Kehf Sûresi 60. Ayet

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً  ...

Hani Mûsâ, beraberindeki gence şöyle demişti: “İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, ya da uzun zaman gideceğim.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 قَالَ demişti ki ق و ل
3 مُوسَىٰ Musa
4 لِفَتَاهُ uşağına ف ت ي
5 لَا
6 أَبْرَحُ durmayacağım ب ر ح
7 حَتَّىٰ kadar
8 أَبْلُغَ varıncaya ب ل غ
9 مَجْمَعَ birleştiği yere ج م ع
10 الْبَحْرَيْنِ iki denizin ب ح ر
11 أَوْ veya
12 أَمْضِيَ yürüyeceğim م ض ي
13 حُقُبًا uzun bir zaman ح ق ب
 
Farklı görüşler bulunmakla beraber müfessirlerin çoğuna göre, kıssada geçen Mûsâ’dan maksat, İsrâiloğulları’na peygamber olarak gönderilmiş ve kendisine Tevrat verilmiş olan Hz. Mûsâ’dır (bilgi için bk. Bakara 2/51 vd.). Delikanlının da Hz. Yûsuf’un torunlarından Yûşâ b. Nûn olup Hz. Mûsâ’nın kız kardeşinin oğlu olduğu rivayet edilir. Uzun süre Hz. Mûsâ’nın hizmetinde bulunmuş, ondan ilim almış ve onun vefatından sonra yine bir peygamber olarak İsrâiloğulları’nın yönetimini üslenmiştir. Bazı kaynaklarda yüz on (veya yüz yirmi) sene yaşadığı ve Hz. Mûsâ’dan sonra yirmi yedi (veya yirmi dokuz) sene İsrâiloğulları’nı yönettiği belirtilmektedir (İbn Âşûr, XIII, 360; Ahmet Suphi Fuat, “Yûşa’”, İA, XIII, 443).
 
 Kıssada geçen ve Hz. Mûsâ’ya ledünnî ilim (gayb ilmi) hakkında bilgi veren üçüncü şahsın kimliğine dair Kur’an’da bilgi verilmemiş olup, sadece 65. âyette “kullarımızdan biri” şeklinde geçmektedir. Ancak müfessirlerin çoğunluğu bu şahsın Hızır aleyhisselâm olduğu görüşündedir (bk. Râzî, XXI, 149; Şevkânî, III, 336). Hızır’ın ledünnî ilme sahip olduğu şüphesiz olmakla birlikte, peygamber olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Bu kıssadaki olayları, Hz. Mûsâ’nın Hızır’a tâbi olmasını, ondan ilim almasını ve kıssada geçen bazı âyetleri, özellikle 82. âyetteki, “Ben bunu kendiliğimden yapmadım” ifadesini nazarı itibara alarak Hızır’ın peygamber olduğunu iddia eden âlimler çoğunluktadır. Diğerleri ise onun peygamber değil velî olduğunu kabul ederler (Râzî, XXI, 148).
 
 Hızır aleyhisselâmın âb-ı hayat içtiği için kıyamete kadar yaşayacağını söyleyenlere karşı müfessirlerin çoğunluğu, “Senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik”(Enbiyâ 21/34) meâlindeki âyete ve diğer aklî ve naklî delillere dayanarak onun öldüğünü söylemişlerdir (Elmalılı, V, 3260). Hızır’ın maddî âlemde değil misal âleminde bulunduğunu söyleyenler de vardır (bk. Tehânevî, I, 415). Resûlullah’ın olayla ilgili tamamlayıcı bilgiler verdiği bir açıklamasında bildirdiğine göre, bir gün Hz. Mûsâ İsrâiloğulları’na hitap ederken kendisine, “İnsanların en bilgini kimdir?” diye sorulur, o da “Allah bilir” demesi gerekirken “benim” diye cevap verir. Bunun üzerine yüce Allah ona, “İki denizin birleştiği yerde bir kulum var. O senden daha bilgindir” diye vahyeder. Hz. Mûsâ, “Rabbim, onu nasıl bulabilirim?” deyince de Allah, “Bir balık al, sepete koy; balığı nerede yitirirsen işte kulum oradadır” diye cevap verir.
 
 Mûsâ aleyhisselâm, emredileni yapıp yardımcısı Yûşâ b. Nûn ile birlikte yola koyulurlar. İki denizin birleştiği yerdeki bir kayanın yanına geldiklerinde başlarını koyup uyurlar. Balık sepetten atlayıp denizde yüzmeye başlar. Uyandıktan sonra Yûşâ balığın kaybolduğunu farkeder, fakat Mûsâ’ya haber vermeyi unutur. O gün ve bütün gece giderler. Sabah olunca Mûsâ yardımcısına, “Yiyeceğimizi getir. Gerçekten yolculuğumuz yüzünden yorgun düştük” der. Yûşâ bir gün önce kayanın dibinde uyuyup uyandıklarında balığın kaybolduğunu farkettiğini, ancak durumu Mûsâ’ya haber vermeyi unuttuğunu söyler. Mûsâ, “İşte bizim aradığımız yer orasıydı” der ve hemen geri dönerler, uyudukları yere gelerek Hızır ile buluşup tanışırlar. Hz. Mûsâ Hızır’a ondan ilim öğrenmek için geldiğini söyleyince, Hızır “Sen benimle beraberliğe sabredemezsin” der. Mûsâ da, “İnşallah, beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem” diye cevap verir. Hızır, “Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!” diye uyarıda bulunur.
 
 Derken bir gemi gelir, gemiye biner binmez Hızır geminin tahtalarından birini söküp çıkartır. Mûsâ ona kötü bir iş yaptığını söyler. Hızır, “Sana, benimle beraberliğe sabredemezsin demedim mi?” der. Mûsâ verdiği sözü unuttuğunu söyleyerek özür diler. Sahile çıktıklarında Hızır, sahilde oyun oynayan çocuklardan birini öldürür. Mûsâ ona, mâsum bir cana kıymanın kötü bir davranış olduğunu hatırlatır. Hızır, “Sana benimle beraberliğe sabredemezsin demedim mi?” der. Mûsâ, “Bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle arkadaşlık etme” diye cevap verir ve artık mazeret gösteremeyeceğini söyler. Nihayet bir köye gelirler ve köy halkından yiyecek isterler. Fakat köy halkı onlarımisafir etmez. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvar görürler. Hızır duvarı düzeltir. Mûsâ, “Onlar bizi misafir etmediler ... dileseydin, bu yaptığına karşılık onlardan bir ücret alırdın” der. Hızır, Hz. Mûsâ’nın son müdahalesinin artık ayrılma sebebi olduğunu, yolculukları esnasında yaptıklarının sebeplerini anlatacağını bildirir. Bunlar 79-82. âyetlerde bildirilen sebeplerdir. Resûlullah buyurmuştur ki: “Allah, Mûsâ’ya rahmet eylesin. Ne olurdu sabretseydi de Allah onların haberlerini bize daha çok anlatsaydı (geniş bilgi için bk. Buhârî, “Tefsîr”, 18/2; Müslim, “Fezâil”, 170-172).
 
 Bu olayın nerede ve ne zaman meydana geldiğine dair gerek Kur’an’da gerekse hadiste açıklayıcı bilgi olmadığı gibi, âyette sözü edilen iki denizin de hangileri olduğuna dair bir açıklık yoktur. Bunların Akdeniz’le Kızıldeniz veya Hazar denizi ile Karadeniz olduğu, yahut Nil nehrinin Sudan’daki iki kolu olan Beyaz Nil ile Mavi Nil olabileceği yahut Ürdün nehri ile Kızıldeniz veya daha başka denizler olabileceği ifade edilmiştir.
 
 Bir başka yoruma göre “iki deniz” burada mecazi mânada kullanılmıştır. Bunlardan biri Hz. Mûsâ diğeri de Hızır’dır. Çünkü Mûsâ zâhir ilminin, Hızır da bâtın ilminin denizidir. İbn Abbas’tan böyle bir rivayet nakledilmekle birlikte müfessirler bu rivayetin sahih olmadığı kanaatindedirler.
 
 Mevdûdî olayı farklı bir açıdan değerlendirmektedir. Ona göre olayın ayrıntıları göz önünde bulundurulacak olursa iki şey ortaya çıkmaktadır:1. Bu olaylar Mûsâ aleyhisselâmın peygamberliğinin ilk yıllarında gösterilmiş olmalıdır; çünkü bu tür şeyler, peygamberlerin ilk döneminde eğitim ve öğretim için gereklidir. 2. Bu kıssa, Mekkeli müminleri rahatlatmak için anlatıldığına göre, İslâm’ın ilk dönemlerinde Mekkeli müşriklerin müminlere yaptığı işkencelerin bir benzeri ile İsrâiloğulları’nın da Hz. Mûsâ’nın peygamberliğinin ilk döneminde karşılaştığı sonucuna varılabilir. Bu iki noktaya dayanılarak bu olayın Firavun’un İsrâiloğulları’na uyguladığı işkencenin en şiddetli olduğu ve bu dönemde Hz. Mûsâ’nın Sudan’a yaptığı yolculuk esnasında gerçekleştiği söylenebilir. Bu takdirde iki denizin birleştiği yer de Mavi Nil ile Beyaz Nil’in birleştiği bugünkü Hartum şehri olur (III, 166).
 
 Tarihî ve coğrafî bilgiler ışığında “mecma‘u’l-bahreyn”den maksadın Süveyş körfezi ile Akabe körfezinin birleştiği yer olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Hz. Mûsâ’nın Hızır’ı araması olayı onun İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkarıp Sina dağına götürmesi ve burada vahiy almasından sonra vuku bulmuştur. Sina dağına ve Sina çölüne en yakın iki deniz ise Süveyş ve Akabe körfezleridir. Bunun dışındaki görüşler çok uzak ihtimallerdir (Celal Kırca, “Mecma‘u’l-bahreyn”, DİA, XXVIII, 256). 
 
 Kıssa, Hz. Mûsâ ile ilgili olmasına rağmen Tevrat’ta yer almamıştır; bununla birlikte İsrâiloğulları arasında biliniyor olması gerekir. Nitekim yahudi efsanesinde bunun benzeri olan İlyâs ile Yeşua ben Levi kıssası vardır ki muhtemelen Kur’an’da anlatılan bu kıssanın bozulmuş şeklidir.
 
 Bazı müsteşrikler, Kur’an’da anlatılan bu kıssanın Gılgamış destanından, İskender hikâyesinden ve yahudi efsanesinden veya Grek mitolojisindeki Glaukos (İlyada) hikâyesinden kaynaklanmış olduğunu ileri sürmüşlerdir (bk. A. J. Wensinck, “Hızır”, İA, V, 458). Ancak bu efsanelerdeki şahsiyet, Kur’an’daki Hızır’dan ziyade halk inançlarındaki Hızır’a benzemektedir. Ayrıca bu hikâyelerdekinin aksine, gerek Kur’an’da gerekse sahih hadislerde Hızır’ın ölümsüzlüğe mazhar olduğuna dair en küçük bir işaret yoktur (geniş bilgi için bk. İlyas ÇelebiSüleyman Uludağ, “Hızır”, DİA, XVII, 406-411).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 568-572
 

 Haqabe حقب : أحْقاب kelimesi, uzun zaman demek olan حُقُب'un çoğuludur,  حِقْبَة seksen yıldır. Doğrusu ise bu kelimenin belirsiz  bir zaman dilimi olduğudur. إحْتِقاب heybeyi (حَقِيبَة) binekte olan kişinin arkasına bağlamaktır. (Müfredat)

  Kelimedeki asıl anlam; zaman, mekan ya da başka bir şeydeki devamlılık ve uzunluktur. 18/60 لَا أَبْرَحُ حَتَّى أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا yani uzun bir zaman gideceğim yada uzun ve devamlı bir mekan ve yolculuk geçireceğim لِلْطَّاغِينَ مَآبًا لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا 23- 78/22 yani uzun ve geniş zamanlar... Huqb'un hapisle açıklanmasının (bazılarının söylediği gibi) uygun olmadığı ise açıktır. Buna da Kuran-ı Kerim'de geçen uzunluk ve devamlılık manasındaki kullanımları delil teşkil etmektedir.(Tahqiq)

Hıqbe, sene manasına gelir, ancak sene kelimesinin ifade etmediği bir anlam da ifade eder: Sene ayların toplamıdır. Hıqbe, kendisinde amellerin ve işlerin icra edildiği bir zarftır. Bu kelime yolcunun yolculuk esnasında azık edindiği yiyecek ve diğer eşyaları koyup semerinin arkasına bağladığı bir tür çıkın olan haqîbe sözcüğünden alınmıştır.  (Furuq) 

"Yıllarca yol yürürüm" ayetinin orjinal metninde geçen el-Huqb kelimesi bir görüşe göre "bir yıl", diğer bir görüşe göre de "seksen yıl" demektir. Fakat burada bu sözcük bir zaman dilimini belirlemekten çok, kararlılığı ifade etmek için kullanılmaktadır. (Seyyid Kutub) 

Kuran’ı Kerim’de tek bir isim türevinde sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli heybedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذْ  zaman zarfı, mahzuf olan  اذكر  fiiline müteallıktır.

إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a. إِذْ  mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b. إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c. بَيْنَا  ve  بَيْنَمَا ‘dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُوسٰى   kelimesi  قَالَ  fiilinin failidir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. 

لِفَتٰيهُ  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıktır. Cer alameti elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Mekulü’l-kavl,  لَٓا اَبْرَحُ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَبْرَحُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ‘dir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  حَتّٰٓى  harf-i ceriyle birlikte  اَبْرَحُ  fiiline müteallıktır. 

حَتّٰٓى  gaye bildiren cer harfidir.  اَبْلُغَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ‘dir.

اَنْ  harfi altı yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren  لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَجْمَعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْبَحْرَيْنِ  muzâfun ileyh olup cer alameti ى’dir. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar.

اَوْ  atıf harfidir. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَمْضِيَ  mansub muzari fiil olup  اَبْلُغَ  fiiline matuftur.  حُقُباً  zaman zarfı  اَمْضِيَ  fiiline müteallıktır.

 

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً

 

İsti’naf cümlesidir. Bu, Allah Teâlâ'nın Kehf Suresinde anlattığı üçüncü kıssanın başlangıcıdır. (Fahreddin er-Râzî)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  اِذْ ’in, takdiri اذكر  [Hatırla, düşün.] olan müteallakı mahzuftur. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan …قَالَ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … لَٓا اَبْرَحُ  ile başlayan cümle sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَٓا اَبْرَحُ  nakıs fiildir. İstimrar fiillerindendir. Bu cümlede nakıs fiilin, takdiri سائرا  (Yürüyerek) olan haberi mahzuftur. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mekulü’l-kavl, Musa’nın (as)’ın yol arkadaşına söyledikleridir.

Gaye bildiren masdar ve cer harfi  حَتّٰى  ve akabindeki  اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ  cümlesi masdar teviliyle  اَبْرَحَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً  cümlesi, اَوْ  atıf harfiyle masdarı-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

لَٓا اَبْرَحُ , ‘durmadan yürüyeceğim’ anlamındadır. Haber hazf edilmiştir, çünkü durumdan anlaşılmaktadır, o da yolculuktur. (Beyzâvî)

حُقُباً  uzun zamandır, 80 yıl da 70 yıl da denilmiştir. (Beyzâvî)

لَٓا اَبْرَحُ - حَتّٰٓى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَمْضِيَ - حُقُباً - لَٓا اَبْرَحُ  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır. 

Allah Teâlâ’nın bu surede anlattığı üçüncü kıssanın başlangıcıdır. Çünkü Musa (as), kendisinden ilim öğrenmek için Hızır (as)’ı aramaya gitti. Bu, her ne kadar başlı başına bir kıssa ise de, ilk iki kıssada anlatılan hususları destekler. Bu kıssanın, mallarının ve taraftarlarının çokluğu ile Müslüman fakirlere karşı övünen o kâfirleri reddetmesi hususunda taşıdığı mana şudur: Musa (as) onca ilmine, ameline, yüce makamına ve son derece şerefli olmasını sağlayacak şeylerin şahsında toplanmış olmasına rağmen, ilim elde etmek için Hızır (as)’a gitmiş ve tevazu göstermiştir. Bu, tevazunun tekebbürden hayırlı olduğuna delalet eder.” (Fahreddin er-Râzî)