28 Mayıs 2025
Enbiyâ Sûresi 82-90 (328. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Enbiyâ Sûresi 82. Ayet

وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ  ...


Bir de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapteden bizdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنَ ve
2 الشَّيَاطِينِ şeytanlardan ش ط ن
3 مَنْ kimseleri
4 يَغُوصُونَ denize dalan غ و ص
5 لَهُ kendisi için
6 وَيَعْمَلُونَ ve yapan ع م ل
7 عَمَلًا işler ع م ل
8 دُونَ başka د و ن
9 ذَٰلِكَ bundan
10 وَكُنَّا ve biz idik ك و ن
11 لَهُمْ onları
12 حَافِظِينَ onun emrinde tutuyor ح ف ظ

 

 Şetane شطن :

  Şeytan شَيْطانٌ uzaklaşmak anlamındaki şetane شَطَنَ kökünden gelir. Ebu Ubeyde şöyle der: Azgın olan cinlere insan ve hayvanların tümüne şeytan denir. İnsana ait bütün yerilen kötü huylara da şeytan denilmiştir. Çoğulu شَياطِين şeklindedir.

 Bir görüşe göre ise nûn -ن- harfi zâiddir ve sözcük öfkeyle yanıp tutuşmak demek olan شَطا fiilinden gelir. Zira Rahman, 55/15 ayetine geçtiği üzere şeytan da ateşten yaratılmıştır.

 Ebu Ubeyde ise 'şeytan sözcüğü, cinlerden, insanlardan ve hayvanlardan kötü huylu/serkeş olanların tümüne verilen bir addır' demiştir. Ayrıca insanın sahip olduğu her türlü yerilen kuvve de olarak adlandırılmıştır. Bundan dolayı Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:  ''Haset bir şeytandır; öfke bir şeytandır.''(Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda 88 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli şeytandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  سَخَّرْنَا ’ya matuftur.

مِنَ الشَّيَاط۪ينِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَغُوصُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَغُوصُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru  يَغُوصُونَ  fiiline müteallıktır. 

يَعْمَلُونَ  atıf harfi  وَ ’la  يَغُوصُونَ ’ye matuftur.  

يَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَمَلاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. 

دُونَ ذٰلِكَ  zarfı,  عَمَلاً ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.


وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنَّا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

نَا  mütekellim zamiri  كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  حَافِظ۪ينَ’e müteallıktır.

حَافِظ۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

حَافِظ۪ينَ  kelimesi sülasi mücerredi  حفظ  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ 

 

Ayet, …سَخَّرْنَا  cümlesine matuftur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

Cümlede, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  مِنَ الشَّيَاط۪ينِ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, merfû mahalde muahhar mübtedadır. Sılası olan  يَغُوصُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle ifade edilmesi, sonraki habere dikkat çekmek içindir.

يَعْمَلُونَ  cümlesi, sıla cümlesine matuftur. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Mef’ûl olan  عَمَلاً ’deki tenvin kesret, tazim ve nev içindir.


 وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ

 

Ayetin fasılası, …وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ, ihtimam için amili ve  كَان ’nin haberi olan  حَافِظ۪ينَۙ ’ye takdim edilmiştir.

لَهُمْ  car mecrurundaki lam burada takviye için gelmiştir. Yani onları korumak, insanlardan uzak tutmak anlamındadır. (Âşûr)

كَان ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. (Sevinç Resul Arapçada Cümle Yapısı 2010 Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

[Şeytanlardan kimi onun için denize dalar], nefis şeyler çıkarırlardı.  مَنْ  edatı  الرّ۪يحَ’a matuftur ya da mübtedadır, haberi de makablidir. O, nekre-i mevsûfedir. Ve bundan başka işler de yaparlardı. Mesela şehirler kurmak, saraylar yapmak ve güzel sanatlar icra etmek gibi. Nitekim Allah Teâlâ [Onun için mihraplar ve heykeller yaparlardı. (Sebe Suresi, 13)] buyurmuştur.  وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ [Biz onlar için gözcüler idik.] Emrinden çıkmasınlar yahut karakterleri gereği bozgunculuk yapmasınlar diye. (Beyzâvî)

وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ [Biz onları gözetim altında tutuyorduk.] Yani o şeytanlar, Süleyman'ın (a.s.) emrinden çıkmasın yahut tabiatları gereği olan kötülükleri yapmasınlar diye onları gözetim altında tutuyorduk. Deniliyor ki bu gözetim için o şeytanların başında meleklerden bir topluluk ve mümin cinlerden de bir topluluk görevlendirilmişti. Zeccâc diyor ki: “O şeytanlar, yaptıklarını bozmamak için gözetim altında tutuluyorlardı. Zira şeytanların adeti, gündüz yaptıklarını geceleri bozmak idi.” (Ebüssuûd)

Bu alemdeki şeylerin en şeffafı hava ve ateştir. Cenab-ı Hakk bu ikisini de Hz. Süleyman’ın (a.s.) mucizesi kılmıştır. Havaya gelince bu, “Süleyman'a, şiddetli esen rüzgarı müsahhar kıldık.” (Sad Suresi, 36) ayetinde anlaşılan husustur. Ateşe gelince şeytanlar, ateşten yaratılmışlardır. Allah Teâlâ onları da Hz. Süleyman’ın (a.s.) emrine amade kılmıştır. Böylece Hz. Süleyman (a.s.) onlara, suya dalmalarını emrediyordu. Halbuki ateş, suyla söner. Ama bu, onlara hiçbir zarar vermiyordu. Bu da Cenab-ı Hakk'ın, zıddı zıddından çıkarıp ortaya koymaya kādir olduğunu gösterir. (Fahreddin er-Râzî)

يَعْمَلُونَ - عَمَلاً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Enbiyâ Sûresi 83. Ayet

وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ  ...


Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَيُّوبَ ve Eyyub’u da
2 إِذْ hani
3 نَادَىٰ du’a etmişti ن د و
4 رَبَّهُ Rabbine ر ب ب
5 أَنِّي gerçekten diye
6 مَسَّنِيَ bana dokundu م س س
7 الضُّرُّ bu dert ض ر ر
8 وَأَنْتَ ve sen
9 أَرْحَمُ en merhametlisisin ر ح م
10 الرَّاحِمِينَ merhametlilerin ر ح م
Rasulüllah (SAV) bir hadis-i şeriflerinde:
“İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler Peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onları takib edenler, sonra onları takip edenlerdir. Kişi dinine göre müptela kılınır (imtihana çekilir) Eğer dininde salabetli ise imtihanı (göreceği bela ve musibet) ağır olur. Eğer dininde gevşek ise o oranda imtihan edilir. Bela o kimseyi devamlı takib eder. Nihayet onu bırakıncaya kadar. Böylece kul, yeryüzünde hatası olmadığı halde yürür.” 
(Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 71 (983. hadis. Ebû davut Teyâlisî, Ahmed b. Hanbel, Buharî, Tirmizî, İbn-i Hıbban, müstedrekten) Ayrıca bk. Sünenu İbn-i Mâce II, 1321, 1331, 1335 )

وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اَيُّوبَ  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  اذكر  şeklindedir. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri,  واذكر خبر أيوب  (Eyyub'un haberini hatırla) şeklindedir.

Zaman zarfı  اِذْ, mukadder muzâfa müteallıktır.

(إِذْ): Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَادٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَادٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

رَبَّهُٓ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  ب  harf-i ceriyle birlikte  نَادٰى  fiiline müteallıktır. Takdiri,  بأنّي مسّني الضرّ  (zarar dokunması sebebiyle) şeklindedir.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. ي  mütekellim zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مَسَّنِيَ الضُّرُّ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

مَسَّنِيَ  mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الضُّرّ  fail olup lafzen merfûdur.

اَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اَرْحَمُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الرَّاحِم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي dir.    

الرَّاحِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  رحم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Muzâfun ileyh olan …نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي  cümlesinin amili ve muzâfı mahzuftur. Takdiri: اذكر خبر اَيُّوبَ  [Eyyub'un haberini hatırla!] şeklindedir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِذْ  mazi ifade eden, cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. Muzâfun ileyh konumunda olan …نَادٰى رَبَّهُٓ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَيُّوبَ ye ait zamirin,  رَبَّ  lafzına izafeti, Hz. Eyyub’a tazim ve teşrif ifade eder.

Tekid ve masdar harfi  اَنّ۪ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ , masdar tevilinde, takdiri olan  بِ  harf-i ceriyle birlikte  نَادٰى  fiiline müteallıktır.  اَنّ۪  ile tekid edilen cümle, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنّ۪ ’nin haberi  مَسَّنِيَ  şeklinde mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, sebat ve temekkün ifade etmiştir.

الضُّرُّ ’nun,  مَسَّ  fiiline isnadı mecaz-ı aklîdir.

[Eyyub'u da an. Hani Rabbine: “Şüphesiz bana dert dokundu.” diye seslenmişti.]

بِأني  demektir. Gizli  قول  maddesiyle veya nidaya  قول  manası vererek  أني  de okunmuştur. Fetha ile olduğunda  ضَرَّ  bütün sıkıntılar demektir, damme ile  ضُرًّ  ise hastalık ve zayıflık gibi nefse has olan şeyler demektir. (Beyzâvî) 

 

 وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ

 

Ayetin  وَ ’la gelen fasılası, hal cümlesidir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

İsnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle, müsnedin izafetle marife olması, kasr ifade eder. Merhametlilerin en merhametlisi sadece odur. Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.

Cümlede müsned olan  اَرْحَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Müsnedin veciz ifade kastıyla gelen  اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ  şeklindeki izafet formu, müsnedün ileyhin de tazimine işaret eder.

İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَرْحَمُ - الرَّاحِم۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَرْحَمُ - الضُّرُّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Masdar-ı müevveldeki her iki cümle de haber üslubunda olmasına karşın, maksadı haber vermek olmadığından muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Bu nedenle cümleler, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ  [Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin.]  أرحَمُني (bana merhamet et) demeyip de böyle demesi, nazik bir şekilde dolaylı olarak merhamet istemektir.

Bu ayet-i kerimede görüldüğü gibi haber formu bazen muhataba kendini acındırma ve merhamet dileme anlamı taşıyabilir. Hz. Eyyub’un Allah’a seslenişinde derde uğradığını belirttikten sonra O’nun merhametlilerin en merhametlisi olduğunu ifade etmesi, derdini gidermede ondan merhamet dilemesi anlamını taşımaktadır. Bu idmâc sanatıdır.

Hz. Eyyub’un muhatabı Allah Teâlâ olduğu halde sözlerini tekid edatlarıyla pekiştirerek ifade etmesi, muktezâ-i zâhire uygun değil, fakat muktezâ-i hale uygundur. Bu durum, Hz. Eyyub’un üzüntüsünü belirtmek üzere içinde bulunduğu ruh halinin yansımasıdır.

 
Enbiyâ Sûresi 84. Ayet

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ  ...


Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik. Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاسْتَجَبْنَا biz de kabul ettik ج و ب
2 لَهُ onu(n du’asını)
3 فَكَشَفْنَا ve kaldırdık ك ش ف
4 مَا ne varsa
5 بِهِ onun
6 مِنْ
7 ضُرٍّ derdi ض ر ر
8 وَاتَيْنَاهُ ve ona verdik ا ت ي
9 أَهْلَهُ ailesini ا ه ل
10 وَمِثْلَهُمْ ve bir katını daha م ث ل
11 مَعَهُمْ onlarla beraber
12 رَحْمَةً bir rahmet ر ح م
13 مِنْ
14 عِنْدِنَا tarafımızdan ع ن د
15 وَذِكْرَىٰ ve bir öğüt olarak ذ ك ر
16 لِلْعَابِدِينَ ibadet edenler için ع ب د
Riyazus Salihin, 571 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir gün Eyyûb peygamber çıplak yıkanırken, üzerine altın çekirgeler düşmeye başladı. Eyyûb da onları toplayıp elbisesine doldurdu.
Bunun üzerine Cenâb-ı Mevlâ:
- Eyyûb! Ben seni bu gördüklerine dönüp bakmayacak kadar zengin kılmadım mı? diye seslendi.
Eyyûb da:
- Evet, izzetine yemin ederim ki, beni çok zengin kıldın. Fakat ben senin lutfettiğin berekete doyamam, dedi.”
(Buhârî, Gusül 20, Enbiyâ 20, Tevhîd 35. Ayrıca bk. Nesâî, Gusül 7e)

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اسْتَجَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru  اسْتَجَبْنَا  fiiline müteallıktır. 

كَشَفْنَا  atıf harfi  ف  ile  اسْتَجَبْنَا  fiiline müteallıktır. 

كَشَفْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِه۪  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.  مِنْ ضُرٍّ  car mecruru  بِه۪ deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. 

اسْتَجَبْنَا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.  


 وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ

 

اٰتَيْنَاهُ  atıf harfi  وَ la  اسْتَجَبْنَا ya matuftur. Fiil cümlesidir.  اٰتَيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَهْلَهُ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِثْلَهُمْ  atıf harfi  وَ la  اَهْلَهُ ye matuftur.

مَعَهُمْ  mekân zarfı,  مِثْلَهُمْ ün mahzuf haline müteallıktır. 

رَحْمَةً  mef’ûlun lieclihi olup fetha ile mansubdur.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ عِنْدِنَا  car mecruru  رَحْمَةً nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ذِكْرٰى  atıf harfi  وَ la  رَحْمَةً ne matuftur. 

لِلْعَابِد۪ينَ  car mecruru  ذِكْرٰى ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır.  اَلْعَابِد۪ينَ  cer alameti  ي dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. 

اَلْعَابِد۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  عبد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰتَيْنَاهُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  اتى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ

 

Önceki ayetteki نَادٰى رَبَّهُٓ  cümlesine matuf olan  فَاسْتَجَبْنَا لَهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ  cümlesi aynı üslupta gelerek  فَاسْتَجَبْنَا لَهُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  لَهُ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. مِنْ ضُرٍّ  ise  بِه۪ ’deki gaib zamirin mahzuf haline müteallıktır.

مَا بِه۪ مِنْ ضُرّ  ifadesindeki  مَا  ismi mevsûlundan maksat ibham, yani kapalılık manasıdır. Sonrasında gelen  مِنَ  harf-i ceri ise beyaniye manasında olup onu tefsir eder. Maksat şiddetli korkudur. Bu zarar çeşitlerinin fazla olmasından dolayıdır ki bunlar saymakla bitmez. (Âşûr)

Makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen …وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiillerin azamet zamirine isnadı tazim, mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

رَحْمَةً  mef’ûlun lieclih (Âşûr) veya takdiri  رحمناه  olan mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakıdır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  عِنْدِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عِنْدِ  tazim edilmiştir.

لِلْعَابِد۪ينَ  car mecruru,  ذِكْرٰى ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır.

Önceki ayetteki  رَبَّهُٓ  ve bu ayetteki  اسْتَجَبْنَا  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

[Katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir hatıra olmak üzere] cümlesi, Eyyub'a rahmet ve diğer ibadet edenlere de hatıra olmak üzere ki onun gibi sabretsinler de onun gibi sevap kazansınlar manasındadır. Ya da ibadet edenlere rahmet etmemiz için çünkü biz onları ihsanla zikrederiz, onları unutmayız demektir. (Beyzâvî)

Ayet-i kerime'deki,  وَذِكْرٰى لِلْعَابِدٖينَ  “ibadet edenler için bir hatıra olmak üzere” ifadesinde, bu hususta tefekkür edilsin ve böylece de bu hadise, abidleri sabretmeye ve bunun sevabını Allah'tan ummaya sevk edici olsun diye Allah Teâlâ'nın böyle yaptığına bir delalet vardır. Bundan sadece abidler yararlanacağı için ayette hassaten abidler zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Enbiyâ Sûresi 85. Ayet

وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ  ...


İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِسْمَاعِيلَ ve İsma’il’i
2 وَإِدْرِيسَ İdris’i
3 وَذَا ve Zu’(l-Kifl’i)
4 الْكِفْلِ (ve Zu’)l-Kifl’i ك ف ل
5 كُلٌّ hepsi de ك ل ل
6 مِنَ
7 الصَّابِرِينَ sabredenlerdendi ص ب ر

وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ


وَ  istînâfiyyedir.  اِسْمٰع۪يلَ  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  اذكر  (zikret) şeklindedir.

اِدْر۪يسَ  atıf harfi  وَ la  اِسْمٰع۪يلَ e ve  ذَا الْكِفْلِ e matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذَا  harfle îrab olan beş isimden biri olup nasb alameti eliftir.  الْكِفْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur.

مِنَ الصَّابِر۪ينَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  الصَّابِر۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  صبر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ 

 

Vav istînâfiyyedir. Ayetin bu ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Takdiri:  اذكر خبر اِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ (İsmail, İdris ve Zülkifl’in haberini hatırla) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Veciz ifade kastıyla gelen  ذَا الْكِفْلِۜ  izafeti,  اِدْر۪يسَ ye matuftur.

كِفْلِ ; nasip, kefalet ve katlama manalarına gelir. (Beyzâvî)

اِسْمٰع۪يلَ - اِدْر۪يسَ - ذَا الْكِفْل  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hatırlanması istenenlerin sayılması, taksim sanatıdır.


كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ

 

Enbiyadan haber veren bu cümle, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen hal cümlesi, hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ, mahzuf habere müteallıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Müsnedün ileyh olan  كُلٌّ deki tenvin muzâfun ileyhin hazf edildiğinin göstergesi olabileceği gibi umuma işaret de olabilir. 

الصَّابِر۪ينَۚ, ism-i fail kalıbında gelmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Hatırlanması istenenler sayıldıktan sonra sabretmekte cem edilmişlerdir. Cem’ ma’at-taksim sanatıdır.

Bu ayette bahsedilen Zülkifl'in, Zekeriya (a.s.) olduğu ileri sürüldüğü gibi bunun Yûşa ve İlyas (a.s.) oldukları da ileri sürülmüştür. Daha sonra ulema şöyle demiştir: “Peygamberlerden beşini Allah Teâlâ iki isimle adlandırmıştır: İsrail-Yakub, İlyas-Zülkifl, İsa-Mesih, Yunus-Zünnun ve Muhammed-Ahmed…” (Fahreddin er-Râzî)

 
Enbiyâ Sûresi 86. Ayet

وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ  ...


Onları da rahmetimizin içine soktuk. Şüphesiz onlar salih kimselerdendi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَدْخَلْنَاهُمْ ve onları soktuk د خ ل
2 فِي
3 رَحْمَتِنَا rahmetimize ر ح م
4 إِنَّهُمْ çünkü onlar
5 مِنَ
6 الصَّالِحِينَ Salihlerdendi ص ل ح

وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  اَدْخَلْنَا  atıf harfi  وَ la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri,  أعطيناهم ثواب الصابرين وأدخلناهم  (Onlara sabredenlerin sevabını verdik ve …. soktuk.) şeklindedir.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَدْخَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي رَحْمَتِنَا  car mecruru  اَدْخَلْنَا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَدْخَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مِنَ الصَّالِح۪ينَ  car mecruru  اِنَّ nin mahzuf haberine müteallıktır. 

الصَّالِح۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ 

 

Mukadder istînâfa matuf ilk cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelen fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

ف۪ي رَحْمَتِنَا  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla rahmet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü rahmet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın rahmetindeki yüceliği ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Veciz ifade kastıyla gelen  رَحْمَتِنَاۜ  izafetinde,  رَحْمَة  kelimesinin Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, rahmetin şanı içindir.

اَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَا  [Onu rahmetimize soktuk] cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. Cennetimize soktuk demektir. Çünkü cennet, rahmetin indiği yerdir. Aralarında mahalliyet alakası vardır. (Safvetü’t Tefasir)

 

اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ  onları rahmetinin içine dahil etmek için ta’lildir ve Allah’ın bu sünnetinin bütün salihler için geçerli olduğunu ifade etmek için tezyîldir. (Âşûr)

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الصَّالِح۪ينَ ’in müteallakı olan haber, mahzuftur.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayet zamir farklılığıyla 75. ayetin tekrarıdır. Bu iki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

 
Enbiyâ Sûresi 87. Ayet

وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ  ...


Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَذَا ve Zü(nnun’u)
2 النُّونِ (ve Zün)nun’u ن و ن
3 إِذْ zira
4 ذَهَبَ gitmişti ذ ه ب
5 مُغَاضِبًا kızarak غ ض ب
6 فَظَنَّ sanmıştı ظ ن ن
7 أَنْ diye
8 لَنْ asla
9 نَقْدِرَ güç yetiremeyeceğiz ق د ر
10 عَلَيْهِ kendisine
11 فَنَادَىٰ nihayet yalvardı ن د و
12 فِي içinde
13 الظُّلُمَاتِ karanlıklar ظ ل م
14 أَنْ diye
15 لَا yoktur
16 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
17 إِلَّا başka
18 أَنْتَ senden
19 سُبْحَانَكَ senin şanın yücedir س ب ح
20 إِنِّي muhakkak ben
21 كُنْتُ oldum ك و ن
22 مِنَ
23 الظَّالِمِينَ zalimlerden ظ ل م
Zünnûn, Yûnus peygamberin lakabıdır. Balık tarafından yutulduğu için kendisine Zünnûn lakabı verildiği söylenir. Putlara tapan Ninevâ (Ninova) halkını tevhid dinine davet etmekle görevlendirilmiş olan Hz. Yûnus, halkı uzun süre dine davet etmesine rağmen kendisine çok az kimse iman etmişti. Bu durum karşısında ümidini yitiren Yûnus, kavmine kızmış, onların başına gelecek bir musibetten kendisini kurtarmak için gemiye binip şehirden uzaklaşmıştır. Bindiği gemi, yükünün fazla olması sebebiyle batmaya yüz tutunca geminin yükünü hafifletmek üzere çekilen kura neticesinde denize atılmış ve bir balık tarafından yutulmuştur. İşte Yûnus’un karanlıklar içinde yaptığı duadan maksat bu balığın karnında iken yaptığı duadır. Yüce Allah Yûnus’un duasını kabul ederek onu bu sıkıntıdan kurtarmış, balık onu hasta bir halde açık bir yere bırakmıştır; Yûnus iyileştikten sonra tekrar kavmine dönmüştür. Kendilerinden ümit keserek terkettiği kavmi ise, sonunda gerçeği görerek putperestliği bırakmışlar, tövbe edip Allah’ın birliği inancına döndükleri için azaptan kurtulmuşlardır. 
 
Başka bir rivayete göre Hz. Yûnus kavmine, inanmadıkları takdirde bir azaba uğrayacaklarını bildirmiş, ancak onlar tövbe edip imana geldikleri için bu azap tahakkuk etmemiştir. Onların imana geldiklerinden habersiz olan Yûnus, belirttiği azabın vaktinde gerçekleşmediğini görünce kendisinin alay konusu olacağını düşünerek kızgın bir halde kavminden ayrılıp gitmiştir (Yûnus ve kavmi hakkında daha fazla bilgi için bk. Yûnus10/98; Sâffât 37/139-148; Kitâb-ı Mukaddes, Yûnus, 1/1; 4/11). 89-90. Zekeriyyâ aleyhisselâm İsrâiloğulları’na gönderilmiş son peygamberlerden biri ve Hz. Yahyâ’nın babasıdır. Milâttan önce I. yüzyılda Kudüs’te yaşamış olan Zekeriyyâ peygamberle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de verilen bilgiler, daha çok onun yaşlılık dönemine aittir (Zekeriyyâ, eşi ve Yahyâ hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/37-41; Meryem 19/2-11
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 697
Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu: “ Yunus’un , balığın karnında iken yaptığı dua ne kadar güzeldir! O şöyle demişti:” Senden başka ilâh yoktur; Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum!” Bir Müslüman bu dua ile Rabbine yalvarsa Allah onun duasını mutlaka kabul eder. 
( Tirmizi, Daavât 82; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 170)

وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  ذَا  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup nasb alameti eliftir. Takdiri, اذكر  (hatırla) şeklindedir.  النُّونِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Zaman zarfı  اِذْ, mukadder muzâfa müteallıktır. Takdiri,  واذكر خبر ذي النون  (Zünnûn’un haberini hatırla) şeklindedir. 

ذَهَبَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذَهَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir. 

مُغَاضِباً  kelimesi  ذَهَبَ deki failin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ظَنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  ظَنَّ nin iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubdur. 

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  ظَنَّ  fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri,  أنّنا  şeklindedir.  

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. نَقْدِرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

عَلَيْهِ  car mecruru  نَقْدِرَ  fiiline müteallıktır. 

Hafifletilmiş olan  اَنْ  aynı  اَنَّ  gibi isim cümlesinin başına gelir. Fakat ismini hiçbir zaman açıkta göremeyiz. Çünkü ismini gizli bir zamir (zamir-i şan) olarak alır.

Hafifletilmiş olan  اِنْ  cümle başında gelebileceği gibi hafifletilmiş olan  اَنْ  cümle ortasında gelir.

Hafifletilmiş olan  اَنْ in haberi devamlı cümle olur. Bu cümle isim veya fiil cümlesi olabilir. Edattan sonraki cümle isim veya çekimi yapılamayan (camid) bir fiilden oluşan fiil cümlesi ise edatla arasında yabancı bir kelime bulunmaz.

Haberinin geliş şekilleri şöyledir:

  1. İsim cümlesi
  2. Fiil cümlesi

1.  İsim cümlesi şeklinde gelirse:

a) Başına herhangi bir edat gelmeyen isim cümlesi.

b) Başına  لَا  harfi gelen isim cümlesi (Bu  لَا  cinsi nefy içindir.)

2. Fiil cümlesi şeklinde gelirse:

a) عَسَى  ve  لَيْسَ  gibi camid (çekilemeyen) bir fiil şeklinde gelir.

b) Bu iki fiilin haricinde başka fiillerden gelirse bu fiil cümlesinin başına س – سَوْفَ – قَدْ – لَنْ – لَمْ – لَو  gibi harflerden birinin gelmesi zorunludur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir.  نَادٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir.

فِي الظُّلُمَاتِ  car mecruru  نَادٰى deki failin mahzuf haline müteallıktır. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.


  اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ

 

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri,  أنه  şeklindedir.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ  cümlesi  اَنْ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  

اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود  (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

سُبْحَانَكَۗ  itiraziyye cümlesidir.  سُبْحَانَكَ  mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olarak fetha ile mansubdur. Takdiri,  أسبح  (tesbih ederim) şeklindedir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

كُنْتُ  ile başlayan isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  fetha üzere mebni nakıs, mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تُ  mütekellim zamiri  كَانَ nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ  car mecruru  كَانَ nin mahzuf haberine müteallıktır.  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً 

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayetin bu ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Veciz ifade kastıyla gelen  ذَا النُّونِ  izafeti, takdiri اذكر (hatırla) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

ذَا النُّونِ  izafetinde takdiri  خبر  (haberi) olan muzâf mahzuftur. Mazi manalı zaman zarfı  اِذْ  bu mahzuf muzâfa müteallıktır.  ذَا النُّونِ den bedel-i iştimâl olması da caizdir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  ذَهَبَ مُغَاضِباً  cümlesi,  اِذْ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

مُغَاضِباً  kelimesi,  ذَا النُّونِ ’nin hali olarak mansubdur. Konuya açıklık getirmek gayesiyle yapılan tetmim ıtnâbıdır.  مُغَاضِباً, mübalağa kalıbıdır. (Beyzâvî)

المُغاضَبَةُ  kelimesi, öfkede mübalağa içindir. Çünkü o garip bir öfkedir. (Âşûr)


 فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ 

 

Muzâfun ileyh cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْ, muhaffefe  اَنَّ ’dir. Şan zamiri, mahzuftur. Haberi olan  لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

اَنَّ  ve  لَنْ  olmak üzere iki tekid unsuru ihtiva eden masdar-ı müevvel,  ظَنَّ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ظَنَّ  fiili, iki zıt anlama sahip fiillerdendir. Hem kesin olarak bildi hem de zannetti, emin olamadı anlamları vardır. 

Yunus (a.s.) kaçıp giderken bizim kendisini sıkıştırmayacağımızı yahut kendisini cezalandırmayacağımızı yahut  onda kudretimizi kullandırmayacağımızı sanmıştı.

Diğer bir görüşe göre ise bu temsili bir ifade olup onun hali, böyle sanan kimsenin haline benzetilmektedir. Yani o, bizim emrimizi beklemeden kavmini terk ederken, sanıyordu ki biz, böyle sananlara karşı uyguladığımız muameleyi ona karşı uygulamayacağız. Nitekim “O, malının kendisini ebedi kılacağını zanneder.” ayeti de bu kabildendir. Yani böyle sanan kimsenin muamelesini ona uygularız. (Ebüssuûd)

Başka bir görüşe göre ise Hz.Yunus'un bu zannı, aklından geçen şeytani bir vehimdir. Buna zan denilmesi, mübalağa içindir. (Ebüssuûd)


 فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ

 

فَظَنَّ اَنْ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümleye dahil olan  اَنْ, muhaffefe  اَنَّ ’dir. Şan zamiri, mahzuftur. Takdiri,  أنه  şeklindedir. Haberi olan  لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu menfi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

İsmi  اِلٰهَ  kelimesi, haberi ise munfasıl zamir  اَنْتَ dir.  

لَٓا  ve  اِلَّٓا  ile kasr oluşmuştur. Burada ulûhiyyet sıfatının Allah’tan başkasında bulunmadığı ifade edilmiştir.  اِلٰهَ  sıfat/maksûr,  اَنْتَ  mevsûf/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlede  سُبْحَانَكَۗ  mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mansubdur. Sözü pekiştirme, yanlış anlamayı önleme, tenzih, dua ve tenbih gibi çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.

Hasan el-Basrî'nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Cenab-ı Hak, Yunus’u (as), kendisini  zalim olduğunu ikrar etmiş olması sebebiyle kurtarmıştır.”

Ayetteki  سُبْحَانَكَۗ  ifadesi Hz. Yunus’un (as), Cenab-ı Hakkı, bütün noksanlıklardan tenzih ettiğini gösterir. Acizlik de bir noksanlıktır. Binaenaleyh bu, Cenab-ı Hakk'ın [Bizim kendisini hiçbir zaman sıkıştıramayacağımızı sanmıştı...] buyruğu, Yunus’un (a.s.), Allah Teâlâ’nın aciz olduğunu zannetmiş olduğuna delalet etmez. Yunus (as), subhaneke demiştir. Çünkü bu ifadenin takdiri, “Allah’ım seni, bunu bir zulüm olarak veya intikam alma arzusuyla yahut beni bu balığın karnından kurtarmaktan aciz olduğun için yapmış olmamdan tenzih ederim. Tam aksine sen bunu, ulûhiyetin hakkı ve hikmetinin muktezâsı olarak yaptın…” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş son cümle, öncesinin ta’lili hükmündedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned olan  كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ, nakıs fiil  كَانَ nin mahzuf haberine müteallıktır. 

Hz. Yunus’un muhatabı Allah Teâlâ olduğu halde sözlerini tekid edatlarıyla pekiştirerek ifade etmesi, muktezâ-i zâhire değil fakat muktezâ-i hale uygundur. Bu durum, Hz. Yunus’un, üzüntüsünü belirtmek üzere içinde bulunduğu ruh halinin yansımasıdır. 

Dolayısıyla Hz. Yunus’un dua maksatlı sözleri, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Hz. Yunus şöyle niyazda bulunmuştu: “Senden başka hiçbir ilâh yoktur; Seni Sana yaraşır şekilde bir şeyin seni aciz bırakmasından yahut  başıma gelen bu musibetin tarafımdan sebepsiz olmasından tenzih ederim. Ben gerçekten, kavmim arasından hicret etmeye acele etmekle kendilerini tehlikeye maruz bırakan  zalimlerden oldum.” (Ebüssuûd)

اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi nefsine zulmettiğini itiraf etmede mübalağadır. Vasfın kesinliğine delalet etmesi için  كَانَ  fiiline isnad edilmiştir. (Âşûr)

الظُّلُماتُ : Bu kelime  ظُلْمَةٍ  kelimesinin cemisidir ve kastedilen gecenin, denizin dibinin ve balığın karnının karanlığıdır. Şöyle denilmiştir: cemi siygasıyla gelen الظُّلُماتُ kelimesi, karanlığın şiddetinden mübalağadır. Tıpkı Bakara suresi 207. ayetindeki يُخْرِجُهم مِنَ الظُّلُماتِ إلى النُّورِ  (Onları derin karanlıklardan aydınlığa çıkarır.) ibaresindeki gibi.(Âşûr)

 
Enbiyâ Sûresi 88. Ayet

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Biz de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz mü’minleri böyle kurtarırız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاسْتَجَبْنَا biz de kabul ettik ج و ب
2 لَهُ onu(n du’asını)
3 وَنَجَّيْنَاهُ ve onu kurtardık ن ج و
4 مِنَ
5 الْغَمِّ tasadan غ م م
6 وَكَذَٰلِكَ işte böyle
7 نُنْجِي biz kurtarırız ن ج و
8 الْمُؤْمِنِينَ inananları ا م ن

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اسْتَجَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muzari fiillerin (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru  اسْتَجَبْنَا  fiiline müteallıktır.

نَجَّيْنَاهُ  atıf harfi  وَ la  اسْتَجَبْنَا ya matuftur. 

نَجَّيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْغَمّ  car mecruru  نَجَّيْنَاهُ  fiiline müteallıktır.

اسْتَجَبْنَا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 

  

وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ


وَ  istînâfiyyedir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” demektir. Bu ibare, amili  نُنْجِي  olan mahzuf mef’ûlun mutlaka müteallıktır.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

نُنْجِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülasisi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

نُنْجِي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ 

 

Önceki ayetteki فَنَادٰى فِي  cümlesine  فَ  ile atfedilen  فَاسْتَجَبْنَا لَهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمّ  cümlesi aynı üslupta gelerek  فَاسْتَجَبْنَا لَهُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Fiillerin azamet zamirine isnadı tazim, mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

فَاسْتَجَبْنَا  fiili  استفعال  babındadır. Bu bab fiile, talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

نَجَّيْنَاهُ  fiili  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı anlamlar; kesret, mef’ûlu bir vasfa nispet etmek, izale, sayruret ve fiilin muayyen zamanda meydana gelişi, tevcih, huzur, isimden fiil türetmedir. Bunlardan en fazla öne çıkanı fiilde veya failde olan kesrettir. 

اَنْجَيَ  fiili ifal babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)

“Biz de onun suçunu en nazik ve güzel şekilde itiraf zımnında ettiği niyazı kabul eyledik.” (Ebüssuûd)


وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, amili  نُنْجِي  olan mahzuf bir mef’ûlun mutlaka müteallıktır. 

Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muarehayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Sıkıntılara maruz kalan müminler de ihlas ile bize yalvardıklarında, onları da bundan aşağı bir kurtarmakla değil, böyle tam olarak kurtarırız. (Ebüssuûd)

كَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ  [İşte böylece müminleri kurtarırız] cümlesinde mürsel-mücmel teşbih vardır.  كَذٰلِكَ ’deki  كَ, teşbih harfidir.  ذٰلِكَ, müşebbehün bihdir. Müşebbehin konumu öyle yüce bir yerdedir ki ona benzeyecek bir şey yoktur manasındadır. Bu ifadede mübalağa sanatı vardır.

وَنَجَّيْنَاهُ  -  نُنْجِي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Müminleri de böyle kurtarırız ibaresi; gam ve kederlerden, ihlasla dua ettikleri takdirde kurtarırız demektir. İmam Mushaf'ta (نُجِّي) şeklindedir. (Beyzâvî)  

Bu ayette müminlerin özellikle zikredilmesinin nedeni onlara gösterilen önem ve ilgidir. Çünkü onlar, peygamberlerin sabrettiği gibi sabredemezler. Bela ve musibetlere maruz olma bakımından insanların en şiddetlisi peygamberler, sonra tahammül derecesine göre diğer insanlardır (Buharî) hadisinde de buna işaret edilmektedir. Allah müminleri, tereyağından kıl çeker gibi beladan kurtaracaktır. Bu öyle hızlı gerçekleşeceği için onlara acı ve ızdırap yerine haz ve keyif verecektir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

وكَذَلِكَ نُنْجِي المُؤْمِنِينَ  cümlesi tezyîldir. (Âşûr)

Burada müşrik Araplara tariz yapılarak, Allah’ın mü’minleri, kendi beldelerinde müşriklerin kendilerine karşı yaptıkları kötü muamelelerinden ötürü uğramış oldukları keder ve sıkıntıdan kurtardığı ifade edilmektedir. (Âşûr)

 
Enbiyâ Sûresi 89. Ayet

وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ  ...


Zekeriya’yı da hatırla. Hani o, Rabbine, “Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın” diye dua etmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَزَكَرِيَّا ve Zekeriyya’yı da
2 إِذْ hani
3 نَادَىٰ du’a etmişti ن د و
4 رَبَّهُ Rabbine ر ب ب
5 رَبِّ Rabbim ر ب ب
6 لَا
7 تَذَرْنِي beni bırakma و ذ ر
8 فَرْدًا tek başıma ف ر د
9 وَأَنْتَ ve sen
10 خَيْرُ en iyisisin خ ي ر
11 الْوَارِثِينَ varislerin و ر ث

وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  زَكَرِيَّٓا  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  اذكر  (Hatırla, düşün!) şeklindedir.

Zaman zarfı  اِذْ, mukadder muzâfa müteallıktır. Takdiri,  واذكر خبر زكري  (Zekeriya’nın haberini hatırla!) şeklindedir. 

نَادٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَادٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.  رَبَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nida harfi mahzuftur.  رَبِّ  münada olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamir  ي  mahzuftur. Nidanın  cevabı  لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً dır.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَذَرْن۪ي  meczum muzari fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَرْداً  mütekellim zamirinin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal müfred olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Munfasıl zamir  اَنْتَ  atıf harfi  وَ la mukadder söze matuftur. Takdiri,  وارزقني وارثا  (Beni bir varisle rızıklandır.) şeklindedir. 

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

خَيْرُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْوَارِث۪ينَۚ    muzâfun ileyh olup cer alameti  ي dir. خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

خَيْرُ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. Burada marifeye muzâf şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

نَادٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْوَارِث۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ورث  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ 

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muzâfun ileyh olan  زَكَرِيَّٓا ’nın amili ve muzâfı mahzuftur. Takdiri:  اذكر خبر زَكَرِيَّٓا [Zekeriya’nın haberini hatırla!] şeklindedir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِذْ  mazi ifade eden, cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. Muzâfun ileyh olan  نَادٰى رَبَّهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

زَكَرِيَّٓا e ait zamirin,  رَبَّ  lafzına izafesi, Hz. Zekeriya için tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.


رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ

 

Nida için tefsiriyye olan cümle fasılla gelmiştir. Nida üslubunda gelen cümle talebî inşaî isnaddır. Münada olan  رَبِّ ’de, nida harfi ve muzâfun ileyh olan mütekellim  ي’sı mahzuftur. Bu hazifler mütekellimin muhatabına yakın olmak isteğine işarettir.

لَا تَذَرْن۪ي, nidanın cevabı olarak nasb mahallindedir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida üslubunda gelen bu cümle dua manasında olup, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

وَ ’la takdiri  وارزقني وارثا  (Beni bir varisle rızıklandır) olan mukadder cümleye matuf  وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  خَيْرُ  ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. İzafet formunda gelişi, veciz ifade kastına matuftur. Bu izafet, mevsûfun sıfatına izafesi babındandır.

وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ  sözündeki varis istemekten maksat ona verilmesini istediği ve geri alınmayacak olan ihsanlardır. 

Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)

 
Enbiyâ Sûresi 90. Ayet

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ  ...


Biz de onun duasını kabul ettik ve kendisine Yahya’yı bağışladık. Eşini de kendisi için, (doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاسْتَجَبْنَا kabul buyurduk ج و ب
2 لَهُ onu(n du’asını)
3 وَوَهَبْنَا ve armağan ettik و ه ب
4 لَهُ ona
5 يَحْيَىٰ Yahya’yı
6 وَأَصْلَحْنَا ve ıslah ettik ص ل ح
7 لَهُ kendisi için
8 زَوْجَهُ eşini ز و ج
9 إِنَّهُمْ gerçekten onlar
10 كَانُوا idiler ك و ن
11 يُسَارِعُونَ koşuyor(lar) س ر ع
12 فِي
13 الْخَيْرَاتِ hayır (işlere) خ ي ر
14 وَيَدْعُونَنَا ve bize du’a ederlerdi د ع و
15 رَغَبًا umarak ر غ ب
16 وَرَهَبًا ve korkarak ر ه ب
17 وَكَانُوا ve idiler ك و ن
18 لَنَا bize
19 خَاشِعِينَ derin bir saygı içinde خ ش ع

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اسْتَجَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru  اسْتَجَبْنَا  fiiline müteallıktır.  وَهَبْنَا  fiili atıf harfi  وَ la  اسْتَجَبْنَا ya matuftur. 

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَهَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru  وَهَبْنَا  fiiline müteallıktır.

يَحْيٰى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

اَصْلَحْنَا  fiili atıf harfi  وَ la  وَهَبْنَا ya matuftur.  اَصْلَحْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru  اَصْلَحْنَا  fiiline müteallıktır.

زَوْجَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَجَبْنَا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.   

اَصْلَحْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صلح ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

كَانُوا  ile başlayan isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يُسَارِعُونَ  fiili,  كَانُوا ’un haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُسَارِعُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ı fail olarak mahallen merfûdur.  فِي الْخَيْرَاتِ  car mecruru  يُسَارِعُونَ  fiiline müteallıktır.

يَدْعُونَنَا  atıf harfi  وَ la  يُسَارِعُونَ ye matuf olup mahallen mansubdur. يَدْعُونَنَا  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

رَغَباً  ve  رَهَباًۜ  hal veya mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُسَارِعُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  سرع ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  

 وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  

لَنَا  car mecruru  كَانُوا ’un mahzuf haberine müteallıktır.

خَاشِع۪ينَ  kelimesi,  كَانُوا ’un haberi olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

خَاشِع۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  خشع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ 

 

…نَادٰى  cümlesine  فَ  ile atfedilen  فَاسْتَجَبْنَا لَهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupla gelen  وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى  ve  وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ  cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

Allah Teâlâ’nın, fiilleri azamet zamiriyle kendisine isnad etmesi tazim içindir.

Fiillerin hepsi mazi sıygada gelmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Ayette îcâz-ı hazif vardır.  فَاسْتَجَبْنَا  fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Takdiri,  نِداءَهُ  (Nidasını)’dır. 

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ  “Biz onun duasını kabul ettik” ifadesine gelince, bu: “Biz, istediği için onun istediğini yerine getirdik.” demektir. Bu ifade de Zekeriya’yı (as) bir tazim ve yüceltme söz konusudur. İşte bundan dolayı ulema: Kendisinde ululama ve tazim olduğu için icabet etmek mükâfattır, demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Allah Teâlâ’nın, Hz. Zekeriya’ya lütfettiği nimetleri; duasını kabul etmek, Yahya’yı (as) bağışlamak, zevcesini ıslah etmek şeklinde sıralaması taksim sanatıdır.

وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ  ifadesi, vâv harfinin tertip ifade etmediğini göstermektedir. Çünkü zevcin ıslahı, çocuğun verilmesinden öncedir. Ama ne var ki Cenab-ı Hak, bu hususu, ayetin lafzında sona bırakmıştır. Cenab-ı Hak, söylediğimiz sözün şahidi ve mısdakını (ölçütünü) da beyan buyurarak, اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ  “Muhakkak ki bunlar, hayır işlerinde yarışırlardı.” açıklamıştır. Cenab-ı Hakk bununla Zekeriya’yı (as), çocuğunu ve hanımını kastetmiştir. Böylece de kendisinin onlara istediklerini verdiğini beyan, etmiş ve onların örflerinde hayırlarda yarışma olduğu için onları birbirleriyle desteklemiştir. Allah'a itaat uğrunda yarışmak, kişinin övülmesine sebep teşkil eden şeylerin en büyüklerindendir. Çünkü bu, taata karşı büyük bir hırs ve isteğin bulunduğuna delalet eder.

Cenab-ı Hakk'ın,  وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا  “Umarak ve korkarak bize dua ederlerdi.” buyruğuna gelince bu ifadeler  رغبا  ve  رهبا  şeklinde de okunmuştur. Bu ayet, O'nun tıpkı [Ahiretten korkarak Rabbinin rahmetini umarak… (Zümer Suresi, 9)] ayeti gibidir. Bu: “Onlar taatlarına ve o taattaki yarışlarına şu iki şeyi de eklemişlerdir:

1) Mükâfatını arzuladıkları ve cezasından sakındıkları için Allah'a sığınmak...

2) Huşû... Huşû, kalpte kökleşmiş olan korku, demektir. Binaenaleyh, huşû duyan da günahtan korktuğu için pek çok işe dalıp kaybolmayan, sakınan kişi demektir.” (Fahreddin er-Râzî)


اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i isttisâldir. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nakıs fiil  كَانَ ’nin haberi olan  يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

المُسارَعَةُ ; yani yarış kelimesi, burada hayır işleme hususundaki yüksek arzu; gayret ve ciddiyetten müstear olarak kullanılmış ve hayırlarda yarışmak; ciddiyetle menziline doğru ilerleyen bir yarışçının dikkat ve kararlılıkla hedefine yönelişine benzetilmiştir. (Âşûr)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s. 103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Son cümle  اِنَّ  ile tekid edildiği gibi  اِنَّ ’nin haberi de  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiş, nebilerin özellikleri kuvvetle vurgulanarak belirtilmiştir. Bu özelliklerin, onların adeta bir cüzü haline geldiği anlaşılmaktadır. Çünkü  كَانَ nin haberi isminin bir cüzü olur. 

فِي الْخَيْرَاتِ  ibaresindeki  فٖي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  فٖي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْخَيْرَاتِ, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  فٖي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْخَيْرَاتِ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ  cümlesi makabline, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

رَهَباً  ve  رَغَباً  masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade eden haldir. Hal, anlamı zenginleştiren tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

رَغَباً  (Umarak) -  رَهَباًۜ  (Korkarak) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. 

Umarak, korkarak kelimeleri masdar (mef'ûlu mutlak) olarak nasb edilmişlerdir. Yahut da mef'ûlun leh oldukları için nasb halindedirler. Bu da umdukları ve korktukları için anlamında olur. Ya da hal olabilirler. (Kurtubî)

Bu kelam, daha önce açıklanan Allah'ın, mezkûr peygamberlere çeşitli ihsanlarının illetini beyan etmektedir. Yani o peygamberler, asıl hayır prensiplerinde istikrar ve sebat göstermekle beraber çeşitli hayır işlerinde daha ileriye gitmeye çalışıyorlardı ve ümit ile korku içinde yahut mükâfata rağbet ederek, icabet umarak yahut  itaate rağbet ederek ve azaptan korkarak yahut  günahlardan korkarak yahut ümit ve korku için bize yalvarıyorlardı ve onlar bize karşı her zaman derin bir saygı, sükûnet, huşu yahut  korku içinde bulunuyorlardı. Hülasa o peygamberler, üstün hasletlere sahip olmaları sebebiyle Allah tarafından bahşedilen nimetlere eriştiler. (Ebüssuûd)


 وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi …كَانُوا يُسَارِعُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَنَا, önemine binaen amili ve  كَانَ  ’nin haberi olan  خَاشِع۪ينَ ’ye takdim edilmiştir. 

Bu takdim onların Allah’a karşı haşyetlerindeki ifrada işaret eder.

كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesinin manası, Allah’a ibadetin onlarda sabit olduğu, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığıdır. Çünkü  كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu  belirtir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi s. 124)

رَهَباًۜ - خَاشِع۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Önceki ayetteki  رَبَّهُ  ile bu ayetteki  اسْتَجَبْنَا  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Sayfadaki ayetlerin fasılalarındaki istisnasız,  وَ  -  ن  ve  يْ  -  ن  harfleriyle oluşan seci, muhatabı etkileyen bir ahenk oluşturmaktadır. Ayetlerin son kelimeleri arasında ayrıca lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Günün Mesajı
Peygamberlerin bazı temel sıfatları vardır. Bunlar sıdk (özü-sözü doğru olma), emanet (tam bir emniyet insanı olma), fetanet (aklı aşan bir akıl, basiret ve firaset), tebliğ ve ismet (günah işlememe)dir. Bunlar kadar önemli bir diğer hususiyet de, peygamberlerin fiziki yapılarının da eksiksiz ve kusursuz olmasıdır. O kadar ki, Bediüzzaman hazretleri, Peygamber Efendimiz'in (hicri yıl itibariyle) 63 yaş gibi genç sayılabilecek bir yaşta vefatının hikmetini açıklarken bu noktaya parmak basar ve şöyle der: Şer'an ehl-i iman, Rasülullah aleyhissalâtü vesselâm'ı gayet derecede sevmek ve hürmet etmek, O'nun hiçbir şeyinden nefret etmemek ve her halini güzel görmekle mükellef olduğundan, Allah, O'nu 60'tan sonraki meşakkatli ve musibetli olan ihtiyarlık dönemine bırakmamış. (Mektubat, 268)
Sayfadan Gönüle Düşenler
Yalnız' hissetmek için fiziksel olarak tek kalmaya gerek yoktur. Kişi fikirlerinde, umutlarında, hayal kırıklıklarında, duygularında, sıkıntılarında, pişmanlıklarında ve hatta sevinçli anlarında yalnızlık hissiyle dolup taşabilir. 

Belki yanında paylaşabileceği kişiler vardır ama ifade edemez bulunduğu hali. Ne kadar anlatırsa anlatsın, karşısındakinin gözlerindeki boşluk, onu yalnızlığa iter. Belki ifade etmek istemez. Gelsin kendisi anlasın, çok istiyorsa bana ortak olsun der ve kendi inadıyla yalnızlığa koşar. Belki aynı şeyleri anlatmaktan yorulmuştur. Tekrarlanan kelimelerden, hem kendi sıkılmış, hem de karşısındakini sıkmaktan endişelenir hale gelmiştir. Korktuğu yalnızlığa, biri gelir de çevirir umuduyla, küçük adımlarla yürür.

Ancak inanan kişi, o 'yalnızlıktan' kaçabilir. Zira, hangi halde olursa olsun, sığındığı vardır. Zikrinde ve duasında istikrarlıdır ve sabır edendir. İmanla aydınlanan kalbinden, karanlığı uzak tutma çabasındadır. 

Bazı durumlarda, 'yalnızlık' kasvetiyle boğulduğunda, Rabbini anar. Çabasını duyan vesveseler, usandırmak ve yormak amacıyla uyanır birer birer. Huzur kapısını, zikirle ve dualarla açmaya çalıştıkça; sabrı tükenir umuduyla, vesveseler ellerine ve ayaklarına dolanır. Sabırla ve istikrarla; her zikirle ve her duayla beraber, kendisine yapışan vesveseleri alır ve atar. Ta ki huzur kapısına varana dek. 

Hamd olsun kalbimize imanla ferahlık verene. Hamd olsun Kuran-ı Kerim'i okumayı nasip edene. Hamd olsun Hz. Muhammed (s.a.v) kimdir bildirene. Hamd olsun dua etmesini, O'na sığınmasını öğretene.

Allahım! Yalan dünyanın, yalan yalnızlığından uyandıransın. Bizi; uyananlardan eyle. Muhabbetinle gönülleri ve bedenleri canlandıransın. Bizi; İslam yolunda canlananlardan eyle. Merhamet edenlerin, en merhametlisi Sensin. Bizi; rahmetine kabul ettiklerinden eyle. Kulunu en iyi bilen ve anlayansın. Bizi; sevdiklerini anlayanlardan ve sevdikleri tarafından anlaşılanlardan eyle. Şüphesiz en güzel dost Sensin. Bizi; yeryüzünde ve göklerde, sevdiklerinle dost eyle. Kullarına ilmi ve ilhamı veren Sensin. Bizi; hz. Zekeriyya’nın duasına ortak eyle: "Rabbim! Beni tek başıma bırakma, sen varislerin en hayırlısısın." 

Allahım! Bizi; dünyanın ve ahiretin hiçbir yolunda yalnız bırakma.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji