24 Haziran 2025
Mü'minûn Sûresi 90-104 (347. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mü'minûn Sûresi 90. Ayet

بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ  ...


Hayır, biz onlara gerçeği getirdik, fakat onlar kesinlikle yalancıdırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ doğrusu
2 أَتَيْنَاهُمْ biz onlara getirdik ا ت ي
3 بِالْحَقِّ hakkı ح ق ق
4 وَإِنَّهُمْ onlarsa
5 لَكَاذِبُونَ yalancıdırlar ك ذ ب

بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

 

Fiil cümlesidir.  بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِالْحَقِّ  car mecruru  اَتَيْنَا ’nın failinin mahzuf haline mütealliktir.  وَ  haliyyedir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

كَاذِبُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  كَاذِبُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi  بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

بَلْ  idrâb harfidir. Atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

بَلْ  harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)  

Önceki ayette geçen  فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ  cümlesinde uslüp, efendimize doğrudan hitap ederken burada gaib sıygadan muhataba evrilerek iltifat yapılmıştır. Çünkü bu cümledeki söz, doğrudan onlara yöneliktir. (Âşûr)

وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ; hal cümlesidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  كَاذِبُونَ, ism-i fail vezninde gelmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve sureklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Hakk Teâlâ sonra “Doğrusu biz onlara hakkı getirdik.” ifadesi ile hem bu ayetler hem de diğer ayet ve delillerde, onlara bunca delil getirdiğini ama onların yine de yalanlamalarını ve yalanlarını sürdürdüklerini beyan buyurmuştur ki bu ifade, bir tehdit ve vaîd yerine geçer. Bu fiil ayrıca hem dammeli (أتيْتُهُمْ) yani (Ben onlara getirdim) hem de fethalı ( أتَيتَهُمْ ) yani (Ey Resulüm, Sen onlara getirdin) şekillerinde de (şaz olarak) okunmuştur. (Fahreddin er-Râzî) 

حَقِّ  ile  كَاذِبُونَ  kelimelerindeki tıbâk güzel olmuştur. (Âşûr)
Mü'minûn Sûresi 91. Ayet

مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ اِذاً لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ  ...


91-92. Ayetler Meal  :   
Allah, hiçbir çocuk edinmemiştir. O’nunla birlikte başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle olsaydı, her ilâh kendi yarattığını alır götürür ve mutlaka birbirlerine üstün gelmeye çalışırlardı. Gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah, onların yakıştırdığı nitelemelerden uzaktır. Onların koştukları ortaklardan çok yücedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 اتَّخَذَ edinmemiştir ا خ ذ
3 اللَّهُ Allah
4 مِنْ hiçbir
5 وَلَدٍ çocuk و ل د
6 وَمَا ve
7 كَانَ yoktur ك و ن
8 مَعَهُ O’nunla beraber
9 مِنْ hiçbir
10 إِلَٰهٍ tanrı ا ل ه
11 إِذًا öyle olsaydı
12 لَذَهَبَ götürürdü ذ ه ب
13 كُلُّ her ك ل ل
14 إِلَٰهٍ tanrı ا ل ه
15 بِمَا
16 خَلَقَ kendi yarattığını خ ل ق
17 وَلَعَلَا ve üstün gelmeğe çalışırdı ع ل و
18 بَعْضُهُمْ onlardan biri ب ع ض
19 عَلَىٰ üzerine
20 بَعْضٍ diğeri ب ع ض
21 سُبْحَانَ münezehtir (uzaktır) س ب ح
22 اللَّهِ Allah
23 عَمَّا -ndan
24 يَصِفُونَ onların tanımlamaları- و ص ف

مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ 

 

Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اتَّخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ  zaiddir.  وَلَدٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  atıf harfi  وَ ’la önceki  مَا ’ya matuftur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

مَعَهُ  mekân zarfı,  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ  zaiddir.  اِلٰهٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

اتَّخَذَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 


 اِذاً لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ 

 

اِذاً  cevap harfidir. لَ  harfi mukadder لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri, لو كان معه آلهة لذهب (O’nunla beraber başka bir ilah bulunsaydı muhakkak… giderirdi) şeklindedir. 

ذَهَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  كُلُّ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  اِلٰهٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  ذَهَبَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.


وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi mukadder لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

عَلَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  بَعْضُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَلٰى بَعْضٍ  car mecruru  عَلَا  fiiline mütealliktir. 


سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ

 

سُبْحَان  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, نسبّح (tesbih ederiz)’dur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  سُبْحَانَ ’ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَصِفُونَ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَصِفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  

مَا, nefy harfidir. Cümle menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اتَّخَذَ  fiilinin mef’ûlu olan  مِنْ وَلَدٍ  ibaresindeki harf-i cer zaiddir. Tekid ifade eder.  وَلَدٍ’deki tenvin, cins ve kıllet ifade eder.  مِنْ  harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. 

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede icaz-ı hazif ve takdim vardır.  مَعَهُ  mekân zarfı,  كَانَ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  كَانَ nin muahhar ismi  اِلٰهٍ dir. 

مِنْ, olumsuzluğu tekid için gelmiş, zaid harftir.  اِلٰهٍ ’deki tenvin, cins ve kıllet ifade eder.  مِنْ  harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. 

مَا كَانُ li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79) 

مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ  [Allah hiçbir çocuk edinmedi] cümlesinde  مِنْ  harf-i cerinin fazladan getirilmesiyle söz pekiştirilmiştir. Takdiri,  مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدً  şeklindedir. Aynı şekilde  وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ  [Onunla beraber hiçbir ilâh yoktur.] cümlesi de böyledir. Her iki cümlede de  مِنْ  harf-i ceri, olumsuzluk manası­nı kuvvetlendirmek ve pekiştirmek için gelmiştir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)


اِذاً لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ

 

اِذاً , cevap harfidir. “Öyleyse, o zaman, o takdirde” manalarına gelir. Lam-ı rabıtanın dahil olduğu,  لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ  cümlesi, takdiri  لو كان معه آلهة  [O’nunla beraber başka bir ilâh bulunsaydı]  olan mukadder şartın cevabıdır. 

Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mezkûr cevap ve mukadder şart cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

اِذاً  (O zaman) ifadesi aslında sadece ceza ve cevap cümlelerinin başına gelir, peki, burada  لَذَهَبَ  (götürürdü) ifadesi, başında herhangi bir şart ifadesi olmadığı ya da herhangi bir soru yer almadığı halde nasıl ceza ve cevap olarak kullanılmış? dersen, şöyle derim: Şart ifadesi hazf edilmiş olup takdiri, “Eğer onunla birlikte birtakım ilâhlar olsaydı.” şeklindedir. Bu ifadenin hazf edilmesinin sebebi, “O’nunla birlikte hiçbir ilâh yoktur.” ifadesinin buna yeterince delalet ediyor olmasıdır. Bu ifade, kendileri ile tartışılan müşriklere cevap mahiyetindedir. (Keşşâf)

لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ  ifadesindeki  الذِّهابُ; sevk ve idare hususundaki istiklali ve bu hususta başka birinin katılımının veya ortaklığının mümkün olmadığını gösteren müstear lafızdır. (Âşûr)

اِلٰهٍ ’deki tenvin cins ifade eder.

Harf-i cerle birlikte  لَذَهَبَ  fiiline müteallik müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  خَلَقَ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.  

Aynı üslupta gelerek …لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ  cümlesine atfedilen  وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ  cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)

Ayette delil ve illet bildirmeye yönelik mezheb-i kelâmî sanatı vardır. İstenen bir konuda kelamcıların usulünce kesin, aklî delillerle konuşmaktır. Mezheb-i kelâmî üslubunda hakiki illete işaret edilir. Muhatabı ikna konusunda etkili bir sanattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)


 سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ

 

Ayetin son cümlesi müstenefedir.  سُبْحَانَ اللّٰهِ  ifadesi, takdiri  نسبّح  (tesbih ederiz) olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  سُبْحَانَ ’ye mütealliktir. Sılası olan يَصِفُونَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَا ’nın masdariye olması da caizdir.

عَمَّا يَصِفُونَۙ  [Nitelediklerinden] yani ortak ve evlatlardan münezzehtir. (Keşşâf)

سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ  cümlesi zalimlerin iddialarının batıl olduğunu açıklar.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafz-ı celâllerde tecrîd sanatı vardır.

İsm-i celâlin iki kez zikredilmesi verilen haberin kesinliğini ifade eder. Hükmü kesinleştirmek için yapılan bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette  مَا , اِلٰهٍ , بَعْضٍ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ebüssuûd şöyle der: Sübhan kelimesinin  سبح ’dan türemiş,  تفعيل  kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyle olur: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)

 
Mü'minûn Sûresi 92. Ayet

عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عَالِمِ (O) bilir ع ل م
2 الْغَيْبِ görünmeyeni غ ي ب
3 وَالشَّهَادَةِ ve görüneni ش ه د
4 فَتَعَالَىٰ ve yücedir ع ل و
5 عَمَّا şeylerden
6 يُشْرِكُونَ onların ortak koştukları ش ر ك

عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟

 

عَالِمِ الْغَيْبِ  cümlesi  سُبْحَانَ اللّٰهِ ’dan bedel olarak mahallen mecrurdur.  الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الشَّهَادَةِ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

فَ  atıf harfidir. Mukadder istînâfa matuftur. Takdiri,  علم الغيب فتعالى (Gaybı bilendir, O yücedir) şeklindedir. 

تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  سُبْحَانَ ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يُشْرِكُونَ۟ dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

يُشْرِكُونَ۟  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُشْرِكُونَ۟  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ 

 

Fasılla gelen ayetin ilk kısmı, önceki ayetteki  سُبْحَانَ اللّٰهِ  lafzından bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وَالشَّهَادَةِ, tezat nedeniyle  الْغَيْبِ ’ye atfedilmiştir.

عَالِمِ الْغَيْبِ  [gaybın alimi] ifadesi, cer ile okunduğunda  اللّٰهُ  lafzının sıfatı, merfû okunduğunda ise hazf edilmiş bir mübtedanın haberidir. (Keşşâf)

الشَّهَادَةِ - الْغَيْبِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

Kendisinin hiçbir ortağı bulunmadığı ile ilgili delillendirmeden hemen sonra gelen  عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ  ifadesinden murad; lam-ı tarif kullanımının taşıdığı hakiki istiğrak  manasıyla ihata edilen ilmin boyutu ve umumiliği ile birlikte en küçük bir cüziyyetin dahi o ilmin kuşatıcılığının dışında kalamayacağının ifadesidir. Yani o, “Görünen ve görünmeyen, zahirde ve batında olan her şeyi bilendir.” anlamındadır. (Âşûr)


 فَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟

 

Ayetin  فَ  ile gelen son cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri,  علم الغيب (Gaybı bilendir) şeklindedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. Sılası  يُشْرِكُونَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Yüce Allah'ın ortağının bulunmadığına delalet eden bu gerçek, aynı şekilde O'nun evlat sahibi olmadığını da göstermektedir. Çünkü evlat mülk hakkında tıpkı ortağın çekiştiği gibi babası ile çekişir. Allah onların niteleyegeldiklerinden münezzehtir yani O, evlat sahibi ve ortağı bulunmasından tenzih edilmelidir, bundan münezzehtir. (Kurtubî)
Mü'minûn Sûresi 93. Ayet

قُلْ رَبِّ اِمَّا تُرِيَنّ۪ي مَا يُوعَدُونَۙ  ...


93-94. Ayetler Meal  :   
De ki: “Ey Rabbim! Onlara yöneltilen tehditleri bana mutlaka göstereceksen, beni o zalim milletin içinde bulundurma.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 إِمَّا eğer
4 تُرِيَنِّي mutlaka bana göstereceksen ر ا ي
5 مَا şeyi
6 يُوعَدُونَ onların tehdidedildikleri و ع د
Allah’ın inkârcıları tehdit ettiği hal, onların varlıklarına son verecek olan belâ ve felâkettir (Şevkânî, III, 559). Kuşkusuz Resûl-i Ekrem, böyle bir felâket sırasında Allah’ın bir peygamberi felâketi hak etmiş olanlar arasında bulundurmayacağını biliyordu. Şu halde buradaki dileği bu hususta bir kuşkusu olduğu anlamına gelmeyip bu bilgisine rağmen Allah’ın dilediğini yapmaya muktedir olduğunu ikrar etme ve O’na kulluğunu arzetme amacı taşımaktadır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 42

قُلْ رَبِّ اِمَّا تُرِيَنّ۪ي مَا يُوعَدُونَۙ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

Mekulü’l-kavli  اِمَّا تُرِيَنّ۪ي dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

رَبِّ  itiraziyye cümlesidir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur.  

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. 

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  مَا  zaiddir.

تُرِيَنّ۪ي  şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. Nûn-u vikaye mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra ondan ivazdır. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُوعَدُونَۙ dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يُوعَدُونَ  fiili  نَ un sübutuyla meçhul, muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

تُرِيَنّ۪ي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رأي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

قُلْ رَبِّ اِمَّا تُرِيَنّ۪ي مَا يُوعَدُونَۙ

 

İstînâfi beyâni olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

İtiraziyye olan dua manasındaki …رَبِّ  cümlesi nida üslubunda talebi inşai isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu izafet muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv” ın Kullanımı)

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli  اِمَّا تُرِيَنّ۪ي مَا يُوعَدُونَ  cümlesi, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümleye dahil olan  اِمَّا, şart harfi  اِنْ  ve zaid harf  مَا ’dan müteşekkildir.  اِنْ  harfinin  نَۙu,  مَا  harfine idgam yapılmıştır. 

Şart cümlesi  تُرِيَنّ۪ي مَا يُوعَدُونَۙ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Nûn-u sakile ve zaid  مَا  harfi olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا nın sılası olan  يُوعَدُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıygadaki fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

يُوعَدُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.  يُوعَدُونَۙ  fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu aşikârdır.

De ki: Rabbim, eğer vadolunanı bana gösterirsen,  إنْ كَانَ ﻻبُدٌَ مِنْ أنْ تُرِينِّي  demektir. Çünkü  مَا  ile  اِنْ  tekid içindir. Vadolunanı yani, dünya ve ahiretteki azabı demektir. (Beyzâvî) 

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat) 

Bu azaptan murad, dünyevî azaptır; zira uhrevî azap, bu makama münasip değildir. Onlara vadedilen azap, çok feci bir azaptır; öyle ki o azaba uğramayacak kimselerin bile ondan Allah'a sığınması lazımdır. Yine bu kelam, onların bu azabı inkâr etmelerinin ve istihza yoluyla onu acil olarak istemelerinin reddidir. (Ebüssuûd)

 
Mü'minûn Sûresi 94. Ayet

رَبِّ فَلَا تَجْعَلْن۪ي فِي الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبِّ Rabbim ر ب ب
2 فَلَا
3 تَجْعَلْنِي beni bırakma ج ع ل
4 فِي içinde
5 الْقَوْمِ kavmin ق و م
6 الظَّالِمِينَ zalim ظ ل م
Peygamber Efendimiz şöyle dua etmiştir :” Allah’ım! Bir kavmi fitneye düşürmek istediğinde , bu belâya uğramadan benim canımı al!”
(Tirmizi, Tefsir 38/4; Ahmed b. Hanbel, Müsned,IV,66,378; Elbâni, Silsiletü’l-ehadisi’s-sahiha, VII/1,501-506,nr. 3169)

رَبِّ فَلَا تَجْعَلْن۪ي فِي الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. İkinci nida, bir önceki duayı tekid eder. Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبِّ  muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. 

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  

تَجْعَلْن۪ي  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

فِي الْقَوْمِ  car mecruru amili  تَجْعَلْن۪ي  olan fiilin ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir. Takdiri, كائنا فيهم أو منهم (Onların içinde veya onlardan.) şeklindedir.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi,  الْقَوْمِ nin sıfatı olup cer alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبِّ فَلَا تَجْعَلْن۪ي فِي الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

Fasılla gelen ayet, önceki ayetteki şart cümlesinin cevabıdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Bu cümle önceki duayı tekid için gelmiş itiraziyyedir. 

Nidâ üslubunda talebi inşai isnadtır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzafun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu izafet muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir. 

رَبِّ  lafzının cümlede tekrarı, münadinin, münadaya yakarışındaki içtenliğini ve duasının kabulünü ne kadar çok istediğini  göstermesinin yanında, Rabb’e tazim ve sena ifade eder.

فَ  rabıtadır. Şartın cevabı olan  فَلَا تَجْعَلْن۪ي  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Önceki ayetteki şart cümlesiyle birlikte, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen terkip, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فِي الْقَوْمِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kavim içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü insan topluluğu, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. O toplumla alakanın olmamasını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

“Ya Rabbi!” ifadesinin şart ve cevap ifadelerinin öncesinde iki kez tekrarlanmış olması, kulun Allah karşısında alçakgönüllülük ve boyun eğmişlik hali içerisinde olmasına yönelik bir teşviktir. Müşrikler azap tehdidini inkâr ediyor ve onunla alay ediyorlardı, azabın ale’l-acele gelmesini istiyor görünmeleri de bu yüzdendi. Bu sebeple onlara, “Allah, vadettiği şeyi yerine getirmeye kādirdir, düşünürseniz siz de bunu anlarsınız, o halde bu şekilde inkâr etmenizin sebebi, manası nedir?!” denilmiş olmaktadır. (Keşşâf)

Ebu Hayyân şöyle der: Şu bir gerçektir ki Resulullah (s.a.) kendisinin zalimler topluluğundan kılınmasına sebep olacak şeylerden korunmuştur. Fakat kulluğunu açığa çıkarmak ve Allah'a karşı tevazu göstermesi için bu şekilde dua etmesi emrolunmuştur. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)

Yüce Allah bu buyruklarıyla ona yapacağı duayı öğretmektedir. Yani “Ey Rabbim, de” demektir. Eğer bana tehdit olundukları azabı gösterecek olursan o halde beni o zalimler topluluğu arasında kılma! Yani beni üzerlerine azabın indiği kimseler arasında bulundurma, beni onlar arasından çıkar! (Kurtubî)
Mü'minûn Sûresi 95. Ayet

وَاِنَّا عَلٰٓى اَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ  ...


Bizim onlara yönelttiğimiz tehditleri sana göstermeye elbette gücümüz yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّا şüphesiz biz
2 عَلَىٰ
3 أَنْ
4 نُرِيَكَ sana göstermeğe ر ا ي
5 مَا şeyi
6 نَعِدُهُمْ onları tehdidettiğimiz و ع د
7 لَقَادِرُونَ elbette kadiriz ق د ر

وَاِنَّا عَلٰٓى اَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  عَلٰٓى  harf-i ceriyle birlikte  قَادِرُونَ ’a mütealliktir. 

نُرِيَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl amili  نُرِيَ  olan fiilin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَعِدُهُمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

نَعِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

قَادِرُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  قَادِرُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi قدر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّا عَلٰٓى اَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ

 

وَ   istînâfiyyedir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki   نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ  cümlesi,  عَلٰٓى  ile birlikte masdar tevilinde olup  قَادِرُونَ ’ye mütealliktir. 

Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  نَعِدُهُمْ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetteki fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

اِنَّ ’nin haberi olan  قَادِرُونَ, ism-i fail vezninde gelmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve sureklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

وَاِنَّا عَلٰٓى اَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ  [Onlara yaptığımız tehdidi sana göstermeye elbette ki kadiriz.] cümlesinde, muhataplar bunu inkâr ettikleri için  اِنَّ  ve  لَ  edatları ile mana pekiştirilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
Mü'minûn Sûresi 96. Ayet

اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ السَّيِّئَةَۜ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ  ...


Kötülüğü, en güzel olan şeyle uzaklaştır. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri daha iyi biliriz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ادْفَعْ savuştur د ف ع
2 بِالَّتِي şeyle
3 هِيَ o
4 أَحْسَنُ en güzel ح س ن
5 السَّيِّئَةَ kötülüğü س و ا
6 نَحْنُ biz
7 أَعْلَمُ biliyoruz ع ل م
8 بِمَا
9 يَصِفُونَ (seni) nasıl vasıflandıracaklarını و ص ف
Bu âyet insanların günlük hayattaki ilişkileri ile ilgili genel bir düzenlemeye gitmekte, kalıcı ve sürekli bir ahlâk kuralı koymakta; kötülüğün bir başka kötülükle değil, kötülüğün iyilikle savılmasını öğütlemektedir. Ancak bu bir zorunluluk değil tavsiyedir, zorunlu olan hakkını alırken haksızlığa sapmamak, kötülüğe karşılık verirken adalet sınırını aşmamaktır (bilgi için bk. en-Nahl 16/125-128).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 42

اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ السَّيِّئَةَۜ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ

 

Fiil cümlesidir.  اِدْفَعْ  sükun üzere mebni emir fiildir.  الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اِدْفَعْ  fiiline mütealliktir. 

Müfred müennes has ism-i mevsûl, mahzuf mevsûfun sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Takdiri, الخصلة التي (haslet ki) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  هِيَ اَحْسَنُ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَحْسَنُ  haber olup lafzen merfûdur.  السَّيِّئَةَ  kelimesi, amili  اِدْفَعْ  olan fiilin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.

Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle  اَعْلَمُ ’ya mütealliktir. 

يَصِفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَحْسَنُ  ve  اَعْلَمُ kelimeleri, ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ السَّيِّئَةَۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Başındaki harf-i cerle birlikte  اِدْفَعْ  fiiline müteallik olan has ism-i mevsûl  بِالَّت۪ي, takdiri  الخصلة  [Haslet, özellik] olan mahzuf bir kelimeye sıfat konumundadır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

هِيَ اَحْسَنُ  şeklindeki sıla cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber olan  اَحْسَنُ, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَحْسَنُ السَّيِّئَةَ  [Sen kötülüğü en güzel bir şekilde def et.] cümlesinde tıbâk-ı manevi vardır. Çünkü mana, “kötülüğü iyilikle def et” demektir. Bu ise mana ile tıbâktır, lafızla değildir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir) 

Yani  السَّيِّئَةَۜ  , حسنة  zıddı değildir,  قَبيح  kelimesinin zıddıdır. Zıddıyla alakalı bir kelime zikredildiği için tıbâk-ı manevi ya da diğer adıyla manevi tıbâktır.

En güzel olan tutum, bağışlamak ve kötülüğe iyilikle karşılık vermektir. Ancak bu tutum, dinde zafiyete sebep olmamalıdır. Diğer bir görüşe göre ise en güzel olan, tevhid kelimesidir; kötülük de ortak koşmaktır. Bir diğer görüşe göre ise en güzel olan mârufu (meşrûu) emretmektir; kötülük de dinen yasak olandır. (Ebüssuûd)


نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlenin müsnedi olan  اَعْلَمُ, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

اَعْلَمُ ’ya müteallık olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يَصِفُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَا ’nın masdariye olduğu da söylenmiştir.

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ  şeklindeki haber cümlesi; Allah’ın Resulü’nü incitenlere hak ettikleri cezayı vereceğinden kinayedir. (Âşûr)

Bu kelam, onlar için bir ceza ve azap tehdididir; Resulullah (s.a.) için ise bir tesellidir ve işini Allah'a havale etmesi için yol göstermektir. (Ebüssuûd)

 
Mü'minûn Sûresi 97. Ayet

وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ  ...


De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقُلْ ve de ki ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 أَعُوذُ sığınırım ع و ذ
4 بِكَ sana
5 مِنْ -ndan
6 هَمَزَاتِ kışkırtmaları- ه م ز
7 الشَّيَاطِينِ şeytanların ش ط ن
Bazı müfessirler  “şeytanların kışkırtmaları” ifadesini, özellikle insanın kontrolünü kaybetmesine sebep olan “öfke krizi” olarak açıklamışlarsa da (Kurtubî, XII, 155); bu ifade öfke, gayri meşrû cinsel istek, yeme içme vb. ihtiyaçları haram yollardan karşılama gibi her türlü günah işleme eğilimlerini içermektedir. Hz. Peygamber’in bu tür eğilimlere kapılması düşünülemez. Bu sebeple söz konusu buyruk, onun şahsında bütün ümmetine yöneltilmiş bir emirdir; ayrıca Hz. Peygamber’in de bu tür sözlerle dua etmesi onun hem kulluk, hem de ümmetine örneklik görevidir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 42

 Hemeze همز :  هَمْز sözcüğü العَصْر (sıkmak) kelimesi gibidir. الهَمْزفي الحرف  bir kelimeyi hemzeli okumaktır. هَمز الإنسان Bir kimseyi arkadan çekiştirmek, dedikodusunu yapmaktır.

  Hemz (örtülü ayıplama) ile Lemz (itham ederek ayıplama) arasındaki farka gelince Müberred şunları söylemektedir: Hemz, işitemeyeceği bir ses ve iğrenç bir ifade ile kişinin ayıplanması veya birinin iğrenç bir iş yapması için yüreklendirilmesi ve bu konuda aklının çelinmesidir. Lemz ise hemz’e göre daha açıktır. Kuran’da وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ 23/97 ifadesi kullanılmıştır. Şeytanın tuzakları gizli olduğu için lumezat kelimesi kullanılmamıştır.

   هَمْز kelimesindeki asıl anlam zayıf bir kusur ve ayıplamadır. Bu da kuvvetli, şiddetli ve kat be kat çoğaltılarak ayıplama demek olan اللمَز in aksinedir. Zira bu mana الهاء  harfinin fısıltı, gevşeklik, sessizlik ve gizlilik harflerinden biri olmasından çıkarılır. Bu da اللمَزdeki şiddet ve yumuşaklık arasındaki değişip dönüşen harflerden olan  اللام  harfinin aksinedir. Dedikodu ve gıybet yapmak suretiyle ayıplama kullanım yerlerindendir. Ayrıca sesi kısmak anlamı da vardır.

 وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ 23/97 ayetinde şeytanın الهَمْز e muzaaf olması, sözcüğün vesvese manasında olmadığını gösterir. Zira şeytanlar Resulullah’ın kalbine vesvese sokmaya güç yetiremezler. 

  Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 3 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hemze ve mahmuzdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

Mekulü’l-kavli,  اَعُوذُ بِكَ ’dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

رَبِّ  itiraziyye cümlesidir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبِّ  muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. 

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعُوذُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  بِكَ  car mecruru  اَعُوذُ  fiiline mütealliktir. 

مِنْ هَمَزَاتِ  car mecruru  اَعُوذُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  الشَّيَاط۪ينِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ

 

Önceki ayete hükümde ortaklık sebebiyle atfedilen, emir sıygasındaki ayette Allah Teâlâ Hz. peygambere, etmesi gereken duayı öğretiyor.

Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Duayı tekid hükmünde itiraziyye olan  رَبِّ, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu izafet muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv” ın Kullanımı)

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الهمز  dürtmek demektir.  الهمزات  bu ifadenin cem-i merresi yani sayısal olarak çokluk bildiren formudur.  مهْماَزُُ الرعيد (süvarinin mahmuzu) ifadesi de buradan gelir. İfade tıpkı süvarinin hayvanı yürümeye zorlamak için mahmuzlaması gibi şeytanlar da insanı günaha teşvik eder, kışkırtırlar anlamındadır. (Keşşâf)

Peygambere (s.a.) bunların kışkırtmaları karşısında Allah’a sığınması, Rabbine yalvaran kimsenin ifadelerini kullanması, “Ya Rabbi! Ya Rabbi!” diye tekrarlaması, onların kendisine daha baştan yaklaşamamaları ve etrafını saramamaları için Allah’a sığınması emredilmiştir. (Keşşâf)

الهمزات ’ın çoğul olması; tekrarlanmasından ya da ona nispet edilen şeyin (şeytanların) çok olmasındandır. (Beyzâvî) 

Burada Yüce Allah, şeytanların insanları kötülüklere teşvik etmesini, hızlı gitmeleri veya sıçramaları için eğiticinin hayvanları dürtüklemesine benzetmiştir. (Ruhu’l Beyan)

 
Mü'minûn Sûresi 98. Ayet

وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ  ...


“Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَعُوذُ ve sığınırım ع و ذ
2 بِكَ sana
3 رَبِّ Rabbim ر ب ب
4 أَنْ
5 يَحْضُرُونِ yanıma uğramalarından ح ض ر
Resûl-i Ekrem Efendimiz bazı kötülüklerden Allah’a sığınır ve:” Ölüm ânında şeytanın iğvasıyla beni aldatmasından ve tövbe etmeme engel olmasından Sana sığınırım, ey Rabbim!” derdi. 
Ebû Davûd, Vitir 32 ; Nesâi, İstiâze

وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

 

وَ  atıf harfidir. Fiil cümlesidir.  اَعُوذُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. بِكَ  car mecruru  اَعُوذُ  fiiline mütealliktir.  

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبِّ  muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzÂf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. 

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  مِنْ  harf-i ceriyle ikinci  اَعُوذُ ’ye mütealliktir. 

يَحْضُرُونِ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

 

Önceki ayete matuf olan bu ayet, duanın devamıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبِّ; önceki duayı tekid hükmünde itiraziyyedir. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu izafet muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

اَنْ  ve akabindeki   يَحْضُرُونِ  cümlesi, mukadder  مِنْ  harf-i ceri ile birlikte  اَعُوذُ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haberî üslupta gelmiş olmasına rağmen, dua manasında olduğu için cümle, muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Bu iki ayeti ezberleyip sık sık okuyabiliriz. 

İbni Abbas'tan (r.a.) rivayet olunduğu üzere bu sığınmanın, namaz ve Kur’an okumak haline tahsis edilmesi ve İkrime'den (r.a.) rivayet olunduğu üzere ölüm haline tahsis edilmesi, sığınmaya daha çok ihtiyaç olduğu haller olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)

 
Mü'minûn Sûresi 99. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِۙ  ...


99-100. Ayetler Meal  :   
Nihayet onlardan birine ölüm gelince, “Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım” der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا zaman
3 جَاءَ geldiği ج ي ا
4 أَحَدَهُمُ onlardan birine ا ح د
5 الْمَوْتُ ölüm م و ت
6 قَالَ der ki ق و ل
7 رَبِّ Rabbim ر ب ب
8 ارْجِعُونِ beni geri döndür ر ج ع
“Onlar”dan maksat, özellikle öldükten sonra tekrar dirilmenin imkânsız olduğunu savunan inkârcılardır. Âyette, hayatları son bulup dünya ile ilgili bütün bağları kopan, arzu ve tutkuları tükenen ve ancak bu noktada akılları başlarına gelen inkârcıların ümitsizlikleri, tükenmişlikleri ve pişmanlıkları dile getirilmektedir. Fahreddin er-Râzî’ye göre böyleleri, ölümleri esnasında (veya zayıf bir görüşe göre âhirette cehennemdeki yerlerini görünce), aslında geri dönüşün imkânsız olduğunu bilseler de, sırf inkârcı olarak bu dünyadan göçmelerine üzülüp pişman oldukları için bu duygularını ve ümitsizliklerini ifade etmek üzere bu şekilde yakarırlar (XXIII, 119-120).
 
 Bu iki âyet, temeli eski Hint dinlerine ve Eflâtun felsefesine kadar uzanan, zaman zaman günümüzde bile bazı kişiler ve sözde ilim adamları tarafından savunulan reenkarnasyon (tenâsüh) inancını açıkça reddetmektedir. Bu inanca göre kötü ve günahkâr insanlar ölünce bunların ruhları, dünyada günahlarından kurtulup arınıncaya kadar bedenden bedene dolaşacak, ancak günahlarından temizlendikten sonra Tanrı’nın huzuruna dönebileceklerdir. Eğer günahkârların ruhlarının başka bedenlere geçmesi mümkün olsaydı, âyette belirtildiği şekilde pişmanlık duygularını dile getirerek yanlışlarını düzeltmek maksadıyla yeniden dünyaya gönderilmeleri için yakaran kullarının dileğini Allah reddetmezdi. Oysa burada böyle bir dönüşe asla izin verilmeyeceği belirtilmektedir. 
 
 Sözlükte “engel, ayırıcı, aralık” anlamına gelen berzah kelimesinin buradaki anlamı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Râzî’nin tercih ettiği yoruma göre buradaki berzah, İslâmî gelenekteki yaygın anlamıyla insanın dünya hayatına geri dönüşünü engelleyen ölüm olayı ve sonrasıdır. Kabir hayatı da denen bu dönem ölümle başlayıp yeniden dirilme vaktine kadar sürecektir. Berzah kelimesi, –biri dünya hayatının son bulduğuna, diğeri âhiret hayatı için yeniden dirilmenin gerçekleştiğine işaret olmak üzere– iki defa üflenecek olan iki sûr arasında geçecek süre olarak da açıklanmıştır (Taberî, XVIII, 53; Şevkânî, III, 562). Âhirette akrabalık bağlarının işe yaramaması, oradaki adaletin mutlaklığını ve kusursuzluğunu, insanların birbirlerine soru soramaması da âhirette verilecek hesabın dehşetini göstermektedir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 45
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yedi (engelleyici) şey(gelme)den önce iyi işler yapmakta acele ediniz. Yoksa gerçekten siz, unutturan fakirlik, azdıran zenginlik, (her şeyi) bozup perişan eden hastalık, saçma-sapan konuşturan ihtiyarlık, ansızın geliveren ölüm, gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi Deccâl, belâsı en müthiş ve en acı olan kıyametten başka bir şey mi beklediğinizi sanıyorsunuz?” 
(Tirmizî, Zühd 3)

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِۙ

 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfi olup ibtidaiyyedir.

حَتّٰى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. 

اَحَدَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْمَوْتُ  fail olup lafzen merfûdur. 

قَالَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. 

Mekulü’l-kavli, ارْجِعُونِ dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبِّ  muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. 

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ارْجِعُونِ  fiili,  نَ ‘un hazfi ile emir fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.
جَٓاءَ 
جَٓاءَ 
جَٓاءَ 

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِۙ

 

حَتّٰٓى  ibtida harfi olarak cümleye dahil olmuştur. Akabindeki cümle, şart üslûbunda haberî isnaddır.

Şart cümlesi olan  جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ, müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl olan  اَحَدَكُمُ  önemine binaen faile takdim edilmiştir.

Şartın cevabı olan  قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İtiraziyye olan  رَبِّ  önceki duayı tekid hükmündedir. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu izafet muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv” ın Kullanımı)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ارْجِعُونِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ [Sizden birine ölüm geldiği zaman] ifadesinde istiare vardır. Ölümün vuku bulması gelmek fiiliyle ifade edilmiştir. 

رَبِّ  ve  ارْجِعُونِۙ  kelimelerinin sonlarındaki esreler mütekellim zamirlerinden ivazdır.

حَتّٰٓى  ifadesi [96. ayetteki] nitelendirmekte olduklarını ifadesi ile ilişkilidir yani “Onlar iş bu zamana kadar senin hakkında kötü konuşmaya devam edecekler!” anlamındadır. Bu iki ayet arasındaki ifadeler ara cümle olup onları görmezden gelme emrinin tekidi mahiyetindedir. Yani şeytanın onu olgunca davranmaktan uzaklaştırma çabalarına ve düşmanlarından intikam almaya sevk etmeye çalışmasına karşılık Allah’tan yardım istemesi ve onları görmezden gelmesi emredilmektedir. Ya da  حَتّٰٓى  ifadesi [Asıl onlar yalan söylemekte! (Müminun Suresi, 90)] ifadesi ile ilişkilidir. (Keşşâf)

Allah’a çoğul sıygası ile döndürün diye hitap edilmiş olması tazim içindir. (Keşşâf-  Fahreddin er-Râzî)

رَبِّ ارْجِعُونِ  [Ey Rabbim! Beni geri çevirin] ayetinde hürmet için ke­lime çoğul gelmiştir. Allah'a karşı bir saygı ifadesi olarak,  ارْجِعُونِۙ [Beni geri çevir] dememiştir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)

جَٓاءَ - ارْجِعُونِۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Mü'minûn Sûresi 100. Ayet

لَعَلّ۪ٓي اَعْمَلُ صَالِحاً ف۪يمَا تَرَكْتُ كَلَّاۜ اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَٓائِلُهَاۜ وَمِنْ وَرَٓائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَعَلِّي böylelikle
2 أَعْمَلُ yapayım ع م ل
3 صَالِحًا yararlı bir iş ص ل ح
4 فِيمَا yerde (dünyada)
5 تَرَكْتُ terk ettiğim ت ر ك
6 كَلَّا hayır
7 إِنَّهَا şüphesiz bu
8 كَلِمَةٌ bir sözdür ك ل م
9 هُوَ o
10 قَائِلُهَا onun söylediği ق و ل
11 وَمِنْ ve
12 وَرَائِهِمْ önlerinde vardır و ر ي
13 بَرْزَخٌ bir berzah
14 إِلَىٰ kadar
15 يَوْمِ güne ي و م
16 يُبْعَثُونَ diriltilecekleri ب ع ث

Berzeha برزخ :  بَرْزَخٌ kavramı iki şey arasındaki engel ve sınırdır. Kıyametteki berzah ise insanla onun ahirette ulaşacağı yüksek mertebeler arasındaki engel/perdedir. Berzahın ölümle kıyamet arasındaki zaman dilimi olduğu da söylenmiştir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de isim olarak 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli berzahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

لَعَلّ۪ٓي اَعْمَلُ صَالِحاً ف۪يمَا تَرَكْتُ كَلَّاۜ 

 

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.

ي  mütekellim zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَعْمَلُ صَالِحاً  cümlesi  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَعْمَلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. صَالِحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Veya mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri, عمل عملًا صالحًا (salih işler yaparlar) şeklindedir.

مَا  müşterek ism-i mevsûl ف۪ي  harf-i ceriyle  صَالِحاً nın mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكْتُ dür. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَرَكْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

كَلَّا  harfi reddir.

صَالِحاً  kelimesi, sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

.

اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَٓائِلُهَاۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هَا  muttasıl zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  كَلِمَةٌ  kelimesi,  اِنَّ nin haberi olup lafzen merfûdur.  

هُوَ قَٓائِلُهَا  cümlesi  كَلِمَةٌ nün sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  قَٓائِلُهَاۜ  haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَاۜ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

 وَمِنْ وَرَٓائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir.  مِنْ وَرَٓائِهِمْ  cümlesi munfasıl zamir  هُوَ nin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْ وَرَٓائِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَرْزَخٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  اِلٰى يَوْمِ  car mecruru  بَرْزَخٌ un mahzuf sıfatına mütealliktir.  يُبْعَثُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُبْعَثُونَ  fiili  نَ un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  

قَٓائِلُ  kelimesi sülâsi mücerredi  قال  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَعَلّ۪ٓي اَعْمَلُ صَالِحاً ف۪يمَا تَرَكْتُ كَلَّاۜ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayet önceki ayette ölen kişinin duasının devamıdır.

Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ, tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  لَعَلَّ ’nin haberi olan  اَعْمَلُ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَعَلَّ, aslında terecci harfidir. Yani husûlü arzu edilen şeyin imkân dahilinde olduğu hallerde kullanılan bir harftir. Ancak bazı belâgî amaçlarla mümkün olmayan bir şeyi mümkünmüş gibi göstermek amacıyla temenni için kullanılabilir. Burada da öldükten sonra iyi ameller yapmak kastıyla dünyaya dönmek imkânsız olduğu halde temenni yerine terecci harfi kullanılmıştır.

لَعَلَّ  (olur ki belki) edatı ile şek manası kastedilmemiştir. Çünkü o kimse, bu esnada Allah'ın ona istediğini vermesi halinde taata azmini göstermede alabildiğine gayret sarfetmektedir. Bu kelimeyle şek değil aksine kendi kusurunu bilip onun kötü neticesini anlayan için bir darb-ı mesel ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)   

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  ف۪ي  harfiyle birlikte  صَالِحاً ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan  تَرَكْتُ  cümlesi müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

ف۪يمَا تَرَكْتُ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla terkedilen dünya hayatı, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya hayatı, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mütekellim temennisini  tekid etmek üzere bu harfi kullanmıştır. Câmi’;  ف۪ي ’deki ve dünya hayatındaki mutlak irtibattır.

كَلَّا, istediklerini vermeme hususunda, adeta onlara bir ret cevabı gibidir. Bu tıpkı, olması uzak bir şey isteyenlere, “Heyhat, nerede!” denilmesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî) 


 اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَٓائِلُهَاۜ 

 

كَلَّا  için ta’lil hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

İsim cümlesi formunda gelen  هُوَ قَٓائِلُهَا  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberinin sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

قَٓائِلُهَاۜ - كَلِمَةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayetteki  كَلِمَةٌ  ifadesi, mecaz-ı mürseldir. Cüz ifade edilip küll kastedilmiştir. Zira ayetteki  كَلِمَةٌ  lafzıyla cümle kastedilmiştir. (Vehbe Zuhayli)


وَمِنْ وَرَٓائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

 

Hal وَ ’ıyla gelen cümle munfasıl zamir  هُوَ ’nin halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnaâbıdır.

Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.

مِنْ وَرَٓائِهِمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  

Muahhar mübteda olan  بَرْزَخٌ  kelimesindeki nekrelik, tahayyül edemeyeceğimiz bir cins olduğuna işaret ettiği gibi tazim de ifade eder. 

Zaman zarfı  اِلٰى يَوْمِ  için muzâfun ileyh olan  يُبْعَثُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُبْعَثُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

يُبْعَثُونَ  fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. Cümle, tekrar diriltilmekle kalmaz, gereken cezayı veririz manası için zikredilmiştir. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

“Ötelerinde ise tekrar diriltilecekleri güne kadar devam edecek bir berzah vardır.” ifadesindeki zamir topluluğa işaret eder yani “Önlerinde kendileri ile geriye dönüş arasında kıyamete kadar baki bir engel vardır.” anlamındadır. Ancak bu, diriliş günü dönecekleri anlamına gelmez. Aksine, diriliş günü sadece ahirete dönüleceği malum olduğu için tamamen ümit kesici bir ifadedir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)

بَرْزَخٌ ; engel-mani demektir. Bu tıpkı, [O (iki deniz) arasında bir berzah var. (Rahman Suresi, 20)] ayetindeki gibidir. Yani “Onlar, yapamadıkları ibadetleri telafi etmelerine mani olan, bir araya gelmelerini engelleyen öyle bir duruma düşmüşlerdir. Bu, onların ölümleridir.” (Fahreddin er-Râzî)
Mü'minûn Sûresi 101. Ayet

فَاِذَا نُفِـخَ فِي الصُّورِ فَلَٓا اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَٓاءَلُونَ  ...


Sûr’a üfürüldüğü zaman, (işte) o gün ne aralarında soy-sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini arayıp soracaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 نُفِخَ üflendiği ن ف خ
3 فِي
4 الصُّورِ Sur’a ص و ر
5 فَلَا artık yoktur
6 أَنْسَابَ soylar ن س ب
7 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
8 يَوْمَئِذٍ o gün
9 وَلَا ve
10 يَتَسَاءَلُونَ sormazlar س ا ل

Nesebe نسب :  نَسَبٌ  ve نِسْبَةٌ kavramları anne veya babanın bir olduğunu gösteren soy ortaklığıdır. Bu da iki çeşittir: Birincisi uzunluğuna olan hısımlık. Örneğin babalarla çocuklar arasındaki ortaklık gibi... İkincisi ise genişlemesine olan hısımlık. Misal olarak kardeşlerin çocukları ve amcaların çocukları arasındaki hısımlık gibi... نِسْبَةٌ kavramı, her biri diğeriyle özellik kazanan bir ölçüye kadar aynı olan iki oran arasında kullanılır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de bir isim formunda 3 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri neseb, nisbet, mensub, münâsip, münasebet, intisab, müntesib, tenasüb, mütenasib ve Nesibe'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَاِذَا نُفِـخَ فِي الصُّورِ فَلَٓا اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَٓاءَلُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

نُفِـخَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a) إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُفِـخَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

فِي الصُّورِ  car mecruru  نُفِـخَ  fiiline mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اَنْسَابَ  kelimesi, لَٓا nın ismi olup lafzen mansubdur. بَيْنَهُمْ  mekân zarfı  لَٓا nın haberi olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı,  إذ  için muzâf olup  نُفِـخَ  fiiline mütealliktir.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَتَسَٓاءَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَتَسَٓاءَلُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  سأل ’dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.

Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاِذَا نُفِـخَ فِي الصُّورِ فَلَٓا اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَٓاءَلُونَ

 

فَ, istînâfiyyedir. Şart cümlesi olan  نُفِـخَ فِي الصُّورِ, müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نُفِـخَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

Sura üfleme, kendisiyle öldükten sonra dirilmenin ve hasrın kastedildiği, mecazî bir ifadedir. Birinci görüş, habere, (hadise) daha uygundur. Bir de Hakk Teâlâ'nın, “Sonra ona tekrar üflenir.” (Zümer Suresi, 68) ayetinde, sur ile ruhların bedenlere (suretlere) üflenip, diriltilmesi manasının kastedilmediğine bir delil vardır. Çünkü ruhun üflenişi, bir kere olur, tekrar etmez. (Fahreddin er-Râzî)   

فَ  karinesiyle gelen cevap  فَلَٓا اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  اَنْسَابَ, cinsini nefyeden  لَا ’nın ismidir. Haberi mahzuftur.  بَيْنَهُمْ  mekân zarfı, bu mahzuf habere mütealliktir.

Mahzuf habere müteallik olan  يَوْمَئِذٍ ’deki tenvin, mahzuf muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Takdiri, يوم إذ نفخ في الصور  (Sur’a üfürüldüğü zamanki gün) şeklindedir.

Muzâfun ileyh cümlesinin ve  لَا ’nın haberinin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin son cümlesi  وَلَا يَتَسَٓاءَلُونَ, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

 
Mü'minûn Sûresi 102. Ayet

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  ...


Artık kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنْ kimlerin
2 ثَقُلَتْ ağır gelirse ث ق ل
3 مَوَازِينُهُ tartıları و ز ن
4 فَأُولَٰئِكَ işte
5 هُمُ onlar
6 الْمُفْلِحُونَ kurtuluşa erenlerdir ف ل ح
Bu durumda herkesin kurtuluşu, dünyada iken kendi iman ve iyi işleri sayesinde kazanmış olduğu sevapların miktarına bağlı olacak; o yüce hâkimin huzurunda, O’nun yanılmaz adalet terazisinde tartıları yani sevapları ağır basanlar kurtuluşa erecek, tartıları hafif kalanlar da derin bir hüsrana uğrayacak, ebedî ve dehşetli bir azap sürecini yaşamak üzere cehenneme atılacaklardır.
 
 İnsanların ölüm sonrasındaki durumları deneysel ve aklî bilgi imkânlarının tamamen dışında olduğu için kabir hayatı, berzah, sûrun üflenmesi, yeniden dirilme, amel terazisi gibi konu ve kavramların mahiyetinin kavranması, bunların hakikat anlamında mı, mecazi ve sembolik anlamda mı kullanıldığının bilinmesi mümkün değildir. Mümine düşen, bunlara şeksiz şüphesiz inanıp gerektiği şekilde âhiret hazırlığı yapmaktır.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 46

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

فَ  atıf harfidir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  ثَقُلَتْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  مَوَاز۪ينُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İşaret ism-i  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْمُفْلِحُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْمُفْلِحُونَ  ise haberi olup ref alameti  و dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

هُمُ الْمُفْلِحُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesi  مَنْ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

مُفْلِحُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

Ayet önceki ayetteki şart cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Cümleler arasında inşaî olmak bakımından mutabakat vardır. 

Şart olan  ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tartının ağır gelmesi ibaresinde istiare vardır. Güzel ve hayırlı işler kıymetçe ağırlığı olan metaya benzetilmiştir. Artık kimin tartıları ağır gelirse inanç ve amellerinin tartıları yani kimin sağlam itikat ve iyi amelleri olursa onun Allah katında ağırlığı ve itibarı olur demektir.

ف  karinesiyle gelen cevap cümlesi …فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cevap, isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta  فَ ’si gelmiştir. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsneddeki  الْ  takısı kasr ifade eder.

Haberin  الْ  takısıyla marife olması kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Kurtulanlar sadece onlardır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Onlardan başka kurtulan yoktur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ  [kimin terazisi ağır gelirse] olarak zikredilen bu ayeti kerimede, müminleri yüceltme ve müşrikleri tehdit manası mündemiçtir. Çünkü müşrikler, terazilerinde o gün ameli salih namına hiçbir şey bulamayacaklardır. (Âşûr) İdmâc sanatı vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade eder. Müsnedün ileyhin, zikredilecek habere layık olduğuna tenbih vardır.

ثَقُلَتْ - مَوَاز۪ينُهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İbni Abbas’tan “مَوَاز۪ينُ  kelimesi  مَوْز ’nun çoğuludur, bu da tartılan ameller yani Allah katında değeri olan salih amellerdir.” görüşü nakledilmiştir. (Keşşâf)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile  tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla  tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

الْمُفْلِحُونَ ’deki tarif cins veya ahd, fasıl zamiri hasr içindir. (Âşûr)

 
Mü'minûn Sûresi 103. Ayet

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ  ...


Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kimlerin
2 خَفَّتْ hafif gelirse خ ف ف
3 مَوَازِينُهُ tartıları و ز ن
4 فَأُولَٰئِكَ işte onlar
5 الَّذِينَ kimselerdir
6 خَسِرُوا ziyana sokan(lar) خ س ر
7 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
8 فِي
9 جَهَنَّمَ cehennemde
10 خَالِدُونَ sürekli kalanlardır خ ل د

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ

 

مَنْ خَفَّتْ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

خَفَّتْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  مَوَاز۪ينُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

İşaret ism-i  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, işaret isminin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَسِرُٓوا dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَسِرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ف۪ي جَهَنَّمَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallilktir.

جَهَنَّمَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. 

خَالِدُونَ  muahhar mübteda olup ref alameti  و dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  خَالِدُونَ  kelimesi sülâsi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi aralarındaki tezattır. Şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Şart cümlesi olan  خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ  müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayette bahsedilen kişiler kâfirlerdir. (Beyzâvî)  

Tartının hafif gelmesi ibaresinde istiare vardır. Güzel ve hayırlı işler, kıymetçe ağırlığı olan metaya benzetildiği gibi kötü ameller de tartılma değeri olmayan mala benzetilmiştir.

ف  karinesiyle gelen …فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Cevap, isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta  فَ’si gelmiştir.

İsm-i işaret  فَاُو۬لٰٓئِكَ ; iki fırkayı sıfatlarıyla birbirinden ziyadesiyle ayırmak içindir. (Âşûr)

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan …خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesinin manası tüccarın sermayesini zayi etmesi gibi kendilerini zayi etmeleridir. Hüsran; fayda sağlaması gereken şeyi kaybetmek manasında müsteardır. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin işaret ismi  فَاُو۬لٰٓئِكَ  ile marife olması, işaret edilenleri tahkir kastına matuftur.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması bilinen kişileri tahkir kastının yanında kasr ifade edebilir.

اَنْفُسَهُمْ  terkibinde tecrîd sanatı vardır. 

Car mecrur olan  ف۪ي جَهَنَّمَ, amili  خَالِدُونَۚ ’ye takdim edilmiştir. 

Müsned olan  خَالِدُونَ, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, ism-i mef’ûl ve masdarlar zamandan bağımsızdır.  خلد  aslında uzun bir zaman dilimi demektir ama daha çok çokluktan kinaye olarak ‘kalıcı’ anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.

İbni Abbas’a göre  مَوَاز۪ينُ  kelimesi  موزون ’un çoğuludur, bu da tartılan ameller yani Allah katında değeri olan salih amellerdir. Nitekim Allah Teâlâ [Kıyamet günü onlara değer vermeyeceğiz. (Kehf Suresi, 105)] buyurmuştur. Cehennemde temelli kalarak ifadesi kendilerini hüsrana uğratacaklar ifadesinden bedeldir ve bu iki ifadenin de îrabda mahalli yoktur, çünkü sıla cümlesinin îrabda mahalli olmaz. Ya da bu ifade  اُو۬لٰٓئِكَ  (işte bunlar) ifadesinin haberinin ardından gelen ikinci bir haber veya hazf edilmiş bir mübtedanın haberidir. (Keşşâf)

ثِقَل المِزان  ve خِفَّت أِلمزان  ibarelerinin iki tevilden birine göre istiare olduğunu söylemiştir. Şöyle ki buradaki tartılar (مَوَاز۪ينُ), sevapların günahlardan veya günahların sevaplardan fazla olduğunun ortaya çıkarılabilmesi için ameller arasında gerçek bir ölçüm yapılmasıdır. Nitekim kütlesi yoğun olan şeyin ağırlığı ve gevşek olan nesnenin hafifliği de tartılarla ortaya çıkar. 

Diğer bir tevile göre bu söz istiâre sınırının dışına çıkar. O da buradaki tartıların gerçek manaya yorulmasıdır. Ancak ameller kendi başlarına varlığı olmayan arazlar olduğundan tartılmaları mümkün değildir. Onun için Kadı Abdulcebbar’ın söylediğine burada  مَوَاز۪ينُ ’den maksat, sevabın ve itaatin ağır geldiğinin işareti olarak terazinin kefelerinden birine ışığının konulması, ceza ve isyanın ağır bastığının emaresi olarak da diğer kefeye karanlığının konulmasıdır. Artık kefelerden birinin ağır bastığı ortaya çıkınca, sahibinin cennet veya cehennem ehlinden ya da mükâfat veya cezayı hak etmiş kimselerden olduğuna hükmedilir. Bunun (amellerinin tartılmasının) bir yararı da cennet ehlinin, mükâfatlandırılacaklarını gösteren bu durumu görmeleriyle sevinçlerinin artması, cehennem ehlinin de cezalandırılacaklarına işaret eden bu hali görmeleriyle keder ve üzüntülerinin büyümesidir. Ayrıca bu faydanın yanında burada (amellerin tartılmasında) cennet ehlinin yüceltilmesi, cehennem ehlinin aşağılanması da söz konusudur. Yine şu yükümlülükler dünyasında bu durumu bilmemizin bir yararı da (ahiretteki) o çetin duruma düşmekten korkup günah ve masiyetten kaçınmamızı sağlaması, keza ondaki yüce makama erme arzusuyla ibadet ve itaat işlemeye teşvik etmesidir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları) 

خَسِرانَ, örfen satılık eşyanın fiyatındaki düşüklüktür. İnsana değil mala özgüdür. Tartılardan ve tartıların ağır ve hafif oluşu zikredildikten sonra buna uyumlu olsun diye arkadan da hüsran kelimesi zikredilmiştir. Allah Teâlâ bu kişilerin nefislerini sahip oldukları eşyalar konumuna koymuştur. Çünkü onlar mallarına malik olmakla nitelendikleri gibi nefislerine malik olmakla da nitelenirler. Burada nefislerine zarar verdikleri ifade edilmiştir. Cehennem azabıyla cezalandırılmaları zorunlu olmuş, böylece bizzat kendileri telef olmuş eşya hükmünde olmuştur. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Bu ayet ve önceki ayet arasında altılı mukabele sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

ثَقُلَتْ - خَفَّتْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  مُفْلِحُونَ - خَسِرُٓوا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî vardır.
Mü'minûn Sûresi 104. Ayet

تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ ف۪يهَا كَالِحُونَ  ...


Ateş yüzlerini yalar ve onlar orada sırıtır kalırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَلْفَحُ yalar ل ف ح
2 وُجُوهَهُمُ yüzlerini و ج ه
3 النَّارُ ateş ن و ر
4 وَهُمْ ve onların
5 فِيهَا (ateşin) içinde
6 كَالِحُونَ dişleri açıkta kalır ك ل ح
Peygamber aleyhisselam MÜ’MİNÛN süresinin (23) 104. âyetini okuduktan sonra şöyle buyurmuştur:

“ Kavrulan üst dudağı büzülüp yüzünün ortasına çıkar; alt dudağı da göbeğine kadar düşer. “
( Tirmizi, Cehennem 5; Tefsir 23/5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III,88)

تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ ف۪يهَا كَالِحُونَ

 

Cümle  خَالِدُونَ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir.  تَلْفَحُ  merfû muzari fiildir.  وُجُوهَهُمُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

النَّارُ  fail olup lafzen merfûdur.   

وَهُمْ ف۪يهَا كَالِحُونَ  cümlesi  النَّارُ ’ın hali olarak mahallen mansubdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru كَالِحُونَ ’na mütealliktir.

كَالِحُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  كَالِحُونَ  sülâsi mücerredi  كلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ ف۪يهَا كَالِحُونَ

 

Cümle  خَالِدُونَ ’deki zamirden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl olan  وُجُوهَهُمُ, siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

Burada özellikle yüzlerin zikre tahsis edilmesi, bütün azaların en şereflisi olmasından dolayıdır. Bu itibarla onun halini beyan etmek, cehenneme sebep olan günahlardan caydırmak için daha etkilidir. (Ebüssuûd)

وَهُمْ ف۪يهَا كَالِحُونَ  cümlesi hal cümlesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهَا, amiline önemine binaen takdim edilmiştir.

Önceki ayetteki  الَّذ۪ينَ ’de cem’ edilen inkârcıların ahiretteki durumları, cehennemde kalıcı olmaları, ateşin yüzlerini yalaması, dudaklarının çekilip, dişlerinin açıkta kalması özellikleri sayılmıştır. Bu, cem' ma’at-taksim sanatı üslubudur.  

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كلوح, iki dudağın büzülüp çekilmesi ve dişlerden uzaklaşması demektir. (Fahreddin er-Râzî) 

Müsned olan  كَالِحُونَ, ism-i fail vezninde gelerek bu durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

 
Günün Mesajı
96. Ayetteki "kötülüğü en güzel tarzda sav" emri, bir Müslüman'ın şahsına yapılan kötülükler karşısında nasıl bir tavır takınması gerektiğine ışık tuttuğu gibi, İslâm'a tebliğ ederken karşılaşacağı düşmanlıklara da nasıl mukabele etmesi gerektiği konusunda tercih etmesi gereken yolu göstermektedir. Müslüman, Allah'ın dinini tebliğ ederken intikam duygularıyla hareket edemez; onun yapması gereken her şey İslâm'ın hayrına olmalı, o, kendisini buna göre kurmalıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler
İnsan, çoğu zaman, ya anlık yaşamak ister, ya da andan çok uzaklarda yani gelecek veya geçmişte yaşar. 

Verilen anlık tepkiler, çoğunlukla nefsini besler. Belki onlar şöyle bir şeye benzemektedir: İnsan bir ipin ucuna sıkıca tutunmuştur. Uçurumdan sallanmaktadır. Nefsani şarkılar, aşağıdan onu çağırmaktadır. Öyle anlar gelir ki; nefsi, şarkılardan birine tutulur ve insana der ki: “Bırak ipi, ne olacaksa olsun.” Bırakırsa, eyvah belki bundan geri dönüşü yoktur. Bırakmazsa, duası, Allah kolaylaştırsın ve ecrimi versin idir. 

Bu anlık tepkiler ya da dünyalık kışkırtmalar; öfke ve insanı günah işlemeye çağıran her türlü hallerdir. Helal ve haram sınırlarını şaşırtandır. Kalbini diri tutmayan ve ibadetlerle süslenmeyenleri, kandırması kolaydır. Bu yüzden; müslümanın gözü bunlara karşı hep açık olmalıdır. Açık olması için de onları tanıması gerekir. Tanıması için de uçurumdan düşmemek için Allah’a sığınarak tutunduğu ipi yani Allah’ın yolunu bilmelidir. 

Ey görünmezi ve görüneni bilen Allahım! Bize, kelamında öğrettiğin dualar için hamd olsun. Onları kalpten edenlerden ve hayırla duaları kabul olunanlardan eyle.

“Rabbim! Şeytanların kışkırtmasından Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmasından da Sana sığınırım Rabbim!”

Ey hakkı bildiren Allahım! Bizi; ölüm anı geldiğinde, geri dönmek isteyenlerin sahip olduğu korkuyu hissetmekten muhafaza buyur. Bizi; iman nuru ile şeytanların kışkırtmalarını bertaraf edenlerden, tartısının ağır gelmesi için salih ameller işleyenlerden ve kurtuluşa erenlerden eyle.

Amin.
 

***

İnsanın, yapamadıklarına ve yaptıklarına üzüldüğü anları vardır. Dünyevi veya uhrevi meselelerde, kendisini bir şekilde avutur. Kimisi affedilme ve daha iyi biri olma umuduyla, kimisi ise hayatına devam etme ve bir an önce unutma hevesiyle yoluna bakar. Avutamadığı zaman ise genellikle olduğu yerde kalır ve benliğine ya da bir başkasına beslediği hayal kırıklığının rehaveti üzerine çöker. 

Hangisini seçerse seçsin, hayatın bir şekilde devam ettiği ve zamanın akıp gittiği bir alemdedir. Bu yüzden de kimsenin hayatı, sadece kötü anlardan, keşkelerden ya da tek bir duygu yoğunluğundan ibaret değildir. Bu gerçek bile tek başına bir umut sebebidir. Yani Allah’a kul olmak için yaşadığı bu alemde, kalan zamanını daha iyi değerlendirme ve sadece Allah rızası için yaşama yollarını aramalıdır.

Ne yazık ki insan, en çok dünyalık keşkelere takılır ve kayıplara üzülür. Bacaklarını kaybettikten sonra iyi bir kul olmak için dönüş yapan biri şu manaya gelen sözler demiştir: Şimdi, insanlar kaybettiğim bacaklarıma daha çok üzülüyor. Fakat ben önceden hiç namazlarını kılmayan biriydim. O halime kimse üzülmüyordu. Halbuki asıl korkunç olan ve üzülünmesi gereken hal, namazsız halimdir.

Demek ki, kul olarak duyguların harcandığı sebepler konusunda da seçici davranmak gerekir. Zira dünyaya yani somut kayıplara üzülmek ve uhrevi gerçekleri de görmezden gelmek, nefis için çok kolaydır. Bu tehlikeli uyuşukluktan geç olmadan kurtulmalıdır çünkü hesaplar görüldükten sonra Allah’ın cezasına çarptırılan biri için hayat tam anlamıyla durur. ‘Rabbim beni geri gönder.’ ifadesinin cevapsız kalmasıyla umudun son ışığı da söner gider.

Ey Allahım! Bizi, annemizi ve babamızı, evlatlarımızı, büyüklerimizi, küçüklerimizi, ailelerimizi, arkadaşlarımızı, sevdiklerimizi ve bütün müslümanları affeyle. Dünyevi ve özellikle de uhrevi keşkelerden muhafaza buyur. Bizi, Senin rızan için daima Senin yolunda en doğru şekilde ilerlemeye çalışanlardan; ömrünün ve zamanının kıymetini bilerek rızana uygun şekilde değerlendirenlerden eyle. Bize bunu kolaylaştır ve bizden kabul buyur. Canımızı razı olduğun bir müslüman olarak al. Her türlü hüzünden arınmış bir halde Sana ve cennet dostlarına kavuşan salih kullarından eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji