Enbiyâ Sûresi 73. Ayet

وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ  ...

Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَعَلْنَاهُمْ ve onları yaptık ج ع ل
2 أَئِمَّةً önderler ا م م
3 يَهْدُونَ doğru yolu gösteren ه د ي
4 بِأَمْرِنَا emrimizle ا م ر
5 وَأَوْحَيْنَا ve vahyettik و ح ي
6 إِلَيْهِمْ onlara
7 فِعْلَ işler yapmayı ف ع ل
8 الْخَيْرَاتِ hayırlı خ ي ر
9 وَإِقَامَ ve kılmayı ق و م
10 الصَّلَاةِ namaz ص ل و
11 وَإِيتَاءَ ve vermeyi ا ت ي
12 الزَّكَاةِ zekat ز ك و
13 وَكَانُوا ve (insanlar) idiler ك و ن
14 لَنَا bize
15 عَابِدِينَ kulluk eden ع ب د
 
Yüce Allah Hz. İbrâhim’i, kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâm ile birlikte kavminin zulmünden kurtardı ve onlara bereketli ülkeye hicret etmelerini emretti (Lût hakkında bilgi için bk. Hûd 11/70). Tefsirlerde, bereketli kılınan yerin Filistin veya Beytülmakdis yahut Suriye ya da Mekke olduğuna dair farklı bilgiler bulunmakla birlikte Filistin olduğu kanaati ağır basmaktadır. Hz. İbrâhim’le ilgili tarihî veriler de bu görüşü destekler mahiyettedir. Bu yerin kutlu ve bereketli oluşu ise yöreye çok sayıda peygamberin gönderilmiş olması, akar sularının bol, ziraî imkânlarının elverişli olması şeklinde açıklanmıştır (Râzî, XXII, 190; 687 Kurtubî, XI, 305; Şevkânî, III, 468; İbn Âşûr, XVII, 108). Hz. İbrâhim, yeğeni Lût ile birlikte ülkesini ve kavmini terkederek Filistin’e göç etti. Her ikisi de bu yörede inkârcılığa karşı mücadele ederek tevhid inancını yerleştirmeye çalıştılar. Hz. İbrâhim’in çocuğu yoktu, yaşlılık döneminde Allah’a dua ederek kendisine iyi bir evlât vermesini istedi (Sâffât 37/100); Allah ona İsmâil’i, ardından da İshak’ı ve torunu Ya‘kub’u verdi. Hz. İbrâhim’e “fazladan bir armağan olarak” verilen çocuk, İshak’ın oğlu Ya‘kub’dur. Nitekim Hz. İbrâhim’in duasını içeren İbrâhim sûresinin 39. âyetinde torununun adı geçmemektedir. Bazı müfessirlere göre ise İbrâhim’in duası neticesinde kendisine İsmâil verilmiş, yıllar sonra da İshak ile Ya‘kub fazladan bir armağan olarak verilmiştir (İbn Âşûr, XVII, 109; Esed, II, 657). Allah Teâlâ peygamberlik görevi vererek onları vahyin kılavuzluğunda hidayet önderleri kılmıştır. 73. âyet peygamberlerin kendi bilgi, zekâ ve kabiliyetleriyle değil, Allah’tan aldıkları vahiy ile hidayet önderliği yaptıklarını ifade etmektedir. 
Kuran Yolu Tefsiri
 

وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki  جَعَلْنَاهُمْ ’ya matuftur.

Fiil cümlesidir. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَئِمَّةً  kelimesi  جَعَلْنَا’nın ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

يَهْدُونَ  fiili,  اَئِمَّةً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

يَهْدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاَمْرِنَا  car mecruru  يَهْدُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوْحَيْنَٓا  atıf harfi  وَ ’la  جَعَلْنَاهُمْ’e matuftur.  اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلَيْهِمْ  car mecruru اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.  فِعْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْخَيْرَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِقَامَ الصَّلٰوةِ  ve  ا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِ  atıf harfi  وَ ’la  فِعْلَ الْخَيْرَاتِ ’a matuftur. 

اَوْحَيْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  وحي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  جَعَلْنَاهُمْ ’ya matuftur.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

لَنَا  car mecruru  عَابِد۪ينَ’e müteallıktır.

عَابِد۪ينَ  kelimesi,  كَانُوا un haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

عَابِد۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  عبد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا 

 

Ayet, önceki ayetteki  وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.  وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İkinci mef’ûl olan  اَئِمَّةً ’deki tenvin tazim içindir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا  cümlesi,  اَئِمَّةً  için sıfattır. Muzari fiille gelmesi, onların bu sıfatlarındaki teceddüt ve istimrarı işaret etmiştir.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  بِاَمْرِنَا  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan اَمْرِ, tazim edilmiştir.


وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ 

 

وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Az sözle çok anlam ifade etmek üzere gelen  فِعْلَ الْخَيْرَاتِ  izafetinde mef’ûl olan muzaf  فِعْلَ, masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Müteakip  وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ  ve  وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ  izafetleri de aynı üslupta gelerek birbirine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir. 

الْخَيْرَاتِ - الصَّلٰوةِ - الزَّكٰوةِۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الصَّلٰوةِ - الزَّكٰوةِۚ  kelimeleri arasında muvazene, cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Onlara hayırlar yapmayı vahyettik] ki insanları bunlara teşvik etsinler de ilme ameli ekleyerek kemale ersinler. Aslı  أن تفعل الخيرات  idi, sonra  فعلا الخيرات  oldu.  وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ  de böyledir, bu da özelin genel üzerine atfı kabilindendir. Bu ikisinin üstünlüğünü göstermek içindir.  اِقَامَ ’de, iki eliften ivaz olan  تِ, hazf edilmiştir. Çünkü muzâfun ileyh onun yerine geçmiştir. (Beyzâvî-Keşşâf)

فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ  [Hayırlar yapmak, namaz kılmak, zekât vermek…] terkiplerinde hususi olanın, umumi olan üzerine atfedilmesi söz konusudur. Çünkü namaz ile zekât da hayır fiillerdendir. Yüce Allah, şanlarının faziletlerinin yüceliğine dikkat çekmek için bu ikisini ayrıca zikretti. (Safvetu’t Tefasir)

 

وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ

 

جَعَلْنَاهُمْ  cümlesine atfedilen son cümle,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَنَا, önemine binaen amili ve  كَانَ’nin haberi olan  عَابِد۪ينَۙ’ye takdim edilmiştir. 

Bu takdim onların Allah’a ibadetlerindeki ifrada işaret eder. (Âşûr)

كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesinin manası, Allah’a ibadetin onlarda sabit olduğu, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığıdır. Çünkü  كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ  [Bize ibadet edenler idiler.] “Tek ilâha ibadet ederlerdi” anlamındadır, bunun içindir ki sıla (لَنَا) öne alınmıştır. (Beyzâvî)