بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | رَحِمْنَاهُمْ | biz onlara acısaydık |
|
3 | وَكَشَفْنَا | ve kaldırsaydık |
|
4 | مَا | olanı |
|
5 | بِهِمْ | kendilerinde |
|
6 | مِنْ | -dan |
|
7 | ضُرٍّ | sıkıntı- |
|
8 | لَلَجُّوا | yine devam ederlerdi |
|
9 | فِي |
|
|
10 | طُغْيَانِهِمْ | azgınlıklarında |
|
11 | يَعْمَهُونَ | bocalamaya |
|
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
رَحِمْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَشَفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri ناَ fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. بِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. مِنْ ضُرٍّ car mecruru بِهِمْ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. لَجُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي طُغْيَانِهِمْ car mecruru لَجُّوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْمَهُونَ fiili, لَجُّوا ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْمَهُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki رَحِمْنَاهُمْ cümlesi şarttır.
Nahivciler لَوْ edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
لَوْ harfinin dahil olduğu hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için bu harf muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ burada mazi fiilin başına gelmiştir. Henüz gerçekleşmemiş, vadedilen bir azaptan kurtarmak için bir uyarı makamı olduğundan istikbal manasınadır. (Âşûr)
Aynı üsluptaki وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şart cümlesine atfedilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Fiiller azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
كَشَفْنَا fiilinin mef’ûlu konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. بِهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Lam-ı rabıtanın dahil olduğu ve şart cümlesiyle aynı üslupla gelen لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ cümlesi, لَوْ ’in cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
طُغْيَانِ kibrin çok şiddetli olmasıdır. (Âşûr)
العَمَهُ dalaletin içinden çıkamayıp hep ona tekrar tekrar dönmektir. (Âşûr)
Fasılla gelen يَعْمَهُونَ cümlesi, haldir. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
طُغْيَانِهِمْ - ضُرٍّ - يَعْمَهُونَ ve رَحِمْنَاهُمْ - كَشَفْنَا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Rivayet olunuyor ki, Sümâme b. Esâl El-Hanefî, Müslüman olup Yemâme'ye gidip Mekke halkına gıda maddelerinin gelmesine engel olunca ve Allah (cc) onlara kıtlık musallat edip Mekke halkı, kana batırılan deve yünlerini bile yemek zorunda kalacak kadar şiddetli bir açlığa maruz kalınca, Ebû Sûfyân, Resulullah'a (sav) gelip dedi ki: "Allah ve akrabalık hakkı için söyler misin, âlemlere rahmet olarak gönderildiğini iddia eden sen değil mısın?" Resulullah (sav) da: "Elbette ki öyledir!" buyurdu. Ebû Süfyan da dedi ki: "Ey Muhammed! Babaları kılıçla, evlatları da açlıkla öldürdün." işte o zaman bu ayet nazil oldu. Yani eğer Biz, onlara acıyıp da, başlarına gelen kıtlık ve zayıflığı kaldırsak ve onlar, bolluğa çıksalar yine eski küfürlerine ve kibirlerine dönerler ve bu yalvarış ve yakarışları da unuturlar. (Ebüssuûd)
وَلَقَدْ اَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ
وَلَقَدْ اَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَخَذْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِالْعَذَابِ car mecruru اَخَذْنَاهُمْ ‘deki gaib zamirinin mahzuf haline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اسْتَكَانُوا damme üzere mebni mazi fiildir.
لِرَبِّهِمْ car mecruru اسْتَكَانُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَتَضَرَّعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اسْتَكَانُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كون ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
يَتَضَرَّعُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ضرع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَقَدْ اَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan لَقَدْ اَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
الْعَذَابِ taki marife ahd içindir. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ ve وَمَا يَتَضَرَّعُونَ cümlesi, kasemin cevap cümlesine matuftur.
Önceki menfi mazi, ikincisi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Azapla yakalanma karşısında اسْتَكَانُوا (uslanmamaları) bir kez gerçekleştiğinden sübut ve temekkün ifade eden mazi fiille, يَتَضَرَّعُونَ (yalvarıp yakarmamaları) ise süreklilik arz ettiğinden teceddüt ve istimrar ifade eden muzari fiil ile ifade edilmiştir.
İnkârcılara ait هُمْ zamirinin رَبِّ ismine izafe edilmesi, onları tahkir içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اسْتَكَانُوا fiili, سكون kökünden ve استفعال babından fiil-i mazi olup, ‘bir oluştan başka bir oluşa geçti’ demektir. Bu kelimenin, yine سكون kökünden, اِفْتِعال babından fiil-i mazi olması da mümkündür. Ne var ki ayne'l-fiilinin fethası işbâ yapılmıştır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
لِرَبِّهِمْ şeklinde Rabb isminin, kâfirlere ait zamire muzâf olması, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَخَذْنَاهُمْ - لِرَبِّهِمْ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
اسْتَكَانُوا - يَتَضَرَّعُونَ kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Bu azaptan murad, Bedir savaşında öldürülmeleri, esir alınmaları ile uğradıkları çeşitli azaplar ve ezcümle anılan kıtlıktır. Yani onları bu azaplarla yakaladığımız halde onlar yine de Rablerine boyun eğmediler; zelil olduklarını kabullenmediler; aksine azgınlıklarını ve kibirlerini sürdürdüler. Zaten onların adetinde yalvarmak yoktu. (Ebüssuûd)
حَتّٰٓى اِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ اِذَا هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟
Feteha فتح : فَتْحٌ kapalılık ve belirsizliği gidermektir. Bu da iki kısma ayrılır: Birincisi, gözle görülebilen türden bir açmadır. Örneğin kapıyı açma, kilit, sürgü ve benzeri şeyleri açma gibi.. İkincisi, gamı, tasayı veya kederi kişinin üzerinden kaldırmak gibi basiretle görülebilen türden bir açmadır ki bu da çeşitli kısımlara ayrılır: İlki dünyevi meselelerle ilgilidir. Giderilen bir üzüntü ya da mal vs. türünden bir şey vererek izale edilen fakirlik gibi.. İkinci olarak kapalı olan ilimleri açmaktır.
فاتِحَة sonrasının kendisiyle açıldığı her türlü şeyin başlangıcıdır. Nasr/1 ayetinde geçen فَتْحٌ kelimesi nusret, hüküm ve Yüce Allah'ın açtığı bilgiler anlamına gelebilir.
Sülasi formdaki فَتَحَ fiili عَلى harfi ceri ile kullanıldığında bildirmek/haberdar etmek demektir. İftial babı formundaki şekli olan إفْتِتاحٌ ise bir işe başlama anlamında kullanılır. İstif'al babındaki formu olan إسْتِفْتاحٌ ya gelince fetih veya hüküm talep etmektir. Son olarak مِفْتاحٌ bir şeyi açmada kullanılan araçtır. Çoğulu مَفاتِيحٌ şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 38 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fetih, fatih, fettah, miftah, iftitah, fetha, Fatiha, siftah ve istiftahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
حَتّٰٓى اِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ اِذَا هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı 3 şekilde kullanılabilir:
1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. Cümleye muzâf olur. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَتَحْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فَتَحْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru فَتَحْنَا fiiline mütealliktir. بَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ذَا kelimesi بَاباً ‘ın sıfatı olup, harfle îrab olan beş isimden biri olarak nasb alameti eliftir.
عَذَابٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَد۪يدٍ kelimesi عَذَابٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا mufacee harfidir. اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olup mahallen merfûdur.
ف۪يهِ car mecruru مُبْلِسُونَ ‘ye mütealliktir.
مُبْلِسُونَ mübtedanın haberi olup و ile merfûdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُبْلِسُونَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
حَتّٰٓى اِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ اِذَا هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette حَتّٰٓى , ibtida harfi اِذَا , şart manalı zaman zarfıdır. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda ve şart cümlesi olan فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ ibaresi, بَاباً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فَتَحْنَا fiili, azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَتَحْ الباب ifadesinde teşbih vardır. Kapı kapalı iken ansızın bir azap ile karşılaşma durumu temsil edilmiştir. Bu ifadenin hakikat manasında değil de mecaz olduğuna وما كانَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهم وأنْتَ فِيهِم şeklindeki Enfal/33 ayeti delildir. ولَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِمْ مِن أقْطارِها şeklindeki Ahzap/14 ayeti de bu anlamdadır.
Burada insanların, kapıları kapalı iken evlerinin içinde selamet ve afiyet içindeki olma halleri, aniden düşmanlarının kapılarını kırarak girmeleri ile bir azapla karşı karşıya kalma hallerine benzetilmiştir. Şöyle de ifade etmek mümkündür; Onlara ceza verilme hali, içinde azap bulunan bir kapının açılmasıyla o azabın üzerlerine dökülme haline benzetilmiştir. وفارَ التَّنُّورُ ayeti bunun gibidir. Şu söz de buna örnektir “Bardak falan kimsenin yaptıkları ile dolup taştı.” (Âşûr)
Mufacee harfinin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟ , şartın cevabıdır. اِذَا , isim cümlesine dahil olduğunda ‘birdenbire, aniden’ anlamlarına gelir.
Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. ف۪يهِ , cümledeki önemine binaen müsned olan amili مُبْلِسُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan مُبْلِسُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu durumun devamlılığına işaret etmiştir.
الإبْلاسُ , kurtuluştan tamamen ümidini kesmektir. (Âşûr)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart cümlesinin tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette iki farklı görevdeki اِذَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَاباً ve عَذَابٍ kelimelerindeki tenvin, tazim ve kesret içindir.
عَذَابٍ için sıfat olan شَد۪يدٍ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Burada بابُ عَذابٍ (Azap kapısı) değil de بَاباً ذَا عَذَابٍ buyurulmuştur. Çünkü ayette gelen şekilde بابُ عَذابٍ (Azap kapısı) izafetinde olmayan şiddetli bir ifade vardır.
Bu azap, ahiret azabıdır. Nitekim kapının açılması ve şiddetli olmak ile vasıflandırılarak korkunç gösterilmesinden de anlaşılmaktadır. Onlar ahiret azabı görmeden önce dünyada öldürülmek, esir alınmak, açlık ve başka mihnetlere duçar oldukları halde, onlardan bir itaat yumuşaması ve İslam'a yönelme hiç görülmedi.
Diğer bir görüşe göre ise, ayetteki kapıdan murat, açlıktır. Zira açlık, öldürülmek ve esir alınmaktan daha şiddetli ve umumîdir. Yani Biz, önce onları Bedir savaşında ileri gelenlerinin öldürülmeleri ve esir alınmaları azabı ile yakaladık; fakat onlardan yalvarma ve boyun eğme görülmedi. En son onların üzerine, daha ağır ve etkili olan açlık kapısını açınca, işte o zaman umutlarını kestiler; boyunları eğildi ve onların en azgınları ve en inatları, sana gelip af dilediler. Ancak isabetli olan, birinci görüştür. (Ebüssuûd)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müşterek has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْشَاَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْشَاَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
لَكُمُ car mecruru اَنْشَاَ fiiline mütealliktir. السَّمْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الْاَبْصَارَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. الْاَفْـِٔدَةَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اَنْشَاَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نشأ ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ
قَل۪يلاً masdardan naib olarak gelen قَل۪يلاً mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatıdır. Takdiri; تشكرون شكرا قليلا (Biraz şükürle teşekkür ederler.) şeklindedir.
مَا zaiddir. قَل۪يلاً ‘i tekid etmek içindir.
تَشْكُرُونَ fiili, نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ
وَ istînâfiyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
İki taraf da yani mübteda ve haber marife olduğu için cümle kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır. Müsnedin tarifi ihtisas ifade eder. (Âşûr)
Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası olan اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayet-i kerîmede haberin ism-i mevsûlle marife gelmesi kasr-ı hakiki içindir. İlaveten ism-i mevsûlun tercih edilmesi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu üç nimetin, faydaları büyük olduğu için Yüce Allah özellikle bunları zikretmiştir.
السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ (Kulak ve gözler) ibaresinde kulak tekil, göz ise çoğul olarak gelmiştir. Bu, tefennun (çeşitleme) sanatıdır.
السَّمْعَ - الْاَبْصَارَ - الْاَفْـِٔدَةَۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
Allah Teâlâ'nın, اَنْشَا ‘de toplanan yarattığı şeyler, السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَ şeklinde sayılmıştır. Cem' ma’at-taksim sanatı vardır.
قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Zaid harf مَا ile tekid edilmiş fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Masdardan naib olarak gelen قَل۪يلاً mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. Cümlenin takdiri …تشكرون شكرا قليلا (Az bir şükürle şükrediyorsunuz) şeklindedir.
قَل۪يلا kelimesinin nekre olarak gelmesi azlık ifade etmek içindir. Cümledeki مَا edatı, bu belirsizlikten çıkan azlık manasını pekiştirmektedir. Bu, şükretmemekten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
Kulak, göz ve kalp verdiğini bildirerek Hak Teâlâ, bu üç uzvu özellikle zikretmiştir. Çünkü istidlal, bunlarla yapılır. (Fahreddin er-Râzî)
Allah (cc), sizin kâinat ayetleri ile vahiy ayetlerini görmeniz için kulaklarınızı ve gözlerinizi ve gördüklerinizi tefekkür edip gereği gibi ibret almanız için de kalplerinizi yaratandır. Siz bu büyük nimetlere şükür sayılmayacak kadar ne de az şükrediyorsunuz! Zira şükürde esas olan, haddi zatında büyük nimetler olan bu güçleri, yaratılış gayesine uygun olarak kullanmaktır. Siz ise, bunu çok ihlal ediyorsunuz. (Ebüssuûd)
وَهُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
وَهُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُو mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müşterek has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ذَرَاَكُمْ cümlesidir.
ذَرَاَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir. فِي الْاَرْضِ car mecruru ذَرَاَكُمْ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. اِلَيْهِ car mecruru تُحْشَرُونَ fiiline mütealliktir.
تُحْشَرُونَ fiili, نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَهُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ
Ayet, önceki ayetteki …وَهُوَ الَّذ۪ي cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
İki taraf da, yani mübteda da haber de marife olduğu için cümle, kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır. Müsnedin tarifi ihtisas ifade eder. (Âşûr)
Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası … ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Müsnedin, ism-i mevsûlle marife olması, kasr-ı hakîkî içindir. İlaveten ism-i mevsûlun tercih edilmesi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
"O, sizi yeryüzünde yaratıp türetendir" Ebû Müslim, bunun "O, sizi yeryüzünde, birbirinizin zürriyeti olarak türetmiştir. Böylece çoğaltmıştır" manasına gelebileceğini ve tıpkı, "Ey Nûh ile beraber (gemide) taşıdığımız zürriyetler" (İsra, 3) ayeti gibi olduğunu söylemiştir. Buna göre ayetin manasının, "O, sizi yeryüzünde birbirinizden ürer hale getiren ve kıyamet günü de sizi, kendisinden başka hiçbir hakimin bulunmadığı bir meydanda (mahşerde) toplayandır" şeklinde olduğunu söyleyebiliriz. Böylece onların orada toplanmaları, Allah için bir mekân manasında olmaksızın, Allah'a varıp toplanmaları kabul edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Önceki cümleye atıfla bağlanan, اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ cümlesinde, car mecrur اِلَيْهِ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade etmiştir. Kasr, fiille mecrur arasındadır. اِلَيْهِ maksûrun aleyh/mevsuf, تُحْشَرُونَ maksûr/sıfattır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
Toplanılacak, dönülecek yegâne mercinin O olduğu, başka bir mercinin olmadığı kasr üslubuyla ifade edilmiştir.
تُحْشَرُونَ fiilli meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
تُحْشَرُونَ fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. Fiil, ‘O'na haşrolunmakla kalmaz, gereken karşılığı görürsünüz’ manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ [O'na haşrolunacaksınız] sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında söylenmemiş bu sarih delalet başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 4, Zuhruf Suresi 85, s. 370)وَهُوَ الَّذ۪ي يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
وَهُوَ الَّذ۪ي يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُو mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müşterek has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُحْـي۪ fiili, ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir.
يُم۪يتُ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. يُم۪يتُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُحْـي۪ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حيي ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَ atıf harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
اخْتِلَافُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الَّيْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
النَّهَارِ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ayet mukadder istînafa matuftur. Takdiri; ألا تتفكرون (Tefekkür etmez misiniz?) şeklindedir.
Hemze istifham harfidir. فَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَعْقِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَهُوَ الَّذ۪ي يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ
Ayet, önceki ayetteki …وَهُوَ الَّذ۪ي cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
İki taraf da, yani mübteda da haber de marife olduğu için cümle kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır. Müsnedin tarifi ihtisas ifade eder. (Âşûr)
Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası يُحْـي۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen يُم۪يتُ cümlesi sılaya atfedilmiştir.
Fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yine sıla cümlesine matuf olan … لَهُ اخْتِلَافُ cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ ’nin müteallakı olan mukadddem haber mahzuftur. اخْتِلَافُ الَّيْلِ , muahhar mübtedadır.
يُحْـي۪ - وَيُم۪يتُ ve الَّيْلِ - النَّهَارِ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayetteki "O, hem dirilten hem öldürendir" ifadesi ile anlatılan husus şöyledir: Bu, "Hayat nimeti en büyük nimetlerden olsa da sona ericidir. Hak Teâlâ bu nimeti verse bile, bundan esas maksat ahiret yurduna geçiştir. Daha sonra Hak Teâlâ, bütün bu hususlara ibret nazarıyla bakmamaktan sakındırarak, "Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?" buyurmuştur. Çünkü bu ifade, zecr ve tehdide delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ayetin fasılası, takdiri …ألا تتفكرون (Düşünmüyor musunuz ki…) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Adeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Keşşâf, Araf/169)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْاَوَّلُونَ
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْاَوَّلُونَ
بَلْ : Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli مِثْلَ مَا قَالَ الْاَوَّلُونَ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مِثْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası قَالَ الْاَوَّلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْاَوَّلُونَ fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْاَوَّلُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette بَلْ , idrâb harfidir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مِثْلَ مَا قَالَ الْاَوَّلُونَ cümlesinde, mef’ûlun takdimi söz konusudur. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
مِثْلَ mahzuf masdar için sıfattır. Takdiri; قولًا مثل قول الأولين (Öncekilerin sözü gibi bir söz) şeklindedir.
Müşterek ism-i mevsûl veya masdariyye olan مَا ve sılası مِثْلَ ’nin muzâfun ileyhi konumundadır. Sılası olan قَالَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا - قَالَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَلْ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab, yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Yani, onların bu ayetleri ve ibretleri düşünecek akıl ve fikirleri yoktur. Aksine o Mekkeli müşrikler önceki milletlerin söyledikleri gibi söylediler. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
Allah Teâlâ, birliğinin delillerini ortaya koyunca, bunun peşinden ahiretten bahsedip, "Hayır, onlar evvelkilerin dediği gibi dediler" delillerin bunca açık olmasına rağmen öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettiler" buyurmuştur. Cenab-ı Hak bu ayetiyle, onların bunu, evvelkileri taklit ederek inkâr ettiklerine dikkat çekmiştir. Bu da, taklit ile başkasına cahilce uyarak söz söylemenin yanlış olacağına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
قَالُٓوا ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
قَالُٓوا ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli şart ve cevap cümlesidir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِتْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِتْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنَّا sükun üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. ناَ mütekellim zamiri كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. تُرَاباً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup fetha ile mansubdur.
عِظَاماً atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
Hemze istifham harfidir. اِنَّ tekid ifade eder isim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نا mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مَبْعُوثُونَ kelimesi اِنَّ nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مَبْعُوثُونَ kelimesi, sülasi mücerredi بعث olan fiilin ism-i mef’ûludur.قَالُٓوا ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, şart manalı müstakbel zaman zarfı اِذَا ’nın dahil olduğu ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Şart cümlesi olan مِتْنَا , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً cümlesi, şart cümlesine matuftur. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
كَان ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.
ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
İstînâfiyye olan ayetin son cümlesi de istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl için tekid veya tefsiriyye hükmündeki cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp taaccüp ve inkârî manada geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesidir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِتْنَا - لَمَبْعُوثُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Bu soruyu soranların maksadı cevap beklemek değildir. Gerçekte söylemek istedikleri “Biz tekrar diriltilecek değiliz. Böyle bir şey olmaz ve asla düşünülemez” manasıdır. Önceki ayette sanki öncekilerin sözünün ne olduğu sorulmuş; bu ayette de buna cevap olarak öncekilerin sözü zikredilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet, bundan önceki ayetin ibhâmına tefsir, icmaline tafsildir. (Ebüssuûd)
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا هٰذَا مِنْ قَبْلُ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا هٰذَا مِنْ قَبْلُ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Fiil cümlesidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
وُعِدْنَا sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
نَحْنُ naib-i faili tekid içindir. اٰبَٓاؤُ۬نَا naib-i faile atıf harfi وَ ‘la matuftur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru وُعِدْنَا fiiline mütealliktir. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İsm-i işaret هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَسَاط۪يرُ kelimesi mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْاَوَّل۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا هٰذَا مِنْ قَبْلُ
Fasılla gelmiş olan ayete dahil olan لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
نَحْنُ munfasıl zamiri, وُعِدْنَا fiilindeki zamiri tekid içindir.
وُعِدْنَا meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Burada ba‘s hadisesi hissî bir şeymiş gibi yakınlık ifade eden ism-i işaretle zikredilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
"Yemin olsun ki bize de, atalarımıza da bu vaîd yapılmıştır" şeklindeki sözleriyle sanki şöyle demektedirler: "Bu vaîd (tehdid), bu peygamber tarafından yapıldığı gibi, önceki peygamberler tarafından da yapılmıştır. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen, tehdit olunan iş gerçekleşmeyince, onlar yeniden dirilmenin dünya hayatında olduğunu sanarak, "Bu, evvelkilerin masal ve efsanelerinden başka birşey değildir demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Mekulü’l-kavl yerinde olan ayetin son cümlesi اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ cümlesi, istînâfiyyedir. Kasrla tekid edilmiş menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. هٰذَٓا mevsuf/maksûr, اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ sıfat/maksûrun aleyhtir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi, işaret edilene tahkir kastı taşımaktadır. Ayrıca işaret isminde tecessüm sanatı vardır.
اَسَاط۪يرُ kelimesi, ya سَطْرٍ kelimesinin çoğulu olan أسْطارٍ kelimesinin çoğuludur ki buna göre mana, "Bu, evvelkilerin aslı esası olmayan şeylere dair yazıp çizdikleri şeylerdendir" şeklinde olur. Yahut da bu, أُسْطُورَةٍ (efsane, masal, hurafe) kelimesinin çoğuludur. Daha uygun olan ikinci görüştür. (Fahreddin er-Râzî)
Müsnedin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.
Kâfirlerin sözlerini isim cümlesi formunda ifade etmeleri, kasrla tekid etmeleri batıl inançlarının sağlamlık derecesine işarettir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ين Burada önceki sözlerinde azamet zamirini kullanıp sonradan da ism-i işaretle ifade etmelerindeki maksat, müminlerin iddialarındaki hatalarını teşhir edip tam bir açıklık getirmektir. (Âşûr)
هٰذَٓا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَبْلُ - الْاَوَّل۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, لِمَنِ الْاَرْضُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ müşterek ismi mevsul, لِ harf-i ceriyle birlikte mukaddem mahzuf habere mütealliktir. الْاَرْضُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , makabline matuftur. ف۪يهَٓا car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنْتُمْ sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamir كان ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْلَمُونَ fiili كُنْتُمْ ‘un haberi olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Mecrur mahaldeki istifham ismi, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْاَرْضُ , muahhar mübtedadır.
Ayetteki ikinci müşterek ism-i mevsûl مَنْ , ref mahallinde الْاَرْضُ ’ya tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. Sılası mahzuftur. ف۪يهَٓا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Farklı manalardaki مًنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavl yerindedir. Ayetin bu son cümlesi, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder.(Vakafât, s.103)
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (Eğer bilirseniz) şart cümlesinin cevabı hazf edilmiştir. Çünkü, şartın kendisi, cevabın ne olduğunu kesin olarak göstermektedir. Takdiri şöyledir: اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ذٰلِكَ فَأَخْبِرُونِي عَنْهُ (Eğer biliyorsanız, onu bana haber verin) (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında
2. Bilmezden gelinen durumlarda da: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edildiğinde: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Ey Peygamberim! Sen de onlara de ki; eğer siz bir şey biliyorsanız, bana söyleyin bakalım, bu dünya ve ondaki varlıklar, kime aittir? Zira bu, cevap olarak yeterlidir.
Bu ifade, durumun gayet açık olduğunu ve onların cehaletini pek kuvvetli olarak açıkça ortaya koymaktadır.
Yahut ‘eğer bunu biliyorsanız, bana haber verin’, demektir. Buna göre ayet onları tahkir etmekte ve cehaletlerini açıklamaktadır. (Ebüssuûd)
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. سَيَقُولُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَيَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, لِلّٰهِ ’dur. سَيَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لِلّٰهِ car mecruru mukadder mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri; الأرض لله (Arz Allah’ındır.) şeklindedir.
قُلْ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ cümlesi mahzuf mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Takdiri; أغفلتم (Gafil oldunuz.) şeklindedir.
Hemze inkârî istifham, فَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَذَكَّرُونَ muzari fiili نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ
Önceki ayetteki sorunun cevabı olan bu ayet, beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümleye dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Fiilin başındaki سَ harfi az bir düşünce ve bilginin kaçınılmaz olarak insanı bu sonuca götüreceğine işaret eder. (Ali Ünal)
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavl cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ , mukadder mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
Akıl, zorunlu olarak her şeyin yaratıcısının Allah (cc) olduğunu itiraf etmeye kendilerini mecbur kılmaktadır. Onlar bunu itiraf ettiklerinde ise kendilerini susturmak üzere de ki; siz bunu bildiğiniz halde, yahut bunu söylediğiniz halde niçin düşünmüyorsunuz ki, dünyayı ve ondaki bütün varlıkları baştan yaratan Allah (cc), ikinci kez onların iadesine de kādirdir. Zira ilk fiil, iadeden daha kolay değildir; hatta akılların kıyasına göre durum, bunun aksinedir. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ, yeryüzünün, oradaki canlıların, onların hayat ve kudretlerinin ve diğer şeylerin yaratıcısı olduğuna göre, bütün bunları yok ettikten sonra hepsini yeniden yaratmaya da kādir olması gerekir." Bununla, putperestliğin yanlışlığını gösterme konusundaki istidlali de şöyle izah edebiliriz: Gerekli ibadet, sizi, yeryüzünü ve orada bulunan bütün nimetleri yaratana karşı yapılan ibadettir. Yoksa ne zararı, ne faydası olmayanlara tapmak değil." Ayetteki, "İyice düşünüp de ibret almaz mısınız siz?" ifadesi ise, inanç ve dinlerinin batıl olduğunu anlamaları için, onları düşünmeye teşviktir. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Ayetin ikinci cümlesi olan قُلْ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ , istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَفَلَا تَذَكَّرُونَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzari fiil sıygasında gelerek hûdus, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قُلْ - سَيَقُولُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin ( تَعَقُّل ) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
تَذَكَّرُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. رَبُّ haber olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
السَّبْعِ kelimesi السَّمٰوَاتِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَبُّ atıf harfi و ‘la مَنْ müşterek ism-i mevsûle matuftur. الْعَرْشِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْعَظ۪يمِ kelimesi الْعَرْشِ ‘nin sıfat olup kesra ile mecrurdur. الْعَظ۪يمِ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan …مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve inkâri anlamda olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İstifham ismi مَنْ mübteda, رَبُّ السَّمٰوَاتِ haberdir. Müsnedin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastına matuftur. رَبُّ السَّمٰوَاتِ izafeti السَّمٰوَاتِ ‘ye tazim ifade eder.
السَّبْعِ , muzâfun ileyh konumundaki السَّمٰوَاتِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
رَبُّ lafzının ayette tekrar edilmesi azamet, teşrif ve zihinlerde yerleşmesi içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ müsned olan رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ ’ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür
Sıfat-ı müşebbeh kalıbında gelerek mübalağa ifade eden الْعَظ۪يمِ kelimesi الْعَرْشِ için sıfattır.
Bu ayetlerde Allah, emrini küçükten daha büyüğüne, alttan üste doğru bir geçiş yaparak vermiştir. Nitekim gökler ve arş yeryüzünden daha büyüktür. (Ruhu’l Beyan)
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. سَيَقُولُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَيَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اللّٰهُ ’dur. سَيَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri; الله يفعل كلّ ذلك şeklindedir.
قُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, اَفَلَا تَتَّقُونَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ cümlesi mahzuf mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Takdiri; أغفلتم (Gaflet ettiniz.) şeklindedir.
Hemze inkârî istifham, فَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتَّقُونَ muzari fiili نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ
Önceki ayetteki sorunun cevabı hükmündeki ayet, beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümleye dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavl cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ mukadder mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
قُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Ayetin ikinci cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَفَلَا تَتَّقُونَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قُلْ - سَيَقُولُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin ( تَعَقُّل ) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
تَذَكَّرُونَ fiilinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Ayet, 85. ayetle aynı formda gelmiştir. Son kelime dışında birebir aynıdır. İki ayet arasında, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ey Resulüm onları susturmak ve tevbih için de ki; siz bunu bildiğiniz halde, kendinizi O'nun azabından sakınmıyorsunuz. Bu bilginin gereğini yapmıyorsunuz; O'nu inkâr ediyorsunuz; tekrar dirilmeyi reddediyorsunuz ve O'na İlâhlıkta ortak nispet ediyorsunuz. (Ebüssuûd)
قُلْ مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُج۪يرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَنْ | kimdir? |
|
3 | بِيَدِهِ | elinde olan |
|
4 | مَلَكُوتُ | melekutu (mülkü ve yönetimi) |
|
5 | كُلِّ | her |
|
6 | شَيْءٍ | şeyin |
|
7 | وَهُوَ | ve O |
|
8 | يُجِيرُ | koruyup kollayan |
|
9 | وَلَا | fakat |
|
10 | يُجَارُ | korunup kollanmayan |
|
11 | عَلَيْهِ | kendisi |
|
12 | إِنْ | eğer |
|
13 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
14 | تَعْلَمُونَ | biliyor |
|
قُلْ مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُج۪يرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
بِيَدِه۪ car mecrur mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَلَكُوتُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ haliyyedir. Atıf olması da caizdir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُج۪يرُ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُج۪يرُ merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُج۪يرُ merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو 'dir. عَلَيْهِ car mecruru يُج۪يرُ fiiline mütealliktir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنْتُمْ sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamir كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْلَمُونَ fiili, كُنْتُمْ ‘un haberi olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ fiili, نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.قُلْ مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُج۪يرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mübteda konumundaki istifham ismi مَنْ ’in haberi olan بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. بِيَدِه۪ , muahhar mübteda olan مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ ’in mukaddem haberine mütealliktir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp kınama ve inkâri anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
مَلَكُوتُ sözünde, mübalağa sıygası olduğu için, hem mülk hem milk (hükümranlık ve sahiplik) manası vardır. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُوَ يُج۪يرُ cümlesi وَ ’la مَنْ ’in haberine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu cümlenin بِيَدِه۪ ’deki zamirden hal olması da caizdir.
شَيْءٍ ’deki tenvin cins ve kesret ifade eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan يُج۪يرُ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ cümlesi makabline atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupla gelen وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ cümlesi tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir.
وَهُوَ يُج۪يرُ (O, eman verir) - وَلَا يُجَارُ (Ona karşı yardım istenmez) cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يُج۪يرُ - لَا يُجَارُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Ayetin fasılası olan şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri فأخبروني بذلك (Bunu bana haber verin) şeklinde olabilir. Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hûdûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder.(Vakafât, s.103)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında
2. Bilmezden gelinen durumlarda da: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edildiğinde: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. سَيَقُولُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَيَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli لِلّٰهِ ’dur. سَيَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لِلّٰهِ car mecruru mukadder mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri; الملكوت (Melekût) şeklindedir.
قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri; إن كنتم تعلمون هذا (Eğer bunu biliyorsanız.) şeklindedir.
اَنّٰى istifham ismi, تُسْحَرُونَ ‘deki naib-i failin hal olarak mahallen mansubdur.
تُسْحَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ
Bu ayet 85 ve 87. ayetlerle aynı formda gelmiştir. Ayetin, ilk cümlesi diğer iki ayetle birebir aynıdır. Bu üç ayetteki bölümler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümleye dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavl cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ , mukadder mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ
Ayetin ikinci cümlesi olan قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ , istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, mukadder şartın cevabıdır.
فَ mahzuf şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Şartın takdiri, إن كنتم تعلمون هذا (Eğer bunu biliyorsanız) şeklindedir. Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Cevap cümlesi olan اَنّٰى تُسْحَرُونَ istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. اَنّٰى istifham harfi cümlede hal konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasındaki تُسْحَرُونَ meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve inkarî manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ cümlesi hakkında Ebu Hayyan şöyle der: Burada sihir müstear olarak kullanılmıştır. Onların yaptıkları saçmalıklar ve yersiz davranış ve konuşmalar, büyülenmiş kimsenin yaptığı saçmalıklara ve yalpalamalara benzetilmiştir. Yüce Allah, bu üç kınamayı aşama aşama sıraladı. Önce قُلْ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ (Düşünmüyor musunuz?) Sonra قُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ (Sakınmıyor musunuz?) buyurdu. Bu ikinci de daha fazla korkutulduğu için, birinciden daha vurguludur. Üçüncü olarak da şöyle buyurdu: قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ (Nasıl büyülenip aldanıyorsunuz?) Bunda diğerlerinde bulunmayan bir kınama vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
Onlar, hakkı itiraf etmek zorunda kalarak diyecekler ki; "her şeyin hükümranlığı Allah'ındır (cc); Kendisi, başkasını koruyan, Kendisine karşı ise korunulması mümkün olmayan yegâne O'dur." De ki; o halde nasıl oluyor da, aldatılıyorsunuz ve bile bile doğruluktan bu azgın halinize döndürülüyorsunuz. Zira aldatılmış ve aklı karışmış olmayan kimse böyle olmaz. (Ebüssuûd)
Bazen, insan neyi neden yaşadığını anlayamaz. Kapıyı açmasaydı, sokağa dönmeseydi ya da o seçeneği seçmeseydi; ne farklı olurdu diye düşünür ve düşündükçe yorulur. Bu düşünceler faydasızdır çünkü insan hiçbir zaman emin olamaz: eğer o gün öyle yapmasaydı bile belki bugün yine aynı yerde olacaktı. Savaştan, ölümden korktuğu için kaçanların, ecelinden habersiz kendi ayaklarıyla ölüme yürümeleri misali gibidir.
Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizi, şayet şöyle olsaydı, böyle olurdu gibi sözler söylemekten sakındırırım. Çünkü ‘şayet’ münafıkların sözüdür. Onlar savaşıp ölen kardeşleri için: ‘Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi.’ derler.” [İbn Mace]
İbn Abbas (ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Falan kimse olmasaydı benim başıma şöyle bir bela gelirdi. Eğer kapımızda havlayan şu köpek olmasaydı, malımız çalınırdı, şeklinde konuşmayınız.”
Ey Allahım! Bizi, iki cihanda da, şaşkınlık ve ümitsizlik içine düşmekten koru. Bazen, nefsimiz sıkıntılı halleri neden yaşadığımızı anlayamıyor ve bizi farklı hallerin içine çekiyor. Öyle ki; hayat devam ederken sanki biz bulunduğumuz zamana ve yaşadıklarımıza hapsoluyoruz. Halbuki, biz yaşananların ötesini bilmeyenlerdeniz. Bazen de, nefsimiz sıkıntılı hallerden kurtulduğumuzu farkedince, kendisini tebrik edecek kadar ukalalaşabiliyor. Halbuki, bizi koruyan Sensin. Nefsimizin ve şeytanın tuzaklarından Sana sığınırız. Kalbimizin iman sesini güçlendir ve uyandır bizi. Yaşadığımız her halden, nice dersler çıkarmamız ve bu durumu iki cihanda da kendi lehimize çevirerek rızanı kazanacak şekilde tepki vermemiz için yar ve yardımcımız ol.
Ey Allahım! Bunu bize kolaylaştır ve doğru şekilde yapabilmemiz için yol göster. ‘Eğer’ kelimesini sarfetmekten ve onunla boşa zaman kaybetmekten Sana sığınırız. Bizi; dünyaya nefsinin gözlerinden değil de, kalbinden bakanlardan eyle.
Ey dünyanın ve içindekilerin sahibi olan, yedi göğün ve yüce arşın rabbi olan ve her şeyi koruyan ama hiçbir korunmaya muhtaç olmayan Allahım! Bizi Sana sığınanlardan ve Sana teslim olanlardan eyle. Zira derler ki, bu alemde Sana güvenmekten lezzetlisi yoktur. Bizi de, Sana hakiki manada tevekkül etmenin huzuruna ulaştır.
Bulunduğu herhangi bir halin içindeyken, ‘eğer’ taşlarına takılmadan yoluna devam etmenin ve Allah’ın bir kulu olarak ‘şimdi’yi değerlendirmenin yollarını bulmak için harekete geçenlerden olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji