بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ
اَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ
Hemze istifham harfidir. …اَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي cümlesi mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَكُنْ ’nün ismi اٰيَات۪ي olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُتْلٰى عَلَيْكُمْ cümlesi تَكُنْ ’nün haberi olarak mahallen merfûdur. تُتْلٰى elif üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru تُتْلٰى fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. كُنْتُمْ ’ün ismi muttasıl zamir تُمْ olup mahallen merfûdur.
بِهَا car mecruru تُكَذِّبُونَ fiiline mütealliktir. تُكَذِّبُونَ fiili كُنْتُمْ ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.
تُكَذِّبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. تُكَذِّبُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ
Fasılla gelen ayette icâz-ı hazif vardır. Mekulü’l-kavl olan cümlenin amili olan يُقالُ fiili mahzuftur.
Mekulü’l-kavl olan اَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ cümlesi, inkârî istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Menfi muzari كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi sübut ifade eder.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama azarlama, tahkir manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَات۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَات۪ tazim edilmiştir.
تَكُنْ ’un haberi olan تُتْلٰى muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ cümlesi ayetin ilk cümlesine atfedilmiştir. Cümle كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede car mecrur, amili olan كان ’nin haberine önemine binaen takdim edilmiştir.
Müsned yine muzari fiil cümlesi formunda gelerek yukarıda belirtilen manaları taşımıştır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
تَكُنْ - كُنْتُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.قَالُوا رَبَّـنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْماً ضَٓالّ۪ينَ
قَالُوا رَبَّـنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْماً ضَٓالّ۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَبَّـنَا itiraziyye cümlesidir. Mekulü’l-kavli, غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
غَلَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. عَلَيْنَا car mecruru غَلَبَتْ fiiline mütealliktir.
شِقْوَتُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ‘nın ismi mütekellim zamir نَا olarak mahallen merfûdur. قَوْماً kelimesi, كُنَّا ’nın haberi olarak lafzen mansubdur.
ضَٓالّ۪ينَ kelimesi, قَوْماً ’nin sıfatı olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَٓالّ۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi ضلل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا رَبَّـنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْماً ضَٓالّ۪ينَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İtiraziyye olan رَبَّـنَا, istirhamı tekid için gelmiş ıtnâb sanatıdır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Hatalarını itiraf eden cehennem ehlinin, “Rabbimiz” şeklindeki hitapları, onların Allah Teâlâ’nın merhamet sıfatına sığındıklarını gösterir.
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv” ın Kullanımı)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
غَلَبَتْ fiilinin, شِقْوَت ’e isnadı, aklî mecazdır.
Bizim zevk ve hevalarımıza düşkünlüğümüz bize galip geldi cümlesinde zevk ve heva bedbahtlık diye adlandırılmış olmaktadır. Çünkü bu ikisi bedbahtlığa götürürler. (Kurtubî)
غلبتْ ألشِقْوَ ifadesinde istiare vardır. Çünkü azgınlık (ألشِقْوَ) onlarda apaçık görülüp, bu durum hallerinden anlaşılınca, hepsinde baskın olan bir hal konumunda olmuştur. غَلَبَ ’nin gerçek anlamı, birini güç kullanarak hakimiyet altına sokma, avucunun içine alma, sonuçta ele geçirdiğini efendisinin elindeki köle, esir edenin avucunun içindeki tutsak haline getirmektir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
وَكُنَّا قَوْماً ضَٓالّ۪ينَ ; önceki cümleye matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
ضَٓالّ۪ينَ kelimesi قَوْماً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
قَوْماً ’deki tenvin, cins ve tahkir ifade eder.
“Biz doğru yoldan sapmış bir topluluk idik.” cümlesi, bizler yaptıklarımızla hidayeti kaybetmiş, sapıtmış kimselerdik. Bu onların mazeret bildirmeleri değil, onların bir ikrarı olacaktır. (Kurtubî)
شِقْوَتُنَا - ضَٓالّ۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.رَبَّـنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْهَا فَاِنْ عُدْنَا فَاِنَّا ظَالِمُونَ
رَبَّـنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْهَا فَاِنْ عُدْنَا فَاِنَّا ظَالِمُونَ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَخْرِجْنَا sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْهَا car mecruru اَخْرِجْنَا fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. عُدْنَا şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. ظَالِمُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olarak ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اَخْرِجْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ظَالِمُون kelimesi, sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَبَّـنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْهَا
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Cümle nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Nidanın cevabı olan اَخْرِجْنَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَاِنْ عُدْنَا فَاِنَّا ظَالِمُونَ
Atıf harfi فَ ile nida cümlesine atfedilen ikinci cümle, şart üslubunda haberi isnaddır. İki cümle inşâî olmak bakımından mutabıktır.
اِنْ, vuku bulma ihtimali zayıf olan durumlarda kullanılan şart harfidir. Müspet mazi fiil sıygasındaki عُدْنَا cümlesi, şart cümlesidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاِنَّا ظَالِمُونَ ise اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan ظَالِمُونَ, ism-i fail vezninde gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
قَالَ اخْسَؤُ۫ا ف۪يهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ
قَالَ اخْسَؤُ۫ا ف۪يهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli اخْسَؤُ۫ا ف۪يهَا ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ف۪يهَا car mecruru اخْسَؤُ۫ا fiiline mütealliktir.
اخْسَؤُ۫ا sükun üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَا تُكَلِّمُونِ atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تُكَلِّمُونِ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
تُكَلِّمُونِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كلم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَالَ اخْسَؤُ۫ا ف۪يهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Önceki ayetteki sözlere cevap mahiyetindedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اخْسَؤُ۫ا ف۪يهَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَلَا تُكَلِّمُونِ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تُكَلِّمُونِ fiilinin sonundaki esre, mef’ûl olan, mütekellim zamirinden ivaz, نِ ise vikayedir.
Beyzâvî bu ayeti “Cehennemde aşağılık ve zelil kimseler olarak sessizce sinin, kalın. Burası birtakım isteklerde bulunma yeri değildir. Köpeklerin kovulduğu gibi defolun. Azabın kaldırılması veya dünyaya döndürülmeniz gibi hususlarda benimle konuşmayın.” şeklinde izah ederek ayetteki اخْسَؤُ۫ا (uzak durun) emir fiili ile وَلَا تُكَلِّمُونِ (Artık benimle konuşmayın!) nehiy fiillerinin küçümseme ve aşağılama anlamında olduklarına işaret eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Dedi: Sinin orada! ateşin içinde hor olarak susun; çünkü orası isteme yeri değildir. Bu خَسَتُ الْكلب ifadesinden gelir ki köpeği kovmaktır.
Benimle konuşmayın cümlesi azabın kaldırılması hususundadır ya da re'sen (doğrudan) benimle konuşmayın demektir. (Beyzâvî)
اِنَّهُ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْ عِبَاد۪ي يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّهُ | gerçek şu ki |
|
2 | كَانَ | idi |
|
3 | فَرِيقٌ | bir zümre |
|
4 | مِنْ | -dan |
|
5 | عِبَادِي | kullarım- |
|
6 | يَقُولُونَ | diyorlar |
|
7 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
8 | امَنَّا | inandık |
|
9 | فَاغْفِرْ | bağışla |
|
10 | لَنَا | bizi |
|
11 | وَارْحَمْنَا | ve bize acı |
|
12 | وَأَنْتَ | ve sen |
|
13 | خَيْرُ | en hayırlısısın |
|
14 | الرَّاحِمِينَ | acıyanların |
|
اِنَّهُ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْ عِبَاد۪ي يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, فَر۪يقٌ olup lafzen merfûdur. مِنْ عِبَاد۪ي car mecruru, فَر۪يقٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَقُولُونَ cümlesi, كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli رَبَّـنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ’dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا cümlesi nidanın cevabıdır.
اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri; إن تقبل إيماننا فاغفر لنا (Bizim imanımızı kabul edersen bizi bağışla!) şeklindedir.
اغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَنَا car mecruru اغْفِرْ fiiline mütealliktir.
ارْحَمْنَا atıf harfi وَ ’la فَاغْفِرْ لَنَا ’ya matuftur. وَ haliyye veya itiraziyye veya istînâfiyyedir.
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
الرَّاحِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الرَّاحِم۪ينَ kelimesi,sülâsi mücerredi رحم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْ عِبَاد۪ي يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اٰمَنَّا
Ta’liliye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
إنَّهُ كانَ فَرِيقٌ مِن عِبادِي ile başlayan ayet, cümle sonuna kadar istînâfiyye şeklinde gelmiş olup, burada azap günü küfür üzere olanlara, müminlerin içerisinde oldukları nimetler zikredilmiş ve onların dünyada iken müminlere karşı alaycı muameleleri hatırlatılarak kendi elleriyle kendilerini ne büyük bir hüsrana uğrattıkları hissettirilmiştir. (Âşûr)
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّهُ (Çünkü) yani durum şu ki anlamında feth ile de okunmuştur yani “ِ لأنٌَهُ ” (çünkü) demektir. Kullarımdan bir grup yani müminler, buna ashâb da denilmiştir, ashâb-ı suffe de denilmiştir. (Beyzâvî)
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberin إنَّ ile tekidli gelip bunun şan zamiri ile desteklenmesi, müşriklerin bir an önce korkutulması içindir. (Âşûr)
كَانَ ’nin ismi olan فَر۪يقٌ ’daki tenvin, cins ve tazim ifade eder.
عِبَاد۪ي izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, kulların teşrif ve tazimi içindir.
كَانَ ’nin haberi olan …يَقُولُونَ, muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّـنَٓا اٰمَنَّا cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
رَبَّـنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması نَا zamirine şan ve şeref kazandırmıştır. Ayrıca mütekellimin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اٰمَنَّا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri; إن تقبل إيماننا (İmanımızı kabul edersen.) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi اغْفِرْ لَنَا , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Aynı üslupta gelen وَارْحَمْنَا cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşaî isnaddır.
ارْحَمْنَا kelimesinde irsâd vardır.
وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَۚ
Ayetin son cümlesindeki وَ haliyye, itiraziyye veya istînâfiyyedir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede muzâfun ileyh olan اَرْحَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Müsnedin veciz ifade kastıyla gelen خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَۚ şeklindeki izafet formu, müsnedün ileyhin de tazimine işaret eder.
İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ارْحَمْنَا - الرَّاحِم۪ينَۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
خَيْر - فَاغْفِر - ارْحَمْنَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Daha sonra Hakk Teâlâ, onların bu feryad-ü figanlarının, korku ve dehşetlerinin, müminlerle ilgili bir şeyden olduğunu beyan ederek “Çünkü kullarımdan bir zümre vardır ki onlar, ‘Ey Rabbimiz, iman ettik. Bizi affet, bize merhamet eyle, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.’ derlerken siz onları eğlence edindiniz.” buyurmuştur. Böylece Allah Teâlâ, onların azap sebebi olan ve hayırlardan, güzel şeylerden uzaklaştırılmalarına sebep olan şeylerden sadece birisini anlatmıştır. Bu da onların müminlere yapmış oldukları muamelelerdir. (Fahreddin er-Râzî)
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِياًّ حَتّٰٓى اَنْسَوْكُمْ ذِكْر۪ي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ
Dahake ضحك : ضَحِكٌ sevinçten dolayı çehrenin açılması ve dişlerin açığa çıkmasıdır (gülme). İstiare yoluyla bu kelime alay etmek anlamında da kullanılır. Bu kavram salt mutluluk için de kullanılır. Yine bazen de sadece taaccüb etme, şaşma manasını ifade eder. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 10 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِياًّ حَتّٰٓى اَنْسَوْكُمْ ذِكْر۪ي
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اتَّخَذْتُمُوهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. اتَّخَذْتُمُوهُمْ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı -işbâ edatı- denir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
سِخْرِياًّ kelimesi amili اتَّخَذْتُمُو ’nün ikinci mef’ûlün bihi olarak fetha ile mansubdur.
حَتّٰٓى gaye bildiren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَتّٰٓى harf-i ceriyle birlikte فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ fiiline mütealliktir.
اَنْسَوْكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen mansubdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ذِكْر۪ي mef’ûlün bih olup mukadder fetha üzere mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ
كُنْتُمْ atıf harfi وَ ’la اَنْسَوْكُمْ fiiline mütealliktir. و , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُمْ car mecruru تَضْحَكُونَ fiiline mütealliktir. تَضْحَكُونَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تَضْحَكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِياًّ حَتّٰٓى اَنْسَوْكُمْ ذِكْر۪ي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ
Ayet فَ ile önceki ayetteki يَقُولُونَ fiiline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Nâfi', Hamze ve Kisâî burada ve Sad Suresinde damme ile سُخْرِيّاً okumuşlardır. İkisi de سَخَرَ ’nın masdarıdır, mübalağa için nispet ياًّ ’sı ziyade kılınmıştır. Kûfelilere göre maksûr olan alay etmek, mazmûm olan da سُخْرَ ’dan gelir ki itaat ve kulluk etmektir. (Beyzâvî)
Gaye bildiren cer harfi حَتّٰٓى , akabindeki cümleyi gizli أن ’le masdara çevirmiştir. حَتّٰٓى ile birlikte فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ fiiline müteallik olan masdar-ı müevvel, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذِكْر۪ي kelimesinin Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması tazim içindir.
حَتّٰٓى , olumsuz fiillerden ve yasak ifadelerinden sonra kullanıldığında, olumsuzluğun kalktığı ve yasağın sona erdiği sınırı ifade eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
حَتّى ibtidaiyye olup, cümleye sebebiyye ف ’sinin kattığı manayı katar. Bunun için istiare-i tebeiyyedir. Şiddetli sebebiyet, gayeye benzetilmiş ve bu manada kullanılmıştır. (Âşûr)
وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ ; cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede car mecrur, önemine binaen amili olan كان ’nin haberine takdim edilmiştir.
سِخْرِياًّ - تَضْحَكُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سِخْرِياًّ kelimesindeki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.
Müsned muzari fiille gelerek, onların durumunu göz önünde canlandırmış ve bu durumun yenilendiğine işaret etmiştir.
Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Nihayet onlar da size Beni anmanızı unutturdu yani nihayetsiz, onlarla alay etmekle meşgul oldunuz ve beni hatırlamaz oldunuz. Siz onlara gülüp geçiyordunuz yani onlarla alay ederek, gülüyordunuz. Burada unutturmanın müminlere izafe edilmesi, onların müminlerle alay etmekle meşgul olup O'nu anmayı unutmalarına sebep teşkil etmelerinden ve müminlerle alay etmenin vebalinin kâfirlerin kalplerini istila edecek hale kadar gelmesindendir. (Kurtubî)اِنّ۪ي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُٓواۙ اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
اِنّ۪ي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُٓواۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
جَزَيْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْيَوْمَ zaman zarfı, جَزَيْتُهُمُ fiiline mütealliktir. بِ sebebiyyedir.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle birlikte جَزَيْتُهُمُ fiiline mütealliktir.
صَبَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
İsim cümlesidir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel amili جَزَيْتُهُمُ olan fiilin ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamir اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُمْ fasl zamiri اَنَّ ’nin ismini tekid eder. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْفَٓائِزُونَ kelimesi, اَنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْفَٓائِزُونَ kelimesi, sülâsi mücerredi فوز olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُٓواۙ اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
Cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنّ۪ي جَزَيْتُهُمُ cümlesi tekidi arttırmak için gelmiştir ve önce geçen إنَّ ’nin haberidir. (Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi مَا ’nın sılası olan صَبَرُٓوا , masdar tevilinde olup başındaki harf-i cerle birlikte جَزَيْتُهُمُ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Masdar harfi مَا ’ya dahil olan بِ harfi, sebebiyyedir.
بِما صَبَرُوا ifadesiyle, ulaştıkları bu makamın sabretmeleri sayesinde olduğu belirtilmekle birlikte, idmâc yolu ile hakikatte onlara bu sevabı kazandıran sabırlarının gerçek nedeninin onlar tarafından alaya alınmak olduğuna da işaret edilmiştir. (Âşûr)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ cümlesi, masdar-ı tevilinde, جَزَيْتُهُمُ fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır.
اَنَّ ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir.
هُمُ fasıl zamiri, kasr ifade etmiştir. Yani kazanan, siz değil onlardır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Fasıl zamiri ihtisas içindir. Yani kazananlar siz değil, onlardır, demektir. (Âşûr)
اَنَّ ’nin haberi olan الْفَٓائِزُونَ , ism-i fail kalıbındadır. Marife olarak gelmesi bu özelliğin kemâl derecede olduğuna ve müsnedün ileyhe olan bağlılığına, ayrıca istimrara delalet etmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ [Kazançlı çıkanlar sadece ve sadece onlardır] cümlesinde kasr sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
اَنَّهُمْ fetha ile okunmuştur; kesreli okunduğunda cümle başlangıcı olur. Anlam şöyledir: “Sabrettikleri için kazanmış oldular.” bu yüzden de sabırları sebebiyle en güzel karşılıkla ödüllendirildiler. Fethalı okuyuşta ise ifade جَزَيْتُهُمُ fiili, اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ [onlara karşılık verdik] ifadesinin mef‘ûlü olup tıpkı جَزَيْتُهُمُ فَوْزَهُمْ (Onlara, karşılık olarak başarılı olmayı verdim.) denmiş gibi olur. (Keşşâf)
Bu ayet, o bahtiyar insanların güzel halini ve kâfirlerin eziyetlerinden dolayı fayda gördüklerini beyan etmektedir. (Ebüssuûd)
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ عَدَدَ سِن۪ينَ
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ عَدَدَ سِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavli لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كَمْ istifham ismidir. Zaman zarfı لَبِثْتُمْ fiiline müteallik olup mahallen mansubdur.
كَمْ ’i istifhamiyye (Soru için olan كَمْ): Soru edatı olarak kullanılan كَمْ ’dir. “Kaç, ne kadar, kaç adet” gibi anlamlara gelir. كَمْ ’i istifhamiyye ile temyizinin arasına kelime girebilir. كَمْ ’i istifhamiyye cümlede mübteda, haber, mef’ûlü mutlak, mef’ulün bih, mef’ûlun fih, muzâfun ileyh, harf-i cerle mecrur olarak gelebilir. Îrabı cümledeki konumuna göre mahallen olur. كَمْ ’i istifhamiyyenin temyizi 2 şekilde gelebilir:
1. Umumiyetle müfred, mansub, nekre olarak gelir.
2. مِنْ harf-i ceri ile gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَبِثْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru لَبِثْتُمْ fiiline mütealliktir.
عَدَدَ temyiz olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. سِن۪ينَ muzâfun ileyh olarak cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için harfle îrablanırlar.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ عَدَدَ سِن۪ينَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Soru harfi كَمْ , zarfiyye ve mümeyyiz olmak üzere لَبِثْتُمْ fiiline mütealliktir.
عَدَدَ kelimesi, كَمْ ’in temyizidir. Muzâfun ileyh olan سِن۪ينَ , cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ي ile mecrur olmuştur.
فِي الْاَرْضِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü الْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Yeryüzünde bulunmayı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
قلْ ifadesi Kûfelilerin mushaflarında قَالَ (buyurdu) şeklinde, Haremeyn, Basra ve Suriye mushaflarında ise قلْ (söyle) şeklinde yer almaktadır. قَالَ (buyurdu) ifadesinde sözü söyleyen ya Allah’tır ya da onları sorgulamakla memur olan meleklerdir. قلْ (söyle) ifadesinde ise zamir meleğe ya da cehennemliklerin liderlerinden birine râcidir. (Keşşâf)
Siz yeryüzünde yani kabirlerinizde... Bir görüşe göre bu, onlara dünya hayatında yaşadıkları süreye dair sorulacak bir sorudur. “Kaç yıl..” ayetinde نَ harfi, salim cemi olmak üzere üstündür. Araplardan bunu esreli ve tenvinli okuyanlar da vardır. (Kurtubî)قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli لَبِثْنَا يَوْماً ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَبِثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. يَوْماً zaman zarfı olup لَبِثْنَا fiiline mütealliktir.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعْضَ atıf harfi اَوْ ile يَوْماً ’e matuftur. Aynı zamanda muzâftır. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن شئت فاسأل (Dilersen sor) şeklindedir.
فَسْـَٔلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. الْعَٓادّ۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْعَٓادّ۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi عدد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَبِثْنَا يَوْماً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَعْضَ يَوْمٍ izafeti يَوْماً ’e temâsül nedeniyle atfedilmiştir.
يَوْماً ve يَوْمٍ kelimelerindeki tenvin bir manasında adet içindir. يَوْماً , kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَسْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri; إن شئت (dilerseniz) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi سْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
Mukadder şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşaî isnaddır.
فَسْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ “Sayabilenlere sor” ifadesi فَسَل العادين şeklinde de okunmuştur. Anlam, “Bu senelerin sayısını bilmiyoruz, ancak çok az olduğunu düşünüyoruz; sanki bir gün hatta günün bir kısmı kadar olduğunu sanıyoruz. Çünkü bir azabın içerisindeyiz; aramızda o yılları olduğu gibi sayabilecek biri yok, bu yüzden sen bunu sayması mümkün olanlara, bunun üzerinde düşünmeye güç yetirebilecek olanlara sor!” şeklindedir. Anlamın “Kulların ömürlerini ve amellerini sayan meleklere sor.” şeklinde olduğu da söylenmiştir. الْعَٓادّ۪ينَ (sayanlar) ifadesi ألعادين (hadsiz saldırganlara) şeklinde şeddesiz de okunmuştur ki bu durumda anlam, “Zalimlere sor, onlar da bizim dediğimiz gibi diyeceklerdir.” şeklindedir. Yine, ألعَدِيِّن şeklinde de okunmuştur ki bu durumda da mana, “O uzun ömürlü kadim insanlara sor, onlar bile dünya hayatını az buluyorlar; diğerleri nasıldır, var düşün!” anlamındadır. İbni Abbas’ın “İki nefha arasında çektikleri azap onlara unutturmuştur” dediği nakledilmiştir. (Keşşâf)
فاسْألِ العادِّينَ sözü, kalma sürelerini belirleyemediklerinin itirafıdır. (Âşûr)
قَالَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
قَالَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَبِثْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. قَل۪يلاً zaman zarfı olup sıfattır. Takdiri; لبثتم عددا قليلا من السنين (Birkaç yıl kaldınız) şeklindedir.
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. لَوْ ’in cevabı mahzuftur. لعلمتم قلّة لبثكم (Kalışınızın az olduğunu bilirdiniz) şeklindedir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf olan ثبت fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamir اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ fiili كُنْتُمْ ’mün haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَالَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille, mütealliki olan zaman zarfı arasındadır. Maksûr لَبِثْتُمْ , maksûrun aleyh قَل۪يلاً ’dir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Şart edatı لَوْ ’in dahil olduğu cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cevabı mahzuf olan şart cümlesi لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ’de îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümlede takdiri ثبت olan fiil mahzuftur.
اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi masdar teviliyle bu mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Masdar-ı müevvel, اَنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ ’nin haberi olan تَعْلَمُونَ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; لعلمتم قلّة لبثكم (Kalışınızın az olduğunu anlardınız) şeklindedir.
Bu takdire göre şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nahivciler لَوْ edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
Abese عبث : عَبَثٌ kişinin işine oyun karıştırmasıdır. Ayrıca sahih, hakiki ve uygun bir amacı olmayan şeye (oyuna) da عَبَثٌ denmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil formunda yalnızca 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli abestir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً
Cümle mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; غفلتم فحسبتم.. أو أتجاهلتم فحسبتم (Gafil oldunuz ve… mı sandınız? Ya da bilmediniz ve… mı sandınız?) şeklindedir.
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir.
حَسِبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, حَسِبْتُمْ fiilinin mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
خَلَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir.Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَبَثاً hal konumunda masdar olup fetha ile mansubdur.
وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
Cümle atıf harfi وَ ’la makablindeki masdar-ı müevvele matuftur.
İsim cümlesidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
كُمْ muttasıl zamir اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِلَيْنَا car mecruru تُرْجَعُونَ fiiline mütealliktir.
لَا تُرْجَعُونَ fiili, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تُرْجَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
Ayet takdiri أغفلتم (Gaflet mi ettiniz) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hûdus, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
İstifham takrir ve tevbih içindir. (Âşûr)
İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’in dahil olduğu اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar teviliyle حَسِبْتُمْ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
خَلَقْنَاكُمْ fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
عَبَثاً , nekre gelerek tahkir ifade etmiştir.
عَبَثاً ifadesi hal olup, “abesle iştigal ederek, boşu boşuna” anlamındadır. Tıpkı لاعبين [oyun oynarcasına] (Enbiya Suresi, 16) ifadesi gibidir. Ya da mef‘ûlun lehtir; anlam şöyledir: Sizi oyun olsun diye yaratmadık, bizi sizi yaratmaya sevk eden tek şey, bunu gerektiren bir hikmettir ki o da sizleri kul edinmemiz ve sizi zor itaatleri yerine getirmekle ve günahlardan kaçınmakla mükellef kılıp, sizi mükellefiyet diyarından mükâfat ve ceza diyarına döndürmek ve iyilik edenlere ödülünü, kötülük edenlere de cezasını vermektir. (Keşşâf)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اِلَيْنَا , amili olan لَا تُرْجَعُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir. Müsned لَا تُرْجَعُونَ şeklinde menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
تُرْجَعُونَ fiili meçhul bina edilmiştir.
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
لَا تُرْجَعُونَ fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. Cümle, “Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” anlamının yanında, “Gereken cezayı görmeyeceğinizi mi sandınız?” manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkepdir.
تُرْجَعُونَ ibaresini cumhur ulema ت harfi dammeli, ج harfi fethalı olacak şekilde okumuş ve mana olarak Allah Teâlâ’nın onları öldükten sonra istemeseler de dirilterek zorla huzuruna getireceği yorumu yapılmıştır. Hamza ve el-Kisâî ise ت harfini fetha, ج harfini ise kesra ile يَرْجِعُونَ şeklinde okumuş ve bunun da isteseler de istemeseler de yani ya itaat ederek ya da zorla huzura getirilecekleri manasına geldiğini söylemiştir. (Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَر۪يمِ
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ
فَ istînâfiyyedir. تَعَالَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. الْمَلِكُ lafza-i celâl’in sıfatı olup lafzen merfûdur. الْحَقُّۚ kelimesi اللّٰهُ lafza-i celâlin ikinci sıfattır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَر۪يمِ
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi اللّٰهُ lafza-i celâlin hali olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.
اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri; موجود (vardır) şeklindedir.
Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
Atfı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atfı beyan olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
Burada sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyanı olarak gelmişdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَبُّ kelimesi هُوَ zamirinden bedel veya atf-ı beyandır. Aynı zamanda muzâftır. الْعَرْشِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْكَر۪يمِ kelimesi الْعَرْشِ ’nın sıfatı olup mecrurdur.
الْكَر۪يمِ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ
فَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
التَّعالِي kelimesi العُلُوِّ kelimesinin mübalağasıdır. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْمَلِكُ ve الْحَقُّۚ kelimeleri Allah lafzının iki sıfatı olarak merfûdur.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
المَلِكُ kelimesinin ال ile marifeliği cins içindir. (Âşûr)
“İşte mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir.” Bu kelam, Allah'ın zatını ve ilk hayat ile son hayatta kulların mükâfat ve cezalarını üstün ve erişilmez bir hikmetle yöneten şanını tazim etmektedir. Yani Allah zatı itibarıyla yücedir ve zatında, sıfatlarında, hallerinde ve fiillerinde yaratılmışlara benzemekten ve fiillerinin, hikmet ve maslahatların ve övgüye layık sonuçlardan bilgisiz olmaktan münezzehtir. O, başlangıçta da diriltmek ile öldürmek, cezalandırmak ve mükâfatlandırmak hususlarında da yegâne mutlak hak ve hakimdir; O'ndan başka her şey, O'nun mülkü ve hükümranlığının kahrı altındadır. (Ebüssuûd)
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَر۪يمِ
Ayetin fasılla gelen ikinci cümlesi, lafza-i celâlden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Cinsini nefyeden لَٓا ’nın dahil olduğu cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İsmi اِلٰهَ olan لَٓا ’nın haberinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, موجود (vardır) olabilir.
هُوَ , mahzuf haberdeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.
لَٓا ve اِلَّا ile oluşan kasr, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. Kasr لَٓا ’nın ismi ve haberi arasındadır. اِلٰهَ sıfat/maksûr, هُوَۙ mevsuf/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı hakikidir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf; zikredilen sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama bu mevsûfta başka vasıflar bulunabilir demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبُّ kelimesi هُوَ zamirinden bedeldir.
Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden الْكَر۪يمِ kelimesi, الْعَرْشِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Arş'ın “kerim” olarak vasıflandırılması, ya vahyin ve ezcümle Kur’an-ı Kerim yahut hayır, bereket ve rahmet oradan indiği içindir. Ya da en büyük kerem sahibi Allah'a nispet edildiği içindir. Bir kıraate göre ise Kerim kelimesinin harekesi, Rabbe sıfat olacak şekilde okunmuştur. Nitekim “Şerefli Arş'ın sahibidir.” ayeti de bu kabildendir. (Ebüssuûd ve Âşûr)
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّ الْعَرْشِ izafetinde Rabb isminin muzâfun ileyhi olan الْعَرْشِ , şan ve şeref kazanmıştır.
اِلٰهَ - اللّٰهُ - رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Önceki ayetteki, خَلَقْنَاكُمْ ve bu ayetteki اللّٰهُ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
Surede, 99. ayetten bu ayete kadar olan bölüm, ahiret hayatına ayrılmış olup burada inkârcıların ahirette karşılaşacakları azap anlatılmaktadır. İnkârcıların suçlarını itiraf edip cehennemden çıkarılmayı talep edecekleri, fakat dünyada müminlere karşı onur kırıcı davranışlarının cezasının benzer şekilde kendilerine uygulanacağı belirtilmektedir.
Surenin bitimine işaret eden bu ayette berâat-i intihâ sanatı vardır. Berâat-i intihâ; son bölümde sözün bittiğine dair bir işaret bulunmasına denir.
Bu ayet-i kerimede başta beyan edilen Allah’ın vahdaniyetinin delilleri, onun kudreti ve hikmeti manaları detaylandırılarak O’nun mülkünde hiç bir kusur veya noksanlığın olmadığı, kendisinin mutlak anlamda bir egemenliğe sahip olduğu ve mülkü üzerinde tam bir tasarruf ve nüfuza malik olduğu vurgulanmıştır. (Âşûr)
وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | يَدْعُ | taparsa |
|
3 | مَعَ | ile beraber |
|
4 | اللَّهِ | Allah |
|
5 | إِلَٰهًا | bir tanrıya |
|
6 | اخَرَ | başka |
|
7 | لَا | bulunmayan |
|
8 | بُرْهَانَ | hiçbir delil |
|
9 | لَهُ | hakkında |
|
10 | بِهِ | onun |
|
11 | فَإِنَّمَا | şüphesiz |
|
12 | حِسَابُهُ | onun hesabı |
|
13 | عِنْدَ | yanındadır |
|
14 | رَبِّهِ | Rabbinin |
|
15 | إِنَّهُ | çünkü (o) |
|
16 | لَا | asla |
|
17 | يُفْلِحُ | iflah olmazlar |
|
18 | الْكَافِرُونَ | kafirler |
|
وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ cümlesi mübteda olan مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
يَدْعُ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. مَعَ mekân zarfı mahzuf اِلٰهاً ’nin mahzuf haline müteallik olup mahallen mansubdur. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلٰهاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ kelimesi اِلٰهاً sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ cümlesi itiraziyyedir.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. بُرْهَانَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha ile mansubdur. لَهُ car mecruru لَا ’nın mukadder haberine mütealliktir. بِه۪ۙ car mecruru mukadder habere mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır.
اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
حِسَابُهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِنْدَ mekân zarfı, mahzuf habere mütealliktir. رَبِّه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُفْلِحُ merfû muzari fiildir. الْكَافِرُونَ fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْكَافِرُونَ kelimesi, sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ
وَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan مَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنْ mübtedadır. Meczum muzari fiil sıygasındaki يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ cümlesi مَنْ ’in haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يَدْعُ fiilinin mef’ûlü olan اِلٰهاً ’deki tenvin, nev ve ‘herhangi bir’ anlamındadır. Ayrıca tahkir ifade eder. اٰخَرَ kelimesi اِلٰهاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İtiraziyye olan لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ cümlesi, cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. بُرْهَانَ , cinsini nefyeden لَا ’nın ismidir. Haberi ise mahzuftur. Haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
بُرْهانَ لَهُ بِهِ ifadesi ومَن يَدْعُ مَعَ اللَّهِ إلَهًا آخَرَ ifadesinden haldir ve buna حالٌ لازِمَةٌ (Lazım hal) denir. Çünkü Allah ile birlikte başka bir ilâha tapmak, ancak delil ve burhandan yoksun bir şekilde gerçekleşebilir. (Âşûr)
فَ şartın cevabı için rabıtadır. اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir. اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ ve رَبِّ isimlerinde zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَإنَّما حِسابُهُ عِنْدَ رَبِّهِ ifadesindeki kasr, kasr-ı hakîkîdir ve bu ifade hesap gününün tekidini ve o günkü hesabın yalnız ve yalnız Allah Teâlâ’nın elinde olduğu manasını içerir. (Âşûr)
Burada kasrın izafî olması da caizdir. Bu durumda Nebi aleyhisselamı yatıştırmak için gelmiştir. Öyle ki Allah Teâlâ إنْ عَلَيْكَ إلّا البَلاغُ (Şûra Suresi, 48) ayetinde belirtildiği gibi O’na yalnızca tebliğ vazifesini yüklemiş, kâfirlerin inkârdaki ısrarları sebebiyle O’nu sorumlu tutmayacağını muhtelif ayetlerle beyan etmiştir. (Âşûr)
عِنْدَ رَبِّه۪ izafetinde, Rabb ismine muzâf olması sebebiyle عِنْدَ tazim edilmiştir. Allah ile birlikte başka bir ilâha tapan kişiye ait zamirin Rabb ismine izafesi, onun, Allah’ın otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduğunu haber verdiği gibi sapkınlıkta ne kadar ileri gittiğine de işaret eder. Ayrıca bu izafette Rabbin onun üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
اِلٰهاً - اللّٰهِ - رَبِّه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kur’an-ı Kerim’de şart ile cevabı arasına itiraziyye cümlesi girmesinin bir örneği de bu ayettir. Cinsini nefyeden لَا ile mansub olan isim cümlesi olarak şart ile cevabı arasına gelmiştir.
Eğer bu ayette geçen مَنْ يَدْعُ cümlesi şart cümlesi, فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ cümlesi ise cevabı olarak kabul edilirse, bu durumda; لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ cümlesi sıfat konumunda kabul edilir.
Bu ayette geçen لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ cümlesiyle ilgili bir başka yorum ise bu cümlenin şart ile cevabı arasında itiraziyye cümlesi olduğudur. (Kanatbek Orozobekov, Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize Ve Kur’an-ı Kerim’den Seçme Örnekler)
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِنَّهُ ’deki هُ şan zamiri اِنَّ ’nin ismidir.
Mercii olmayan şan zamiri, ancak اِنَّ ile gelir ve kelama zerafet kazandırır. Bilindiği gibi müennesine de kıssa zamiri denir. Bunların genel adı ise iş zamiridir. Müsnedün ileyh; şan zamiri olarak da gelebilir. Bu durumda, garabete delalet eder. Bu durumda muhatap bundan sonra gelen şeyi merak eder (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca muzari fiil teceddüt, tecessüm ve zem makamında olduğunda istimrar ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu sure أفْلَح الْمُؤْمِنُون cümlesi ile başlamış, اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ cümlesi ile sona ermiştir ki her iki grup arasındaki farklılık ortaya çıksın. Başlangıç ile sonuç arasında ne kadar fark var! (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) Hüsn-i intihâ sanatı vardır.
Müminlerin felahını bildiren ayet ile başlamakta ve surenin sonunda da kâfirlerin felah bulamayacakları bildirilmektedir. (Ebüssuûd)
Kur’an’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
إنَّهُ لا يُفْلِحُ الكافِرُونَ cümlesi tezyîldir. (Âşûr)
Surenin قَدْ أفْلَحَ المُؤْمِنُونَ şeklinde başlayıp إنَّهُ لا يُفْلِحُ الكافِرُونَ şeklinde hitama ermesinde reddü'l-acüz ale's-sadr vardır ve bu, müminlerin zıddına kâfirlerin felahının mümkün olmadığının ifadesidir. (Âşûr)
وَقُلْ رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَ
وَقُلْ رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
ارْحَمْ atıf harfi وَ ’la اغْفِرْ ’e matuftur.
وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir.
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
الرَّاحِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الرَّاحِم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi رحم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقُلْ رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiilin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve münadadaki muzâfun ileyhin hazfi, mütekellimin, münadaya yakın olma isteğine işarettir. Ayrıca bu izafet mütekellimin, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini gösterir.
Nidanın cevabı olan اغْفِرْ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Aynı üslupta gelen وَارْحَمْ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
اغْفِرْ ve ارْحَمْ fiillerinin müteallikleri mahzuftur. Makam karinesiyle takdiri, اغْفِرْ لِي وارْحَمْنِي (Beni bağışla, bana merhamet et.) şeklindedir. Emir üslubundaki mekulü’l-kavlin dua manasında olması, zımnî olarak icabet vaadini içerir. (Âşûr)
ارْحَمْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Ayetin mekulü’l-kavle dahil olan son cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan خَيْرُ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. İzafet formunda gelişi veciz ifade kastına matuftur. Bu izafet, mevsufun sıfatına izafesi babındandır.
Haber formunda gelmiş olmasına rağmen duaya dahil olan bu cümle mukteza-i zahirin hilafına olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Muzâfun ileyh الرَّاحِم۪ينَ şeklinde ism-i fail olarak gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
ارْحَمْ (Merhamet et) - لرَّاحِم۪ينَ (Merhamet eden) kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
“Ey Resulüm! De ki: “Rabbim! (ümmetimi) bağışla, onlara merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”
Bu ayet, mağfiret ve rahmet dilemenin, en önemli dini işlerden olduğunu bildirmektedir. Öyle ki geçmiş ve gelecek yanlışları bağışlanmış olan Peygambere (as) bile emredilmiştir. Şu halde diğerleri için ne kadar önemli olmaktadır! (Ebüssuûd)
Kıyamet gününden korkutan ayetlerin akabinde bu şekilde dua son derece uygun olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Hüsn-i intihâ: Mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlil, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
Yine rivayet olunur ki bu surenin başı da sonu da cennet hazinelerindendir. Her kim surenin başından üç ayetle amel ederse ve sonundan da dört ayetle öğütlenirse mutlaka kurtuluş ve felah bulur. (Ebüssuûd)
İnsan, tek başına günlük hayatın üzerinde düşününce, dünya hayatının geçiciliğine şahit olur.
Bir yemek sofrası için; kimisi önden uzun hazırlıklar yapar, kimisi daha kısa sürede hazırlar. Kimisi çok çeşit ister, kimisi az ile yetinir. Sofraya oturunca, yemesi hazırlanmasından çok daha çabuktur. Oturanların; kimisi önüne konanın tadını çıkarırken, kimisinin aklı başka bir yemektedir, yediğinin tadını çıkaramaz. Kimisi doyacağı kadar yerken, kimisi yiyebileceğinden fazlasını alır, israf eder. Kimisi için beraber yediği insanlardan dolayı sofrada geçen süre bitmek bilmez, kimisi için zaman akar gider. Sofradan kalkanların kimisi şükürle kalkarken, kimisi memnuniyetsizdir. Ancak, öyle ya da böyle, yiyen herkesin karnı doymuştur.
Bir de, sofradan kalktıktan sonra kenara çekildiğini düşünse. Tabağına aldığı her lokma, israf ettiği her zerre ve aynı sofraya oturmayı seçtiği her insan ile ilgili sorular sorulacağını bilse. Sofradaki her hali değişmez mi?
Dünya hayatı da, yemek sofrası gibidir. Saatlerce hazırlandığı ya da kafasını yorduğu her an gelip geçer. İster şükrederek yaşasın, ister burun kıvırarak; ister elindekilerin değerini bilsin, ister sahip olmadıklarının peşinden koşsun dursun; ister karnı doymadan gözü doysun, ister gözü doymadan karnı doysun; o sofra bir gün toplanır ve herkes dağılır.
Allah, öyle muazzam bir dini seçmiş ki kulları için, insan hayatının her parçasına dokunmakta ve sınırlarıyla korumaya almakta. Öyle ki insan; yaşadığı her anın ve yaptığı her işin içinde, buradan hakikate varacağını hatırlasın. Dünyaya boşa gelmediğinin ve bir sofraya dahi boşa oturmadığının bilincinde olsun. Her anın içinde Rabbinin rızasını kazanma fırsatı olduğu müjdesiyle sevinsin. Ayağını denk alsın ve ebedi hayatını itina ve tevazu ile inşa etsin.
Ey her şeyimizin sahibi olan Allahım! Bizi; hakikati görenlerden ve iman edenlerden eyle. Rahmetin ile dünya üzerindeki zamanımızı hayırla ve bereketle harcayalım. Yaşadığımız her anı ve yaptığımız her işi; Senin rızanı kazanmak için bir fırsat olarak görelim ve değerlendirelim. Bizi; “Rabbimiz! Biz iman ettik; bizi affet. Bize acı. Sen merhametlilerin en hayırlısısın.” diyenlerle beraber eyle. Sana teslim olanlar ile alay edenlerle beraber olmaktan ve nefsani bir anın içinde kaybolup onlarla gülmekten Sana sığınırız. Bizi bağışla, bize merhamet et ve bizi yolunda dosdoğru tut Rabbim!
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji