Enbiyâ Sûresi 72. Ayet

وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ  ...

Ona İshak’ı ve ayrıca da Yakub’u bağışladık ve her birini salih kimseler yaptık.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوَهَبْنَا ve hediye ettik و ه ب
2 لَهُ ona
3 إِسْحَاقَ İshak’ı
4 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub’u
5 نَافِلَةً bağış olarak ن ف ل
6 وَكُلًّا ve hepsini ك ل ل
7 جَعَلْنَا yaptık ج ع ل
8 صَالِحِينَ salihlerden ص ل ح
 
Yüce Allah Hz. İbrâhim’i, kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâm ile birlikte kavminin zulmünden kurtardı ve onlara bereketli ülkeye hicret etmelerini emretti (Lût hakkında bilgi için bk. Hûd 11/70). Tefsirlerde, bereketli kılınan yerin Filistin veya Beytülmakdis yahut Suriye ya da Mekke olduğuna dair farklı bilgiler bulunmakla birlikte Filistin olduğu kanaati ağır basmaktadır. Hz. İbrâhim’le ilgili tarihî veriler de bu görüşü destekler mahiyettedir. Bu yerin kutlu ve bereketli oluşu ise yöreye çok sayıda peygamberin gönderilmiş olması, akar sularının bol, ziraî imkânlarının elverişli olması şeklinde açıklanmıştır (Râzî, XXII, 190; 687 Kurtubî, XI, 305; Şevkânî, III, 468; İbn Âşûr, XVII, 108). Hz. İbrâhim, yeğeni Lût ile birlikte ülkesini ve kavmini terkederek Filistin’e göç etti. Her ikisi de bu yörede inkârcılığa karşı mücadele ederek tevhid inancını yerleştirmeye çalıştılar. Hz. İbrâhim’in çocuğu yoktu, yaşlılık döneminde Allah’a dua ederek kendisine iyi bir evlât vermesini istedi (Sâffât 37/100); Allah ona İsmâil’i, ardından da İshak’ı ve torunu Ya‘kub’u verdi. Hz. İbrâhim’e “fazladan bir armağan olarak” verilen çocuk, İshak’ın oğlu Ya‘kub’dur. Nitekim Hz. İbrâhim’in duasını içeren İbrâhim sûresinin 39. âyetinde torununun adı geçmemektedir. Bazı müfessirlere göre ise İbrâhim’in duası neticesinde kendisine İsmâil verilmiş, yıllar sonra da İshak ile Ya‘kub fazladan bir armağan olarak verilmiştir (İbn Âşûr, XVII, 109; Esed, II, 657). Allah Teâlâ peygamberlik görevi vererek onları vahyin kılavuzluğunda hidayet önderleri kılmıştır. 73. âyet peygamberlerin kendi bilgi, zekâ ve kabiliyetleriyle değil, Allah’tan aldıkları vahiy ile hidayet önderliği yaptıklarını ifade etmektedir. 
Kuran Yolu Tefsiri
 

وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وً  atıf harfidir.  وَهَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَـهُٓ  car mecruru  وَهَبْنَا  fiiline müteallıktır.  اِسْحٰقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَعْقُوبَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

نَافِلَةً  kelimesi  يَعْقُوبَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كُلاًّ  kelimesi  جَعَلْنَا  fiilinin mukaddem mef’ûludür. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

صَالِح۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

صَالِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ

 

Ayet önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نَافِلَةً  kelimesi  يَعْقُوبَ  için haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

[Ona İshak'ı bağışladık, Yakub'u da üstelik.] İkram olarak, demektir.  نَافِلَةًۜ ,  ikisinden haldir ya da torun demektir. Ya da ‘istediğinden fazla olarak’ demektir ki istediği de İshak'tır. O zaman  نَافِلَةًۜ , Yakub'a özgü olur, bunda da karine olduğu için bir beis yoktur. (Her birini) yani dördünü de iyi kimseler kıldık onları iyiye muvaffak kılmakla ve onları iyiliğe taşıdık; o sebeple kâmil oldular. (Beyzâvî)

Bil ki  نَافِلَةًۜ  kelimesi, hassaten “bağış ve atiyye” savındadır. “en-Neflu” kelimesi de böyledir. Bağış ve ikramı çok olan bir kimseye de  نوفل  denilir. (Fahreddin er-Râzî)

Hz. İbrahim, Cenab-ı Hak'tan bir çocuk isteyince: [“Rabbim bana, salihlerden (olan bir çocuk) bahşet.”] (Saffat Suresi, 100) dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onun duasına, [“Ona İshak'ı ihsan ettik.”] buyurarak cevap verdi. Yakub'u da ona, dua etmeden verdi ki işte bu da “nafile” olmuştur. İnsanlar tarafından, fazladan yapılan şey gibi. Buna göre Cenab-ı Hakk'tan ki “Ona, duasına icabet etmek üzere İshak'ı ihsan ettik. Farz namaza bir ilave olarak talep etmiş olduğu nafile namaza mukabil de ona fazladan Yakub'u lütfettik.” demiştir. Bu açıklamaya göre “nafile”, özellikle Yakub'dur. (Fahreddin er-Râzî) 


 وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ

 

70. ayetteki …وَاَرَادُوا بِه۪  cümlesine matuf olan cümlenin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan manevî tekid harfi  كُلاًّ , amiline takdim edilmiştir.

Sayfanın birçok ayetinde olduğu gibi son üç ayetinin sonundaki cemi müzekker salim kelimelerdeki seci son derece ahenkli olmuştur. 

Bu fasılalarda aynı zamanda lüzum mala yelzem sanatı vardır.

(Her birini) yani dördünü de “iyi kimseler kıldık” onları iyiye muvaffak olmakla ve onları iyiliğe taşıdık; o sebeple kâmil oldular. (Beyzâvî)