Enbiyâ Sûresi 38. Ayet

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...

Bir de “Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُونَ ve diyorlar ق و ل
2 مَتَىٰ ne zaman?
3 هَٰذَا bu
4 الْوَعْدُ tehdid(ettiğiniz azab) و ع د
5 إِنْ eğer
6 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
7 صَادِقِينَ doğru söyleyenler ص د ق
 
Hz. Peygamber putların tanrı olamayacağını, dolayısıyla kimseye fayda veya zarar veremeyeceğini söylediği ve puta tapanları kınadığı için müşrikler onunla karşılaştıklarında “İlâhlarınızı diline dolayan bu mu?” diyerek onu küçümseyip kendisiyle alay ederlerdi; hatta Allah’ın birlik vasfı ve rahmân ismiyle anılmasına, O’nun gönderdiği kitabın zikredilmesine tahammül edemezlerdi. Bu âyetlerde onların bu küstahça tutumu kınayıcı bir üslûpla dile getirilmekte; daha sonra âhiret inancı ve sorgulamasıyla ilgili aynı alaycı ve inkârcı yaklaşımları özetlenerek beklemedikleri o günün, hak ettikleri o cezanın mutlaka gerçekleşeceğine dikkat çekilmektedir.
 
 Müfessirlerin bu 39. âyetle ilgili yorumlarını iki şekilde özetlemek mümkündür: a) Âyet müşriklerin Bedir Savaşı’nda karşılaşacakları ceza ve hezimete işaret etmekte ve onları uyarmaktadır. Çünkü o gün melekler ateşten kamçılarla onların yüzlerine ve sırtlarına vuracaklardır. Buna göre inkâr edenlerin, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamamasından maksat, meleklerin kendilerine vurmalarını önleyememeleri veya meleklerin onlara vurmaktan geri durmamalarıdır. b) Âhirette inkârcıları önlerinden ve arkalarından ateş kuşattığında kendilerini onun şiddetinden koruma imkânı bulamayacaklardır (İbn Âşûr, XVII, 70).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 679-6
 

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ ’dur.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

مَتٰى  istifham ismi olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَتَىٰ  (Ne zaman?) sorusu geçmiş veya gelecek bir zamanın belirlenmesi için sorulur.

هٰذَا  işaret ismi, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْوَعْدُ  kelimesi ism-i işaretten bedeldir.

Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi

2.  اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada ism-i işaretten sonra gelen camid isim (muşârun ileyh) olduğu için  الْوَعْدُ  kelimesi atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

صَادِقٖينَ  kelimesi  كُنْتُمْ ’un haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

صَادِقٖينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri, إن كنتم صادقين بقولكم فمتى هذا الوعد؟ (Eğer sözünüzde doğru iseniz, bu söz ne zaman?) şeklindedir.

 

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İnkârcıların, sahabeye yönelttikleri bu soruyla asıl maksatları alay etmektir.

مَتٰى  soru edatı ile geçmiş veya gelecekle ilgili zamanın belirtilmesi istenir. Bu edat, Kur'an'da dokuz yerde kullanılmıştır ve buralarda istifhamın dışında herhangi bir mana ifade etmemiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مَتٰى  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  هٰذَا  muahhar mübtedadır.  الْوَعْد ’in, işaret ismi  هٰذَا  ile işaret edilmesi mütekellimin tahkir amacını ifade etmiştir.

هٰذَا ’dan bedel olan  الْوَعْدُ  nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Bu tehdit buyurulurken  ذلك  değil, yakın için kullanılan işaret ismi gelmiştir. Böylece bu sözlerini, onları tehdit ettiği vakit söylediklerine delalet edilmiştir. Yani bunu tehditten bir süre sonra söylememişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)

هٰذَا الْوَعْدُ  ifadesinde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

يَقُولُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Fasılla gelen cümle müstenefedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.

Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi şarttır. Takdiri,  فمتى يحلّ العذاب  (Azap ne zaman olacak?) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. 

Bu takdire göre mezkur şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle, mekulü’l-kavlin devamıdır. Yani mütekellim kâfirlerdir.

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  [Eğer doğru söyleyenler iseniz,]  bu vaat ne zaman gerçekleşecektir, derler ayetindeki vaatten kasıt, vadolunan şeydir. “Allah umudumuzdur.” denilince “Biz Allah'tan umarız.” denilmek istenmesi gibidir. Burada  الْوَعْدُ ’den kasıt, vaîddir (tehdit). Yani bizi kendisi ile tehdit ettiği azabın vadesi ne zamandır? Maksadın kıyamet olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle  اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ  şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)