وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَقْرَبُوا fiili نَ ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الزِّنٰٓى mef’ûlun bih olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur.
اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ فَاحِشَةً cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَاحِشَةً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
وَسَٓاءَ سَب۪يلاً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. سَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. سَب۪يلًا temyiz olup fetha ile mansubdur.
سَٓاءَ fiilinin zem anlamı taşıyan camid fiil olması da caizdir. Zem fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, هو şeklindedir.
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى
Cümle وَ ’la önceki ayetteki …لَا تَقْتُلُٓوا cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. İki cümle arasında hükümde ortaklık vardır.
Bu ayetteki zinaya yaklaşmayın ifadesi, “zina etmeyin” ifadesinden daha beliğdir. Çünkü bu ifade tarzı zina etmenin yasak olduğunu bildirmekle birlikte dokunma, öpme, bakma, göz işareti ve zinaya götüren diğer hareketlerin de yasaklandığını bildirir. Yaklaşmayı yasaklamak, yapmayı yasaklamaktan daha vurguludur. Buradaki لَا تَقْرَبُوا: yaklaşmayın lafzı nehiy fiilidir ve asıl anlamında (vücup) kullanılmıştır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Kaffâl şöyle demektedir: “İnsana, (buna yaklaşma) denildiğinde bu, ona, (onu yapma) denilmesinden daha kuvvetli bir ifade olur.” (Fahreddin er-Râzî)
Bu yasağın çocuk öldürme yasağı ile mutlak olarak haram kılınmış bir cana kıyma yasağı arasında zikredilmesi, zinanın da çocukları öldürmek gibi sayılması itibarıyladır. Çünkü zina nesepleri zayi etmektir. Zira nesebi sabit olmayan kimse ölü hükmündedir. (Ebüssuûd)
اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş haberî isnaddır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi olmasının yanında اِنَّ ile de tekid edildiğinden, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَ ’la كَانَ ’nin haberine atfedilen cümlede mazi fiil sıygasındaki سَٓاءَ , nakıs zem fiilidir. Cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Atıf وَ ’ı iki cümle arasındaki tezâyüf sebebiyle gelmiştir.
Zahiren hüküm hakkında soru soran veya mütereddit bir muhatap yokken, اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً haber cümlesi tekid edilerek talebî formda gelmiştir. Ayet bu yönüyle muktezâ-i zâhirden çıkmıştır; ancak söz konusu ifade, zinadan nehyedilme üzerine muhatapların zihninde oluşması muhtemel olan zinanın neden yasaklandığı hususundaki soru işaretlerine cevap verir niteliktedir. Bu sebeple muhataplar zahiren soru sormasa da soru soran konumunda kabul edilmiş ve ayet muktezâ-i zâhire uygun olmamakla birlikte muktezâ-i hale mutabık olarak talebî haber şeklinde gelmiştir. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
الزِّنٰٓى - فَاحِشَةًۜ - سَٓاءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.