20 Haziran 2025
Mü'minûn Sûresi 60-74 (345. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mü'minûn Sûresi 60. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يُؤْتُونَ مَٓا اٰتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ اَنَّهُمْ اِلٰى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَۙ  ...


Rabblerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri ürpererek verenler,

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar ki
2 يُؤْتُونَ verirler ا ت ي
3 مَا şeyi
4 اتَوْا verdikleri ا ت ي
5 وَقُلُوبُهُمْ kalbleri ق ل ب
6 وَجِلَةٌ ürpererek و ج ل
7 أَنَّهُمْ şüphesiz onlar
8 إِلَىٰ
9 رَبِّهِمْ Rablerinin huzuruna ر ب ب
10 رَاجِعُونَ dönecekler ر ج ع
Hz. Âişe  Peygamberimize :” Ey Allah’ın Resûlü! Bu âyette kendilerinden söz edilen ‘verdiklerini kalpleri ürpererek beren kimseler’ , hırsızlık yapan, zina eden ve içki içip de Allah’tan korkan kimseler mi?” diye sordu. Peygamberimiz de :” Hayır! Ey Ebû Bekir’in kızı, ey Sıddîk’in kızı! Bunlar Allah’tan korkarak namaz kılan, oruç tutan ve zekât veren kimselerdir” buyurdu. 
( Tirmizî, Tefsir 23/3; İbni Mâce , Zühd 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned , VI, 159,205)

وَالَّذ۪ينَ يُؤْتُونَ مَٓا اٰتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ اَنَّهُمْ اِلٰى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَۙ

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , atıf harfi  وَ ’la önceki ism-i mevsûle matuf olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْتُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُؤْتُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتَوْا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Birinci mef’ûl hazf edilmiştir. Takdiri;  الناس  şeklindedir.

اٰتَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ   cümlesi  اٰتَوْا ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  قُلُوبُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  وَجِلَةٌ  haber olup lafzen merfûdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar,

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  وَجِلَةٌ ‘e mütealliktir.  هُمْ  muttasıl zamir  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اِلٰى رَبِّهِمْ  car mecruru  رَاجِعُونَ ‘ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.    

رَاجِعُونَ  kelimesi ,  اَنَّ ‘nin haberi olup  ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

رَاجِعُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  رجع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْتُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتي ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.  وَجِلَةٌ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ يُؤْتُونَ مَٓا اٰتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ اَنَّهُمْ اِلٰى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَۙ

 

وَالَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlu 57. ayetteki  اِنَّ الَّذ۪ينَ ’ye matuftur.  اِنَّ ‘nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, sılada ifade edilen amellere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يُؤْتُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nin sılası olan  اٰتَوْا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

يُؤْتُونَ مَٓا اٰتَوْا  sözünün anlamı, Allah yolunda sadaka, destek ve nafaka olarak mal vermektir. Kur’an’da mal verilmesi konusunda  إعْطاءِ  yerine  الإيتاءِ  fiilinin kullanımı yaygın olup, buradaki manası bellidir. ( Âşûr) 

Hal vav’ıyla gelen  قُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ  cümle, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyh olan  قُلُوبُهُمْ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden  اَنَّهُمْ اِلٰى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ  şeklindeki isim cümlesi mukadder  بِ  harf-i ceri ile birlikte  وَجِلَةٌ ‘e mütealliktir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلٰى رَبِّهِمْ , siyaktaki önemine binaen amiline takdim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

Müsned olan  رَاجِعُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُؤْتُونَ مَٓا اٰتَوْا  ifadesi ‘’verdiklerini verenler’’ anlamında olup, Peygamber (sav)’in ve Hazret-i Âişe’nin kıraatinde يُؤْتُونَ وَ اٰتَوْا (yaptıklarını yapanlar) şeklindedir. Rivayete göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir: Peygamber (s.a.)’e; “Ya Rasûlallah! Bu ayette kastedilen kimse zina eden, hırsızlık yapan, içki içen, fakat buna rağmen (bu esnada) Allah’tan korkan kimse midir?” diye sordum. O da “Hayır ey Sıddık’ın kızı!  Aksine, bu kimse namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, ama buna rağmen bu yaptıklarının kabul edilmeyeceği endişesiyle Allah’tan korkan kişidir.” buyurdu. [Tirmizî, “Tefsîr”, 24] (Keşşâf)

Bu ayette çokça taat ve ibadetlerine rağmen Allah’ı, O’na dönecekleri ve hesap verecekleri günü düşündüklerinde kalp çarpıntısı duyanlara yönelik bir övgü söz konusudur. (Zemahşerî, Keşşâf, IV, 380)

İnananlara ait  هِمْ  zamirinin,  رَبِّ  lafzına izafesi onlara teşrif ve tazim içindir.

Bil ki bu sıfatların sıralaması, son derece güzeldir. Çünkü birinci sıfat, uygun olmayan şeylerden sakınmayı gerektiren şiddetli bir korkunun varlığına; ikinci sıfat taatlarda riyayı terke; üçüncü sıfat da bu üç sıfatı birlikte bulunduran kimsenin taatlarını, kusurlu yapma endişesi içinde yaptığına delalet eder. Bu ise, sıddîkların en ileri makamıdır. Cenab-ı Hak o noktaya ulaşmayı bizlere nasip etsin. Amin. (Fahreddin er- Râzî)

يُؤْتُونَ  - اٰتَوْا  kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 
Mü'minûn Sûresi 61. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ  ...


İşte bunlar hayır işlerine koşuşurlar ve o uğurda öne geçerler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ işte onlar
2 يُسَارِعُونَ koşarlar س ر ع
3 فِي
4 الْخَيْرَاتِ hayır işlerine خ ي ر
5 وَهُمْ ve onlar
6 لَهَا (hayır) için
7 سَابِقُونَ önde giderler س ب ق

Sebeqa سبق :  سَبْقٌ kelimesi yürürken öne geçme anlamına gelir. Bu temel anlamdan sonra kelime mecazi olarak bunun dışındaki her türlü öne geçişle veya önde olmayla ilgili kullanılır. Örneğin fazilet yarışını kazanma gibi..  Kur'an-ı Kerim'de de geçen iftial babı formundaki şekli olan إسْتِباقٌ  birbirinin önüne geçmek ya da önde olmak için yarışmak demektir.   (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 37 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri müsâbaka, sâbık, sâbıka, esbak (geçmiş) ve mesbuktur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اُو۬لٰٓئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ

 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُسَارِعُونَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُسَارِعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  فِي الْخَيْرَاتِ  car mecruru  يُسَارِعُونَ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf  harfidir. Haliyye olması da caizdir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَهَا  car mecruru  سَابِقُونَ ‘ye mütealliktir.  سَابِقُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  سَابِقُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  سبق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُسَارِعُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  سرع ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۬لٰٓئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ

 

Fasılla gelen bu ayet, 57. ayetteki  اِنَّ ‘nin haberidir. Mübtedası işaret ismi, haberi muzari fiil olan isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin, ism-i işaretle marife olması işaret edilenleri tazim amacına matuftur. اُو۬لٰٓئِك  işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi sağlar.

Dinleyicinin bunları daha iyi ayırt edebilmesi için işaret ismiyle başlamıştır. Çünkü bu gibiler bilinip tanınmaya değerdir. (Âşûr)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için de istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فِي الْخَيْرَاتِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْخَيْرَاتِ  içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü iyilikler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Müminlerin iyilik konusunda gayretlerini mübalağalı ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Hak Teâlâ'nın  يُسَارِعُونَ  ifadesi, ya “onlar, bu yarışmayı o hayırlar için yaparlar" yahut "Onlar insanlarla hayır hususunda yarışırlar" yahut da, "Onlar, bu hayırlar için yarışırlar" demektir. Yani onlar bu hayırlara ahiretten önce koşup yetişirler. Çünkü bunlar onlara, dünyada peşin olarak verilmiştir. Bu ifadenin, haberden sonra gelen ikinci haber olması da mümkündür. Buna göre tıpkı "Sen onun içinsin, o da senin için" denilmesi gibi, "Onlar hayırlar içindir" Yani birbirlerine uygunlar" manasınadır. Daha sonra "Onlar, önde gidenlerdir" manasında olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ  cümlesi  وَ ’la  يُسَارِعُونَ ‘ye atfedilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ya da  يُسَارِعُونَ  fiilinin failinden haldir.  

Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهَا  siyaktaki önemine binaen, amili olan  يُسَارِعُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

Car mecrur, ihtimam ve fasılaya riayet için takdim edilmiştir. (Âşûr) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  سَابِقُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُسَارِعُونَ - سَابِقُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Son dört ayette, cem' ma’at-taksim sanatının güzel bir örneği vardır. 57. Ayetten itibaren özelliklerinin sayıldığı müminler, bu ayetin başındaki  اُو۬لٰٓئِكَ  şeklindeki işaret isminde cem’ edilmiştir.
Mü'minûn Sûresi 62. Ayet

وَلَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنْطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  ...


Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitab vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 نُكَلِّفُ biz teklif etmeyiz ك ل ف
3 نَفْسًا hiç kimseye ن ف س
4 إِلَّا başkasını
5 وُسْعَهَا gücünün yetiğinden و س ع
6 وَلَدَيْنَا ve katımızda vardır
7 كِتَابٌ bir Kitap ك ت ب
8 يَنْطِقُ söyleyen ن ط ق
9 بِالْحَقِّ gerçeği ح ق ق
10 وَهُمْ ve onlara
11 لَا asla
12 يُظْلَمُونَ haksızlık edilmez ظ ل م
Önceki âyetlerde belirtilen iyi ve değerli davranışların, hayırlarda yarışmanın önemi üzerinde durulmuştu. Bu âyette ise bunların insanlar için imkânsız olmadığı, çünkü Allah’ın insanlardan güç yetirilemeyecek şeyler istemediği bildirilmektedir. Ayrıca Kur’an’da başka yerlerde de geçen (Bakara 2/233, 286; En‘âm 6/152; A‘râf 7/42) ifadelerle insanlara güçlerinin yetmediği ödevler yüklemenin Allah’ın yasasına uymadığına, dolayısıyla bunun âdil olmadığına işaret edilmektedir.
 
 Âyetteki kitap kelimesi genellikle “amel defteri” yani insanların dünyada iken yaptıkları iyi ve kötü işlerin kaydedildiği, –mahiyeti bizce bilinmeyen– bir tür belge olarak açıklanmıştır. Âyet, bu belgenin tamamen gerçekleri içereceğini, insanların haksızlığa uğramasına yol açacak hiçbir hatalı bilgi taşımayacağını bildirmektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 30-31

وَلَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نُكَلِّفُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

نَفْساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  وُسْعَهَا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نُكَلِّفُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كلف ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنْطِقُ بِالْحَقِّ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَدَيْنَا   mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كِتَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  يَنْطِقُ بِالْحَقِّ  cümlesi  كِتَابٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَنْطِقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِالْحَقِّ  car mecruru  يَنْطِقُ  fiiline mütealliktir.   

  

وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا يُظْلَمُونَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُظْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

وَلَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا

 

Ayet 57. ayetteki  اِنَّ الَّذ۪ينَ  şeklindeki istînâfiyye cümlesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasr üslubu ile cümle, olumlu ve olumsuz olmak olmak üzere iki anlam ifade etmektedir.

Nefy ve istisna harfiyle oluşan ve fiille mef’ûl arasındaki kasr, cümleyi tekid etmiştir. 

لَا نُكَلِّفُ  maksûr,  وُسْعَهَا  maksûrun aleyhtir.

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَفْسًا ’deki tenvin, kıllet ve cins ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umuma işarettir. 


 وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنْطِقُ بِالْحَقِّ 

 

Bu cümle ayetin ilk cümlesine matuftur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَدَيْنَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  كِتَابٌ , muahhar mübtedadır. Nekre gelmesi tazim içindir. 

يَنْطِقُ  cümlesi muahhar mübteda olan  كِتَابٌ  için sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Muzari sıygada gelen cümle hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen  لَدَيْنَا  izafetinde azamet zamirine muzâf olan  لَدَيْ , tazim edilmiştir. 

وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنْطِقُ بِالْحَقِّ  (Katımızda hakkı söyleyen bir kitap vardır) cümlesi güzel bir istiaredir. Zira söz söylemek, sadece dili ile konuşan kimselere mahsustur. Halbuki kitabın dili yoktur. Yüce Allah, kitabın son derece açıklayıcı ve delillerini ortaya koyucu olduğunu vurgulamak ve onu konuşan dile benzetmek maksadıyla, istiare yoluyla, kitabı konuşma sıfatı ile niteledi. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

Bu kelam, makablinin tamamlayıcısı mahiyetinde olup onlara teklif edilen amellerin ve o amellere terettüp eden hesap, mükâfat ve ceza hallerini beyan etmektedir.

Bu kitaptan murad, insanların hesap sırasında okuyacakları amel defterleridir. Nitekim  يَنْطِقُ بِالْحَقِّ  (hakkı konuşan) ifadesinden anlaşılmaktadır. Diğer bir ayette de şöyle denilmektedir: İşte bu kitabımız hakkı konuşmaktadır. Çünkü şüphesiz biz yaptıklarınızı kayıt ediyorduk. "Yani Bizim katımızda öyle bir kitap var ki, her ferdi amelleri, yahut amellerde önde gidenler ile asgari derecede olanların amelleri olduğu gibi onda tespit edilmiştir. Yoksa bu kitapta eskilerin amelleri tespit edilmiş de sonrakilerin amelleri ihmal edilmiş değildir. Bu itibarla bu kelam, insanların mazeretlerini de ortadan kaldırmaktadır. (Ebüssuûd) 


وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

 

Ayetin son cümlesine dahil olan  وَ , haliyyedir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidai kelamdır. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Müsnedin muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümle birçok surede tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri,  Ahkaf/28, S. 314) Dolayısıyla bu cümlede tekrir ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

Bundan önce Allah'ın (cc) teklifte ve amellerin yazımında lütufkârlığı beyan edildikten sonra burada da O'nun cezadaki keremi ve adaleti beyan edilmektedir. Yani insanlar, ceza ve mükâfatta, mükâfatın eksiltilmesi yahut azabın artırılması suretiyle haksızlığa uğratılmazlar; fakat teklif olundukları ve amel defterlerinin hak olarak konuştuğu amelleri miktarınca karşılık görürler. (Ebüssuûd)

 
Mü'minûn Sûresi 63. Ayet

بَلْ قُلُوبُهُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ مِنْ هٰذَا وَلَهُمْ اَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ  ...


Ancak kâfirlerin kalbleri bu Kur’an’a karşı bir gaflet içindedir. Onların bundan başka yapageldikleri birtakım (kötü) işleri de vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ fakat
2 قُلُوبُهُمْ onların kalbleri ق ل ب
3 فِي içindedir
4 غَمْرَةٍ gaflet غ م ر
5 مِنْ -ndan
6 هَٰذَا bu-
7 وَلَهُمْ onların vardır ki
8 أَعْمَالٌ işleri ع م ل
9 مِنْ
10 دُونِ başka د و ن
11 ذَٰلِكَ bundan
12 هُمْ onlar
13 لَهَا (hep) o (işler) için
14 عَامِلُونَ çalışırlar ع م ل
Bu ve gelecek âyetlerde söz konusu edilenler, Mekke putperestleridir. Onların kalplerinin “tam bir bilgisizlik karanlığı içinde” bulunduğu şey, bir önceki âyetin belirttiği “hakkı söyleyen kitap” (Kur’an) veya müminlerin, 57-61. âyetlerde özetlenen üstün nitelikleridir. Buna göre putperestlerin kalplerinin bilgisizlik karanlığı içinde bulunması, Kur’an’ın değerinden habersiz olmaları yahut müminlerin, belirtilen niteliklerini ve bunlar sayesinde elde ettikleri konum ve değeri kavrayamamaları (Zemahşerî, III, 50; Şevkânî, III, 551); bir başka yoruma göre ise bu dünyada Allah’ın kendilerine zenginlik ve evlâtlar vermesinin (bk. 55. âyet) hikmetini anlamaktan âciz olmalarıdır (Taberî, XVIII, 35).
 
 Bazı müfessirler, âyetin “bunun dışında” diye çevirdiğimiz kısmında geçen “zâlike” (bu) kelimesiyle 62. âyetteki “hak” kavramına işaret edildiğini belirtmişlerdir. Buna göre söz konusu ifade, “hak konusunda bilgisiz olmalarının, onun değerini kavrayamamalarının dışında” anlamına gelir. Bu yorumu aktaran Şevkânî burada ya müminlerin iyi fiillerine veya inkârcıların kötü fiillerine işaret edildiğini belirtir (III, 551). İlk görüşe göre âyetin ilgili bölümünü, “O inkârcıların, 57-61. âyetlerde müminlere nisbet edilen iyi fiillere aykırı daha nice kötü işleri vardır”; ikinci görüşe göre ise “Onların, kalplerinin karanlık içinde bulunması gibi kötü halleri ve eylemleri dışında daha nice kötü işleri vardır” şeklinde anlamak gerekir. 
 
 “Ceza” diye çevirdiğimiz 64. âyetteki azâb kelimesiyle Bedir’de müşriklerin müslümanlar karşısında uğrayacakları ağır yenilgiye veya âhiret azabına işaret edildiği belirtilmektedir. Burada asıl anlatılmak istenen husus, İslâm’a ve müslümanlara karşı kör bir mücadeleye girişen ve onlara her türlü haksızlığı reva gören Mekke’nin zengin ve şımarık putperestlerini dünyada veya âhirette Allah’ın mutlaka cezalandıracağı, son pişmanlıklarının kendilerine fayda vermeyeceğidir. Kur’an’ın bu açıklaması aynı zamanda, bâtıl inanç ve erdemsiz davranışların er-geç kaçınılmaz toplumsal yıkımlar doğuracağı, bunun ilâhî bir yasa olduğu şeklinde dolaylı bir uyarı anlamı da taşımaktadır.
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 33-34

بَلْ قُلُوبُهُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ مِنْ هٰذَا وَلَهُمْ اَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ

 

بَلْ ; idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلُوبُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ف۪ي غَمْرَةٍ  mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  مِنْ هٰذَا  car mecruru  غَمْرَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.

مِنْ دُونِ  mekân zarfı,  اَعْمَالٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

هُمْ لَهَا عَامِلُونَ  cümlesi  لَهُمْ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهَا  car mecruru  عَامِلُونَ ‘ye mütealliktir.

عَامِلُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

عَامِلُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  سبق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَلْ قُلُوبُهُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ مِنْ هٰذَا وَلَهُمْ اَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette  بَلْ , idrâb ve ibtida harfidir. 

Atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

55. ayettek i اَيَحْسَبُونَ اَنَّمَا نُمِدُّهُمْ  cümlesinde bahsedilen kâfirlerin hallerine geri dönülmüştür. Bu üslup, istitrat sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ف۪ي غَمْرَةٍ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  غَمْرَةٍ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü gaflet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Kafirlerin inkarlarındaki mübalağayı ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

هٰذَا  ile  إنَّ الَّذِينَ هم مِن خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَ cümlesinde bahsedilen müminlerin sıfatlarına işaret edilmiştir. (Âşûr)

Ayetteki işaret ismi  هٰذَا ’da istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

غَمْرَةٍ  ifadesinde istiare vardır. Ayette ifade edilmek istenen şudur: Bu ayetten önce haklarında, Bir vakta kadar onları koyu cehaletleri içinde bırak Mü’minun/ 54 buyurulan topluluk aksine onların kalpleri bu hususta koyu bir cehalet içindedir ifadesiyle nitelenen bu kimselerdir. Yani ‘’Onların kalpleri, kendilerini kaplayan bir şaşkınlık ve üstlerini saran bir hüzün içindedir’’ demektir.

 غَمْرَةٍ , insanın içine düştüğü ve onu kendinden geçiren sıkıntı, dehşete düşüren çetin durum demektir. Ayette bu durum, içine düşeni dibine çeken, çektiğini yutan su kütlelerine benzetilmiş olur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)

وَلَهُمْ اَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ  cümlesi öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اَعْمَالٌ  muahhar mübtedadır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

لَهُمْ اَعْمَالٌ  ifadesinde mamülün amiline takdimi söz konusudur. Bu takdim ihtisas ifade eder. Müsnedün ileyh, müsnede kasredilmiştir. Yani onların iman ve hayırlar dışında yaptıkları amelleri vardır. (Âşûr)

لَهُمْ  maksurun aleyh/mevsûf,  اَعْمَالٌ  maksûr/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.


هُمْ لَهَا عَامِلُونَ

 

 

Ayetin fasılla gelen son cümlesi,  اَعْمَالٌ  için sıfattır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Car mecrur  لَهَا  amili olan  عَامِلُونَ ‘ye takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Kasr-ı kalbdir. Yani; salih amel dışındaki amellerden başka bir amel yapmıyorlar demektir. Bu takdimin, fasılaya riayet için olması da caizdir. (Âşûr)

Müsned olan  عَامِلُونَ , ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve devama işaret etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Müsned olan  عَامِلُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu durumun devamlılığına işaret etmiştir.

اَعْمَالٌ  - عَامِلُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  
Mü'minûn Sûresi 64. Ayet

حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذْنَا مُتْرَف۪يهِمْ بِالْعَذَابِ اِذَا هُمْ يَجْـَٔرُونَۜ  ...


Nihayet refah ve bolluk içinde olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımız zaman, bakmışsın ki feryat edip duruyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا zaman
3 أَخَذْنَا yakaladığımız ا خ ذ
4 مُتْرَفِيهِمْ varlıklılarını ت ر ف
5 بِالْعَذَابِ azab ile ع ذ ب
6 إِذَا hemen
7 هُمْ onlar
8 يَجْأَرُونَ feryada başlarlar ج ا ر

حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذْنَا مُتْرَف۪يهِمْ بِالْعَذَابِ اِذَا هُمْ يَجْـَٔرُونَۜ

 

حَتّٰٓى  harfi ibtidaiyyedir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir:

1) Harf-i cer olarak  2) Başlangıç edatı olarak  3) Atıf edatı olarak kullanılır. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَخَذْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَخَذْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مُتْرَف۪يهِمْ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِالْعَذَابِ  car mecruru  مُتْرَف۪يهِمْ ‘un mahzuf haline mütealliktir.

مُتْرَف۪يهِمْ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.

اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَجْـَٔرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَجْـَٔرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذْنَا مُتْرَف۪يهِمْ بِالْعَذَابِ اِذَا هُمْ يَجْـَٔرُونَۜ

 

Fasılla gelen ayette  حَتّٰٓى  ibtida harfidir. 

اِذَا  şart manalı zaman zarfıdır.  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi ve şart cümlesi olan  اَخَذْنَا مُتْرَف۪يهِمْ بِالْعَذَابِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart fiilinin mazi sıygada gelmesi kesinlik, fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Mufacee harfinin dahil olduğu sübut ifade eden  اِذَا هُمْ يَجْـَٔرُونَ  şeklindeki isim cümlesi, şartın cevabıdır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümleye dahil olan  اِذَٓا , isim cümlesinin başına geldiği için mufacee harfi olmuştur. “Bir de bakmışsın ki..” anlamındadır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

Azap, refah içinde olanlar için özelleştirilmiştir. Çünkü zenginler, sıradan insanların cezalandırılma sebebidir ve cezaya en duyarlı olanlardır.  مُتْرَف۪ ‘den muradın müşriklerin tamamı olması da caizdir. (Âşûr) 

Ayetteki iki  اِذَا  arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِالْعَذَابِ - يَجْـَٔرُونَ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır. 

Bu  حَتّٰٓى , sözün kendisinden sonra başladığı  حَتّٰٓى ‘dır, kendisinden sonra gelen ifade ise şart cümlesidir. Azaptan maksat Bedir günü öldürülmek ya da Peygamber (sav)’in kendileri hakkında “Allah’ım! Mudar’ın başına sıkıntılar getir! Onlara Yusuf Aleyhisselam’ın kıtlık yılları gibi kıtlık yılları ver!” diye dua etmesi [Ahmed b. Hanbel, Müsned, XII, 202] ve Allah’ın kendilerini kıtlıkla imtihan etmesi, nihayetinde leşleri, köpekleri, yanmış kemikleri, derileri ve çocukları yiyecek hale gelmeleridir! (Keşşâf)

İbn Cüreyc dedi ki: Nihayet onların refah içinde olanlarını azap ile aldığımızda ayetinde sözü edilenler, Bedir'de öldürülenlerdir. Hemen feryadı basıverirler ayetinde kastedilenler de Mekke'de bulunanlardır. O böylelikle daha önce sözü edilen iki görüşü bir arada zikretmiş olmaktadır. (Kurtubî)

 
Mü'minûn Sûresi 65. Ayet

لَا تَجْـَٔرُوا الْيَوْمَ اِنَّكُمْ مِنَّا لَا تُنْصَرُونَ  ...


Boşuna feryat edip durmayın bugün. Zira bizden yardım görmeyeceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 تَجْأَرُوا artık feryadetmeyin ج ا ر
3 الْيَوْمَ bugün ي و م
4 إِنَّكُمْ şüphesiz size
5 مِنَّا bize karşı
6 لَا
7 تُنْصَرُونَ yardım olunmaz ن ص ر

لَا تَجْـَٔرُوا الْيَوْمَ 

 

Cümlesi mukadder mekulü’l-kavl olarak mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَجْـَٔرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْيَوْمَ  zaman zarfı,  تَجْـَٔرُوا  fiiline mütealliktir. 


اِنَّكُمْ مِنَّا لَا تُنْصَرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مِنَّا  car mecruru  تُنْصَرُونَ  fiiline mütealliktir.

لَا تُنْصَرُونَ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُنْصَرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

لَا تَجْـَٔرُوا الْيَوْمَ 

 

Ayetin fasılla gelen ilk cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri  تَقُولُ لَهم  olan mahzuf sözün mekulü’l-kavlidir. Mekulü’l-kavlin amilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bugün yalvarmayın cümlesinde  قول  kelimesi gizlidir, yani ‘’onlara bugün bağırıp yalvarmayın denilir’’ demektir. Çünkü sizler bizden yardım olunmazsınız cümlesi de yasağın gerekçesidir. Yani sızlanmayın, size fayda vermez, zira sizi bizden koruyacak yoktur ya da bizden taraf size yardım ve destek gelmez, demektir. (Beyzâvî)

Ayette, korkutmak ve feryat etme vaktinin kaçırıldığını bildirmek için, kıyamet gününden ibaret olan  الْيَوْمَ , özellikle dile getirilmiştir. (Ruhu’l Beyan) 


اِنَّكُمْ مِنَّا لَا تُنْصَرُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنَّا , amili olan  تُنْصَرُونَ ’ye ihtimam ve fasılaya riayet için takdim edilmiştir. (Âşûr) 

Müsned  تُنْصَرُونَ  şeklinde müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1.)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

64. ayetteki  يَجْـَٔرُونَۜ   ve bu ayetteki  لَا تَجْـَٔرُو kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mü'minûn Sûresi 66. Ayet

قَدْ كَانَتْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَۙ  ...


66-67. Ayetler Meal  :   
Çünkü âyetlerim size okunurdu da siz buna karşı büyüklük taslayarak arkanızı döner, geceleyin toplanıp hezeyanlar savururdunuz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدْ gerçekten
2 كَانَتْ idi ك و ن
3 ايَاتِي ayetlerim ا ي ي
4 تُتْلَىٰ okunuyor ت ل و
5 عَلَيْكُمْ size
6 فَكُنْتُمْ fakat siz ك و ن
7 عَلَىٰ üzere
8 أَعْقَابِكُمْ arkanız ع ق ب
9 تَنْكِصُونَ dönüyordunuz ن ك ص
Kur’an kendi halinde yaşayan gayri müslimleri de dine davet etmekle birlikte onlarla eleştiri anlamında yaygın olarak ilgilenmemiştir. Kur’an’ın yer yer ağır bir üslûpla yoğun bir şekilde eleştirdiği kesim, iman etmedikleri gibi akıl almaz taşkınlıktaki kin ve düşmanlık duygularıyla maddî ve mânevî bütün imkânlarını İslâmiyet, Hz. Peygamber ve diğer müminler aleyhine kullanan, onlar üzerinde psikolojik, sosyal ve iktisadî yönlerden baskı kuran inkârcılardır. Burada belirtildiğine göre genellikle içine düştükleri büyüklük kuruntusu ve azgınlıkları, onların sağlıklı düşünmelerini ve insanca davranmalarını engellerdi. Resûlullah Kâbe çevresinde insanlara Kur’an âyetlerini okurken inkârcılar umumiyetle hiçbir ahlâk ve terbiye kuralı tanımadan her türlü engellemeye başvururlar; özellikle geceleri Kâbe çevresinde toplanarak Kur’an hakkında inkârcı, alaycı konuşmalar yapar, akıl almaz iddialarda bulunurlardı. 

قَدْ كَانَتْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَۙ

 

 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  كَانَتْ  nakıs, mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

اٰيَات۪ي  kelimesi  كَانَتْ ‘in ismi olup mukadder  damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تُتْلٰى عَلَيْكُمْ  cümlesi  كَانَتْ ‘in haberi olarak mahallen mansubdur.  تُتْلٰى   elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. 

عَلَيْهِمْ  car mecruru  تُتْلٰى  fiiline mütealliktir.

فَ  atıf harfidir.  كُنْتُمْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamir  كُنْتُمْ ‘un ismi olarak mahallen merfûdur.  

عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ  car mecruru  تَنْكِصُونَۙ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَنْكِصُونَ  fiili,  كُنْتُمْ  ‘un haberi olarak mahallen mansubdur.  تَنْكِصُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

قَدْ كَانَتْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ 

 

Ayet, yardım olunmayanların hali olarak fasılla gelmiştir.  وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez. Bu, durumun sürekli bir özellik olduğuna işaret eden ıtnâb sanatıdır.

Tahkik harfi  قَدۡ ‘la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Veciz anlatım kastıyla gelen  اٰيَات۪ي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَات۪  tazim edilmiştir.

كَانَتْ ‘in haberi olan  تُتْلٰى , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 فَكُنْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَۙ

 

Ayetin ikinci cümlesi, makabline  فَ  ile atfedilmiştir. 

Cümle  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede car mecrur  عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ , önemine binaen amili olan  كان ’nin haberi  تَنْكِصُونَۙ ‘ye takdim edilmiştir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

فَكُنْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَ  (Siz, ökçelerinizin üzerine gerisin geri dönüyordunuz)  cümlesinde üstün bir istiare vardır. Yüce Allah, onların hak­tan yüz çevirmelerini istiare-i temsîliye yoluyla, arkaya dönene benzetmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr) 

Ayetlerden maksat Kur'an'dır.  تَنْكِصُونَ , arkaya bakmadan geri geri gitmek demektir. Bu en çirkin yürüyüştür. Çünkü bu şekilde yürüyen arkasını görememektedir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

 
Mü'minûn Sûresi 67. Ayet

مُسْتَكْبِر۪ينَ بِه۪ۗ سَامِراً تَهْجُرُونَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مُسْتَكْبِرِينَ kibirlenerek ك ب ر
2 بِهِ ona (ayetlerime) karşı
3 سَامِرًا geceleyin س م ر
4 تَهْجُرُونَ saçmalıyordunuz ه ج ر

مُسْتَكْبِر۪ينَ بِه۪ۗ سَامِراً تَهْجُرُونَ

 

Cümle, önceki ayetteki  تَنْكِصُونَ ‘deki hali olarak mahallen mansubdur.  مُسْتَكْبِر۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  بِه۪  car mecruru  مُسْتَكْبِر۪ينَ ‘ye mütealliktir.

سَامِراً  kelimesi  تَنْكِصُونَ ‘deki hali olup fetha ile mansubdur.  تَهْجُرُونَ  fiili,  تَنْكِصُونَ ‘deki hali olup fetha ile mansubdur.

تَهْجُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

سَامِراً  kelimesi, sülasi mücerredi  سمر  olan fiilin ism-i failidir.

مُسْتَكْبِر۪ينَ  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَكْبِر۪ينَ بِه۪ۗ سَامِراً تَهْجُرُونَ

 

Önceki ayetin devamı olan  مُسْتَكْبِر۪ينَ بِه۪ۗ  ibaresi,  تَنْكِصُونَ  fiilinin failinden haldir. Car mecrur  بِه۪ۗ , ism-i fail kalıbında gelen  مُسْتَكْبِر۪ينَ ’ye mütealliktir.

سَامِراً  üçüncü, müspet muzari fiil sıygasında gelen  تَهْجُرُونَ  cümlesi dördüncü haldir. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

مُسْتَكْبِر۪ينَ بِه۪ۗ  (Kur'an sebebiyle kibirlenip iman etmiyordunuz) ibaresi hakkında İbn-i Kesir şöyle der:  بِه۪ۗ ’deki zamir Kur'an'a aittir. Müşrikler gece toplanıp soh­bet eder ve Kur'an hakkında, "O bir sihirdir, şiirdir, kâhin sözüdür" gibi batıl sözler söylerlerdi. İbn Cevzî de şöyle der:  بِه۪ۗ ’deki zamir, Kâbe'ye ait­tir. Bu, daha önce adı geçmemiş bir şeyden kinayedir. Çünkü Kâbe'nin durumu meşhurdur. Buna göre ayetin manası şöyle olur: Diğer insanlar yurtlarında korku içinde oldukları halde siz Mekke'de emniyet içinde olduğunuz için Kâbe ve Mekke ile iftihar ediyor ve kibirleniyorsunuz. ‘’Biz Harem halkı­yız, kimseden korkmayız. Biz Allah evinin halkı ve dostlarıyız" diyorsu­nuz. Bu, İbn Abbas ve diğerlerinin görüşüdür.  سَامِراً تَهْجُرُونَ , gece toplanıp sohbet ediyor ve bu sohbetlerinizde, Kur'an hakkında kötü sözler söylüyor, Peygamber (savv)'e sövüyorsunuz demektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

مُسْتَكْبِر۪ينَ بِه۪ۗ  [Onunla kibirlenerek] ibaresindeki zamir Beytullah'a racidir. Onun bakıcıları olmakla kibirlenmeleri ve gururlanmaları meşhur olduğundan Beyt'in zikrine gerek duyulmamıştır. Ya da ‘’ayetlerime kibirlenerek’’ demektir, çünkü onunla,  كتابي  (kitabım) manasınadır.  بِه۪ۗ 'deki  بِ  harfiمُسْتَكْبِر۪ينَ 'ye mütealliktir, çünkü inkâr manasınadır. Ya  da Müslümanlara karşı kibirleri onu (Kur'an'ı) dinlemeleri ile meydana gelmiştir.

Ya da  بِه۪ۗ  harf-i ceri,  سَامِراً  kavline mütealliktir, yani Kur'an'ı dilinize dolayarak ve ona dil uzatarak sohbet edersiniz, demektir.  سَامِراً , aslında masdardır. Akıbet gibi ism-i fail kalıbında gelmiştir, سَامِر 'in çoğulu olarak  سُمَّراً  şeklinde de okunmuştur.  تَهْجُرُونَ , feth ile هجر 'den gelir ki, ya kesmek veya saçmalamak demektir, yani Kur'an'dan yüz çevirirsiniz yahut onun hakkında saçmalarsınız demektir. Ya da damme ile هجر 'den gelir ki, fahiş (çirkin) konuşmaktır. Nâfi’nin  أهجر 'den  تُهْجَرُونَ  okuması da ikinciyi destekler. Mübalağa ile  تُهَجِّرُونَ  da okunmuştur. (Beyzâvî)
Mü'minûn Sûresi 68. Ayet

اَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ اَمْ جَٓاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘ  ...


Onlar bu sözü (Kur’an’ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, önceki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَلَمْ
2 يَدَّبَّرُوا onlar iyice düşünmediler mi? د ب ر
3 الْقَوْلَ o sözü (Kur’an’ı) ق و ل
4 أَمْ yoksa
5 جَاءَهُمْ onlara geldi (mi)? ج ي ا
6 مَا bir şey
7 لَمْ
8 يَأْتِ gelmeyen ا ت ي
9 ابَاءَهُمُ atalarına ا ب و
10 الْأَوَّلِينَ önceki ا و ل
Burada Kur’ân-ı Kerîm’e ve Hz. Peygamber’e inanmayı gerekli kılan üç nokta üzerinde durulmaktadır: a) Kur’an, iyi niyetli insanların kabul edebileceği bir mâkullük taşır; insanların aklına, sağduyusuna, vicdanına hitap eder; dolayısıyla art niyetli ve ön yargılı olmayan her normal insan, Kur’an üzerinde sağlıklı ve yeterli ölçüde düşündüğünde, incelediğinde onun ortaya koyduğu iman esaslarını ve hayat programını rahatlıkla kabul edebilir. Bu sebeple âyette putperestler Kur’an üzerinde düşünmemekle suçlanmışlardır. b) Kur’an, insanlığın o güne kadar hiç bilmediği, duymadığı şeyler söylemiyor; aksine o, önceki peygamberlere bildirilen evrensel gerçeklerden söz edip geçmiş peygamberlere dair bilgiler veriyordu; Araplar’ın atası olan Hz. İsmâil de bu peygamberlerdendi; ayrıca Kur’an’ın geldiği dönemde bile Araplar arasında hâlâ Hanîfler diye anılan inançlı ve erdemli bir topluluk bulunuyordu; dolayısıyla Hz. Muhammed’in bildirdiği dinin, başta tevhid akîdesi olmak üzere temel ilkeleri Araplar için büsbütün bilinmeyen konular değildi. c) Mekke toplumu, kırk yıldır aralarında yaşayan Hz. Muhammed’i yakından tanıyor, hem zihinsel hem de ahlâkî yönden kendisini takdir ediyor, güvenilir bir kişi (el-emîn) olarak niteliyorlardı. Bu durumda peygamberlik geldikten sonra ona “yalancı, cin çarpmış” gibi isnatlarda bulunmaları, altında çıkarcı duygu ve maksatlar yatan birer iftiradan başka bir şey olamazdı. Sonuç olarak Resûlullah onlara gerçek olanı, yani her akıl sahibi ve fıtratı bozulmamış insanın doğruluğunu kolayca kavrayacağı bilgiler, hikmetler getirmiştir; iyilikleri emretmiş, kötülükleri yasaklamıştır. Şu halde putperestlerin onun peygamberliğini tanımamalarının asıl sebebi, “gerçeği sevmemeleri” yani doğruları kabul edip getirdiği hükümlere uymaya yanaşmamalarıdır. Ayrıca onlar, Hz. Peygamber’e inananları kendilerinden aşağı görüyor; gerçeğin onların yanında olduğunu kabul etmeyi kendilerine yediremiyor; bu sebeple onlara haset ediyor, kin besliyorlardı (Taberî, XVIII, 42). Ne yazık ki bu zaaf, sadece o dönem Mekke’sinin cahil ve kaba putperestlerine özgü olmayıp insanlığın, tarihin çeşitli dönemlerinde, hatta günümüzde de örneklerine rastlanan ciddi bir sorunudur.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 34-35

اَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ اَمْ جَٓاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘ

 

Cümle mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; أجهلوا (Cahillik ettiler) şeklindedir.

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  فَ  istînâfiyyedir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَدَّبَّرُوا  fiili,  ن ‘un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

الْقَوْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.  جَٓاءَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يَأْتِ   ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَأْتِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

اٰبَٓاءَهُمُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْاَوَّل۪ينَ  kelimesi  اٰبَٓاءَهُمُ ‘un sıfatı olup nasb alameti  ى ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

يَدَّبَّرُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi دبر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ 

 

Fasılla gelen ayette  فَ , istînâfiyyedir. Hemze istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle kınama, azarlama, taaccüp manası taşımaktadır. Bu yüzden mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Hemzeyle hem tasdik hem tasavvur sorulabilir. Tasdik sorusundan sonra  اَمْ  gelirse bu munkatı  اَمْ ’dir ve idrâb manasındadır. Tasavvur sorusundan sonra muttasıl  اَمْ  gelir, bunu da muadil takip eder. Böylece inşâyı habere çevirir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


اَمْ جَٓاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘ

 

Fasılla gelen cümle istînâfiyyedir. Bu ayetteki hemze tasdik sorusu olduğu için  اَمْ , idrâb manasındadır.

Buradaki  اَمْ lafzının, ‘bilakis’ anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani bilakis onlara atalarının da alışkın olmadıkları şeyler geldi. İşte bundan dolayı onu terkettiler, onun üzerinde düşünmeye kalkışmadılar. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır. (Kurtubî)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

جَٓاءَهُمْ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nin sılası olan  لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘلَمْ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. 

يَأْتِ - جَٓاءَهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatıلَمْ ’lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Bu da o kâfirler için başka şekilde bir tevbihtir. Yani yoksa onlar, Resulullah'ın eminliğini, dürüstlüğünü, güzel ahlakını, hiç kimseden öğrenim görmediği halde üstün ilmini ve peygamberlere layık olan diğer kâmil vasıflarını bilmediler de, bundan dolayı mı onun peygamberliğini inkâr ediyorlar? (Ebüssuûd) 

 
Mü'minûn Sûresi 69. Ayet

اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَۘ  ...


Ya da onlar henüz kendi peygamberlerini tanımadılar da o yüzden mi onu inkâr ediyorlar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 لَمْ
3 يَعْرِفُوا tanımadıkları (için mi?) ع ر ف
4 رَسُولَهُمْ elçilerini ر س ل
5 فَهُمْ onlar
6 لَهُ onu
7 مُنْكِرُونَ inkar ediyorlar ن ك ر

اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَۘ

 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَعْرِفُوا  fiili,  ن ‘un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

رَسُولَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru   مُنْكِرُونَ ‘ye mütealliktir. 

مُنْكِرُونَ  haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُنْكِرُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifal babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَۘ

 

اَمْ , munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelen cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp ikaz ve inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

 رَسُولَهُمْ  izafeti kısa yoldan izah ve onları tahkir içindir.

Araplar bu üslubu bir husus ile ilgili bilgi sahibi kılmak ve azarlamak anlamında kullanırlar. Derler ki: ‘’Sen hayrı mı daha çok seversin, yoksa şerri mi?’’ Yani sana şer haber verilmiş bulunuyor, artık ondan uzak dur. Bunlar da resullerini tanımış bulunuyorlar. Onun doğru ve emanet sahibi kimselerden olduğunu da biliyorlar. Ona tabi olmak -eğer onların inatları olmasa- kurtuluştur, hayırdır. Süfyan dedi ki: Evet yemin olsun ki onlar, onu tanıyorlardı fakat onu kıskandılar. (Kurtubî) 

فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , siyaktaki önemine binaen amili olan  مُنْكِرُونَ۟ ’a takdim edilmiştir. 

Veya  لَ  takviye,  هُ  ise ism-i fail olan  مُنْكِرُونَ ’nin mef’ûlü olarak gelmiştir. (Mahmud Sâfî)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  مُنْكِرُونَ ‘nin ism-i fail kalıbında gelmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

 
Mü'minûn Sûresi 70. Ayet

اَمْ يَقُولُونَ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلْ جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ وَاَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ  ...


Yoksa “O cinnet getirmiş” mi diyorlar? Hayır o, onlara hakkı getirdi. Hâlbuki onların pek çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 يَقُولُونَ (-mı) diyorlar? ق و ل
3 بِهِ onda
4 جِنَّةٌ bir delilik var ج ن ن
5 بَلْ hayır
6 جَاءَهُمْ o kendilerine getirdi ج ي ا
7 بِالْحَقِّ hakkı ح ق ق
8 وَأَكْثَرُهُمْ fakat çokları ك ث ر
9 لِلْحَقِّ haktan ح ق ق
10 كَارِهُونَ hoşlanmıyorlar ك ر ه

اَمْ يَقُولُونَ بِه۪ جِنَّةٌۜ 

 

اَمْ  munkatıadır. Yani  بَلْ  ve hemze manasındadır.  يَقُولُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  بِه۪ جِنَّةٌ ’dır.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

بِه۪  car mecruru  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  جِنَّةٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 


بَلْ جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ وَاَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ

 

بَلْ  idrâb harfi, hükmü iptal için gelmiştir.  بَلْ , önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِالْحَقِّ  car mecruru  جَٓاءَهُمْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.  وَاَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  اَكْثَرُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِلْحَقِّ  car mecruru  كَارِهُونَ ‘ye mütealliktir.

كَارِهُونَ  haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar. 

كَارِهُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كره  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْ يَقُولُونَ بِه۪ جِنَّةٌۜ 

 

İstinafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  بِه۪ جِنَّةٌ , sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  بِه۪  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  جِنَّةٌ  muahhar mübtedadır. Nekreliği belirsiz bir ferdi ifade etmek içindir. 


بَلْ جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ وَاَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.  

بَلْ , idrâb harfidir. Atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab, yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

بَلْ  harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Son cümle وَاَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ , hal olarak nasb mahallindedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لِلْحَقِّ , ihtimam için, amili olan  كَارِهُونَ ’ye takdim edilmiştir.

Haber olan كَارِهُونَ , ism-i fail kalıbında gelerek onların bu vasfının devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Ayette  الْحَقِّ  kelimesinin tekrarı önemine binaendir. Muhatabın dikkatine sunarak akılda yer etmesini sağlamak içindir. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette onların çoğunun zikre tahsis edilmesi, ancak diğerlerinin, bütün haklardan nefret etmediklerini gerektirmektedir. Bu ise, onların bu açık haktan hoşlanmamalarıyla çelişmez. Bunu iyice düşün! (Ebüssuûd )

 
Mü'minûn Sûresi 71. Ayet

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ  ...


Eğer hak onların arzularına uysaydı, gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şereflerini (Kur’an’ı) getirdik. Onlar ise bu şereflerinden yüz çeviriyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوِ ve eğer
2 اتَّبَعَ uysaydı ت ب ع
3 الْحَقُّ hak ح ق ق
4 أَهْوَاءَهُمْ onların keyiflerine ه و ي
5 لَفَسَدَتِ bozulur giderdi ف س د
6 السَّمَاوَاتُ gökler س م و
7 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
8 وَمَنْ ve kimseler
9 فِيهِنَّ bunların içinde bulunan
10 بَلْ bilakis
11 أَتَيْنَاهُمْ biz onlara getirdik ا ت ي
12 بِذِكْرِهِمْ Zikir’lerini ذ ك ر
13 فَهُمْ fakat onlar
14 عَنْ -nden
15 ذِكْرِهِمْ Zikirleri- ذ ك ر
16 مُعْرِضُونَ yüz çeviriyorlar ع ر ض
Hak kavramı, 70. âyette olduğu gibi burada da Peygamber’in getirdiği bilgileri, hükümleri, buyruk ve yasakları veya bütünüyle evrensel gerçekliği, varlıktaki düzen ve dengeyi ifade etmektedir. Başka bir deyişle hak kelimesi, yüce Allah’ın hem evrenin düzenini belirleyen hem de insan eylemlerinin nasıl olması gerektiğini bildiren yasalarını ifade edebilir. Âyete göre bu yasalar objektiftir; mutlaktır; insanların keyfi arzularına göre değişmez; en küçük bir sapma göstermeden ilâhî irade nasıl tayin ettiyse öylece işler; aksi halde ne göklerin ve yerin ne de onlarda bulunan canlı ve cansız varlıkların düzeni kalırdı; bu durumda insan eylemleri de yasasız, düzensiz bir anarşi halini alırdı. Cenâb-ı Hakk’ın bu temel kanunu dolayısıyladır ki, bir inkârcı işini gerektiği şekilde yaparsa Allah onu başarıya ulaştırır, bir mümin işini iyi yapmazsa onu da başarıdan mahrum eder. Aksi halde âlemde düzenden, hak ve adaletten söz edilemezdi.
 
Tefsirlerde bu âyetteki zikir kelimesine çoğunlukla bizim tercih ettiğimiz “şan ve şeref” anlamı verildiği gibi, “açıklama, hatırlatma” anlamına gelebileceği de belirtilmiştir (Taberî, XVIII, 43; Kurtubî, XII, 148). Her iki anlamda da Kur’ân-ı Kerîm kastedilmiştir. İlk anlama göre bu yüce kitap insanlık için bir onur ve değer kaynağıdır; dolayısıyla ona sırt çeviren putperest Araplar, âyete göre aslında kendi onur kaynaklarını reddetmiş oluyorlardı. İslâm’dan önce Araplar’ın hâkimiyetleri yarımadanın sınırlarını aşmazken, ana kaynağı Kur’an olan İslâm dini, sadece bu millete önemli devletler kurdurmak ve ismini ebedîleştirmekle kalmamış; ayrıca –başta Türkler olmak üzere– Kur’an’ı ve İslâm’ı tanıyıp ilkelerini yaşayan birçok millet de bu sayede şanlı ve onurlu bir tarih yaşamıştır. Bunlar bugün de varlıklarını, maddî ve mânevî değerlerini korumalarını büyük ölçüde İslâm’a borçludurlar.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 35-36

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ

 

وَ  itiraziyyedir. لَوِ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

اتَّبَعَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اتَّبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْحَقُّ  fail olup lafzen merfûdur.  اَهْوَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  فَسَدَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir.  السَّمٰوَاتُ  fail olup lafzen merfûdur.  الْاَرْضُ  atıf harfi  وَ  ile  السَّمٰوَاتُ ’a matuftur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  السَّمٰوَاتُ ’ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. 

ف۪يهِنَّ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir.

اتَّبَعَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

 بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ

 

بَلْ  idrâb harfi, hükmü iptal için gelmiştir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتَيْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِذِكْرِهِمْ  car mecruru  اَتَيْنَاهُمْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

عَنْ ذِكْرِهِمْ  car mecruru  مُعْرِضُونَ ‘ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُعْرِضُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

مُعْرِضُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

اٰتَيْنَاهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile  tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ 

 

Bu ayet, hakkın şanının ne kadar yüce ve makamının ne kadar yüksek olduğuna açıkça dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd) 

وَ , itiraziyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ  cümlesi şarttır.

Lam-ı rabıtanın dahil olduğu, aynı üslupla gelen  لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

لَوْ  harfinin dahil olduğu hem şart hem de cezâ fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْحَقُّ ‘nun,  اتَّبَعَ  fiiline isnadı, aklî mecazdır.

اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ  ifadesinde istiâre vardır. Kastedilen anlam şudur: Eğer hak onların keyfi arzularına uysaydı her biri şaşkınlığa ve sapkınlığa düşerdi. Çünkü hak yararlı, hayırlı ve güzel şeylere çağırırken, hevaî arzular bozuk, kötü, hayırsız, çirkin ve fena şeylere sevkeder. O yüzden hak, heva kılavuzuna uysaydı bozulma ve karışıklıklar herkesi ve her şeyi kaplar, hidayet sancakları yere iner, dalalet bayrakları göğe yükselirdi. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

Faile matuf olarak merfû mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası mahzuftur.  ف۪يهِنَّ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Fesatın, semavat, arz ve her ikisinde olanlar şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

Semavat, arzı da kapsadığı halde semavattan sonra arzın ve orada bulunanların zikredilmesi umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.


بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen  بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Makablindeki fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Burada zikirden murad, onların iftihar ve şeref vesilesi olan Kur’an'dır. (Ebüssuûd)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَنْ ذِكْرِهِمْ car mecruru, siyaktaki önemine binaen amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder.

Onların, ondan (gökte ve yerdeki nice ayetlerden) yüz çeviriyor oldukları, kasr üslubuyla tekidli bir şekilde bildirilmiştir.

Car mecrurun amiline takdim edilmesi ondan yüz çevirmelerinin şaşılacak bir durum olduğunu ifade etmek için zikrinin önemi dolayısıyladır. (Âşûr)  

Belâgatçıların cumhuruna göre ister mef’ûl, ister zarf, isterse harf-i cerle mecrur olsun amilin mamulüne takdimi kasr ifade eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

Âşûr ise bu takdimin kasr ifade ettiği görüşündedir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  مُعْرِضُونَ  ism-i fail kalıbında gelmiştir. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

ذِكْرِهِمْ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mü'minûn Sûresi 72. Ayet

اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ خَرْجاً فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌۗ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ  ...


Ey Muhammed! Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun (da inanmıyorlar)? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 تَسْأَلُهُمْ onlardan istiyor musun? س ا ل
3 خَرْجًا bir vergi خ ر ج
4 فَخَرَاجُ vergisi خ ر ج
5 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
6 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
7 وَهُوَ ve O
8 خَيْرُ en hayırlısıdır خ ي ر
9 الرَّازِقِينَ rızık verenlerin ر ز ق
Bu ifadelerden, Hz. Peygamber’in peygamberlik görevi için bir karşılık talep etmiş olabileceği hatıra gelmemelidir. Resûlullah’a hitap eden âyetin anlatmak istediği şudur: Sen onlardan bir ücret mi istiyorsun ki kendilerine Allah’ın âyetlerini okuduğunda dönüp gidiyorlar! Böyle bir durum yok; çünkü görevini yapmanın karşılığı olarak Allah seni daha iyisi ile ödüllendirecektir. Senin tek amacın, onları “dosdoğru bir yol”a yani İslâm’a çağırmaktır. Fakat Resûlullah’ın bütün çabalarına rağmen Mekke putperestleri doğru inanca ve yaşayışa götüren yoldan sapıyorlardı. 74. âyetten, bu sapmanın önemli bir sebebinin âhiret hayatını inkâr etmek olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü âhiret inancı kaçınılmaz olarak insanı sorumluluklarının idrakine varmaya zorlayacak, bu da onun nefsânî isteklerini, duygusal eğilimlerini aşarak din ve dünya hayatıyla ilgili konularda doğru kararlar vermesini, doğru hareket etmesini ve sonuçta sûrenin başında müminlerin nitelikleri olarak zikredilen davranışları sergileyerek kurtuluşa ermesini sağlayacaktır. Ancak 75. âyetin ifade ettiğine göre bu müşrikler inat ve inkâra öylesine saplanmışlar ki, Allah kendilerine acıyıp da içine düştükleri kuraklık, kıtlık, can ve mal kaybı gibi sıkıntıları kaldıracak olsa yine de sapkınlık ve azgınlıkları içinde bocalayıp duracaklar, kendilerini kurtaran Allah’ın birliğini tanıyıp hükümlerine boyun eğme basiretini göstermeyeceklerdir. 76. âyete göre Allah Teâlâ’nın onları bu tür acılarla sıkıştırması da akıllarını başlarına almalarını sağlamamıştır. Fakat bir gün gelip de Allah onların üzerlerine “çok şiddetli bir azap kapısı açtığı zaman” akılları başlarına gelecek, ama iş işten geçtiği için tam bir şaşkınlık ve ümitsizlik içine düşeceklerdir. Bir yoruma göre “çok şiddetli azap”tan maksat, putperestlerin Bedir Savaşı’nda uğradıkları yenilgidir (Taberî, XVIII, 45); çünkü bu onların müslümanlar karşısındaki ilk yenilgileriydi. Bu savaşta bazıları öldürülmüş; kalanlar için de müslümanlara karşı zulüm ve haksızlık yapma dönemi son bulmuş, bocalama ve gerileme dönemi başlamıştır. Buradaki “azap” ile âhiret azabının, Mekke’nin fethiyle uğradıkları büyük yenilginin veya kıtlık ve kuraklık gibi ekonomik felâketlerin kastedildiği de söylenmiştir (Şevkânî, III, 557). 

اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ خَرْجاً فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌۗ 

 

اَمْ  munkatıadır. Yani  بَلْ  ve hemze manasındadır.  تَسْـَٔلُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  خَرْجاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  ta’liliyyedir.  خَرَاجُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

خَيْرُ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. Burada marifeye muzâf şeklinde gelmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

 

 وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَيْرُ  haber olup lafzen merfûdur.

الرَّازِق۪ينَ  kelimesi muzâfun ileyh olup  cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الرَّازِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  رزق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ خَرْجاً 

 

Ayet, 70. ayetteki  اَمْ يَقُولُونَ بِه۪ جِنَّةٌۜ  cümlesine matuftur. 

اَمْ , munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp taaccüp ve inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  Ayrıca mütekellim Allah Teala olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı ve Rabb isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

Fiilin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌۗ 

 

فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌ  cümlesi önceki olumsuzluğun ta’lili için gelmiştir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsned olan  خَيْرٌۗ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi, veciz anlatım kastına matuftur.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Peygamber (sav)’e ait zamirin  رَبِّ  lafzına izafesi, ona tazim teşrif ve destek anlamına gelmektedir. Rabb ismine muzâf olan  خَرَاجُ  kelimesi de muzâfun ileyh dolayısıyla tazim edilmiştir.

خَرَاجُ - خَرْجاً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, خَيْرٌ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

 وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi,  وَ ’la ta’lil cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsned olan  خَيْرُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Müsned, veciz ifade kastıyla izafet şeklinde gelmiştir. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Muzafun ileyh ism-i fail olarak gelmiştir.

 
Mü'minûn Sûresi 73. Ayet

وَاِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


Şüphesiz sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّكَ ve şüphesiz sen
2 لَتَدْعُوهُمْ onları çağırıyorsun د ع و
3 إِلَىٰ
4 صِرَاطٍ bir yola ص ر ط
5 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

وَاِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

تَدْعُوهُمْ  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  تَدْعُوهُمْ   fiili,  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

اِلٰى صِرَاطٍ  car mecruru  تَدْعُوهُمْ  fiiline mütealliktir.  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  صِرَاطٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi; sülâsî mücerredi  قام  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

وَ  istînâfiyye, cümle müstenefedir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi, isim cümlesinin haberinin fiil olması sebebiyle isnadın tekrarı ve lam-ı muzahlaka sebebiyle çok sayıda tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ‘nin haberi olan  لَتَدْعُوهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  صِرَاطٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ifadesinde istiare vardır.  صِرَاطٍ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. Müşebbehün bih yani müsteârun minh zikredildiği için istiare-i tasrîhîyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Sırat, üzerinde ne kadar insan olursa olsun hepsini içine alabilen, duruma göre genişleyebilen ve insanı hedefe götüren yol demektir. Dine "yol" adının verilmesi, cennete götürücülüğünden dolayıdır. O halde din, cennete götüren yol demektir. (Kurtubî) 

 
Mü'minûn Sûresi 74. Ayet

وَاِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ  ...


Fakat ahirete inanmayanlar, ısrarla bu yoldan çıkmaktadırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve kuşkusuz
2 الَّذِينَ kimseler
3 لَا
4 يُؤْمِنُونَ inanmayan(lar) ا م ن
5 بِالْاخِرَةِ ahirete ا خ ر
6 عَنِ -dan
7 الصِّرَاطِ yol- ص ر ط
8 لَنَاكِبُونَ sapıyorlar ن ك ب

وَاِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir veya istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  عَنِ الصِّرَاطِ  car mecruru  نَاكِبُونَ ‘ye mütealliktir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

نَاكِبُونَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin  haberi olup lafzen merfûdur.  نَاكِبُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi نكب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ

 

Ayet, … وَاِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

 اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahir amacına matuftur. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  لَا يُؤْمِنُونَ , menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِنَّ ’nin haberi olan  نَاكِبُونَ , ism-i fail vezninde gelmiştir. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَنِ الصِّرَاطِ , amili olan  لَنَاكِبُونَ ‘ye ihtimam için takdim edilmiştir. 

الصِّرَاطِ ’deki tarif, ahd ve cins ifade eder. (Âşûr)

Önceki ayetteki  اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ibaresiyle bu ayetteki  عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ ibareleri arasında mukabele vardır. 

Ahirete iman etmeyenler elbette yoldan doğru yoldan sapanlardır, ondan meyledenlerdir, çünkü ahiret korkusu hakkı arama ve yoluna gitme sebeplerinin en güçlüsüdür. (Beyzâvî)

O kâfirlerin ahirete inanmamakla vasıflandırılmaları, onların dünyaya tamamen dalmalarını ve dünya hayatından başka hayat olmadığını iddia etmelerini takbih etmek ve hükmün illetini zımnen bildirmek içindir. Zira ahirete inanmak ve o günün büyük hadiselerinden korkmak, hakkı aramanın ve hak yoldan yürümenin en kuvvetli sebeplerindendir.

Burada yoldan kastedilen yol cinsidir. Yani onlar, senin kendilerini davet ettiğin dosdoğru yol şöyle dursun, bütün yollardan sapmışlardır. Bu ifade, onların son derece sapkın ve azgın olduklarını bildirmektedir. Zira bu ifade bildiriyor ki gittikleri yola, eğri yol bile denmez. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
60-61. Ayetler, gerçek mümini tasvir etmektedir. Bir hadis-i şerifte de ifade buyrulduğu üzere, gerçek mümin namaz kılar, oruç tutar, zekât verir, fakat bütün bunları yaparken, acaba yaptıkları Allah katında kabul gördü mü diye hep bir endişe içinde olur. (İbn Mace, “Kitabü'z-Zühd”, 20) Bu konuda en önde gelen örneklerden biri Hz. Ömer ibnü-Hattab'dır r.a.). O, İslâm'ı yaşamadaki derin hassasiyetine ve Allah yolundaki emsali az bulunur hizmetlerine rağmen, ölümüne yakın şöyle demişti: “Eğer Kıyamet Günü, iyilikleri ve kötülükleri denk bir insan olarak hesabımı verebilirsem, bu benim için sevinilecek bir şey olur.” Hasan Basri hz. leri de şöyle derdi: “Mü'min, itaat eder ama yine de (Allah'tan) korkar; münafık ise, itaat etmez fakat korku da duymaz.” (Mevdüdi, 6: 108-109; not 54)
Sayfadan Gönüle Düşenler
Sevgili Nefs’im; Her şeyin sonunu hesaplamaya çalışansın. Kendi ellerinle yükümüzü ağırlaştıransın. İhtimalleri kontrol etmeye çalıştıktan sonra, aslında buna gerek olmadığını defalarca görmene rağmen, bozuk plak gibi başa saransın. Dünyaya olan bağımızı arttırmak adına, duygu ve düşüncelerimizin şiddetini arttıransın. 

Şimdi ile başa çıkmak ya da şimdiyi yaşamak varken, geçmişin sona ermişleri ile geleceğin olmamış senaryoları altında ezilensin. Dünyalık mutlulukların da, üzüntülerin de geçici olduğunu bilmene rağmen, olası mutlulukların peşinden sürüklenmek ve olası üzüntülerin hayaletinden kaçmak konusunda ısrarcısın.

Canım Nefs’im; Şeytanın attığı vesvese tohumlarını, rahmet rüzgarlarına bırak gitsin. Tutunduğun geçmişten ve kaçtığın gelecekten gelen duygu ve düşüncelerini Rahman’a arzet. Hiçbir şeyin kontrolü sende değil. Elinden geleni yapmanın dışında; olacak olandan kaçma gücüne sahip olmadığın gibi olmayacak olanı da olur hale getiremeyeceğini kabul et. Rabbinin sana yüklemediği yükü, O’na sığınarak at üzerinden ki hafifleyesin.

Ey Rabbim! Bizi; Sana güvendiği için geçmişi ile geleceğinin yükünden kurtulanlardan, geçmişindeki hataları için Senden af dileyenlerden, geleceğindeki olası tehlikelerden Sana sığınanlardan ve Senin rızanı kazanmak umuduyla bulunduğu anı değerlendirenlerden eyle.

Ey Rabbim! Kalbimiz; Senin adın ile çarpsın. Sana olan saygıdan titresin. Sorumluluğunun bilinci ile yönetimde kalsın. Nefsimizin kölesi değil de, efendisi olsun. Ayetlerine inanan kalplere sahipleri sevsin. İyiliklere koşsun, iyilik sahipleriyle yarışsın. Anne karnındaki bebek misali, her işinde ve her anında, olması gerekenin olacağı huzuruyla yalnız Sana sığınsın ve yalnız Sana güvensin.

Amin.
 

***

‘Bilmiyordum!’ dedi. Yalan söylediği anlaşılmasın diye de mimiklerini ve tonlamasını kontrol altında tutmaya çalışıyordu.

Bir uyarıyı kulak ardı etmenin sonucunda gerçekle karşı karşıya gelmek; birçok kişinin düşmek istemeyeceği durumlardan biridir. Çoğu kişi hatasının sorumluluğunu alıp yüzleşmek yerine ya suçlayacak birini bulur ya da uyarının geldiğini inkar eder. Bu yüzden de ‘bilmiyordum’ manasına gelen çeşitli cümleler kurar. 

Kimisi Allah’ın yasakladığı günahları işledikten sonra yakalanmanın verdiği hayal kırıklığıyla pişkinlik yapar. Tevbe etmek yerine üste çıkmak için farklı yollara ve ifadelere başvurur. Zira bir şeyin hata olduğunu itiraf etmek, ondan uzaklaşmayı ve varsa bir bedel ödemeyi gerektirir. Yani kısacası çaba harcamalıdır.

Yaşlılık, hastalık ve ölüm kapısını çaldığında sarsılır. Allah rızası için yaşamamanın getirdiği yükün altında ezilir. Zira onca yıldır uğruna çalıştığı ve bütün sevgisini verdiği dünyaya dair her şey yitip gitmeye başlamıştır. Yine de tevbe etmek yerine yalana başvurur. Belki de kendisini kandırmayı istemektedir.

Bahanelerinin hepsini yutmak zorunda kaldı çünkü gerçek karşısında duruyordu. Teptiği fırsatları unutmuş olmayı diledi.

Ey Allahım! Dönüşü olmayan pişmanlıklardan ve telafisi olmayan hallerden muhafaza buyur. Bizi uyarıları dikkate alanlardan ve geç olmadan akıllananlardan eyle. Tevbesiz huzura çıkmaktan ve mahşer kalabalığında unutulmaktan muhafaza buyur. Bizi tevbe kapısını çalanlardan ve af olunanlardan eyle. Yüzlerimizin kararmasından ve kalplerimizin daralmasından muhafaza buyur. Nurunla tamamlananlardan ve rahmetinle kuşatılanlardan eyle. Yalnızlıktan ve lanetlenmekten muhafaza buyur. Bizi Sana kavuşanlardan ve selam ile salih kullarınla buluşanlardan eyle. Dünyada ve ahirette kaybetmekten ve kaybolmaktan muhafaza buyur. Bizi iki cihanda da kazananlardan ve kurtuluşa erenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji