27 Mayıs 2025
Enbiyâ Sûresi 73-81 (327. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Enbiyâ Sûresi 73. Ayet

وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ  ...


Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَعَلْنَاهُمْ ve onları yaptık ج ع ل
2 أَئِمَّةً önderler ا م م
3 يَهْدُونَ doğru yolu gösteren ه د ي
4 بِأَمْرِنَا emrimizle ا م ر
5 وَأَوْحَيْنَا ve vahyettik و ح ي
6 إِلَيْهِمْ onlara
7 فِعْلَ işler yapmayı ف ع ل
8 الْخَيْرَاتِ hayırlı خ ي ر
9 وَإِقَامَ ve kılmayı ق و م
10 الصَّلَاةِ namaz ص ل و
11 وَإِيتَاءَ ve vermeyi ا ت ي
12 الزَّكَاةِ zekat ز ك و
13 وَكَانُوا ve (insanlar) idiler ك و ن
14 لَنَا bize
15 عَابِدِينَ kulluk eden ع ب د

وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki  جَعَلْنَاهُمْ ’ya matuftur.

Fiil cümlesidir. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَئِمَّةً  kelimesi  جَعَلْنَا’nın ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

يَهْدُونَ  fiili,  اَئِمَّةً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

يَهْدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاَمْرِنَا  car mecruru  يَهْدُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوْحَيْنَٓا  atıf harfi  وَ ’la  جَعَلْنَاهُمْ’e matuftur.  اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلَيْهِمْ  car mecruru اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.  فِعْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْخَيْرَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِقَامَ الصَّلٰوةِ  ve  ا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِ  atıf harfi  وَ ’la  فِعْلَ الْخَيْرَاتِ ’a matuftur. 

اَوْحَيْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  وحي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  جَعَلْنَاهُمْ ’ya matuftur.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

لَنَا  car mecruru  عَابِد۪ينَ’e müteallıktır.

عَابِد۪ينَ  kelimesi,  كَانُوا un haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

عَابِد۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  عبد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا 

 

Ayet, önceki ayetteki  وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.  وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İkinci mef’ûl olan  اَئِمَّةً ’deki tenvin tazim içindir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا  cümlesi,  اَئِمَّةً  için sıfattır. Muzari fiille gelmesi, onların bu sıfatlarındaki teceddüt ve istimrarı işaret etmiştir.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  بِاَمْرِنَا  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan اَمْرِ, tazim edilmiştir.


وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ 

 

وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Az sözle çok anlam ifade etmek üzere gelen  فِعْلَ الْخَيْرَاتِ  izafetinde mef’ûl olan muzaf  فِعْلَ, masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Müteakip  وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ  ve  وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ  izafetleri de aynı üslupta gelerek birbirine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir. 

الْخَيْرَاتِ - الصَّلٰوةِ - الزَّكٰوةِۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الصَّلٰوةِ - الزَّكٰوةِۚ  kelimeleri arasında muvazene, cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Onlara hayırlar yapmayı vahyettik] ki insanları bunlara teşvik etsinler de ilme ameli ekleyerek kemale ersinler. Aslı  أن تفعل الخيرات  idi, sonra  فعلا الخيرات  oldu.  وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ  de böyledir, bu da özelin genel üzerine atfı kabilindendir. Bu ikisinin üstünlüğünü göstermek içindir.  اِقَامَ ’de, iki eliften ivaz olan  تِ, hazf edilmiştir. Çünkü muzâfun ileyh onun yerine geçmiştir. (Beyzâvî-Keşşâf)

فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ  [Hayırlar yapmak, namaz kılmak, zekât vermek…] terkiplerinde hususi olanın, umumi olan üzerine atfedilmesi söz konusudur. Çünkü namaz ile zekât da hayır fiillerdendir. Yüce Allah, şanlarının faziletlerinin yüceliğine dikkat çekmek için bu ikisini ayrıca zikretti. (Safvetu’t Tefasir)

 

وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ

 

جَعَلْنَاهُمْ  cümlesine atfedilen son cümle,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَنَا, önemine binaen amili ve  كَانَ’nin haberi olan  عَابِد۪ينَۙ’ye takdim edilmiştir. 

Bu takdim onların Allah’a ibadetlerindeki ifrada işaret eder. (Âşûr)

كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesinin manası, Allah’a ibadetin onlarda sabit olduğu, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığıdır. Çünkü  كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ  [Bize ibadet edenler idiler.] “Tek ilâha ibadet ederlerdi” anlamındadır, bunun içindir ki sıla (لَنَا) öne alınmıştır. (Beyzâvî)
Enbiyâ Sûresi 74. Ayet

وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ  ...


Biz, Lût’a da bir hikmet ve bir ilim verdik ve onu çirkin işler yapan memleketten kurtardık. Gerçekten onlar kötü bir toplum idiler, fasık (Allah’ın emrinden çıkan kimseler) idiler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلُوطًا ve Lut’a
2 اتَيْنَاهُ verdik ا ت ي
3 حُكْمًا hüküm ح ك م
4 وَعِلْمًا ve ilim ع ل م
5 وَنَجَّيْنَاهُ ve onu kurtardık ن ج و
6 مِنَ -ten
7 الْقَرْيَةِ bir kent- ق ر ي
8 الَّتِي ki (onlar)
9 كَانَتْ idiler ك و ن
10 تَعْمَلُ işler yapıyor ع م ل
11 الْخَبَائِثَ çirkin خ ب ث
12 إِنَّهُمْ gerçekten onlar
13 كَانُوا idiler ك و ن
14 قَوْمَ bir kavim ق و م
15 سَوْءٍ kötü س و ا
16 فَاسِقِينَ yoldan çıkan ف س ق
Müfessirler Allah Teâlâ’nın Lût’a verdiği hükmü peygamberlik veya hâkimlik, ilmi de din ilimleri olarak yorumlamışlardır. Lût’un kurtarıldığı bildirilen şehir ise Filistin’deki Ölüdeniz’in kıyısında bulunan Sodom şehridir. Buranın putperest halkı, başta eşcinsellik olmak üzere ahlâksızlık batağına saplanmıştı. Daha önce belirtildiği üzere Lût aleyhisselâm Mezopotamya’da iken Hz. İbrâhim’e iman etmiş, onunla birlikte hicret ederek Filistin’e gelmişti. Yüce Allah burada ona da peygamberlik görevi verdi ve Sodom halkını irşad etmek üzere oraya yerleşmesini emretti (Taberî, XVII, 49; İbn Âşûr, XVII, 112). Halk Hz. Lût’un tebliğlerine kulak vermedi, sadece eşi dışındaki aile fertleri ona iman etti (bk. ez-Zâriyât, 51/31-37). Lût gecenin birinde ailesini alıp şehirden çıktı; güneş doğarken müşrikleri korkunç bir gürültü yakaladı, ardından şiddetli bir depremle şehir altüst oldu, üzerlerine taş yağdı. Böylece Lût kurtuluşa ererken Sodom halkı yok olup gitti (bilgi için bk. Hûd 11/77-83; Hicr 15/58-74). 688
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 688

وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لُوطاً  sonrasında onu tefsir eden fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur.  

اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

حُكْماً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

عِلْماً  atıf harfi  وَ ’la  حُكْماً ’e matuftur.

نَجَّيْنَاهُ  atıf harfi  وَ ’la  اٰتَيْنَاهُ ’ya matuftur. نَجَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْقَرْيَةِ  car mecruru  نَجَّيْنَاهُ  fiiline müteallıktır. الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  مِنَ الْقَرْيَةِ ’nin sıfatı olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَتْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

كَانَتْ  fetha üzere mebni, nakıs mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri  هى ’dir.  تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَ  cümlesi,  كَانَتْ ’in haberi olup mahallen mansubdur. 

تَعْمَلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. 

الْخَبَٓائِثَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

نَجَّيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اٰتَيْنَاهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ ’nin haberi  كَانُوا  ile başlayan isim cümlesi olup mahallen merfûdur.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  

قَوْمَ  kelimesi  كَانُوا ’un haberi olup lafzen mansubdur. سَوْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  فَاسِق۪ينَ  kelimesi  قَوْمَ ’nin sıfatı olup  nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فَاسِق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً

 

وَ, istînâfiyedir.  لُوطاً, sonraki açıklamanın delaletiyle, mahzuf bir fiilin mef’ûlü olarakd. Takdiri  آتينا  (Verdik.) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Fasılla gelen  اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً  cümlesi, tefsiriyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Verilenlerin hüküm ve ilim şeklinde, iki madde halinde açıklanması taksim sanatıdır.

Hikmetten kasıt peygamberlik, din İşlerini bilmek ve davalılar arasında kendisi ile hüküm verilen şey demektir. İlim ise kavrayış diye açıklanmıştır ki anlam birdir.(Kurtubî)  


وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ 

 

İstînâfa matuf olan cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin, azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

الْقَرْيَةِ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede  كَانَ ’nin haberi olan  تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ ’nin, muzari sıygada fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ  [Karyeden kurtardık] ifadesinde mahalliyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Karyeden kurtarmak deyimi, karyede yaşayan insanlardan, onların yaptığı kötülüklerden kurtarmak anlamında kullanılmıştır.

عَمَلَ القَرْية خَبَائث  burada ülke ( الْقَرْيَةِ) lafzı istiaredir. Bununla kastedilen, o ülke halkından çirkin işler yapmakta olan topluluktur. Nitekim Yüce Allah bu durumu “Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kötülük topluluğu idi.” sözüyle açıklamıştır. Ayrıca bu ayette ilginç ve ince bir sır daha bulunmaktadır. Çünkü  الْقَرْيَةِ  kelimesi dişil olduğu için (ona itibar ile) Allah Teâlâ  أهل القرية  tamlamasını da dişil kılarak  الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَ [çirkin işler yapmakta olan] buyurmuş, sözün kalan kısmını ise (tamlamanın eril olan ehl kısmına itibar ile) eril yaparak  اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ  (Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kötülük topluluğu idi) şeklinde ifade buyurmuştur. Zira bununla kastedilen erildir. Şu halde ayette söz iki kısma ayrılmış, bir kısmı lafza itibar edilerek dişil kılınmış, diğer kısmı da manaya itibarla eril yapılmıştır. Kur’an’ın hayranlık verici sırlarındandır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları) 

اَنْجَيَ  fiili if’al babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise  تفعيل  babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113) 


اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ

 

 

Ayetin beyani istînâf olan son cümlesi fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesinde müsned, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

كَانَ ’nin haberi olan  قَوْمَ سَوْءٍ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Muzâfı tahkir için gelen bu izafetle, müsnedün ileyh de tahkir edilmiştir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Râgıb Isfahani der ki:  سَوْءٍ : İnsanı üzen din ve dünya ile ilgili bütün işler, nefis ve bedenle ilgili bütün haller demektir. Mesela, malının yok olması, dostunu kaybetmesi gibi. Kötü ve çirkin olan her şeye de  سَوْءٍ  denir. Karşıtı güzellik anlamındaki  حُسن dür. (Ruhu’l Beyan)

فَاسِق۪ينَۙ  kelimesi  قَوْمَ ’nin ikinci sıfatı olarak, ism-i fail kalıbında gelmiş, tahkir ve sübut ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

خَبَٓائِثَۜ - سَوْءٍ - فَاسِق۪ينَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Enbiyâ Sûresi 75. Ayet

وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟  ...


Onu rahmetimizin içine soktuk. Çünkü o, gerçekten salih kimselerdendi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَدْخَلْنَاهُ ve onu soktuk د خ ل
2 فِي içine
3 رَحْمَتِنَا rahmetimizin ر ح م
4 إِنَّهُ çünkü o
5 مِنَ -den idi
6 الصَّالِحِينَ -Salihler ص ل ح

وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ

 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  اٰتَيْنَاهُ ’ya matuftur. Fiil cümlesidir.  اَدْخَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ي رَحْمَتِنَا  car mecruru  اَدْخَلْنَاهُ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَدْخَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  الصَّالِح۪ينَ۟ ’nin cer alameti  ي ’dir.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  الصَّالِح۪ينَ۟  kelimesi,sülasi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ

 

Bu ayet önceki ayetteki …اٰتَيْنَاهُ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla rahmet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü rahmet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın rahmetindeki yüceliği ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

رَحْمَتِ  kelimesinin Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, rahmetin şanı içindir.

اَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَا  [Onu rahmetimize soktuk] cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. “Cennetimize soktuk” demektir. Çünkü cennet, rahmetin indiği yerdir. Aralarında mahalliyet alakası vardır. (Safvetu’t Tefasir)


اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟

 

Ayetin son cümlesi,  ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟ ’in müteallakı olan haber, mahzuftur.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Son üç ayetin sonlarındaki  عَابِد۪ينَۙ  - فَاسِق۪ينَۙ - صَّالِح۪ينَ۟ kelimeleri arasında seci, muvazene ve lüzum mala yelzem sanatları vardır.
Enbiyâ Sûresi 76. Ayet

وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ  ...


(Ey Muhammed!) Nûh’u da hatırla. Hani o daha önce dua etmişti de biz onun duasını kabul ederek, kendisini ve ailesini o büyük sıkıntıdan (tufandan) kurtarmıştık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنُوحًا ve Nuh’u da
2 إِذْ hani
3 نَادَىٰ bize yalvarmıştı ن د و
4 مِنْ
5 قَبْلُ bunlardan önce ق ب ل
6 فَاسْتَجَبْنَا biz de kabul etmiştik ج و ب
7 لَهُ onun (du’asını)
8 فَنَجَّيْنَاهُ kendisini kurtarmıştık ن ج و
9 وَأَهْلَهُ ve ailesini ا ه ل
10 مِنَ -dan
11 الْكَرْبِ sıkıntı- ك ر ب
12 الْعَظِيمِ büyük ع ظ م
Hz. Nûh’un kurtarıldığı ifade edilen “büyük sıkıntı”dan maksat Nuh tûfanı, onunla birlikte kurtarıldığı belirtilen “yakınları”ndan maksat da kendisine inananlardır (bu konuda geniş bilgi ve değişik yorumlar için bk. Hûd 11/36-49; Sâffât 75-82).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 692

وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  نُوحاً  mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, اذكر  ( zikret) şeklindedir.

Zaman zarfı  اِذْ, mukadder muzâfa mütealliktir. Takdiri, اذكر خبر نوح  (Nuh’un haberini zikret.) şeklindedir.

نَادٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  نَادٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  نَادٰى  fiiline mütealliktir.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve بَعْدَ  muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de  tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)        

نَادٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezit yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

    

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ

 

Fiil cümlesidir. فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَجَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru  اسْتَجَبْنَا  fiiline mütealliktir.

نَجَّيْنَا  fiili atıf harfi  ف ile  اسْتَجَبْنَا ya matuftur. 

نَجَّيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَهْلَهُ  atıf harfi  وَ la  نَجَّيْنَاهُ daki mef’ûl olan gaib zamire matuftur.  اَهْلَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنَ الْكَرْبِ  car mecruru  نَجَّيْنَاهُ ya mütealliktir. 

الْعَظ۪يمِۚ  kelimesi, الْكَرْبِ nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْعَظ۪يمِ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اسْتَجَبْنَا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayetin bu ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Muzâfun ileyh olan  نُوحاً ’in amili ve muzâfı mahzuftur. Takdiri,  اذكر خبر نوح  (Nuh’un haberini hatırla) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِذْ  mazi ifade eden, cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. Muzâfun ileyh olan  نَادٰى مِنْ قَبْلُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cer mahallindeki  قَبْلُ nun muzâfun ileyhi mahzuftur. Son harfindeki ötre, bu hazfin işaretidir.

نَادٰى مِنْ قَبْلُ  cümlesine  فَ  ile atfedilen  فَاسْتَجَبْنَا لَهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَبْلُ nun damme üzere mebni olması muzâfun ileyhin hazf edildiğine delalet eder. Takdiri,  مِن قَبْلِ هَؤُلاءِ  (işte onlardan önce) şeklindedir. (Aşûr)

Aynı üslupla gelen  فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

İki cümlede de atfın  فَ  ile  yapılması takip ve tertip ifade eder. Cümlelere “hemen” manası katmıştır.

Allah Teâlâ’nın fiilleri azamet zamiriyle kendisine isnad etmesi tazim içindir.

الْعَظ۪يمِۚ, car mecrur  مِنَ الْكَرْبِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

نَادٰى - فَاسْتَجَبْنَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

Ayetteki nida ile Nuh’un (a.s.), kavmine azap gelmesi hususunda dua etmesinin kasdedildiğinde şüphe yoktur. (Fahreddin er-Râzî)

نَادٰى ’dan kasıt onun [Ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden dönüp dolaşan bir kimse bırakma! (Nuh Suresi, 26)] şeklindeki duasıdır. Kendisini yalanladıklarında da [Ben gerçekten yenik düşürüldüm, artık intikamımı al! (Kamer Suresi, 10)] diye dua etmişti. [Onun duasını kabul edip hem onu hem ailesini o büyük sıkıntıdan, “suda boğulmaktan” kurtarmıştık.] Büyük sıkıntı (الْكَرْبِ) ileri derecedeki üzüntü ve keder demektir. Ailesinden kasıt ise aralarından iman edenlerdir. (Kurtubî)   
Enbiyâ Sûresi 77. Ayet

وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ  ...


Âyetlerimizi yalanlayanlara karşı ona yardım etmiştik. Şüphesiz onlar kötü bir toplumdu. Bu yüzden biz de onları topyekûn suda boğduk.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَصَرْنَاهُ ve onu koruduk ن ص ر
2 مِنَ -nden
3 الْقَوْمِ kavmi- ق و م
4 الَّذِينَ kimselerin
5 كَذَّبُوا yalanlayan ك ذ ب
6 بِايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
7 إِنَّهُمْ çünkü onlar
8 كَانُوا olmuşlardı ك و ن
9 قَوْمَ bir kavim ق و م
10 سَوْءٍ kötü س و ا
11 فَأَغْرَقْنَاهُمْ biz de onları boğmuştuk غ ر ق
12 أَجْمَعِينَ hepsini ج م ع

وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ 

 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  فَنَجَّيْنَاهُ ’ya matuf olup mahallen mecrurdur. Fiil cümlesidir. نَصَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنَ الْقَوْمِ  car mecruru  نَصَرْنَا  fiiline mütealliktir. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  الْقَوْمِ ’nin sıfatı olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَذَّبُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِنَّ ’nin haberi  كَانُوا  ile başlayan isim cümlesi olup mahallen merfûdur.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs, mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  

قَوْمَ سَوْءٍ  kelimesi, كَانُوا ’un haberi olarak lafzen mansubdur.  سَوْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

فَ  atıf harfidir.  اَغْرَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَجْمَع۪ينَ  kelimesi  اَغْرَقْنَاهُمْ ’deki gaib zamirin hali olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَغْرَقْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غرق ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ 

 

Önceki ayetteki …فَنَجَّيْنَاهُ  cümlesine matuf olan ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

الْقَوْمِ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ  cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır. 

Ayetlerin, Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf oluşu, ayetlere tazim ifade eder.

Ebu Ubeyde de  مِنَ الْقَوْمِ ’deki  مِنَ  harf-i cerinin  على  manasına geldiğini söylerken, Keşşâf sahibi, bu ayetteki  نَصَرْنَاهُ  (yardım etmek) ifadesinin, mutavaatı intikam alma anlamında olan نصر  kökünden olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

وَنَصَرْنَاهُ ’nun lâzımı إنتصر dır yani “Ayetlerimizi yalanlayan kavimden, ona intikam aldırdık.” (Beyzâvî)

   

اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ

 

Cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi olan  كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ cümlesi,  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberi  قَوْمَ سَوْءٍ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Muzâfı tahkir için gelen bu izafetle müsnedün ileyh de tahkir edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ  cümlesi, makabline atfedilmiştir.  فَ  ile yapılan atıf, takip ve tertip ifade etmektedir. Cümleler arasında haberî olmak bakımından ittifak vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.  

اَجْمَع۪ينَ, haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

اَجْمَع۪ينَ۟  manevî tekid lafızlarındandır. Manevî tekid lafızları, cümlede cüzleri tekid eder.

Şüphesiz onlar kötü bir kavim idiler. Biz de onların hepsini boğduk. Çünkü onlarda iki şey birleşti: Hakkı yalanlamak ve şerrin içine dalmak. Belki de bu ikisi, ne zaman bir kavimde birleşmişse Allah Teâlâ onu helak etmiştir. (Beyzâvî)

 
Enbiyâ Sûresi 78. Ayet

وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ  ...


Dâvûd ile Süleyman’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَدَاوُودَ ve Davud’u
2 وَسُلَيْمَانَ ve Süleyman’ı
3 إِذْ hani
4 يَحْكُمَانِ onlar hükmediyorlardı ح ك م
5 فِي hakkında
6 الْحَرْثِ bir ekin ح ر ث
7 إِذْ zaman
8 نَفَشَتْ yayıldığı ن ف ش
9 فِيهِ orada
10 غَنَمُ davarının غ ن م
11 الْقَوْمِ toplumun ق و م
12 وَكُنَّا biz de idik ك و ن
13 لِحُكْمِهِمْ onların hükümlerine ح ك م
14 شَاهِدِينَ şahid ش ه د
Rivayete göre, bir koyun sürüsü geceleyin komşunun tarlasına girerek oradaki ekini tahrip eder; ekin sahibi zararın telâfisi için mahkemeye başvurur. Bu davaya bakan Dâvûd ile oğlu Süleyman, farklı hükümler verirler. Dâvûd, tahrip edilen ekinin kıymetinin, koyunların kıymetine denk olduğu kanaatine vararak koyunların tazminat olarak ekin sahibine verilmesine hükmeder. Süleyman ise bu cezayı ağır bularak, hükmün değiştirilmesini teklif eder. Ona göre tarladaki zararkoyunlardan elde edilecek gelirle ödenebilir; bu sebeple hükmün şöyle olması gerekir: Tarla koyun sahiplerine verilmeli, onlar, ziyandan önceki haline gelinceye kadar tarlanın bakımını üstlenmelidir. Koyunlar da tarla sahibine verilmeli, o da tarlası ziyandan önceki haline gelinceye kadar bu koyunların sütünden, yününden ve kuzularından yararlanmalıdır. Nihayet tarla sahibinin zararı karşılanınca tarla ve koyunlar sahiplerine iade edilmelidir. Hz. Dâvûd, oğlunun bu çözümünü beğenir, kendi görüşünden vazgeçer (Şevkânî, III, 470-471).
 
 Âyette olayın ayrıntısız anlatılması, Araplar arasında bu hadisenin yaygın olarak bilindiğini, dolayısıyla sadece göndermede bulunulduğunu göstermektedir.
 
 Müfessirler olayı bu şekilde anlatmışlardır; hatta Râzî, aynı konuda sahâbe ve tâbiînin ittifakı bulunduğunu söylemiştir (XXII, 195-196). Ancak Kur’an ve güvenilir hadis kaynaklarında ayrıntılı bilgi mevcut değildir.
 
 “Süleyman’ın dava konusunu iyice anlamasını biz sağladık” ifadesi Râgıb el-İsfahânî tarafından üç türlü açıklanmıştır: a) Allah’ın Süleyman’a anlama kabiliyeti vermesi, b) Allah’ın Süleyman’ın kalbine bu hükmü ilham etmesi, c) Allah’ın bu hükmü Süleyman’a vahyetmesi (el-Müfredât, “fhm” md.). “Her birine de hükmetme yeteneği ve ilim verdik” ifadesi de farklı hüküm vermiş olsalar bile ikisinin de tam bir hak ve adalet duygusuna, sorumluluğuna sahip olduklarına işaret eder.
 
 Müfessirler dağların ve kuşların tesbihinin hakikat mi mecaz mı olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir grup müfessir bunun hakikat olduğunu, dağların ve kuşların bizim anlamadığımız bir dil ile Allah’ı zikrettiğini, Hz. Dâvûd güzel sesiyle Zebûr’u okuyup terennüm ederken kuşların havada durarak onunla birlikte tesbih ettiklerini, dağların da bu tesbihi tekrarladıklarını söylemişlerdir (İbn Kesîr, V, 352). Bazı müfessirlere göre ise bu, mecazi anlamda bir tesbihtir; dağlar ve kuşlar Allah’ın varlığına, kudretine ve büyüklüğüne delâlet ettiği için lisân-ı hâl ile Allah’ı tesbih etmektedirler (Râzî, XXII, 199; Şevkânî, III, 471; ayrıca bk. Sebe’ 34/10). Onların tesbihi bütün tabii varlıklar gibi en ufak bir sapma göstermeksizin ilâhî kanuna boyun eğmeleridir (evrendeki her şeyin Allah’ı tesbih ettiğine dair bilgi için bk. İsrâ 17/44).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 692-693

وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  دَاوُ۫دَ  mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, اذكر  (zikret) şeklindedir. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri,  اذكر خبر داود وسليمان  (Davud ve Süleyman'ın haberini hatırla) şeklindedir.

سُلَيْمٰنَ  atıf harfi  وَ ’la  دَاوُ۫دَ ’a matuftur.  سُلَيْمٰنَ  ve  دَاوُ۫دَ  kelimeleri gayri munsariftir. Gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Zaman zarfı  اِذْ, mukadder muzâfa mütealliktir. Takdiri,  خبر دَاوُ۫دَ  (Davud’un haberini) şeklindedir.

يَحْكُمَانِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَحْكُمَانِ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.

فِي الْحَرْثِ  car mecruru  يَحْكُمَانِ  fiiline müteallıktır.

اِذْ  zaman zarfı,   يَحْكُمَانِ  fiiline mütealliktir.

إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَفَشَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَفَشَتْ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  غَنَمُ  fail olup lafzen merfûdur. 

الْقَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ

 

وَ  haliyyedir.  كُنَّا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا  mütekellim zamir  كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. 

لِحُكْمِهِمْ  car mecruru  شَاهِد۪ينَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

شَاهِد۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi  olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

شَاهِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  شهد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ 

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayetin bu ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Muzâfun ileyh olan  دَاوُ۫دَ ’nin amili ve muzâfı mahzuftur. Takdiri,  اذكر خبر داود وسليمان (Davud ve Süleyman'ın haberini hatırla) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِذْ  mazi ifade eden, cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. Muzâfun ileyh olan  يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اِذْ ’in müteallakı  يَحْكُمَانِ  fiilidir. Muzari fiil, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

يَحْكُمَانِ  fiiline müteallik olan ikinci zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumunda olan  نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ  Yani ikisini de zikret demektir.  اِذْ  edatı ikisinden bedeldir.  نَفَشَ, gece yayılmak demektir.  ْلِحُكْمِهِمْ  kelimesindeki zamir çoğul gelmiştir, çünkü bununla Davud, Süleyman ve muhakeme olmak üzere onlara gelen kişiler kastedilmiştir.

(Keşşâf) 

يَحْكُمَانِ  [Hüküm veriyorlardı] ayetinde her ne kadar bir arada kendilerinden söz edilmekte ise de hüküm vermekte ikisinin bir araya gelmeleri kastedilmemiştir. Çünkü aynı konu ile ilgili olarak iki hakimin (bir arada) hüküm vermeleri caiz değildir. Onların her birisi tek başına hüküm vermiştir. Bu hükmü doğru olarak kavrayan ise yüce Allah'ın ona kavratması sayesinde Süleyman (a.s.) olmuştu. (Kurtubî) 


 وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ

 

Cümle haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لِحُكْمِهِمْ, ihtimam için amili ve  كَان ’nin haberi olan  شَاهِد۪ينَۙ ’ye takdim edilmiştir.

كَان ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

يَحْكُمَانِ - لِحُكْمِهِمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

يَحْكُمَانِ - لِحُكْمِهِمْ - شَاهِد۪ينَۙ  kelimeleri arasında tesniye ve cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Enbiyâ Sûresi 79. Ayet

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ  ...


Biz hüküm vermeyi Süleyman’a kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim vermiştik. Dâvûd ile birlikte, Allah’ı tespih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik. Bunları yapan biz idik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَفَهَّمْنَاهَا onu bellettik ف ه م
2 سُلَيْمَانَ Süleyman’a
3 وَكُلًّا ve hepsine ك ل ل
4 اتَيْنَا verdik ا ت ي
5 حُكْمًا hükümdarlık ح ك م
6 وَعِلْمًا ve bilgi ع ل م
7 وَسَخَّرْنَا ve boyun eğdirdik س خ ر
8 مَعَ onunla beraber
9 دَاوُودَ Davud’a
10 الْجِبَالَ dağları ج ب ل
11 يُسَبِّحْنَ tesbih eden س ب ح
12 وَالطَّيْرَ ve kuşları ط ي ر
13 وَكُنَّا ve biz ك و ن
14 فَاعِلِينَ (bunları) yaparız ف ع ل
Riyazus Salihin, 1831 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledi:
“Vaktiyle iki kadın yanlarında çocuklarıyla giderken bir kurt gelip onlardan birinin çocuğunu kapıp götürdü. Kadınlardan biri arkadaşına:
- Kurt senin çocuğunu götürdü, dedi. O da:
- Hayır, senin çocuğunu götürdü, dedi.
Kadınlar dâvalarını halletmek üzere Dâvûd sallallahu aleyhi ve sellem’e  başvurdular. O da yaşlı kadını haklı görerek çocuğu ona verdi. Kadınlar oradan ayrıldıktan sonra Hz. Dâvûd’un oğlu Süleyman sallallahu aleyhi ve sellem’e giderek, meseleyi ona da anlattılar. Hz. Süleyman:
- Bana bıçağı getirin de çocuğu ikiye bölerek aralarında paylaştırayım, dedi. O zaman genç kadın:
- Allah sana rahmet etsin, öyle yapma! Çocuk onundur, dedi.
Hz. Süleyman da çocuğun genç kadına ait olduğunu belirtti.
(Buhârî, Enbiyâ 40, Ferâiz 30; Müslim, Akdıye 20. Ayrıca bk. Nesâî, Âdâbü’l-kudât 14  )

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ 

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile  يَحْكُمَانِ  fiiline matuf olup mahallen mecrurdur.

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  فَهَّمْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

سُلَيْمٰنَ  ikinci mef’ûlun bih olup gayrı munsariftir. Sonundaki elif ve nun ziyadedir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُلاًّ  kelimesi,  اٰتَيْنَا nın mukaddem mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. 

اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  حُكْماً  ikinci mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. 

فَهَّمْنَا  atıf harfi  وَ la  حُكْماً e matuftur.  فَفَهَّمْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فهم ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  فَفَهَّمْنَا ’ya matuftur. Fiil cümlesidir. 

سَخَّرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مَعَ  zaman zarfı  يُسَبِّحْنَ  fiiline mütealliktir.

دَاوُ۫دَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. جِبَالَ  

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جِبَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

يُسَبِّحْنَ  fiili,  الْجِبَالَ ’in hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُسَبِّحْنَ   fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.

الطَّيْرَ  atıf harfi  وَ ’la  الْجِبَالَ ’e matuftur. 

كُنَّا فَاعِل۪ينَ  atıf harfi  وَ ’la  سَخَّرْنَا ’ya matuftur.

كُنَّا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَا  mütekellim zamir  كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. 

فَاعِل۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

سَخَّرْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَاعِل۪ينَ  kelimesi sülasi mücerredi  فعل  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ 

 

Ayetin ilk cümlesi olan  فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ, önceki ayetteki …يَحْكُمَانِ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  فَفَهَّمْنَاهَا ’daki  هَا  zamiri hikmete aittir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ  cümlesinde  وَ, itiraziyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sözü pekiştirme, yanlış anlamayı önleme, tenzih, dua ve tenbih gibi çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.

كُلاًّ  manevi tekid kelimelerindendir. Cümlenin cüzlerini tekid eder. اٰتَيْنَا  fiilinin mukaddem mef’ûludür. Kelimedeki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

حُكْماً  ve  عِلْماًۘ  kelimelerindeki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

Ebu Hanife'ye (r.a.) göre eğer zarar meydana getiren hayvanın yanında onu süren veya birlikte biri bulunmuyorsa, tazminat lazım gelmez. İmam Şafiî'ye göre ise bu gibi hadiseler gece olursa tazminat lazım gelmez; gündüz olursa lazım gelir. (Ebüssuûd)


  وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ 

 

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ  cümlesine  وَ ’la atfedilen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُسَبِّحْنَ  cümlesi, fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.  الْجِبَالَ ’den hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. 

وَالطَّيْرَ  kelimesi, الْجِبَالَ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. الطَّيْرَۜ  kelimesi ya öncesindeki  الْجِبَالَ ْ kelimesine atfedilmiştir veya mef'ûlün meahtır. جِبَالَ (dağlar) kelimesinin  لطَّيْرَۜ (kuşlar) kelimesinden önce gelmesinin sebebi; dağların amade kılınmasının ve tesbih etmesinin daha şaşırtıcı olması sebebiyledir. Allah’ın kudretine daha kuvvetli delalet eder ve daha büyük bir mucizedir. Zira onlar cansız varlıklardır, kuşlar ise ses çıkaran -ama konuşamayan- canlılardır. (Keşşâf)


 وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ

 

Ayetin fasılası, …وَسَخَّرْنَا مَعَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayetteki cümleler, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Âşûr ise farklı görüştedir. Ona göre وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ  cümlesi Davud’a (a.s.) verilen haberler arasına girmiş mutarıza cümlesidir. (Âşûr)

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Burada Davud (a.s.) ve Süleyman (a.s.) hüküm ve ilim konusunda cem edilmiş, her birine verilen şeyler ayrıca zikredilmiştir. Böyle bir sınıflandırma zihinlerde daha kalıcı olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi) cem' ma’at-taksim sanatıdır.

وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ  [Herbirine hüküm ve ilim verdik] cümlesinde, Davud’un (a.s.) makamının eksik olduğu vehmini gidermek için ihtiras ıtnâbı sa­natı vardır. (Safvetu’t Tefasir)

Allah Teâlâ, ayette Davud ve Süleyman’ı ilim ve hikmet bakımından eşitlemiş, sonra Süleyman’ı fehm (belleme, anlama, anlayış) bakımından üstün kılmıştır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

“Onunla beraber yürürlerdi.” anlamında olduğu da söylenmiştir ki bu da  سِباحة (yüzmek) lafzından gelir, haldir. Ya da nasıl ram olduğunu açıklamak için yeni söz başıdır.  مَعَ  lafzı da  سَخَّرْنَا  veya  يُسَبِّحْنَ 'ye mütealliktir. الطَّيْرَۜ  kelimesi  الْجِبَالَ ’ye matuftur ya da mef’ûlün meahtır. (Beyzâvî) 

Bu 78-79. ayetlerin ilkinden anlaşılan, Davud ve Süleyman’ın (a.s.) hüküm verme ehliyeti konusunda eşit tutulmuş olmalarıdır. Fakat devamında Allah, Süleyman’ın (a.s.) verdiği kararın doğruluğunu bildirmiş ve onu babasından bir adım öne çıkarmıştır. Fakat baba hakkı gözetilerek daha sonra  وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ  ifadesiyle tekrar iki peygamberin bu konudaki eşitliğine dönüş yapılmıştır. İlk ayette bu yönüyle cem‘ul-muhtelife ve’l-mu’telife sanatının olduğunu ifade eden İbni Ebi’l, ayetin baş kısmında kullanılan zamirin  وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ  ifadesinde değişmesi dolayısıyla burada iltifat sanatının ve iki peygamber olmasına rağmen  لِحُكْمِهِمْ  kelimesindeki cemî zamiri ile bir hükmün hakimin yanı sıra davalı ve davacıyı da gerektirmesi nüktesinden dolayı tenkît sanatının olduğunu ifade etmiştir.

Bu nükte aynı zamanda hükmün ittibâ edilmesi gerekliliğine de bir işaret taşımaktadır. Ayrıca bu ayette iki sanatın iç içe geçmesinden dolayı idmâc sanatı da vardır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’an’da Anlamsal Bedi Sanatları)

 
Enbiyâ Sûresi 80. Ayet

وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ  ...


Bir de Davud’a, sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaşlarınızda sizi korusun. Şimdi siz şükrediyor musunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَلَّمْنَاهُ ve ona öğretmiştik ع ل م
2 صَنْعَةَ yapmayı ص ن ع
3 لَبُوسٍ zırh ل ب س
4 لَكُمْ sizin için
5 لِتُحْصِنَكُمْ sizi korumak için ح ص ن
6 مِنْ -nden
7 بَأْسِكُمْ savaşın şiddeti- ب ا س
8 فَهَلْ (o halde) misiniz?
9 أَنْتُمْ siz
10 شَاكِرُونَ şükredenlerden ش ك ر
Zırh” diye çevirdiğimiz lebûs kelimesi sözlükte “zırh, kılıç, mızrak gibi silâhlar, giysi veya giysiler” anlamlarına gelmektedir. Burada zırh mânasında kullanılmıştır. Müfessirler bu bağlamda âyetteki be’s kelimesine bizim de tercih ettiğimiz “savaş” anlamını vermişlerdir (Râzî, XXII, 200; Şevkânî, III, 471). Rivayete göre Dâvûd aleyhisselâmdan önce zırhlar rahat kullanışlı olmayan levhalar halinde idi. Dâvûd ilk defa demiri yumuşatarak halkalar yapmış ve bu halkalardan kullanışlı zırh üretmiştir (krş. Sebe’ 34/10-11). Be’s kelimesinin “darlık, sıkıntı, bedbahtlık” anlamlarını, buna bağlı olarak lebûs kelimesinin de “giysi” anlamını tercih ederek âyete mecazi anlamda “takvâ giysisi” mânasını verenler de vardır. Bu mânayı tercih eden Muhammed Esed şöyle der: “Bu anlamda yorumlandığı zaman yukarıdaki âyet, Allah’ın Hz. Dâvûd’a, yandaşlarını, hem birbirlerine karşı duydukları korkuya hem de bilinmeyene karşı duydukları bilinçaltı korkulara karşı koruyacak derin bir takvâ ile (Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile) eğitme sanatını öğrettiğini ifade etmektedir” (II, 659; Dâvûd hakkında bilgi için bk. Bakara 2/251; Neml 27/15).
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 694

Be'ese بأس : بُؤْس - بَاْس - بَاْساء zorluk ve sıkıntı demektir. Ancak بُؤْس daha çok fakirlik ve savaş için, بَاْس ve بَاْساء ise yaralanma ve benzeri için kullanılır. بِئْسَ her tür kötülenen şey hakkında kullanılır. Nitekim نِعْمَ de her tür medhedilip övülecek şeyle ilgili kullanılmaktadır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli be'istir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ

 

Cümle  atıf harfi  وَ ’la  سَخَّرْنَا  matuftur.

Fiil cümlesidir. عَلَّمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

صَنْعَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  لَبُوسٍ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَكُمْ  car mecruru  لَبُوسٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  

لِ  harfi,  تُحْصِنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  عَلَّمْنَاهُ ’ya mütealliktir.  تُحْصِنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ بَأْسِ  car mecruru  تُحْصِنَكُمْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلَّمْنَاهُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن فعلنا لكم ذلك فهل أنتم شاكرون (Bunu sizin için yaparsak şükreder misiniz?) şeklindedir.

هَلْ  istifham harfidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

شَاكِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

شَاكِرُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi شكر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ

 

Ayet, önceki ayetteki  سَخَّرْنَا  fiiline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

لَبُوسٍ ’deki tenvin, nev ifade eder.

لِتُحْصِنَكُمْ  cümlesine dahil olan  لِ, muzariyi gizli  اَنْ ’le nasbeden lam-ı ta’lildir. Akabindeki cümlesi masdar tevilinde  لِ  harfiyle birlikte  عَلَّمْنَاهُ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَبُوسٍ ; Araplarca her türlü silahın adıdır. Bu ister tam bir zırh olsun, ister yarım zırh olsun, ister kılıç, ister mızrak olsun. (Kurtubî) 

لَكُمْ  sizin için bu da  عَلَّمْنَاهُ ’ya müteallik veya  لَبُوسٍ ’in sıfatıdır. “Sizi şiddetli savaşınızdan koruması için” ibaresinde harf-i cerin iadesiyle ondan bedel-i istimaldir. Zamir Davud’a (a.s.) yahut zırh tevili ile  لَبُوسٍ ’a aittir. Ebubekir ile Rüveys kıraatinde nûn ile (لِنُحْسِنَكُمْ)’dir ki zamir Aziz ve Celil olan Allah'a racidir. (Beyzâvî)  


 فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ

 

فَ, takdiri  إن فعلنا لكم ذلك  (Sizin için bunu yaparsak) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cevap cümlesi olan  فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi ve müsnedin ism-i fail olması, sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen azarlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

هَلْ  soru harfi sadece fiilin başına gelir. Şayet ismin başına gelmişse bu, meseleye çok önem verilmesinden kaynaklanmaktadır. Temenni ilişkisi kurar.  هَلْ  ile temenninin  لَعَلَّ  ile temenniden farkı, yokluğu kesin olmayan, mümkün bir durumda temenni edilen şeye daha fazla önem verilmesidir.

هَلْ  soru harfi, belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de; zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Bu ayette olduğu gibi. Hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama  هَلْ  âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Beyzâvî buradaki istifhamın mübalağa ve azarlama ifade etmek için emir sıygası yerinde kullanıldığını ifade eder.

Yani cümlenin takdiri anlamı: “Size verdiği nimetlere karşılık Allah'a şükredin.” şeklindedir. Beyzâvî’ye hâşiye yazanlardan biri olan İbni Temcîd şöyle der: Muktezâ-i zâhire göre ibarenin  أُشْكُرُوا (şükredin) şeklinde emir kalıbıyla gelmesi gerekirken zâhirin hilafına  فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ  [Şükrediyor musunuz?] şeklinde soru kalıbıyla gelmesi iki nükteden ötürüdür. Birincisi, şükrü terk etmeleri sebebiyle onları azarlamak, ikincisi ise tıpkı vukuu nadir olan olaylar gibi onlardan nimete şükretmelerini beklemenin uzak bir ihtimal olduğunu haber vermektir. Eğer soru formatı terk edilip emir kalıbı kullanılsaydı ifadenin gücü azalır ve cümle bu anlamı vermezdi. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Enbiyâ Sûresi 81. Ayet

وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ  ...


Süleyman’ın hizmetine de güçlü esen rüzgârı verdik. Rüzgâr, onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere eser giderdi. Biz, her şeyi hakkıyla bileniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِسُلَيْمَانَ ve Süleyman’a
2 الرِّيحَ fırtınayı ر و ح
3 عَاصِفَةً şiddetli ع ص ف
4 تَجْرِي akıp giderdi ج ر ي
5 بِأَمْرِهِ onun emriyle ا م ر
6 إِلَى
7 الْأَرْضِ yere ا ر ض
8 الَّتِي
9 بَارَكْنَا bereketlendirdiğimiz ب ر ك
10 فِيهَا içini
11 وَكُنَّا ve biz ك و ن
12 بِكُلِّ her ك ل ل
13 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
14 عَالِمِينَ biliriz ع ل م
Allah Teâlâ peygamberlik ve krallık konularında Süleyman’ı babası Dâvûd’a vâris kıldı, ayrıca mûcize olarak rüzgârı ve şeytanları Süleyman’ın emrine verdi. Âyette bereketli kılındığı bildirilen yer Filistin’dir. Hz. Süleyman rüzgâr yardımıyla ordularını, ticaret kervanı ve filolarını istediği yere götürüyor, yine rüzgâr vasıtasıyla bereketli yurduna yani Kudüs’e dönüyordu. Bağlamdan anlaşıldığı için âyette sadece dönüş anlatılmıştır. Böylece kendi döneminde Hz. Süleyman, peygamberliğinin yanında bölgenin en güçlü kralı, devleti de en zengin devlet haline gelmiştir (krş. Sebe’ 34/12; Sâd 38/20; Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 3/1-11/43). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 694

وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ

 

وَ  atıf harfidir.  لِسُلَيْمٰنَ  car mecruru, mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  سَخَّرْنَا (Boyun eğdirdi) şeklindedir.

الرّ۪يحَ  mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.  عَاصِفَةً  kelimesi  رّ۪يحَ ’nın hali olup fetha ile mansubdur.  تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ  cümlesi  رّ۪يحَ ’nın ikinci hali olup mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى dir.

بِاَمْرِه۪ٓ  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَى الْاَرْضِ  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline mütealliktir.  الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  الْاَرْضِ ın sıfatı olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  بَارَكْنَا dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

بَارَكْنَا   sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا  car mecruru  بَارَكْنَا  fiiline mütealliktir. 

عَاصِفَةً  kelimesi, sülasi mücerredi  عصف  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنَّا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

نَا  mütekellim zamir  كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  بِكُلِّ  car mecruru  كُنَّا’nın mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَالِم۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın  haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

عَالِم۪ينَ  kelimesi sülasi mücerredi  علم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ

 

…وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Ayetin başındaki car mecrurun müteallik olduğu fiil mahzuftur. Takdiri  سَخَّرْنَا ’dır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَاصِفَةً  kelimesi  الرّ۪يحَ ’nın halidir.  تَجْر۪ي  cümlesi ise hal-i müekkide olarak  وَ ’sız gelmiş, bu durumun sürekli olduğuna işaret etmiştir. Hal, ıtnâb sanatıdır.

Has ism-i mevsûl  الَّت۪ي, cer mahallinde  الْاَرْضِ ’nin sıfatıdır. Marife bir isimden sonra gelen ismi mevsûller o ismin sıfatı olurlar. Mevsûlün sılası  بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

لِسُلَيْمٰنَ  [Ona ram ettik] ifadesi  سَخَّرْنَا لَهُ  demektir. Belki de burada  لِ  kullanılıp da ötekisinde (Davud'unkinde) kullanılmaması, o harika şeyin Süleyman'a ait olup ondan istifade etmesindendir. Birincide ise dağlarda ve kuşlarda görülen bir durumdur, ona nispet edilmiştir.  (Beyzâvî, Fahreddin er-Râzî) 

Ayetin fasılası olan  وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ  cümlesi  وَ ’la 79. ayetteki …سخّرنا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِكُلِّ شَيْءٍ, ihtimam için amili ve  كَان’nin haberi olan  عَالِم۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.

كَان ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

الرّ۪يحَ - عَاصِفَةً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Sayfadaki ayetlerin fasılalarındaki  وَ - ن  ve  يْ - ن   harfleriyle oluşan seci, muhatabı etkileyen bir ahenk oluşturmaktadır. Ayetlerin son kelimeleri arasında ayrıca lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Günün Mesajı
Buhari'de (“İ'tisam”, 21) Amr ibn el-Âs, Efendimiz'in şöyle buyurduğunu nakleder: “Eğer bir hakim doğru hükme varabilmek için elinderi gelen çabayı harcarsa, doğru hüküni verdiğinde iki sevap, yanlış hüküm verdiğinde ise bir sevap kazanır.” 79. ayet bunu desteklemekte, içtihada konu bir meselede iki hakim iki farklı hüküm verdiğinde, ikisinin de hüküm verme, yetkisine sahip olmaları ve sadece hakikatı ortaya çıkarma niyet ve gayretinde bulunmaları şartıyla, hükmünde ikisinin de sevap alacağını ortaya koymaktadır. Hatta her ikisinin verdiği hüküm de doğru veya doğruya en yakın (eşbeh) kabul edilebilir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey alemlerin ve peygamberlerin Rabbi olan Allahım! Bildirdiğin ve bildirmediğin her peygamberin varlığına iman edenlerdeniz. 

Hz. Lut’u çirkin işler yapan halktan kurtaran Sensin. Bizi de; ilim öğrenenlerden, yaptığı işi doğru yapanlardan, hadiseleri doğru yorumlayanlardan ve insanları doğru tanıyanlardan eyle. Bizi ve evlatlarımızı; çirkin işlerle meşgul olanlardan muhafaza buyur ve hem kalben, hem de bedenen; hem kendilerinden, hem de çirkinliklerinden uzak eyle.

Hz. Nuh’un duasını kabul eden, onu ve yakınlarını sıkıntıdan kurtaran, inkarcılardan koruyan Sensin. Bizi de; kendisi için hayırlı olacak şekilde dua edenlerden, Senden hayrı isteyenlerden, dualarını kabul buyurduklarından, maddi manevi sıkıntılardan kurtardıklarından ve inkarcıların tuzaklarından koruduklarından eyle. 

Hz. Davud ile Hz. Süleyman’a hikmet ve ilmi veren Sensin. Bizi de; adaletle hükmedenlerden, zalimlerden ve onların zulümlerinden kendisini korumayı öğrenenlerden ve bunu başaranlardan eyle. Dağların heybetiyle, kuşların cıvıltılarıyla ve nice dünyalık güzelliklerle beraber Seni tesbih etmeyi hatırlayan kullarından eyle. 

Hz. Eyyub’un dert ve sıkıntılarını gideren Sensin. Bizi; zorlu günleri dahil her anında rahmetinden emin olanlardan, zorlukta gizlenen kolaylığın ve hikmetin farkına varıp şükür edenlerden eyle. Dünya nimetlerinin (sağlık, tokluk, güvenlik vb.) ve sevdiklerimizin eksikliğini gösterme. Bunlardan imtihan olan her kuluna ferahlık ver, musibetlerden ecirlerini kazandır ve iki cihanda da daha hayırlı nimetlerle gönüllerini ve gözlerini aydınlat. Sevdiklerinden ayrı düşenleri ise cennet bahçelerinde kavuştur.

Allah’ın bildirdiği peygamberlerden ve kıssalarından ibret alanlardan, affedilenlerden ve hz. Yunus gibi gam ile kederden kurtulanlardan olmak duasıyla.

Amin.

***

İnsan kusurludur. Baktığı tek bir noktada veya dinlediği tek bir konuşmada bile hesaba katamadığı etkenler ya da dikkatini çekmeyen gerçekler vardır. Öyle ki karşısındaki kişi veya iş kendisine iyilik mi yoksa kötülük mü getirecek anlamayabilir. Bildiği kadarıyla hareket etmenin sonucunda yapabildikleri de sınırlıdır. 

Yeryüzünde neyden korunmak ya da kurtulmak istiyorsan, Allah’a sığınmalısın. Zira hakiki kurtarıcı ve koruyucu O’dur. Görünmeyen zararları gideren ve bilinmeyen kötülükleri uzaklaştırandır. İyilerle karşılaştıran ve işleri kolaylaştırandır. Tek bir an ile sonuçları değiştiren ve yeni kapılar açandır.

Yaşananların ve yaşanmayanların ardından her halini bilen Allah’a sığınmalısın. Zira hakiki yardımcı ve dost O’dur. Sıkıntılardaki rahmeti ve zorluklardaki kolaylığı farkettirendir. Şükür sebepleri ile gönülleri sevindiren ve cennet bahçelerine çevirerek ferahlatandır. Kulunu güçlendiren ve kararlılığını arttırandır.

Ey Allahım! Bizi, amellerimizi ve sevdiklerimizi; haberdar olduğumuz ve olmadığımız her türlü sıkıntıdan ve kötülükten muhafaza buyur. Bizi iyilerden eyle ve daima iyi kullarınla karşılaştır. Niyeti ve ahlakı bozuklardan uzaklaştır. Niyetlerimizi ve ahlaklarımızı güzelleştir. Rızana kavuşan salih kulların zümresinden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji