بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
İsim cümlesidir. سُورَةٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هذه’ şeklindedir. اَنْزَلْنَاهَا fiili سُورَةٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا ve فَرَضْنَاهَا cümlesi atıf harfi و ‘ la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَرَضْنَاهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَٓا car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir.
اٰيَاتٍ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ ’in sıfatı olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî: husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
تَذَكَّرُونَ fiili, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تَذَكَّرُونَ fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْزَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ
İbtidaiyye olarak gelen ayet-i kerîme’de geçen سُورَةٌ kelimesi هو şeklindeki mukadder bir mübtedanın haberidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَنْزَلْنَاهَا cümlesi سُورَةٌ için sıfattır.
Aynı üslupta gelen وَفَرَضْنَاهَا cümlesi ve وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle اَنْزَلْنَاهَا cümlesine atfedilmiştir.
اَنْزَلْنَاهَا ve فَرَضْنَاهَا fiillerindeki نَا , azamet zamiridir. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
اٰيَاتٍ ’deki tenvin tefhim ve tazim içindir. بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَنْزَلْنَاهَا fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سُورَةٌ - اٰيَاتٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin başlangıcı hüsn-i ibtida sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an’daki surelerin başı öylesine güzeldir ki muhatabın dikkatini celb edip hemen etkisi altına alır ve devamını dinlemeye sevk eder. Bunun için ilk muhataplardan inkâr edenler, hatta inkâr bakımından en ileride olanlar bile geceleri gizli gizli Kur’an dinliyorlar, birbirlerine yakalanıyorlar, bir daha dinlememeye yemin ediyorlar ama ertesi gece yine aynı yerde bulunuyorlardı.
فرض السورة ifadesinde istiare vardır. Çünkü aslında فرض kelimesi فروض ’un tekilidir. فروض , hisse ve payların miktarlarının ayırt edilme işaretleri olarak kumar oklarına açılan kertik ve çentiklerdir. Buna göre buradaki فَرَضْنَاهَا ifadesinin manası sure için, onun şerefine delalet eden, kadrinin büyüklüğüne, şanının yüceliğine tanıklık eden işaret ve alametler koyduk demektir. فَرَضْنَاهَا şeddeli ve şeddesiz olarak kıraat edilmiştir. Şeddeli kıraat eylemin çok yapıldığını ifade eder. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Nûr Suresi; سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ şeklinde surenin önemine ve azametine işaret edecek şekilde başlamıştır. Surede şer’î hükümler, edep, aile ve toplumun ıslahıyla, Müslümanların özellikleri ve şerefiyle alakalı öğütler yer almaktadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
سُورَةٌ kelimesi mahzuf bir mübtedanın haberi, اَنْزَلْنَاهَا (indirdiğimiz) ise sıfattır. Yani indirdiğimiz bir suredir. Yahut nitelenmiş mübteda olup haberi mahzuftur, فيما أوحينا إليك سورة أنزلناها (Sana vahyettiklerimiz içerisinde indirdiğimiz bir sure vardır.) anlamındadır. سُورَةٌ kelimesi mansub da okunmuştur. Bu, ya زيدا ضربته örneğindeki gibidir ki bu durumda اَنْزَلْنَاهَا (indirdiğimiz) cümlesinin irabda mahalli yoktur, çünkü mukadder fiilin açıklayıcısıdır, dolayısıyla onun hükmündedir. Veya دونك سورة ya da اتل سورة takdirindedir ki bu durumda اَنْزَلْنَاهَا cümlesi sıfat olur yani “indirdiğimiz bir sureyi oku” manasındadır. (Keşşâf)
سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا (Bu, Allah'ın indirdiği, şan ve şerefi yüce bir suredir) ayetinde سُورَةٌ kelimesinin nekre olarak getirilmesi onun yüceliğini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Daha önce geçmiş olan ‘indirdik’ lafzının وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ (O surede apaçık ayetler indirdik) cümlesinde tekrar edilmesiyle ıtnâb sanatı yapılmıştır. Bu, sureye verilen önemin büyüklüğünü göstermek içindir. Bu, önemine binaen umumdan sonra hususun zikredilmesi kabilindendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Zuhaylî de aynı görüştedir. Bu surede zina, kazif, liân, hayrı terk etme üzerine yemin, izin isteme, gözü harama karşı yummak ziynetlerin mahrem olan ve olmayanlara gösterilmesi, bekârları evlendirme, nikâh imkânı bulamayanların iffetli olmaları, kölelerle yapılan mükâtebe sözleşmesi, genç kızların zinaya zorlanması, Resulullah’a (sav) itaat etme ve müminlere selam verme hükümleri gibi önemli konulara dair hükümler zikredildiğini söylemiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Bu ayet, surede farz kılınanların farziyetinin pek kuvvetli olduğunu açıkça bildirmektedir. (Ebüssuûd)
وأنْزَلْنا فِيها آياتٍ بَيِّناتٍ sözüne gelince, önemi sebebiyle yapılan bir tekrardır ve surede geçen her ayet için bir uyarıdır ki bu ayetlerde hidayetten tevhide, İslam'ın hakikatine dair deliller ve temsiller, Allah'ın kudretinin, ilminin ve hikmetinin bolluğuyla alakalı deliller vardır. (Âşûr)
Dolayısıyla فِيها (içindeki) kelimesi dolayısıyla mekni istiare vardır. Bu surenin ayetleri; biriken ve sanki kasa ve benzeri bir şeyin içindeymiş gibi kaybolmaktan, solmaktan korunmasına hırs duyulan bir şeye benzetilmiştir. Müşebbehün bihe bir müradifiyle işaret edilmiştir. Bu müradif zarf harfi olan فِي ’dir. Burada tahyili istiare kullanılmamıştır. Çünkü burada hazineye benzer bir şey yoktur. (Âşûr)
آياتٍ kelimesi بَيِّناتٍ kelimesiyle sıfatlanmıştır. بَيِّناتٍ ; açık demektir. Mecaz-ı aklîdir. Önemi sebebiyle atıf harfiyle birlikte gerek duyulmasa da الإنْزالِ fiili tekrarlanmıştır. (Âşûr)
لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَذَكَّرُونَ ’nin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku: istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الزَّانِيَةُ | zina eden kadına |
|
2 | وَالزَّانِي | ve zina eden erkeğe |
|
3 | فَاجْلِدُوا | vurun |
|
4 | كُلَّ | her |
|
5 | وَاحِدٍ | birine |
|
6 | مِنْهُمَا | onlardan |
|
7 | مِائَةَ | yüz |
|
8 | جَلْدَةٍ | değnek |
|
9 | وَلَا | ve asla |
|
10 | تَأْخُذْكُمْ | sizi tutmasın |
|
11 | بِهِمَا | onlara karşı |
|
12 | رَأْفَةٌ | acıma duygusu |
|
13 | فِي |
|
|
14 | دِينِ | dininde (cezasını uygulamada) |
|
15 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
16 | إِنْ | eğer |
|
17 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
18 | تُؤْمِنُونَ | inananlar |
|
19 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
20 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
21 | الْاخِرِ | ahiret |
|
22 | وَلْيَشْهَدْ | ve şahid olsun |
|
23 | عَذَابَهُمَا | onlara yapılan azaba |
|
24 | طَائِفَةٌ | bir grup |
|
25 | مِنَ | -den |
|
26 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler- |
|
اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ
İsim cümlesidir. اَلزَّانِيَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muzâfı mahzuf olup takdiri; حكم الزانية (zaniyenin hükmü) şeklindedir.
الزَّان۪ي atıf harfi و ’la makabline matuftur. الزَّان۪ي kelimesi ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Haberin takdiri, في ما يتلى عليكم (size okunan şeyde) şeklindedir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم تؤمنون بالله وعاقبتموهما (Allah’a inanıyorsanız o ikisine ceza verin.) şeklindedir.
اجْلِدُوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَاحِدٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْهُمَا car mecruru وَاحِدٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
مِائَةَ kelimesi mef’ûlun mutlaktan naibdir. جَلْدَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلزَّانِيَةُ kelimesi,sülâsî mücerredi زني olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَأْخُذْكُمْ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِهِمَا car mecruru تَأْخُذْكُمْ fiiline mütealliktir. رَأْفَةٌ muahhar fail olup lafzen merfûdur.
ف۪ي د۪ينِ car mecruru تَأْخُذْكُمْ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تُؤْمِنُونَ fiili, كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur. تُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru تُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir. الْيَوْمِ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن كنتم تؤمنون بالله فعاقبوا الزانية والزاني (Allaha inanıyorsanız zaniye ve zaniyeye ceza verin.) şeklindedir.
تُؤْمِنُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ل emir lamıdır. يَشْهَدْ meczum muzari fiildir.
عَذَابَهُمَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
طَٓائِفَةٌ muahhar fail olup lafzen merfûdur. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru طَٓائِفَةٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. الْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي
Beyanî istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اَلزَّانِيَةُ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Bu ibarede mübteda olan اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي kelimelerinin muzâfı hazf edilmiştir. Takdiri; حكم اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي (zani ve zaniyenin hükmü) şeklindedir.
Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri; في ما يتلى عليكم (Size okunan şeyde… vardır) olan haber mahzuftur.
اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي ifadesi, Halil ve Sîbeveyhi’ye göre mübteda olmak üzere merfû olup haberi yani في ما يتلى عليكم (size okunan şeyde) mahzuftur. Size farz kılınanlar arasında اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي [zinakâr kadın ve zinakâr erkek] de vardır yani bunlara vurulacak sopa hükmü... demektir. Haberin, فَاجْلِدُوا (sopa vurun) ifadesi olması da caizdir.
اَلزَّانِيَةُ - الزَّان۪ي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu iki kelimenin başındaki ال , şart manasını taşıyan الَّذِى manasına oldukları için haberlerinin başına فَ gelmiştir. Çünkü ifadenin takdiri; اَلَّتِى زَنَتْ وَ الَّذِى زَنَى فَاجْلِدُوهُمَا “Hangi kadın ve erkek zinâ ederse, onlara değnek vurun.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
الزّانِيَةُ والزّانِي kelimelerinin başındaki tarif cins içindir. Bu da çoğunlukla istiğrak ifade eder ve teşrî’ makamı bunu gerektirir. Cins ifade eden ألْ ’ın ism-i failin başında olması bu vasfı fiile benzemekten uzaklaştırmak içindir. Bunun için ism-i fail bu durumda şimdiki zamanı veya başka bir zamanı ifade etmez. Sadece sahibindeki vasfın hakiki olduğunu ifade eder. Bu genellemeye cariyeler ve köleler de dahil olduğu için الزّانِيَةُ والزّانِي (zina eden kadın ve zina eden erkek) olarak nitelendirilen kişi de buna dahildir. (Âşûr)
فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri, إن كنتم تؤمنون بالله وعاقبتموهما (Eğer Allah’a inanıyorsanız, o ikisinin akıbeti…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَاحِدٍ - مِائَةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَاجْلِدُوا - جَلْدَةٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي kelimeleri; ‘Onlara celde vurun’ manasında olmak üzere, haberleri mahzuf mübtedadırlar. Ayetteki değnek vurun kelimesinin bunların haberi olması da mümkündür. Bu iki kelimenin başındaki elif-lâmlar, şart manasını taşıyan (kim) manasına oldukları için, haberlerinin başına فَ gelmiştir. Çünkü ifadenin takdiri “Hangi kadın ve erkek zina ederse, onlara değnek vurun.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
Haberin başına فَ gelmesi, اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي kelimelerinin başındaki ال takısının الذى (o ki) anlamına gelmesinden ve şart anlamı içermesinden dolayıdır. Takdir şöyledir: (O kadın ki zina eder, o erkek ki zina eder, her ikisine de sopa vurun!) Tıpkı من زنى فَاجْلِدُوهُ (kim zina ederse ona sopa vurun) ifadesi gibi ve وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ [Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup da, sonra dört şahit getiremeyenlere de [seksen sopa] vurun. (Nûr Suresi, 4)] ayeti gibi. (Keşşâf)
جَلْدَةٍ : Deriye vurmaktır ki her vuruşa جَلْدَةٍۖ denir. Keşşâf’ta der ki جَلْدَةٍۖ sözünde şuna işaret vardır ki acı, ete geçirilmemelidir. Çünkü جَلْدَةٍۖ , cilde vurmaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Kelam; unvan ve başlıklara ayırmaya benzer bir şekilde başlamıştır. Bunun için hemen arkasından ف harfi gelerek arkasından gelenlerin cevap cümlesi kuvvetinde olduğuna, öncesinde zikredilenlerin de şart cümlesi kuvvetinde olduğuna işaret edilmiştir. (Âşûr)
وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâi olmak bakımından mutabakat vardır. Aralarındaki anlam bütünlüğü aşikârdır. Car mecrur بِهِمَا , siyaktaki önemine binaen fail olan رَأْفَةٌ ’a takdim edilmiştir. رَأْفَةٌ ’deki tenvin, kıllet ifadesi için olabilir.
ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın dini içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın dinine uymak konusundaki hassasiyeti tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
د۪ينِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan د۪ينِ şan ve şeref kazanmıştır. Ya da o gün başka dinlerin Allah’ın dini olarak kabul edilmeyeceği içindir. (Âşûr, Âl-i İmran Suresi, 83)
اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ
Fasılla gelen cümle, mukadder şart için tefsiriyye hükmündedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Önceki cümleyi bir başka lafızla açıklayan tefsîriyye cümlesi öncesinden ne kast edildiğini açıklayan beyan cümlesidir. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevabı mahzuf olan şart cümlesidir. Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Mahzufla birlikte cümlenin takdiri, إن كنتم تؤمنون بالله فعاقبوا الزانية والزاني (Allah’a inanıyorsanız zani ve zaniyeye ceza verin) şeklindedir.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevaptan müteşekkil terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ (Eğer Allah'a inanıyorsanız) cümlesi, tahrik ve teşvik ifade eder. Bu, Arapların إن كنتم رجلا فأقدم (Eğer erkeksen, atıl) ifadesine benzer. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Yüce Allah niçin, zina hususunda önce kadını; hırsızlık hususunda ise önce erkeği zikretti? Cevap: Kadının zina etmesi ve bu suçu işlemesi çok çirkin ve adidir. Dolayısıyla Yüce Allah, önce onu zikretti. Hırsızlığa gelince erkek onu yapmaya daha yatkındır ve daha kolay yapabilir. Dolayısıyla onda da önce erkeği zikrederek şöyle buyurdu: Hırsızlık eden erkek ve kadının ellerini kesiniz. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Maide Suresi 38)
وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
…اجلدوا cümlesine atfedilen son cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümleye dahil olan لْ , emir lamıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan عَذَابَهُمَا ’ın faile takdimi, önemine binaendir.
طَٓائِفَةٌ ’daki tenvin herhangi “bir” manasında cins içindir.
تُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Denilmiştir ki sopa için azap tabirinin kullanılması, bunun bir ceza olduğunun delilidir. Tekrarlamayı önleyeceği için buna azap denmiş olması da caizdir. Nitekim ibret alınacak cezaya da nekâl denilmiştir [Maide Suresi, 38] (Keşşâf)
اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الزَّانِي | zina eden erkek |
|
2 | لَا |
|
|
3 | يَنْكِحُ | evlenmez |
|
4 | إِلَّا | başkasıyla |
|
5 | زَانِيَةً | zina eden kadından |
|
6 | أَوْ | veya |
|
7 | مُشْرِكَةً | müşrik kadından |
|
8 | وَالزَّانِيَةُ | ve zina eden kadın |
|
9 | لَا |
|
|
10 | يَنْكِحُهَا | evlenmez |
|
11 | إِلَّا | başkasıyla |
|
12 | زَانٍ | zina eden erkekten |
|
13 | أَوْ | veya |
|
14 | مُشْرِكٌ | müşrik erkekten |
|
15 | وَحُرِّمَ | haram kılınmıştır |
|
16 | ذَٰلِكَ | bu |
|
17 | عَلَى | üzerine |
|
18 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler |
|
اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ
İsim cümlesidir. اَلزَّان۪ي mübteda olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur.
لَا يَنْكِحُ fiili, haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْكِحُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِلَّا istisna harfidir. زَانِيَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُشْرِكَةً atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الزَّانِيَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. لَا يَنْكِحُهَٓا fiili haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْكِحُ damme ile merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا istisna harfidir. زَانٍ fail olup mahzuf ى üzere mukadder damme ile merfûdur.
مُشْرِكٌ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
الزَّانِيَةُ kelimesi, sülâsî mücerredi زني olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُشْرِكَةً sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. حُرِّمَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.
ذٰلِكَ işaret ism-i naibi fail olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru حُرِّمَ fiiline mütealliktir. الْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşmuştur. Kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. لَا يَنْكِحُ maksûr/sıfat, mef’ûl olan زَانِيَةً maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
زَانِيَةً ve مُشْرِكَةًۘ kelimelerindeki tenvin, herhangi bir manasında cins içindir.
اَوْ atıf harfiyle زَانِيَةً ’e atfedilen مُشْرِكَةًۘ ’in atıf sebebi tezâyüftür.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümleye matuf olan, وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ cümlesi de aynı üslupla gelmiştir. Atıf sebebi tezattır.
اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ cümlesiyle وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Bu iki cümle, haber formunda geldikleri halde nehiy manasındadırlar. Muktezâ-i zâhirin hilafına oldukları için cümleler mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
الزَّانِيَةُ - اَلزَّان۪ي - زَانِيَةً - زَانٍ ile ينكحْ - يَنْكِحُهَٓا ve مُشْرِكَةًۘ - مُشْرِكَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet-i kerimede haberler nehiy manasında gelmiştir. Buna binaen bazı kıraatlerde لَا يَنْكِحُ cezimli okunmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Beyzâvî ayetin tefsîrinde şunları kaydeder: “Genellikle zinaya meyilli olan kimse saliha kadınlarla evlenmek istemez. Zina eden kadına da iyi kimseler rağbet etmez. Zira ahlaki benzeşme (müşakele), ülfet ve kucaklaşmanın sebebi olduğu gibi ahlaki muhalefet de nefret ve ayrılığın sebebidir. Mukabelenin hakkı cümlenin الزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُ اِلَّا مَن هُوَ زَانِ اَوْ مُشْرِك şeklinde gelmesi idi. Ancak asıl anlatılmak istenen kadınlarla evlenme arzusu içinde bulunan erkeklerin durumunu beyan etmek olduğundan ibare ayetteki gibi gelmiştir.
Yani mukabele için uygun olan muktezâ-i zâhir, nikâhın birinci hükümde zina eden ve müşrik olan erkeğe isnad edildiği gibi ikinci hükümde de zina eden ve müşrik olan kadına isnad edilmesiydi. Ancak asıl maksat erkeklerin bu tür kadınlara rağbetini dile getirmek olduğundan muktezâ-i zâhirin dışına çıkılarak mukabeleye riayet edilmemiş ve nikâh her iki hükümde de erkeğe isnad edilmiştir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
“Burada nikâhtan maksat sözleşme değil, cinsel ilişkidir” denmişse de, şu iki sebepten dolayı doğru değildir: 1) Kur’an’da nikâh her nerede gelmişse sadece akit anlamında kullanılmıştır. 2) Mana bozuk olmakta ve ifadeyi “Zinakâr erkek ancak zinakâr kadınla zina eder; zinakâr kadınla da ancak zinakâr erkek zina eder.” demeye götürmektedir. (Keşşâf)
لَا يَنْكِحُ “nikâhlamaz” ifadesi Amr b. Ubeyd’den cezimle, لَا ينكحْ “nikâhlamasın” şeklinde nehiy olarak nakledilmiştir. Merfû‘ okunduğunda nehiy anlamı yine vardır. Hatta daha vurgulu ve daha pekiştirmelidir. Nitekim رحمك الله، ويرحمك “rahimekâllāhu ve yerhamukâ’llāhu” ifadeleri [Allah sana rahmet etsin anlamında] ليرحمك şeklindeki emir kipinden daha vurguludur. لَا يَنْكِحُ “nikâhlamaz” fiilinin “onların âdetleri bu şekilde cereyan eder” anlamında sırf haber olması da caizdir. Müminin, kendisini bu adete alıştırmaması ve bundan korunması gerekir. (Keşşâf)
وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
Ayetin isti’naf وَ ’ıyla gelen son cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
حُرِّمَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. حُرِّمَ fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir.
Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edilene tazim ifade etmekte ve müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesini sağlamaktadır.
ذٰلِكَ ’de istiare vardır. İşaret ismi ile, müminlere haram kılınan fiile işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
الْمُؤْمِن۪ينَ - مُشْرِكَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
الزَّانِيَةُ ve عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ kelimelerinin başındaki elif lâm, her ne kadar zahiren umumilik ifade etse bile burada bu husus, ayetin kendileri hakkında nazil olduğu kimselere tahsis edilmiştir. (Fahreddin er-Razi)
وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَداًۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ |
|
|
2 | يَرْمُونَ | zina ile suçlayan |
|
3 | الْمُحْصَنَاتِ | namuslu kadınları |
|
4 | ثُمَّ | sonra |
|
5 | لَمْ |
|
|
6 | يَأْتُوا | getirmeyenlere |
|
7 | بِأَرْبَعَةِ | dört |
|
8 | شُهَدَاءَ | şahid |
|
9 | فَاجْلِدُوهُمْ | vurun onlara |
|
10 | ثَمَانِينَ | seksen |
|
11 | جَلْدَةً | değnek |
|
12 | وَلَا | ve artık |
|
13 | تَقْبَلُوا | kabul etmeyin |
|
14 | لَهُمْ | onların |
|
15 | شَهَادَةً | şahidliğini |
|
16 | أَبَدًا | asla |
|
17 | وَأُولَٰئِكَ | ve işte |
|
18 | هُمُ | onlar |
|
19 | الْفَاسِقُونَ | yoldan çıkmış kimselerdir |
|
وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَرْمُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَرْمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْمُحْصَنَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَأْتُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِاَرْبَعَةِ car mecruru يَأْتُوا fiiline mütealliktir. شُهَدَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
شُهَدَٓاءَ kelimesi فعلاء vezninde olduğu için gayri munsariftir ve tenvin almamıştır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ harfi zaiddir. اجْلِدُوهُمْ fiili, الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اجْلِدُوهُمْ fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ثَمَان۪ينَ kelimesi mef’ûlu mutlaktan naibdir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَلْدَةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَداًۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَقْبَلُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru تَقْبَلُوا fiiline mütealliktir. شَهَادَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَبَداً zaman zarfı, تَقْبَلُوا fiiline mütealliktir.
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَۙ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. İşaret ism-i اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir.
الْفَاسِقُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.
الْفَاسِقُونَ ise haberidir. هُمُ الْفَاسِقُونَ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur. الْفَاسِقُونَ kelimesi, sülâsî mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَداًۚ
و istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devamlılık ifade eder. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.
İsm-i mevsûlün sılası olan يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle sılaya atfedilen ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ cümlesi de aynı üsluptadır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberidir. Mevsûlün şarta benzemesi sebebiyle cümleye dahil olan فَ , zaid harftir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَداً cümlesi makabline atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
شَهَادَةً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyaktaki nekre, umuma ve şümule işarettir.
الْمُحْصَنَاتِ - زَانِيَةً kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, شُهَدَٓاءَ - شَهَادَةً ve جَلْدَةً - فَاجْلِدُوهُمْ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِاَرْبَعَةِ - ثَمَان۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ [İffetli kadınlara atarlar] cümlesinde istiare vardır. Aslında الرمى taş veya benzeri sert bir şeyi atmaktır. Daha sonra, müstear oIarak dil ile bir şey atmak için kullanılmıştır. Çünkü bu da maddi eziyete benzemektedir. Burada güzel bir istiare vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Ayette ثُمَّ (sonra) kelimesinin kullanılmış olması, şahitlerin getirilmesinin tehir edilmesinin caiz olduğunu bildirmektedir. Şu var ki şahitlik eda edilirken dört şahidin bir araya gelmesi şarttır. İmam Şafiî'ye göre ise suçlama ile şahitlik arasında gecikme caiz olduğu gibi dört şahidin şahitlikleri arasinda da gecikme caizdir. Şahitlerden birinin, suçlanan kadının kocası olması da caizdir, imam Şafii'ye göre bu, caiz değildir. (Ebüssuûd)
بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ [dört şahit] şeklindeki isim tamlaması بِاَرْبَعَةٍ شُهَدَٓاءَ şeklinde tenvin ile de okunmuştur. Bu takdirde شُهَدَٓاءَ kelimesi sıfat olur. (Keşşâf)
Bu ayetteki ceza ifadesinde جَلْدَةً kelimesinin seçilmesinde bir idmâc vardır. Çünkü فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً emrinde vurmak kelimesi yerine kullanılan terkip, acının deriyi sıyırıp altına geçmemesine ve ete zarar vermemesine işaret etmektedir. (İbni Aşûr, et-Tahir, et-Tahrîru’t-Tenvîr, XVIII, 147)
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan sübut ve istimrar ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. Onların fasık olduğunu gözler önüne sererek anlamı kuvvetlendirmiştir.
İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.
Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasr ifade eder.
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
Haberin الْ takısıyla marife olması muhataplar tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Onlar sadece fasıktır, fasık olmaktan başka bir özellikleri yok demektir. İzafî bir kasrdır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْمُحْصَنَاتِ - الْفَاسِقُونَۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. الْفَاسِقُونَۙ ism-i fail vezninde gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
(İşte fasıklar!) cümlesi, şart cümlesi tamamlandıktan sonra sanki iftira edenlerin Allah katındaki durumunu anlatmaktadır. (Keşşâf)
Bu kelam, makablinin izahıdır ve Allah katında onların halinin ne kadar kötü olduğunu beyan etmektedir. (Ebüssuûd)
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُواۚ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُواۚ
İsim cümlesidir. اِلَّا istisna harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَابُوا fiil cümlesidir.
تَابُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru تَابُوا fiiline mütealliktir. ذٰلِكَ ism-i işaret muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْلَحُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَصْلَحُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صلح ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
فَ ta’liliyyedir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُواۚ
Ayet önceki ayettekilerden istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade amacıyla gelen بَعْدِ ذٰلِكَ izafetindeki işaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî bir şey için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَاَصْلَحُوا cümlesi aynı üslupta gelerek sıla cümlesine tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا sözü, kasr-ı sıfat ale’l mevsûfun tamamlayıcısıdır. [Ancak bundan sonra tevbe edenler.] Yani inkârlarından tövbe edenler ve kendilerine tabi olanların aldatmaları ve azdırmaları sebebiyle bozdukları işleri düzeltenler müstesnadır. اغوي , bozmak demektir. Doğru yola geri döndürmek ise اَصْلَحُ ’tır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr, Âl-i İmran Suresi 89)
Bundan sonra dönüş yapıp durumunu düzeltenler müstesna ifadesi, fasıklardan istisna edilmiştir. Yani dönüş yaptıkları takdirde fasıklıktan kurtulurlar demektir. Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir ifadesi de buna delâlet eder. (Keşşâf)
فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Son cümle, غف لهم (Onları affetti) şeklinde takdir edilen bir cümle için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin birinci, رَح۪يمٌ ikinci haberidir.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlanan ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri ziyadelik ifade eder. فعول ve فعيل vezinleri ziyadelik ifade eden kalıplardandır. Bunların hepsi bu sıfatların ziyadeliğini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
“Muhakkak ki Allah çok merhametli ve affedicidir” ifadesi lâzımdır, “Onları da affedecek ve cennetine koyacaktır” manası melzûmdur. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | kimseler |
|
2 | يَرْمُونَ | zina ile suçlayan |
|
3 | أَزْوَاجَهُمْ | eşlerini |
|
4 | وَلَمْ | ve |
|
5 | يَكُنْ | bulunmayanlar |
|
6 | لَهُمْ | onların |
|
7 | شُهَدَاءُ | şahidleri |
|
8 | إِلَّا | başka |
|
9 | أَنْفُسُهُمْ | kendilerinden |
|
10 | فَشَهَادَةُ | (o halde) şahidliği |
|
11 | أَحَدِهِمْ | onlardan her birinin |
|
12 | أَرْبَعُ | dört defa |
|
13 | شَهَادَاتٍ | şahid tutmasıdır |
|
14 | بِاللَّهِ | Allah’ı |
|
15 | إِنَّهُ | kendisinin mutlaka |
|
16 | لَمِنَ | -den olduğuna |
|
17 | الصَّادِقِينَ | doğru söyleyenler- |
|
Rameye رمي : Atmak, fırlatmak anlamına gelen رَمْيٌ kelimesi hem ok ve taş gibi maddi varlıklarla ilgili, hem de kötü, çirkin laf ya da sövmeden kinayeli olarak sözle ilgili kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil formunda 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli mermidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَرْمُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَرْمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَزْوَاجَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكُنْ nakıs mebni emir fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لَهُمْ car mecruru يَكُنْ ’un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. شُهَدَٓاءُ kelimesi يَكُنْ ’un muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
اِلَّٓا istisna harfidir. اَنْفُسُهُمْ kelimesi شُهَدَٓاءُ ’den bedeldir.
فَ harfi zaiddir.
شَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. شَهَادَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. اَحَدِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَرْبَعُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. شَهَادَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِاللّٰهِ car mecruru شَهَادَاتٍ ’e mütealliktir.
اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
ل harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مِنَ الصَّادِق۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الصَّادِق۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. الصَّادِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ
Ayet, 4. ayetteki وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ cümlesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devamlılık ifade eder.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.
İsm-i mevsûlün sılası يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ cümlesi haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. Menfi كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُمْ , nakıs fiil كَان ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
اِلَّٓا istisna edatı, müstesna olan اَنْفُسُهُمْ kelimesi, شُهَدَٓاءُ ’dan bedeldir. (Mahmud Sâfî)
Bazı alimler اِلَّا için hasr edatı demişlerdir. O takdirde nefy harfi لَمْ ve istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşmuştur. Fiille mef’ûl arasındaki kasr, cümleyi tekid etmiştir. لَمْ يَكُنْ maksûr/sıfat, fail olan اَنْفُسُهُمْ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Hakk Teâlâ kişinin ailesi dışındaki hanımlara yaptığı zina isnâd ve iftirasının hükmünden bahsettikten sonra kendi hanımına zina isnadında bulunmasının hükmünü zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberidir.
فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ ‘un mübteda, اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ ’un haber olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûlde bulunan şart manası sebebiyle cümleye dahil olan فَ , zaid harftir.
فَشَهَادَةُ - شَهَادَاتٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
وَ , mutlak cem’ (toplamak, birlikte oluşu göstermek) içindir. Binaenaleyh ayetteki, “Seksen değnek vurun ve onların şahitliğini ebedi kabul etmeyin ve onlar fasıkların ta kendileridir.” şeklindeki her üç cümle de, birbirinden önceliği olmaksızın, sanki hep birlikte zikredilmiş gibidir. (Fahreddin er-Razi)
اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ
Masdar vezninde gelen شَهَادَةُ masdarı için mef’ûl konumundaki cümle, اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesidir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الصَّادِق۪ينَ ’in müteallakı olan haber mahzuftur.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الصَّادِق۪ينَ kelimesi ism-i fail olarak gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
وَالْخَامِسَةُ اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
وَالْخَامِسَةُ اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْخَامِسَةُ mübteda olup lafzen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
لَعْنَتَ kelimesi اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَيْهِ car mecruru اَنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنَ الْكَاذِب۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْكَاذِب۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن كان من الكاذبين فاللعنة عليه (Yalancılardan ise lanet onadır.) şeklindedir.
الْكَاذِب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْخَامِسَةُ اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ
Ayet و ’la önceki ayete atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ cümlesi, masdar teviliyle الْخَامِسَةُ kelimesinin haberidir.
Masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَنَّ ’nin haberi mahzuftur. Car mecrur عَلَيْهِ bu mahzuf habere mütealliktir.
لَعْنَتَ اللّٰهِ izafeti, muzâfa tazim ifade eder.
Haber, Allah'ın laneti üzerine olsun buyruğundadır. Yani beşinci şehadet, adamın söyleyeceği: [Allah'ın laneti üzerine olsun] sözleridir, şeklindedir. (Kurtubi)
اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
İstînâfiyye olarak gelen, اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ cümlesi, cevabı mahzuf, şart cümlesidir.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْكَاذِب۪ينَ , nakıs fiil كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; إن كان من الكاذبين فاللعنة عليه (Yalancılardan ise lanet onadır.) şeklindedir.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَيَدْرَؤُ۬ا عَنْهَا الْعَذَابَ اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَدْرَأُ | ve kaldırır |
|
2 | عَنْهَا | kendisinden |
|
3 | الْعَذَابَ | azabı |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | تَشْهَدَ | kadının şahidlik etmesi |
|
6 | أَرْبَعَ | dört defa |
|
7 | شَهَادَاتٍ | şahid tutup |
|
8 | بِاللَّهِ | Allah’ı |
|
9 | إِنَّهُ | onun (kocasının) |
|
10 | لَمِنَ | -den olduğuna |
|
11 | الْكَاذِبِينَ | yalan söyleyenler- |
|
وَيَدْرَؤُ۬ا عَنْهَا الْعَذَابَ اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَدْرَؤُ۬ا damme ile merfu muzari fiildir. عَنْهَا car mecruru يَدْرَؤُ۬ا fiiline mütealliktir. الْعَذَابَ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَدْرَؤُ۬ا fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
تَشْهَدَ mansub muzari fiildir. اَرْبَعَ kelimesi mef’ûlun mutlaktan naibdir. شَهَادَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِاللّٰهِ car mecruru تَشْهَدَ fiiline mütealliktir.
اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
ل harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْكَاذِب۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْكَاذِب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَدْرَؤُ۬ا عَنْهَا الْعَذَابَ اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ
Önceki ayeteki …فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ cümlesine atfedilen bu ayet, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ ve akabindeki اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِ cümlesi, masdar teviliyle يَدْرَؤُ۬ا fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
تَشْهَدَ - شَهَادَاتٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ
Masdar vezninde gelen شَهَادَاتٍ için mef’ûl konumundaki cümle, اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesidir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْكَاذِب۪ينَ ’in müteallakı olan haber mahzuftur.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْكَاذِب۪ينَۙ kelimesi ism-i fail olarak gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْخَامِسَةُ mübteda olup lafzen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
غَضَبَ kelimesi اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَيْهَٓا car mecruru اَنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنَ الصَّادِق۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الصَّادِق۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن كان من الصَّادِق۪ينَ فالغَضَبَ عليه (Sadıklardan ise gadab onadır.) Şeklindedir.
الصَّادِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا
و atıf harfi olup, ayet önceki ayete matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا cümlesi, masdar teviliyle الْخَامِسَةَ kelimesinin haberidir.
Masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَنَّ ’nin haberi mahzuftur. Car mecrur عَلَيْهَٓا, bu mahzuf habere mütealliktir.
Veya الْخَامِسَةَ , önceki ayetteki اَرْبَعَ ’ya matuftur. Masdar-ı müevvel وَالْخَامِسَةَ ’den bedeldir.
اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
İstînâfiyye olarak gelen اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ cümlesi, cevabı mahzuf şart cümlesidir.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الصَّادِق۪ينَ , nakıs fiil كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; فالغضب عليها (Gadap onlaradır.) şeklindedir.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetin fasılası olan اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ cümlesiyle, bu ayetin fasılası olan اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الصَّادِق۪ينَ - الْكَاذِب۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Beşincisi de, eğer kocası doğru ise Allah'ın gazabının kendi (kadının) üzerine olmasıdır cümlesinde الْخَامِسَةَ mübteda olarak merfû’dur, sonrası da haberdir. Ya da اَنْ تَشْهَدَ ’ye atıfla merfû’dur. Hafs ise اَرْبَعَ ’ya atfederek mansub okumuştur. Nâfi' ile Yakub da اَنْ لَعْنَتَ اللّٰهِ ve اَنْ غَضَبَ اللّٰهِ şeklinde sükun ile okumuştur. Başka okuyuşlar da vardır. (Beyzâvî)
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?”manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَوْلَا kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde ل bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı ل ’sız gelir. Nur Suresi 21. ayet buna misaldir. (Suyuti/İtkan)
فَضْلُ mübteda olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri; موجود (vardır) şeklindedir. عَلَيْكُمْ car mecruru فَضْلُ ’ye mütealliktir.
رَحْمَتُهُ atıf harfi و ’la فَضْلُ ’ya matuftur.
وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. تَـوَّابٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
حَك۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
تَـوَّابٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟
Ayet, 4. ayetteki istînâfiyye olan …وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ cümlesine atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ifade eden şart cümlesi وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ , faide-i haber ibtidai kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan فَضْلُ ’nun, takdiri موجود (mevcuttur) olan haberi mahzuftur.
Önceki ayetteki hitap gaib zamire iken bu ayette muhatap zamirine iltifat edilmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen فَضْلُ اللّٰهِ ve وَرَحْمَتُهُ izafetlerinde فَضْلُ ’nun Allah lafzına, رَحْمَتُ ’nun Allah Teâlâya ait olan zamire muzâf olması, onları tazim ve teşrif içindir.
لَوْلَا , gayrı cazim şart edatıdır. Şart ilişkisi kurar. Şart bulunduğundan dolayı cevabın bulunmadığını ifade eder.Türkçe’ye olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Ayette de görüldüğü üzere, gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurmuştur. Takdiri, لهلكتم (helak olmuştunuz) olan cevap cümlesi mahzuftur. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ [Allah'ın size lütfu ve acıması olmasaydı] cümlesinde, olayın korkunçluğunu göstermek için لَوْلَا edatının cevabı söylenmemiştir. Bu da cevabın takdirinde her türlü şeyin akla gelmesini sağlar. Bu tür bir ifade daha beliğ bir açıklama olup daha korkutucu ve caydırıcıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Yani şayet Allah’ın zorluk ve darlıktan kurtarıcı, ferahlık verici hükmü sebebiyle size özellikle verdiği keremi, nimeti, ihsanı, rahmeti, tevbelerinizin kabulüne imkan vermesi gibi lütufları olmasaydı siz pek çok işlerinizde sıkıntı ve meşakkate düşerdiniz. Allah sizi rezil eder ve derhal cezalandırırdı. Fakat O, sizin hatalarınızı örttü ve liân vesilesiyle düşeceğiniz tehlikeden sizi kurtardı. Onun zatî sıfatlarından birisi de rahmeti kendi nefsine yazması, kendisinin tevbeleri çokça kabul edici olması ve O’nun vaz ettiği şer’î hükümlerde, emir ve nehiylerde son derece hikmet sahibi olmasıdır.
Zemahşerî de burada لَوْلَا ’nın cevabının terk edildiğini söylemiştir. Onun terk edilmiş olması mahiyeti tam bilinemeyen büyük bir şeye delalet eder. “Nice dile getirilmeyen şey vardır ki konuşulmuş olandan daha etkilidir.” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
فَضْلُ ’nun Allah lafzına, رَحْمَتُ ’nun Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması, onları tazim ve teşrif içindir.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟ , sübut ve istimrar ifade eder. Cümle masdar teviliyle, sarih masdar vezninde gelen فَضْلُ ’ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
Masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve hükmün, illetini bildirmek içindir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah kelimesinin masdarı olan ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Allah'ın تَـوَّابٌ ve حَك۪يمٌ۟ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
تَـوَّابٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
تَـوَّابٌ ve حَك۪يمٌ۟ kelimeleri ziyadelik ifade eder. فعَّال ve فعيل vezinleri ziyadelik ifade eden kalıplardandır. Bunların hepsi bu sıfatların ziyadeliğini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
رَحْمَتُهُ - فَضْلُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَوْلا ’nın cevabının başında olan lam harfi yüceltmek için hazf edilmiştir. Bu hazif belâgi bir üsluptur ve bu surede tekrarlanmıştır. Bu hazif, cevabın hazfi gibidir. (Âşûr)
Eline verilen kitaba baktı. Kalın kitapları severdi ama bu gözünü korkuttu. Hayatı boyunca yaptığı ve söylediği, büyük küçük, her şeyin kaydı vardı. Unuttum dedikleri, önemsemedikleri, hatırlanmamasını diledikleri ve daha niceleri.
Dünyadaki kendine demek istediği çok şey vardı: Allah’ın belirlediği sınırları iyi öğren. Söylediklerinin ve yaptıklarının bilincinde ol. En çok da dilini terbiye etmeye bak. Ortaya laf atıp gitmek ya da bilmediğin konuyu biliyormuş gibi konuşmak yok. Allah’a teslim olan bir kul olarak kelimelerini seçerek sarfet, adımlarını hesaplayarak at ve kararlarını düşünerek al. Daha iyi bir kul olmak için ‘yarın’ değil, ‘bugün’ de.
Eline verilen kitaba baktı. Son kitabı değil de, ders kitabı olduğunu hatırladı. Hesap kitabı olmayışına şükretti. Allah’ın rahmet müjdesinin sevincini hissetti. Şüphesiz Allah, tövbeleri kabul etmeseydi hali nice olurdu!
Ey Allahım! Bizi; iffetini koruyanlardan ve eşini seçerken Senin rızana öncelik verenlerden; hayrı konuşanlardan ve hayrı dinleyenlerden eyle. Bizi zulmün her çeşidinden; zulüm etmekten ve zulme uğramaktan; iftiradan ve iftira atacak kapasiteye sahiplerden; boş sözlerden ve faydasız insanlardan koru. Bizi; tövbe edenlerden, tövbesini kabul ettiklerinden, lütfunun ve rahmetinin ulaştıklarından eyle.
Amin.
***
Kur’an-ı Kerim’de tevbeye teşvik eden ve Allah’ın rahmetini hatırlatan birçok ayet vardır. Denir ki; bir müslüman umut ve korku arasında gidip gelmelidir. Alimlere göre bu şu manalara gelir:
Böyle bir kişi işlediği günahlardan affedilme umuduyla ama diğer taraftan yeterince samimi olmadığı sürece affedilmeme korkusuyla sıkıca sarıldığı tevbelerle Allah’ın huzuruna koşmalı ve O’nun rahmetine sığınmalıdır. Ayrıca bu kişi korkunun verdiği dehşet ile günahlardan sakınır ve her işini doğru düzgün yapmak için çaba gösterir. Hata yaptığında ya da nefsine yenik düştüğünde ise umudun verdiği azimle hemen tevbeye sarılır. Öyle ki samimi manada tevbe ettiğinde varsa bir bedeli, yeryüzünde ödemeye razıdır. Yani ne yapması gerekiyorsa yapmaya isteklidir. Kendini belli ortamlardan ve kişilerden uzaklaştırır. Belli konulardaki eksik bilgilerini tamamlayarak sağlam temellere dayanır. Bunları da ancak korku ve umut arasında gidip gelebilen başarır. Zira tek başına umut hali yanıltıcıdır, gevşekliğe neden olur. Tek başına korku hali ise yıpratıcıdır, işleri yokuşa sürerek zorlaştırır. Her ikisinin tek başına kalması sonucunda kişi vesveseye açık olur ve rahatlamak için dünyaya daha çok bağlanır. Bu da aşırıya kaçmasına sebeptir.
Bu öyle bir korkudur ki Allah’ın rahmetinden ümit kesmekten sakınır. Bu öyle bir umut halidir ki kendisini, umutsuzlukla dolu korkutucu hallere düşmesine sebep olabileceklerden korumaya çalışır.
Ey Allahım! Bizi samimiyetle tevbe edenlerden ve Sana sığınanlardan eyle. Duygularımızda ve düşüncelerimizde aşırıya kaçmaktan muhafaza buyur. Yanlış hallerden, ortamlardan, amellerden ve dostlardan uzaklaşanlardan; Senin rızanı kazanmaya vesile olacaklara ise yaklaşanlardan eyle.
Rabbim! Yardımına muhtacız. Bize kolaylaştır. Rahmetine muhtacız. Bizi affeyle.
Amin.