26 Haziran 2025
Nûr Sûresi 1-10 (349. Sayfa)
Nûr Sûresi
Medine döneminde inmiştir. 64 âyettir. Adını, 35. âyette geçen “nûr” kelimesinden almıştır. Sûre de başlıca; bireysel ve toplumsal hayatla ilgili çeşitli hüküm ve prensipler, özellikle aile hayatına dair esaslar yer almaktadır.
Mushaftaki sıralamada yirmi dördüncü, iniş sırasına göre 102. sûredir. Haşr sûresinden sonra, Hac sûresinden önce Medine’de inmiştir. Zina edenlerle evlenmeyi kınayan 3. âyet, hicretin 3. yılında, Recî’ çatışmasında şehid düşen Mirsed ile ilgilidir. Şu halde sûrenin ilk âyetleri hicretin 1. yılının sonu ile 2. yılının başlarında vahyedilmiş olmalıdır. Eşleri hakkında zina suçlamasında bulunan kocalar hakkındaki 6. âyetin de Tebük Savaşı’ndan sonra, 9. yılın Şâban ayında geldiği bilinmektedir. Buna göre sûrenin uzun bir zaman dilimi içinde parça parça nâzil olduğu anlaşılmaktadır.
Sûrenin konularını şöylece sıralamak mümkündür:
 1. Zina suçu işleyenlerin cezası ve bunlarla evlenmenin hükmü.
 2. Namuslu kadınlara iftira edenlerin ispat yükümlülüğü, cezası ve lânet-leşme usulü.
 3. Hz. Âişe’nin, münafıklar tarafından yapılan iftiradan berâeti (Allah’ınmünafıkları yalanlaması, Hz. Âişe’yi temize çıkartması).
 4. Namusla ilgili dedikoduların ve ahlâksızlığın yayılmasına sebep olanların kınanması.  5. Evlere girip çıkma ile ilgili muaşeret kuralları.
 6. Müslümanlar arasındaki (kadın-erkek) sosyal ilişkiler ve selâmlaşma kuralları.
 7. Köle ve câriyelere iyi davranma, onları evlendirme ve özgürlüklerine kavuşturma konularıyla ilgili teşvikler.
 8. Fuhşun yasaklanması, iffetli olmanın teşviki.
 9. Şeytanın tuzakları hakkında uyarı. 
10. Allah’ın doğru yolu göstermesi ve imana giden yola ışık tutmasıylailgili temsilî açıklamalar.
 11. Allah’ın büyüklüğü ve eşsiz nitelikleri, O’na kulluk edenlere sevgisi ve ödülleri konularında önemli açıklamalar ve müjdeler.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nûr Sûresi 1. Ayet

سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ  ...


Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سُورَةٌ bir suredir س و ر
2 أَنْزَلْنَاهَا bu indirdiğimiz ن ز ل
3 وَفَرَضْنَاهَا ve farz kıldığımız ف ر ض
4 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
5 فِيهَا onda
6 ايَاتٍ ayetler ا ي ي
7 بَيِّنَاتٍ açık açık ب ي ن
8 لَعَلَّكُمْ belki
9 تَذَكَّرُونَ düşünüp öğüt alırsınız ذ ك ر
Bilindiği gibi sûreler âyetlerden oluşmaktadır. Nûr sûresini göndermeyi murat eden Allah Teâlâ onun kaç âyetten oluşacağını, âyetlerin içeriğini, uzunluk ve kısalığını, ifade tarzını takdir etmekte, sonra da Cebrâil vasıtasıyla onu peygamberine göndermektedir. Tefsircilerin çoğu, âyette geçen faradnâ kelimesine bizim tercih ettiğimiz “belirlemek” mânasını değil, “farz kılmak” anlamını vermişler ve “... indirdik ve farz kıldık” şeklinde anlamışlardır. İbn Âşûr’un da işaret ettiği üzere (XVIII, 143) sûrede geçen bütün âyetler farz kılınmış hükümler getirmediği için biz meâldeki anlamı tercih ettik.

سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir.  سُورَةٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri;  هذه’ şeklindedir.  اَنْزَلْنَاهَا  fiili  سُورَةٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat   2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا  ve  فَرَضْنَاهَا  cümlesi atıf harfi و ‘ la makabline matuftur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَرَضْنَاهَا   sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَٓا  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir.

اٰيَاتٍ  mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

بَيِّنَاتٍ  kelimesi  اٰيَاتٍ ’in sıfatı olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî: husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.

كُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

تَذَكَّرُونَ  fiili,  لَعَلَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.  تَذَكَّرُونَ  fiili  نَ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْزَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

تَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ

İbtidaiyye olarak gelen ayet-i kerîme’de geçen  سُورَةٌ  kelimesi  هو  şeklindeki mukadder bir mübtedanın haberidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَنْزَلْنَاهَا  cümlesi  سُورَةٌ  için sıfattır. 

سُورَةٌ kelimesi haberi mahzuf bir müpteda veya mahzuf bir mübdedanın haberidir. هذه سُورَةٌ veya فيما أوحينا إليك سورة
şeklinde takdir edilebilir.
Nekre gelmiş arkasındaki cümle sıfatı olmuştur. Yani sıfat tamlaması ile başlamıştır.
Takdir edilen işaret ismi o anda karşıda bir muhatap olduğunu ve bunun devam eden bir konuşma olduğuna işaret eder.
Bu sûrede vahiy edilen her şey ve buna eklenen ayetler bu takdir edilen işaret isminin gösterdiği manalardır.
Bu kullanım kelamda yaygındır.
سُورَةٌ kelimesinin mübteda olup 2. ayetten itibaren sûrenin tamamının haber olması da caizdir.
سُورَةٌ kelimesinin mübteda olup arkasından bu mübtedaya bazı sıfatların eklenmesi arkadan gelecek haberleri dinlemeye teşvik için olabilir.
Efendimizin hadis-i şerifinde olduğu gibi: Rahman'ın sevdiği iki kelime vardır ki söylemesi kolay mizanda ağırlığı çoktur: Sübhanallahi ve bihamdihi Sübhanallahi azîm.
سُورَةٌ kelimesinin manası şudur: Başı, sonu ve ayetlerinin sayısı muayyen olan Kur'an'ın bir cüzüne sûre denir. (Âşûr)
سُورَةٌ kelimesi nekreliğin ifade ettiği heybet, görkem, tazim manalarını taşır.
سُورَةٌ kelimesi; şehrin etrafını çeviren duvarlar için de kullanılır. Zaten Türkçedeki kullanım da böyledir. Dolayısıyla şehrin içindekilerin, Kur'ân'da da ayetlerin değerini hissettiren bir kelimedir. Aynı zamanda bu ayetleri koruyan bir sahibinin olduğuna işaret eder. Nekre gelmesi bu değeri arttırmıştır.
 Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Aynı üslupta gelen  وَفَرَضْنَاهَا  cümlesi ve   وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ  cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle  اَنْزَلْنَاهَا  cümlesine atfedilmiştir.

اَنْزَلْنَاهَا  ve  فَرَضْنَاهَا  fiillerindeki  نَا , azamet zamiridir. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

اٰيَاتٍ ’deki tenvin tefhim ve tazim içindir.  بَيِّنَاتٍ  kelimesi  اٰيَاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَنْزَلْنَاهَا  fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سُورَةٌ - اٰيَاتٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin başlangıcı hüsn-i ibtida sanatının güzel bir örneğidir.

Kur’an’daki surelerin başı öylesine güzeldir ki muhatabın dikkatini celb edip hemen etkisi altına alır ve devamını dinlemeye sevk eder. Bunun için ilk muhataplardan inkâr edenler, hatta inkâr bakımından en ileride olanlar bile geceleri gizli gizli Kur’an dinliyorlar, birbirlerine yakalanıyorlar, bir daha dinlememeye yemin ediyorlar ama ertesi gece yine aynı yerde bulunuyorlardı. 

