بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّتِي | olanı (Meryemi) |
|
2 | أَحْصَنَتْ | korumuş |
|
3 | فَرْجَهَا | ırzını |
|
4 | فَنَفَخْنَا | ve üflemiştik |
|
5 | فِيهَا | ona |
|
6 | مِنْ | -dan |
|
7 | رُوحِنَا | ruhumuz- |
|
8 | وَجَعَلْنَاهَا | ve onu yapmıştık |
|
9 | وَابْنَهَا | ve oğlunu |
|
10 | ايَةً | bir ibret |
|
11 | لِلْعَالَمِينَ | alemlere |
|
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي, mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, اذكر (zikret) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası اَحْصَنَتْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَحْصَنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
فَرْجَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَفَخْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru نَفَخْنَا fiiline müteallıktır.
مِنْ رُوحِنَا car mecruru نَفَخْنَا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ابْنَهَٓا atıf harfi و ’la makabline matuftur.
اٰيَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِلْعَالَم۪ينَ kelimesi اٰيَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. لِلْعَالَم۪ينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
لِلْعَالَم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan علم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَحْصَنَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حصن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ
وَ, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Mef’ûlun bih konumundaki الَّت۪ٓي ’nın amili mahzuftur. Takdiri: اذكر (zikret) olur. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sılası olan اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelen فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا cümlesi ve وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ cümlesi sıla cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi lafzen ve manen aralarında mevcut olan ittifaktır. Azamet zamirine isnad edilmiş olan fiillerde tazim ifadesi vardır.
اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا ibaresi, namusunu korumaktan kinayedir.
Veciz anlatım kastıyla gelen رُوحِنَا izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan رُوحِ , şan ve şeref kazanmıştır. اٰيَةً ’deki tenvin tazim içindir.
فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا [Ona ruhumuzdan üfledik] cümlesinde Yüce Allah, Hz. İsa'yı şereflendirmek için “ruhumuzdan” diyerek Ruh'u kendisine izafe etmiştir. Bu, ناقة لله (Allah'ın devesi) ifadesine benzer. (Safvetu’t Tefasir)
فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا ifadesinde istiare vardır. Burada رُوحِنَا ile kastedilen, havanın üfürmekle akması gibi (Îsa) Mesih’in -ona selam olsun- ruhunun da Meryem’e -ona selam olsun- akıtılmasıdır. Çünkü ruh, bu suretle erkek spermleri olmadan, (rahimde) katmandan intikal etmeden (Meryem) de hasıl olur. Ayrıca burada, (Îsa) Mesih’i yaratması, evlenme ve öncesinde cinsel ilişki olmadan gerçekleştiği için ululanmaya ve yüceltilmeye layık özel ve seçkin meziyeti sebebiyle Allah Teâlâ, ruhu zatına izafe etmiştir. (Belâgatta bir şeyin yüceliğini anlatmak için Allah Teâlâ'ya izafe edilmesine tazim/ teşrif/ tekrim izafeti denir. Bu sebeple ayette geçen ruhumdan ifadesi yüce ruhtan demektir.) (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Bu ayet metninin başında الَّت۪ٓي kelimesinin kullanılması, Hz. Meryem'in şanını tazim etmek ve öncelikle kendisi hakkında iddia ettikleri fiilden tenzih etmek içindir. (Ebüssuûd)
النَّفْخُ kelimesinin asıl manası; iki dudağın arasından tazyikle hava çıkarmaktır. Burada alışılmış vesileyle değil de neslin oluşması için kadının rahmine bir kerede tekvin ruhunun ilka edilmesi manasında kullanılmıştır. Süratli tekvin heyeti, üflemeye benzetilmiştir. (Âşûr)
الرُّوحُ ; hayatın kaynağı olan kuvvettir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: فَإذا سَوَّيْتُهُ ونَفَخْتُ فِيهِ مِن رُوحِي [Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın! (Hicr Suresi, 29)] Yani Âdem’e ruh yaptım ve canlı oldu demektir. مِن harfi teb'iz içindir. Yani Allah Teâlâ bazı ruhları cisimlerin hayat bulması için yaratmıştır. Bu kelimenin Allah’a izafesi teşrif içindir. Çünkü o, Cenab-ı Hakk'tan, hayvanî yollarla değil, yavru oluşumu için gönderilmiş bir ruhtur. (Âşûr)
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذِه۪ٓ ism-i işaret اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اُمَّتُكُمْ kelimesi اِنَّ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَاحِدَةً kelimesi اُمَّةً ’in sıfatı olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. رَبُّكُمْ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن آمنتم بي فاعبدوني (Bana iman ettiyseniz bana kulluk edin.) şeklindedir.
اعْبُدُونِ fiili نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edilenin önemini belirtmekte ve müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesini sağlamaktadır.
اُمَّتُكُمْ cümlenin haberi, اُمَّةً ise hal veya bedeldir. وَاحِدَةًۘ kelimesi اُمَّةً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müsnedin izafet terkibinde olması, az sözle çok anlam ifade kastına matuftur. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Bir tek din olarak” ifadesi; peygamberler arasında ihtilaf edilmeksizin, doğru olduğunda başkalarıyla karıştırılmaksızın demektir. Nasb ile bedel olarak اُمَّةً, ref ile haber olarak da امةٌ şeklinde okunmuştur. İkisi de haber olarak merfû da okunmuşlardır. (Beyzâvî)
وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ cümlesi, önceki cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi lafzen ve manen aralarında bulunan ittifaktır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبُّكُمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan كُمْ zamiri dolayısıyla muhatap şan ve şeref kazanmıştır.
الأُمَّةِ ; aslında hali aynı olan bir topluluk demektir. Milletlerin bir/aynı olmadığı gözetilerek dini topluluk manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
فَاعْبُدُونِ
فَ rabıtadır. Bu cümleden önce mahzuf bir şart olduğuna işaret eder. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan فَاعْبُدُونِ cümlesi, takdiri إن آمنتم بي (Bana iman ettiyseniz) olan mahzuf şartın cevabıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Burada Allah Teâlâ, insanları abdiyete teşvik için kendini rubûbiyetle vasıflamıştır. Çünkü zelil kula, celil Rabbine abdiyetten başka şey yakışmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
اُمَّةً kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَبُّكُمْ - فَاعْبُدُونِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. تَقَطَّعُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَمْرَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَهُمْ mekân zarfı, تَقَطَّعُٓوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَقَطَّعُٓوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi قطع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟
İsim cümlesidir. كُلٌّ mübteda olarak lafzen merfûdur. اِلَيْنَا car mecruru رَاجِعُونَ ’ye müteallıktır.
رَاجِعُونَ mübtedanın haberi olup olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
رَاجِعُونَ kelimesi, sülasi mücerredi رجع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ
وَ, istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَقَطَّعُٓوا fiili, تفعّل babındandır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
Ezherî dedi ki: Onlar kendi işlerinde aralarında tefrikaya düştüler. Burada “işlerini” kelimesi edatın hazf edilmesi dolayısıyla nasb edilmiştir. (Bu takdire göre: “İşleri hakkında ayrılığa düştüler” demek olur). Buna göre “parça parça edip ayrılığa düşmek” lazım bir fiildir. Birinci görüşe göre ise müteaddidir. (Kurtubî)
كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan كُلٌّ ’deki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri كُلُّهم ’dur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْنَا, amili olan رَاجِعُونَ۟ ’ye takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf olan kasrda اِلَيْنَا maksûrun aleyh, رَ ٰجِعُونَ maksûrdur. “Geri dönüş sadece O’nadır, başkasına değil” demektir.
Bu cümle, gaib zamirin ait olduğu müşriklere tariz ve tehdit ifade eder. (Âşûr)
كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟ sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf Suresi 85, s. 370) Buna da lâzım melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
Ayetin baş tarafında hak dinin tek olduğu gerçeği muhatap sıygasıyla anlatıldığı için muktezâ-i zâhire göre ifadenin muhatap kalıbıyla sürdürülmesi gerekirdi. Ancak belâğî bir nükteden dolayı hikâye üslubuna geçilerek söze gaib kipiyle devam edilmiş, böylece kelamda tefennün yapılmıştır. Müfessirimiz buradaki sanatı ve sırrını şöyle açıklar: Muhataptan (ikinci şahıstan), gaibe (üçüncü şahsa) geçmesi (iltifat), dinde ayrılığa düşenleri, onu paramparça edip çirkin işlerini başkalarına da ulaştıranları kınamak içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Tek bir ümmet iken Allah Teâlâ onlara muhatap zamiri ile hitap ediyordu. Ne zaman ki ayrılıp fırka fırka oldular, Allah sanki yüzünü onlardan çevirdi. Onun için de gaib zamiri geldi. Bu; hikmetli bir prensiptir. Ayetin sonundaki, “Hepsi Bize dönecek!” ifadesinde de şiddetli bir tehdit vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada Allah Teâlâ onların diğerlerine yaptıklarını sayıp dökmektedir. Ayetin başında hak dinin ve hak mabudun tek olduğu gerçeği muhatap sıygası ile hatırlatıldıktan sonra onların din konusunda bölünmüş hallerini peygamberlere ve başkalarına haber verip kınayan ve onları da kınamaya çağıran kimselerin tavrını sergilemek üzere gaib sıygasına ve hikâye üslubuna dönülmüştür. (İsmail Durmuş)
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ [İşlerini aralarında parçaladılar] cümlesinde istiare-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, onların din hususunda ihtilaflarını ve çeşitli gruplara ayrılmalarını, bir şeyi (şu senin, şu benim) diye bölüştürerek dağıtan cemaata benzetti. Bu; güzel bir istiaredir. (Safvetü’t Tefasir)فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَنْ | kim |
|
2 | يَعْمَلْ | yaparsa |
|
3 | مِنَ | -den |
|
4 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler- |
|
5 | وَهُوَ | ve o |
|
6 | مُؤْمِنٌ | inanmış olarak |
|
7 | فَلَا | asla |
|
8 | كُفْرَانَ | nankörlük edilmez |
|
9 | لِسَعْيِهِ | onun çabasına |
|
10 | وَإِنَّا | şüphesiz biz |
|
11 | لَهُ | onu (çalışmasını) |
|
12 | كَاتِبُونَ | yazmaktayız |
|
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ
فَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلْ şart fiili olup mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنَ teb’ıziyyedir. مِنَ الصَّالِحَاتِ car mecruru يَعْمَلْ fiiline müteallıktır.
هُوَ مُؤْمِنٌ cümlesi يَعْمَلْ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim)
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِنٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. كُفْرَانَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.
لَا ’nın haberi mahzuftur. لِسَعْيِه۪ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَهُ car mecruru كَاتِبُونَ’ye müteallıktır.
كَاتِبُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. كَاتِبُونَ kelimesi, sülasi mücerredi كتب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ
Ayet فَ atıf harfiyle öncesine matuf olup, şart üslubunda gelmiştir. مَنْ, umum ifade eden şart ismidir.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Halidi, Vakafât, s. 112)
Şart cümlesi مَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
من, mübteda olarak merfû mahaldedir. يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ cümlesi haberidir.
Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi, hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنَ الصَّالِحَاتِ ibaresindeki مِنَ teb’iziyyedir.
وَهُوَ مُؤْمِنٌ cümlesi, يَعْمَلْ fiilinin failinin halidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ cümlesi cevaptır. Cinsini nefyeden لَاۤ ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَا ’nın ismi كُفْرَانَ ’dir. Haberi ise mahzuftur. Car mecrur لِسَعْيِه۪ۚ , bu mahzuf habere müteallıktır.
[Artık kim mümin olarak iyi şeylerden yaparsa] ifadesi Allah'a ve peygamberlere inanarak demektir. فَلَا كُفْرَانَ (İnkâr yoktur) zayi edilmek yoktur anlamındadır. “Onun çalışması için sevap vermemek” anlamında, istiare yolu ile كُفْرَانَ kullanılmıştır. Nitekim vermek için de şükür istiare edilmiştir. فَلَا كُفْرَانَ şeklinde cinsi nefyetmek ise mübalağa içindir. (Beyzâvî)
مُؤْمِنٌ - كُفْرَانَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مَنْ - مِنَ kelimeleri arasında iştikak, cinas-ı muharref ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bil ki, Cenab-ı Hakk, daha önce ümmetin durumunu, onların paramparça olduklarını ve hepsinin de sadece kendi emrinin geçerli olduğu yere döneceklerini beyan edince, bunun peşinden “O halde mümin olarak iyi amellerden bir şey yaparsa onun sayinin (karşılığı şükran olacaktır). Küfran (ve mahrumiyet) değil.” ifadesini getirmiş, mümin olma ile salih amelde bulunma işini birlikte yapanların gayretlerinin inkâr edilmeyeceğini yani amelin mükâfatının batıl olmayacağını beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
فَلَا كُفْرَانَ ifadesiyle, en son sınırı ifade etsin diye cinsin nefyedilmesi kastedilmiştir. Çünkü mahiyetin nefyedilmesi, o mahiyetin bütün fertlerinin nefyedilmesini de gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)
كُفْرَانَ kelimesi mastardır. Aslı; ihsanı, iyiliği itiraf etmemek demektir. الشُّكْرانِ kelimesinin zıddıdır. Burada mecaz yoluyla salih amelin sevabından mahrum bırakılması manasında kullanılmıştır. Çünkü bir iyiliği kabul etmek, onun karşılığını gerektirir. (Âşûr)
وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
Ayetin son cümlesi, فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ cümlesine atfedilmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Azamet zamirine isnad tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ, ihtimam için amili olan كَاتِبُونَ’ye takdim edilmiştir.
Müsned olan كَاتِبُون, ism-i fail kalıbındadır. Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
Car mecrurun takdim edilmesi, isnadın isme olması gibi unsurlar cümlenin anlamını pekiştirmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlenin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hakk'ın اِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ sözü ile “Biz onun sa'yû gayretini kaydetmekteyiz.” manası kastedilmiştir. Bununla “Kendisine karşılık ve mükâfat verelim diye, onu zaptedici ve koruyucularız.” manasının kastedildiği de ileri sürülmüştür. Bunun, “Biz, ya levhi mahfuza ya da kıyamet günü kendilerine sunulacak olan amel defterlerine yazmaktayız.” manasında olduğu söylenmiştir ki bununla kulları Allah'ın taatine sımsıkı sarılmaya teşvik etmek kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ [Biz onu muhakkak yazarız] ifadesi “amellerini tespit edip koruyanlarız” manasındadır. Yüce Allah'ın şu ayeti de buna benzemektedir: [İçinizden gerek erkek gerek kadın olsun, amel işleyenin amelini karşılıksız bırakarak boşa çıkarmayacağım. (Âl-i İmran Suresi, 195)] Yani bütün bunlar, mükellefe karşılığının verilmesi için muhafaza edilir, tespit edilir. (Kurtubî)
Bu durumda lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. حَرَامٌ mukaddem haber olup lafzen merfûdur.
عَلٰى قَرْيَةٍ car mecruru حَرَامٌ ’e müteallıktır.
اَهْلَكْنَاهَٓا fiili, قَرْيَةٍ ’in sıfatı olup mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْلَكْنَاهَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
Muttasıl zamir هُمْ (onlar) اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَا يَرْجِعُونَ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَرْجِعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَهْلَكْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
وَ istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. حَرَامٌ, mukaddem haberdir.
اَهْلَكْنَاهَٓا cümlesi, قَرْيَةٍ için sıfatır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Fiilin mazi sıygada gelmesi hudûs, temekkün ve istikrar, azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade etmiştir.
قَرْيَةٍ ’in muzâfı olan أهل kelimesi mahzuftur. Muzâfın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
قَرْيَةٍ ’deki tenvin kesret ifade eder.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, muahhar mübteda konumundadır. Nefy harfi لَا, tekid ifade eden zaid harftir.
اَنَّ ’nin haberi olan لَا يَرْجِعُونَ cümlesinin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا ifadesinde mahalliyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Helak edilen قَرْيَةٍ değil, oradaki halktır.
Dönmemeleri cümlesindeki (olumsuzluk anlamı veren); لَا hakkında ihtilaf edilmiştir. Bunun sıla olduğu söylenmiştir. Bu görüş İbni Abbas'tan rivayet edilmiş, Ebu Ubeyd de bunu tercih etmiştir. Helak ettiğimiz bir ülke halkının helak edilmelerinden sonra geri dönmeleri imkânsızdır, demek olur. Bunun sıla olmadığı, aksine sabit olduğu da söylenmiştir. O takdirde haram kelimesi “vacip” anlamındadır. “Helak ettiğimiz bir ahali halkının dönmemeleri vacip olmuştur.” demek olur.
لا يَرْجِعُونَ cümlesindeki لا tekid için gelmiş zaid bir harftir. Çünkü حَرامٌ kelimesi olumsuzluk manasındadır. لا nefiy harfidir ve nefyin nefyin olumlu mana demektir. أهْلَكْناها cümlesi de ahiret azabından önce dünya azabıyla tehdit şeklinde bir idmacdır.
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ
حَتّٰٓى harfi ibtidaiyyedir. حَتّٰٓى edatı 3 şekilde kullanılabilir:
1) Harf-i cer olarak 2) Başlangıç edatı olarak 3) Atıf edatı olarak kullanılır. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فُتِحَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فُتِحَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. يَأْجُوجُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
مَأْجُوجُ kelimesi atıf harfi وَ ’la يَأْجُوجُ ’ye matuftur. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri, فتحت مخارج يأجوج ومأجوج (Yecüc ve Mecuc’un çıkış kapıları açıldı) şeklindedir.
وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ كُلِّ car mecruru يَنْسِلُونَ fiiline müteallıktır. حَدَبٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَنْسِلُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَنْسِلُونَ fiili, ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ
حَتّٰٓى ibtida harfi, اِذَا şart manalı zaman zarfıdır. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda ve şart cümlesi olan فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, قالوا يا ويلنا (Vay bize dediler.) şeklindedir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فُتِحَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ cümlesi haldir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْ كُلِّ حَدَبٍ , cümledeki önemine binaen müsned olan amili يَنْسِلُونَ ’ye takdim edilmiştir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
حَتّٰٓى (nihayet) Ye'cûc ve Me'cûc (seddi) açıldığı zaman ifadesi, ya حَرَامٌ ’a yahut kelamın gösterdiği mahzufa müteallıktır. Yahut لَا يَرْجِعُونَ ’a müteallıktır ki imkânsızlık yahut helak veya dönmeme, kıyametin kopmasına ve alametlerinin görünmesine kadar devam eder, o da Ye'cûc ve Me'cûc seddinin delinmesidir.
Ayetteki حَتّٰٓى, arkasından kelam hikâye edilen حَتّٰٓى ’dır. Hikâye edilen de şart cümlesidir. İbni Âmir ile Yakub şedde ile فُتِّحَتْ şeklinde okumuşlardır. (Beyzâvî)
فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ ’den kasıt فُتِحَتْ سدٌ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ ’dür. Muzâfun ileyh olup muzâfının yerini alan يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ ’den önce hazf edilen سدٌ kelimesi vardır. (Keşşâf)
حَتّى Kelimesi kelamı öncesine bağlar. (Âşûr)
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاقْتَرَبَ | ve yaklaşır |
|
2 | الْوَعْدُ | va’d |
|
3 | الْحَقُّ | gerçek |
|
4 | فَإِذَا | birden |
|
5 | هِيَ | o |
|
6 | شَاخِصَةٌ | donup kalır |
|
7 | أَبْصَارُ | gözleri |
|
8 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
9 | كَفَرُوا | inkar eden(lerin) |
|
10 | يَا وَيْلَنَا | vah bize |
|
11 | قَدْ | gerçekten |
|
12 | كُنَّا | biz idik |
|
13 | فِي | içinde |
|
14 | غَفْلَةٍ | gaflet |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | هَٰذَا | bundan |
|
17 | بَلْ | meğer |
|
18 | كُنَّا | biz |
|
19 | ظَالِمِينَ | zulmediyormuşuz |
|
Yaklaştığı bildirilen “şaşmaz sözün gerçekleşmesi”nden maksat kıyamet olayıdır (krş. Enbiyâ 21/104). Ye’cûc ve Me’cûc’ün çıkışı kıyametin yaklaştığını gösterdiğine göre bu cümle bir önceki âyetin anlamını pekiştirir mahiyettedir. “Bir de bakarsın ki inkârcıların gözleri yerinden fırlamış!” anlamındaki cümle de olayın şiddetini ve insanların kıyamet olayı karşısındaki şaşkınlığını, aczini ifade eder. Artık geriye dönüş imkânı olmadığı için inkârcılar dünyada yaptıklarına pişman olup kendi kendilerini kınayacaklardır. Çünkü bütün peygamberler kıyametin kopacağını ve hesap gününün geleceğini haber vermiş oldukları halde onlar hiçbir mazeretleri olmaksızın kıyameti, dolayısıyla peygamberleri yalanlamışlardır, zulüm ve haksızlık yaptıklarını da itiraf edeceklerdi
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 700
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِقْتَرَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْوَعْدُ fail olup lafzen merfûdur. الْحَقُّ kelimesi الْوَعْدُ ’nun sıfatıdır.
فَ atıf harfidir. اِذَا mufacee harfidir. اِذَا isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. شَاخِصَةٌ haber olup lafzen merfûdur. اَبْصَارُ kelimesi ism-i fail olan شَاخِصَةٌ ‘ün faili olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yokur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اقْتَرَبَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi قرب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
شَاخِصَةٌ sülasi mücerredi شخص olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Cümle كَفَرُوا ’deki failin hali veya mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. Takdiri, يقولون (diyorlar) şeklindedir.
يَا nida harfidir. وَيْلَنَٓا münadadır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا mütekellim zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪ي غَفْلَةٍ car mecruru كُنَّا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
مِنْ هٰذَا car mecruru غَفْلَةٍ ’e müteallıktır.
بَلْ idrâb harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
نَا mütekellim zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
ظَالِم۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
ظَالِم۪ينَ sülasi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
…فتحت يأجوج cümlesine matuf ayetin atıf sebebi, cümleler arasındaki manen ve lafzen ittifaktır. İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
الْحَقُّ kelimesi الْوَعْدُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Makabline takip anlamı ihtiva eden فَ ile atfedilen isim cümlesi فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هِيَ için haber olan شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ cümlesinde takdim- tehir sanatı vardır. شَاخِصَةٌ mukaddem haber, اَبْصَارُ muahhar mübtedadır.
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları olur.
اَبْصَارُ ’nun muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsm-i mevsûlun tercih edilmesi, bu kimselerin sıla cümlesindeki işlerle çok meşgul olduğunu belirttiği ettiği gibi onlara tahkir anlamı taşır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاِذَا هِىَ ifadesindeki اِذَا mufâcee ifade eder. Böylece vadedilen zaman, mecazî olarak isimlendirilmiştir. اِذَا harfi, ceza makamında فَ yerine kullanılır.
اِذَا ile beraber فَ harfi geldiğinde, cezanın şarta bağlanması hususunda adeta yardımlaşırlar, böylece de mana kuvvetlenmiş olur. (Fahreddin er-Râzî)
يَا وَيْلَنَا
Fasılla gelen cümlede يَا وَيْلَنَا , mukadder fiilin mekul’ül-kavlidir. Takdiri, يقولون (Derler.) dir. Hazif yoluyla icaz vardır. Amiliyle birlikte mekul’ül-kavl, كَفَرُواۜ fiilinin failinden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez. Ayrıca bu durumun sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Tahkik harfiyle tekid edilmiş, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي غَفْلَةٍ , nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. غَفْلَةٍ ’deki tenvin kesret ifade eder.
ف۪ي غَفْلَةٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gaflet içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Gaflet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Durumun vehametini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede بَلْ , idrâb harfidir. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesiyle, bu özelliğin sübut ve devamına işaret edilmiştir
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
كُنَّا fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûlü atıf harfi و ’la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası تَعْبُدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَعْبُدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَصَبُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup cer alameti fetha olup gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
Cümle حَصَبُ جَهَنَّمَ ’den bedel olarak mahallen merfûdur. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَهَا car mecruru وَارِدُونَ ’ye müteallıktır.
وَارِدُونَ mübtedanın haberi olup و ile merfûdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. وَارِدُونَ sülasi mücerredi ورد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin ismine matuf, müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Bahsi geçenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri tahkir amacına matuftur.
دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrıyı tahkir içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan حَصَبُ جَهَنَّمَ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Müsnedin جَهَنَّمَۜ ’e muzâf olması, müsnedi ve müsnedün ileyhi tahkir anlamı taşır.
Ayete konu olan kişiler, önceki ayette gaib zamirle hikâye edilirken bu ayette muhatap olmuşlardır. Bu iltifat sanatıdır.
حَصَبُ ifadesinde istiare vardır. Çünkü حَصَبُ (atılan küçük çakıl taşları)’dır. Nitekim حصب فلانٌ فلاناً (Falanca, falancaya çakıl taşı attı) denir. Yine Araplar حصبنا الجبار (çakıl taşlarını attık) derler. Buna göre Yüce Allah hor ve hakir bir şekilde cehennem ateşine atılan inkârcıları oraya atılan çakıl taşlarına benzetmiştir. Yüce Allah’ın [Siz ve Allah dışında tapmakta olduğunuz şeyler cehennemin yakıt taşlarısınız] sözünde ince bir mana daha bulunmaktadır. Buradaki مَا تَعْبُدُونَ (tapmakta olduğunuz şeyler) denilenlerin putlar olması ve -Allahu a’lem- o putların çoğunlukla taşlardan yapılmaları sebebiyle onların cehennem ateşine çakıl taşları diye atılmış olmaları ve onlara (putperestlere) çakıl taşı adının verilmesi güzel düşmüştür. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Cehennem odunu olduklarını söylemekle onların gidecekleri yerin cehennem olduğu kastedilmiştir.
ما ismi mevsuldur. Çoğunlukla akılsızlar için kullanılır. Burada tağlib yoluyla onların mabudu olan putlar, cinler, şeytanlar için kullanılmıştır. Arap kelamında çoğunlukla hem akılsızlar hem de akıllılar için kullanılır. Kelamın geçtiği bu sahnede hazır olan putlar ve mabudlar için kullanılmıştır. (Âşûr)
اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ [Sizler ona varacaksınız] cümlesi yeni söz başıdır yahut حَصَبُ جَهَنَّمَۜ ’den bedeldir. لَهَا ’daki لَ harfi على ’dan ivazdır. İhtisas ve oraya varmalarının bundan dolayı olduğunu göstermek içindir. (Beyzâvî)
Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهَا , amili olan وَارِدُونَ ’ye siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan وَارِدُونَ ’nin ism-i fail kalıbında gelmesi, bu özelliğin sübut ve devamına işaret etmiştir
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانَ ’nin dahil olduğu cümle şart cümlesidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ism-i işareti, كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. اٰلِهَةً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
فَ karinesi olmadan gelen مَا وَرَدُوهَا cümlesi şartın cevabıdır. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. وَرَدُوهَا damme üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلٌّ mübteda olup lafzen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru خَالِدُونَ ’ye müteallıktır.
خَالِدُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. خَالِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ
Ayet istînâfiyyedir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ ’nin isminin işaret ismiyle marife olması tecessüm, tahkir ve tevbih ifade etmiştir.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi مَا وَرَدُوهَا, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivciler لَوْ edatını, “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Ayetin hal وَ ’yla gelen son cümlesi mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan كُلٌّ ’deki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri, كلّ فئة (Her grup) şeklindedir. Veya mananın umumiyetine işarettir.
Müsned olan خَالِدُونَ, ism-i fail kalıbında gelerek bu vasfın onlarda devamlı olduğuna işaret etmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
Car mecrur ف۪يهَا önemine binaen amili, haber olan خَالِدُونَ ’ye takdim edilmiştir.لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ
İsim cümlesidir. لَهُمْ car mecruru, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. ف۪يهَا car mecruru mahzuf habere müteallıktır. زَف۪يرٌ muahhar mübteda olarak lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ cümlesi وَ ’la makabline matuftur. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru يَسْمَعُونَ fiiline müteallıktır.
لَا يَسْمَعُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْمَعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. زَف۪يرٌ , muahhar mübtedadır.
وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ cümlesi öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan لَا يَسْمَعُونَ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Menfi muzari fiil cümlesi formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يهَا , habere takdim edilmiştir.
Cenab-ı Hakk'ın “Bunlar orada da duymayacaklardır.” ifadesindeki هُمْ zamiri, tapılan putlara racidir. Yani “O putlar, onların çığlıklarını ve şikayetlerini duyamazlar.” demek olup bu da “Onlar onlara yardım edemezler.” manasındadır. (Fahreddin er-Râzî) Dolayısıyla lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürseldir.
[Onların orada bir solumaları var ki…] inleme ve şiddetle nefes almaktır, bu da bazılarının fiilini hepsine nispet kabilindendir. Eğer taptıklarınız ( تَعْبُدُونَ Ayet: 98) ifadesinden putlar kast edilirse genelleme yapılmış olur. (Beyzâvî)اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ
Be'ade بعد : Uzak olmak, uzaklaşmak ve uzaklık anlamlarına gelen بُعْد sözcüğü yakınlık ifade etmek için söylenen قُرْب sözcüğünün zıddıdır. Bu ikisinin de belirli bir sınırı yoktur. Kullanılırken yalnızca bir yerin başka bir yere göre olan durumu esas alınır. Genelde duyu organlarıyla algılanabilen konulardaki uzaklık ve yakınlık için geçerli ise de aklî konularda kullanıldıklarına da rastlanmaktadır. Uzak idi, o hale geldi ya da uzaklaştı anlamında بَعُدَ fiili kulanılır. بَعِدَ şeklindeki formu ise ölmek/helak olmak manasına gelir. بَعْد kelimesi, önce (قَبْل) kelimesinin karşıtı olarak sonra manasında kullanılır.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 235 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ebat, buut, (amma) ba'ddır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓى ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
سَبَقَتْ fetha ile mebni mazi fiildir, تْ te’nis alametidir.
لَهُمْ cer mecruru سَبَقَتْ fiiline müteallıktır.
مِنَّا car mecruru الْحُسْنٰٓىۙ ’nın mahzuf haline müteallıktır.
الْحُسْنٰٓى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَنْهَا car mecruru مُبْعَدُونَ ’ye müteallıktır.
مُبْعَدُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُبْعَدُونَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ
Ayet isti’naf cümlesidir. Fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilen ayet, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut, medh makamında olması sebebiyle de istimrar (devamlılık) ifade eder.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Haber konumundaki cümlenin müsnedün ileyhi, tazim ifadesi için ismi işaret olarak gelmiştir.
Car mecrur عَنْهَا, ihtimam için amili olan müsned مُبْعَدُونَۙ ’ye takdim edilmiştir.
Allah Teâlâ'nın âdeti: her ne zaman kâfirlerin ikab ve cezasından bahsetse, onun hemen peşinden iyi kulların mükâfatın beyanını getirmesi şeklindedir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, o ayetin hemen peşinden bu ayeti getirmiştir. Binaenaleyh bu demektir ki bu ayet, bütün müminler hakkında umumi bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu sayfadaki ayetlerin çoğunda, son kelimeler cemi müzekker kalıbında gelerek مُبْعَدُونَۙ ve خَالِدُونَ gibi güzel seci örnekleri oluşturmuştur. Ayrıca bu fasılalar arasında lüzum ma la yelzem sanatı vardır.İnsan yükselendir ya da alçalandır. Biraz bilmiştir, biraz da suskundur. Yeryüzünde; ya aşırı uçlardadır ya da her şeyin ortasında durmaya çabalayandır. Belki haklılığını savunmayı, belki de reklamını yapmayı sevendir. Hedefini şaşırdığında; ya kendi nefsinin ya da başkasınınkinin peşinden koşandır. Bazen başına iş açılandır, bazen de kendisini zora sokandır. Belki takip edendir, belki de takip edilendir. Ya birleştirendir, ya da parçalayandır. Kimisi en haklı olduğuna inanıp kendi yolunu çizendir, kimisi de en haklı olanı bulup sorgulamadan peşinden gitmek isteyendir. Bazen verdiği zararı umursamadan kendi menfaatine göre hareket edendir, bazen de faydam olur umuduyla, ömrünün sonuna kadar çalışandır.
Ey Rabbim! Beni, sevdiklerimi ve müminleri; İslam dinini tam öğrenenlerden ve uygulayanlardan; iffetini koruyanlardan; ümmeti birleştirenlerden; Senin katında yükselenlerden; bildiği hakikati söyleyenlerden; susması gerektiğinde ise sükut edenlerden; her halinde ve işinde dengeyi tutturanlardan; dünya üzerinde fayda sağlayacak işler başaranlardan ve son nefesine kadar çabalayanlardan eyle.
Ey Rabbim! Bizi, yalnız Senin rızan için, iyi davranışlarda bulunanlardan ve cehennem ateşinden uzak tutulanlardan eyle. Dünya üzerinde ve mahşer gününde, cehennem yakıtı olacaklardan ve onların amellerinden, bedenlerimizi ve kalplerimizi muhafaza eyle. Cehennemde sızlananların seslerindense, cennet bahçelerinde birbirlerine selam verenlerin ve Sana hamd edenlerin muhabbetlerini işitenlerden eyle.
Amin.
***
İnsan nefsi tuhaftır; bazen korkaktır, bazen de fazla cesurdur. Belki de biraz işine geldiği gibidir. Elini ayağını her işten çeker ya da aklına geldiği anda her işe atılır. Nefsi için yaşayan için her ikisi de tehlikelidir. Allah’ın rahmeti kendisini kurtarmadığı sürece dünya ve ahiret hayatında çeşitli kayıplara uğrar.
Nefsani korkaklık ya da cesaret dönemlerinde, insan son ana kadar bekler. Harekete geçmesi ya da durması lazımdır ama o yapması gerekenleri geciktirdikçe geciktirir. Hatırlatılan uyarılara rağmen ağırdan alır. Bu halini savunmak için ağzı çok güzel laf yapar ve bahanelerini sıralar.
Kendi yaptıklarından ya da yapmadıklarından dolayı uğradığı kazalar, hastalıklar ve zorluklar sonucunda şaşırır kalır. Yine de akıllanmaktan uzaktır çünkü nefsi için yaşayanın gözlerinde bir çeşit perde vardır. Allah yolundan ayrılarak heveslerini takip edenlerin hatalarını görüp düzeltmesi zordur.
Hani bir başkasının hayatına bakıldığı zaman şu söz çok işitilir: bile bile nasıl yapıyor? Sanki nefsi için yaşayanın hali aynada kendisiyle meşgul olduğu için gözü başka bir şey görmeyene benzemektedir. Yani kendisini güzelleştirme ya da nefsini sevindirme amacı gözlerini doldurmaktadır. Başka bir şeyin önemi yoktur.
Belki de nefsini ve heveslerini hizaya getirmek için kişinin kendisine dışarıdan bakması ve öyle değerlendirmesi daha doğrudur. Bunu da ancak nefsini mutlu etmek için yaşamadığını kabul eden yapabilir. Böylelikle onun aşırıya kaçan duygu hallerinden ve tepkilerinden korunabilir ve doğru kararlar alabilir.
Ey Allahım! Bizi doğru zamanlarda durmasını ya da harekete geçmesini bilenlerden eyle. Bizi doğru yerlerde evet ya da hayır demesini bilenlerden eyle. Nefsini memnun etmek için nefsani heveslerinin peşinden koşanlara ve hem dünyada hem de ahirette kaybolanlara benzemekten muhafaza buyur. Senin rızan için çabalayanlardan ve Senin rızana kavuşanlardan eyle. İki cihanda da hamd ile yaşayanlardan ve selam ile Senin huzuruna varanlardan eyle.
Amin.