19 Haziran 2025
Mü'minûn Sûresi 43-59 (344. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mü'minûn Sûresi 43. Ayet

مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَۜ  ...


Hiçbir ümmet, kendi ecelinin önüne geçemez, onu geciktiremez de.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 تَسْبِقُ ileri geçemez س ب ق
3 مِنْ hiçbir
4 أُمَّةٍ ümmet ا م م
5 أَجَلَهَا süresinden ا ج ل
6 وَمَا ve
7 يَسْتَأْخِرُونَ geri kalamaz ا خ ر

مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَۜ

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَسْبِقُ  damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  اُمَّةٍ  lafzen mecrur,  تَسْبِقُ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.   

اَجَلَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَأْخِرُونَ  fiili  نَ ‘nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَأْخِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  أخر ’dir. 

يَسْتَأْخِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  أخر ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَۜ

 

Fasılla gelen ayet, önceki ayetteki  قُرُوناً  için sıfattır.  مَا  nefy harfidir. Cümle menfî muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

تَسْبِقُ  fiilinin faili olan  مِنْ اُمَّةٍ  ibaresindeki harfi cer zaiddir. Tekid ifade eder.  اُمَّةٍ ‘deki tenvin, kıllet ifade eder.  مِنْ  harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. 

وَمَا يَسْتَأْخِرُونَۜ  cümlesi, aynı üslupta gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا  cümlesiyle  وَمَا يَسْتَأْخِرُونَۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı, 

تَسْبِقُ - يَسْتَأْخِرُونَۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يَسْتَأْخِرُونَۜ  fiili,  استفعال  babındadır. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. Ayetteki  مَا  edatının tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İkinci cümlede fail ve mef’ûl önceki cümleden anlaşıldığı için hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)

Hiçbir ümmet ecelini geçemez, yani helaki için belirlenen vakti geçemez,  مِنْ  edatı genelleme içindir. (Beyzâvî)

Her ne kadar mutlak zikredildiği zaman  اَجَلَ  kelimesiyle ölüm zamanının kastedildiği açık ise de, ayetteki bu ifadeyle, onların yaşama ve mükellef olma vakitleri kastedilmiş olabileceği gibi, o ümmetin ölüm ve helak edilme zamanları da kastedilmiş olabilir. (Fahreddin er-Razi)

 
Mü'minûn Sûresi 44. Ayet

ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضاً وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ  ...


Sonra arka arkaya peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe, onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından helâk ettik ve onları birer ibretli hikâye yaptık. Artık inanmayan bir kavim, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 أَرْسَلْنَا gönderdik ر س ل
3 رُسُلَنَا elçilerimizi ر س ل
4 تَتْرَىٰ ardı ardına و ت ر
5 كُلَّ ne zaman ك ل ل
6 مَا
7 جَاءَ geldiyse ج ي ا
8 أُمَّةً bir ümmete ا م م
9 رَسُولُهَا elçileri ر س ل
10 كَذَّبُوهُ onlar onu yalanladılar ك ذ ب
11 فَأَتْبَعْنَا biz de onları devirdik ت ب ع
12 بَعْضَهُمْ birbiri ardınca ب ع ض
13 بَعْضًا birbiri ardınca ب ع ض
14 وَجَعَلْنَاهُمْ ve hepsini yaptık ج ع ل
15 أَحَادِيثَ birer ibret hikayesi ح د ث
16 فَبُعْدًا uzak olsun ب ع د
17 لِقَوْمٍ toplum ق و م
18 لَا
19 يُؤْمِنُونَ inanmayan ا م ن

ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  رُسُلَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَتْرَا  hal olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَرْسَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.  

يُجَادِلُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.


كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضاً وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ 

 

كُلَّمَا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır.  جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَهُمْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  اُمَّةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَسُولُهَا  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  فَ  karinesi olmadan gelen  كَذَّبُوهُ  cümlesi şartın cevabıdır.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبُو  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتْبَعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  ناَ  fail olarak mahallen merfûdur.

بَعْضَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَعْضاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

جَعَلْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَحَاد۪يثَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَحَاد۪يثَ  kelimesi müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتْبَعْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  بُعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri; ابعدوا بعدا (Oldukça uzak olun.) şeklindedir. 

لِقَوْمٍ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri;  قلنا (Dedik.) şeklindedir.

Mekulü’l-kavli, mukadder söz  ابعدوا بعدا  olup mahallen mansubdur. 

لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi  قَوْمٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ   fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  آمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ 

 

Atıf harfi  ثُمَّ  ile 42. ayetteki …ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ  cümlesine atfedilen ilk cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رُسُلَنَا  izafetinde Allah Teâlâya aid zamire muzâf olan  رُسُلَ  şan ve şeref kazanmıştır. Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.

 اَرْسَلْنَا - رُسُلَنَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَتْرَا  (peşpeşe) kelimesi  فَعْلَا  vezninde olup sonundaki elif, müenneslik ifade eder, zira peygamberler bir cemaat teşkil etmektedir. Cemaat da müennestir. Bu kelime tenvin ile  تَتْراً  şeklinde de okunmuştur. Başındaki  تَ  harfi,  ؤ   yerine kullanılmıştır. Yani (birbiri ardından, teker teker) anlamında olup tek anlamındaki  وتر  kökünden gelir. (Keşşâf)


كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ

 

Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  كُلَّمَا , şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir.

Şart cümlesi  جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  اُمَّةً , siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir. Mef’ûldeki tenvin, muayyen olmayan cins ve tahkir ifade eder.

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  كَذَّبُوهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Şart ve cevap fiilleri mazi sıygada gelmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)

اَرْسَلْنَا - رُسُلَنَا - رَسُولُهَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  


فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضاً وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ 

 

Cümle  فَ  ile …ثُمَّ اَرْسَلْنَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

Fiillerin azamet zamirine isnad edilmesi tazim, muzari sıygada gelmeleri ise hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَعْضاً  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

el-Ahfeş der ki: Buradaki ‘’Onları ibretli hikâyeler kıldık’’ ifadesi kötü haller için kullanılır, hayırlı haller hakkında böyle denilmez. (Kurtubî)

اَحَاد۪يثَۚ  kelimesi  أُحْدُثَةٌ  kelimesinin çoğulu olabilir.  أُحْدُثَةٌ , insanların oyalanmak eğlenmek için aralarında birbirlerine anlattıkları şeydir, masaldır. (Fahreddin er-Razi)


فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ

 

فَ  ile  وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ  cümlesine atfedilen son cümlede, îcaz-ı hazif vardır. Cümle, mahzuf bir sözün mekulü’l-kavlidir.

بُعْداً , takdiri  ابعدوا  olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Car mecrur  لِقَوْمٍ ’in müteallakı  بُعْداً ’dir.  لِقَوْمٍ ’deki tenvin, tahkir içindir.

Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi,  لِلْقَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Muzari sıyga hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Ayetin son cümlesi, haber formunda geldiği halde beddua manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Burada zamir makamında  لَا يُؤْمِنُونَ  şeklindeki ifade, tahkir için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Bu cümle, son kelime hariç, 41. ayetin son cümlesiyle aynıdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri,  Ahkaf/28, S. 314)

فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ [İnanmayanlar için artık uzaklık!] ifadesinin habere de duaya da ihtimali vardır.  بُعْداً  kelimesi,  بعد 'nin masdarıdır ki, helak olmaktır. Bu, fiili açık kullanılmayan masdarlardandır.  ل  da uzak olması için beddua edileni beyan etmek içindir.  هم  zamiri yerine zahir ismin kullanılması bunun illetini bildirmek içindir. (Beyzâvî)

Cenab-ı Hak, [Biz de, onlardan kimini kiminin arkasına taktık] buyurmuştur. Yani, "helak olma hususunda..." demektir. Daha sonra Cenab-ı Hak, bir beddua, zem ve kınama üslubuyla olmak üzere, [Şimdi, iman etmeyen kavme lanet olsun] buyurmuş, bununla, onların bu dünyada helak edildikleri gibi, ahirette de ebedi olmak üzere azaba uğratılarak helak olmalarının da gözetilip beklendiğine işaret etmiştir ki bu, şiddetli bir tehdittir.  بُعْداً : Bu ifade, "hayır ve iyiliklerden uzaklaştırma" demek olan,  لعنة kelimesi gibidir. Allah Teâlâ bunu, onları hafife alıp onları hor ve hakir kılma üslubunda getirmiştir. Allah, onların başına bu azabı, ahirette onların başına gelecek olan nimet ve mükâfatlardan uzak olma azabının, kendilerinden sonrakilere bir ibret olsun diye, şu anda başlarına gelenden daha büyük olduğunu göstersin diye indirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Mü'minûn Sûresi 45. Ayet

ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ  ...


45-46. Ayetler Meal  :   
Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 أَرْسَلْنَا gönderdik ر س ل
3 مُوسَىٰ Musa’yı
4 وَأَخَاهُ ve kardeşi ا خ و
5 هَارُونَ Harun’u
6 بِايَاتِنَا ayetlerimizle ا ي ي
7 وَسُلْطَانٍ ve bir delille س ل ط
8 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
 
Mûsâ ve kardeşi Hârûn’un getirdikleri “âyetler ve apaçık delil” ile genellikle Hz. Mûsâ’nın gösterdiği, bazılarının Hz. Hârûn’la da ilgisi bulunan mûcizeler kastedilmiştir (farklı açıklamalar için bk. Râzî, XXIII, 101). 
 
İsrâiloğulları, Hz. Mûsâ kendilerini Mısır’dan çıkarmadan önce dört asırdır Mısır’da yaşıyor, burada ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlardı. İşte 47. âyette Firavun ve çevresinin bu sebeple onları kendi köleleri gibi gördükleri, dolayısıyla aynı kavimden olan Mûsâ ve Hârûn’un dinlerini kabul etmenin kendileri için onur kırıcı olacağını ileri sürdükleri, böylece azgınlara ve sapkınlara yaraşır bir kibir ve gurur örneği sergiledikleri, bunun da onları helâke götürdüğü bildirilmektedir. Böylece gerek Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekkeli putperestlere gerekse bütün insanlara, doğru ve yanlışı makam-mevki, mal-mülk, soy-sop gibi ölçülerle ayırmaya kalkışmaları halinde bunun bedelinin çok ağır olacağı uyarısında bulunulmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 26

ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مُوسٰى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

مُوسٰى  ve  هٰرُونَ  kelimeleri a’cemî alem oldukları için gayri munsariftirler.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخَاهُ  kelimesi mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti  eliftir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سُلْطَانٍ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  مُب۪ينٍ  kelimesi  سُلْطَانٍ ‘in sıfatı olup lafzen mecrurdur.  مُب۪ينٍ  kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

Ayet, …  أرسلنا رسلنا  cümlesine terahî ifade eden  ثُمَّ  harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

اَخَاهُ , faile matuf olduğu için elifle merfû olmuştur. Çünkü, harfle îrablanan beş isimden biridir.

Fiilin, azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder. Veciz anlatım kastıyla gelen  بِاٰيَاتِنَا  izafetinde azamet zamirine muzâf olan  اٰيَاتِ , tazim edilmiştir. Bu izafet, ayetlerin bütün kemâl vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.

بِاٰيَاتِنَا ’ya matuf olan  سُلْطَانٍ ’deki tenvin, nev ve tazim içindir. 

سُلْطَانٍ  için sıfat olan  مُب۪ينٍۙ , mevsufun bir özelliğini bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ (Açık delil)’den, mucizeleri ve  بِاٰيَاتِ (ayetler)‘den de delilleri anlamak da, ikisinden de mucizeleri anlamak da caizdir. Çünkü onlar peygamberliğin ayetleridir ve peygamberin iddiasını doğrulayan delildir. (Beyzâvî) 

Alimler, bu ayette yer alan  بِاٰيَاتِنَا  tabiriyle neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak İbn Abbas (ra): “Bunlar, şu dokuz mucizedir: Asa, yed-i beyza, çekirge, bit veya kene, kurbağa, kan, denizin yarılması, kıtlık içinde geçen yıllar ve ürünlerin noksanlaşması” der. 

سُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ  ifadesiyle, Hz. Musa (as)’ın en kıymetli ve en büyük mucizeleri kastedilmiş olabilir ki bu da, asa mucizesidir. Çünkü buna, asanın yılana dönüşmesi, sihirbazların uydurup öne sürdükleri sihirleri yutuvermesi, denizin yarılması, kendisiyle taşa vurmak suretiyle gözelerin ve suların fışkırması, onun Musa (as)’a bekçi olması, mum olması, meyveli ağaca dönüşmesi, kova ve ip olması vb. nice pekçok mucize de taalluk etmektedir. İşte bu üstünlüklerin asaya tahsis edilmesinden dolayı asa müstakil olarak zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Apaçık mucize, hasmı ilzam eden apaçık hüccet demektir ki, bu da asa mucizesi olabilir. Bu izaha göre, asa mucizesi de mezkûr ayetlere dahil olduğu halde ayrıca zikredilmesi, bu mucizenin, Hazret-i Musa'nın mucizelerinin anası mesabesinde ve ilki olduğu içindir. (Ebüssuûd)

 
Mü'minûn Sûresi 46. Ayet

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاسْتَكْـبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً عَال۪ينَۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَىٰ
2 فِرْعَوْنَ Fir’avn’e
3 وَمَلَئِهِ ve ileri gelen adamlarına م ل ا
4 فَاسْتَكْبَرُوا onlar büyüklük tasladılar ك ب ر
5 وَكَانُوا ve oldular ك و ن
6 قَوْمًا bir topluluk ق و م
7 عَالِينَ böbürlenen ع ل و

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاسْتَكْـبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً عَال۪ينَۚ

 

اِلٰى فِرْعَوْنَ  önceki ayette geçen  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir.  فِرْعَوْنَ  kelimesi gayrı munsarif olduğu için tenvin ve kesra almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَلَئِه۪  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اسْتَكْـبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi olan cemi müzekker çoğul  و ’ı mahallen merfûdur.  

قَوْماً  kelimesi, كَانُوا ‘un haberi olup fetha üzere mansubdur.  عَال۪ينَ  kelimesi  قَوْماً ‘in sıfatı olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

اسْتَكْـبَرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاسْتَكْـبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً عَال۪ينَۚ

 

Ayetin başındaki car mecrur  اِلٰى فِرْعَوْنَ , önceki ayetteki  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir.  مَلَا۬ئِه۪ , temâsül nedeniyle  فِرْعَوْنَ ’ye atfedilmiştir.

فَاسْتَكْـبَرُوا  cümlesi, önceki ayetteki …ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen ittifak mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

فَاسْتَكْـبَرُوا  fiili,  استفعال  babındadır. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavvat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

Makabline matuf  وَكَانُوا قَوْماً عَال۪ينَۚ  cümlesi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

عَال۪ينَۚ , nakıs fiil  كَان ’nin haberi olan  قَوْماً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Allah Teâlâ, Firavun ve kavminin önce sıfatlarını sonra da şüphelerini zikretmiştir. Onların sıfatları şu iki şeydir: Kibir ve büyüklenme, taassup ve dünya işlerinde durumları ileri, yüksek olan bir topluluk olmaları. Bu ifadeyle onların sayı ve kuvvet bakımından güçlü kuvvetli olmalarının kastedilmesi de muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî) 

Ayette Firavun ile kavminin eşrafı zikre tahsis edilmiştir. Çünkü İsrailoğulları’nın serbest bırakılıp Hazret-i Musa ile beraber gönderilmeleri, Firavun ile eşrafın görüşüne bağlıdır; halkın görüşüne bağlı değildir. (Ebüssuûd)

 
Mü'minûn Sûresi 47. Ayet

فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ  ...


Bu yüzden, “Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَقَالُوا dediler ق و ل
2 أَنُؤْمِنُ inanacak mıyız? ا م ن
3 لِبَشَرَيْنِ şu iki insana ب ش ر
4 مِثْلِنَا bizim gibi م ث ل
5 وَقَوْمُهُمَا iki adamın kavmi ق و م
6 لَنَا bize
7 عَابِدُونَ kölelik ederken ع ب د

فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  اَنُؤْمِنُ ‘dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir.  نُؤْمِنُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

لِبَشَرَيْنِ  car mecruru  نُؤْمِنُ  fiiine mütealliktir.  بَشَرَيْنِ  kelimesi müsenna olduğu için  يْ  ile mecrurdur. 

مِثْلِنَا  kelimesi  بَشَرَيْنِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

قَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.  

وَ  haliyyedir.  قَوْمُهُمَا  mübteda olup lafzen merfûdur.  هُمَا  muzafun ileyh olup mahallen mecrurdur.

لَنَا  car mecruru  عَابِدُونَ ‘ye mütealliktir. 

عَابِدُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

عَابِدُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  عبد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ

 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ  cümlesi istifham üslubunda gelmiş, talebî inşâî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Allah'ın kitabında nerede iman lafzı  لِ  ile birlikte geçmişse Allah'tan başkası murad edilmiştir. (Beyzâvî)

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, soru anlamı yerine taaccüp, istikbar ve tahkir anlamı içeren cümle, muktezâ-i zâhirin hilafına olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

مِثْلِنَا , car mecrur  لِبَشَرَيْنِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

بَشَرَ  kelimesi tekil manasında kullanıldığı gibi çoğul manasında da kullanılır. Tekil kullanıma örnek [düzgün bir beşer] (Meryem 19/17) ifadesi, çift kullanıma örnek [iki beşere] (Mü’minûn 23/47) ifadesi ve çoğul kullanıma örnek [Herhangi bir beşer görecek olursan] (Meryem 19/26) ifadesidir. (Keşşâf)

مِثْلِ  ve غير  gibi kelimelerle tesniye ve çoğul lafızlar nitelenebileceği gibi hem müzekker hem de müennes lafızlar nitelenebilir. 

وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ  cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için gelen tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَنَا  ihtimam için amili olan  عَابِدُونَۚ ‘ye  takdim edilmiştir.

Müsned olan  عَابِدُونَۚ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

[Bize kulluk ediyorlar], yani köleler gibi itaat ve hizmet ediyorlar. (Beyzâvî)

Bu cümle, onların Hazret-i Musa ile Harun'a iman etmelerini ret ve inkâr etmenin tekididir. Bu inkârları, onların fasit iddiasına binaendir ki bu iddianın temel, dini riyasetleri de mal ve şöhrette önde olmaya bağlı olan dünyevî riyasete kıyaslamaktır. Kureyş'in tutumu da böyle idi. (Ebüssuûd)

 
Mü'minûn Sûresi 48. Ayet

فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ  ...


Böylece ikisini de yalanladılar, bu yüzden de helâk edilenlerden oldular.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَكَذَّبُوهُمَا onları yalanladılar ك ذ ب
2 فَكَانُوا ve oldular ك و ن
3 مِنَ -den
4 الْمُهْلَكِينَ helak edilenler- ه ل ك

فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبُوهُمَا  damme ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  الْمُهْلَك۪ينَ ‘nin cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْمُهْلَك۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.

كَذَّبُو  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ

 

فَكَذَّبُوهُمَا  cümlesi önceki ayeteki …قالوا  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

Makabline matuf olan  فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ  cümlesinin atıf sebebi iki cümle arasında lafzen ve manen mevcut olan ittifaktır.

كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif  sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul Arapçada Cümle Yapısı 2010 S. 190 191)

Ayetteki iki cümle de  فَ  ile atfedilmiştir. Birinci  فَ  atıf olduğu halde ikinci  فَ  takip ifade eder. 

Bu yalanlama, onların helak olmalarının bir sebebidir. Arkadan gelen  فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ cümlesi, fa-i takibiyye ile buna atfedilerek şöyle denmiştir: Onlar, Allah'ın haklarında boğulma hükmünü verdiği kimselerdendi. Çünkü boğulma işi, yalanlamanın hemen peşi sıra olmamıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Mü'minûn Sûresi 49. Ayet

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ  ...


Andolsun, hidayete ersinler diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 اتَيْنَا biz verdik ا ت ي
3 مُوسَى Musa’ya
4 الْكِتَابَ Kitabı (Tevrat’ı) ك ت ب
5 لَعَلَّهُمْ belki onlar
6 يَهْتَدُونَ doğru yolu bulurlar diye ه د ي
Meâlde yer alan “İsrâiloğulları” kelimesinin âyetteki karşılığı “onlar” zamiridir. Bazı meâllerde bu zamirin Firavun ve çevresini ifade ettiği anlamına gelecek şekilde çeviriler yapılmıştır (meselâ bk. Esed, II, 695). Oysa bu tercih kesinlikle yanlış olup hemen bütün tefsirlerde bu hususa dikkat çekilmektedir. Çünkü âyette “... Onlar yollarını düzeltirler diye kitabı (Tevrat) verdik” buyuruluyor. Hz. Mûsâ Mısır’da iken henüz Tevrat indirilmemişti. Tevrat, Mısır’dan dönüşten sonra Sînâ’da indi, dolayısıyla Tevrat’ın muhatabı da İsrâiloğulları’dır. Şu halde âyetteki “onlar” zamiri sadece İsrâiloğulları’nı gösterebilir. Bu sebeple, yanlış anlaşılmayı önlemek için meâlinde zamir yerine İsrâiloğulları demeyi tercih ettik.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 26-27

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مُوسَى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  هُمْ muttasıl zamiri  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَهْتَدُونَ  fiili,  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَهْتَدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutu ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اٰتَيْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  اتى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يَهْتَدُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan  اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

 

 لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ

 

Ayetin son cümlesi beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  لَعَلَّ ‘nin haberi olan  يَهْتَدُونَ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

‘Umulur ki’ anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir.

(Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Keşşâf sahibi şöyle demiştir.  لَعَلَّ  kelimesi ümit vermek içindir. Kerîm ve Rahîm olan Allah ümit verdiğinde, şüphesiz Allah'ın bu ümit verişi kesin vaat yerine geçer. İşte bu sebepten Kelâmullahda kesinlik manası ifade eder, denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

Ayetin anlamı: "Biz Musa'ya böylece onlar, o kitabın hükümleri ve va'z-u nasihatlarıyla amel etsinler diye o kitabı verdik" şeklindedir. (Beyzâvî) 

 
Mü'minûn Sûresi 50. Ayet

وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً وَاٰوَيْنَاهُمَٓا اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ۟  ...


Meryem oğlu İsa’yı ve annesini büyük bir mucize kıldık ve her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَعَلْنَا ve kıldık ج ع ل
2 ابْنَ oğlunu ب ن ي
3 مَرْيَمَ Meryem
4 وَأُمَّهُ ve annesini ا م م
5 ايَةً bir mu’cize ا ي ي
6 وَاوَيْنَاهُمَا ve onları yerleştirdik ا و ي
7 إِلَىٰ
8 رَبْوَةٍ bir tepeye ر ب و
9 ذَاتِ
10 قَرَارٍ oturmaya uygun ق ر ر
11 وَمَعِينٍ ve suyu bulunan ع ي ن
Hz. Meryem bâkire iken hamile kalmış ve böylece Hz. Îsâ babasız dünyaya gelmiştir. Bu, Allah’ın yaratıcı kudretinin büyüklüğünü gösteren en önemli mûcizelerden olduğu için burada olaya, “delil, mûcize, işaret” gibi anlamlara gelen âyet kelimesiyle işaret edilmiştir (aynı konuda bk. Âl-i İmrân 3/47; Meryem 19/21; Enbiyâ 21/91).
 
 Gerek burada gerekse başka âyetlerde Îsâ yerine veya Îsâ ismiyle birlikte Meryem oğlu denilerek, dolaylı bir ifadeyle, Îsâ’yı Allah’ın oğlu sayan hıristiyan inancı reddedilmiş bulunmaktadır. Îsâ ve annesinin yerleştirildiği bildirilen yerin neresi olduğu hakkında Kudüs’teki İlya, Ramallah, Mısır, Dımaşk gibi farklı yerlerden söz edilmektedir (Râzî, XXIII, 103; bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Îsâ”, DİA, XXII, 465-472).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 27

وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً وَاٰوَيْنَاهُمَٓا اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ۟

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

ابْنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مَرْيَمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُمَّهُٓ  atıf harfi و ‘la  ابْنَ  kelimesine matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰوَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِلٰى رَبْوَةٍ  car mecruru  اٰوَيْنَا  fiiline mütealliktir.  ذَاتِ  kelimesi  رَبْوَةٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. قَرَارٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَع۪ينٍ  atıf harfi و ‘la makabline matuf olup kesra ile mecrurdur.

وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً وَاٰوَيْنَاهُمَٓا اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ۟

 

وَ , atıftır. Ayetin ilk cümlesi  وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً , şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)

Fiil azamet zamiriyle tazim edilmiştir. اٰيَةً ’deki tenvin, teşrif ve nev içindir

Aynı üslupla gelerek makabline atfedilen cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

ذَاتِ  kelimesi,  رَبْوَةٍ ’in,  مَع۪ينٍ۟  kelimesi ise قَرَارٍ ’in sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

رَبْوَةٍ  ve  قَرَارٍ  kelimelerinin nekre gelişi tazim ifade eder.

ابْنَ - اُمَّهُٓ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Şayet “İki mucize” denseydi, onun da bir açıklaması olur muydu? dersen şöyle derim: Evet. Çünkü Meryem, kendisine erkek eli değmeden doğurmuştur, Îsa Aleyhisselâm ise Allah’ın ruhu olup Meryem’(in rahmin)e (vasıtasız) ilka edilmiştir. Beşikte iken konuşmuştur. Ölüleri diriltmiş ve diğer pek çok mucize göstermiştir. Dolayısıyla, başlı başına bir mucizedir. Lafız iki mucize anlamına da gelebilir; bu durumda mana ‘’Meryem’i de mucize kıldık, oğlunu da mucize kıldık’’ şeklinde olur ve ilk mucize kelimesi, ikincisinin yeterli delaletinden dolayı hazf edilmiştir. (Keşşâf)  

Bu cümlenin manası şöyledir: Biz, Meryem oğlunu bir ayet kıldık; nitekim beşikte konuştu ve ondan sonra da kendisinden birçok mucizeler zuhur etti ve annesini de ayrı bir ayet kıldık; nitekim ona bir insan dokunmadan Hazret-i Îsa'yı doğurdu. Bu izaha göre, birincisi, ikincisinin ona delalet etmesinden dolayı hazf edilmiştir.

Ayette, Hazret-i Îsa'nın, Hazret-i Meryem'in oğlu olarak ve Hazret-i Meryem'in de onun annesi olarak ifade edilmesi, daha baştan onların ayet olduklarını bildirmek içindir. Zira nesep, babaya ait olduğu halde Hazret-i Îsa'nın, Hazret-i Meryem'e nispet edilmesi, onun babasız olduğuna delalet etmektedir.

Ayette önce Hazret-i Îsa'nın zikredilmesi, ayet olmak hususunda asıl olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)

وأُمَّهُ  kelimesinde idmâc vardır. Yahudiler Hz. Meryem'i iftira atarak aşağılamışlardır. Allah Teâlâ onu ve oğlunu ayet kılmışken Yahudiler alay konusu yapmışlardır. (Âşûr)

 
Mü'minûn Sûresi 51. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ  ...


Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الرُّسُلُ elçiler ر س ل
3 كُلُوا yeyin ا ك ل
4 مِنَ -den
5 الطَّيِّبَاتِ güzel şeyler- ط ي ب
6 وَاعْمَلُوا ve yapın ع م ل
7 صَالِحًا yararlı iş ص ل ح
8 إِنِّي çünkü ben
9 بِمَا şeyleri
10 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
11 عَلِيمٌ bilmekteyim ع ل م
Bir yoruma göre aslında burada özellikle Hz. Muhammed’e hitap edilmekle birlikte, “tertemiz nimetlerden yiyip içmek, güzel işler yapmak” diğer peygamberlerin dinlerinde de bir yasa olduğu için âyette bütün peygamberlere yönelik bir hitap cümlesi kullanılmıştır (diğer yorumlar için bk. Râzî, XXIII, 104; Şevkânî, III, 548-549).

 “Tertemiz nimetler” diye çevirdiğimiz tayyibât kelimesi, hem şer‘î bakımdan yenilip içilmesi, kullanılması helâl olan hem de saf, temiz ve sağlığa uygun olan nimetleri ifade eder (Zemahşerî, III, 49).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 28
Riyazus Salihin, 1855 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları kabul eder. Allah Teâlâ peygamberlerine neyi emrettiyse mü’minlere de onu emretmiştir. Cenâb-ı Hak Peygamberlere:
‘Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!’ buyurmuştur.  Mü’minlere de:
‘Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin’ buyurmuştur.”
Resûl-i Ekrem daha sonra şunları söyledi:
“Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak: Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! diye dua eder. Halbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!”
(Müslim, Zekât 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 3)

يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ


يَٓا  nida harfidir.  أَیُّ  münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الرَّسُولُ  münadadan bedel veya sıfattır.

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atfı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada  اَيُّهَا ’dan sonra gelen camid isim olduğu için  الرُّسُلُ  kelimesi atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ ’dir.

كُلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الطَّيِّبَاتِ  car mecruru  كُلُوا  fiiline mütealliktir.


 وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اعْمَلُوا  fiili,  نَ ‘un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

صَالِحاً  mahzuf mevsufun sıfatıdır. Takdiri;  اعملوا عملا صالحا (Salih amel yapın) şeklindedir.  

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ى    mütekellim zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  عَل۪يمٌ ‘e mütealliktir.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

عَل۪يمٌ  kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  عَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelen  وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. 

Bu nida ve hitap, lafızdan anlaşıldığı gibi peygamberlere yönelik değildir. Zira peygamberler değişik zamanlarda birbirinden ayrı olarak gönderilmişlerdir. Dolayısıyla, hepsine birden hitap etmek nasıl mümkün olabilir ki? Aksine mana, ‘’Kendi zamanında gönderilmiş olan her bir peygambere bu şekilde nida edilmiş, bu emir verilmiştir’’ şeklindedir. Böylece bunu dinleyen kimse, bu hususun bütün peygamberlere söylenmiş, hepsine emredilmiş olduğunu ve dolayısıyla dikkate alınmaya, uygulanmaya değer olduğunu anlamış olur. (Keşşâf) 

‘Tertemiz şeyler’ ifadesi ile hoş ve helal olan şeyler kastedilmiştir. Denmiştir ki: Rızkın temiz olanı helal, saf ve besleyici olanıdır. Helalden maksat, kullanmakla Allah’ın emrine karşı gelinmiş olmayan rızık; saftan maksat Allah’ın unutulmadığı rızık, besleyiciden maksat ise canı ayakta tutan ve aklı muhafaza eden rızıktır. Ya da insanların hoşuna giden lezzetli yiyecek ve meyveler kastedilmiş de olabilir. (Keşşâf)

Hazret-i Îsa ile annesinin, yaşamaya elverişli bir yere yerleştirilmelerinden sonra zikredilmesi, nimetlerden faydalanma imkânlarının tertibinin Hazret-i Îsa'ya özgü şeylerden olmadığını, fakat temiz şeylerin mübah kılınmasının bütün eski peygamberler için geçerli bir kadim şeriat olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Buradaki  كُلُوا  emri ibaha içindir. Eğer yemek yemek insan için doğal bir şeydir ama burada bunun zikriyle kastedilen, inkârcılara yemek yemenin risalete aykırı olmadığını ve elçileri gönderenin elçilerin yemelerine izin verdiğini bildirmektir. (Âşûr)


 اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ

 

 Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlenin, Allah’ın nefsine isnad edilmiş olması tazim ifade eder. Önceki ayetteki azamet zamirinden, bu cümlede müfret mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِمَا , konudaki önemine binaen amili olan  عَل۪يمٌۜ ’ya takdim edilmiştir.

Mecrur konumdaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  تَعْمَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi  عَل۪يمٌۜ ‘un, mübalağalı ism-i fail vezninde gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَعْمَلُونَ - عَل۪يمٌۜ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Mü'minûn Sûresi 52. Ayet

وَاِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ  ...


Şüphesiz bu (İslâm), tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de Rabbinizim. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve şüphesiz
2 هَٰذِهِ bu
3 أُمَّتُكُمْ sizin ümmetiniz ا م م
4 أُمَّةً ümmettir ا م م
5 وَاحِدَةً bir tek و ح د
6 وَأَنَا ve ben de
7 رَبُّكُمْ sizin Rabbinizim ر ب ب
8 فَاتَّقُونِ benden korkun و ق ي
“Bir tek ümmet”ten maksat, aynı inanç ilkeleri üzerinde birleşmiş topluluktur. Burada ümmet kelimesinin din anlamında kullanıldığı da belirtilmektedir. Buna göre çeşitli dinlerde zaman ve şartların değişmesine paralel olarak bazı uygulama farklılıkları olmuşsa da bütün peygamberler tertemiz nimetlerden yiyip içmek ve güzel işler yapmakta birleştikleri gibi tevhid inancında ve Allah’a saygı duyup isyandan sakınmakta da birleşmişlerdir (Râzî, XXIII, 104); bunlar bütün dinlerin ortak ve mutlak ilkeleridir. 53. âyetin bildirdiğine göre –bu temel ilkelere rağmen– zaman zaman insanlar arasındaki bu inanç birliği bozulmuş; çeşitli ümmetler değişik dinler, inançlar, kitaplar türetmişler; her zümre kendi benimsediği inancı, tuttuğu yolu en doğrusu olarak kabul edip kendisinin kazandığını, diğerlerinin kaybettiğini düşünmüştür.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 28

وَاِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هٰذِه۪ٓ  ism-i işareti  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اُمَّتُكُمْ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir olan  كُمْ  muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اُمَّةً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاحِدَةً  kelimesi  اُمَّةً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  رَبُّكُمْ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   

فَ   sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  اتَّقُونِ fiili  نَ ‘un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

وَاِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ

 

Önceki ayetteki nidanın cevabına matuf olan  وَاِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edilene tazim ifade etmekte ve müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesini sağlamaktadır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُمَّةً  kelimesi,  اُمَّتُكُمْ ‘den hal,  وَاحِدَةً  ise  اُمَّةً ’in  sıfatıdır. Hal ve sıfat ile yapılan ıtnâb, kelimenin anlamını zenginleştirmiştir.

Müsnedin izafet terkibinde olması, az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ  cümlesi, önceki cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi lafzen ve manen aralarında bulunan ittifaktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle, Allah Teâlâ’nın nefsine isnadla tazim edilmiştir.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبُّكُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  كُمْ  zamiri dolayısıyla muhatap şan ve şeref kazanmıştır.

اُمَّةً  kelimesinin tekrarı önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

اِنَّ , yeni başlayan bir cümle olarak kesre ile okunduğu gibi,  لانّ (çünkü) anlamında üstün ile  انّ  ve hafifletilmiş olarak  انْ  şeklinde de okunmuştur.  اُمَّتُكُمْ (sizin ümmetiniz) ifadesi ise bütün bu okuyuşlarda merfudur. (Keşşâf)


 فَاتَّقُونِ

 

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle mukadder istînâfa matuftur. Takdiri  تنبّهوا  (Dikkat edin!) olan cümlenin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Fiilin sonundaki  نِ  vikaye, esre ise mef’ûl olan mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır.

رَبُّكُمْ - فَاعْبُدُونِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mü'minûn Sûresi 53. Ayet

فَـتَقَطَّـعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُراًۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ  ...


(İnsanlar ise, din) işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grup kendinde bulunan ile sevinmektedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَتَقَطَّعُوا fakat parçalayıp ayırdılar ق ط ع
2 أَمْرَهُمْ işlerini ا م ر
3 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
4 زُبُرًا Kitaplara ز ب ر
5 كُلُّ her ك ل ل
6 حِزْبٍ gurup ح ز ب
7 بِمَا bulunanla
8 لَدَيْهِمْ kendi yanında
9 فَرِحُونَ sevinmektedir ف ر ح

Hazebe حزب :  حِزْبٌ sertliği/gücü olan insan topluluğudur. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de isim formunda 20 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hiziptir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَـتَقَطَّـعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُراًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  تَقَطَّـعُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَمْرَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيْنَ  mekân zarfı  تَقَطَّـعُٓوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  زُبُراً  kelimesi  تَقَطَّـعُٓوا ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَقَطَّـعُٓوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  قطع ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ

 

İsim cümlesidir.  كُلُّ  mübteda olup lafzen merfûdur.  حِزْبٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  فَرِحُونَ ‘ye mütealliktir.

لَدَيْهِمْ  mekân zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَرِحُونَ  mübteda olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

فَـتَقَطَّـعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُراًۜ 

 

فَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ـتَقَطَّـعُٓوا  fiili,  تفعّل  babında mazi fiildir.  تفعّل  babında tekellüf ve mübalağa vardır. Bu babın fiile kattığı anlamların bazıları mutavaat, tekellüf, ittihaz, talep, tecennüp (sakınma) dır.

زُبُراًۜ  şeklinde okunmuştur. Bu kelime  زبور ’un çoğuludur, yani farklı kitaplara bölündüler, dinlerini farklı dinler haline getirdiler anlamındadır. Yine  زُبُراًۜ (parçalar halinde) şeklinde de okunmuştur. Bu durumda gümüş ve demir kütleleri anlamındaki  زبر ’den istiare olarak kullanılmış olur. Yine  ب  tahfif edilerek -tıpkı  رُسُل  kelimesinin rüsl / رُسل olarak okunmasında olduğu gibi  زُبراًۜ  şeklinde de okunmuştur. Anlam, ‘’Dinlerini parçalara ayırıp ihtilafa düşen bu fırkalardan her biri kendi batılı ile sevinç duymakta, nefsi onunla mutmain olmakta, onun hak olduğuna inanmaktadır’’ şeklindedir. (Keşşâf)

اُمَّتُكُمْ  kelimesinden  تَقَطَّـعُٓوا اَمْرَهُمْ  kelimeleri arasında muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. 


كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ

 

 Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Cer mahallindeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , amili olan  فَرِحُونَ  şeklindeki habere ihtimam için takdim edilmiştir. Müphem yapısı nedeniyle her zaman onu takip eden sılası, mahzuftur.  لَدَيْهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Muzâfun ileyh olan  حِزْبٍ ’deki tenvin, kesret ifade eder.
Mü'minûn Sûresi 54. Ayet

فَذَرْهُمْ ف۪ي غَمْرَتِهِمْ حَتّٰى ح۪ينٍ  ...


Ey Muhammed! Sen onları bir zamana kadar, gaflet ve şaşkınlıklarıyla baş başa bırak!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَذَرْهُمْ onları bırak و ذ ر
2 فِي içinde
3 غَمْرَتِهِمْ gafletleri غ م ر
4 حَتَّىٰ kadar
5 حِينٍ bir süreye ح ي ن
Bu bölünmüşlük Hz. Peygamber döneminde de mevcuttu. Nitekim Araplar ataları olan Hz. İsmâil’in tevhid inancını terketmişler, türlü türlü putperestlik çeşitleri türetmişlerdir. Âyette, “Şimdi sen onları bir süre için gafletleri içinde kendi hallerine bırak!” buyurularak putperestliğin sonunun yaklaştığı haber verilmektedir. Nitekim bu sûrenin inmesinden bir süre sonra gerçekleşen hicret ile müslümanlar bağımsızlıklarını elde etmişler ve bu olay putperestler için sonun başlangıcı olmuştur.  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 29   

فَذَرْهُمْ ف۪ي غَمْرَتِهِمْ حَتّٰى ح۪ينٍ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن يفرحوا بما لديهم (Elinizdekiyle sevinirseniz) şeklindedir.

ذَرْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي غَمْرَتِهِمْ  car mecruru  ذَرْهُمْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  حَتّٰى ح۪ينٍ  kelimesi  ذَرْهُمْ  fiiline mütealliktir.

فَذَرْهُمْ ف۪ي غَمْرَتِهِمْ حَتّٰى ح۪ينٍ

 

Ayette, mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.

فَ , takdiri  إن يفرحوا بما لديهم  (Eğer sahip olduklarından memnunlarsa) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Cevap olan  فَذَرْهُمْ ف۪ي غَمْرَتِهِمْ حَتّٰى ح۪ينٍ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu hitap Hz. Peygamberedir. Zamir, Mekke kâfirlerinden bahseder.  حَتّٰى ح۪ينٍ  ölünceye kadar onları böyle bırak demektir. Bu ayet, Resulullah (sav) için bir teselli, müşrikler için ise bir tehdittir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr) 

فَذَرْهُمْ ف۪ي غَمْرَتِهِمْ [Onları cehaletleri içinde bırak] cümlesinde latif is­tiare vardır.  غَمْرَتِ kelimesinin asıl manası, kişiyi baştan ayağa ıslatan bol sudur. Kâfirlerin, içinde bulundukları cehalet ve sapıklık, istiare yoluyla, insanı tepeden tırnağa ıslatan bol suya benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr) 

Onları dalgınlıkları içinde bırak, cahillikleri içinde, ibaresinde cahillikleri onları oyalayan suya benzetmiştir, çünkü onun içine dalmışlardır. Ya da oynamaktadırlar. (Beyzâvî)

غَمْرَتِ , insanın boyunu aşan su demektir. Buna göre, sanki onların içinde bulundukları cehalet ve şaşkınlıkları, akıllarını aşan ve boğan bir şey gibi olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Mü'minûn Sûresi 55. Ayet

اَيَحْسَبُونَ اَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِه۪ مِنْ مَالٍ وَبَن۪ينَۙ  ...


55-56. Ayetler Meal  :   
Kendilerine bol bol verdiğimiz mal ve evlatla onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar farkına varmıyorlar!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَيَحْسَبُونَ onlar sanıyorlar mı? ح س ب
2 أَنَّمَا ile
3 نُمِدُّهُمْ kendilerine verdiğimiz م د د
4 بِهِ
5 مِنْ
6 مَالٍ mal م و ل
7 وَبَنِينَ ve oğullar ب ن ي
Mekke’de müşrikler sosyal ve ekonomik bakımdan müslümanlardan daha güçlüydüler; bunu doğru yolda olduklarının bir kanıtı sayıyor ve hep böyle gideceğini zannediyorlardı. Halbuki bu imkânlar onlar için bir istidrâc idi, yani gerçeği görüp ona teslim olma niyetinde olmayanların günahlarını daha da arttıran bir belâ, bir musibet idi; fakat müşrikler ne bu gerçeğin ne de sonlarının gelmekte olduğunun farkına varabiliyorlardı. Nitekim kısa denebilecek bir zaman içinde önce Medine’de, ardından da Mekke’de ve diğer belli başlı merkezlerde İslâm’ın hâkim olmasıyla birlikte eski düzenin itibarlı müşrikleri mallarının ve evlâtlarının kendi acı âkıbetlerini, tükenişlerini önleyemediğini görmüşlerdir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 29

اَيَحْسَبُونَ اَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِه۪ مِنْ مَالٍ وَبَن۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  يَحْسَبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نُمِدُّهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

نُمِدُّهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِه۪  car mecruru  نُمِدُّ  fiiline mütealliktir.

مِنْ مَالٍ  car mecruru  بِه۪ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. 

بَن۪ينَ  atıf harfi و  ‘la  مَالٍ ‘e matuf olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir. 

نُمِدُّهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  مدد ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَيَحْسَبُونَ اَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِه۪ مِنْ مَالٍ وَبَن۪ينَۙ

 

Fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, inkâri anlamdadır. Yardım edeceğimizi zannetmeleri akıl alacak şey değil anlamına gelen cümle, vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

أَنَّ , masdar ve tekid harfidir. Kendinden sonra gelen isim cümlesini masdara çevirir.  اَنَّ  ve akabindeki sübut ve istimrar ifade eden  اَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِه۪ مِنْ مَالٍ وَبَن۪ينَۙ  isim cümlesi, masdar teviliyle  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ ’nin haberi sonraki ayettedir.

اَنَّ ’nin ismi olarak nasb mahallindeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  نُمِدُّهُمْ بِه۪ مِنْ مَالٍ وَبَن۪ينَۙ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Artırılanların mal ve oğullar olarak ifade edilmesi, cem' ma’at-taksim sanatıdır.

 
Mü'minûn Sûresi 56. Ayet

نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِۜ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نُسَارِعُ koşuyoruz س ر ع
2 لَهُمْ onların
3 فِي
4 الْخَيْرَاتِ iyiliklerine خ ي ر
5 بَلْ bilakis
6 لَا değiller
7 يَشْعُرُونَ onlar farkında ش ع ر

نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِۜ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ

 

Cümle önceki ayette geçen اَنَّ ‘ nin haberi olup lafzen merfûdur.  نُسَارِعُ  damme ile merfû muzari fiildir, faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

لَهُمْ  car mecruru  نُسَارِعُ  fiiline mütealliktir. 

فِي الْخَيْرَاتِ  car mecruru  نُسَارِعُ  fiiline mütealliktir.

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (  اِضْرَابْ  )” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada, yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَشْعُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

نُسَارِعُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  سرع ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِۜ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ

 

Önceki ayetin devamı olan ayet, fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِۜ  cümlesi, önceki ayetteki  اَنَّ 'nin haberidir. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فِي الْخَيْرَاتِۜ  ifadesindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْخَيْرَاتِۜ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْخَيْرَاتِۜ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Hayırlarla olan irtibatta mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Zarfiye olan  في  harfi mecazî olarak gelmiştir. Burada  الخَيْراتِ  kelimesi, üzerinde yürüyerek yarışanların olduğu  الطَّرِيقِ  menziline konmuştur. Dolayısıyla  في  harfi meknî istiarenin karinesi olmuştur.

نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِۜ [Onlara iyilik etmede yarıştığımızı mı sanıyorlar?] Cümlesinde, bunu önceki cümleye bağlayan  به  lafzı hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir:  نُسَارِعُ لَهُمْ به فِي الْخَيْرَاتِۜ  (Bunları vermekle, onlara iy­ilik etmede yarıştığımızı mı sanıyorlar?) Söylendiği takdirde söz uzaya­cağı ve söylenmediği takdirde karışıklık endişesi bulunmadığı için, hazfi güzel olmuştur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

Bu ifadelerle Hazret-i Peygamber (sav) teselli edilmiş, onların derhal azaba uğratılmasını istemesi ve azabın ertelenmiş olmasından üzüntü duyması yasaklanmıştır. 

Anlam şudur: Onlara verilen bu nimetler, iyice günaha dalmalarından, derece derece günaha batıp, daha fazla günahkârlığa sürüklenmelerinden başka bir şeye yönelik değildir. Oysa onlar bunun kendilerinin iyiliği için yarışmak olduğunu zannetmektedirler; kendilerine fayda ve ikramda bulunulduğunu, vakti gelmeden önce ödüllerinin verildiğini düşünmektedirler. Ayrıca burada tıpkı Müslümanlardan hayır sahiplerine hayırlarının karşılığı derhal verilmiş olduğu gibi, kendilerine de verilmiş olmasının kastedilmesi de mümkündür.  بَلْ (Aksine) kelimesi ‘’zannediyorlar mı ki’’ ifadesinin istidrakidir, yani aksine onlar tıpkı hayvanlar gibidirler, anlamazlar, fark etmezler ki, bunların kendilerini iyice günaha batıran bir istidrâc mı yoksa onların iyiliği için yarış mı olduğunu düşünsün, tefekkür etsinler. (Keşşâf) 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

بَلْ  idrâb harfidir. Atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat sadece matufu îrab, yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Mü'minûn Sûresi 57. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۙ  ...


Rablerinin azametinden korkup titreyenler,

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ onlar ki
3 هُمْ onlar
4 مِنْ -dan
5 خَشْيَةِ saygı- خ ش ي
6 رَبِّهِمْ Rablerine ر ب ب
7 مُشْفِقُونَ titrerler ش ف ق
“Sorumlu davrananlar” şeklinde çevirdiğimiz müşfikûn kelimesi genellikle “Allah’a itaatlerini sürdürenler, O’nun hoşnutluğunu kazanma gayreti içinde olanlar, rızâsını elde edememe korkusuyla çaba gösterenler”; “âyetler” kelimesi ise “Kur’an âyetleri ve Allah’ın varlığını kanıtlayan deliller” şeklinde açıklanmıştır (meselâ bk. Taberî, XVIII, 31-32; Râzî, XXIII, 106-107). 60. âyette “vermek”ten söz edilmekle birlikte verilen şeyler belirtilmemiştir. Bu durumda Allah’a saygı ve hayır işleme düşüncesiyle insanlara yapılan her türlü iyilikler bu âyetin kapsamına girmektedir. Yukarıda inkârcılar eleştirildikten sonra burada da müminlerin seçkin niteliklerinden bazıları gösterilmiştir. Bunlar kısaca haşyet, yani Allah’a derin saygı, O’nun âyetlerine, yani peygamberine gönderdiği kitabına, varlığının kanıtlarına inanmak ve Allah’ın huzurunda hesabının verileceği düşüncesi ve sorumluluk bilinciyle eldeki imkânları muhtaçlarla paylaşmaktır. “İyiliklere koşup bu uğurda yarışma” iki anlama gelmektedir: a) Büyük bir arzuyla Allah’a itaat mahiyetindeki işlere yönelip yeri ve zamanı gelince bu işleri aksatmadan yapmak; b) Çeşitli hayırlı işler için çalışmak, başka insanlara iyilik etme yarışı içinde olmak (Râzî, XXIII, 107). 

اِنَّ الَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

مِنْ خَشْيَةِ  car mecruru  مُشْفِقُونَ ‘ye müteallıktır.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُشْفِقُونَ  mübtedanın haberi olup  و  ile merfûdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

مُشْفِقُونَ  kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۙ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. [Onlar şuurlu değiller] dedikten sonra Allah Teâlâ, işin şuurunda olanların özelliklerini bildiriyor. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut, medih makamında olması sebebiyle de istimrar (devamlılık) ifade eder.

اِنَّ ‘nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, sılada ifade edilen manaya dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۙ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ , ihtimam için amili olan  مُشْفِقُونَۙ ’ye takdim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ zamiri dolayısıyla haşyet sahibi kimseler, yine Rabb ismine muzâf olması sebebiyle  خَشْيَةِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Müsned olan  مُشْفِقُونَۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi, 61. ayetteki …أولئك يسارعون  cümlesidir. 

خَشْيَةِ - مُشْفِقُونَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Yüce Allah kâfirleri ve onlara olan tehditleri söz konusu ettikten hemen sonra, hayırlarda ellerini çabuk tutan müminleri ve onlara olan vaatlerini dile getirmekte ve bunu onların en açık ve beliğ sıfatları ile birlikte söz konusu etmektedir. (Kurtubî)

Ayetin  إنَّ  ile başlaması haberin önemi dolayısıyladır. Arkadan ismi olarak  الَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlunun gelmesi arkadan gelecek habere ima içindir. Bu haber; onların hayırlarda yarıştıkları ve kazandıklarıdır. Atıfla yetinilmeyip ism-i mevsûlun tekrarı herbirinin sılasının önemi dolayısıyladır. Maksat sılayla vasıflanmış gruplardır. (Âşûr)
Mü'minûn Sûresi 58. Ayet

وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَۙ  ...


Rablerinin âyetlerine inananlar,

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar ki
2 هُمْ onlar
3 بِايَاتِ ayetlerine ا ي ي
4 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
5 يُؤْمِنُونَ inanırlar ا م ن

وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَۙ

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , atıf harfi  وَ ’la önceki ism-i mevsûle matuf olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ ‘ye mütealliktir.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَۙ

 

Ayetteki  الَّذ۪ينَ , önceki ayetteki  اِنَّ الَّذ۪ينَ ’ye  و ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَۙ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ , ihtimam için amili olan  يُؤْمِنُونَۙ ’ye takdim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ zamiri dolayısıyla bahsi geçen kişiler, yine Rabb ismine muzâf olması sebebiyle  اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Müsned olan  يُؤْمِنُونَۙ , muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mü'minûn Sûresi 59. Ayet

وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَۙ  ...


Rablerine ortak koşmayanlar,

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar ki
2 هُمْ onlar
3 بِرَبِّهِمْ Rablerine ر ب ب
4 لَا
5 يُشْرِكُونَ ortak koşmazlar ش ر ك

وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَۙ

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , atıf harfi  وَ ’la önceki ism-i mevsûle matuf olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

بِرَبِّهِمْ  car mecruru  لَا يُشْرِكُونَ  fiiline mütealliktir.  لَا يُشْرِكُونَ  fiili, mübtedanın haberi olarak  mahallen merfûdur. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  يُشْرِكُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَۙ

 

Ayetteki  الَّذ۪ينَ , önceki ayetteki  اِنَّ الَّذ۪ينَ ’ye  و ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَۙ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِرَبِّهِمْ , ihtimam için amili olan  لَا يُشْرِكُونَۙ ’ye takdim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  بِرَبِّهِمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ  zamiri dolayısıyla bahsi geçen kişiler şan ve şeref kazanmıştır.

Müsned olan  لَا يُشْرِكُونَۙ , muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَۙ  cümlesiyle  هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يُشْرِكُونَۙ  [İnanırlar]  - يُؤْمِنُونَۙ [Ortak koşarlar] arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

مُشْفِقُونَۙ - يُؤْمِنُونَۙ - يُشْرِكُونَۙ - صَابِقُونَ  benzeri kelimelerde kuvvetli bir seci vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr) 

Bu cümle, özet olarak gelen kafirlerin durumuna mukabil olarak müminlerin durumunun tafsili olarak gelmiştir. Çirkin sıfatlar bütün rezillikleriyle sayılmamıştır ama güzel sıfatlar tafsilatlı olarak gelmiştir. Böylece eşsiz bir îcaz ve tıbâk gerçekleşmiş, fesahat; çirkin vasıfların kerihliğinden korunmuştur. (Âşûr)

 
Günün Mesajı
İnsanların gerçek değerleri mallarıyla ve evlatlarıyla ölçülmez. Onların değerleri imanla ve salih amelleri ile ölçülür. Resülullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Şüphesiz Allah mallarınızı aranızda paylaştırdığı gibi ahlâkınızı da aranızda paylaştırmıştır ve şüphesiz Alah dünyayı sevdiği kimselere de sevmediklerine de verir. Ama dini ancak sevdiği kimselere verir. Şüphesiz Allah kime dini verirse onu sevmiş demektir buyurmuştur.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Kafasını, yalnızlığını bulmaya takan bir adam varmış. Biraz uzaklaşmaya ihtiyacı olduğunu söyleyerek, ailesinin yanından ayrılmış. Herhangi bir canlıya rastladığı her yerden kalkıp gitmiş. Yürümüş, o kadar çok yürümüş ki. Eğer bir masal kahramanı olsaymış: “Dünyanın sonuna gelmiş.” diye anlatılırmış. Sonunda aradığı yere kavuşmuş.

Hakiki sessizliği ve yalnızlığı bulmanın sevinciyle yerleşmiş. Kendini tefekkür ve zikir ile dinlenmeye bırakmış. Gecenin gelmesini heyecanla beklemiş ama karanlık çöktüğünde, umduğundan çok başkasıyla karşılaşmış. Yıldızları seyrederken daldığı uykusundan, yer altından gelen seslerle uyanmış.

Duyduğu insan yalvarmalarının etrafından değil de, yer altından geldiğinden emin olunca, korkuyla gözlerini kapatmış. Toprağın hareketlendiğini, seslerin yaklaştığını ve büyüyen çatlakların arasından uzatılan elleri gördüğü anda, arkasına bakmadan kaçmaya başlamış. Toprak üstünde yürüyen bir insanla karşılaşana dek de durmamış

Karşılaştığı adam, hemen kendisini oturtmuş ve su vermiş. Sakinleştikten sonra adama gördüklerini anlatmakla anlatmamak arasında kalmış. Zira, bilmediği bir yerde deli diye anılmak istemiyormuş. Adam, neden korktuğunu bildiğini söyleyerek, başıyla bir tabelayı işaret etmiş. Tabelada silik bir yazıyla “Tarihe Gömülenler” yazıyormuş.

Ey Allahım! Bizi; dünyasını boşa yaşadığı için ahiretini de boşa çıkartıp tarihe gömülen nicelerle beraber olmaktan koru. Bizi; onlardan ibret alanlardan ve iki cihanını da kazananlardan eyle. Rahmetinle, yerde ve göklerde, adımız hayırlarla ve dualarla anılsın.

Ey Allahım! Bizi; hakkı anlatan ve hakkı hatırlatanları küçümseyerek, yanlışında ısrar eden kibirlilere benzemekten koru. Bizi; kalben ve bedenen onlar gibilerden ve yaptıklarından uzaklaşanlardan, Senin yolunda yürüyenlerle yarışanlardan ve dünyasında ahiretini kazanmak için çalışanlardan eyle. 

Karşısına çıkan hayırlı insanların kıymetini bilenlerden ve hayırlı fırsatları değerlendirenlerden olmak duasıyla.
 
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji