِكُمْ car mecruru اَعْلَمُ ’ye müteallıktır. اَعْلَمُ ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْۜ
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَشَأْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يَرْحَمْكُمْ şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَشَأْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يُعَذِّبْكُمْ şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُعَذِّبْكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً
وَ itiraziyyedir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرْسَلْنَاكَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَيْهِمْ car mecruru وَك۪يلاً’e müteallıktır.
وَك۪يلاً kelimesi اَرْسَلْنَاكَ ’deki mef’ûlun zamirinden hal olup fetha ile mansubdur.
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Veya önceki ayetteki ism-i mevsûlden bedeldir.
Mübteda ve haberden oluşan cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبُّكُمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla muhataplar, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca müsnedün ileyh konumundaki bu izafette, Allah’ın rububiyet vasfıyla onlar üzerindeki ihsan ve faziletlerini hatırlatmak manası vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned olan اَعْلَمُ, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümle, “sözün en güzelini” kelamını tefsir etmektedir. Yani onlara bu söz ve benzerlerini söyleyin ve onların cehennem ehli olduklarını açıkça söylemeyin; zira bu onları şerre kışkırtır. Kaldı ki akıbetleri ancak Allah'ın bileceği bir şeydir; belki de onları imana hidayet eder. (Ebüssuûd)
اِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. يَشَأْ, şart cümlesidir.
Şartın cevabı فَ karinesi olmadan gelen يَرْحَمْكُمْ cümlesidir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَشَأْ fiilinin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Matuf olan cümlede يَشَأْ fiilinin tekrarı, her iki durumda da dilemenin Allah’ın elinde olduğunu tekid etmek içindir. (Âşûr)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlu bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen ikinci şart cümlesi اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْ, önceki şart cümlesine matuftur. Cümlenin atıf sebebi, tezattır.
Arka arkaya gelen iki şart ve cevap cümlesi mukabele teşkil etmektedir.
يَرْحَمْكُمْ - يُعَذِّبْكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اِنْ - يَشَأْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً
وَ itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Çünkü Efendimizin onlara vekil yani şahit olmadığı söylenmiş sadece davetçi olduğu manası kastedilmiştir. Yani cümlede kasr manası vardır. (Âşûr) Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
وَك۪يلاً ’e müteallık olan car-mecrur عَلَيْهِمْ ’in amiline takdimi, ihtimam ve fasılaya riayet içindir. (Âşûr)
Ayette كُمْۜ zamirine hitaptan كَ zamirine hitaba iltifat vardır.وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَرَبُّكَ | ve Rabbin |
|
2 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
3 | بِمَنْ | olanları |
|
4 | فِي |
|
|
5 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
6 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
7 | وَلَقَدْ | ve andolsun ki |
|
8 | فَضَّلْنَا | biz üstün kıldık |
|
9 | بَعْضَ | kimini |
|
10 | النَّبِيِّينَ | peygamberlerin |
|
11 | عَلَىٰ | üzerine |
|
12 | بَعْضٍ | kimi |
|
13 | وَاتَيْنَا | ve verdik |
|
14 | دَاوُودَ | Davud’a da |
|
15 | زَبُورًا | Zebur’u |
|
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. رَبُّكَ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَعْلَمُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ’ya müteallıktır.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراً
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir.
فَضَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olup mahallen merfûdur.
بَعْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. النَّبِيّ۪نَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
عَلٰى بَعْضٍ car mecruru فَضَّلْنَا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olup mahallen merfûdur.
دَاوُ۫دَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. زَبُوراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَضَّلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فضل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Cümle وَ ’la رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mütekellim Allah, muhatap Hz. Peygamberdir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca müsnedün ileyh konumundaki bu izafet, Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Müsned olan اَعْلَمُ, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Harf-i cerle bilikte اَعْلَمُ ’ya müteallık olan ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ bu mahzuf sılaya müteallıktır. وَالْاَرْضِۜ, car mecrur فِي السَّمٰوَاتِ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayetin başlangıç cümlesi ile önceki ayetin ilk cümlesi arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu kelam, müşriklerin: “Ebu Talib yetiminin peygamber olması, ashabının da çıplak ve aç insanlardan oluşması, onların büyüklerden ve ileri gelenlerden olmaması pek isabetsizdir.” şeklindeki iddialarını reddetmektedir.
Ayette, “göklerde olanlar” ifadesinin zikredilmesi, o müşriklerin, “Bize melekler indirilmeli değil miydi?” şeklindeki iddialarını çürütmek içindir. Ayette “yerde olanlar” ifadesi ile de müşriklerin, “Bu Kur'an, iki kent (Mekke ile Taif) halkından büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” (Zuhruf Suresi, 31) sorusu reddedilmiştir. (Ebüssuûd)
وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراً
Cümle وَ ’la öncesine atfedilmiştir. İnşâ cümlesi, haber cümlesine aralarındaki anlam bütünlüğü sebebiyle atfedilmiştir.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı haziftir. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi …وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
قَدْ harfi mazi fiilin önüne geldiğinde tahkik ve takrib (olayın yaklaştığını), muzari fiilin önüne geldiğinde fiilin vuku bulma ihtimalinin azlığını ifade eder. (İtkan, s. 459)
Aynı üslupta gelen وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراً cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle kasemin cevabına atfedilmiştir.
Burada, زَبُور kelimesinin nekre olarak getirilmesi, onun yüceliğine delalet eder. Çünkü Zebur, “mezbûr-yazılmış” anlamındadır. Böylece bu kelime, “yazılmış kitap” anlamında olmuş olur. Binaenaleyh onun bu ayette nekre olarak getirilmiş olmasının anlamı, onun, kitap olma bakımından mükemmel derecede olduğunu göstermek içindir. (Fahreddin er-Râzî)
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ - فَضَّلْنَا kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Davud’a Zebur’u verdik ifadesinde, Hz. Muhammed’in (s.a.) Zebur’da
zikredildiğine dair bir telmîh vardır. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Ayette ر revîsi (kâfiyesi), الْاَرْضِۜ ve بَعْضَ sözcüklerindeki ض revîlerinden farklı olarak gelmiştir. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Bu ayet Davud'un (a.s.) üstün kılınmasının cihetini beyan etmektedir. Zira onun üstün kılınması, kendisine Zebur verildiği içindir; yoksa ona mülk ve saltanat verildiği için değildir.
Bu kelam Peygamberimizin (s.a.) üstün kılındığını bildirmektedir. Zira Peygamberimizin üstün vasıfları ve peygamberlerin sonuncusu olduğu, Zebur'da yazılıdır.
Yine bu ayet işaret ediyor ki: “Şüphesiz dünyaya, Benim iyi vasıflı kullarım varis olacaklardır.” (Enbiya Suresi, 105) ayetindeki iyi vasıflı kullardan murad, Peygamberimiz (s.a.) ile ümmetidir. (Ebüssuûd)قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلِ | de ki |
|
2 | ادْعُوا | yalvarın |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | زَعَمْتُمْ | (tanrı olduğunu) sandığınız şeylere |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
7 | فَلَا | (fakat) |
|
8 | يَمْلِكُونَ | güçleri yetmez |
|
9 | كَشْفَ | gidermeye |
|
10 | الضُّرِّ | sıkıntıyı |
|
11 | عَنْكُمْ | sizden |
|
12 | وَلَا | ve |
|
13 | تَحْوِيلًا | değiştirmeye |
|
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلاً
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavl, ادْعُوا الَّذ۪ينَ ’dır. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ادْعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
زَعَمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
زَعَمْتُمْ fiilinin iki mef’ûlu mahzuftur. Takdiri, زعمتموهم آلهة (Onların ilahlar olduğunu iddia ettiniz.) şeklindedir.
مِنْ دُونِه۪ car mecruru الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن دعوتموهم فهم لا يملكون (Onlara dua ederseniz onlar bunu yapamazlar.) şeklindedir.
لَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ cümlesi mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هم (onlar) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَمْلِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَشْفَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الضُّرِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَنْكُمْ car mecruru كَشْفَ ’ye müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. تَحْو۪يلاً kelimesi atıf harfi وَ ’la كَشْفَ ’ye matuftur.قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلاً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan …ادْعُوا الَّذ۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. Aksine tehaddi (meydan okuma, aciz bırakma) anlamındadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Allah Teâlâ’ya ait zamirin muzâfun ileyh oluğu دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
فَ rabıtadır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî olan فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.
Takdiri …إن دعوتموهم [Onlara dua ederseniz…] olan mahzuf şart ve mezkür cevabından oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَلَا تَحْو۪يلاً cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu kuvvetlendirmek içindir.
Her iki cümle de fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, tecessüm ve zem makamı dolayısıyla istimrar ifade etmiştir.
İbni Abbas (r.a.) şöyle demektedir: “Kur'an-ı Kerim'de زَعَمْ fiili, kullanıldığı bütün yerlerde ‘yalan’ anlamına gelir.” (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا تَحْو۪يلاً [Ne de değiştirmeye] ifadesinde hazif yoluyla îcâz vardır. (Ne de sizden zararı değiştirmeye güçleri yeter.) demektir. Önceki kısmın delaletiyle buradan bu ilaveler kaldırılmıştır. (Safvetu’t Tefasir)
Cümlede iktifâ sanatı vardır.
İhtibâka benzer bir hazif türü olan iktifâ: aralarında yakın bağ ve ilgi bulunan iki şeyden birini bir nükte ve hikmetten dolayı sözden atarak diğerinin ona delaletiyle yetinmektir. (İsmail Durmuş TDV İslam Ansiklopedisi. İhtibâk md.)
Kur'an, Arapları, onun surelerine benzeyen bir sure getirmeye davet etmiştir. Bu tehaddi kısa sureler gibi uzun sureleri de kapsamışır. Fakat Araplar, bu husustaki acizliklerini bildikleri için böyle bir şeye kalkışmamışlardır. Onlar, savaşı, kan dökmeyi ve Arap kabilelerini (ahzab) toplamayı, Kur'an’a meydan okumaktan daha kolay bulmuşlardır.
Sabit olan bir diğer husus ise onların, eşsiz beyanının etkisinde kalıp dinlemekten kendilerini alıkoyamadıkları Kur'an’ın, insanların kulaklarına ulaşmasını engellemeye çalışmalarıdır. Çünkü onlar, Kur'an’ın, kulağa ulaştığı anda gönülde büyük bir etki bırakacağını biliyorlardı. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, et-Ta’bîru’l Kur'anî, s. 9)
Bir takım kimseler meleklere tapıyorlardı. İşte bu ayet onlar hakkında nazil olmuştur. Yine bu ayetin, Mesîh (İsa) (a.s.) ve Üzeyir'e tapanlar hakkında nazil olduğu söylendiği gibi cinlerden birisine tapıp da sonra da o cin Müslüman olunca o cine tapmaya halâ devam eden bir topluluk hakkında nazil olduğu da söylenilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | onların |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | يَدْعُونَ | yalvardıkları |
|
4 | يَبْتَغُونَ | ararlar |
|
5 | إِلَىٰ |
|
|
6 | رَبِّهِمُ | Rablerine |
|
7 | الْوَسِيلَةَ | bir vesile |
|
8 | أَيُّهُمْ | hangisi |
|
9 | أَقْرَبُ | en yakın (diye) |
|
10 | وَيَرْجُونَ | ve umarlar |
|
11 | رَحْمَتَهُ | O’nun merhametini |
|
12 | وَيَخَافُونَ | ve korkarlar |
|
13 | عَذَابَهُ | azabından |
|
14 | إِنَّ | çünkü |
|
15 | عَذَابَ | azabı |
|
16 | رَبِّكَ | Rabbinin |
|
17 | كَانَ |
|
|
18 | مَحْذُورًا | cidden korkunçtur |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ismi işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, ism-i işaretten bedel olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَدْعُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَدْعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَبْتَغُونَ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَبْتَغُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلٰى رَبِّهِمُ car mecruru يَبْتَغُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْوَس۪يلَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَيُّ müşterek ism-i mevsûl, يَبْتَغُونَ ’deki failden bedel olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i mevsûlun sılası اَقْرَبُ ’dur. İrabtan mahalli yoktur.
اَقْرَبُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو şeklindedir.
وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَرْجُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَحْمَتَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يَخَافُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَذَابَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
عَذَابَ kelimesi إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ismi işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ ile marife oluşu onlara dikkat çekip muhatabın zihnine yerleştirmek içindir.
İşaret isminden bedel olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَدْعُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned konumundaki يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümledeki اَيُّهُمْ, mevsûldür ve يَبْتَغُونَ fiilinin failinden bedeldir. İsim cümlesi formunda gelen sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَقْرَبُ, takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir. İsm-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبِّهِمُ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan هِمُ zamiri dolayısıyla rabbine yakın olmak isteyenler, şan ve şeref kazanmıştır.
Aynı üslupta gelen وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle haber cümlesine atfedilmiştir.
Yine aynı üslupta gelen وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ cümlesi ise tezat nedeniyle, makabline atfedilmiştir.
يَرْجُونَ رَحْمَتَهُ [Rahmetini umarlar] cümlesi ile يَخَافُونَ عَذَابَهُ [Azabından korkarlar] cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. (Safvetu’t Tefasir)
عَذَابَهُ ve رَحْمَتَهُ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları, رَحْمَتَ ve عَذَابَ için tazim ifade eder.
رَحْمَتَهُ ’in عَذَابَهُۜ ’den önce zikredilmesi, “Rabblerinin” lafzına edeben daha uygun olduğu içindir. (Âşûr)
يَرْجُونَ - يَخَافُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, رَحْمَتَهُ - عَذَابَهُۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Allah'ın dışındaki her varlık, müşriklerin ilâh diye yalvardıkları putlar da boyun eğip ibadet etmekle kendi nefisleri için vesile ararlar. Yahut Rabblerine en yakın olanları, Rabblerine boyun eğip ibadet için daha çok hırs sahibidirler. Onlar da diğer kullar gibi O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Şu halde Rabblerine en yakın olanlar, ilâhlık bir yana kendi zararlarını nasıl kaldırabilirler! (Ebüssuûd)
اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandırlar.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi olan عَذَابَ رَبِّكَ, veciz anlatım kastıyla izafetle gelmiştir. اِنَّ ’nin haberi كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Azabın Rabb ismine muzâf oluşu haşyeti artırmak içindir.
رَبِّ ve عَذَابَ kelimelerinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Peygamberimize ait olan كَ zamirinin Rabb ismine izafeti ona destek ve şeref içindir.
Bu cümle, “ve azabından korkarlar” cümlesinin illetidir. Burada azabın zikre tahsis edilmesi, bu makamın azaptan sakındırmak makamı olması ve Rabblerine en yakın olanların, azaptan uzak olduklarını ima etmek içindir. (Ebüssuûd)وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَد۪يداًۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | yoktur ki |
|
2 | مِنْ | hiçbir |
|
3 | قَرْيَةٍ | kent |
|
4 | إِلَّا | ancak |
|
5 | نَحْنُ | biz |
|
6 | مُهْلِكُوهَا | onu yok ederiz |
|
7 | قَبْلَ | önce |
|
8 | يَوْمِ | gününden |
|
9 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
10 | أَوْ | yahut |
|
11 | مُعَذِّبُوهَا | ona azab ederiz |
|
12 | عَذَابًا | azap ile |
|
13 | شَدِيدًا | şiddetli bir |
|
14 | كَانَ |
|
|
15 | ذَٰلِكَ | Bu |
|
16 | فِي |
|
|
17 | الْكِتَابِ | Kitapta |
|
18 | مَسْطُورًا | yazılmıştır |
|
وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَد۪يداًۜ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. قَرْيَةٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır.
نَحْنُ مُهْلِكُوهَا cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُهْلِكُوهَا haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَبْلَ zaman zarfı, مُهْلِكُوهَا ’ye müteallıktır. يَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُعَذِّبُوهَا kelimesi atıf harfi اَوْ ile مُهْلِكُوهَا ’ya matuftur.
عَذَاباً kelimesi ism-i fail olan مُعَذِّبُوهَا ’nın mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.
شَد۪يداً kelimesi عَذَاباً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
مُهْلِكُوهَا kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
مُعَذِّبُوهَا kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
ذٰلِكَ işaret ismi كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
فِي الْكِتَابِ car mecruru مَسْطُوراً ’e müteallıktır. مَسْطُوراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
مَسْطُوراً kelimesi sülâsî mücerred olan سطر fiilinin ism-i mef’ûludur.وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَد۪يداًۜ
وَ istînâfiyye, اِنْ nafiyedir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Terkip zaid harf ve kasrla tekid edilmiştir. Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşmuş kasr, mübteda ve haber arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Tekid ifade eden zaid harf مِنْ ’in dahil olduğu قَرْيَةٍ, mübteda ve maksûrdur. Maksûrun aleyh olan haber نَحْنُ مُهْلِكُوهَا, isim cümlesi formunda gelmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zaman zarfı قَبْلَ, haber olan مُهْلِكُوهَا ’ya müteallıktır.
اَوْ atıf harfiyle مُهْلِكُوهَا ’ya atfedilen مُعَذِّبُوهَا ’nın atıf sebebi tezâyüftür.
عَذَاباً, mef’ûlü mutlak olarak azabı tekid etmiştir. Ayrıca شَد۪يداًۜ ’le sıfatlanması, azabın ne kadar korkunç olduğuna işarettir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliği belirten ıtnâb sanatıdır.
مُهْلِكُوهَا ’ın قَرْيَةٍ ’e isnadı, mecâz-ı aklîdir. Helak olan karye değil orada yaşayan insanlardır.
Önceki ayetteki Rabb isminden bu ayette, نَحْنُ zamirine iltifat edilmiştir.
مُعَذِّبُوهَا - عَذَاباً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, مُعَذِّبُوهَا - مُهْلِكُوهَا - الْقِيٰمَةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ, “Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur.” (İsra Suresi, 57) buyurunca her beldenin, içinde oturanlar olduğunu da beyan buyurmuştur. Binaenaleyh onların durumlarının mutlaka şu iki şeyden birisine ya helak edilmeye (öldürülmeye) yahut da azap edilmeye varıp dayanması gerekir. Mukatil, bu kimselerin iyi, salih olanlarının helakının ölümle; bozguncu olanlarının helakının de azap ile olacağını söylemiştir. Ayetteki “Hiçbir memleket hariç olmamak üzere” ifadesinden, kâfirlerin beldelerinin murad edildiği, böylece de orada iskân edenlerin cezalarının mutlaka şu iki şeyden birisi olması gerektiği de ileri sürülmüştür: Ya tamamıyla köklerinin kazınması ki işte bu ayette bahsedilen helak ile kastedilen manadır. Yahut da bunun dışında mesela onların ileri gelenlerinin öldürülmeleri ve Müslümanların onları esir, mallarını ganimet olarak ele geçirmeleri ve onlardan cizye almaları vb. hükümranlıklar nev'inden olan şiddetli azap söz konusudur. (Fahreddin er-Râzî)
كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
ذٰلِكَ, nakıs fiil كَانَ ’nin ismidir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin, gözle görülür birşey menziline konularak önemsendiğini ve tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. فِي الْكِتَابِ car-mecruru siyaktaki önemine binaen amili olan كَانَ ’nin haberi مَسْطُوراً ’e, takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Olaylara işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
فِي الْكِتَابِ ibaresine dahil olan ف۪ي harfinde de istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْكِتَابِ, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü الْكِتَابِ, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
فِي الْكِتَابِ [Kitapta] yani Levh-i Mahfuz’da demektir. (Keşşâf)
Yanına oturduğunda, elleriyle yüzünü tuttu. Kurumuş parmak uçlarından çok şefkatini hissetti. Ağarmış saçlarına ve seyrelmiş kaşlarına baktı. Geçmişten bir şeyler anlatmasını umarak, ninesinin dizlerine yattı. Saçlarını seven elleri hiç yorulmasın diye dua ederken söylediklerini dinledi:
“Şimdiki halime baktığında, benim de bir zamanlar senin gibi küçük bir kız çocuğu oluşumu hayal edebiliyor musun? İnsan denilen varlık, hakikaten ilginç; insan yaşlandıkça daha da iyi anlıyor.
Sinirlendiğinde öyle sözler söyler ki; sanki o kişinin yüzüne bir daha bakmayacak. Bir şeyi istediğinde öyle yollara başvurur ki; sanki yaptıklarının hesabını vermeyecek. Bunaldığında öyle içten ağlar ki; sanki bulunduğu zamanda takılı kalacak.
Lakin geçiyor. Her şey geçiyor. Akmıyor dediğin zamana bir gün, bir bakıyorsun ki yıllar öncesinde kalmış.
Düşünsene; insan etrafında yaşlılarla büyür ama sanki kendi hiç yaşlanmayacak. Yaşı ilerledikçe; duyduğu ölüm haberleri çoğalır ama sanki hiç ölmeyecek. Öyle bir hal içindedir ki; sanki hiç dirilmeyecekmiş de Allah’ın huzuruna çıkarılmayacak.”
Torununa baktığında, uyumuş olduğunu görünce gülümsedi ve kendi ninesinden duyduğu duayı hatırlamaya çalıştı:
Ey göklerde ve yerde olanı en iyi bilen Rabbim! Şeytanın ve nefsani hırslarımızın; sevdiklerimizle ve akrabalarımızla aramızı bozmasından Sana sığınırız. Muhabbetimizi bereketlendir ve iki cihanda da daim eyle. Ey bizi en iyi bilen Rabbim! Bizi; dünyadaki ve ahiretteki halini tefekkür edenlerden; ömrünü tefekkür ederek yaşayanlardan ve adımlarını da ona göre atanlardan eyle. Ey rahmetini umduğumuz, azabından korktuğumuz Rabbim! Şirkin her halinden Sana sığınırız. Bizi; iki cihanda da merhamet ettiklerinden, nasip ettiğin zamanı hakkıyla değerlendirenlerden ve rızanı kazananlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji