18 Haziran 2025
Mü'minûn Sûresi 28-42 (343. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mü'minûn Sûresi 28. Ayet

فَاِذَا اسْتَوَيْتَ اَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ  ...


Sen ve beraberindeki kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: “Bizi zalim kavmin elinden kurtaran Allah’a hamd olsun” de.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 اسْتَوَيْتَ yerleştiğiniz س و ي
3 أَنْتَ sen
4 وَمَنْ ve kimseler
5 مَعَكَ yanındaki
6 عَلَى üzerine
7 الْفُلْكِ gemi ف ل ك
8 فَقُلِ de ki ق و ل
9 الْحَمْدُ hamdolsun ح م د
10 لِلَّهِ Allah’a
11 الَّذِي
12 نَجَّانَا bizi kurtaran ن ج و
13 مِنَ -den
14 الْقَوْمِ kavim- ق و م
15 الظَّالِمِينَ zalim ظ ل م

فَاِذَا اسْتَوَيْتَ اَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

فَ  atıf harfidir.

اِذَا   şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

اسْتَوَيْتَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اسْتَوَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  اَنْتَ  munfasıl zamir  اسْتَوَيْتَ ‘deki zamiri tekid eder. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi  وَ ‘la  اسْتَوَيْتَ ‘nin failine matuf olup mahallen merfûdur.  مَعَكَ  zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عَلَى الْفُلْكِ  car mecruru  اسْتَوَيْتَ  fiiline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidirقُلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli,  الْحَمْدُ لِلّٰهِ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

الْحَمْدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  lafza-i celâlin sıfatı olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَجّٰينَا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَجّٰينَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنَ الْقَوْمِ  car mecruru  نَجّٰينَا  fiiline mütealliktir.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi,  الْقَوْمِ ‘nin sıfatı olup  ي  ile mecrurdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اسْتَوَيْتَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

نَجّٰينَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاِذَا اسْتَوَيْتَ اَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

فَ  , atıf harfidir. Cümle, …  فَإِذَا جَاءَ أَمْرُنَا  cümlesine matuftur. İki cümle arasında lafzen ve manen mutabakat vardır.  اِذَا  cümleye muzâf olan, şart ve mazi manalı zaman zarfıdır. 

Cümle şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi  اسْتَوَيْتَ اَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْتَ  muttasıl zamiriاسْتَوَيْتَ ‘deki zamiri tekid için gelmiştir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  اسْتَوَيْتَ  fiilinin failine matuftur. Sılası mahzuftur.  مَعَكَ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

ف  karinesiyle gelen cevap cümlesi …  فَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …  الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  الْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur.  لِلّٰهِ  bu mahzuf habere mütealliktir.

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لِلّٰهِ  lafzındaki  ل  harfi tahsis ifade eder. (Safvetü't Tefasir)

Lafza-i celâlin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  االَّذ۪ي ’nin sılası olan  نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107) 

Mekulü’l-kavl, haber üslubunda geldiği halde dua manasındadır. Dolayısıyla muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

“Şayet beraberindeki kimselerle birlikte sen de gemiye yerleştiğinde” ifadesi yerleştiğinizde anlamına geldiği için, de yerine, çoğul olarak deyiniz denmesi gerekmiyor muydu? derseniz, şöyle derim: Tekil olarak Nuh (as)’a hitap edilmiştir, çünkü o onların peygamberi ve önderidir, dolayısıyla onun söylemesi, hepsinin söylemesi anlamına gelir. Üstelik sadece ona hitap edilmesinde nübüvvet makamının üstünlüğüne ve rubûbiyet makamının büyüklüğüne, bu makama muhatap olma seviyesine ancak melek ya da peygamberlerin yükselebileceğine işaret bulunmaktadır. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)

اَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ  ifadesinden sonra  قُلِ  hitabında, cemiden müfrede iltifat sanatı vardır.  

اَنْجَيَ  fiili  اِفعال  babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise  تفعيل  babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)

 
Mü'minûn Sûresi 29. Ayet

وَقُلْ رَبِّ اَنْزِلْن۪ي مُنْزَلاً مُبَارَكاً وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ  ...


Yine de ki: “Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen, konuk edenlerin en hayırlısısın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقُلْ ve de ki ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 أَنْزِلْنِي beni indir ن ز ل
4 مُنْزَلًا bir inişle ن ز ل
5 مُبَارَكًا mübarek ب ر ك
6 وَأَنْتَ ve sen
7 خَيْرُ en hayırlısısın خ ي ر
8 الْمُنْزِلِينَ konuklayanların ن ز ل

وَقُلْ رَبِّ اَنْزِلْن۪ي مُنْزَلاً مُبَارَكاً وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli,  رَبِّ اَنْزِلْن۪ي ‘ dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur.  

اَنْزِلْن۪ي  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مُنْزَلاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُبَارَكاً  kelimesi  مُنْزَلاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ  cümlesi   اَنْزِلْن۪ي ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.  

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْمُنْزِل۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُنْزِل۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُبَارَكاً  kelimesi,  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâ’ale babının ism-i mef’ûlüdür.

وَقُلْ رَبِّ اَنْزِلْن۪ي مُنْزَلاً مُبَارَكاً وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ

 

وَ  ’la önceki ayetteki …  وَقُلْ  cümlesine atfedilen bu ayette de Allah Teâlâ, Hz. Nuh’a dua etmesini emrediyor. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve münada olan  رَبِّ  izafetinde muzâfun ileyhin hazfi, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبّ۪  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.

Nidanın cevabı olan  اَنْزِلْن۪ي مُنْزَلاً مُبَارَكاً  cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

مُبَارَكاً  mef’ûlu mutlak olan  مُنْزَلاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Ayetin sonundaki hal  وَ ‘ıyla gelen  وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder.

Haber olan  خَيْرُ  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin  خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ  şeklindeki izafet formu, faydayı çoğaltmak, daha kâmil bir hale getirmek içindir. 

Ayetteki  اَنْزِلْن۪ي  fiilinde irsâd sanatı vardır.

اَنْزِلْن۪ي  -  مُنْزَلاً  مُنْزِل۪ينَ  kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ  [Sen indirenlerin en hayırlısısın] duaya uygun bir övgüdür. Duasına bunu katmasını emretmiştir, çünkü bunda mübalağa ve icabete vesile vardır. Gemidekilerle dediği halde burada tekil kullanılması faziletini göstermek içindir ve şunu da belirtmek içindir ki, duası onlarınkinin de yerine geçer. Çünkü onları da kuşatır. (Beyzâvî)

Hz. Nuh'un yanındakiler de kendisiyle beraber gemiye yerleşip kurtuldukları halde bu emrin yalnız kendisine verilmesi, onun faziletini göstermek ve onun duasının, başkasının duasına ihtiyaç bırakmadığını zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

 
Mü'minûn Sûresi 30. Ayet

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ وَاِنْ كُنَّا لَمُبْتَل۪ينَ  ...


Şüphesiz bu olayda ibretler vardır. Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 فِي vardır
3 ذَٰلِكَ bunda
4 لَايَاتٍ nice ibretler ا ي ي
5 وَإِنْ gerçi
6 كُنَّا biz ك و ن
7 لَمُبْتَلِينَ (onları) sınıyorduk ب ل و

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ وَاِنْ كُنَّا لَمُبْتَل۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اٰيَاتٍ  kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir.

كُنَّا ‘nın dahil olduğu cümle  اِنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.

كُنَّا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَّا  mütekellim zamiri  كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. 

لَ  harfi,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır. 

مُبْتَل۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  مُبْتَل۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ وَاِنْ كُنَّا لَمُبْتَل۪ينَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve  لَ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde de istiare vardır. Çünkü  ذٰلِكَ  ile olaylara işaret edilmiştir.

Gerçekten bunda yani Nuh'un ve geminin durumu ile kâfirlerin helak edilmesinde ayetler vardır, yani Yüce Allah'ın kudretinin kemâline belgeler vardır. O'nun peygamberlerine yardımcı olup düşmanlarını helak edeceğine dair deliller vardır. (Kurtubî) 

Atıfla gelen ikinci cümle istînâf cümlesine atfedilmiştir

Makabline matuf  وَاِنْ كُنَّا لَمُبْتَل۪ينَ  cümlesindeki  اِنْ  harfi,  اِنَّ ’den hafifletilmiş tekid harfidir. Takdiri  ه  olan isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, onların mahcubiyetlerini belirtmek bakımından latiftir. 

Muhaffefe  اِنَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.   

اِنْ ’nin haberi olan  كُنَّا لَمُبْتَل۪ينَ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

كَان ’nin haberine dahil olan lâm-ı farika,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna işaret eder.

كَان , azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile sübut ifade ettiğinden, ilaveten  اِنَّ  ile tekid edilmesi cümlenin anlamını iki kat kuvvetlendirmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin  haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, S. 124)

[Biz elbette deneyenleriz.] Yani Bizler, sizden önceki ümmetleri mutlaka denemişizdir. Onlara peygamberler göndermek suretiyle onları sınadık. Böylelikle kimin itaat ettiği, kimin isyan ettiği ortaya çıksın ve melekler onların hallerini açıkça bilsin. Yoksa yüce Rabbin bilmediği birşey ortaya çıksın, manasına değildir. (Kurtubî)
Mü'minûn Sûresi 31. Ayet

ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَۚ  ...


Sonra onların (Nûh kavminin) ardından başka bir nesil yarattık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 أَنْشَأْنَا yetiştirdik ن ش ا
3 مِنْ -ndan
4 بَعْدِهِمْ onların ardı- ب ع د
5 قَرْنًا bir nesil ق ر ن
6 اخَرِينَ başka ا خ ر
Eski müfessirlerin bir kısmı, bu âyetlerde ismi verilmeden kendisinden söz edilen neslin Semûd kavmi ve onlara gönderilen peygamberin Sâlih aleyhisselâm olduğu kanaatindedirler (meselâ bk. Taberî, XVIII, 19); çoğunluk tarafından ise bu neslin Âd kavmi, peygamberin de Hûd aleyhisselâm olduğu söylenmiştir (bk. Zemahşerî, III, 47; Râzî, XXIII, 97). Bununla birlikte burada sözü edilen peygamberin davet ettiği tevhid ilkesi, esasen Kur’an’da adı geçen peygamberlerin gerçekleştirmeye çalıştıkları ortak davadır. Hz. Muhammed de dahil olmak üzere bütün peygamberlere karşı mücadele verenler, bu kıssadakiler gibi genellikle eşraftan hali vakti yerinde, çıkarlarına uygun düştüğü için mevcut sistem ve telakkiden memnun olan kesimlerdi. Bunlar umumiyetle hak peygamberin getirdiği sistemi kendi toplumsal ve ekonomik statüleri için tehlikeli görmüşler; özellikle herkes gibi bu mütegallibe zümresinin de yapıp ettiklerinden dolayı sorumlu tutulacaklarını bildiren, böylece toplumda mutlak bir hak ve adalet bilincinin uyanmasını hedefleyen âhiret inancıyla ilgili tebliğleri reddetmişlerdir. Bunlar, âhiret inancının toplum tarafından benimsenmesini kendi konumları için tehlikeli ve rahatsız edici bulmuşlar; bunu yaparken de ilgili peygamberin Allah’tan haberler getirecek olağan üstü özellikler taşımadığını, herkes gibi onun da sıradan biri olduğunu ileri sürerek onu gözden düşürmeye çalışmışlardır. Aslında bu iddialar, peygamberin görünürdeki insanî özelliklerini abartılı ifadelerle öne çıkararak insanların dikkatlerini peygamberin tebliğlerindeki dinî ve ahlâkî ilkelerde bulunan gerçekliğe çevirmelerini önlemeyi amaçlayan kurnazca bir plandan, bir saptırmadan başka bir şey değildi. Sonuç olarak söz konusu âyetlerde pek çok peygamberin yaşadığı ortak bir tecrübenin dile getirildiği görülmektedir. Bu durumda Muhammed Esed’in, bu âyetlerde belli bir peygamber ve kavimden söz edilmediği, burada anlatılanların, “Allah’ın bütün peygamberlerine ve onların her birinin peygamber olarak yaşadıkları tecrübelerde tekrarlanan benzer çizgilere ilişkin genel bir atıf durumunda” olduğu şeklindeki görüşüne (II, 694) katılmak mümkündür.
 
 Bu âyetlerde sözü edilen inkârcı zümrenin, peygamberin kişiliğine ve âhiret hayatına ilişkin iddiaları Kur’an’da muhtelif vesilelerle cevaplandırılıp reddedildiği için burada bir defa daha tekrarlanmasına gerek görülmemiş, sadece uğrayacakları acı âkıbete dikkat çekilmekle yetinilmiştir.

ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَۚ

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْشَأْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اَنْشَأْنَا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَرْناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اٰخَر۪ينَۚ  kelimesi  قَرْناً ‘ın sıfatı olup  ي  ile mansubdur. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْشَأْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نشأ ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

اٰخَر۪ينَ  kelimesi, sülâsisi mücerredi  أخر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَۚ

 

Terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle makabline atfedilen  ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.  

مِنْ , ibtida-i gaye manasındadır. Önemi sebebiyle ve konu bu kavim olduğu için takdim edilmiştir.

قَرْناً ’deki tenvin, kesret, cins ve tazim ifade eder. 

اٰخَر۪ينَ  kelimesi  قَرْناً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

قَرْن  kelimesinin tekil olmasına rağmen manasının çoğul olması dolayısıyla  اٰخَر۪ينَ  çoğul olarak gelmiştir.

بَعْدِ  اٰخَر۪ينَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mü'minûn Sûresi 32. Ayet

فَاَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ۟  ...


Onlara, kendilerinden, “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur, hâlâ O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” diye öğüt veren bir peygamber gönderdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَرْسَلْنَا ve gönderdik ر س ل
2 فِيهِمْ kendi içlerinden
3 رَسُولًا bir elçi ر س ل
4 مِنْهُمْ onlara
5 أَنِ diye
6 اعْبُدُوا kulluk edin ع ب د
7 اللَّهَ Allah’a
8 مَا yoktur
9 لَكُمْ sizin için
10 مِنْ hiçbir
11 إِلَٰهٍ ilah ا ل ه
12 غَيْرُهُ O’ndan başka غ ي ر
13 أَفَلَا
14 تَتَّقُونَ korunmaz mısınız? و ق ي

فَاَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

ف۪يهِمْ  car mecruru  اَرْسَلْنَا ‘ya mütealliktir.  رَسُولاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  رَسُولاً ‘nin mahzuf sıfatına maahzuftur. 

اَنِ  tefsiriyyedir.  اعْبُدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  

مِنْ  harfi zaiddir.  اِلٰهٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

غَيْرُ  kelimesi  اِلٰهٍ  sıfatı olup merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 اَفَلَا تَتَّقُونَ۟

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  atıf harfidir. Mukadder istînâfa matuftur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَتَّقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

فَاَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ 

 

 

Ayet,  فَ  atıf harfiyle gelmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رَسُولاً ‘deki tenvin tazim ve kesret, fiilin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.  

اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ  cümlesine dahil olan  اَنِ  tefsir harfidir.  اعْبُدُوا اللّٰهَ  cümlesi müfessiriyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَرْسَلْنَا  رَسُولاً  kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Çünkü şekil ile birlikte bazı harfler de değiştirilmiştir. 

اَرْسَلْنَا  -  اللّٰهَ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. 

اَنِ  (diye) edatı,  اَرْسَلْنَا  (gönderdik) fiilini izah eder, yani onlara peygamberlerin diliyle “Allah’a kulluk edin, dedik” demektir.

أرْسل  (gönderdi) fiili tıpkı benzerleri olan  وَجَّهَ  , أنْفذَ  ve  بعث  fiilleri gibi mef‘ûlünü  إلى  ile alır. Peki, bu fiil Kur’an’da neden bazen  إلى  ile kullanılırken bazen  ف۪ي  ile kullanılmıştır? Sözgelimi  كَذَلِكَ أرْسلْناَكَ في أُمَّةٍ  [İşte, seni de bir topluluğa gönderdik ki] (Ra’d 13/30);  وَماََ أرسَلناَ فيِ قَرْيَةٍ مِنْ نَذيرٍ  [Biz herhangi bir şehre bir uyarıcı gönderdiğimiz zaman] (Sebe 34/34) ve  فَأرْسَلْنا فيهمْ رَسوُلاً  [Onlara da peygamber gönderdik] (Mü’minûn 23/32) denilmiş, bir başka yerde ise  وَإلى عادٍ أخاهُمْ هوداً  [Âd’a da kardeşleri Hûd’u gönderdik.] (A‘râf 7/65) denilmiştir? derseniz, şöyle derim: Aslında bu fiil  ف۪ي  ile,  إلى  ile olduğu gibi mef‘ûl almış, onunla ilişkilendirilmiş değildir. Aksine (örnek verilen ayetlerde geçen) toplum ve şehir gibi kelimeler, gönderme fiilinin mekânı olarak ifade edilmiştir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî) 

Kendilerine gelen Resulün onlardan biri olduğunu ve aralarında büyüdüğünü belirtmek için  أرْسَلْنا  fiili  إلى  değil de  في  harf-i ceri ile gelmiştir. (Âşûr)


مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ 

 

Ta’liliyye veya beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مَا  nafiyedir.  لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

Muahhar mübteda olan  اِلٰهٍ , zaid  مِنْ  sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur. 

مِنْ اِلٰهٍ ’deki tenvin tahkir, kıllet ve nev ifade eder. Zaid harf  مِنْ , kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ve şümule işarettir.

غَيْرُهُ  kelimesi,  اِلٰهٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Allah Teâlâ’ya ait zamirin muzâfun ileyh olduğu  غَيْرُهُۜ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

"Sizin O'ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur" cümlesi, emredilen ibadetin, veya bu ibadeti emretmenin, ya da bu emre uymak zorunluluğunun illetini beyan etmektedir.  (Ebüssuûd)


 اَفَلَا تَتَّقُونَ۟

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan  اَفَلَا تَتَّقُونَ  cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen uyarı, kınama, taaccüp manasında olup, cevap bekleme kastı taşımamaktadır. İstifham manasından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

تَتَّقُونَ  -  اعْبُدُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin fasılası 23.ayetin fasılasının tekrarıdır. Aralarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri,  Ahkaf/28, S. 314)

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اَفَلَا تَتَّقُونَ  şu manalara gelir:

  • Niçin düşünmüyorsunuz?   
  • Niçin gaflet içinde yaşıyorsunuz?   
  • Niçin sakınmıyor, takva sahibi olmuyorsunuz?  
  • Niçin anlamıyor yada anlamak istemiyorsunuz?
Mü'minûn Sûresi 33. Ayet

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ  ...


O peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 الْمَلَأُ ileri gelenler م ل ا
3 مِنْ -nden
4 قَوْمِهِ kavmi- ق و م
5 الَّذِينَ
6 كَفَرُوا inkar edenler ك ف ر
7 وَكَذَّبُوا ve yalanlayanlar ك ذ ب
8 بِلِقَاءِ buluşmasını ل ق ي
9 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
10 وَأَتْرَفْنَاهُمْ ve kendilerine refah verdiklerimiz ت ر ف
11 فِي
12 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
13 الدُّنْيَا dünya د ن و
14 مَا değildir
15 هَٰذَا bu
16 إِلَّا başka bir şey
17 بَشَرٌ bir insandan ب ش ر
18 مِثْلُكُمْ sizin gibi م ث ل
19 يَأْكُلُ yiyor ا ك ل
20 مِمَّا -den
21 تَأْكُلُونَ sizin yediğiniz- ا ك ل
22 مِنْهُ ondan
23 وَيَشْرَبُ ve içiyor ش ر ب
24 مِمَّا -den
25 تَشْرَبُونَ sizin içtiğiniz- ش ر ب

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمَلَأُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ قَوْمِهِ  car mecruru  الْمَلَأُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  قَوْمِهِ ‘nin sıfatı olup lafzen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

كَذَّبُوا  atıf harfi  وَ ‘la sılaya matuftur. و , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِلِقَٓاءِ  car mecruru  كَذَّبُوا ‘ya mütealliktir.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَتْرَفْنَا  atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine matuftur.  اَتْرَفْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  اَتْرَفْنَا  fiiline mütealliktir.  الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةَ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ( ى ) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle ( ى ) ile biter. Fakat çok az olarak (  ا  ) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى  –  اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَذَّبُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.     

اَتْرَفْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ترف ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret ismi  هٰذَٓا  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. بَشَرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مِثْلُكُمْ  kelimesi  بَشَرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَأْكُلُ  fiili,  بَشَرٌ ‘in hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ”  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَأْكُلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle  يَأْكُلُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَأْكُلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَأْكُلُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُ  car mecruru  تَأْكُلُونَ  fiiline mütealliktir.  يَشْرَبُ  atıf harfi  وَ ‘la  يَأْكُلُ  fiiline mütealliktir. 

يَشْرَبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle  يَشْرَبُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَشْرَبُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَشْرَبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.

مِنْ قَوْمِهِ ’nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. وَ ’la sılaya atfedilen  وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ  ve  وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ  cümleleri de aynı üsluptadır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)

لِقَٓاءِ  kelimesinin  الْاٰخِرَةِ  kelimesine izafeti  في  manasındadır. Yani ahirette kavuşmak demektir. (Âşûr)

الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةَ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ  ifadesindeki  ف۪ٓي  harfinde istiare vardır.  ف۪ٓي  hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Fakat zarfa benzetilmiş olan dünya hayatının zarfiyet özelliği yoktur. Dünya hayatıyla insanın ilişkisi, zarfla mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin tahakkukudur.

Harflerde istiare kurulurken harfe değil, müteallakına itibar edilir. Müteallak müştak olduğu için de istiare; tebeiyye olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ , kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  هٰذَٓا  mevsuf/maksûr,  بَشَرٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir.

Müşriklerin sözlerinin müsnedün ileyh olarak  هٰذَٓا  işaret ismi ile marife olması, onların tahkir amaçlarını belirtmektedir. 

مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ  cümlesi, müşriklerin Allah Resulü'nün beşer, yani insan olmasının risalet davasının sahibi olmasıyla çeliştiği vehmine kapılıp risalet çağrısını yalanlamalarından kinayedir. Melzûm söylenmiş, lâzım kastedilmiştir. (Âşûr)

مِثْلُكُمْۙ  haber olan  بَشَرٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

بَشَرٌ  ’den hal olan  يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Harf-i cerle bilikte  يَأْكُلُ  fiiline müteallik müşterek ism-i mevsûl  مَّا ‘nın sılası olan  تَأْكُلُونَ مِنْهُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Aynı üslupta gelen  وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıygada gelen fiiller hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَأْكُلُ مِمّا تَأْكُلُونَ مِنهُ  cümlesindeki ifade, beşeriyet vasfı için illet ve sebep gösterme konumundadır. Nitekim o peygamber de aynı onlar gibi yemekte ve içmekte, yediği ve içtiği şeylerde onlardan hiç bir farklılık göstermemekte ve ayrışmamaktadır. (Âşûr)

يَأْكُلُ  -  تَأْكُلُونَ  ve  يَشْرَبُ  -  تَشْرَبُونَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  الْاٰخِرَةِ  الدُّنْيَاۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

كَفَرُوا  -  كَذَّبُوا  ile  يَشْرَبُ  -  يَأْكُلُ  ve  حَيٰوةِ  -  الدُّنْيَاۙ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مِمَّا تَشْرَبُونَ  ifadesinde zamir hazf edilmiş olup, ‘’ مِنْ مُشْربُكُمْ ’’ (sizin içtiğinizden) anlamındadır. Ya da zamir, öncesindeki ifadenin kendisine delalet etmesi sebebiyle hazf edilmiştir. (Keşşâf)

مِمَّا 'daki  مَا  edatı haberiyedir (mevsûledir), ikinci  مَا 'ya ait zamir mansubdur, o da mahzuftur ya da harf-i cer ile beraber hazf edilmiştir, çünkü makabli ona delalet etmektedir. (Beyzâvî) 

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ  [Onun kavminden kâfir olup ahirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında ken­dilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler dediler ki.....] cümlesinde ıtnâb üslubu vardır. Bu, onları kınamak ve yaptıkları adi ve çirkin işleri üzerlerine tescil etmek için kullanılmış bir üsluptur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

Onların kâfir olmakla vasıflandırılmaları, kendilerini zemmetmek ve küfürde aşırı gittiklerine dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

Şayet Hûd kavminin Hûd (as)’a cevap olarak söyledikleri, A‘râf suresinde ve Hûd suresinde nakledilirken başında  وَ  olmaksızın  قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ  

[“Kavminin nankörce inkâr eden ileri gelenleri; “Biz, seni tam bir beyinsizlik içinde görüyoruz” dediler”] (A‘râf 7/66) şeklinde ve  قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ  [“Dediler ki: “Ey Hûd! Sen bize (bizi imana icbar edecek) apaçık bir kanıt getirmiş değilsin!”] (Hûd 11/53) şeklinde zikredilmiş, burada ise  وَ  ile zikredilmiştir; bu ikisi arasındaki fark nedir?” dersen, şöyle derim:  وَ  olmaksızın kullanılan ifadelerde sanki biri “Peki kavmi ne dedi?” şeklinde bir soru sormuş da ona cevaben “Şöyle şöyle dediler” şeklinde cevap verilmiştir.  وَ  ile ifade edilen kullanımlarda ise cümlede onların söyledikleri peygamberin söylediğine atfedilmiştir; anlam da “İşte bu hak söz ile bu batıl söz bir araya geldi, aralarında ne kadar da büyük bir fark var!” şeklindedir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)

كَفَرُوا  -  كَذَّبُوا  -  تَأْكُلُونَ  -  تَشْرَبُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Mü'minûn Sûresi 34. Ayet

وَلَئِنْ اَطَعْتُمْ بَشَراً مِثْلَكُمْ اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ  ...


“Andolsun, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَئِنْ ve eğer
2 أَطَعْتُمْ ita’at ederseniz ط و ع
3 بَشَرًا bir insana ب ش ر
4 مِثْلَكُمْ sizin gibi م ث ل
5 إِنَّكُمْ gerçekten siz
6 إِذًا o takdirde
7 لَخَاسِرُونَ mutlaka ziyana uğrayanlarsınız خ س ر

وَلَئِنْ اَطَعْتُمْ بَشَراً مِثْلَكُمْ اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. 

اَطَعْتُمْ  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  بَشَراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِثْلَكُمْ  kelimesi  بَشَراً ‘nin sıfatı olup mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِذاً  cevap harfidir

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  خَاسِرُونَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

خَاسِرُونَ  kelimesi, sülâsisi mücerredi خسر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَئِنْ اَطَعْتُمْ بَشَراً مِثْلَكُمْ اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ

 

Atıfla gelen ayette  لَ , mahzuf kasem fiiline işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Mahzuf kasemin cevabı şart üslubunda gelmiştir.

Şart cümlesi olan  اَطَعْتُمْ بَشَراً مِثْلَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  بَشَراً ’deki tenvin, cins ve tahkir ifade eder.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

إنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa ”  اِنْ  ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş  اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ  cümlesi, kasemin cevabıdır. 

Faide-i haber inkârî kelamdır. Müşriklerin, sözlerini birden çok tekidle ifade etmeleri ve haberin ism-i faille gelmesi onların yandaşlarını ikna etme çabalarının işaretidir.

Kasemin cevabının delaletiyle şartın cevabı hazf edilmiştir. 

Şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اِذاً , ‘öyleyse, o takdirde’ manasında cevap harfidir. 

اِذاً  (o takdirde) ifadesi şart cümlesinin cevabı olup Hûd kavminden bu karşılıklı konuşmayı yapanların birbirlerine verdikleri cevabı ifade eder; anlam (aklınızı hüsrana uğratır, görüşünüzde aldanırsınız) şeklindedir. (Keşşâf)
Mü'minûn Sûresi 35. Ayet

اَيَعِدُكُمْ اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَاباً وَعِظَاماً اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَۖ  ...


“O, öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَيَعِدُكُمْ O size va’dediyor mu? و ع د
2 أَنَّكُمْ siz
3 إِذَا zaman
4 مِتُّمْ öldüğünüz م و ت
5 وَكُنْتُمْ ve olduğunuz ك و ن
6 تُرَابًا toprak ت ر ب
7 وَعِظَامًا ve kemik ع ظ م
8 أَنَّكُمْ sizin
9 مُخْرَجُونَ (yeniden hayata) çıkarılacağınızı خ ر ج

اَيَعِدُكُمْ اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَاباً وَعِظَاماً اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَۖ

 

Hemze istifham harfidir.  يَعِدُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  كُمْ  muhatab zamiri  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel amili  يَعِدُكُمْ ‘ün ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِتُّمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِتُّمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُّمْ  fail olup mahallen merfûdur. 

كُنْتُمْ  atıf harfi  وَ ‘la  مِتُّمْ ‘e matuf olup mahallen mecrurdur.  و , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنْتُمْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamir  كُنْتُمْ ‘ün ismi olarak mahallen merfûdur.  تُرَاباً  kelimesi  كُنْتُمْ ‘ün haberi olup lafzen mansubdur.  عِظَاماً  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, birinci  اَنَّكُمْ  tekid etmek içindir.  كُمْ  muhatab zamiri  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مُخْرَجُونَ  kelimesi,  اَنَّ ‘nin haberi olarak ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُخْرَجُونَۖ  kelimesi, sülâsi mücerredi  خرج  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

اَيَعِدُكُمْ اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَاباً وَعِظَاماً اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَۖ

 

Müşriklerin sözlerinin devamı olan ayet, müstenefe cümlesidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp (Âşur) ve azarlamak amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

İstifham hemzesi, taaccüp ifade eder. Onlar cevap beklemek kastıyla değil, toprak ve kemik olduktan sonra tekrar diriltileceklerini inkâr kastıyla konuşmuşlardır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu …  اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ  cümlesi, masdar teviliyle  يَعِدُكُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

اِذَا مِتُّمْ  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  مِتُّمْ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

كُنْتُمْ تُرَاباً وَعِظَاماً  cümlesi, şart cümlesine matuftur.  كُنْتُمْ ’un  dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَان ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

Ayette önce toprağın zikredilmesi, onlara göre imkânsızlığı daha kuvvetli olduğu için ve başka maddelerin toprağa dönüştüğü bilindiği içindir. Yahut sizin daha önce ölenleriniz tamamen toprak, sonra ölenleriniz de kemik haline geldiği zaman demektir. (Ebüssuûd)

Cümlede ikinci  اَنَّكُمْ , birinciyi tekid için gelmiştir.  اَنَّ ’nin haberi  مُخْرَجُونَۖ  ism-i mef’ûl vezninde gelmiştir.

اَنَّكُمْ  ifadesi tekid için iki kez tekrar edilmiştir; ilki ile ikincisi arasına bir zarf girerek bunları birbirinden ayırt ettiği için bu tekrar gayet güzel olmuştur;  مُخْرَجُونَۖ  ilk  اَنَّكُمْ ‘ün haberidir. Ya da ‘’ إخْرَاجُكُمْ إذَا مِتُّمْ ’’ (çıkarılışınız öldüğünüz vakittir) anlamında  اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَۖ  mübteda,  اِذَا مِتُّمْ  ِhaberdir ve bu cümleyi sonra  اَنَّكُمْ ‘ün haberi olarak getirmiştir. Ya da  اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَۖ  ifadesi şartın cevabı olan bir fiil ile merfûdur; sanki “  اِذَا مِتُّمْ وَقَع إخْرجُكُم  ’’ (Çıkarılışınız öldüğünüz zaman gerçekleşir) denilmiş; ardında da şart cümlesi (ikinci)  اَنَّكُمْ ‘ün haberi olarak gelmiştir. İbn Mes‘ûd’un kıraatinde  أيعدكم إذا مِتت  (size; öldüğünüzde … mı vadediyor?) şeklindedir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)  

"O size, siz öldüğünüz ve toprak ve kemik yığını haline geldiğiniz zaman mutlak surette kabirden çıkarılacağınızı mı vadediyor?" Onların bu kelamı, daha önce geçen Hûd'a (as) tabi olmaları konusunu açıklayıp onları imana davet eden hususun vaki olmasını ret ve inkâr etmekte ve imkânsız olduğunu bildirmektedir.

Yani sizin bedeninizin et ve diğer bazı kısımları toprak, bazı kısımları da kemik haline geldiği zaman...(Ebüssuûd)

مِتُّمْ - كُنْتُمْ - مُخْرَجُونَۖ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Mü'minûn Sûresi 36. Ayet

هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَۖ  ...


“Hâlbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَيْهَاتَ heyhat (ne kadar uzak)
2 هَيْهَاتَ heyhat (ne kadar uzak)
3 لِمَا şey
4 تُوعَدُونَ size va’dedilen و ع د

Heyhate هيهات :   هَيْهاتَ sözcüğü bir şeyin çok uzak olduğunu bildirmek için kullanılır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  isim formunda ve aynı ayette olmak üzere sadece 2 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli heyhâttır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَۖ

 

هَيْهَاتَ  kelimesi  بعد  manasında mazi, isim fiildir. Manayı Fiil (İsim Fiil): Yapı itibariyle isim olan, mana itibariyle fiil kabul edilen kelimelerdir. Çekimleri yoktur. Fiil gibi amel ederler. (Fail ve mef’ûl alırlar.) Mazi, muzari ve emir manalı olarak gelebilirler.

NOT: Manayı fiillerin gelme sebebi; fiilden daha kuvvetli, daha şiddetli oldukları içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هَيْهَاتَ  birinciyi tekid eder.  لِ  zaiddir.

Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.

Lafzî Tedid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَا  ve masdar-ı müevvel, لِ  harfi ile birlikte  هَيْهَاتَ ‘nin faili olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تُوعَدُونَۖ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

تُوعَدُونَۖ   fiili  نَ ‘un sübutuyla meçhul, merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَۖ

 

İnkârcıların sözlerinin devamı olan bu ayet, fasılla gelmiş istînafiyyedir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

هَيْهَاتَ  cümlesi önceki ayetteki  يَعِدُكُمْ  cümlesi için beyandır (açıklamadır), bunun için aralarında atıf harfi yoktur. (Âşûr)

هَيْهَاتَ  mazi isim fiildir. Masdar manasındadır. Yani uzak oldu, uzak oldu (uzak, uzak manasındadır). (Celâleyn Tefsiri)

İkinci  هَيْهَاتَ  tekid içindir.  لِ  harfi zaid olup beyan içindir. Masdar harfi  مَا  ve sılası olan  تُوعَدُونَۖ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Masdar-ı müevvel,  هَيْهَاتَ  fiilinin failidir.  هَيْهَاتَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

لِمَا تُوعَدُونَۖ ’daki  لِ  beyaniyedir, tıpkı  هَيتَ لَكَ  (Yûsuf: 23) ayetinde olduğu gibi. Sanki onlar bu uzaklık ünlemini seslenince onlara: Bu uzak olan nedir, denildi. Onlar da: Size vadolunan şey, dediler.  هَيْهَاتَ ’ın uzaklık manasına olduğu da söylenmiştir. O mübtedadır, haberi de  لِمَا تُوعَدُونَۖ  'dur. (Beyzâvî)

تُوعَدُونَۖ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

Mü'minûn Sûresi 37. Ayet

اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَۖ  ...


“Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ değildir
2 هِيَ bu
3 إِلَّا başka bir şey
4 حَيَاتُنَا hayatımız(dan) ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 نَمُوتُ ölürüz م و ت
7 وَنَحْيَا ve yaşarız ح ي ي
8 وَمَا ve değiliz
9 نَحْنُ biz
10 بِمَبْعُوثِينَ tekrar diriltilecek ب ع ث

اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَۖ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  حَيَاتُنَا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الدُّنْيَا  kelimesi, حَيَاتُنَا 'nin sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfudur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ( ى ) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle ( ى ) ile biter. Fakat çok az olarak (  ا  ) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى  –  اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَمُوتُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  نَحْيَا  atıf harfi  وَ ‘la  نَمُوتُ  ‘ya matuftur.  مَا نَحْنُ  atıf harfi  وَ ‘la  نَحْيَا ‘ya matuftur.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  نَحْنُ  munfasıl zamir  مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.  بِمَبْعُوث۪ينَ  lafzen mecrur,  مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مَبْعُوث۪ينَۖ  kelimesi sülâsi mücerredi  بعث  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا 

 

İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Bu ayet, inkârcıların sözlerinin devamıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Mübteda ve haber arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  هِيَ  maksûr, haber olan  حَيَاتُنَا الدُّنْيَا  maksûrun aleyhtir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الدُّنْيَا , haber olan  حَيَاتُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümlede ihtibâk sanatı vardır.  هِيَ  yerine  الْحَيَاة  kelimesi gelmesi gerekirken sadece haber olan  حَيَاتُنَا ‘nın zikredilmesiyle yetinilmiş önceki hayat kelimesi hazf edilmiştir. İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)

İbarenin aslı ‘’ إنَّ الْحَيَاة إﻻّ حياتُنا الدُنْيا ’’ şeklindedir. Ancak ikinci  الْحَيَاة  kelimesi birinciye delalet ettiği için tekrardan kaçınmak üzere zamir  هِيَ , birinci  الْحَيَاة  kelimesinin yerine konulmuştur. Ayrıca şu da bildirilmek istenmiştir ki maksadın hayat ifadesi olduğu belli olduğundan açıklamaya gerek kalmamıştır. Muktezâ-i zâhire göre önce zâhir ismin gelmesi gerekirdi. Ancak Arap dilinde ifadeyi güçlendirmek, anlamı zenginleştirmek gibi gayelerle bu tür yollara başvurularak bir ismi zikretmeksizin o isme zamirle gönderme yapılabilir. 

Ölümden sonra dirilişi inkâr edip yaşamı sadece bu dünya hayatıyla sınırlandıran münkirlerin dilinden nakledilen bu cümledeki kasr, nefy edatı  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  vasıtasıyla yapılmıştır.  الْحَيَاة  kelimesi yerine konulan  هِيَ  zamiri maksûr, istisna edatından sonra gelen  حياتُنا الدُنْيا  ifadesi ise maksûrun aleyhtir. Buradaki kasr, kasr-ı izafî olup mevsûfun sıfata kasrına örnektir. Mana da şu şekildedir: “(Nuh’un (as) iddia ettiği gibi) ölümden sonra da bir hayat yoktur, hayat sadece bu dünya hayatıdır.” Burada  الْحَيَاة  kelimesinden murad hayat cinsidir. Eğer böyle olmasaydı kasr tamam olmaz ve yeniden dirilişi inkâr edenlerin meramı tam anlaşılmazdı. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 


نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَۖ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَنَحْيَا  cümlesi, tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab, iki cümle arasında mukabele sanatı vardır. 

Muzari sıygada gelen fiiller hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin makabline matuf son cümlesi  وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَۖ  şeklinde menfi isim cümlesi formundadır.  مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. 

ليس ‘nin haberi  بِمَبْعُوث۪ينَ ’ye dahil olan  بِ  harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

“Biz geri döndürülecek değiliz” sözlerini isim cümlesi ve zaid  بِ  harfiyle pekiştirilerek buna ne kadar çok inandıklarını ifade etmişlerdir.

 
Mü'minûn Sûresi 38. Ayet

اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌۨ افْـتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِن۪ينَ  ...


“Bu, Allah’a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ değildir
2 هُوَ O
3 إِلَّا başka bir şey
4 رَجُلٌ bir adam(dan) ر ج ل
5 افْتَرَىٰ uyduran ف ر ي
6 عَلَى hakkında
7 اللَّهِ Allah
8 كَذِبًا yalan ك ذ ب
9 وَمَا ve değiliz
10 نَحْنُ biz
11 لَهُ ona
12 بِمُؤْمِنِينَ inanıcı(insan)lar ا م ن

اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌۨ افْـتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِن۪ينَ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  رَجُلٌ  haber olup lafzen merfûdur.  افْـتَرٰى  fiili  رَجُلٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

افْـتَرٰى  fiili, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  افْـتَرٰى  fiiline mütealliktir.  كَذِباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefiy harfidir.

نَحْنُ  munfasıl zamir  مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru  بِمُؤْمِن۪ينَ ‘ye mütealliktir.

بِمُؤْمِن۪ينَ  lafzen mecrur,  مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Cer alameti  ي ‘dir. 

Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌۨ افْـتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً 

 

İnkârcıların sözlerinin bildirildiği bu ayet, fasılla gelen müstenefe cümlesidir.

Cümle kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  هُوَ  mevsuf/maksûr,  رَجُلٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir. İzafî kasrdır. 

افْـتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً  cümlesi  رَجُلٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

افْتَرى عَلى اللَّهِ كَذِبًا  cümlesi  رَجُلٌ  kelimesinin sıfatı konumunda olup hasr’dır ve bu kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat türünden olup izafî kalp kasrıdır. Yani, iddia ettiği gibi o, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi değildir. (Âşûr)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

كَذِباً  -  افْـتَرٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَذِباً ’deki tenvin, nev ve kesret ifade eder.


وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِن۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi …  افْـتَرٰى  cümlesine matuftur. Menfi isim cümlesi formunda, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , önemine binaen amili olan haber  بِمُؤْمِن۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.

Müsnede dahil olan  بِ , tekid ifade eden zaid harftir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İnanmayacaklarını, isim cümlesi ve olumsuz cümlede haberin başına dahil olan  بِ  harfiyle tekid ederek mübalağalı bir şekilde ifade etmişlerdir.

 
Mü'minûn Sûresi 39. Ayet

قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ  ...


O peygamber, “Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 انْصُرْنِي bana yardım et ن ص ر
4 بِمَا karşısında
5 كَذَّبُونِ beni yalanlamaları ك ذ ب

قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli,  رَبِّ انْصُرْن۪ي ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur.  

انْصُرْن۪ي  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِ  sebebiyyedir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  انْصُرْن۪ي  fiiline müteallıktır. 

كَذَّبُونِ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

كَذَّبُونِ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ

 

Müstenefe olan ayette Allah Teâlâ elçisinin sözlerini bildiriyor. Müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve muzâfun ileyhin hazfi, mütekellimin, münadaya yakın olma isteğine işarettir. Ayrıca bu izafet mütekellimin, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini gösterir.

Nidanın cevabı olan  انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Harf-i cerle bilikte  انْصُرْن۪ي  fiiline müteallik masdar harfi  مَّا ’nın sılası olan  كَذَّبُونِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetteki iki fiil de mazi sıygada gelmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

كَذَّبُونِ  fiilinin sonunda mef’ûl olan mütekellim zamiri, fasılaya riayet için hazf edilmiştir. Kesra, mahzuf zamirden ivazdır.

Bu ayet, 26. ayetle birebir aynıdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)
Mü'minûn Sûresi 40. Ayet

قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ  ...


Allah, “Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Allah) dedi ki ق و ل
2 عَمَّا
3 قَلِيلٍ az sonra ق ل ل
4 لَيُصْبِحُنَّ onlar olacaklar ص ب ح
5 نَادِمِينَ pişman ن د م
İnsanlığın atalarından olan Hz. Nûh’un davetinin ve insanlık tarihinde büyük yeri olan Nûh tûfanının ibret verici yanları bulunduğu bildirilmektedir. Bunların başında Nûh’un ilk tebliğinin tevhide dair olması gelir. Nitekim Nûh’tan önceki ve sonraki bütün peygamberlerin ilk davası da tevhid inancını yerleştirmek olmuştur. Ayrıca tûfan olayı bize şunları öğretmektedir: Allah’ın varlık ve birliğine içtenlikle inanıp hayatlarını doğruluk ve dürüstlük çizgisinde yürütenler, başlangıçta inkâr ve kötülüklere sapanların haksız suçlama ve iftiralarına, baskı ve zulümlerine mâruz kalsalar da sonunda mutlaka başarılı olacaklardır. Ancak bunun için Allah’a sığınıp güvenmenin yanında, nasıl ki Nûh peygamber, “Nasıl olsa Allah bizi kurtarır” diye düşünüp kolaycılığa kaçmamış, aksine kendi eliyle gemiyi yapıp diğer önlemleri almışsa, insanın üzerine düşen görevleri eksiksiz yapması, esbaba tevessül etmesi, yani başarmak için ihtiyaç duyacağı mümkün olan bütün tedbirleri alması gerekir. Âyetin sonunda dikkat çekilen Allah’ın denemesini yani sınavdan geçirmesini bu çerçevede anlamak gerekir; yani Allah gelmiş geçmiş bütün insanları, kavimleri, milletleri yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde davranıp davranmadıkları hususunda sınavdan geçirmiştir ve geçirmektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 21

قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَا  zaiddir. Mekulü’l-kavl, mukadder cevaptır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

عَنْ قَل۪يلٍ  car mecruru  نَادِم۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  يُصْبِحُنَّ  fiili  نَ ‘un sübutuyla nakıs, muzari fiildir.  يُصْبِحُنَّ ‘nin ismi, iltika-i sakineynden dolayı zamir olan çoğul و ‘ı mahzuftur. Mahallen merfûdur. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

نَادِم۪ينَ  kelimesi  يُصْبِحُنَّ ‘nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  نَادِم۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  ندم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır.  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Nun-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş  لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Nakıs fiil  اصبح ‘nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَمَّا قَل۪يلٍ  siyaktaki önemine binaen amiline takdim edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

اصبح ’nın haberi olan  نَادِم۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mahzuf kasem ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Tekid ifade eden şeddeli  نَّ , muzari fiilin sonuna bitişir. Tekid nunları bitiştikleri fiillere istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. Bu ayette mahzuf kaseme işaret eden lam gelmiştir.

قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ  [(Rabbi) dedi: Az bir zaman sonra] cümlesinde  مَّا , azlık manasını tekid için zaid kılınmıştır ya da nekre-i mevsûfedir. (Beyzâvî)  

Tekid için zaid olarak gelmiştir. (Âşûr)

Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  عَمَّا قَل۪يلٍ  amiline siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir. 

قَل۪يلٍ  (az) ifadesi tıpkı  ماَرَأيْتُهُ قَديمًا وَحديثاً  (onu ne eskiden ne de yakın zamanda gördüm) ifadesindeki  قَديمًا  ve  حديثاً  kelimeleri gibi zamanı nitelemektedir;  عَنْ قَرِيباَ  (yakında) ifadesi de bu manadadır.  مَّا , sözü edilen sürenin azlığını ve kısalığını tekid eder. (Keşşâf) 

عَمّا قَلِيلٍ  car mecrurundaki  عَنْ  harfi mücaveze ifade eder. Bu tecavüz  عَنْ  harfinin mecazi anlamda gelerek  بَعْدَ  manasında müstear olmasıdır. İstiâre-i tebeiyyedir. (Âşûr)

قَلِيلٍ  kelimesi mahzuf bir mevsuf için sıfattır. Siyak veya zaman ifade eden fiillerden  bir olan  الإصْباح  fiili bu mahzufa delalet eder. Bu yüzden Allah bu resule hemen bir zafer vadetmiştir. (Âşûr)
Mü'minûn Sûresi 41. Ayet

فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُـثَٓاءًۚ فَبُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ  ...


Derken onları o korkunç ses, kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakalayıverdi de kendilerini çör çöp yığını hâline getirdik. Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَخَذَتْهُمُ derken onları yakaladı ا خ ذ
2 الصَّيْحَةُ o korkunç ses ص ي ح
3 بِالْحَقِّ gerçekten ح ق ق
4 فَجَعَلْنَاهُمْ ve onları getirdik ج ع ل
5 غُثَاءً sel süprüntüsü haline غ ث و
6 فَبُعْدًا uzak olsun ب ع د
7 لِلْقَوْمِ kavim ق و م
8 الظَّالِمِينَ o zalim ظ ل م

فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُـثَٓاءًۚ فَبُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  اَخَذَتْهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

الصَّيْحَةُ  fail olup lafzen merfûdur.  بِالْحَقِّ  car mecruru  الصَّيْحَةُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

فَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

غُـثَٓاءً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ   atıf harfidir.  بُعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri;  ابعدوا بعدا (İyice uzaklaşın)  şeklindedir. 

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلْقَوْمِ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri;  قلنا (dedik) şeklindedir.

Mekulü’l-kavli, mukadder söz  ابعدوا بعدا  olup mahallen mansubdur.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi,  قَوْمِ ‘in sıfatı olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُـثَٓاءًۚ

 

فَ , istînâfiyyedir. Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِالْحَقِّ  car mecruruالصَّيْحَةُ ’nun mahzuf haline mütealliktir. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَخَذَ  fiilinin,  الصَّيْحَةُ  kelimesine isnadı mecaz-ı aklîdir. Ya da burdada istiare vardır.

الصَّيْحَةُ  bir görüşe göre, azap ve ölümün kendisidir. Diğer bir görüş göre ise tamamen yok edici şiddetli azaptır. (Ebüssuûd)

Akabindeki  فَجَعَلْنَاهُمْ غُـثَٓاءً  cümlesi, makabline  فَ  ile atfedilmiştir. İki cümle arasında manen ve lafzen ittifak vardır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  فَجَعَلْنَاهُمْ  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Sarsıntı Cebrail (as)’ın sarsıntısıdır, onları sarsmış ve yerle bir etmiştir. 

بِالْحَقِّ , hak ettikleri demektir. Çünkü onlar helak edilmesi gereken kimselerdi. Ya da bu ifade (Allah’ın adaleti olarak) anlamındadır. Bu durumda  بِالْحَقِّ  car mecruru bir kimse kararlarında adil olduğu zaman kullanılan  فُلاَنٌ يَقضى بِالْحَقِّ  (falan kişi adilce karar verir) ifadesindeki kullanıma benzer. (Keşşâf) 

Bu sayhanın hak olması, engellenmesi mümkün olmayan sabit hadise demektir, yahut Allah'tan (cc) adalet olarak, yahut doğru vaat olarak, demektir. (Ebüssuûd)

فَجَعَلْنَاهُمْ غُـثَٓاءًۚ  [Onları çer-çöp kıldık] cümlesinde teşbîhi belîğ vardır. Zira vech-i şebeh (benzetme yönü) ile teşbih edatı hazf edilmiştir. "Hızla yok olma ve değersizlik hususunda onları çer çöp gibi kıldık" demektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr) 


  فَبُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  بُعْداً , takdiri  ابعدوا  olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  لِلْقَوْمِ  için sıfattır.  الظَّالِم۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek, kavmin, zalim olma özelliğinin sübut ve devamına işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Ayetin son cümlesi, haber formunda olduğu halde, beddua manasına geldiği için muktezâ-i zâhirin hilafına olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

بُعْداً  (uzak olsun),  سُحْقاً  (defolsun),  دَفَراً  (pis kokulu) vb. kelimeler fiil yerine kullanılan masdarlardandır. Sîbeveyhi bu mastarlar hakkında, açıkça ifade edilerek kullanılmayan fiillerle mansubdurlar demiştir. Ayette  بُعْداً  kelimesi,  بعدوا  (helâk oldular) anlamındadır. Bu kelime tıpkı  رَشِداً  -  رُشْداً  /  رَشَداً  gibi, بَعِد  - بُعْداً  /  بَعَدًا  şeklinde gelir. (Keşşâf) 

ظَّالِم۪ينَ  (Zalimler) ifadesi, def olup gitmeleri yönünde beddua edilen kimseleri açıklamakta olup tıpkı  هَيْتَ لَكَ  [Sen! Gel haydi!”] (Yûsuf 12/23) ifadesindeki ve  لِمَا تُوعَدُون  (size vadedilen şey) ifadesindeki kullanım gibidir. (Keşşâf) 

فَبُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ  [Zalimler kavmi için artık uzaklık!] İfadesinin habere de duaya da ihtimali vardır.  بُعْداً  kelimesi,  بَعُدَ 'nin masdarıdır ki helak olmaktır. Bu, fiili açık kullanılmayan masdarlardandır.  لِ  da uzak olması için beddua edileni beyan etmek içindir.  هُمْ  zamiri yerine zahir ismin kullanılması bunun illetini bildirmek içindir. (Beyzâvî)   

بُعْداً  : Bu ifade, "hayır ve iyiliklerden uzaklaştırma" demek olan, "lanet" kelimesi gibidir. Allah Teâlâ bunu, onları hafife alıp onları hor ve hakir kılma üslubunda getirmiştir. Allah, onların başına bu azabı, ahirette onların başına gelecek olan nimet ve mükâfatlardan uzak olma azabının, kendilerinden sonrakilere bir ibret olsun diye, şu anda başlarına gelenden daha büyük olduğunu göstersin diye indirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Mü'minûn Sûresi 42. Ayet

ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قُرُوناً اٰخَر۪ينَۜ  ...


Sonra bunların arkalarından başka nesiller yarattık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 أَنْشَأْنَا yetiştirdik ن ش ا
3 مِنْ
4 بَعْدِهِمْ onların ardından ب ع د
5 قُرُونًا nesiller ق ر ن
6 اخَرِينَ başka ا خ ر

Buradaki neslin Lût, Şuayb, Eyyûb ve Yûsuf peygamberlerin kavimleri olabileceği belirtilmiştir (Râzî, XXIII, 100). Esasen bu âyetlerde geçmişteki belirli peygamberlerin inanç mücadelesi hakkında bilgi verilmekten ziyade şu noktalara dikkat çekilmektedir: Yeryüzünde nesiller ve uygarlıklar birbirini izlemiş, her nesil Allah’ın değiştirilemez hükmüyle tayin ettiği ömrünü tamamlayınca ardından yeni bir nesil gelmiştir. Hz. Muhammed’e gelinceye kadar peygamberlik sürekli yenilenen bir kurum olmuştur. Peygamberlerinin davetlerini reddedip inkâr ve günahkârlıklarını sürdüren kavimler, ümmetler, bunun bedelini çeşitli felâketlere uğrayarak yok olup gitmekle ödemişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm başka âyetlerde bu sonucu ilâhî bir yasa (sünnetullah) olarak gösterir. 

ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قُرُوناً اٰخَر۪ينَۜ

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْشَأْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ بَعْدِهِمْ  car mecruru  اَنْشَأْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قُرُوناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اٰخَر۪ينَ  kelimesi  قُرُوناً ‘nin sıfatı olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰخَر۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi أخر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قُرُوناً اٰخَر۪ينَۜ

 

Terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle önceki ayetteki …  أخذتهم الصيحة  cümlesine atfedilen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.  

قُرُوناً ‘deki tenvin, cins, kesret ve tazim ifade eder. 

اٰخَر۪ينَ  kelimesi  قَرْناً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

بَعْدِ   اٰخَر۪ينَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

ثُمَّ  edatı, birbirine bağlanan ögelerin, kısa veya uzun bir süre sonra gerçekleştiklerini ifade eder. 

Surenin bu sayfasındaki ayetlerin tamamı  نَ  harfiyle bittiği için seci  و  نَ  veya  ي  نَ  ile bitenler arasında da lüzum ma la yelzem vardır.
Günün Mesajı
Allah Teala'nın insanları imtihanlardan geçirmesindeki en önemli hikmetlerden biri insanların yetişmesi, olgunlaşması, zihnen ve kalben gelişmesi, sahip kılındıkları potansiyellerin birer kabiliyet halinde inkişaf etmesi, hayatın daha bir zenginleşmesi, saflaşması ve insanın yeryüzünde halifelik vazifesini hakkıyla yapabilmesidir. İşte peygamberler ve onlara vahyedilen gerçekler, kitaplar, onlarla gönderilen Din, imtihanda insana ışık tutar ve yol gösterir. Onlar olmadan bu imtihanda muvaffak olmak mümkün değildir. Ayrıca bunlar, imtihanın da bir bakıma kendisi veya zemini veyahut en büyük sebebidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Zamanın ortasında durmuş, kendisinden önceki nesillere ve sonrakilere bakıyordu. Dünya; ne kendisinden, ne de bildiklerinden ibaretti. Mal ve mülk; ne kendisinden öncekilere kalmıştı, ne de kendisinden sonrakilere kalacaktı. 

İnsan fıtratı; geçmişte de, bugünde de ve gelecekte de aynıydı. Gelen her nesil, kendisini ayrıcalıklı sandı. Her dönemde, dünyanın sonuna gelindiğini iddia etti. Yaşanan kötülüklerin, aştığı sınırlar hayal kırıklığı sebebiydi. Belki de ulaşılan bilgilerin ötesine ulaşılmaz diye düşündü. 

Zira; hayal gücü, çocukluktan itibaren duyduklarından, gördüklerinden ve öğrendiklerinden gelmekteydi. Dünya hayatının başlangıcının sonuna kadar değişmeyen bir gerçek vardı. Allah yoluna olan davete icabet edenler kazanırken, etmeyenler kaybetti. 

Ey Rabbim! Bizi; davetine icabet edenlerden ve Senin rızanı kazanmak için yaşayanlardan eyle. 

Senin sınırlarını aşmak ve davetine uymamak için temelsiz bahaneler türetenlere benzemekten ve onlar gibilerin peşinden gitmekten muhafaza buyur.

Hz. Nuh’un duası ile ellerimizi açtık: “Bizi bereketli bir yere indir. En uygun şekilde indirip yerleştiren Sensin.”

Hayatımızın her döneminde; almamız gereken her zorlu kararın ve atlatmamız gereken her sıkıntının sonucunda bizi nice bereketli hayırlara ulaştır. 

Amin.

***

Yeryüzüne bakıldığında her toplumun tarihlerinden, topraklarından veya öğrendiklerinden dolayı farklı üstünlüklere sahip olduğu görülür. Tarih incelendiğinde ise üstünlükler ne olursa olsun çöküşlere mani olamayacak kadar kırılgan oldukları anlaşılır. Toplumlar gibi her insanın da farklı sebeplerden doğan üstünlükleriyle parladığına ve çöktüğüne şahit olunur. 

Toplumları ve insanları; yeryüzünde yerleştiren, yükselten, imtihan eden ve çeşitli sıkıntılardan kurtaran Allah’tır. Kime şükredeceklerini, kime sığınacaklarını, kimden isteyeceklerini ve kimin rızası için yaşayacaklarını unutarak yaşayanların çöküşü kalıcıdır. Elindekileri zayıflara zulüm etmek ya da sadece nefsini beslemek için kullananlar ile hayat dünyadan ibaret yalanıyla üstün gördüklerine imrenerek ömrünü çürütenlerin, Allah’ı ve ahireti unutanların sonu hüsrandır.

Eğer bir insan hala nefes alıyorsa ve bir toplumun damarı atıyorsa; umut var demektir. Allah’ın kelamı, önceki peygamberlerle Rasulullah’ın hayatı ve yakın tarih, bu tür nice örneklerle doludur. Hastalıklardan şifaya, çöküşlerden yükselişe, yıkıntılardan inşaya ve bugünlerden yarınlara kavuşmak için umut var demektir. Allah’ın yardımıyla umudun imkana ve duanın gerçeğe dönüşmesi için değişim şarttır. Buna da kişi kendinden başlamalıdır.

Ey Allahım! Bizi şeksiz ve şüphesiz bir hal ile Sana şükredenlerden, Sana sığınanlardan, Senden isteyenlerden ve Senin rızan için yaşayanlardan eyle. Kalplerimizdeki imanı güçlendir. Sadece yanlışları görenlerden değil, doğruları yaymaya çalışanlardan ve başkalarının değişimi için kendisinin de değişmesi gerektiği bilinciyle hep bekleyenlerden değil, harekete geçenlerden eyle. Kalplerimizdeki azmi dinçleştir. Senin rızan için doğru yönde değişenlerden ve yaşadığı topluma doğru şekilde hizmet edenlerden eyle. Kalplerimizdeki umudu coştur. Nefes aldığı sürece umut ile Senin rızanı umarak koşanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji