Mü'minûn Sûresi 40. Ayet

قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ  ...

Allah, “Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Allah) dedi ki ق و ل
2 عَمَّا
3 قَلِيلٍ az sonra ق ل ل
4 لَيُصْبِحُنَّ onlar olacaklar ص ب ح
5 نَادِمِينَ pişman ن د م
 
Eski müfessirlerin bir kısmı, bu âyetlerde ismi verilmeden kendisinden söz edilen neslin Semûd kavmi ve onlara gönderilen peygamberin Sâlih aleyhisselâm olduğu kanaatindedirler (meselâ bk. Taberî, XVIII, 19); çoğunluk tarafından ise bu neslin Âd kavmi, peygamberin de Hûd aleyhisselâm olduğu söylenmiştir (bk. Zemahşerî, III, 47; Râzî, XXIII, 97). Bununla birlikte burada sözü edilen peygamberin davet ettiği tevhid ilkesi, esasen Kur’an’da adı geçen peygamberlerin gerçekleştirmeye çalıştıkları ortak davadır. Hz. Muhammed de dahil olmak üzere bütün peygamberlere karşı mücadele verenler, bu kıssadakiler gibi genellikle eşraftan hali vakti yerinde, çıkarlarına uygun düştüğü için mevcut sistem ve telakkiden memnun olan kesimlerdi. Bunlar umumiyetle hak peygamberin getirdiği sistemi kendi toplumsal ve ekonomik statüleri için tehlikeli görmüşler; özellikle herkes gibi bu mütegallibe zümresinin de yapıp ettiklerinden dolayı sorumlu tutulacaklarını bildiren, böylece toplumda mutlak bir hak ve adalet bilincinin uyanmasını hedefleyen âhiret inancıyla ilgili tebliğleri reddetmişlerdir. Bunlar, âhiret inancının toplum tarafından benimsenmesini kendi konumları için tehlikeli ve rahatsız edici bulmuşlar; bunu yaparken de ilgili peygamberin Allah’tan haberler getirecek olağan üstü özellikler taşımadığını, herkes gibi onun da sıradan biri olduğunu ileri sürerek onu gözden düşürmeye çalışmışlardır. Aslında bu iddialar, peygamberin görünürdeki insanî özelliklerini abartılı ifadelerle öne çıkararak insanların dikkatlerini peygamberin tebliğlerindeki dinî ve ahlâkî ilkelerde bulunan gerçekliğe çevirmelerini önlemeyi amaçlayan kurnazca bir plandan, bir saptırmadan başka bir şey değildi. Sonuç olarak söz konusu âyetlerde pek çok peygamberin yaşadığı ortak bir tecrübenin dile getirildiği görülmektedir. Bu durumda Muhammed Esed’in, bu âyetlerde belli bir peygamber ve kavimden söz edilmediği, burada anlatılanların, “Allah’ın bütün peygamberlerine ve onların her birinin peygamber olarak yaşadıkları tecrübelerde tekrarlanan benzer çizgilere ilişkin genel bir atıf durumunda” olduğu şeklindeki görüşüne (II, 694) katılmak mümkündür.
 
 Bu âyetlerde sözü edilen inkârcı zümrenin, peygamberin kişiliğine ve âhiret hayatına ilişkin iddiaları Kur’an’da muhtelif vesilelerle cevaplandırılıp reddedildiği için burada bir defa daha tekrarlanmasına gerek görülmemiş, sadece uğrayacakları acı âkıbete dikkat çekilmekle yetinilmiştir.
 
İnsanlığın atalarından olan Hz. Nûh’un davetinin ve insanlık tarihinde büyük yeri olan Nûh tûfanının ibret verici yanları bulunduğu bildirilmektedir. Bunların başında Nûh’un ilk tebliğinin tevhide dair olması gelir. Nitekim Nûh’tan önceki ve sonraki bütün peygamberlerin ilk davası da tevhid inancını yerleştirmek olmuştur. Ayrıca tûfan olayı bize şunları öğretmektedir: Allah’ın varlık ve birliğine içtenlikle inanıp hayatlarını doğruluk ve dürüstlük çizgisinde yürütenler, başlangıçta inkâr ve kötülüklere sapanların haksız suçlama ve iftiralarına, baskı ve zulümlerine mâruz kalsalar da sonunda mutlaka başarılı olacaklardır. Ancak bunun için Allah’a sığınıp güvenmenin yanında, nasıl ki Nûh peygamber, “Nasıl olsa Allah bizi kurtarır” diye düşünüp kolaycılığa kaçmamış, aksine kendi eliyle gemiyi yapıp diğer önlemleri almışsa, insanın üzerine düşen görevleri eksiksiz yapması, esbaba tevessül etmesi, yani başarmak için ihtiyaç duyacağı mümkün olan bütün tedbirleri alması gerekir. Âyetin sonunda dikkat çekilen Allah’ın denemesini yani sınavdan geçirmesini bu çerçevede anlamak gerekir; yani Allah gelmiş geçmiş bütün insanları, kavimleri, milletleri yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde davranıp davranmadıkları hususunda sınavdan geçirmiştir ve geçirmektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 21
 

قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَا  zaiddir. Mekulü’l-kavl, mukadder cevaptır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

عَنْ قَل۪يلٍ  car mecruru  نَادِم۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  يُصْبِحُنَّ  fiili  نَ ‘un sübutuyla nakıs, muzari fiildir.  يُصْبِحُنَّ ‘nin ismi, iltika-i sakineynden dolayı zamir olan çoğul و ‘ı mahzuftur. Mahallen merfûdur. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

نَادِم۪ينَ  kelimesi  يُصْبِحُنَّ ‘nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  نَادِم۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  ندم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır.  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Nun-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş  لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Nakıs fiil  اصبح ‘nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَمَّا قَل۪يلٍ  siyaktaki önemine binaen amiline takdim edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

اصبح ’nın haberi olan  نَادِم۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mahzuf kasem ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Tekid ifade eden şeddeli  نَّ , muzari fiilin sonuna bitişir. Tekid nunları bitiştikleri fiillere istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. Bu ayette mahzuf kaseme işaret eden lam gelmiştir.

قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ  [(Rabbi) dedi: Az bir zaman sonra] cümlesinde  مَّا , azlık manasını tekid için zaid kılınmıştır ya da nekre-i mevsûfedir. (Beyzâvî)  

Tekid için zaid olarak gelmiştir. (Âşûr)

Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  عَمَّا قَل۪يلٍ  amiline siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir. 

قَل۪يلٍ  (az) ifadesi tıpkı  ماَرَأيْتُهُ قَديمًا وَحديثاً  (onu ne eskiden ne de yakın zamanda gördüm) ifadesindeki  قَديمًا  ve  حديثاً  kelimeleri gibi zamanı nitelemektedir;  عَنْ قَرِيباَ  (yakında) ifadesi de bu manadadır.  مَّا , sözü edilen sürenin azlığını ve kısalığını tekid eder. (Keşşâf) 

عَمّا قَلِيلٍ  car mecrurundaki  عَنْ  harfi mücaveze ifade eder. Bu tecavüz  عَنْ  harfinin mecazi anlamda gelerek  بَعْدَ  manasında müstear olmasıdır. İstiâre-i tebeiyyedir. (Âşûr)

قَلِيلٍ  kelimesi mahzuf bir mevsuf için sıfattır. Siyak veya zaman ifade eden fiillerden  bir olan  الإصْباح  fiili bu mahzufa delalet eder. Bu yüzden Allah bu resule hemen bir zafer vadetmiştir. (Âşûr)