بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | صَرَّفْنَا | biz türlü biçimlerde anlattık |
|
3 | فِي |
|
|
4 | هَٰذَا | bu |
|
5 | الْقُرْانِ | Kur’an’da |
|
6 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | كُلِّ | her çeşit |
|
9 | مَثَلٍ | misali |
|
10 | وَكَانَ | ama |
|
11 | الْإِنْسَانُ | insan |
|
12 | أَكْثَرَ | daha çok |
|
13 | شَيْءٍ | her şeyden |
|
14 | جَدَلًا | tartışmacıdır |
|
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
صَرَّفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي هٰذَا car mecruru صَرَّفْنَا fiiline müteallıktır. الْقُرْاٰنِ kelimesi هٰذَا ’den bedel veya ondan sıfattır.
لِلنَّاسِ car mecruru صَرَّفْنَا filine müteallıktır. مِنْ كُلِّ car mecruru صَرَّفْنَا fiiline müteallıktır. مَثَلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
الْاِنْسَانُ kelimesi كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. اَكْثَرَ kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup fetha ile mansubdur. جَدَلاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır. قَدْ tahkik harfi ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş … صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
الْقُرْاٰنِ ’ın هٰذَا ile işaret edilmesi tazim, önemini belirtmek ve dikkatleri toplamak içindir. الْقُرْاٰنِ bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile o sırada yazılı metin halinde olmayan Kur'an’a işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ ibaresindeki ف۪ي harfinde de istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilen Kur'an, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Kur'an, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
مِنْ كُلِّ ‘deki مِنْ harfi teb’iz içindir. كُلِّ ise umum ifade eder. (Âşûr, İsra/89)
مَثَلٍۘ ’deki tenvin nev ve tazim içindir.
Tasrif, tekrar tekrar yapma manasını taşır ki durum da böyledir. Çünkü Allah Teâlâ, müşriklerin şüphelerine pek çok açıdan, tekrar tekrar cevap vermiştir. (Fahreddin er-Razi)
وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً
Cümle kasemin cevabına وَ ’la atfedilmiştir. İstînâf cümlesi olması da caizdir.
كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
كَانَ ’nin haberi اَكْثَرَ şeklinde ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
شَيْءٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
كَانَ fiili burada genel karakteri olan geçmiş zamana işaret etmenin yanında devamlılık ve süreklilik anlamına delalet etmektedir. Ayetteki ifadeden, cedelin geçmişte insanın, neredeyse ayrılmaz bir vasfı olduğu ve gelecekte de bu özelliğe sahip olacağı anlaşılmaktadır.
[Fakat insan, cedelleşme bakımından her şeyden ileridir] ifadesi "Kendisinden cedelleşmenin en çok sadır olduğu varlık insandır" demektir. جَدَلاً kelimesi ayette, temyiz olarak mansubdur. Bazı muhakkik alimler şöyle demişlerdir: Ayet, peygamberlerin, kavimleri ile dinleri hususunda mücadele ettiklerine, kavimlerinin de peygamberlere karşı mücadele ve münakaşaya girdiklerine delalet eder. Çünkü mücadele, iki taraflıdır. Bu da taklidi kabul etmenin batıl olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette الْاِنْسَانُ lafzı tekrarlanmıştır. Bundan murad, dikkat çekip önemini vurgulamaktır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كُلِّ - اَكْثَرَ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وكانَ الإنْسانُ أكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا cümlesi tezyîldir. Îcâz olarak mahzuf bir cümleye delalet eder: فَجادَلُوا فِيهِ وكانَ الإنْسانُ أكْثَرَ جَدَلًا (Onunla mücadele ettiler, insan çok mücadelecidir). İnsan ismi Âdemoğlu için bir nev ismidir. Başındaki elif-lâm da hakikatı tarif içindir. النّاسِ kelimesinden daha umumidir. (Âşûr)
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | şey |
|
2 | مَنَعَ | alıkoyan |
|
3 | النَّاسَ | insanları |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يُؤْمِنُوا | inanmaktan |
|
6 | إِذْ | zaman |
|
7 | جَاءَهُمُ | kendilerine geldiği |
|
8 | الْهُدَىٰ | hidayet |
|
9 | وَيَسْتَغْفِرُوا | ve istiğfar etmekten |
|
10 | رَبَّهُمْ | Rablerine |
|
11 | إِلَّا | ancak |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | تَأْتِيَهُمْ | kendilerine de gelmesidir |
|
14 | سُنَّةُ | yasasının |
|
15 | الْأَوَّلِينَ | evvelkilerin |
|
16 | أَوْ | yahut |
|
17 | يَأْتِيَهُمُ | karşılarına gelmesidir |
|
18 | الْعَذَابُ | azabın |
|
19 | قُبُلًا | açıkça |
|
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَنَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
النَّاسَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, مَنَعَ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune müteallıktır. يُؤْمِنُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذْ zaman zarfı يُؤْمِنُٓوا fiiline müteallıktır.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْهُدٰٓى fail olup mukadder damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَغْفِرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَبَّهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, مَنَعَ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. Muzâfun ileyh hazf edilmiştir. Takdiri; إتيانها أو طلب إتيانها (Oraya gelmeleri veya oraya gelmeyi istemeleri) şeklindedir.
تَأْتِيَهُمْ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. سُنَّةُ fail olup lafzen merfûdur. الْاَوَّل۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘ dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْتِيَهُمُ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعَذَابُ fail olup lafzen merfûdur. قُبُلاً kelimesi الْعَذَابُ ‘nun hali olup fetha ile mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُٓوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَسْتَغْفِرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً
وَ istînâfiyyedir. Menfi mazi fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى , masdar tevilinde مَنَعَ fiiilinin ikinci mef’ûlüdür. جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى cümlesine muzâf olan zaman zarfı اِذْ , masdar cümlesinin fiili olan يُؤْمِنُٓوا ‘ye müteallıktır.
Ayetteki ikinci masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ cümlesi, مَنَعَ fiilinin faili konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Tehdit manası taşıyan ayet, nefy harfi مَا ve hasr edatı اِلَّٓا ile oluşmuş bir kasr cümlesidir.
Kasr, fiille fail olan masdar-ı müevvel arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Ayette اَنْ masdar harfinin oluşturduğu iki masdar-ı müevvel vardır. Teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir.
Aynı üslupta gelerek اَوْ atıf harfiyle masdar-ı müevvel cümlesine atfedilen اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ ibaresinde fiilin faili olarak gelen azap kendi iradesiyle hareket eden irade sahibi bir varlık yerine konarak tehdidin artması sağlanmıştır. İstiare vardır.
جَٓاءَ - تَأْتِيَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, تَأْتِيَهُمْ - يَأْتِيَهُمُ kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُبُلاً , gözle görmektir. Zamirden veya azaptan hal olarak mansubdur. (Beyzâvî)
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
قُبُلاً , ‘onlar hayatta iken kendilerine peş peşe gelen çeşitli azaplar’ demektir. Bu kelimenin, mukabele (hemen karşıda bulunan, aşikâr) manasında olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Âşûr şöyle bir açıklama yapmıştır:
سُنَّةُ الأوَّلِينَ ; küfür şekilleri demektir. Sünnet kelimesinin onlara izafe edilmesi, masdarın failine izafesi gibidir. Yani السُّنَّةُ الَّتِي سَنَّها الأوَّلُونَ (Öncekilerin yaptığı gibi yapmak) demektir. İmanı engellemelerinin öncekilerin sünnetine isnadında istiare vardır. Mana şöyledir: Onların iman etmelerine engel olan şey; daha öncekilerin iman etmelerine engel olan inat, tuğyan, resulleri yalanlamak ve hafife almak adetleridir.
Burada imandan sonra istiğfarın zikredilmesi küfrü terk etmek için acele etmelerini, peygamberi yalanlamak ve kibirlenmek dolayısıyla tövbe etmelerini telkin etmek içindir.
Buradaki أوْ harfi إلى manasındadır. الإتْيانُ fiili de gelecekte gerçekleşeceği manasında mecazdır. أنِ masdariye, muzarinin müstakbel manasını ifade ettiğine delalet eder. Bu nisbî bir istikbaldir. Her ümmet için bir evvelki ümmetin sünneti vardır.
İman etmemelerinin öncekilerin sünnetine isnad edilmesi aklî mecazdır. Bu ifade; tehdit, uyarı, ikaz ve küfürden istiğfar konusunda acele etmeye teşvikten kinayedir. (Âşûr)
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ وَيُجَادِلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُواً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | نُرْسِلُ | biz göndermeyiz |
|
3 | الْمُرْسَلِينَ | elçileri |
|
4 | إِلَّا | (olması) dışında |
|
5 | مُبَشِّرِينَ | müjdeleyiciler |
|
6 | وَمُنْذِرِينَ | ve uyarıcılar |
|
7 | وَيُجَادِلُ | ve mücadele ediyorlar |
|
8 | الَّذِينَ | kimseler |
|
9 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
10 | بِالْبَاطِلِ | batılla |
|
11 | لِيُدْحِضُوا | gidermek için |
|
12 | بِهِ | onunla |
|
13 | الْحَقَّ | hakkı |
|
14 | وَاتَّخَذُوا | ve edindiler |
|
15 | ايَاتِي | ayetlerimi |
|
16 | وَمَا | ve şeyleri |
|
17 | أُنْذِرُوا | uyarıldıkları |
|
18 | هُزُوًا | alay konusu |
|
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُرْسِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْمُرْسَل۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
اِلَّا hasr edatıdır. مُبَشِّر۪ينَ hal olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُنْذِر۪ينَ kelimesi atıf harfi وَ ’la مُبَشِّر۪ينَ ’ye matuftur.
الْمُرْسَل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
مُنْذِر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
مُبَشِّر۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمُنْذِر۪ينَۚ وَيُجَادِلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُواً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يُجَادِلُ merfû muzari fiildir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْبَاطِلِ car mecruru ism-i mevsulun mahzuf haline müteallıktır.
لِ harfi, يُدْحِضُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. يُدْحِضُوا kelimesi ن ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يُجَادِلُ fiiline müteallıktır. بِهِ car mecruru يُدْحِضُوا fiiline müteallıktır.
الْحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي cümlesi قد takdiriyle hal cümlesidir.
وَ haliyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir. اتَّخَذُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اتَّخَذُوا fiili değiştirme manasına gelen kalp fiillerdendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰيَات۪ي mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzafun ileyh olup mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. مَٓا müşterek ism-i mevsûl , اٰيَات۪ي kelimesine matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْذِرُوا ‘ dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْذِرُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
هُزُواً kelimesi اُنْذِرُوا ‘nin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
يُجَادِلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (işteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef'ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْبَاطِلِ kelimesi sülasisi olan بطل fiilin ismi failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ
Ayet وَمَا مَنَعَ cümlesine وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi iki cümle arasındaki manen ve lafzen ittfaktır. Ayetin ilk cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır. Azamet zamirine isnad edilen fiil tazim ifade etmiştir.
Cümle nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşmuş kasrla tekid edilmiştir. Kasr, zül-hal ile hali arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
وَمُنْذِر۪ينَۚ , hal olan مُبَشِّر۪ينَ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
نُرْسِلُ - الْمُرْسَل۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Gönderilenlerin görevinin uyarıcı ve müjdeleyici olmak şeklinde açıklanması taksim sanatıdır.
مُبَشِّر۪ينَ [Müjdeleyiciler] - مُنْذِر۪ينَۚ [Uyarıcılar] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
مَا نُرْسِلُ - الْمُرْسَل۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَيُجَادِلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُواً
وَ istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُجَادِلُ fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan … كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçen kişileri tahkir ifade eder.
Sebep bildiren masdar ve cer harfi لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup لِ harfiyle birlikte يُجَادِلُ fiiline müteallıktır.
لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ ifadesinde istiare vardır. Çünkü دحض ‘ın asıl anlamı ayak sürçmesi dir. Nitekim مكان دحيض ifadesi kaygan zemin anlamındadır. Buna göre Yüce Allah, buradaki لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ ifadesiyle sanki yerinde sabit duran hakkın ayağını kaydırıp bulunduğu yerden alarak bertaraf etmek için buyurmuş oluyor ki bu vaziyette hak, sağlam iken kırılmış olan, doğru iken eğrilmiş bulunan bir nesne gibi olmaktadır. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları)
قد takdiriyle hal konumundaki وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُواً cümlesi de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastına matuf اٰيَات۪ي izafetinde Allah Teâlâya ait ‘ben’ zamirinin ayetlere izafesi, ayetleri tekrim ve tazim içindir.
Ayetin başında cemi mütekellim zamiri kullanılırken, اٰيَات۪ي ‘de müfred mütekellime iltifat edilmiştir.
اٰيَات۪ي ‘ye matuf olan müşterek ism-i mevsûlün sılası olan اُنْذِرُوا هُزُواً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اُنْذِرُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Mef’ûl olan هُزُواً ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
اُنْذِرُوا - مُنْذِر۪ينَۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, الْبَاطِلِ - الْحَقَّ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | kim olabilir? |
|
2 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
3 | مِمَّنْ | kimseden |
|
4 | ذُكِّرَ | hatırlatılan |
|
5 | بِايَاتِ | ayetleri |
|
6 | رَبِّهِ | Rabbinin |
|
7 | فَأَعْرَضَ | fakat yüz çeviren |
|
8 | عَنْهَا | onlardan |
|
9 | وَنَسِيَ | ve unutandan |
|
10 | مَا | şeyi |
|
11 | قَدَّمَتْ | öne sürdüğü |
|
12 | يَدَاهُ | ellerinin |
|
13 | إِنَّا | gerçekten biz |
|
14 | جَعَلْنَا | koyduk |
|
15 | عَلَىٰ | üzerine |
|
16 | قُلُوبِهِمْ | onların kalbleri |
|
17 | أَكِنَّةً | engel olan örtüler |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | يَفْقَهُوهُ | onu anlamalarına |
|
20 | وَفِي | ve içine |
|
21 | اذَانِهِمْ | kulaklarının |
|
22 | وَقْرًا | ağırlıklar |
|
23 | وَإِنْ | eğer |
|
24 | تَدْعُهُمْ | onları çağırsan da |
|
25 | إِلَى |
|
|
26 | الْهُدَىٰ | doğru yola |
|
27 | فَلَنْ | asla |
|
28 | يَهْتَدُوا | doğru yola gelmezler |
|
29 | إِذًا | o halde |
|
30 | أَبَدًا | asla |
|
Arada عرض : عَرْضٌ uzunluğun zıddıdır ve genişlik/en anlamına gelir. عُرْضٌ sözcüğü ise hassaten 'yan' manasında kullanılmıştır. عارِضٌ kelimesinin aslı 'yanı görünen' demektir. Ancak bazen bulut, bazen kişiye ârız olan bir hastalık, bazen yanak, bazen de diş için kullanılır.
Kuran-ı Kerim'de de geçen عُرْضَة sözcüğü bir şeye yapılan engel anlamındadır. İf'al formundaki أعْرَضَ fiili yanını gösterdi demektir ve لِ harfi ceriyle kullanıldığında ise bir şeyin yanı göründü ve uzanıp almak mümkün hale geldi anlamına gelir. عَنْ harfi ceriyle kullanımına gelince yan dönerek uzaklaştı demek olur. عَرَضٌ sabitliliği ve devamlılığı olmayan şey hakkında kullanılır. Tef'il babındaki عَرَّضَ şekli doğru/yalan veya zâhir/batın olmak üzere iki yönlü bir sözdür. Son olarak عَرْضٌ kelimesine alimler tarafından uzunluk, genişlik ya da bedel/karşılık olarak mana verilmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 79 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri arz, araz, aruz, ârızî,mâruz, mâruzat, târiz, itiraz, muâraza, muârız, taarruz, arıza, ırz ve arzuhaldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haber olup lafzen merfûdur.
اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَظْلَمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası ذُكِّرَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ذُكِّرَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naibi faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بِاٰيَاتِ car mecruru ذُكِّرَ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْرَضَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَنْهَا car mecruru اَعْرَضَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَسِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
مَا müşterek ism-i mevsûl, mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ يَدَاهُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te'nis alametidir.
يَدَاهُ fail olup ref alameti elif (ا) dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَدَّمَتْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
جَعَلْنَا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَكِنَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun lieclih olarak mahallen merfûdur. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri; كراهة أن يفقهوه (Anlamayı kerih görerek) şeklindedir.
يَفْقَهُوهُ fiili ن ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la عَلٰى قُلُوبِهِمْ ‘e matuftur.
وَقْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَدْعُهُمْ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَى الْهُدٰى car mecruru تَدْعُهُمْ fiiline müteallıktır. الْهُدٰى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. يَهْتَدُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِذاً cevap harfidir. اَبَداً zaman zarfı, يَهْتَدُٓوا fiiline müteallıktır.
يَهْتَدُٓو fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ
وَ isti’nafiyye, مَنْ istifham edatıdır. İstifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
İsim cümlesi formunda gelen cümlede, istifham ismi مَنْ mübteda, اَظْلَمُ haberdir.
Müsned olan اَظْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mecrur mahalde اَظْلَمُ ’ya müteallık olan müşterek ism-i mevsûl مَّنِ ’in sılası, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Bu sözlerle asıl kastettikleri soru sormak değil, taaccüp ve inkârlarını ifade etmektir. Bu nedenle terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bu üslup tecâhül-i ârif sanatıdır.
Yani Rabbinin ayetlerinin hatırlatıldığı ve hemen bu ayetlerden yüz çevirenden daha zalimi yoktur demektir. (Âşûr)
مَنْ ile istifham harfi olan مَنْ arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ izafeti, ayetlerin şanı içindir. Yüz çevirenlere ait zamirin Rabb ismine izafesi, Allah’ın rububiyet vasfıyla onlara olan rahmet ve lütfunun hatırlatılması kastına matuftur
فَاَعْرَضَ cümlesi, ف atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ cümlesi, وَ harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan قَدَّمَتْ يَدَاهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiiller mazi sıygada gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
(Hâlidî, Vakafât, S. 107)
مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ ifadesinde ellerin zikredilme sebebi, fiillerin çoğunun onlar aracılığıyla işlenmesidir. Burada tağlîb yoluyla tüm fiiller eller aracılığıyla işleniyormuş gibi gösterilmiştir. (Keşşâf I, 475) (Kur'an’daki Deyimler ve Zemahşeri'nin Keşşâf’ı)
ذُكِّرَ - نَسِيَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ
Önceki cümle için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri, ıtnâb babındandır.
اِنَّٓ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّٓ ’nin haberi olan جَعَلْنَا mazi sıygada fiil cümlesidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَفْقَهُوهُ cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûlün lieclih konumundaki masdar-ı müevvel, takdiri كراهة (Kerih görerek) olan mahzuf muzâfın, muzâfun ileyhidir.
