27 Haziran 2025
Nûr Sûresi 11-20 (350. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nûr Sûresi 11. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ لَا تَحْسَبُوهُ شَراًّ لَكُمْۜ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  ...


O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ kuşkusuz
2 الَّذِينَ
3 جَاءُوا getirenler ج ي ا
4 بِالْإِفْكِ iftirayı ا ف ك
5 عُصْبَةٌ bir topluluktur ع ص ب
6 مِنْكُمْ içinizden
7 لَا
8 تَحْسَبُوهُ onu sanmayın ح س ب
9 شَرًّا şer ش ر ر
10 لَكُمْ sizin için
11 بَلْ bilakis
12 هُوَ o
13 خَيْرٌ hayırdır خ ي ر
14 لَكُمْ sizin için
15 لِكُلِّ her (karşılığını görecektir) ك ل ل
16 امْرِئٍ kişi م ر ا
17 مِنْهُمْ onlardan
18 مَا ne
19 اكْتَسَبَ işledi (ise) ك س ب
20 مِنَ
21 الْإِثْمِ günahının ا ث م
22 وَالَّذِي kimseye
23 تَوَلَّىٰ yüklenen و ل ي
24 كِبْرَهُ en büyüğünü ك ب ر
25 مِنْهُمْ onlardan
26 لَهُ onun (yalanın)
27 عَذَابٌ bir azab (vardır) ع ذ ب
28 عَظِيمٌ büyük ع ظ م
Hem Hz. Peygamber’in aile hayatını ve yakınlarıyla ilişkilerini daha iyi anlayıp kavramamızı sağlamak hem de aile hayatına, iffet ve namusa değer veren topluluklarda çokça rastlanan iftira olayı karşısında müminlerin nasıl bir tavır ve yaklaşım içinde olmaları gerektiği konusunda yol göstermek için indirilmiş olan bu âyetler, Hz. Âişe’nin de katıldığı bir yolculuk olayına ve bazı münafıkların bunu fırsat bilerek onun hakkında uydurdukları bir düzmeceye atıfta bulunmaktadır. Müslim’in (“Tevbe”, 56) genişçe rivayet ettiği olayın özeti şöyledir: Hz. Peygamber hicretin 5. yılında (Benî Müstalik diye de anılan) Müreysî‘ seferine çıkarken her zaman yaptığı gibi eşlerinden birini –bu defa Hz. Âişe’yi– yanına almıştı. Daha önce Peygamber eşlerinin başkalarıyla ancak perde arkasından görüşüp konuşmalarıyla ilgili emir gelmiş bulunduğundan (Ahzâb 33/53) Hz. Âişe, deve üzerine kurulmuş çadır benzeri bir yerde (perdeli mahfede) seyahat ediyordu. Dönüşte Medine’ye yaklaşıldığında bir yerde istirahat edilmiş ve gece hareket emri verilmişti. Bu sırada Hz. Âişe ihtiyacını gidermek için biraz uzaklaşmış, yerine geldiğinde değerli bir kolyesinin düşmüş olduğunu farketmiş, aramak için tekrar gitmiş, epeyce aradıktan sonra bulup dönmüştü. Bu arada görevliler Hz. Âişe’nin kapalı mahfesini kaldırıp deveye yüklemişler, onun mahfenin içinde olmadığını anlayamamışlardı. Hz. Âişe dönüp de kafilenin gitmiş olduğunu görünce, “Farkettiklerinde beni burada ararlar veya arkayı toparlayarak gelen kişi beni burada bulur” diyerek olduğu yerde oturmuş, beklemeye koyulmuş, beklerken uyku bastığı için de uyuyakalmıştı. Birliğin arkasını emniyete almak ve toparlamak üzere görevlendirilmiş bulunan Safvân isimli sahâbî konaklama yerinden geçerken bir karartı görmüş, yakınına geldiğinde onun Hz. Âişe olduğunu anlayınca “innâ lillâh...” diye seslenerek uyandırmış, devesini çökertip kendisi biraz uzaklaşmış, Hz. Âişe deveye binmiş, yola koyulmuşlar ve öğle üzeri istirahat etmekte olan kafileye yetişmişlerdi. 
 
 Hadise bundan ibaret olduğu halde başta meşhur münafık Abdullah b. Übey b. Selûl olmak üzere küçük bir grup olayı kötü yorumlayarak çirkin bir iftira ürettiler: Hz. Âişe ile Safvân arasında iffete aykırı bir olay yaşandığını söylediler ve bunu halk içinde yaymaya başladılar. Hz. Âişe Medine’ye gelince hastalanmış, bir ay kadar yatmıştı. Dedikodudan haberdar olamadı, nihayet bir vesile ile iftira onun da kulağına geldi. Beyninden vurulmuşa dönen Âişe üzüntüsü yüzünden yeniden hastalandı, meseleyi ailesinden öğrenmek maksadıyla Hz. Peygamber’den izin alıp baba evine gitti. Annesi, eşi tarafından sevilen, kumaları bulunan her güzel kadın için böyle dedikoduların yapılabileceğini söyleyerek kızını teselli etmeye çalıştıysa da Âişe günlerce ağladı.
 
 Bu arada Hz. Peygamber yakınları ile istişarede bulundu, hepsi Hz. Âişe’nin lehinde konuştular; Hz. Ali de aleyhinde bir şey söylememekle beraber “kadın kıtlığının bulunmadığını” ifade etti ve evin hizmetçisinden tahkik etmesini tavsiye etti. Hizmetçi Hz. Âişe’yi savundu. Yeterince araştırma, soruşturma yaptıktan sonra Hz. Peygamber mescide geldi, minbere çıkarak hem eşi hem de Safvân hakkındaki müsbet kanaatini ifade etti. Baş iftiracıdan şikâyette bulundu, cemaatin görüşüne başvurdu. İftiracıyı cezalandırma konusunda, İslâm öncesinden kalma kabilecilik gayretiyle ileri geri sözler söylendiği için konuşmayı bu noktada kesti. İftira atılalı bir ay geçmiş olmasına rağmen konu hakkında bir vahiy gelmemiş, âdeta bu büyük imtihanın süresi kasıtlı ve hikmetli olarak uzatılmıştı. Bir ayın hitamında Hz. Peygamber eşini görmek üzere kayınpederi Ebû Bekir’in evine geldi, burada aile arasında şu konuşma geçti:
 
 Hz. Peygamber:
 
 – “Âişe, senin hakkında bana şunları, şunları söylediler. Eğer sen mâsum isen Allah bunu ortaya çıkaracak, seni bu iftiradan arındıracaktır. Eğer bir günaha bulaştıysan Allah’tan af dile, tövbe et; çünkü kulu suçunu itiraf ederek Allah’a tövbe ederse O bağışlar.” 
 
 Bu sözleri işitince kendine gelen ve göz yaşları kesilen Hz. Âişe, önce babasının, sonra annesinin cevap vermelerini istedi; onlar “Biz Resûlullah’a karşı ne diyebiliriz?” deyince kendisi şöyle konuştu: “Öyle anlaşılıyor ki siz bunları işittiniz ve inandınız. Allah benim suçsuz ve günahsız olduğumu biliyor, ancak ben size ‘yapmadım’ desem inanmayacaksınız, ‘yaptım’ desem inanacaksınız. Durumumuz Hz. Yûsuf’un babasının durumuna benziyor, o şöyle demişti: “Artık (bana düşen) güzelce sabretmektir. Anlattığınız karşısında, yardım edecek olan ancak Allah’tır” (Yûsuf 12/18). Hz. Âişe bunları söyledikten sonra kırgın olarak yatağına uzandı, arkasını dönüp örtüsünü başına çekti. İşte tam bu sırada vahiy işaretleri belirdi, durumu açıklığa kavuşturan, iftiracıların yüzünü karartan on âyet (11-20) nâzil oldu.
 
 “İftira kandan çetindir” diye bir atasözü vardır. Toplum hayatını dinamitleyen, dostlukları bitiren, aile facialarına yol açan, cinayetlere sebep teşkil eden bu ahlâksızca davranışı engellemek ve müminleri eğitmek üzere söz konusu edilen meşhur iftira olayında büyük ders ve ibretler vardır. Bu âyetlerle iftira edenlere, iftiraya uğrayanlara, iftirayı duyanlara nasıl davranmaları gerektiği konusunda ders ve öğütler verilmiş, İslâm ahlâkının önemli ilkeleri bu vesile ile bir daha hatırlatılmıştır. Bu arada müslümanların içine sızmış bulunan bazı münafıkların perdeleri düşmüş, kötü duygularına mağlûp olan veya dedikoduya kapılan birkaç mümin de büyük bir imtihan geçirmiş, sonra tövbe ederek temizlenmişlerdir. Bazı rivayetlere göre bunlara iftira cezası da uygulanmıştır. Sonuç olarak iftira olayı derin üzüntülere sebep olsa da mânevî getirisi bakımından müminlerin hakkında hayırlı olmuştur. 
 
 19. âyette söz konusu edilen “ahlâksızlığın yaygınlaşması” ifadesi, hem fiilen ahlâka aykırı davranışları hem de bunların dedikodusunun, sohbetinin yapılmasını, tabii bir olaymış gibi kınamadan konuşulmasını kapsamaktadır. Topluluk içinde birçok kötülük, buna karşı zamanında ve yeterli tepki gösterilmemesi sebebiyle yayılmakta ve yerleşmektedir. Erdemli bir toplulukta ancak erdeme uygun davranışlar açıkça ve takdir edilerek konuşulur, sohbet konusu olur; çirkin ve kötü olaylar ise yalnızca gerektiği kadar dile getirilir ve erdem ölçülerine göre değerlendirilir, mahkûm edilir, ıslah çareleri üzerinde durulur. Topluluk içinde erdemsizliğin yaygın hale gelmesi öncelikle yasaklar ve cezalarla değil, toplumun erdem ve erdemsizlik karşısında takındığı tavırla engellenebilir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 58-61

اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

جَٓاؤُ۫  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِالْاِفْكِ  car mecruru  جَٓاؤُ۫  fiiline mütealliktir.  عُصْبَةٌ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  عُصْبَةٌ ’ün mahzuf sıfatına mütealliktir.


 لَا تَحْسَبُوهُ شَراًّ لَكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَحْسَبُوهُ  fiili,  نَ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

شَراًّ  kelimesi,  تَحْسَبُوهُ  fiilinin ikinci mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  شَراًّ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ 

 

بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur. لَكُمْۜ  car mecruru  خَيْرٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

خَيْرُ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsmi tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ 

 

İsim cümlesidir.  لِكُلِّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. 

امْرِئٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْهُمْ  car mecruru   امْرِئٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اكْتَسَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مِنَ الْاِثْمِ  car mecruru  اكْتَسَبَ  fiiline müteallilktir.  

اكْتَسَبَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  كسب ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَوَلّٰى dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَوَلّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

كِبْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  cümlesi, mübteda olan  الَّذ۪ي ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

مِنْهُمْ  car mecruru  تَوَلّٰى ’nın failinin mahzuf haline mütealliktir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  عَظ۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’ün sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَظ۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve istimrar ifade eder.

İsm-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107) 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûl olarak marife gelmesi; arkadan gelen habere işaret veya ima için olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِفْكِ , kizb’den (yalandan) daha mübalâgalıdır, çünkü  أَفك ’ten gelir ki o da çevirmektir, zira o, doğru istikametten çevrilen sözdür. (Beyzâvî)

Ayette ‘getirmek’ fiilinin kullanılması, aslı, esası olmaksızın, kendiliklerinden bunu uydurduklarına işaret etmektedir. (Ebüssuûd)

جاءُوا بِالإفْكِ  sözü; kastettiler ve bunu önemsediler demektir. Aslı şöyledir: Garip bir haber verene “Bu haberi verdi” denir. Çünkü garip haberin şanı; seyahatten gelenlere veya o semtten uzak olanlara ait olmaktır.  Allah Teâlâ Hucurat Suresi 6. ayette  إنْ جاءَكم فاسِقٌ بِنَبَإٍ  [Size bir fasık bir haber getirirse…]  buyurmuştur. Böylece haber;  yolcunun gelişine veya meknî olarak gelene benzetilmiştir. Gelmek terşîh manası kazandırmıştır. Musahabe manasındaki  بِ  harfinin gelişiyle terşîh istiare tamamlanmıştır. 

اِنَّ ’nin haberinin  عُصْبَةٌ olması caizdir. Ve bu söz; inkârlarında daha kuvvetli olan bir topluluk olmalarına rağmen, onlara ve yaptıklarına hayret etmek için kullanılmıştır. (Âşûr) 

عُصْبَةٌ  kelimesinin zikri onları ve sözlerini tahkir içindir. (Âşûr)

  

 لَا تَحْسَبُوهُ شَراًّ لَكُمْۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

شَراًّ ’deki tenvin nev içindir.

Onu kendiniz için şer sanmayın kavli de yeni söz başıdır. Hitap, Resulullah’a (sav), Âişe'ye ve Safvan'adır. Allah onlardan razı olsun.  هُ  zamiri de  اِفْكِ ’e râcidir. (Beyzâvî)

Bu hitap, Resulullah (sav), Hz. Ebubekir, Hz. Âişe ve Safvan (ra) için olup daha baştan onları teselli etmektedir. (Ebüssuûd) 


 بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ 

 

Ayete dahil olan  بَل  idrâb harfidir, intikal için gelmiştir. Cümle öncesi için tekid hükmünde istînâfiyyedir. Sübut ifade eden, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  خَيْرُ  ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ  cümlesinde  بَلْ , idrâb harfidir. Tersine, aksine anlamındadır.

O, sizin için hayırdır sözüne, “o, onlar için şerdir” manası idmac edilmiştir. 

Sizin hakkınızda konuşanlar için tehdit ve sizin için iyilik düşünenler için de övgüdür. (Beyzâvî)

لَا تَحْسَبُوهُ شَراًّ لَكُمْ [Onu kendiniz için bir şey sanmayın] - بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ  [Bilakis o sizin için daha hayırlıdır.] arasında mukabele, شَراًّ -  خَيْرٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Aslında خَيْرٌ  kelimesi  شَراًّ ‘e  بَلْ  harfiyle atfedilerek  بَلْ خَيْرًا لَكم  denir. Burada üslubun değişerek; sebat ve devama delalet eden isim cümlesi tercih edilmiştir. (Âşûr)

 

لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim sanatları vardır.  لِكُلِّ , mahzuf mukaddem habere mutealliktir.  

Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)  

اكْتَسَبَ  fiili  اِفْتِعال  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, ittihaz, müşareket, izhar, çaba ve talep anlamları katar.  اِفْتِعال  kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

خَيْرٌ - الْاِثْمِۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


 وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

Ayetin, …لِكُلِّ امْرِئٍ  cümlesine atfedilen fasılasının atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan   تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)  

لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  cümlesi  الَّذ۪ي ’nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  عَذَابٌ ’daki tenvin, tahkir ve teksir ifadesinin yanında tarifi mümkün olmayan bir azap olduğuna işaret eder.

عَظ۪يمٌ , kelimesi  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَراًّ - عَذَابٌ - اِثْمِۚ  ve  كِبْرَهُ - عَظ۪يمٌ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Nûr Sûresi 12. Ayet

لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ  ...


Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, “Bu, apaçık bir iftiradır” deselerdi ya!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْلَا gerekmez miydi?
2 إِذْ zaman
3 سَمِعْتُمُوهُ onu işittiğiniz س م ع
4 ظَنَّ zanda bulunup ظ ن ن
5 الْمُؤْمِنُونَ inanan erkeklerin ا م ن
6 وَالْمُؤْمِنَاتُ ve inanan kadınların ا م ن
7 بِأَنْفُسِهِمْ kendiliklerinden ن ف س
8 خَيْرًا güzel خ ي ر
9 وَقَالُوا ve demeleri ق و ل
10 هَٰذَا bu
11 إِفْكٌ bir iftiradır ا ف ك
12 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ 


 

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. 

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

اِذْ  zaman zarfı,  ظَنَّ  fiiline mütealliktir. 

إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَمِعْتُمُوهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

سَمِعْتُمُوهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  سَمِعْتُمُوهُ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denir. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ظَنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمُؤْمِنُونَ  fail olup ref alameti و dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  الْمُؤْمِنَاتُ  atıf harfi  وَ la  الْمُؤْمِنُونَ a matuftur. 

بِاَنْفُسِهِمْ  car mecruru ikinci mef’ûlün bihe müteallıktır.  Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْمُؤْمِنَاتُ  ve الْمُؤْمِنُونَ  kelimeleri, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli  هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

İşaret ismi  هٰذَٓا  mübteda olarak mahallen merfûdur. اِفْكٌ  haber olup lafzen merfûdur.

مُب۪ينٌ  kelimesi, اِفْكٌ ün sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ 

 

لَوْلَٓا , tahdîd harfidir. Burada tevbih ve pişmanlığa teşvik için gelmiştir. (Âşûr) 

ظَنَّ  fiiline müteallik olan  اِذْ , maziye dönük zaman zarfıdır.  سَمِعْتُمُوهُ  cümlesine muzâf olmuştur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سَمِعْتُمُوهُ  fiilindeki  وَ , okumada hafiflik için gelen işbâ vavıdır.

Ayetin başındaki  لَوْلَٓا , burada ‘’değil miydi” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Bu mesela,  لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ [Bize yakın zamana kadar geciktirmeli değil miydin? (Nisa Suresi, 77)] ve  فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا  [İman edip de bu imanı kendisine fayda vermiş bir memleket bulunsaydı ya! (Yunus Suresi, 98)] ayetlerinde olduğu gibi. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)  

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ظَنَّ , zıt iki anlamı olan fiillerdendir. Hem zannetti hem de kesin olarak bildi demektir. 

سَمِعْتُمُوهُ ’daki muhatap zamirden,  ظَنَّ ’deki gaib zamire iltifat sanatı vardır.

خَيْراًۙ ’daki tenvin kesret ve tekrim içindir. İsm-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

الْمُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِنَاتُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ  [Onu duyduğunuz zaman müminler hüsnüzanda bulunsalardı.] cümlesindeki II. şahıs kipinden III. şahıs kipine dönüş vardır. Takdiri şöyledir:  لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَنْتُمْ  [Onu işittiğinizde hüsnüzanda bulunsaydınız.] Yüce Allah, daha şiddetli azarlamak ve imanın müminler hakkında hüsnüzanda bulunmayı gerektirdiğini bildirmek için II. şahıs kipinden III. şahsa dönmüştür. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Âşûr)

لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ [Onu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve mümin kadınlar içlerinde bir hayır zannedip bu]  kendilerinden olan erkek ve kadın müminler hakkında, Mesela,  وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ [Kendinizi ayıplamayın.] (Hucurat Suresi, 11)  ayetinde olduğu gibi. Hitaptan gaib üsluba geçilmesi daha çok kınamak ve şunu bildirmek içindir ki iman; müminlere hayır düşünmeyi, onlara dil uzatmamayı ve kendi nefislerini müdafaa eder gibi onları da müdafaa etmeyi gerektirir.  لَوْلَٓا  ile fiilinin arasına zarf ile fasıla girmesinin caiz olması, zarfın da ondan sayılmasındandır, çünkü ondan ayrılması caiz değildir. Bunun içindir ki başka şeylerde caiz olmayan onda caiz olur. Zira zarfı zikretmek çok önemlidir. Çünkü teşvik etmek o şeyi duyar duymaz olmalıdır demektir. (Beyzâvî) 

Eğer ayetteki imandan murad, hakiki iman ise mezkûr şeyleri gerektirmesi gayet açık olur ve tevbih müminlere mahsus olur. Yok eğer bu iman, münafıkların da zahiren gösterdikleri imanı da kapsayan mutlak iman ise mezkûr şeyleri gerektirmesi, onların, zahirî iddialarının aksini göstermekten kaçınmaları cihetiyledir. Buna göre tevbih, hepsine yöneltilmiş olur. (Ebüssuûd)


 وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ

 

Ayetin son cümlesi,  وَ ’la  ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İşaret isminde istiare vardır.  هٰذَٓا  ile sözlere işaret edilmiştir. 

İşaret isimleri mahsus şeyleri işaret etmek için kullanılırlar. Buradaki gibi aklî şeyleri işaret etmekte kullanıldıklarında istiare olur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsnedün ileyhin ism-i işaret olarak gelmesinin amacı; en güzel şekilde temyiz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. Nur Suresi, 12 ve 16. ayetlerde, bu mananın yanında bu müminleri tahkir de vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُب۪ينٌ  müsned olan  اِفْكٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.
Nûr Sûresi 13. Ayet

لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ  ...


Onlar (iftiracılar) bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Mademki şahit getirmediler; işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْلَا gerekmez miydi?
2 جَاءُوا getirmeleri ج ي ا
3 عَلَيْهِ ona
4 بِأَرْبَعَةِ dört ر ب ع
5 شُهَدَاءَ şahid ش ه د
6 فَإِذْ madem ki
7 لَمْ
8 يَأْتُوا getirmediler ا ت ي
9 بِالشُّهَدَاءِ şahidleri ش ه د
10 فَأُولَٰئِكَ o halde onlar
11 عِنْدَ yanında ع ن د
12 اللَّهِ Allah
13 هُمُ onlar
14 الْكَاذِبُونَ yalancılardır ك ذ ب

لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ 

 

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

لَوْلَا  kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde ل  bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı ل ’sız gelir. Nur Suresi 21. ayet buna misaldir. (Suyuti, İtkan) 

جَٓاؤُ۫  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

عَلَيْهِ  car mecruru  جَٓاؤُ۫  fiiline mütealliktir.  بِاَرْبَعَةِ  car mecruru  جَٓاؤُ۫  fiiline mütealliktir.

شُهَدَٓاءَ  muzâfun ileyh olup cer alameti fethadır.  شُهَدَٓاءَۚ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ 

 

فَ  atıf harfidir.  اِذْ  zaman zarfı olup mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri; كذبوا (yalanladılar) şeklindedir. 

لَمْ يَأْتُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَأْتُوا  fiili  نَ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِالشُّهَدَٓاءِ  car mecruru  يَأْتُوا  fiiline mütealliktir.

 فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ

 

İsim cümlesidir.  فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عِنْدَ  zaman zarfı,  الْكَاذِبُونَ ye mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

هُمُ الْكَاذِبُونَ  cümlesi, mübteda işaret isminin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْكَاذِبُونَ  haber olup ref alameti و dır.  الْكَاذِبُونَ  kelimesi,sülâsi mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107) 

Ayetin başındaki  لَوْلَا , tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir.

Tahdid için olan  هلا  “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)

Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendim (pişmanlık) ifade eden bir edattır.

لَوْلَا  harfi hep maziye dahil olmuştur. Bu da pişmanlığa delalet eder. Sanki muhatabın yaptığı işe pişman olmasını ister. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin başındaki  لَوْلَٓا , burada “Değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Bu mesela,  لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ [Bize yakın zamana kadar geciktirmeli değil miydin? (Nisa Suresi, 77)] ve  فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا  [İman edip de bu imanı kendisine fayda vermiş bir memleket bulunsaydı ya!] (Yunus Suresi, 98) ayetlerinde olduğu gibi. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)

لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ  [Ona dört şahit getirselerdi ya!] cümlesinde teşvik vardır. Maksat, kınama ve azarlamadır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Bundan önce iftiracılardan işittikleri  وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ [Bu, apaçık bir bühtandır.]  sözleriyle tekzip edildikten ve bunu söylemediklerinden dolayı tevbih edildikten sonra bu kelam da, ya söylenmesi teşvik edilen sözlere dahil olup dinleyenleri, iftiracıları susturmaya veya tekzip etmeye teşvik etmektedir. (Ebüssuûd)   


 فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ

 

Cümle  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Ayete dahil olan zaman zarfı  اِذْ  bu ayette şart manası taşır. Müteallakı mahzuftur.  كذبوا (Yalanladılar.) şeklinde  takdir edilir. Menfî mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır. Aynı zamanda şart cümlesidir.

فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ  cümlesi,  اِذْ ’nın cevabıdır. Mübteda ve haberden oluşan cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle ve haberin marife gelmesiyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasr ifade eder.

Haberin  الْ  takısıyla marife olması muhataplar tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Onlar sadece yalancıdır, yalancı olmaktan başka bir özellikleri yok demektir. İzafî bir kasrdır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. 

فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ  ifadesindeki hasr sıygası mübalağa içindir. Sanki yalanlarındaki şiddet ve çirkinlik sebebiyle, onlardan başkası yalancı sayılmamıştır. Sanki onların mahiyeti yalancılıktan ibarettir. (Âşûr) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı  عِنْدَ , müteallakı olan  الْكَاذِبُونَ ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.

Veciz anlatım kastıyla gelen  عِنْدَ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  عِنْدَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Müsnedin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

شُّهَدَٓاءِ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شُّهَدَٓاءِ - كَاذِبُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç  tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'ani'l Kerim)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426

 
Nûr Sûresi 14. Ayet

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ ف۪ي مَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ  ...


Eğer size dünya ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْلَا ve eğer olmasaydı
2 فَضْلُ lutfu ف ض ل
3 اللَّهِ Allah’ın
4 عَلَيْكُمْ size
5 وَرَحْمَتُهُ ve rahmeti ر ح م
6 فِي
7 الدُّنْيَا dünyada د ن و
8 وَالْاخِرَةِ ve ahirette ا خ ر
9 لَمَسَّكُمْ size mutlaka dokunurdu م س س
10 فِي hakkında
11 مَا şey (iftira)
12 أَفَضْتُمْ daldığınız ف ي ض
13 فِيهِ içine
14 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
15 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ ف۪ي مَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

لَوْلَا  kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde  ل  bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı  ل ’sız gelir. Nur Suresi 21. ayet buna misaldir. (Suyuti, İtkan) 

فَضْلُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Haber mahzuftur. Takdiri; موجود (vardır) şeklindedir. 

عَلَيْكُمْ car mecruru  فَضْلُ ’a mütealliktir.  رَحْمَتُهُ  atıf harfi وَ ’la  فَضْلُ اللّٰهِ a matuftur. 

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  فِي الدُّنْيَا  car mecruru  رَحْمَتُ ye mütealliktir. 

الدُّنْيَا  kelimesi, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

الدُّنْيَا  kelimesi maksur isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ( ى ) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاٰخِرَةِ  atıf harfi  وَ la  الدُّنْيَا ya matuftur. 

لَ  harfi  لَوْلَا ’nın cevabının başına gelen rabıtadır.

مَسَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsul  فِي  harf-i ceriyle birlikte  مَسَّكُمْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اَفَضْتُمْ dır.Îrabdan mahalli yoktur. 

اَفَضْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  فِي  harf-i ceri sebebiyyedir.

ف۪يهِ  car mecruru  اَفَضْتُمْ  fiiline mütealliktir.  عَذَابٌ kelimesi  مَسَّكُمْ  fiilinin  faili olup lafzen merfûdur.  عَظ۪يمٌۚ  kelimesi,  عَذَابٌ un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ ف۪ي مَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ

 

İstînâfiyye olan ayet şart üslubunda haberî isnaddır.

Şart cümlesi  وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  فَضْلُ ’nun, takdiri  موجود  (mevcuttur) olan haberi mahzuftur.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)  

لَوْلَا  geçmişin aksine, bir şeyin, başka bir şeyin varlığından dolayı mümkün olmaması için kullanılır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

Önceki ayetteki  لَوْلَا  teşvik içindir; bu (ayetteki)  لَوْلَا  ise başka bir şeyin bulunması sebebiyle bir şeyin bulunmayacağını ifade eder ‘olmasaydı’ anlamındadır. Mana şöyledir: Eğer daha önce dünyada size çeşitli nimetler lütfedeceğime dair hüküm vermiş olmasaydım -ki tövbe için mühlet vermem, ahirette affetme ve bağışlama hususunda size merhamet edeceğim (hakkında söz vermiş olmam) bu cümledendir- iftira olayına dalmanızdan dolayı size ceza vermede elbette acele ederdim. (Keşşâf)

فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya ve ahiret hayatları, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ahirette dünyada rahmete kavuşmayı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

لَمَسَّكُمْ ف۪ي مَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ  cümlesi  لَوْلَا ’nın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harfi-cerle birlikte  مَسَّكُمْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim vardır. Car mecrur  ف۪ي مَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ , ihtimam için faile takdim edilmiştir.

Muahhar fail olan  عَذَابٌ ’daki tenvin, tarifsiz bir nev olduğunun işaretidir. 

“Azabın dokunması” ifadesinde, aklî mecaz vardır. Azap insana benzetilmiş, insana ait bir fiil isnad edilmiştir.

عَظ۪يمٌ , kelimesi  عَذَابٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Ayetin baş tarafındaki  لَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ  ifadesi, 10. ayettekiyle aynıdır. Bu iki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab  رَحْمَتُهُ - عَذَابٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı,  فَضْلُ - رَحْمَتُهُ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nûr Sûresi 15. Ayet

اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّناًۗ وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ  ...


Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ çünkü
2 تَلَقَّوْنَهُ siz onu alıveriyorsunuz ل ق ي
3 بِأَلْسِنَتِكُمْ dillerinizle ل س ن
4 وَتَقُولُونَ ve söylüyorsunuz ق و ل
5 بِأَفْوَاهِكُمْ ağızlarınızla ف و ه
6 مَا bir şeyi
7 لَيْسَ hiç olmayan ل ي س
8 لَكُمْ sizin
9 بِهِ hakkında
10 عِلْمٌ bilgi(niz) ع ل م
11 وَتَحْسَبُونَهُ ve onu sanıyorsunuz ح س ب
12 هَيِّنًا önemsiz bir iş ه و ن
13 وَهُوَ oysa o
14 عِنْدَ yanında ع ن د
15 اللَّهِ Allah
16 عَظِيمٌ büyüktür ع ظ م

 Hevene هون :  هَوانٌ kelimesi iki anlama gelir. Birincisi: İnsanın kendisine verilen şeylere karşılık kendini kontrol edip, alçak gönüllü davranmasıdır. Bu övgüye değer bir hareket tarzıdır. İkincisi: Birinin güçlü ve kendini hafife alarak küçümseyen bir kimsenin karşısında zilleti kabul etmektir. Bu da kişinin yerildiği bir davranış kalıbıdır. Kur'an-ı Kerim'de bu sözcüğün geçtiği yerlerde her iki manaya uygun ayeti kerimeler bulunmaktadır. Yine şu iş falan kimseye kolay geldi anlamında هانَ الأمْرُ عَلَى فُلانٍ denir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 26 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ihanet ve ehven-i şerdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ 

 

اِذْ  zaman zarfı, mukadder söze mütealliktir. Takdiri;  أذنبتم أو أثمتم إذ تلقّونه (Onu duyduğunuzda günah işlediniz.) şeklindedir.  تَلَقَّوْنَهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

تَلَقَّوْنَ  fiili,  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاَلْسِنَتِكُمْ  car mecruru  تَلَقَّوْنَهُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَلَقَّوْنَ   fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  لقي ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.


وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ 

 

Fiil cümlesidir.  تَقُولُونَ  atıf harfi  وَ la makabline matuftur. 

تَقُولُونَ  fiili,  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاَفْوَاهِكُمْ  car mecruru ism-i mevsûl  مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَيْسَ لَكُمْ dir. Îrabdan mahalli yoktur.

لَيْسَ  nakıs, mazi fiildir. İsim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.

Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَكُمْ  car mecruru  لَيْسَ nin mahzuf haberine mütealliktir.  بِه۪  car mecruru  عِلْمٌin haline mütealliktir.  عِلْمٌ  kelimesi,  لَيْسَ nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.


وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّناًۗ 

 

Cümle atıf harfi  وَ la makabline matuftur.  تَحْسَبُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  هَيِّناًۗ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ

 

 وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ  cümlesi  تَحْسَبُونَهُ deki mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir.  Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عِنْدَ  zaman zarfı olup  عَظ۪يمٌ’e mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَظ۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur.  عَظ۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّناًۗ

 

Fasılla gelen bu ayette  اِذْ ’in amili, önceki ayetteki  مَسَّكُمْ  veya  اَفَضْتُمْ  fiilidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

Keşşâf sahibi ayetin başındaki  اِذْ  edatının ya  مَسَّ  fiilinin ya da  اَفَضْتُمْ  fiilinin mef'ûlü fîh'i (zaman zarfı) olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Aynı üslupta gelen  وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ  cümlesi, muzâfun ileyh olan  تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Bir söz zaten ağızla söylendiği halde bu ayette söylemek fiiliyle birlikte ağız lafzının da zikredilmesi, ıtnâb babındandır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’in sılası olan   لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ  cümlesi لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكُمْ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  عِلْمٌ, muahhar ismidir.

لَيْسَ ’nin ismi olan  عِلْمٌ ’daki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi olumsuz siyaktaki nekre, umum ve şümule işarettir.

وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ  Bir söz zaten ağızla söylendiği halde bu ayette söylemek fiiliyle birlikte ağız lafzı da zikredilmiştir. Bundan maksat, münafıkların Hz. Aişe’ye (ra) attıkları iftiranın ne kadar büyük bir şey olduğunun ifade edilmesidir. (Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu/Ali Bulut)

تَلَقّيِ ألخَبِيث بِاللسَان  ifadesinde istiare vardır. Allahu alem, bununla kastedilen mana şöyledir: Siz bu iftirayı aranızda konuşup duruyorsunuz ve adeta bu iftira, üzerinde durmak ve ortalığa yaymaktan sevinç duyarcasına aranızda dilden dile dolaşıyor. Bu ifade birimizin şu sözüne benzer: قَدْ تَلَقَّيْتُ أمْرَ فَلاَنٌ بِرَاحة وَإسْتَقْبَلْتُهُ بكِلْتَا يَدَيَّ (Falancanın emrini avucumun içiyle aldım, onu her iki elimle karşıladım.) Bu sözüyle o, falancanın emrini kesin olarak kabul ettiğini veya bundan dolayı çok sevindiğini bildirmiş oluyor.  إذَا تَلَقُونَُهُ  şeddesiz,  ل ’ın kesresi ve  ق ’ın zammesi ile  إذَا تَلِقُونَهُ şeklinde de kıraat edilmiştir ki (O iftirayı hızla yalan ortamında hızla dolaştırırsın) demektir. Hızla gitti anlamında  وَلَق - يَلِقَ  denir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)

Aynı üslupta gelen  وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّناًۗ  cümlesi,  اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. 

Mef’ûl olan  هَيِّناًۗ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder.


 وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi  تَحْسَبُونَهُ  fiilinin mef’ûlünden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

İsim cümlesi formunda  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عِنْدَ اللّٰهِ , konudaki önemine binaen, amili olan  عَظ۪يمٌ’ya takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsned olan  عَظ۪يمٌ kelimesi, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

هَيِّناًۗ - عَظ۪يمٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

İhtimam için amili olan  عَظ۪يمٌ ’e takdim edilen  عِنْدَ اللّٰهِ  izafeti, mekân zarfı  عِنْدَ ye tazim ifade eder.
Nûr Sûresi 16. Ayet

وَلَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ سُبْحَانَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ  ...


Bu iftirayı işittiğiniz vakit, “Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım! Bu, çok büyük bir iftiradır” deseydiniz ya!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْلَا gerekmez miydi?
2 إِذْ zaman
3 سَمِعْتُمُوهُ onu işittiğiniz س م ع
4 قُلْتُمْ demeniz ق و ل
5 مَا
6 يَكُونُ yakışmaz ك و ن
7 لَنَا bize
8 أَنْ
9 نَتَكَلَّمَ konuşmamız ك ل م
10 بِهَٰذَا bunu
11 سُبْحَانَكَ Seni tenzih ederiz س ب ح
12 هَٰذَا bu
13 بُهْتَانٌ bir iftiradır ب ه ت
14 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

وَلَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ 

 

وَ  istînâfiyyedir. لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

اِذْ  zaman zarfı olup  قُلْتُمْ  fiiline mütealliktir.  سَمِعْتُمُوهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

سَمِعْتُمُو  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  دَعَوْتُمُوهُمْ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

قُلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  مَا يَكُونُ لَـنَٓا ’dir.  قُلْتُمْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَكُونُ  damme ile merfû muzari fiildir. Tam fiildir.  لَـنَٓا  car mecruru  يَكُونُ  fiiline müealliktir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  يَكُونُ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  نَتَكَلَّمَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  بِهٰذَاۗ  car mecruru  نَتَكَلَّمَ  fiiline mütealliktir.


 سُبْحَانَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ

 

سُبْحَانَكَ  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mahallen mansubdur. Takdiri;  نُسَبِّح (Tesbih ederiz.) şeklindedir. İtiraziyyedir. 

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بُهْتَانٌ  haber olup lafzen merfûdur.  عَظ۪يمٌ  kelimesi  بُهْتَانٌ ‘nın sıfatı olup merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ 

 

وَ  isti’nafiyedir.  لَوْلَٓا , tahdîd harfidir. Bu ayette tevbih ve pişmanlığa teşvik için gelmiştir.  قُلْتُمْ  fiiline müteallik olan  اِذْ , maziye dönük zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  سَمِعْتُمُوهُ  cümlesine muzâf olmuştur. Ayette takdim-tehir sanatı vardır. zaman zarfı  اِذْ , amiline, önemine binaen takdim edilmiştir.

Ayetin başındaki  لَوْلَٓا , “Değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Bu mesela,  لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ  [Bize yakın zamana kadar geciktirmeli değil miydin?] (Nisa Suresi, 77) ve  فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا  [İman edip de bu imanı kendisine fayda vermiş bir memleket bulunsaydı ya!] (Yunus Suresi, 98) ayetlerinde olduğu gibi. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)  


قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede  يَكُونُ , tam fiildir.

Masdar harfi  اَنْ ’i takip eden …اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ  cümlesi, masdar teviliyle  يَكُونُ  fiilinin failidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İşaret isminde istiare vardır.  هٰذَاۗ  ile konuşulan sözlere işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَـنَٓا  siyaktaki önemine binaen fail konumundaki masdar-ı müevvele takdim edilmiştir.


سُبْحَانَكَ 

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen sonraki cümlede  سُبْحَانَكَۗ  mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mansubdur. Sözü pekiştirme, yanlış anlamayı önleme, tenzih, dua ve tenbih gibi çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.

Sübhanallah, bu iftirayı ağzına alanlara taaccüp ifade etmektedir. Bu kelime, aslında Allah'ın pek acayip işleri görüldüğünde Allah'ı, o gibi şeylerin kendisine zor gelmesinden tenzih etmek anlamında kullanılırdı. Sonra çokça kullanılarak nihayet taaccüp edilen her şey için de kullanılmaya başlandı. (Ebüssuûd)  


هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi, beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi  هٰذَا ile marife olması işaret edilenin önemini vurgular. İşaret ismi en güzel temyiz yollarından biridir. Manevi bir şeye işaret ettiği için  هٰذَا ’da istiare oluşmuştur.

عَظ۪يمٌ müsned olan  بُهْتَانٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

نَتَكَلَّمَ - قُلْتُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.  

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

سُبْحَانَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ  [Sübhanallah! Bu, büyük bir iftiradır.] cümlesi, bu sözü söyleyenin hayretini ifade eder.  سُبْحَانَكَ  lafzı, aslında, Allah'ın yarattığı şeylerden hayret verici bir şey görüldüğünde, Allah'ı tesbih etmek için söylenir. Bu da böyle hayret verici şeylerin Allah'ın kudreti­nin dışında olmaktan onu tenzih etmek için söylenir. Daha sonra bu kelime yaygınlaşarak hayret verici her şeyde kullanılır oldu. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Şayet  لَوْلَٓا  edatı ile  قُلْتُمْ  fiilinin arasının  اِذْ سَمِعْتُمُوهُ  ile ayrılması nasıl caiz oldu? dersen şöyle derim: Zarfların farklı bir durumu vardır; eşya zarfın içinde bulunduğu ve ondan ayrılmadığı için zarf bizzat eşyanın yerine geçer. Bu sebeple başka kelimelerde caiz olmayan serbestlik onda caiz olur. (Peki, zarfın takdiminde ne fayda vardır ki araya ayırıcı olarak konulmuştur?) dersen şöyle derim: Bunun faydası, iftirayı duyduklarında onu ağzına dolamaktan hemen sakınmaları gerektiğini açıklamaktır. Vakti belirtmek daha önemli olduğu için onu öne almak gerekmiştir. Şayet  يَكُونُ  fiilinin anlamı nedir? İfade o olmadan da doğru olmaktadır?  مَا  لَـنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ  [Bunu söylememeliyiz] denilmesi yeterliydi dersen şöyle derim:  يَكُونُ  fiili yakışmaz, doğru olmaz anlamına gelir: “Bunu söylemek bize yakışmaz, bizim için doğru olmaz.” demektir.  سُبْحَانَكَ  kelimesi, “Hâşâ” anlamında olup işin vahameti karşısında yaşanan şaşkınlığı ifade eder. (Keşşâf)
Nûr Sûresi 17. Ayet

يَعِظُكُمُ اللّٰهُ اَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِه۪ٓ اَبَداً اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ  ...


Eğer inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyyen dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَعِظُكُمُ size öğüt veriyor و ع ظ
2 اللَّهُ Allah
3 أَنْ
4 تَعُودُوا dönmemeniz için ع و د
5 لِمِثْلِهِ böyle bir şeye م ث ل
6 أَبَدًا bir daha asla ا ب د
7 إِنْ eğer
8 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
9 مُؤْمِنِينَ inananlar ا م ن

يَعِظُكُمُ اللّٰهُ اَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِه۪ٓ اَبَداً 

 

Fiil cümlesidir.  يَعِظُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun lieclih olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri;  خشية أن تعودوا (tekrarlamaktan korkarak) şeklindedir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَعُودُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.  لِمِثْلِه۪ٓ  car mecruru  تَعُودُوا  fiiline mütealliktir. 

اَبَداً  zaman zarfı,  تَعُودُوا  fiiline müteallıiktir.

 

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

مُؤْمِن۪ينَۚ  kelimesi,  كان ’nin haberi olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Şartın cevabı makablinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  فلا تعودوا لمثله (Benzerini tekrar yapmayın) şeklindedir. 

مُؤْمِن۪ينَۚ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعِظُكُمُ اللّٰهُ اَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِه۪ٓ اَبَداً 

 

İstînafiyye olarak fasılla gelen bu cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِه۪ٓ اَبَداً  cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlun lieclih olarak nasb mahallindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)


 اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ

 

İtiraziyye olan  اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ  cümlesi, cevabı mahzuf şart cümlesidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde müsned  مُؤْمِن۪ينَۚ , ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve devam ifade etmiştir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Takdiri,  فلا تعودوا لمثله (Benzerini tekrar yapmayın) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv” ın Kullanımı)

اَنْ تَعُودُوا  ifadesi dönmenizi çirkin bularak veya dönmeniz hususunda size öğüt veriyor, takdirindedir. Bu (ikinci takdir), senin şu sözün gibidir:  وَعَْظْتُ فُلاَنًا في كَذاَ فَتَرَكَهُ (Falancaya şu konuda nasihat ettim; o da onu terk etti).  اَبَداً (Asla) ifadesi, hayatta ve mükellef oldukları sürece demektir.  اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ (müminseniz) ifadesiyle öğüt almaları teşvik edilmekte, dönmemelerini gerektiren sebep ihtar edilmektedir. O sebep de çirkin görülen her şeyden (insanları) çeviren iman ile vasıflanmış olmalarıdır. (Keşşâf)

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ  [Eğer müminler iseniz.] Çünkü iman buna mani olur. Bunda teşvik ve tehdit vardır. (Beyzâvî)

 
Nûr Sûresi 18. Ayet

وَيُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  ...


Allah, size âyetleri açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيُبَيِّنُ ve açıklıyor ب ي ن
2 اللَّهُ Allah
3 لَكُمُ size
4 الْايَاتِ ayetleri(ni) ا ي ي
5 وَاللَّهُ ve Allah
6 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
7 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

وَيُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يُبَيِّنُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

لَكُمُ  car mecruru  يُبَيِّنُ  fiiline mütealliktir.  الْاٰيَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

يُبَيِّنُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. 

عَل۪يمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  حَك۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

عَل۪يمٌ  - حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ

 

Atıf harfi  وَ ’la öncesine atfedilen ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمُ , siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

 

 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

 

وَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Müsnedün ileyh olan Allah lafzı iki kez zikredilmiştir. Hiç şüphesiz bu; müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Çünkü nefis O’nun vaadiyle mutmain olur.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Kelimelerin, ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Her iki haber de sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki  عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  cümlesinde zamir yerine Allah lafzının gelmesi konunun heybetini artırmak ve kalplere korku salmak içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Nûr Sûresi 19. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  ...


İnananlar arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimselere
3 يُحِبُّونَ isteyenlere ح ب ب
4 أَنْ
5 تَشِيعَ yayılmasını ش ي ع
6 الْفَاحِشَةُ edepsizliğin ف ح ش
7 فِي içinde
8 الَّذِينَ
9 امَنُوا inananlar ا م ن
10 لَهُمْ vardır
11 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
12 أَلِيمٌ acıklı ا ل م
13 فِي
14 الدُّنْيَا dünyada د ن و
15 وَالْاخِرَةِ ve ahirette ا خ ر
16 وَاللَّهُ ve Allah
17 يَعْلَمُ bilir ع ل م
18 وَأَنْتُمْ ancak siz
19 لَا
20 تَعْلَمُونَ bilmezsiniz ع ل م
Riyazus Salihin, 235 Nolu Hadis
Abdulah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”
(Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60;Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17)

Riyazus Salihin, 242 Nolu Hadis
Ebû Hureyre  radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.”
(Müslim, Birr 72. Ayrıca bk. Buhârî, Mezâlim, 3; Ebû Dâvûd, Edeb 38; Tirmizî, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17)

Riyazus Salihin, 243 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“İşlediği günahları açığa vuranlar dışında, ümmetimin tamamı affedilmiştir. Bir adamın, gece kötü bir iş yapıp, Allah onu örttüğü halde, sabahleyin kalkıp:
Ey falan! Ben dün gece şöyle şöyle yaptım”, demesi, açık günahlardandır. Oysa o kişi, Rabbi kendisinin kötülüğünü örttüğü halde geceyi geçirmişti. Fakat o, Allah’ın örttüğünü açarak sabahlıyor.” 
(Buhârî, Edeb 60; Müslim, Zühd 52)

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُحِبُّونَ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُحِبُّونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تَش۪يعَ  mansub muzari fiildir.  الْفَاحِشَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  فِي  harf-i ceriyle birlikte  تَش۪يعَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ  cümlesi  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  اَل۪يمٌۙ  kelimesi  عَذَابٌun sıfatı olup merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فِي الدُّنْيَا  elif üzere mukadder kesra ile mecrur olup  عَذَابٌ’a mütealliktir.

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاٰخِرَةِ  atıf harfi  وَ ’la  الدُّنْيَا ’ya matuftur.


 وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. 

يَعْلَمُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir, faili müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir.

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْلَمُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ 

 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilen ayet, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve istimrar ifade eder.

İsm-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Muzari fiilin gelmesi istimrara delalet eder. (Âşûr)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesi, masdar teviliyle  يُحِبُّونَ  fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada iman edenlerden murad, ya bütün insanlardır ve müminlerin zikri, insanlar arasında umde olmalarından dolayıdır. Ya da özellikle müminler kastedilmektedir. (Ebüssuûd)  

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , harfi-cer  ف۪ي  ile birlikte  تَش۪يعَ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  عَذَابٌ ’un nekre gelişi bu azabın tasavvur edilemez nitelikte olduğunu ve tahkirini ifade eder.

Nekre müsnedün ileyhin takdimi marifenin takdimine benzer. Ancak nekre ile ya cins ya da adet kasdedilir. Dolayısıyla bunun takdiminde cinsin veya adedin tahsisi veya tekidi kasdedilir. Bunu da siyak ve hal karinesi belirler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اَل۪يمٌ , kelimesi  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya ve ahiret hayatları, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ahirette dünyada uğrayacakları azabı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

عَذَابٌ - اَل۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab  sanatı vardır.

الَّذ۪ينَ ’lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Ayet-i kerimede haber olan  لَهُمْ  cümlesi, mübtedadan sonra gelmesi gerekirken hasr ifade edebilmek için mübteda olan  عَذَابٌ اَل۪يمٌ ’dan önce gelerek  لَهُمْ  maksûrun aleyhi,  عَذَابٌ اَل۪يمٌ ise maksûr olmuştur. Yani elem verici azabın onların işlemiş oldukları günaha göre tam tamına uygun olarak onlara özel olarak hazırlandığını ifade etmiştir. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)

Dünyadaki dayanılmaz azaptan murad, onlara uygulanan had cezası ile başlarına gelen dünyevî belalardır. (Ebüssuûd) 


 وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned ise muzari fiille gelerek teceddüt, hudûs, istimrar ve hükmü takviye ifade etmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهَ  isminde tecrîd sanatı vardır.

وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَاللّٰهُ يَعْلَمُ  ve  اَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

يَعْلَمُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

يَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُون  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nûr Sûresi 20. Ayet

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟  ...


Allah’ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı ve Allah çok esirgeyici ve çok merhametli olmasaydı, hâliniz nice olurdu?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْلَا ve eğer olmasaydı
2 فَضْلُ lutfu ف ض ل
3 اللَّهِ Allah’ın
4 عَلَيْكُمْ size
5 وَرَحْمَتُهُ ve rahmeti ر ح م
6 وَأَنَّ ve kuşkusuz
7 اللَّهَ Allah
8 رَءُوفٌ çok şefkatlidir ر ا ف
9 رَحِيمٌ merhametlidir ر ح م

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ 

 

وَ  atıf harfidir. لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)  

فَضْلُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Haber mahzuftur.Takdiri;  موجود (vardır) şeklindedir. 

عَلَيْكُمْ car mecruru  فَضْلُ ’a mütealliktir.  رَحْمَتُهُ  atıf harfi وَ ’la  فَضْلُ اللّٰهِ ’a matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. Masdar manası verir.  

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اَنَّ nin ismi olarak lafzen mansubdur. 

رَؤُ۫فٌ  kelimesi  اَنَّ nin haberi olup lafzen merf’udur.  رَح۪يمٌ۟  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

رَؤُ۫فٌ  ve رَح۪يمٌ۟  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ

 

İstînâfiyye olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ifade eden şart cümlesi  وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ , faide-i haber ibtidai kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  فَضْلُ ’nun, takdiri  موجود  (mevcuttur) olan haberi mahzuftur.

Veciz anlatım kastıyla gelen  فَضْلُ اللّٰهِ  ve  وَرَحْمَتُهُ  izafetlerinde  فَضْلُ ’nun Allah lafzına,  رَحْمَتُ ’nun Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması, onları tazim ve teşrif içindir.

Bu kelam, onlara acil azap vermemek suretiyle gösterilen minnetin tekrarı mahiyetinde olup onların cürümlerinin son derece büyük olduğuna dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd) 

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

لَوْلَا  kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde  ل  bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı  ل ’sız gelir. Nur Suresi, 21. ayet buna misaldir. (Suyuti, İtkan) 

Ayette de görüldüğü üzere, gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurmuştur. 

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri,  لعاجلكم بالعقوبة  (Cezanız aceleyle verilirdi.) olan cevap cümlesi mahzuftur. 

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ  [Allah'ın size lütfu ve acıması olmasaydı] cümlesinde, olayın korkunçluğunu göstermek için لَوْلَا  edatının cevabı söylenmemiştir. Bu da cevabın takdirinde her türlü şeyin akla gelmesini sağlar. Bu tür bir ifade daha beliğ bir açıklama olup daha korkutucu ve caydırıcıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Yani şayet Allah’ın zorluk ve darlıktan kurtarıcı, ferahlık verici hükmü sebebiyle size özellikle verdiği keremi, nimeti, ihsanı, rahmeti, tevbelerinizin kabulüne imkan vermesi gibi lütufları olmasaydı siz pek çok işlerinizde sıkıntı ve meşakkate düşerdiniz. Allah sizi rezil eder ve sizi derhal cezalandırırdı. Fakat O, sizin hatalarınızı örttü ve liân vesilesiyle, düşeceğiniz tehlikeden sizi kurtardı. Onun zatî sıfatlarından birisi de rahmeti kendi nefsine yazması, kendisinin tevbeleri çokça kabul edici olması ve O’nun vaz ettiği şer’î hükümlerde, emir ve nehiylerde son derece hikmet sahibi olmasıdır.

Zemahşerî de burada  لَوْلَا ’nın cevabı terk edilmiştir, onun terk edilmiş olması mahiyeti tam bilinemeyen büyük bir şeye delalet eder, nice dile getirilmeyen şey vardır ki konuşulmuş olandan daha etkilidir demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

فَضْلُ ’nun Allah lafzına,  رَحْمَتُ ’nun Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olmaları, onları tazim ve teşrif içindir.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Allah lafızlarında tecrîd sanatı, tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

رَحْمَتُهُ  - فَضْلُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟

 

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟ , sübut ve istimrar ifade eder. Cümle masdar teviliyle sarih masdar vezninde gelen  فَضْلُ ’ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Bu ismin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

(Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd) 

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki  رَؤُ۫فٌ  ve  رَح۪يمٌ۟  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

رَؤُ۫فٌ  -  رَح۪يمٌ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

رَح۪يمٌ۟ - رَحْمَتُهُ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu ayetle 10 ve 14. ayetler arasındaki ortak ifadelerde tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah Teâlâ  لَوْلَا ’nın cevabını 16. ayette hazfettiği gibi burada da hazfetmekle azapta acele etmediğini belirterek minnetini tekrarlamıştır. Cevap hazfedilerek yapılan tekrarda ve ayrıca  توٌاَبٌ , رَؤُ۫فٌ  ve  رَح۪يمٌ۟ kelimelerinde büyük bir mübalağa vardır. Yani sıygaları itibariyle tövbekârların tövbesini daima kabul etme, muazzam bir şefkat ve merhamet anlamındadır. (Keşşâf)

 
Günün Mesajı
Zina iftirası oldukça korkunç ve pek çirkindir. Böyle bir suçu işleyen kimselere dünyada belirlenmiş bir azap (ceza) vardır ki bu da seksen celde ve tevbe etmeleri hali dışında şahitlikerinin kabul edilmeyişidir, âhirette de onlar için pek büyük bir azap vardır.
Rasülullah (sav)'in nezdinde en değerli olan insan hakkında sınanıp denenmesi, sabır, eziyetlere katlanmak ve güzel bir tutum takınmakta örnek ve önder olması içindir.
Nebi (sav)'in zevceleri tertemiz, pek şerefli olup Aişe (ra) validemizin de hem Allah nezdinde hem Resulullah (sav) nezdinde özel bir yeri vardır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Değişik bir huyu olan, bir adam yaşarmış. Gittiği her yerde, boş bir söz işittiği an, elleriyle kulaklarını kapatır ve oradan kalkıp gidermiş. Bu yüzden, bazı insanlar tarafından pek sevilmezmiş. Aralarına almak istemedikleri gibi yanlarına oturduğu zamanlarda da rahatsız olurlarmış. Ağız tadıyla istediklerimizi konuşamıyoruz diye hırslanırlarmış. Dolu konuşmadıklarını bilmelerine rağmen, gerçeğin yüzlerine çarpılması, nefislerine oldukça ağır gelirmiş. Bir gün, bütün halkın toplandığı bir düğün yapılmış. Bu adam da davetlilerin arasındaymış. Zaman geçtikçe, tek tek oturduğu masaların hepsinden kalkmış. Son masadan da uzaklaştıktan sonra meydanın ortasına gelmiş ve konuşmaya başlamış:

Bilmediğin hakkında konuşmak kolaydır, zor olan susmaktır. Boş sözleri dinlemek kolaydır, zor olan anlatanı susturmaktır. Ahlaksızlıklara boyun eğmek kolaydır, zor olan hakikati hatırlatmaktır. Bahanelerin ardında saklanmak kolaydır, zor olan onlara rağmen çabalamaktır. 

İtiraf et cahilliğini de, doğrusunu öğrenmek için sebebin olsun. Faydalı bilgilerin peşinden koş da, Allah’ın huzuruna yüzün ak çıkasın. Seninle bir başkasını çekiştirene bak da, senin arkandan konuştuğundan şüphen olmasın. Saçtığın kusurları topla da, Allah’tan sendeki kusurları örtmesini istemeye yüzün olsun. Gerçek olup olmadığını bilmediklerine kulaklarını tıka da, Allah’a vereceğin hesabı hatırlayasın. Bu hallerin önemsiz görünmelerine sakın kanma da, mahşer günü döktüğün terlerin altında ezilmeyesin.

Ey Allahım! Beni; güzel düşünenlerden, başkalarının iyiliklerini görenlerden ve güzel hatırlananlardan eyle. Hayrı yayanlardan ve hakikati konuşanlardan eyle. Olmayanı, bilinmeyeni ve gözüme görünmeyeni konuşmaktan ve dinlemekten; olanı, bilineni ve kulaklarıma çarpanı yaymaktan ve toplamaktan Sana sığınırım. İnsanlar arasındaki değerimin artmasındansa, Senin katındaki değerime odaklanayım. Duymasını istemediğim insanlardansa, Senden korkayım. Boş işlerle zaman harcamaktansa, kendimi kurtarmaya ve Senin rızanı kazanmaya bakayım. Yardımın ve rahmetin ile kurtuluşa erenlerden olayım.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji