Enbiyâ Sûresi 39. Ayet

لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ  ...

İnkâr edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları ve hiçbir yardım da görmeyecekleri vakti bir bilseler!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْ eğer
2 يَعْلَمُ bir bilselerdi ع ل م
3 الَّذِينَ kimseler
4 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
5 حِينَ zamanı ح ي ن
6 لَا
7 يَكُفُّونَ savamayacakları ك ف ف
8 عَنْ -nden
9 وُجُوهِهِمُ yüzleri- و ج ه
10 النَّارَ ateşi ن و ر
11 وَلَا ne de
12 عَنْ -ndan
13 ظُهُورِهِمْ sırtları- ظ ه ر
14 وَلَا ve
15 هُمْ onlara
16 يُنْصَرُونَ yardım da olunmayacakları ن ص ر
 
Hz. Peygamber putların tanrı olamayacağını, dolayısıyla kimseye fayda veya zarar veremeyeceğini söylediği ve puta tapanları kınadığı için müşrikler onunla karşılaştıklarında “İlâhlarınızı diline dolayan bu mu?” diyerek onu küçümseyip kendisiyle alay ederlerdi; hatta Allah’ın birlik vasfı ve rahmân ismiyle anılmasına, O’nun gönderdiği kitabın zikredilmesine tahammül edemezlerdi. Bu âyetlerde onların bu küstahça tutumu kınayıcı bir üslûpla dile getirilmekte; daha sonra âhiret inancı ve sorgulamasıyla ilgili aynı alaycı ve inkârcı yaklaşımları özetlenerek beklemedikleri o günün, hak ettikleri o cezanın mutlaka gerçekleşeceğine dikkat çekilmektedir.
 
 Müfessirlerin bu 39. âyetle ilgili yorumlarını iki şekilde özetlemek mümkündür: a) Âyet müşriklerin Bedir Savaşı’nda karşılaşacakları ceza ve hezimete işaret etmekte ve onları uyarmaktadır. Çünkü o gün melekler ateşten kamçılarla onların yüzlerine ve sırtlarına vuracaklardır. Buna göre inkâr edenlerin, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamamasından maksat, meleklerin kendilerine vurmalarını önleyememeleri veya meleklerin onlara vurmaktan geri durmamalarıdır. b) Âhirette inkârcıları önlerinden ve arkalarından ateş kuşattığında kendilerini onun şiddetinden koruma imkânı bulamayacaklardır (İbn Âşûr, XVII, 70).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 679-6
 

لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

 

Fiil cümlesidir.  لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olurيَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.  ح۪ينَ  cümleye muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا يَكُفُّونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَكُفُّونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَنْ وُجُوهِهِمُ  car mecruru  يَكُفُّونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

النَّارَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

عَنْ ظُهُورِهِمْ  car mecruru  يَكُفُّونَ  fiiline müteallıktır.  Muttasıl zamir  هِمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُنْصَرُونَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُنْصَرُونَ  fiili, نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
 

لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَعْلَمُ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan …كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

يَعْلَمُ  fiilinin mahzuf olan mef’ûlüne müteallik olan zaman zarfı  ح۪ينَ  muzâftır. Muzâfun ileyhi olan  لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ  cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ , tezat nedeniyle  عَنْ وُجُوهِهِمُ ’a atfedilmiştir. لَا , olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.

يَعْلَمُ 'nün mef’ûlünun terk edilip de  ح۪ينَ  için bir fiilin gizlenmesi de caizdir, o zaman mana şöyle olur: Eğer acele ettikleri şey için bilgileri olsaydı, bunu men edemedikleri zaman üzerinde bulundukları şeyin batıl olduğunu bilirlerdi. Zamir yerine zahirin konulması, hak ettikleri şeyi bundan dolayı hak ettiklerini göstermek içindir. (Beyzâvî)

لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا [O kâfirler... bir bilselerdi.] cümlesindeki bilmek böyle bir bilgi sahibi olmak (marifet) anlamındadır. O bakımdan ikinci bir mef'ûl alması gerekmez. 

وُجُوهِهِمُ - ظُهُورِهِمْ  kelimeleri arasında muvazene sanatı ve îhâm-ı tıbâk vardır. 

İsim cümlesi formunda gelen  وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ  cümlesi …لَا يَكُفُّونَ عَنْ  cümlesine vav’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Menfi cümlede müsnedin takdimi kasr ifade etmiştir. Onlara yardım edilmeyeceği kesin bir dille ifade edilmiştir.

Müsnedün ileyhin nefîden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı 2010 Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart üslubuyla gelmiş ayette, şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Bu hazif şartın cevabının zaten bilinen bir şey olmasından kaynaklanmaktadır. Yani eğer onlar “Azap geldiğinde ateşi yüzlerinden, sırtlarından geri çeviremeyecekleri, kendilerine yardım da olunmayacağı zamanı bir bilselerdi tehdit olundukları o azabı hiç de acele istemezlerdi.” demektir.

Onların bunu bilmeyişleri, bu işi kendilerine basit ve önemsiz göstermiştir. Bu cümlenin cevabına delalet edecek husus ayette daha önce geçtiği için burada cevabın böylece hazf edilmesi güzel ve yerinde olmuştur. Bu, daha beliğ bir üsluptur. (Fahreddin er-Râzî)

Burada ön ve arka anlamlarında olan yüz ile sırt zikre tahsis edilmiş çünkü ön ile arka, yanların en meşhurlarıdır ve onları kuşatmak, her tarafı kuşatmak demektir ve bu iki taraftan kuşatılan insan hiçbir taraftan azabı önlemeye muktedir olamaz. (Ebüssuûd)