Mef’ûl olan اَكِنَّةً ve وَقْراًۜ kelimelerindeki tenvin kesret ve nev ifade eder.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً ve ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ ifadelerinde istiare vardır. Çünkü burada gerçek manada kalp üzerinde perde, kulakta da ağırlık yoktur. Anlatılmak istenen şudur: Allah Teâlâ Peygamberine (sav), onlara duyurup dinletmek üzere Kur'an’ı okumasını emredince, Kur'an’ı dinlemeyi katlanılmaz bir şey olarak bulmuşlar; bu sebeple de kalpleri üzerinde onu öğrenmeye mani bir perde, kulaklarında da onu anlamaya engel bir ağırlık bulunan kimseler gibi olmuşlardır. Şu var ki; bütün bunları onlar, bizzat kendileri yapmış ve seçimleri sebebiyle sorumlu duruma düşmüşlerdir. Durum böyle olmasaydı Kur'an’a sırt döndükleri için yerilmezler, onu dinlemekten kaçınmaları hususunda mazur sayılırlardı. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları , İsra/46, Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi, İsra/46)
قُلُوبِهِمْ - اٰذَانِهِمْ - يَدَاهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu kelam, onların yüz çevirmelerinin ve unutmalarının sebebini beyan ederek kalplerinin mühürlü olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)
وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً
Cümle وَ ile اِنَّا جَعَلْنَا ifadesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Cümlenin haber manalı olması, bu atfı mümkün kılmıştır.
Şart cümlesi olan تَدْعُهُمْ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً şeklindeki cevap cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. لَنْ tekid ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.
…وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى [Sen onları hidayete…] cümlesi, Peygamberimizin mukadder sualine cevap mahiyetindedir. Bu sual, Peygamberimizin, onların Müslüman olmalarına fazla önem vermesinden anlaşılmaktadır. Sanki Peygamberimiz "Ben niçin onları davet etmeyeyim?" demiş de buna cevap olarak böyle denilmiştir. (Ebüssuûd)
الْهُدٰى ve يَهْتَدُٓوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُوالرَّحْمَةِۜ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَرَبُّكَ | ve Rabbin |
|
2 | الْغَفُورُ | çok bağışlayandır |
|
3 | ذُو | sahibidir |
|
4 | الرَّحْمَةِ | rahmet |
|
5 | لَوْ | eğer |
|
6 | يُؤَاخِذُهُمْ | onları hemen cezalandırsaydı |
|
7 | بِمَا |
|
|
8 | كَسَبُوا | yaptıklariyle |
|
9 | لَعَجَّلَ | çabuklaştırırdı |
|
10 | لَهُمُ | onların |
|
11 | الْعَذَابَ | azabını |
|
12 | بَلْ | fakat |
|
13 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
14 | مَوْعِدٌ | va’dedilen bir zaman |
|
15 | لَنْ | asla |
|
16 | يَجِدُوا | bulamayacaklardır |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | دُونِهِ | ondan başka |
|
19 | مَوْئِلًا | sığınacak bir yer |
|
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُوالرَّحْمَةِۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. رَبُّكَ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْغَفُورُ haber olup lafzen merfûdur. ذُو , ikinci haber olup harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و ‘dır. الرَّحْمَةِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. يُؤَاخِذُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte يُؤَاخِذُهُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَسَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. عَجَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَهُمُ car mecruru عَجَّلَ fiiline müteallıktır.
الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُؤَاخِذُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَجَّلَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عجل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلاً
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَوْعِدٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يَجِدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِه۪ car mecruru مَوْئِلاً ‘in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَوْئِلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُوالرَّحْمَةِۜ
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin رَبُّكَ izafetiyle gelerek Rabb isminin peygambere ait zamire muzâf olması, peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütufkâr muamele ettiğinin beyanı içindir.
ذُوالرَّحْمَةِ ikinci haberdir. Müsnedin izafetle gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir. Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife oluşu kasr ifade eder. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat, hakiki kasrdır.
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir. Marife gelişleri, bu vasıfların mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
الْغَفُورُ- ذُوالرَّحْمَةِ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin metninde rahmet maddesinin mübalağa kipi ile zikredilmeyip yalnız mağfiret maddesinin mübalağa kipi ile الْغَفُورُ zikredilmesi, onların günahlarının çok olduğuna dikkat çekmek içindir. Bir de mağfiret, zararların terkidir ve Allah (cc), nihayetsiz olarak azapların terkine kādirdir. Rahmet ise fiil ve icattır ve ancak nihayeti (sonu) olan şeyler vücut kapsamına girmektedir. Ayette mağfiretin, rahmetten önce zikredilmesi, boşaltmanın süslemeden önce olması itibarıyladır. Yahut bu makama göre mağfiret daha önemlidir; çünkü bu makam, gerektirici sebepleri mevcut olan azabı beyan etmek makamıdır. Nitekim ayetin bundan sonraki cümlesi de bunu belirtmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
الغَفُورِ kelimesinin zikredilmesinde istiğfara rağbet ettirmek manası da idmâc edilmiştir. (Âşûr)
لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا , şart cümlesidir.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu başındaki harf-i cerle birlikte, يُؤَاخِذُهُمْ fiiline müteallıktır. Sılası olan كَسَبُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Lâm-ı rabıtanın dahil olduğu لَعَجَّلَ cümlesi لَوْ ’in cevabıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur لَهُمُ , mef’ûl olan الْعَذَابَۜ ’ye konudaki önemine binaen takdim edilmiştir.
لَوۡ gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildirir.
Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır.” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi)
بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلاً
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İdrâb harfi بَلْ ‘in dahil olduğu لَهُمْ مَوْعِدٌ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَوْعِدٌ muahhar mübtedadır. Kelimedeki tenvin ‘herhangi bir’ anlamındadır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَنْ يَجِدُوا cümlesi, مَوْعِدٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzarinin manasını menfî istikbale çevirerek asla manası kazandıran لَنْ edatı tekid ifade eder.
مِنْ دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Ona karşı asla bir sığınak bulamazlar. مَوْئِلاً sığınak ve korunak demektir ki وأل kurtulmaktır, وأل إليه de sığınmaktır. (Beyzâvî)
الْغَفُورُ - الْعَذَابَۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu kavuşma zamanı kıyamet günüdür. Bu cümle mukadder bir cümleye atıftır. Yani onlar ansızın muaheze edilmeyeceklerdir ve onlar için bir kavuşma zamanı vardır. (Ebüssuûd)
Onların inkârını ret için tekid ifadesi olan لَنْ harfi gelmiştir. Çünkü onlar, azabın uzun sürdüğünü görünce azaptan kurtulduklarını zannederler. Yani; Kendilerine vadedilen vaktin veya mekânın gelmesinden başka onları azaptan kurtaracak yoktur. Sığınacakları sadece Allah’tır. Bu üslup, zıddına benzer bir şeyle manayı tekid üslubudur. Yani, onlar Allah’tan kaçamazlar demektir. (Âşûr)
وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِداً۟
وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِداً۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْقُرٰٓى ismi işaretten bedel veya atf-ı beyandır. Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
Burada اَنْ tefsir harfinden sonra gelen اتَّقُوا اللّٰهَۜ cümlesi atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْلَكْنَاهُمْ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. ظَلَمُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لِمَهْلِكِهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَوْعِداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِداً۟
Cümle وَ ‘la, … وَرَبُّكَ الْغَفُورُ cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, muhataba tariz, uyarı kastıyladır. Helak edilen memleketleri iyice anlayın, gözünüzün önüne getirip ibret alın der gibidir.
Muşârun ileyh olan الْقُرٰٓى , işaret ismi تِلْكَ ’den bedeldir. Bedel ıtnâb sanatıdır.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ ifadesinde mecazî isnad vardır. Helak olan mekân değil, o mekânda bulunanlardır. Hal-mahal alâkasıyla mecaz-ı mürseldir.
Şart manalı zaman zarfı لَمَّا ’nın muzaf olduğu ظَلَمُواۙ , mazi fiil cümlesi, cevabı mahzuf şart fiilidir.
Takdiri, أهلكناهم [Onları helak etmiştik.] olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen وَجَعَلْنَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan مَوْعِداً۟ ‘deki tenvin tazim ifade eder.
لِمَهْلِكِهِمْ ile اَهْلَكْنَاهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tıpkı Bedir gününü, Mekke müşrikleri için bir vade olarak belirlediğimiz gibi مَهْلِكِ , helak etmek veya helak zamanı manasınadır. مَوْعِداً۟ kelimesi ya ism-i zamandır ya masdardır. Buna göre ifade ile kastedilen, "Biz onları çarçabuk helak ettik. Bununla beraber onlar tövbe edebilsinler diye, bir müddet mühlet de verdik" manasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
Onları helak etmek vaktinden murad, zulmettikleri o muayyen vakit değil, zulümlerinin başlangıcından helak oldukları zamana kadar uzayan müddettir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | قَالَ | demişti ki |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa |
|
4 | لِفَتَاهُ | uşağına |
|
5 | لَا |
|
|
6 | أَبْرَحُ | durmayacağım |
|
7 | حَتَّىٰ | kadar |
|
8 | أَبْلُغَ | varıncaya |
|
9 | مَجْمَعَ | birleştiği yere |
|
10 | الْبَحْرَيْنِ | iki denizin |
|
11 | أَوْ | veya |
|
12 | أَمْضِيَ | yürüyeceğim |
|
13 | حُقُبًا | uzun bir zaman |
|
Haqabe حقب : أحْقاب kelimesi, uzun zaman demek olan حُقُب'un çoğuludur, حِقْبَة seksen yıldır. Doğrusu ise bu kelimenin belirsiz bir zaman dilimi olduğudur. إحْتِقاب heybeyi (حَقِيبَة) binekte olan kişinin arkasına bağlamaktır. (Müfredat)
Kelimedeki asıl anlam; zaman, mekan ya da başka bir şeydeki devamlılık ve uzunluktur. 18/60 لَا أَبْرَحُ حَتَّى أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا yani uzun bir zaman gideceğim yada uzun ve devamlı bir mekan ve yolculuk geçireceğim لِلْطَّاغِينَ مَآبًا لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا 23- 78/22 yani uzun ve geniş zamanlar... Huqb'un hapisle açıklanmasının (bazılarının söylediği gibi) uygun olmadığı ise açıktır. Buna da Kuran-ı Kerim'de geçen uzunluk ve devamlılık manasındaki kullanımları delil teşkil etmektedir.(Tahqiq)
Hıqbe, sene manasına gelir, ancak sene kelimesinin ifade etmediği bir anlam da ifade eder: Sene ayların toplamıdır. Hıqbe, kendisinde amellerin ve işlerin icra edildiği bir zarftır. Bu kelime yolcunun yolculuk esnasında azık edindiği yiyecek ve diğer eşyaları koyup semerinin arkasına bağladığı bir tür çıkın olan haqîbe sözcüğünden alınmıştır. (Furuq)
"Yıllarca yol yürürüm" ayetinin orjinal metninde geçen el-Huqb kelimesi bir görüşe göre "bir yıl", diğer bir görüşe göre de "seksen yıl" demektir. Fakat burada bu sözcük bir zaman dilimini belirlemekten çok, kararlılığı ifade etmek için kullanılmaktadır. (Seyyid Kutub)
Kuran’ı Kerim’de tek bir isim türevinde sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli heybedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ‘dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى kelimesi قَالَ fiilinin failidir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
لِفَتٰيهُ car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. Cer alameti elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavl, لَٓا اَبْرَحُ ‘dur. قَالَ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَبْرَحُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ‘dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَتّٰٓى harf-i ceriyle birlikte اَبْرَحُ fiiline müteallıktır.
حَتّٰٓى gaye bildiren cer harfidir. اَبْلُغَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ‘dir.
اَنْ harfi altı yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَجْمَعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْبَحْرَيْنِ muzâfun ileyh olup cer alameti ى’dir. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar.
اَوْ atıf harfidir. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْضِيَ mansub muzari fiil olup اَبْلُغَ fiiline matuftur. حُقُباً zaman zarfı اَمْضِيَ fiiline müteallıktır.
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً
İsti’naf cümlesidir. Bu, Allah Teâlâ'nın Kehf Suresinde anlattığı üçüncü kıssanın başlangıcıdır. (Fahreddin er-Râzî)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in, takdiri اذكر [Hatırla, düşün.] olan müteallakı mahzuftur. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan …قَالَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan … لَٓا اَبْرَحُ ile başlayan cümle sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَٓا اَبْرَحُ nakıs fiildir. İstimrar fiillerindendir. Bu cümlede nakıs fiilin, takdiri سائرا (Yürüyerek) olan haberi mahzuftur. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mekulü’l-kavl, Musa’nın (as)’ın yol arkadaşına söyledikleridir.
Gaye bildiren masdar ve cer harfi حَتّٰى ve akabindeki اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ cümlesi masdar teviliyle اَبْرَحَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen اَوْ اَمْضِيَ حُقُباً cümlesi, اَوْ atıf harfiyle masdarı-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
لَٓا اَبْرَحُ , ‘durmadan yürüyeceğim’ anlamındadır. Haber hazf edilmiştir, çünkü durumdan anlaşılmaktadır, o da yolculuktur. (Beyzâvî)
حُقُباً uzun zamandır, 80 yıl da 70 yıl da denilmiştir. (Beyzâvî)
لَٓا اَبْرَحُ - حَتّٰٓى kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَمْضِيَ - حُقُباً - لَٓا اَبْرَحُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ’nın bu surede anlattığı üçüncü kıssanın başlangıcıdır. Çünkü Musa (as), kendisinden ilim öğrenmek için Hızır (as)’ı aramaya gitti. Bu, her ne kadar başlı başına bir kıssa ise de, ilk iki kıssada anlatılan hususları destekler. Bu kıssanın, mallarının ve taraftarlarının çokluğu ile Müslüman fakirlere karşı övünen o kâfirleri reddetmesi hususunda taşıdığı mana şudur: Musa (as) onca ilmine, ameline, yüce makamına ve son derece şerefli olmasını sağlayacak şeylerin şahsında toplanmış olmasına rağmen, ilim elde etmek için Hızır (as)’a gitmiş ve tevazu göstermiştir. Bu, tevazunun tekebbürden hayırlı olduğuna delalet eder.” (Fahreddin er-Râzî)
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | بَلَغَا | varınca |
|
3 | مَجْمَعَ | birleştiği yere |
|
4 | بَيْنِهِمَا | iki (denizin) arasının |
|
5 | نَسِيَا | unuttular |
|
6 | حُوتَهُمَا | balıklarını |
|
7 | فَاتَّخَذَ | (balık) tuttu |
|
8 | سَبِيلَهُ | yolunu |
|
9 | فِي |
|
|
10 | الْبَحْرِ | denizde |
|
11 | سَرَبًا | sıyrılıp |
|
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَباً
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. بَلَغَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَلَغَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
مَجْمَعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بَيْنِهِمَا zaman zarfı , muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen نَسِيَا حُوتَهُمَا cümlesi şartın cevabıdır. نَسِيَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
حُوتَهُمَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
سَب۪يلَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فِي الْبَحْرِ car mecruru سَب۪يلَ ‘nin mahzuf haline müteallıktır.
سَرَباً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَباً
فَ atıf harfidir. Atıf sebebi cümleler arasındaki anlam bütünlüğüdür. Allah Teâlâ Musa (as) ve yol arkadaşının kıssasıyla ilgili bilgileri veriyor.
Şart manası taşıyan zaman zarfı لَمَّا ise حين manasındadır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı olan ve فَ karînesi olmadan gelen نَسِيَا حُوتَهُمَا cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki فَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَباً cümlesi, فَ harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki fiillerin hepsi mazi sıygada gelmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Mef’ûl olan سَرَباً ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.
لَمَّا , “ne zaman ki” manasında şart anlamı olan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
İkisinin birleştiği yere varınca yani iki denizin birleştiği yere demektir, بَيْنِهِمَا zarftır, مَجْمَعَ ona mecazen muzâf olmuştur ya da بَيْنِ temas manasınadır. سَرَباً yol demektir. (Beyzâvî)O gün derste, insanın tartışmaya olan düşkünlüğü konuşuluyordu. Hocanın: “Dün kaç kere haklı olduğunuzu kanıtlamaya çalıştınız?” sorusuyla sınıf sessizleşti. Herkes kendi dününü düşünüyordu. Bu sırada hoca da dersine devam ediyordu:
İnsan tartışmaya düşkündür. Konuşmayı sevendir ve konuşmalarının bir kısmında ise devamlı, karşı tarafa kendi haklılığını kabul ettirmeye çalışandır. Halbuki insan, bu huyundan vazgeçse, çok daha huzurlu hissedecektir. Anlatılanları dinleyecektir. Önyargıları kırılacaktır. Yaptığı olumsuz genellemeler yıkılacaktır. Fırsatları değerlendirmeye daha açık olacaktır. Gereksiz yere kendini savunmaktan vazgeçecektir. Zira, kendisinin hep haklı olduğunu düşünen kişi, adeta kapalı bir kutu içindedir. Dünyevi meselelerden, uhrevi meselelere kadar bu hale bürünebilir. Bunun en uç noktası ise inkar edenlerin halidir. Allah’ın ayetleri hatırlatıldığında, ona sırt çeviren zalimlerin halidir.
Ey bağışlamayı seven ve merhamet sahibi olan Allahım! Beni bağışla ve bana merhamet et. Tartışmaya düşkün halimden, devamlı haklılığını savunan nefsimden ve susmasını bilmeyen dilimden Sana sığınırım. Beni; ayetlerin hatırlatıldığında teslim olanlardan, hatası düzeltildiğinde doğrusunu öğrenenlerden ve kurtuluşa erenlerden eyle. Beni, milletimi ve vatanımı; zalimlerden ve helak edilmeye sebep hallerden muhafaza buyur.
Amin.
***
Birçok insanın yapmak isteyip de bir türlü başlayamadıkları vardır. Belki uygun şartları beklemektedir, belki herhangi bir işaret aramaktadır, belki de çok uzun zaman sonrasını hesaba katmaya çalışmaktadır. Özünde mükemmel bir başlangıç ve iş yapmayı hedeflemektedir. Halbuki bir işi daha iyi bir hale getirmek için önce başlamalıdır. Kısacası bir yere varmak için yola çıkmak gerekmektedir.
Bu mantığı uhrevi ve dünyevi işlerin tamamına uygulamak mümkündür. Beş vakit namaz kılmak, tesettüre girmek, projeyi tamamlamak, kitap okumak ve daha iyi bir kul, daha iyi bir insan olmak için geleceğe dair hesapların hepsini bir kenara koyup bugün yapması gerekenlere ya da yapabileceklerine bakmalıdır. Allah’ın kendisine yüklemediği ve işlerine mani olan mükemmeliyetçilik yüklerini bırakmalıdır. Gerektiğinde hatalarından tövbe ederek, Allah yolunda Allah’ın rızasını gözeterek dua ve zikir ile hep ilerlemeye çalışmalıdır.
Belki de zamanın birinde bu konuya şöyle bir örnek veren olmuştur: Herhangi bir yolun başında tereddüte düştüğünde Hızır (as) ile buluşmak için yola çıkan Musa (as)’ı düşün. Demem o ki yürüdüğün yolun Hızır’ı ile karşılaşmak için o yolda yürüyor olmalısın. Şunu asla unutma; insan canını teslim ettiğinde yarının yani yaşamadıklarının değil, yaşadığı dünlerin ve son günü olan bugününün hesabını verecektir.
Ey dünün, bugünün ve yarının sahibi olan Allahım! Bizi afiyet ile Senin yolunda doğru düzgün yürüyenlerden ve Senin rızana kavuşanlardan eyle. Günahlarımızı rahmetin ile affeyle ve dünkü hatalarımızı bugünümüze taşımaktan muhafaza buyur. Yarınlarımızın endişesiyle gereksiz yere aklımızı ve bedenimizi yormak yerine; yaşadığımız günlerimizi Sana daha iyi bir kul olmak için -Senden gelen kolaylıkla, bereketle, afiyetle ve nice hayırlarla- doğru değerlendirmemizi nasip eyle.
Amin.