فرض السورة  ifadesinde istiare vardır. Çünkü aslında  فرض  kelimesi  فروض ’un tekilidir. فروض , hisse ve payların miktarlarının ayırt edilme işaretleri olarak kumar oklarına açılan kertik ve çentiklerdir. Buna göre buradaki  فَرَضْنَاهَا  ifadesinin manası sure için, onun şerefine delalet eden, kadrinin büyüklüğüne, şanının yüceliğine tanıklık eden işaret ve alametler koyduk demektir.  فَرَضْنَاهَا  şeddeli ve şeddesiz olarak kıraat edilmiştir. Şeddeli kıraat eylemin çok yapıldığını ifade eder. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)

Nûr Suresi; سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ  şeklinde surenin önemine ve azametine işaret edecek şekilde başlamıştır. Surede şer’î hükümler, edep, aile ve toplumun ıslahıyla, Müslümanların özellikleri ve şerefiyle alakalı öğütler yer almaktadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi

سُورَةٌ  kelimesi mahzuf bir mübtedanın haberi,  اَنْزَلْنَاهَا  (indirdiğimiz) ise sıfattır. Yani indirdiğimiz bir suredir. Yahut nitelenmiş mübteda olup haberi mahzuftur, فيما أوحينا إليك سورة أنزلناها (Sana vahyettiklerimiz içerisinde indirdiğimiz bir sure vardır.) anlamındadır.  سُورَةٌ  kelimesi mansub da okunmuştur. Bu, ya  زيدا ضربته  örneğindeki gibidir ki bu durumda  اَنْزَلْنَاهَا (indirdiğimiz) cümlesinin irabda mahalli yoktur, çünkü mukadder fiilin açıklayıcısıdır, dolayısıyla onun hükmündedir. Veya دونك سورة  ya da  اتل سورة  takdirindedir ki bu durumda  اَنْزَلْنَاهَا  cümlesi sıfat olur yani “indirdiğimiz bir sureyi oku” manasındadır. (Keşşâf) 

سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا  (Bu, Allah'ın indirdiği, şan ve şerefi yüce bir suredir) ayetinde  سُورَةٌ  kelimesinin nekre olarak getirilmesi onun yüceliğini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Daha önce geçmiş olan ‘indirdik’ lafzının  وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ (O surede apaçık ayetler indirdik) cümlesinde tekrar edilmesiyle ıtnâb sanatı yapılmıştır. Bu, sureye verilen önemin büyüklüğünü göstermek içindir. Bu, önemine binaen umumdan sonra hususun zikredilmesi kabilindendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Zuhaylî de aynı görüştedir. Bu surede zina, kazif, liân, hayrı terk etme üzerine yemin, izin isteme, gözü harama karşı yummak ziynetlerin mahrem olan ve olmayanlara gösterilmesi, bekârları evlendirme, nikâh imkânı bulamayanların iffetli olmaları, kölelerle yapılan mükâtebe sözleşmesi, genç kızların zinaya zorlanması, Resulullah’a (sav) itaat etme ve müminlere selam verme hükümleri gibi önemli konulara dair hükümler zikredildiğini söylemiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

Bu ayet, surede farz kılınanların farziyetinin pek kuvvetli olduğunu açıkça bildirmektedir. (Ebüssuûd)

وأنْزَلْنا فِيها آياتٍ بَيِّناتٍ  sözüne gelince, önemi sebebiyle yapılan bir tekrardır ve surede geçen her ayet için bir uyarıdır ki bu ayetlerde hidayetten tevhide, İslam'ın hakikatine dair deliller ve temsiller, Allah'ın kudretinin, ilminin ve hikmetinin bolluğuyla alakalı deliller vardır. (Âşûr)

Dolayısıyla  فِيها (içindeki) kelimesi dolayısıyla mekni istiare vardır. Bu surenin ayetleri; biriken ve sanki kasa ve benzeri bir şeyin içindeymiş gibi kaybolmaktan, solmaktan korunmasına hırs duyulan bir şeye benzetilmiştir. Müşebbehün bihe bir müradifiyle işaret edilmiştir. Bu müradif zarf harfi olan  فِي ’dir. Burada tahyili istiare kullanılmamıştır. Çünkü burada hazineye benzer bir şey yoktur. (Âşûr)

آياتٍ  kelimesi  بَيِّناتٍ  kelimesiyle sıfatlanmıştır. بَيِّناتٍ ; açık demektir. Mecaz-ı aklîdir. Önemi sebebiyle atıf harfiyle birlikte gerek duyulmasa da  الإنْزالِ  fiili  tekrarlanmıştır. (Âşûr)


لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  تَذَكَّرُونَ nin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku: istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

 
Nûr Sûresi 2. Ayet

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الزَّانِيَةُ zina eden kadına ز ن ي
2 وَالزَّانِي ve zina eden erkeğe ز ن ي
3 فَاجْلِدُوا vurun ج ل د
4 كُلَّ her ك ل ل
5 وَاحِدٍ birine و ح د
6 مِنْهُمَا onlardan
7 مِائَةَ yüz م ا ي
8 جَلْدَةٍ değnek ج ل د
9 وَلَا ve asla
10 تَأْخُذْكُمْ sizi tutmasın ا خ ذ
11 بِهِمَا onlara karşı
12 رَأْفَةٌ acıma duygusu ر ا ف
13 فِي
14 دِينِ dininde (cezasını uygulamada) د ي ن
15 اللَّهِ Allah’ın
16 إِنْ eğer
17 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
18 تُؤْمِنُونَ inananlar ا م ن
19 بِاللَّهِ Allah’a
20 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
21 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
22 وَلْيَشْهَدْ ve şahid olsun ش ه د
23 عَذَابَهُمَا onlara yapılan azaba ع ذ ب
24 طَائِفَةٌ bir grup ط و ف
25 مِنَ -den
26 الْمُؤْمِنِينَ mü’minler- ا م ن
Daha önce (bk. Nisâ 4/15-16) zina ve cezası hakkında bazı bilgiler verilmişti. Burada ek olarak şunları kaydetmek mümkündür:
 
 İslâm’a göre zina, aralarında nikâh bağı bulunmayan kadın ve erkeğin birbirleriyle cinsel ilişkide bulunmasıdır. Bunun para karşılığında yapılmış olup olmaması zina kavramını değiştirmez. Câhiliye devrinde daha ziyade câriyeler ve az da olsa hür kadınlar, evlerine flamalar asarak bu işi ücret karşılığında yaparlardı ve onların yaptığına “biğâ” denirdi. Zina kelimesi ise menfaat karşılığı olmayan, aşka ve sevgiye dayanan veya zevk için yapılan gayri meşrû birleşmeler için kullanılırdı. Bu dönemde zina için uygulanan, hukukî işlerliği olan objektif bir ceza da yoktu. Zina eden kadının kocası veya velisi olayı namus meselesi yaparsa ya şahsen intikam alırdı veya araya girenler ihtilâfı sulh yoluyla çözerlerdi. 
 
 İslâm’dan sonra zina bütün çeşitleriyle yasaklandı, kınandı ve yapanlar için cezalar kondu. Nisâ sûresinde öngörülen cezalarda açıklanması gereken hususlar vardı, bu âyet zina eden erkeğe ve kadına yüzer adet sopa vurulacağını ifade ederek konuya açıklık getirdi. Tefsircilerin ve fıkıhçıların çoğu bu cezanın muhsan olmayan (sahih evlilik akdi içinde cinsel temas yapmamış) kimselere uygulanacağını, muhsan olanların cezasının ise recm yani taşlayarak öldürmek olduğunu belirtmişlerdir. Biz ise kendi tercihimizi, Nisâ sûresinde “Yüz sopa genel olarak cezadır (haddir), recm, sürgün vb. cezalar ise kanunlaştırılması ve uygulanması yönetimlere bırakılmış, ta‘zir diye bilinen ve değişmeye açık bulunan cezalardır” diyerek açıklamıştık.
 
 Fıkıhçılar, uygulama şekillerine bakarak sopanın ve uygulamanın nasıl olacağı konusunda detaylı açıklamalar yapmışlardır. Bu konudaki açıklamalarda dikkat çeken husus, çok acı vermeyecek bir sopanın veya kırbacın seçilmesi ve sakatlığa sebep olacak, hayatî tehlike oluşturacak şekilde vurulmaması gibi konularda gösterilen titizliktir.  
 
Cezanın gerekçeleri arasında suçluyu ıslah etmesi, ırza tecavüz durumunda mağduru tatmin etmesi, hem suçlu hem de diğerleri için caydırıcı ve ibret verici olması gibi hususlar vardır. Allah kullarını sevdiği ve onlara karşı sonsuz merhamet sahibi olduğu halde yine kullarının faydasına olduğu için acı bir ilâç gibi cezaya da yer vermiştir. İnsanlara yaratıcısından ve sahibinden fazla acımak kullara düşmez; suç işleyen hak ettiği cezayı çekmelidir, suçluya acıyarak –hukuk izin vermediği halde– cezadan vazgeçmek suçluya da topluma da hayır getirmeyecektir. Ceza infaz edilirken uygun sayı ve nitelikte bir grubun hazır bulunması, cezanın hukuka uygun bir şekilde infaz edilmesinin sağlanması ve ibret alma gerekçesinin gerçekleşmesi bakımından faydalı görülmüştür.
 

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 50-51
Medine’de zina eden Yahudi bir erkekle kadına Resûl-i  Ekrem’in recmden daha hafif bir ceza vereceğini umarak huzuruna geldiklerinde Peygamber Efendimiz onlara Tevrat’ın bu konudaki hükmünü sordu. Gerçeği gizleyen Yahudiler zina edenlere meydan dayağı attıklarını veya yüzleri kara çalıp dolaştırdıklarını ve böylece günahkârları rezil ettiklerini söylediler; fakat ünlü bir Yahudi âlimi iken İslamiyet’i kabul eden Abdullah ibni Selâm onların yalan söylediklerini , zira Tevrat’ta recm âyeti bulunduğunu belirtti. Tevrat’ı alıp getirdikleri zaman da recm âyetinin üzerini elleriyle kapatarak , orada böyle bir hüküm bulunmadığını ileri sürmeye kalktılar. Abdullah ibni Selâm yine onların oyununu bozunca Resûl-i Ekrem suçluların Tevrat’a göre cezalandırılmalarını emretti. 
( Buhâri, Menâkıb 26, Hudûd 24,37, Tevhid 51; Müslim , Hudûd 26,28).

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ 

 

İsim cümlesidir.  اَلزَّانِيَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muzâfı mahzuf olup takdiri; حكم الزانية (zaniyenin hükmü) şeklindedir. 

الزَّان۪ي  atıf harfi و ’la makabline matuftur.  الزَّان۪ي  kelimesi  ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Haberin takdiri, في ما يتلى عليكم (size okunan şeyde) şeklindedir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم تؤمنون بالله وعاقبتموهما (Allah’a inanıyorsanız o ikisine ceza verin.) şeklindedir. 

اجْلِدُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  وَاحِدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْهُمَا  car mecruru  وَاحِدٍ in mahzuf sıfatına mütealliktir.

مِائَةَ  kelimesi mef’ûlun mutlaktan naibdir.  جَلْدَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلزَّانِيَةُ  kelimesi,sülâsî mücerredi زني   olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَأْخُذْكُمْ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِهِمَا  car mecruru  تَأْخُذْكُمْ  fiiline mütealliktir.  رَأْفَةٌ  muahhar fail olup lafzen merfûdur. 

ف۪ي د۪ينِ  car mecruru  تَأْخُذْكُمْ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تُؤْمِنُونَ  fiili,  كُنْتُمْ un haberi olarak mahallen mansubdur.  تُؤْمِنُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  الْيَوْمِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur.

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  إن كنتم تؤمنون بالله فعاقبوا الزانية والزاني (Allaha inanıyorsanız zaniye ve zaniyeye ceza verin.) şeklindedir.

تُؤْمِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


  وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ل  emir lamıdır.  يَشْهَدْ  meczum muzari fiildir. 

عَذَابَهُمَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

طَٓائِفَةٌ  muahhar fail olup lafzen merfûdur.  مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  طَٓائِفَةٌ un mahzuf sıfatına mütealliktir.  الْمُؤْمِن۪ينَ nin cer alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي 

 

Beyanî istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اَلزَّانِيَةُ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Bu ibarede mübteda olan  اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  kelimelerinin muzâfı hazf edilmiştir. Takdiri;  حكم اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي (zani ve zaniyenin hükmü) şeklindedir.

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri;  في ما يتلى عليكم (Size okunan şeyde… vardır) olan haber mahzuftur.

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  ifadesi, Halil ve Sîbeveyhi’ye göre mübteda olmak üzere merfû olup haberi yani  في ما يتلى عليكم (size okunan şeyde) mahzuftur. Size farz kılınanlar arasında  اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي [zinakâr kadın ve zinakâr erkek] de vardır yani bunlara vurulacak sopa hükmü... demektir. Haberin,  فَاجْلِدُوا (sopa vurun) ifadesi olması da caizdir. 

اَلزَّانِيَةُ - الزَّان۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu iki kelimenin başındaki  ال , şart manasını taşıyan  الَّذِى  manasına oldukları için haberlerinin başına  فَ  gelmiştir. Çünkü ifadenin takdiri;  اَلَّتِى زَنَتْ وَ الَّذِى زَنَى فَاجْلِدُوهُمَا  “Hangi kadın ve erkek zinâ ederse, onlara değnek vurun.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

الزّانِيَةُ والزّانِي  kelimelerinin başındaki tarif cins içindir. Bu da çoğunlukla istiğrak ifade eder ve teşrî’ makamı bunu gerektirir. Cins ifade eden  ألْ ’ın ism-i failin başında olması bu vasfı fiile benzemekten uzaklaştırmak içindir. Bunun için ism-i fail bu durumda şimdiki zamanı veya başka bir zamanı ifade etmez. Sadece sahibindeki vasfın hakiki olduğunu ifade eder. Bu genellemeye cariyeler ve köleler de dahil olduğu için  الزّانِيَةُ والزّانِي  (zina eden kadın ve zina eden erkek) olarak nitelendirilen kişi de buna dahildir. (Âşûr)


 فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ 

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri,  إن كنتم تؤمنون بالله وعاقبتموهما  (Eğer Allah’a inanıyorsanız, o ikisinin akıbeti…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَاحِدٍ - مِائَةَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَاجْلِدُوا - جَلْدَةٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  kelimeleri; ‘Onlara celde vurun’ manasında olmak üzere, haberleri mahzuf mübtedadırlar. Ayetteki değnek vurun kelimesinin bunların haberi olması da mümkündür. Bu iki kelimenin başındaki elif-lâmlar, şart manasını taşıyan (kim) manasına oldukları için, haberlerinin başına  فَ  gelmiştir. Çünkü ifadenin takdiri “Hangi kadın ve erkek zina ederse, onlara değnek vurun.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

Haberin başına  فَ  gelmesi,  اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  kelimelerinin başındaki  ال  takısının  الذى (o ki) anlamına gelmesinden ve şart anlamı içermesinden dolayıdır. Takdir şöyledir: (O kadın ki zina eder, o erkek ki zina eder, her ikisine de sopa vurun!) Tıpkı  من زنى فَاجْلِدُوهُ  (kim zina ederse ona sopa vurun) ifadesi gibi ve  وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ  [Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup da, sonra dört şahit getiremeyenlere de [seksen sopa] vurun. (Nûr Suresi, 4)] ayeti gibi. (Keşşâf)

جَلْدَةٍ : Deriye vurmaktır ki her vuruşa  جَلْدَةٍۖ  denir. Keşşâf’ta der ki  جَلْدَةٍۖ  sözünde şuna işaret vardır ki acı, ete geçirilmemelidir. Çünkü  جَلْدَةٍۖ , cilde vurmaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Kelam; unvan ve başlıklara ayırmaya benzer bir şekilde başlamıştır. Bunun için hemen arkasından  ف  harfi gelerek arkasından gelenlerin cevap cümlesi kuvvetinde olduğuna, öncesinde zikredilenlerin de şart cümlesi kuvvetinde olduğuna işaret edilmiştir. (Âşûr) 


 وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ 

 

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle,  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâi olmak bakımından mutabakat vardır. Aralarındaki anlam bütünlüğü aşikârdır. Car mecrur  بِهِمَا , siyaktaki önemine binaen fail olan  رَأْفَةٌ ’a takdim edilmiştir.  رَأْفَةٌ ’deki tenvin, kıllet ifadesi için olabilir.

ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın dini içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın dinine uymak konusundaki hassasiyeti tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

د۪ينِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  د۪ينِ  şan ve şeref kazanmıştır. Ya da o gün başka dinlerin Allah’ın dini olarak kabul edilmeyeceği içindir. (Âşûr, Âl-i İmran Suresi, 83)


 اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ 

 

Fasılla gelen cümle, mukadder şart için tefsiriyye hükmündedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Önceki cümleyi bir başka lafızla açıklayan tefsîriyye cümlesi öncesinden ne kast edildiğini açıklayan beyan cümlesidir. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevabı mahzuf olan şart cümlesidir. Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Mahzufla birlikte cümlenin takdiri, إن كنتم تؤمنون بالله فعاقبوا الزانية والزاني  (Allah’a inanıyorsanız zani ve zaniyeye ceza verin) şeklindedir.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevaptan müteşekkil terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

كان nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ (Eğer Allah'a inanıyorsanız) cümlesi, tahrik ve teşvik ifade eder. Bu, Arapların  إن كنتم رجلا فأقدم  (Eğer erkeksen, atıl) ifadesine benzer. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Yüce Allah niçin, zina hususunda önce kadını; hırsızlık hususunda ise önce erkeği zikretti? Cevap: Kadının zina etmesi ve bu suçu işlemesi çok çirkin ve adidir. Dolayısıyla Yüce Allah, önce onu zikretti. Hırsızlığa ge­lince erkek onu yapmaya daha yatkındır ve daha kolay yapabilir. Do­layısıyla onda da önce erkeği zikrederek şöyle buyurdu: Hırsızlık eden er­kek ve kadının ellerini kesiniz. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Maide Suresi 38)


وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

…اجلدوا  cümlesine atfedilen son cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümleye dahil olan  لْ , emir lamıdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  عَذَابَهُمَا ’ın faile takdimi, önemine binaendir.

طَٓائِفَةٌ ’daki tenvin herhangi “bir” manasında cins içindir.

تُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimeleri  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Denilmiştir ki sopa için azap tabirinin kullanılması, bunun bir ceza olduğunun delilidir. Tekrarlamayı önleyeceği için buna azap denmiş olması da caizdir. Nitekim ibret alınacak cezaya da nekâl denilmiştir [Maide Suresi, 38] (Keşşâf)

 
Nûr Sûresi 3. Ayet

اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah’a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya Allah’a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الزَّانِي zina eden erkek ز ن ي
2 لَا
3 يَنْكِحُ evlenmez ن ك ح
4 إِلَّا başkasıyla
5 زَانِيَةً zina eden kadından ز ن ي
6 أَوْ veya
7 مُشْرِكَةً müşrik kadından ش ر ك
8 وَالزَّانِيَةُ ve zina eden kadın ز ن ي
9 لَا
10 يَنْكِحُهَا evlenmez ن ك ح
11 إِلَّا başkasıyla
12 زَانٍ zina eden erkekten ز ن ي
13 أَوْ veya
14 مُشْرِكٌ müşrik erkekten ش ر ك
15 وَحُرِّمَ haram kılınmıştır ح ر م
16 ذَٰلِكَ bu
17 عَلَى üzerine
18 الْمُؤْمِنِينَ mü’minler ا م ن
Mâna ve hükmü genel olmakla beraber âyetin vahyedilmesinin özel bir sebebi vardır. Medine’ye hicret eden müslümanlardan Mirsed, gizlice Mekke’ye gidiyor, müşriklerin hapsederek veya bağlayarak hicret etmelerine izin vermedikleri müslümanları birer ikişer kaçırıyordu. Yine bir gece Mekke’ye girmiş, kaçıracağı müslümanın bulunduğu yere gelmişti. Mirsed’in Mekke’de oturan eski metresi Anâk onu gördü, yanına gelip o geceyi beraber geçirmelerini teklif etti. Mirsed, İslâm’ın zinayı yasakladığını söyleyerek teklifi reddedince kadın bağırdı, onun yerini ve niyetini Mekkeliler’e duyurdu. Mirsed kaçarak canını kurtardı. Sonra yine bir fırsatını bulup hapsedilmiş olan bir mümini daha kaçırarak Medine’ye geldi. Hz. Peygamber’in huzuruna çıktığında başından geçenleri anlattı ve “Anâk ile evlenebilir miyim?”diye sordu. Peygamberimiz hemen cevap vermedi, bir süre sonra âyet nâzil olunca bunu tebliğ etti ve Mirsed’e, “O kadınla evlenme” dedi (İbn Kesîr, VI, 8-9). Bir başka rivayete göre âyetin gönderilme sebebi, Suffe ehli diye bilinen, evsiz barksız oldukları için mescidin sofasında kalan müslümanların, Medine civarında paralı fuhuş yapan bazı kadınlarla evlenmek istemeleridir (Kurtubî, XII, 174).
 
 Âyetin mânası ve kısmen buna bağlı olarak hükmü konusunda da farklı anlayışlar vardır:
 
 a) Zina eden kadın veya erkek bunu yaparken karşısındaki de aynı çirkin fiili işlemektedir; yani bir kimse diğeri ile zina ediyorsa karşı tarafın fiili de ancak zina olur. Karşılıklı olarak zina yapmayı âdet haline getirmiş olanlar, bunda sakınca görmeyenler mümin de olamazlar. Diğer semavî dinlerde de zina haram kılındığı için bunu ancak müşrikler yaparlar. Nikâh kelimesini evlenme akdi değil, cinsel temas olarak alan bu yoruma göre âyette bir olgu tesbit edilmekte, sonra da zinanın haram olduğu bildirilmektedir.
 
 b) Nikâh kelimesini, Kur’an’daki hâkim mânasını göz önüne alıp evlenme akdi olarak anlayanların da farklı yorumları vardır: 1. Zina etmiş olan kimse ile mümin evlenemez, evlenirse akid feshedilir. Bu hüküm halen devam etmektedir diyen birkaç müctehide karşı daha çok sayıda fıkıhçıya göre hüküm, bu sûrenin 32. âyeti ile neshedilmiştir. Zina etmekte olan birisi ile evlenmek haram olmakla beraber nikâh feshedilmez. 2. Nesih söz konusu değildir, zina etmiş olsa bile tövbe etmiş, nefsini ıslah etmiş bulunan bir mümine zinakâr (zânî) denmez ve bunlarla evlenmekte bir sakınca yoktur. Âyette zânî dendiğine göre bundan maksat zinaya devam edenlerdir veya zina ettikten sonra âdet görüp temizlenmemiş kadınlardır. Bunlarla evlenmek haramdır, çirkindir, sâlih bir mümine yakışmaz, bunu yapsa yapsa zinakârlarla müşrikler yapar (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1329-1332).
 

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 51-52

اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ

 

İsim cümlesidir.  اَلزَّان۪ي  mübteda olup  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur.

لَا يَنْكِحُ  fiili, haber olarak mahallen merfûdur. 

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْكِحُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

اِلَّا  istisna harfidir.  زَانِيَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُشْرِكَةً  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الزَّانِيَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لَا يَنْكِحُهَٓا  fiili haber olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْكِحُ  damme ile merfû muzari fiildir.

Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِلَّا  istisna harfidir.  زَانٍ  fail olup mahzuf  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur.

مُشْرِكٌ  atıf harfi  و la makabline matuftur. 

الزَّانِيَةُ  kelimesi, sülâsî mücerredi  زني  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُشْرِكَةً  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  حُرِّمَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.

ذٰلِكَ  işaret ism-i naibi fail olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  حُرِّمَ  fiiline mütealliktir.  الْمُؤْمِن۪ينَ nin cer alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  لَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile kasr oluşmuştur. Kasr, fiille mef’ûlü arasındadır.  لَا يَنْكِحُ  maksûr/sıfat, mef’ûl olan  زَانِيَةً  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

زَانِيَةً  ve  مُشْرِكَةًۘ  kelimelerindeki tenvin, herhangi bir manasında cins içindir.

اَوْ  atıf harfiyle  زَانِيَةً ’e atfedilen  مُشْرِكَةًۘ ’in atıf sebebi tezâyüftür.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümleye matuf olan,  وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ  cümlesi de aynı üslupla gelmiştir. Atıf sebebi tezattır.

اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ  cümlesiyle  وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu iki cümle, haber formunda geldikleri halde nehiy manasındadırlar. Muktezâ-i zâhirin hilafına oldukları için cümleler mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

الزَّانِيَةُ - اَلزَّان۪ي - زَانِيَةً - زَانٍ  ile  ينكحْ - يَنْكِحُهَٓا  ve  مُشْرِكَةًۘ - مُشْرِكَ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayet-i kerimede haberler nehiy manasında gelmiştir. Buna binaen bazı kıraatlerde  لَا يَنْكِحُ  cezimli okunmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Beyzâvî ayetin tefsîrinde şunları kaydeder: “Genellikle zinaya meyilli olan kimse saliha kadınlarla evlenmek istemez. Zina eden kadına da iyi kimseler rağbet etmez. Zira ahlaki benzeşme (müşakele), ülfet ve kucaklaşmanın sebebi olduğu gibi ahlaki muhalefet de nefret ve ayrılığın sebebidir. Mukabelenin hakkı cümlenin  الزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُ اِلَّا مَن هُوَ زَانِ اَوْ مُشْرِك  şeklinde gelmesi idi. Ancak asıl anlatılmak istenen kadınlarla evlenme arzusu içinde bulunan erkeklerin durumunu beyan etmek olduğundan ibare ayetteki gibi gelmiştir.

Yani mukabele için uygun olan muktezâ-i zâhir, nikâhın birinci hükümde zina eden ve müşrik olan erkeğe isnad edildiği gibi ikinci hükümde de zina eden ve müşrik olan kadına isnad edilmesiydi. Ancak asıl maksat erkeklerin bu tür kadınlara rağbetini dile getirmek olduğundan muktezâ-i zâhirin dışına çıkılarak mukabeleye riayet edilmemiş ve nikâh her iki hükümde de erkeğe isnad edilmiştir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

“Burada nikâhtan maksat sözleşme değil, cinsel ilişkidir” denmişse de, şu iki sebepten dolayı doğru değildir: 1) Kur’an’da nikâh her nerede gelmişse sadece akit anlamında kullanılmıştır. 2) Mana bozuk olmakta ve ifadeyi “Zinakâr erkek ancak zinakâr kadınla zina eder; zinakâr kadınla da ancak zinakâr erkek zina eder.” demeye götürmektedir. (Keşşâf) 

لَا يَنْكِحُ  “nikâhlamaz” ifadesi Amr b. Ubeyd’den cezimle,  لَا ينكحْ “nikâhlamasın” şeklinde nehiy olarak nakledilmiştir. Merfû‘ okunduğunda nehiy anlamı yine vardır. Hatta daha vurgulu ve daha pekiştirmelidir. Nitekim  رحمك الله، ويرحمك “rahimekâllāhu ve yerhamukâ’llāhu” ifadeleri [Allah sana rahmet etsin anlamında] ليرحمك  şeklindeki emir kipinden daha vurguludur.  لَا يَنْكِحُ “nikâhlamaz” fiilinin “onların âdetleri bu şekilde cereyan eder” anlamında sırf haber olması da caizdir. Müminin, kendisini bu adete alıştırmaması ve bundan korunması gerekir. (Keşşâf) 


 وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Ayetin isti’naf وَ ’ıyla gelen son cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

حُرِّمَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i İbrahim, s. 127)

Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.  حُرِّمَ  fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. 

Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edilene tazim ifade etmekte ve müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesini sağlamaktadır.

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. İşaret ismi ile, müminlere haram kılınan fiile işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)  

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

الْمُؤْمِن۪ينَ - مُشْرِكَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

الزَّانِيَةُ ve عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ kelimelerinin başındaki elif lâm, her ne kadar zahiren umumilik ifade etse bile burada bu husus, ayetin kendileri hakkında nazil olduğu kimselere tahsis edilmiştir. (Fahreddin er-Razi)

 
Nûr Sûresi 4. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَداًۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَۙ  ...


Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ
2 يَرْمُونَ zina ile suçlayan ر م ي
3 الْمُحْصَنَاتِ namuslu kadınları ح ص ن
4 ثُمَّ sonra
5 لَمْ
6 يَأْتُوا getirmeyenlere ا ت ي
7 بِأَرْبَعَةِ dört ر ب ع
8 شُهَدَاءَ şahid ش ه د
9 فَاجْلِدُوهُمْ vurun onlara ج ل د
10 ثَمَانِينَ seksen ث م ن
11 جَلْدَةً değnek ج ل د
12 وَلَا ve artık
13 تَقْبَلُوا kabul etmeyin ق ب ل
14 لَهُمْ onların
15 شَهَادَةً şahidliğini ش ه د
16 أَبَدًا asla ا ب د
17 وَأُولَٰئِكَ ve işte
18 هُمُ onlar
19 الْفَاسِقُونَ yoldan çıkmış kimselerdir ف س ق
“İffetli kadınlar” şeklinde çevrilen muhsanât kelimesi burada, “evli olsun olmasın, başka bir olayda iffetle ilgili sabıkası bulunsun bulunmasın dava konusu olayda mâsum olan, zina suçu işlediği ispat edilemeyen, ergenlik çağına ulaşmış kızlar ve kadınlar” mânasındadır (kelimenin diğer mânaları için bk. Nisâ 4/24-25). Bu nitelikteki kadınlartiranın etkisi ve hükmü bakımından onlara eşit olmaları gerektiği için– namuslu erkeklere iftira edenler, bunların belli bir olayda zina suçu işlediklerini doğrudan veya dolaylı bir şekilde ifade edenler karı veya kocadan biri değil ise bu âyete, karı veya kocadan biri ise 6. âyete göre muamele göreceklerdir. Bu cezaların hedefi Câhiliye devrinde oldukça yaygın bulunan, aile hayatını tehlikeye sokan, insanları üzen, cinayetlere sebep olan kötü bir âdete son vermektir. Bu dönemde insanlar, bir kadınla bir erkeğin görüşüp konuştuklarını görünce hemen dedikoduya başlayıp namuslarına dil uzatırlardı. Çocuğun babaya benzememesi halinde de aynı şeyi yaparlardı (İbn Âşûr, XVIII, 158).
 
 Kazf diye bilinen bu iftira suçunu işleyenler dört şahit getirerek ithamlarını ispat edemedikleri için üç yaptırımla karşılaşacaklardır: 1. Zina edenlere uygulandığı şekil ve nitelikte olmak üzere seksen sopa cezası çekeceklerdir. Şahitler ifade verdikten sonra bir kısmının ifadesi geçersiz olursa diğerleri de iftira etmiş sayılır ve aynı cezayı görürler. Bu hüküm mâsum insanları iftiradan korumak bakımından önem arzetmektedir. 2. İftira ettikleri sabit olduktan sonra ölünceye kadar tanıklıkları kabul edilmeyecektir. 3. Sabıkalı hale gelecekler, fâsık olarak nitelenecekler ve buna bağlı olarak bazı haklardan yararlanma hakkını kaybedeceklerdir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 54

وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً 

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَرْمُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَرْمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

الْمُحْصَنَاتِ  mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَأْتُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاَرْبَعَةِ  car mecruru  يَأْتُوا  fiiline mütealliktir.  شُهَدَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

شُهَدَٓاءَ  kelimesi  فعلاء  vezninde olduğu için gayri munsariftir ve tenvin almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  harfi zaiddir.  اجْلِدُوهُمْ  fiili,  الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اجْلِدُوهُمْ  fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ثَمَان۪ينَ  kelimesi mef’ûlu mutlaktan naibdir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَلْدَةً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَداًۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  

تَقْبَلُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru  تَقْبَلُوا  fiiline mütealliktir.  شَهَادَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَبَداً  zaman zarfı,  تَقْبَلُوا  fiiline mütealliktir. 


وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَۙ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. İşaret ism-i  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ  fasıl zamiridir.

الْفَاسِقُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. 

 الْفَاسِقُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْفَاسِقُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.  الْفَاسِقُونَ  kelimesi, sülâsî mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَداًۚ 

 

و  istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devamlılık ifade eder. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.

İsm-i mevsûlün sılası olan  يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle sılaya atfedilen  ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ  cümlesi de aynı üsluptadır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberidir. Mevsûlün şarta benzemesi sebebiyle cümleye dahil olan  فَ , zaid harftir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَداً  cümlesi makabline atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

شَهَادَةً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyaktaki nekre, umuma ve şümule işarettir.

الْمُحْصَنَاتِ - زَانِيَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî,  شُهَدَٓاءَ - شَهَادَةً  ve  جَلْدَةً - فَاجْلِدُوهُمْ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِاَرْبَعَةِ - ثَمَان۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ  [İffetli kadınlara atarlar] cümlesinde istiare vardır. Aslında  الرمى  taş veya benzeri sert bir şeyi atmaktır. Daha sonra, müstear oIarak dil ile bir şey atmak için kullanılmıştır. Çünkü bu da maddi eziyete benzemektedir. Burada güzel bir istiare vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Ayette  ثُمَّ  (sonra) kelimesinin kullanılmış olması, şahitlerin getirilmesinin tehir edilmesinin caiz olduğunu bildirmektedir. Şu var ki şahitlik eda edilirken dört şahidin bir araya gelmesi şarttır. İmam Şafiî'ye göre ise suçlama ile şahitlik arasında gecikme caiz olduğu gibi dört şahidin şahitlikleri arasinda da gecikme caizdir. Şahitlerden birinin, suçlanan kadının kocası olması da caizdir, imam Şafii'ye göre bu, caiz değildir. (Ebüssuûd)

بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ [dört şahit] şeklindeki isim tamlaması  بِاَرْبَعَةٍ شُهَدَٓاءَ  şeklinde tenvin ile de okunmuştur. Bu takdirde  شُهَدَٓاءَ  kelimesi sıfat olur. (Keşşâf) 

Bu ayetteki ceza ifadesinde  جَلْدَةً  kelimesinin seçilmesinde bir idmâc vardır. Çünkü  فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً  emrinde vurmak kelimesi yerine kullanılan terkip, acının deriyi sıyırıp altına geçmemesine ve ete zarar vermemesine işaret etmektedir. (İbni Aşûr, et-Tahir, et-Tahrîru’t-Tenvîr, XVIII, 147)


وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan sübut ve istimrar ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. Onların fasık olduğunu gözler önüne sererek anlamı kuvvetlendirmiştir.

İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.

Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasr ifade eder. 

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile  tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

Haberin  الْ  takısıyla marife olması muhataplar tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Onlar sadece fasıktır, fasık olmaktan başka bir özellikleri yok demektir. İzafî bir kasrdır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْمُحْصَنَاتِ - الْفَاسِقُونَۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.  الْفَاسِقُونَۙ  ism-i fail vezninde gelmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

(İşte fasıklar!) cümlesi, şart cümlesi tamamlandıktan sonra sanki iftira edenlerin Allah katındaki durumunu anlatmaktadır. (Keşşâf) 

Bu kelam, makablinin izahıdır ve Allah katında onların halinin ne kadar kötü olduğunu beyan etmektedir. (Ebüssuûd)

 
Nûr Sûresi 5. Ayet

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُواۚ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesna. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak hariçtir
2 الَّذِينَ kimseler
3 تَابُوا tevbe eden(ler) ت و ب
4 مِنْ
5 بَعْدِ sonra ب ع د
6 ذَٰلِكَ bundan
7 وَأَصْلَحُوا ve uslananlar ص ل ح
8 فَإِنَّ çünkü
9 اللَّهَ Allah
10 غَفُورٌ çok bağışlayandır غ ف ر
11 رَحِيمٌ çok esirgeyendir ر ح م
Kazf suçunu işlemiş olanlar pişman olur, tövbe eder, bu kötü huylarını düzeltirlerse tövbeleri neyi etkiler, onlara ne kazandırır? Bu konuda farklı yorumlar vardır. Mâlik, Ahmed, Şâfiî gibi müctehidlere göre tövbe edenlerin sabıka kaydı silinir ve şahitlikleri de kabul edilir. Ebû Hanîfe’ye göre tövbe yalnızca fâsık olma niteliğini ortadan kaldırır, ancak tanıklık ehliyetini yeniden kazandırmaz.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 55

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُواۚ 

 

İsim cümlesidir. اِلَّا  istisna harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَابُوا  fiil cümlesidir.  

تَابُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  تَابُوا  fiiline mütealliktir.  ذٰلِكَ  ism-i işaret muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَصْلَحُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَصْلَحُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  صلح ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

فَ  ta’liliyyedir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. غَفُورٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُواۚ 

 

Ayet önceki ayettekilerden istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi  تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Veciz ifade amacıyla gelen  بَعْدِ ذٰلِكَ  izafetindeki işaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî bir şey için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَاَصْلَحُوا  cümlesi aynı üslupta gelerek sıla cümlesine tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا  sözü, kasr-ı sıfat ale’l mevsûfun tamamlayıcısıdır. [Ancak bundan sonra tevbe edenler.] Yani inkârlarından tövbe edenler ve kendilerine tabi olanların aldatmaları ve azdırmaları sebebiyle bozdukları işleri düzeltenler müstesnadır.  اغوي , bozmak demektir. Doğru yola geri döndürmek ise  اَصْلَحُ ’tır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr, Âl-i İmran Suresi 89)

Bundan sonra dönüş yapıp durumunu düzeltenler müstesna ifadesi, fasıklardan istisna edilmiştir. Yani dönüş yaptıkları takdirde fasıklıktan kurtulurlar demektir. Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir ifadesi de buna delâlet eder. (Keşşâf)


 فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

 

Son cümle,  غف لهم (Onları affetti) şeklinde takdir edilen bir cümle için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. غَفُورٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin birinci,  رَح۪يمٌ  ikinci haberidir.

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin fasılası, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlanan ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri ziyadelik ifade eder. فعول  ve  فعيل  vezinleri ziyadelik ifade eden kalıplardandır. Bunların hepsi bu sıfatların ziyadeliğini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)  

“Muhakkak ki Allah çok merhametli ve affedicidir” ifadesi lâzımdır, “Onları da affedecek ve cennetine koyacaktır” manası melzûmdur. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

 
Nûr Sûresi 6. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ  ...


6-7. Ayetler Meal  :   
Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defada da; eğer yalancılardan ise, Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını ifade etmesiyle yerine gelir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler
2 يَرْمُونَ zina ile suçlayan ر م ي
3 أَزْوَاجَهُمْ eşlerini ز و ج
4 وَلَمْ ve
5 يَكُنْ bulunmayanlar ك و ن
6 لَهُمْ onların
7 شُهَدَاءُ şahidleri ش ه د
8 إِلَّا başka
9 أَنْفُسُهُمْ kendilerinden ن ف س
10 فَشَهَادَةُ (o halde) şahidliği ش ه د
11 أَحَدِهِمْ onlardan her birinin ا ح د
12 أَرْبَعُ dört defa ر ب ع
13 شَهَادَاتٍ şahid tutmasıdır ش ه د
14 بِاللَّهِ Allah’ı
15 إِنَّهُ kendisinin mutlaka
16 لَمِنَ -den olduğuna
17 الصَّادِقِينَ doğru söyleyenler- ص د ق
Câhiliye devrinde olduğu gibi sonrasında da hâkim olan sosyal baskı ve namus anlayışı sebebiyle kocanın karısını, yalan yere zina ile suçlaması daha zordur, böyle bir suçlama yapılması halinde ise bunun gerçek olması ihtimali daha fazladır. Ayrıca karısının zina ettiğini iddia eden, bunu da ispat edemeyen bir erkeğe sopa vurup bırakmak problemi çözmez, bundan sonra aile hayatının düzenli yürümesi imkânsız hale gelir. Bu sebeple zina suçlaması kocadan gelirse farklı hüküm ve müeyyidelere ihtiyaç vardır, ilgili âyetler bu ihtiyaca cevap vermektedir. Ayrıca kazf suçu ile ilgili âyetler gelince birçok kimsenin zihninde sorular oluşmuş, bunu gelip Hz. Peygamber’e açmışlardır. Bu cümleden olarak Sa‘d b. Ubâde “Yâ Resûlellah, karımla bir erkeği yakaladığım zaman dört şahit bulacağım diye onları bırakır mıyım? Vallahi sorgusuz sualsiz kafasını uçururum!” demiş ve şu cevabı almıştır: “Sa‘d’ın kıskançlığı ve namusuna düşkünlüğü sizi şaşırtmasın, ben ondan daha kıskancım, Allah da benden daha kıskançtır” (Buhârî, “Nikâh”, 107; “Hudûd”, 40). Hilâl b. Ümeyye Peygamberimize gelerek Şerîk isimli birisi ile karısının zina ettiğini iddia etmiş, o da dört şahit getiremezse kendisine iftira cezası vereceğini bildirmişti. Hilâl, “Ey Allah’ın elçisi, bir kimse karısının üzerinde bir erkek görürse şahit arar mı?” diye savunma yapmışsa da Peygamberimiz, “Ya dört şahit veya sırtına sopa” diyerek ısrar etmişti. Hilâl doğru söylediğini ifade ederek işi Allah’a bıraktı, O’nun vahiy ile durumu aydınlatacağı ümidini dile getirdi, arkasından da mülâane (lânetleşme) âyeti diye anılan âyetler geldi (Ebû Dâvûd, “Talâk”, 27). 
 
 Yalan ve iftirayı engellemek maksadıyla öngörülen mânevî müeyyidelere ek olarak lânetleşmenin camide yapılması uygun görülmüş, böylece alenîlik de sağlanmıştır. Aksini de câiz gören ictihadlar bulunmakla beraber mülâaneye, âyetteki sıraya göre önce erkek başlar, Allah’ı şahit tutarak, karısını açık ve seçik bir şekilde zina ederken gördüğünü dört defa söyler, beşincisinde “Eğer yalan söylüyorsam Allah’ın lâneti üzerime olsun” der. Sonra karısı dört kere, Allah’ı şahit tutarak kocasının yalan söylediğini ifade eder, beşincisinde “Eğer o doğru söylüyorsa Allah’ın gazabına uğrayayım” der. Hâkim ve dinleyici topluluk huzurunda bu yeminleşme yapılınca bazı müctehidlere göre evlilik bağı da çözülmüş olur. Bazı ictihadlara göre ise tarafları hâkim karar vererek ayırır, evliliği sona erdirir. Mülâane yoluyla ayrılmış bulunan çiftin tekrar evliliğe dönmelerinin câiz olup olmadığı konusunda da farklı ictihadlar vardır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 55-56

Rameye رمي :  Atmak, fırlatmak anlamına gelen رَمْيٌ kelimesi hem ok ve taş gibi maddi varlıklarla ilgili, hem de kötü, çirkin laf ya da sövmeden kinayeli olarak sözle ilgili kullanılır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil formunda 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli mermidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَرْمُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَرْمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَزْوَاجَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur. 

وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَكُنْ  nakıs mebni emir fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لَهُمْ  car mecruru  يَكُنْ ’un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  شُهَدَٓاءُ  kelimesi  يَكُنْ ’un muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 

اِلَّٓا  istisna harfidir.  اَنْفُسُهُمْ  kelimesi  شُهَدَٓاءُ ’den bedeldir. 

فَ  harfi zaiddir. 

شَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  شَهَادَةُ   mübteda olup lafzen merfûdur.  اَحَدِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَرْبَعُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  شَهَادَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  شَهَادَاتٍ ’e mütealliktir. 


 اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

ل  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

مِنَ الصَّادِق۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  الصَّادِق۪ينَ ’nin cer alameti   ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.  الصَّادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ 

 

Ayet, 4. ayetteki  وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devamlılık ifade eder.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.

İsm-i mevsûlün sılası  يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ  cümlesi haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. Menfi  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُمْ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

اِلَّٓا  istisna edatı, müstesna olan  اَنْفُسُهُمْ  kelimesi,  شُهَدَٓاءُ ’dan bedeldir. (Mahmud Sâfî)

Bazı alimler  اِلَّا  için hasr edatı demişlerdir. O takdirde nefy harfi  لَمْ  ve istisna harfi  اِلَّا  ile kasr oluşmuştur. Fiille mef’ûl arasındaki kasr, cümleyi tekid etmiştir.  لَمْ يَكُنْ  maksûr/sıfat, fail olan  اَنْفُسُهُمْ  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Hakk Teâlâ kişinin ailesi dışındaki hanımlara yaptığı zina isnâd ve iftirasının hükmünden bahsettikten sonra kendi hanımına zina isnadında bulunmasının hükmünü zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. 

فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ ‘un mübteda,  اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ ’un haber olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûlde bulunan şart manası sebebiyle cümleye dahil olan  فَ , zaid harftir. 

فَشَهَادَةُ - شَهَادَاتٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

وَ , mutlak cem’ (toplamak, birlikte oluşu göstermek) içindir. Binaenaleyh ayetteki, “Seksen değnek vurun ve onların şahitliğini ebedi kabul etmeyin ve onlar fasıkların ta kendileridir.” şeklindeki her üç cümle de, birbirinden önceliği olmaksızın, sanki hep birlikte zikredilmiş gibidir. (Fahreddin er-Razi)


اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ

 

Masdar vezninde gelen  شَهَادَةُ  masdarı için mef’ûl konumundaki cümle,  اِنَّ nin dahil olduğu sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesidir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الصَّادِق۪ينَ ’in müteallakı olan haber mahzuftur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الصَّادِق۪ينَ  kelimesi ism-i fail olarak gelmiştir. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

 
Nûr Sûresi 7. Ayet

وَالْخَامِسَةُ اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْخَامِسَةُ beşinci defasında خ م س
2 أَنَّ kuşkusuz
3 لَعْنَتَ la’netinin ل ع ن
4 اللَّهِ Allah’ın
5 عَلَيْهِ kendi üzerine olmasını diler
6 إِنْ eğer
7 كَانَ ise ك و ن
8 مِنَ -den
9 الْكَاذِبِينَ yalan söyleyenler- ك ذ ب

وَالْخَامِسَةُ اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْخَامِسَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı  müevvel, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

لَعْنَتَ  kelimesi  اَنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَلَيْهِ car mecruru  اَنَّ nin mahzuf haberine mütealliktir. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو ’dir.  

مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  الْكَاذِب۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  إن كان من الكاذبين فاللعنة عليه (Yalancılardan ise lanet onadır.) şeklindedir. 

الْكَاذِب۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كذب  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالْخَامِسَةُ اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ 

 

Ayet  و ’la önceki ayete atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ  cümlesi, masdar teviliyle  الْخَامِسَةُ  kelimesinin haberidir. 

Masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَنَّ ’nin haberi mahzuftur. Car mecrur  عَلَيْهِ  bu mahzuf habere mütealliktir.

لَعْنَتَ اللّٰهِ  izafeti, muzâfa tazim ifade eder.

Haber, Allah'ın laneti üzerine olsun buyruğundadır. Yani beşinci şehadet, adamın söyleyeceği: [Allah'ın laneti üzerine olsun] sözleridir, şeklindedir. (Kurtubi)


 اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak gelen,  اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  cümlesi, cevabı mahzuf, şart cümlesidir. 

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْكَاذِب۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; إن كان من الكاذبين فاللعنة عليه (Yalancılardan ise lanet onadır.) şeklindedir.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 
Nûr Sûresi 8. Ayet

وَيَدْرَؤُ۬ا عَنْهَا الْعَذَابَ اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ  ...


8-9. Ayetler Meal  :   
Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah’ı dört defa şahit getirmesi (Allah adına yemin etmesi), beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَدْرَأُ ve kaldırır د ر ا
2 عَنْهَا kendisinden
3 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
4 أَنْ
5 تَشْهَدَ kadının şahidlik etmesi ش ه د
6 أَرْبَعَ dört defa ر ب ع
7 شَهَادَاتٍ şahid tutup ش ه د
8 بِاللَّهِ Allah’ı
9 إِنَّهُ onun (kocasının)
10 لَمِنَ -den olduğuna
11 الْكَاذِبِينَ yalan söyleyenler- ك ذ ب

وَيَدْرَؤُ۬ا عَنْهَا الْعَذَابَ اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدْرَؤُ۬ا  damme ile merfu muzari fiildir.  عَنْهَا  car mecruru  يَدْرَؤُ۬ا  fiiline mütealliktir. الْعَذَابَ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَدْرَؤُ۬ا  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.

تَشْهَدَ  mansub muzari fiildir.  اَرْبَعَ  kelimesi mef’ûlun mutlaktan naibdir.  شَهَادَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تَشْهَدَ  fiiline mütealliktir. 


 اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

ل  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

مِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  الْكَاذِب۪ينَ ’nin cer alameti  ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

الْكَاذِب۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كذب  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَدْرَؤُ۬ا عَنْهَا الْعَذَابَ اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ 

 

Önceki ayeteki …فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ  cümlesine atfedilen bu ayet, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْ  ve akabindeki   اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِ  cümlesi, masdar teviliyle  يَدْرَؤُ۬ا  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

تَشْهَدَ - شَهَادَاتٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ

 

Masdar vezninde gelen  شَهَادَاتٍ  için mef’ûl konumundaki cümle,  اِنَّ nin dahil olduğu sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesidir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْكَاذِب۪ينَ ’in müteallakı olan haber mahzuftur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْكَاذِب۪ينَۙ  kelimesi ism-i fail olarak gelmiştir. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

 
Nûr Sûresi 9. Ayet

وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْخَامِسَةَ beşinci defa da خ م س
2 أَنَّ kuşkusuz
3 غَضَبَ gazabının غ ض ب
4 اللَّهِ Allah’ın
5 عَلَيْهَا kendi üzerine olmasını diler
6 إِنْ eğer
7 كَانَ (kocası) ise ك و ن
8 مِنَ -dan
9 الصَّادِقِينَ doğrular- ص د ق

وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْخَامِسَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اَنَّ   masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

غَضَبَ  kelimesi  اَنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَيْهَٓا  car mecruru  اَنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو ’dir.  

مِنَ الصَّادِق۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  الصَّادِق۪ينَ ’nin cer alameti  ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  إن كان من الصَّادِق۪ينَ فالغَضَبَ عليه (Sadıklardan ise gadab onadır.) Şeklindedir. 

الصَّادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan صدق  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا 

 

و  atıf harfi olup, ayet önceki ayete matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا  cümlesi, masdar teviliyle  الْخَامِسَةَ  kelimesinin haberidir.

Masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَنَّ ’nin haberi mahzuftur. Car mecrur  عَلَيْهَٓا, bu mahzuf habere mütealliktir.

Veya  الْخَامِسَةَ , önceki ayetteki  اَرْبَعَ ’ya matuftur. Masdar-ı müevvel  وَالْخَامِسَةَ ’den bedeldir.


اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak gelen  اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  cümlesi, cevabı mahzuf şart cümlesidir.  

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الصَّادِق۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri;  فالغضب عليها (Gadap onlaradır.) şeklindedir. 

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Önceki ayetin fasılası olan  اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ  cümlesiyle, bu ayetin fasılası olan  اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

الصَّادِق۪ينَ - الْكَاذِب۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Beşincisi de, eğer kocası doğru ise Allah'ın gazabının kendi (kadının) üzerine olmasıdır cümlesinde  الْخَامِسَةَ  mübteda olarak merfû’dur, sonrası da haberdir. Ya da  اَنْ تَشْهَدَ ’ye atıfla merfû’dur. Hafs ise  اَرْبَعَ ’ya atfederek mansub okumuştur. Nâfi' ile Yakub da  اَنْ لَعْنَتَ اللّٰهِ ve  اَنْ غَضَبَ اللّٰهِ  şeklinde sükun ile okumuştur. Başka okuyuşlar da vardır. (Beyzâvî)

 
Nûr Sûresi 10. Ayet

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟  ...


Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tövbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı, hâliniz nice olurdu?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْلَا ya olmasaydı
2 فَضْلُ lutfu ف ض ل
3 اللَّهِ Allah’ın
4 عَلَيْكُمْ size
5 وَرَحْمَتُهُ ve rahmeti ر ح م
6 وَأَنَّ ve şüphesiz
7 اللَّهَ Allah
8 تَوَّابٌ tevbeleri çok kabul edendir ت و ب
9 حَكِيمٌ hikmet sahibidir ح ك م
İffetli bir kadının namusuna leke sürmek, kimin tarafından ve ne maksatla yapılırsa yapılsın çok çirkin bir davranıştır ve ağır bir suçtur. Buna rağmen insanlar çeşitli zaaflar ve etkiler sebebiyle bu günahı da işleyebilmektedirler. Âyetler bir yandan suçu engelleyecek yaptırımlar getirirken diğer yandan bu günaha bulaşmış insanlara telâfi yollarını telkin etmektedir. Telâfi yollarının en önemlisi pişman olmak, bir daha yapmamaya azmetmek ve Allah’tan af dilemektir. Günahın büyüklüğü ne olursa olsun tövbe kapısı açıktır. Allah Teâlâ çokça affeden, tövbeleri hep kabul eden mânasında “tevvâb” adını hatırlatarak samimiyetle tövbe edenleri bağışlayacağını zımnen vaat etmektedir.Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 56

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?”manasındadır. (Âşûr)   

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لَوْلَا  kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde  ل  bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı  ل ’sız gelir. Nur Suresi 21. ayet buna misaldir. (Suyuti/İtkan)

فَضْلُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri;  موجود (vardır) şeklindedir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  فَضْلُ ’ye mütealliktir.

رَحْمَتُهُ  atıf harfi و ’la  فَضْلُ ’ya matuftur. 

 

 وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  تَـوَّابٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

حَك۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

تَـوَّابٌ - حَك۪يمٌ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟

 

Ayet, 4. ayetteki istînâfiyye olan …وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ifade eden şart cümlesi  وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ , faide-i haber ibtidai kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  فَضْلُ ’nun, takdiri  موجود  (mevcuttur) olan haberi mahzuftur.

Önceki ayetteki hitap gaib zamire iken bu ayette muhatap zamirine iltifat edilmiştir.

Veciz anlatım kastıyla gelen  فَضْلُ اللّٰهِ  ve  وَرَحْمَتُهُ  izafetlerinde  فَضْلُ ’nun Allah lafzına,  رَحْمَتُ ’nun Allah Teâlâya ait olan zamire muzâf olması, onları tazim ve teşrif içindir.

لَوْلَا , gayrı cazim şart edatıdır. Şart ilişkisi kurar. Şart bulunduğundan dolayı cevabın bulunmadığını ifade eder.Türkçe’ye olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayette de görüldüğü üzere, gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurmuştur. Takdiri,  لهلكتم  (helak olmuştunuz) olan cevap cümlesi mahzuftur. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ [Allah'ın size lütfu ve acıması olmasaydı] cümlesinde, olayın korkunçluğunu göstermek için  لَوْلَا  edatının cevabı söylenmemiştir. Bu da cevabın takdirinde her türlü şeyin akla gelmesini sağlar. Bu tür bir ifade daha beliğ bir açıklama olup daha korkutucu ve caydırıcıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Yani şayet Allah’ın zorluk ve darlıktan kurtarıcı, ferahlık verici hükmü sebebiyle size özellikle verdiği keremi, nimeti, ihsanı, rahmeti, tevbelerinizin kabulüne imkan vermesi gibi lütufları olmasaydı siz pek çok işlerinizde sıkıntı ve meşakkate düşerdiniz. Allah sizi rezil eder ve derhal cezalandırırdı. Fakat O, sizin hatalarınızı örttü ve liân vesilesiyle düşeceğiniz tehlikeden sizi kurtardı. Onun zatî sıfatlarından birisi de rahmeti kendi nefsine yazması, kendisinin tevbeleri çokça kabul edici olması ve O’nun vaz ettiği şer’î hükümlerde, emir ve nehiylerde son derece hikmet sahibi olmasıdır.

Zemahşerî de burada  لَوْلَا ’nın cevabının terk edildiğini söylemiştir. Onun terk edilmiş olması mahiyeti tam bilinemeyen büyük bir şeye delalet eder. “Nice dile getirilmeyen şey vardır ki konuşulmuş olandan daha etkilidir.” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

فَضْلُ ’nun Allah lafzına,  رَحْمَتُ ’nun Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması, onları tazim ve teşrif içindir.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟ , sübut ve istimrar ifade eder. Cümle masdar teviliyle, sarih masdar vezninde gelen  فَضْلُ ’ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve hükmün, illetini bildirmek içindir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Allah kelimesinin masdarı olan ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd) 

Allah'ın  تَـوَّابٌ  ve  حَك۪يمٌ۟  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki  عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

تَـوَّابٌ - حَك۪يمٌ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

تَـوَّابٌ  ve  حَك۪يمٌ۟  kelimeleri ziyadelik ifade eder. فعَّال  ve  فعيل  vezinleri ziyadelik ifade eden kalıplardandır. Bunların hepsi bu sıfatların ziyadeliğini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

رَحْمَتُهُ - فَضْلُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لَوْلا ’nın cevabının başında olan lam harfi yüceltmek için hazf edilmiştir. Bu hazif belâgi bir üsluptur ve bu surede tekrarlanmıştır. Bu hazif, cevabın hazfi gibidir. (Âşûr)

 
Günün Mesajı
İslâm nazarında gayr-ı meşru münasebet, eğer onun önüne geçmek için tedbir alınmazsa insan karakter ve şahsiyetinin de, ailenin de, toplumun ve medeniyetin de köküne indirilmiş bir darbedir. Hem insan neslinin hem de insanın içtimai varlığının devamı, erkek ve kadın arasındaki münasebetlerin meşrü kayıtlar altına alınmasını gerektirir. Şehvet, insanlara varlıklarının devamı için verilmiştir. Nasıl yeme içme bizatihi kendilerine hizmet etmez ve hayata hizmet ederse, bunun gibi, şehvet de kendisi için olmayıp, onun tatmini bizatihi hedef değildir. Onun tatmini, sadece insan varlığının devamı için insana peşin verilmiş bir ücrettir, yani bir avanstır. İslâm, bu çok önemli hususta sadece kanuni tedbir almakla kalmamış, getirdiği manevi-ahlâki düsturlar, bununla doğrudan veya dolaylı alâkalı başka kanuni düzenlemeler, iktisadi ve içtimai kaidelerle gayr-ı meşrü münasebetin önünü, denebilir ki % 95 oranında kapatmıştır. İnsan dünyada imtihana çekildiği ve bu imtihanın da insanın mânen ve ruhen yücelmesi, yaratılışına konmuş istidatları harekete geçirmesi ve potansiyel insan olmaktan gerçek insan olmaya yürümesi gibi pek çok hikmetleri olduğu için, kalan % 5'i onun iradesine ve insanlığı'na bırakmıştır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Eline verilen kitaba baktı. Kalın kitapları severdi ama bu gözünü korkuttu. Hayatı boyunca yaptığı ve söylediği, büyük küçük, her şeyin kaydı vardı. Unuttum dedikleri, önemsemedikleri, hatırlanmamasını diledikleri ve daha niceleri. 

Dünyadaki kendine demek istediği çok şey vardı: Allah’ın belirlediği sınırları iyi öğren. Söylediklerinin ve yaptıklarının bilincinde ol. En çok da dilini terbiye etmeye bak. Ortaya laf atıp gitmek ya da bilmediğin konuyu biliyormuş gibi konuşmak yok. Allah’a teslim olan bir kul olarak kelimelerini seçerek sarfet, adımlarını hesaplayarak at ve kararlarını düşünerek al. Daha iyi bir kul olmak için ‘yarın’ değil, ‘bugün’ de.

Eline verilen kitaba baktı. Son kitabı değil de, ders kitabı olduğunu hatırladı. Hesap kitabı olmayışına şükretti. Allah’ın rahmet müjdesinin sevincini hissetti. Şüphesiz Allah, tövbeleri kabul etmeseydi hali nice olurdu!

Ey Allahım! Bizi; iffetini koruyanlardan ve eşini seçerken Senin rızana öncelik verenlerden; hayrı konuşanlardan ve hayrı dinleyenlerden eyle. Bizi zulmün her çeşidinden; zulüm etmekten ve zulme uğramaktan; iftiradan ve iftira atacak kapasiteye sahiplerden; boş sözlerden ve faydasız insanlardan koru. Bizi; tövbe edenlerden, tövbesini kabul ettiklerinden, lütfunun ve rahmetinin ulaştıklarından eyle.

Amin.

***

Kur’an-ı Kerim’de tevbeye teşvik eden ve Allah’ın rahmetini hatırlatan birçok ayet vardır. Denir ki; bir müslüman umut ve korku arasında gidip gelmelidir. Alimlere göre bu şu manalara gelir:

Böyle bir kişi işlediği günahlardan affedilme umuduyla ama diğer taraftan yeterince samimi olmadığı sürece affedilmeme korkusuyla sıkıca sarıldığı tevbelerle Allah’ın huzuruna koşmalı ve O’nun rahmetine sığınmalıdır. Ayrıca bu kişi korkunun verdiği dehşet ile günahlardan sakınır ve her işini doğru düzgün yapmak için çaba gösterir. Hata yaptığında ya da nefsine yenik düştüğünde ise umudun verdiği azimle hemen tevbeye sarılır. Öyle ki samimi manada tevbe ettiğinde varsa bir bedeli, yeryüzünde ödemeye razıdır. Yani ne yapması gerekiyorsa yapmaya isteklidir. Kendini belli ortamlardan ve kişilerden uzaklaştırır. Belli konulardaki eksik bilgilerini tamamlayarak sağlam temellere dayanır. Bunları da ancak korku ve umut arasında gidip gelebilen başarır. Zira tek başına umut hali yanıltıcıdır, gevşekliğe neden olur. Tek başına korku hali ise yıpratıcıdır, işleri yokuşa sürerek zorlaştırır. Her ikisinin tek başına kalması sonucunda kişi vesveseye açık olur ve rahatlamak için dünyaya daha çok bağlanır. Bu da aşırıya kaçmasına sebeptir.

Bu öyle bir korkudur ki Allah’ın rahmetinden ümit kesmekten sakınır. Bu öyle bir umut halidir ki kendisini, umutsuzlukla dolu korkutucu hallere düşmesine sebep olabileceklerden korumaya çalışır.

Ey Allahım! Bizi samimiyetle tevbe edenlerden ve Sana sığınanlardan eyle. Duygularımızda ve düşüncelerimizde aşırıya kaçmaktan muhafaza buyur. Yanlış hallerden, ortamlardan, amellerden ve dostlardan uzaklaşanlardan; Senin rızanı kazanmaya vesile olacaklara ise yaklaşanlardan eyle. 

Rabbim! Yardımına muhtacız. Bize kolaylaştır. Rahmetine muhtacız. Bizi affeyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji