بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ وَمَنْ يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَداًۙ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَتَّبِعُوا | izlemeyin |
|
6 | خُطُوَاتِ | adımlarını |
|
7 | الشَّيْطَانِ | şeytanın |
|
8 | وَمَنْ | ve kim |
|
9 | يَتَّبِعْ | izlerse |
|
10 | خُطُوَاتِ | adımlarını |
|
11 | الشَّيْطَانِ | şeytanın |
|
12 | فَإِنَّهُ | muhakkak o |
|
13 | يَأْمُرُ | (ona) emreder |
|
14 | بِالْفَحْشَاءِ | edepsizliği |
|
15 | وَالْمُنْكَرِ | ve kötülüğü |
|
16 | وَلَوْلَا | ve eğer olmasaydı |
|
17 | فَضْلُ | lutfu |
|
18 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
19 | عَلَيْكُمْ | size |
|
20 | وَرَحْمَتُهُ | ve rahmeti |
|
21 | مَا |
|
|
22 | زَكَىٰ | temizlemezdi |
|
23 | مِنْكُمْ | sizden |
|
24 | مِنْ | hiç |
|
25 | أَحَدٍ | birinizi |
|
26 | أَبَدًا | asla |
|
27 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
28 | اللَّهَ | Allah |
|
29 | يُزَكِّي | arındırır |
|
30 | مَنْ | kimseyi |
|
31 | يَشَاءُ | dilediği |
|
32 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
33 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
34 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı لَا تَتَّخِذُٓوا اٰبَٓاءَكُمْ ’dır.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّخِذُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
خُطُوَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradir. ٱلشَّیۡطَـٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَتَّبِعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمَنْ يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart harfi mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَتَّبِـعْ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri; فقد غوى (Muhakkak ki sapkınlığa düştü.) şeklindedir.
يَتَّبِـعْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
خُطُوَ ٰتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradir. ٱلشَّیۡطَـٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ه muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
يَأْمُرُ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَأْمُرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
بِالْفَحْشَٓاءِ car mecruru يَأْمُرُ fiiline mütealliktir. الْمُنْكَرِ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَداًۙ
وَ atıf harfidir. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَوْلَا kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde ل bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı ل ’sız gelir. Nur Suresi, 21. ayet buna misaldir. (Suyuti, İtkan)
فَضْلُ mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru فَضْلُ ’a mütealliktir. رَحْمَتُهُ atıf harfi وَ ’la فَضْلُ اللّٰهِ ’a matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen مَا زَكٰى cümlesi şartın cevabıdır.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. زَكٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. مِنْكُمْ car mecruru زَكٰى fiiline mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. اَحَدٍ lafzen mecrur , fail olarak mahallen merfûdur. اَبَداً zaman zarfı زَكٰى fiiline mütealliktir.
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
يُزَكّ۪ي fiili, لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يُزَكّ۪ي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يُزَكّ۪ي fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi زكو ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. للّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.
سَم۪يعٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur. السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nidanın cevabı لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Kur’anda bu tip يَٓا اَيُّهَا formundaki nidanın çok olması, içinde tekid türlerini barındırdığı içindir. Yakına seslenmede uzak için kullanılan يَٓا nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından اَيُّ lafzının ve tenbih edatı هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinde verildiğinden hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplariyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ (Şeytanın izlerini takip etmeyin) cümlesinde latif bir istiare vardır. Burada, şeytanın yoluna girmek ve onun konvoyu ile gitmek istiare yoluyla adım adım başkasının peşinden giden kimseye benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
خُطُوَاتِ [Adımlar] kelimesi, طُ 'nin dammesi ve sükunu ile خُطْوَاتِ şeklinde de okunur. خُطْوَاتِ , ilk harfinin üstün okunmasıyla خطوة kelimesinin çoğulu olup “Adam yürüdü, adım attı.” demektir. Binaenaleyh bunun müfredini söylemek istediğinde, ilk harfi meftun olarak خطوة (adım); cemisini söylemek istediğinde, ya ilk harfi meftun olarak خَطَوَاتِ ya da ilk harfi mazmûm olarak, خُطُوَاتِ dersin ki bununla hal, harekat ve gidişat kastedilmiştir. Buna göre mana, “Şeytanın izlerine tabi olmayın, onun bastığı yerlere basmayın ve bu iftiraya, bunu dile dolamaya ve fuhşun (kötü söz ve fiillerin) müminler arasında yayılmasına önem verip gayret etmek hususunda, onun peşinden gitmeyin.” şeklindedir. Allah Teâlâ bunu her ne kadar müminlere tahsis etmiş ise de bu bütün mükellefler için bir yasaktır. Çünkü Cenab-ı Hakk, “Kim şeytanın adımlarına uyarsa şüphesiz ki o, kötülüğü ve gayri meşruyu emreder.” buyurmuştur. Bütün mükelleflerin bundan menedildikleri ise malumdur. Biz, Cenab-ı Hakk'ın bu hususu müminlere tahsis ettiğini söyledik. Çünkü Allah Teâlâ, müminleri, eğer şeytana uyarlarsa “kim şeytanın adımlarına uyarsa” ifadesiyle tehdit etmiştir. Bu ifadenin zahiri ise müminlerin şeytana tabi olmayacaklarını göstermektedir. Eğer bununla kâfirler kasdedilmiş olsaydı, o zaman şüphesiz onlar şeytana zaten uymuşlardı. Binaenaleyh Allah iftira eden o kimselere, gerekli tehdidi yapınca durumları tıpkı onların ki gibi olmasın diye ve günahtan alabildiğine sakınsınlar diye, özellikle müminleri zikrederek onları terbiye etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَنْ يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ
وَ , atıf harfidir. Nidanın cevabına matuf olan cümlede مَنْ , şart ismidir. Şart cümlesi olan مَنْ يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ , faide-i haber ibtidaî kelam isim cümlesidir. يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ cümlesi مَنْ ’in haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ , faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَا تَتَّبِعُوا - يَتَّبِـعْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi teceddüt, zem makamında olduğu için ayrıca istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
خُطُوَاتِ - الشَّيْطَانِ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِالْفَحْشَٓاء - الْمُنْكَرِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لْفَحْشَٓاء , aşırı çirkin ve kötü olan şey demektir. الْمُنْكَرِۜ Münker ise insan tabiatının hoşlanmadığı, nefret ettiği ve beğenmediği şeydir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَداًۙ
Cümle وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ifade eden şart cümlesi وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ , faide-i haber ibtidai kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan فَضْلُ ’nin, takdiri موجود (mevcuttur) olan haberi mahzuftur.
Veciz anlatım kastıyla gelen فَضْلُ اللّٰهِ ve وَرَحْمَتُهُ izafetlerinde فَضْلُ ’nun Allah lafzına, رَحْمَتُ ’nun Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması, onları tazim ve teşrif içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَداًۙ , menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Fail olan مِنْ اَحَدٍ ’deki مِنْ harfi, tekid ifade eden zaid harftir.
اَحَدٍ ’in nekre gelişi kıllet ifade eder. Zaid مِنْ harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَوْلَا kelimesi bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müsbet mana taşıyorsa cevabı, önünde ل bulunan fiil olarak gelir. Saffat Suresi, 143-144. ayetleri buna örnektir. Şayet fiil menfi mana taşıyorsa cevabı ل ’sız gelir. Nur Suresi, 21. ayet buna misaldir. (Suyuti, İtkan)
لَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ şeklindeki şart cümlesi 10, 14 ve 20. ayetlerde de tekrarlanmıştır. Bu ayetler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
زَكٰى (temize çıktı) fiili şedde ile زكّى (temize çıkardı) şeklinde de okunmuştur. Bu durumda zamir Allah’a raci olur. Allah günahlardan arındıran tövbe ile size lütufta bulunmasaydı, iftira günahının kirinden ebediyen hiçbiriniz temizlenemezdiniz. Fakat Allah, samimi bir tövbe ile dönüş yapanların tövbelerini kabul etmek suretiyle onları temize çıkartır. (Keşşâf)
زَكٰى , Allah'a itaat hususunda “rıza” mertebesine ulaşmış kimsedir. Arapçada زكى الزرع (ekin gelişti, olgunlaştı) denilmesi de bu manadadır. Binaenaleyh mümin, dini hususlarda Allah'ın razı olacağı salah noktasına vardığında zeki adını alır. (Fahreddin er-Râzî)
فَضْلُ - رَحْمَتُهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ
İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, … وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ cümlesine matuftur. Cümleler arasında haberî olmak bakımından mutabakat vardır. Sübut ve istimrar ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan يُزَكّ۪ي , muzari fiil olarak gelmiş ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
زَكٰى - يُزَكّ۪ي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Atıfla gelen isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olup sübut ve istimrar ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah lafzının ayette üç kez geçmesi O’nun kudretini, celâlini hissettirmek ve mehabeti artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki عَل۪يمٌ ve سَم۪يعٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemâlat anlamı ve tazim vardır.
Allah iyi işitici ve iyi bilendir (yani gereğini yapar). Lâzım söylenmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Vaîd ve vaadin beyanı için gelmiş tezyîl cümlesidir. (Âşûr)
وَلَا يَأْتَلِ اُو۬لُوا الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ اَنْ يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُواۜ اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | يَأْتَلِ | yemin etmesinler |
|
3 | أُولُو | sahipleri |
|
4 | الْفَضْلِ | fazilet |
|
5 | مِنْكُمْ | sizden |
|
6 | وَالسَّعَةِ | ve servet |
|
7 | أَنْ |
|
|
8 | يُؤْتُوا | (bir şey) vermemeğe |
|
9 | أُولِي | sahipleri (akrabalara) |
|
10 | الْقُرْبَىٰ | yakınlık (akrabalara) |
|
11 | وَالْمَسَاكِينَ | ve yoksullara |
|
12 | وَالْمُهَاجِرِينَ | ve hicret edenlere |
|
13 | فِي |
|
|
14 | سَبِيلِ | yolunda |
|
15 | اللَّهِ | Allah |
|
16 | وَلْيَعْفُوا | ve affetsinler |
|
17 | وَلْيَصْفَحُوا | ve hoşgörsünler |
|
18 | أَلَا |
|
|
19 | تُحِبُّونَ | sevmez misiniz? |
|
20 | أَنْ |
|
|
21 | يَغْفِرَ | bağışlamasını |
|
22 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
23 | لَكُمْ | sizi |
|
24 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
25 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
26 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
Vese'a وسع : Genişlik, ferahlık, bolluk ve zenginlik anlamlarına gelen سَعَة sözcüğü; mekanları ve halleri kudret ve cömertlik gibi özelliklerle tanımlamak için kullanılır. وَسِعَ الشَّيْءُ falan şey genişledi demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 32 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vasi', vus'at, tevsi ve tevessu'dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا يَأْتَلِ اُو۬لُوا الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ اَنْ يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَأْتَلِ illeti harfin hazfıyla meczum muzari fiildir. اُو۬لُوا fail olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. الْفَضْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْكُمْ car mecruru اُو۬لُو ’ya mütealliktir.
السَّعَةِ atıf harfi و ’la الْفَضْلِ kelimesine matuftur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf في harf-i cer ile birlikte يُؤْتُٓوا fiiline mütealliktir.
يُؤْتُٓوا fiili نَ ’un hazfi ile mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لِي mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ي ’dir. ى ile mansubdur. الْقُرْبٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
الْمَسَاك۪ينَ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
الْمُهَاجِر۪ينَ atıf harfi و ’la makabline matuftur. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru الْمَسَاك۪ينَ kelimesine müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَأْتَلِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi ألو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُؤْتُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لْ emir lam’ıdır. يَعْفُوا fiili نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لْيَصْفَحُوا atıf harfi و ’la makabline matuftur.
اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. اَلَا tahdîd ve arz ifade eden اَلَا , hemze ve nâfiye لا ’sının birleşmesiyle ortaya çıkan mürekkeb bir edattır.
Rummânî edatın arz, tahdîd ve tenbih gibi üç farklı anlamına değinmiştir. Bunun yanı sıra edatın temenni ifade ettiği de aktarılır. (Murâdî, 1992, s. 381-383) İbni Hişam bu edatın beş farklı manaya geldiğini söylemiştir. Bunlar tenbih, tevbih-inkâr, temenni, nefyi istifham ve arz-tahdîddir. Edatın içerdiği bu manalardan arz ve tahdîd ifade etmesi için fiilin başına gelmesi şart koşulmuştur. (İbni Hişam)
Genel olarak diyebiliriz ki: اَلَا isim cümlesinin başına geldiği zaman اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ [Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de… (Yunus Suresi, 62)] ayetinde olduğu gibi tenbih ifade eder. Fiil cümlesinin başına geldiği zaman ise arz ve tahdîd ifade eder. Edatın taşıdığı diğer anlamların da arz ve tahdîdle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu edat Kur'an-ı Kerim’de en çok kullanılan tahdîd edatlarındandır. (Hüseyin Ersönmez, Arap Dilinde Tahdîd Üslûbu ve Türkçeye Çeviri Problemi)
تُحِبُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَغْفِرَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. لَكُمْۜ car mecruru يَغْفِرَ fiiline mütealliktir.
تُحِبُّونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ haber olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta surekli var oluşuna, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يَأْتَلِ اُو۬لُوا الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ اَنْ يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُؤْتُٓوا اُو۬لِي الْقُرْبٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۖ cümlesi, mahzuf bir في ile birlikte يَأْتَلِ fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُؤْتُٓوا fiilinde cem’, yardım yapılacak kimselerin, Allah yolunda hicret edenler, miskinler ve yakınlık sahipleri şeklinde sayılmasında taksim vardır.
Vermemeye yemin etmesi istenmeyen kişilerin fazilet ve varlık sahibi şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
Müfessirler, ayetteki اُو۬لُوا الْفَضْلِ (fazilet sahibi) ifadesiyle Hz. Ebubekir'in kastedildiği hususunda ittifak etmişlerdir. Bu ayet, Hz. Peygamberden (sav) sonra Hz. Ebubekir’in (ra), insanların en faziletlisi olduğuna delalet etmektedir. Çünkü bu ayette bahsedilen fazilet ya dünyevi ya da dinîdir. Dünyevi olamaz. Çünkü Allah Teâlâ bunu, onu medh sadedinde zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için tazim ve teşrif ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْفَضْلِ - السَّعَةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَأْتَلِ fiili, yemin etti anlamındaki الألية kökünün اِفْتِعال kalıbında olan ائتلى mazi fiilinin muzarisidir. يَأْتَلِ ’nin Arapların, kişi gayretinden bir şey esirgemediğinde kullandıkları ما ألوت جهدا (gayrette kusur etmedim) ifadesinden alındığı da söylenmiştir. Hasan-ı Basrî’nin ولا يتأل şeklindeki kıraatı birinci görüşü destekler. Mana şöyledir: İyiliğe ihtiyacı olanlara iyilik etmemek üzere yemin etmesinler. Yahut işledikleri suçtan dolayı onlarla bunlar arasında husumet bulunsa da onlara iyilik etme hususunda kusur etmesinler. Onlara af ve bağışla dönsünler, hata ve günahlarının çokluğuna rağmen Rablerinin kendilerine ne yapmasını umuyorlarsa kendileri de onlara öyle yapsınlar. (Keşşâf)
Akrabalara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere kelimeleri bir mevsûfun sıfatlarıdır yani kendinde bunu toplayan insanlara demektir. Çünkü bu kelam böyle olanlar hakkındadır. Ya da sıfatları onların yerine kullanılan mevsûfların sıfatlarıdır, o zaman maksadı ifadede daha mübalâgalı olur. (Beyzâvî)
اَنْ يُؤْتُٓوا (Vermemeye…) ifadesinde hazif yoluyla îcaz vardır. Takdiri: اَنْ لاَ يُؤْتُٓوا şeklindedir. Manadan anlaşıldığı için لاَ edatı hazfedilmiştir. Bu, Arap dilinde çoktur.
Allah Teâlâ iftira edenleri, onların sözlerine itibar edenleri (geçen ayetlerle) terbiye ettiği gibi artık Mistah'a (kızı Âişe'ye iftira ettiğinden dolayı), bir daha infak (yardım) etmeyeceğine yemin ettiği için Hz. Ebubekir’i (ra) eğitip, terbiye etmiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: “Ayet, Hz. Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olmuştur. Çünkü o artık Mistah'a infak etmeyeceğine yemin etmişti. Mistah ise onun teyzesi oğlu olup elinde yetişmiş bir yetimdi. Hz. Ebubekir, hem Mistah'a hem de onun yakınlarına yardım ediyordu. İfk ile ilgili ayet inince Hz. Ebubekir (ra) onlara, “Kalkın, defolun. Artık ne siz bendensiniz ne de ben sizdenim. Hiçbiriniz artık yanıma yaklaşmayın.” dedi. Bunun üzerine Mistah: “Allah aşkına, İslam aşkına... Akrabalık ve sıla-ı rahim hatırına bizi başkalarına muhtaç etme. İşin başında bizim bir günahımız yoktu.” deyince Hz. Ebubekir (r.a.) ona: “Konuşmadıysan da güldün.” dedi. Mistah, “Bu, Hassan'ın sözüne şaşmamdan dolayı idi, yoksa bir gülme (sevinç) değildi.” dedi ise de Hz. Ebubekir (ra) onun bu mazeretini kabul etmeyerek, “Haydi gidin, uzaklaşın. Çünkü Allah Teâlâ sizin için bir mazeret bildirmedi ve bir çıkış kapısı göstermedi.” dedi. Bunun üzerine onlar, nereye gideceklerini, kime başvuracaklarını bilemez bir şekilde çıktılar. Derken Hz. Peygamber (sav), Hz. Ebubekir’e (ra), Allah Teâlâ'nın onları kovmamasını emreden bir ayet indirdiğini haber vermek üzere ona bir adam gönderdi. Hz. Ebubekir (ra), haberi alır almaz, tekbir getirdi ve buna çok sevindi. Hz. Peygamber (sav) ilgili ayeti, ona okudu. Hz. Peygamber (sav), “Allah'ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz?” ayetine gelince o: “Evet, Ya Rabbi beni affetmeni can-u gönülden arzu ederim.” deyip yaptıklarından vazgeçti. Evine gidince Mistah ve yakınlarına haber salıp onları kabul edeceğini bildirerek: “Allah'ın indirdiği hüküm başım gözüm üstüne... Size yaptığımı ve söylediğimi, Allah size gazap ettiğini (önceki ayette) bildirdiği için yapmıştım. Fakat Allah sizi affedince size merhaba hoş geldiniz.” diyorum dedi ve Mistah'a daha önce yaptığı yardımın iki mislini yapmaya başladı. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk, Mistah'ı bu iftirada bulunmasından sonra bile Allah yolunda hicret edenlerden olarak vasfetmiştir ki bu bir medh ve övgü ifade eder. Binaenaleyh bu onun Allah yolunda muhacir olmanın sağladığı sevabın, iftiraya teşebbüs etmesiyle boşa gitmediğine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُواۜ
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلْيَعْفُوا cümlesine dahil olan لْ , emir lamıdır. İstînâf cümlesine matuftur. Aynı üslupta gelen وَلْيَصْفَحُوا cümlesi de وَلْيَعْفُوا cümlesine matuftur. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında inşâî olmak bakımından da mutabakat mevcuttur.
وَلْيَعْفُوا - لْيَصْفَحُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ
İstinafiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen teşvik ve ikaz amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَنْ ve akabindeki اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ cümlesi, masdar teviliyle تُحِبُّونَ fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Rummânî, اَلَا edatının arz, tahdîd ve tenbih gibi üç farklı anlamına değinmiştir. Bunun yanı sıra edatın temennî ifade ettiği de aktarılır. İbni Hişam bu edatın beş farklı manaya geldiğini söylemiştir. Bunlar tenbih, tevbih-inkâr, temenni, nefyi istifham ve arz-tahdîddir. Edatın içerdiği bu manalardan arz ve tahdîd ifade etmesi için fiilin başına gelmesi şart koşulmuştur. Genel olarak diyebiliriz ki: اَلَا isim cümlesinin başına geldiği zaman اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ [Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de…] (Yunus Suresi, 62) ayetinde olduğu gibi tenbih ifade eder. Fiil cümlesinin başına geldiği zaman ise arz ve tahdîd ifade eder. Edatın taşıdığı diğer anlamların da arz ve tahdîdle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu edat Kur'an-ı Kerim’de en çok kullanılan tahdîd edatlarındandır. (Hüseyin Ersönmez, Arap Dilinde Tahdîd Üslûbu ve Türkçeye Çeviri Problemi, Yıl 2021, Cilt 0, Sayı 12, 301 - 316, 28.12.2021)
Cümleye dahil olan اَلَا edatı, tahdîd ilişkisi kurar. Fiilin teşvik yoluyla ve şiddetli bir şekilde yerine getirilmesini talep eder. Arz için kullanıldığında ise fiilin yumuşak bir biçimde yapılması istenir.
Arz: Bir şeyin yapılmasını nazikçe, kibarca, yumuşaklık ve tatlılıkla istemektir. Arzda sertlik söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْ (Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?) ayetinde muhatap Ebubekir'dir. İbarenin çoğul gelmesi, tazim içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrarlanması telezzüz ve teberrük ve haşyet duygularını artırmak içindir. Zamir makamında olduğu halde tekrarlanmasında, ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah'ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
يَغْفِرَ- غَفُورٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kelam, affetmek için büyük bir teşvik ve karşılığının verileceğine dair de üstün bir ilâhi vaattir. Yani siz, Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? işte bu, o bağışlamayı gerektiren hususlardandır. (Ebüssuûd)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | edenler |
|
3 | يَرْمُونَ | zina iftirası |
|
4 | الْمُحْصَنَاتِ | namuslu kadınlara |
|
5 | الْغَافِلَاتِ | bir şeyden habersiz |
|
6 | الْمُؤْمِنَاتِ | inanmış kadınlara |
|
7 | لُعِنُوا | la’netlenmişlerdir |
|
8 | فِي |
|
|
9 | الدُّنْيَا | dünya’da |
|
10 | وَالْاخِرَةِ | ve ahirette |
|
11 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
12 | عَذَابٌ | bir azab |
|
13 | عَظِيمٌ | büyük |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۖ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَرْمُونَ fiil cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَرْمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْمُحْصَنَاتِ mef’ûlun bih olup kesra mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ kelimeleri الْمُحْصَنَاتِ ’nin sıfatı olup kesra ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لُعِنُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. فِي الدُّنْيَا elif üzere mukadder kesra ile mecrur olup لُعِنُوا fiiline mütealliktir. الْاٰخِرَةِ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
الدُّنْيَا kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى - اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ
İsim cümlesidir. لَهُمْ car mecruru mukaddem habere mütealliktir.
عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. عَظ۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfat olup lafzen merfûdur.
عَظ۪يمٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۖ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve istimrar ifade eder.
İsm-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
الْمُؤْمِنَاتِ ve الْغَافِلَاتِ kelimeleri الْمُحْصَنَاتِ için iki sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. لُعِنُوا fiilinde de bir tehdit ve uyarı vardır.
فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya ve ahiret hayatları, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ahirette dünyada rahmete kavuşmayı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الْمُحْصَنَاتِ - الْمُؤْمِنَاتِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْمُحْصَنَاتِ /Muhsane, kendilerine isnat edilen o çirkin fiilden uzak ve iffetli olan kadın demektir. الْغَافِلَاتِ /Gafile kadın ise ne o çirkinlik, ne de onun mukaddimelerini aklından bile asla geçirmeyen tamamen ilgisiz kadın demektir. Bu itibarla gafile vasfının ifade ettiği nezihlik, muhsane vasfında yoktur. Yani içten ve kalpleri, her kötülükten arı ve temiz olan kadın demektir. الْمُؤْمِنَاتِ /Mümine kadınlar da vaciplere, mahzurlara ve diğerlerine hakiki ve tafsik bir iman ile iman etmiş olan kadınlar demektir. (Ebüssuûd)
Ayette zikredilen kadınlardan murad, Hz. Âişe’dir. Çoğul kipi ile ifade edilmesi ise ona yapıları çirkin isnadın, diğer validelerimize yapılmış gibi olmasından dolayıdır. Zira bütün bu görüşe göre validelerimiz ismette, nezakette ve Resulullah'a (sav) intisapta müşterektir. (Ebüssuûd)
وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ
وَ atıf harfidir. Cümle, hükümde ortaklık nedeniyle …لُعِنُوا cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يم faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatı vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. Azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.
عَظ۪يمٌ۟ sıfat olarak gelmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
لَهُمْ sözünün عَذَابٌ عَظ۪يم izafetine takdimi ihtimam içindir. (Âşûr, Nahl Suresi 106)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu açıklamanın kapsamına erkek dişi herkes girer. Aynı şekilde haklarında iftirada bulunanlar için de böyledir. Şu kadar var ki bu ayette müzekker kipi, müennes kipi yerine tağlîb (ağırlık vermek) yoluyla kullanılmıştır. (Kurtubî)يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ اَلْسِنَتُهُمْ وَاَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ اَلْسِنَتُهُمْ وَاَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
يَوْمَ zaman zarfı önceki ayettek geçen عَذَابٌ ’un mahzuf haberine müteallik olup mahallen mansubdur. تَشْهَدُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَشْهَدُ merfû muzari fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru تَشْهَدُ fiiline mütealliktir.
اَلْسِنَتُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ kelimeleri atıf harfi و ’la اَلْسِنَتُهُمْ kelimesine matuftur.
مَا müşterek ismi mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte تَشْهَدُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ ’dir.
كَانُوا nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ اَلْسِنَتُهُمْ وَاَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
يَوْمَ , önceki ayetteki عَذَابٌ ’a müteallik olan zaman zarfıdır.
يَوْمَ ’nin muzafun ileyhi konumundaki تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ اَلْسِنَتُهُمْ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mecrur mahalde, harfi cerle birlikte تَشْهَدُ fiiline mütealliktir. Sılası كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi كَانُوا يَعْمَلُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Şahitlik edeceklerin dil, el ve ayak şeklinde sıralanması taksim sanatıdır. تَشْهَدُ fiilinde cem’ vardır.
اَلْسِنَتُهُمْ - اَيْد۪يهِمْ - اَرْجُلُهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki “dilleri, elleri ve ayakları... şahitlik edeceği gün…” cümlesi, ya makabli ile bağlantılı (muttasıl) olup mezkûr azabın geliş vaktini ve korkunçluğunu tayin ederek ve diğer cezalan gerektiren başka cinayetleri ile beraber bu cezayı gerektiren cinayetlerini de korkunç bir keyfiyetle ve harikulade bir şekilde beyan etmek suretiyle mezkûr azabı izah etmektedir. Ya da bu cümle, makablinden bağımsız olup o gün olacakların korkunçluğunu beyan etmek suretiyle o günün vehametini bildirmektedir. Buna göre bu ifade, o gün vuku bulacak büyük dehşet ve umumi felaketin tafsilatının kelimelerle anlatılamayacağını bildirmek içindir. Yani onların dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerine şâhitlik edeceği gün, kelimelerle anlatılamayacak haller ve hadiseler olacaktır.
Kıyamet günü onların dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik etmelerinin anlamı şudur: Allah kendi kudretiyle o organları konuşturacak ve her biri, kendisinden sadır olan sahibinin fiillerini haber verecektir. Yoksa bu organların her biri onların malum cinayetini haber verecek anlamında değildir. (Ebüssuûd)
يَوْمَئِذٍ يُوَفّ۪يهِمُ اللّٰهُ د۪ينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ
يَوْمَئِذٍ يُوَفّ۪يهِمُ اللّٰهُ د۪ينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ
يَوْمَ zaman zarfı, إذ için muzâftır. يُوَفّ۪يهِمُ fiiline mütealliktir. إذ mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri; يوم إذ تشهد عليهم (Onların aleyhine şahitlik ettiği gün) şeklindedir.
يُوَفّ۪يهِمُ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâlili, fail olup lafzen merfûdur.
د۪ينَهُمُ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هِمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْحَقَّ üçüncü mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَعْلَمُونَ fiilinin iki mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâl اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. هُوَ fasıl zamiridir. الْحَقُّ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
الْمُب۪ينُ kelimesi الْحَقُّ sıfat olup damme ile merfûdur.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat - mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُب۪ينُ kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوَفّ۪يهِمُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفى ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
يَوْمَئِذٍ يُوَفّ۪يهِمُ اللّٰهُ د۪ينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَئِذٍ önemine binaen amili olan يُوَفّ۪يهِمُ fiiline takdim edilmiştir.
يَوْمَئِذٍ izafetinde, muzâfun ileyh olan cümlenin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْحَقَّ , ceza anlamındaki د۪ينَ için sıfattır. Bütün cinslere delalet eden masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
وَيَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ cümlesi, öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Cümle masdar teviliyle يَعْلَمُونَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
الْحَقُّ kelimesi اَنَّ ’nin haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayetteki ilk الْحَقَّ kelimesiyle, anlam farkı olan ikincisi arasında tam cinas, bu kelimenin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah lafzında tecrîd, tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayetteki ceza ve karşılık anlamlarına gelen د۪ينَ kelimesi ‘tam vermek, ödemek’ anlamındaki وَفَّى kelimesiyle ilgisi dolayısıyla hareke farkıyla borç anlamındaki dîne kelimesi gibi okunacağı vehmine yol açabilir. Ve buna îhâm-ı taḥrîf denir.
Îhâmda kastedilen doğrusu olmakla birlikte yanlışı vehmettiren, doğru ve yanlış iki farklı anlamın mevcut olmasıdır. Bu vehim; sanatın bulunduğu lafızla alakalı başka bir kelimenin bulunması nedeniyle o lafzın yazılışı aynı fakat anlamı farklı başka bir kelime olduğu vehmini uyandırmasıyla olabilir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
يَعْمَلُونَ (yaparlar) (24. ayetteki) - يَعْلَمُونَ (bilirler) kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs vardır.
Ayetin metnindeki الْمُب۪ينُ kelimesi, eşyayı olduğu gibi bildiren ya da hak olduğu apaçık olan demektir. (Ebüssuûd)
“Hakk Teâlâ'ya, başkasına değil, sadece kendisine ibadet etmek hak (doğru) olduğu için yahut da emrettiklerinde başkası değil ancak o hak olduğu için “hak” diye adlandırılmıştır. Mübîn kelimesinin manası da bu dediğimizi teyit etmektedir. Bazıları da Hak kelimesinin, Allah'ın isimlerinden olup ‘var, mevcut’ manasında olduğunu bunun zıddının ‘yok’ demek olan batıl kelimesi olduğunu, “mübin”in de ‘ortaya koyan’ manasında olduğunu ileri sürmüşlerdir. Buna göre ayetin manası, “O'nun kudreti ile mümkinatın (kâinatın) varlığı ortaya çıkmıştır.” şeklindedir. Dolayısıyla Cenab-ı Allah'ın “hak” oluşu, zatı gereği mevcûd olması; “mübîn” oluşu da başkasına varlık ve hayat veren olması manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)
اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِۚ اُو۬لٰٓئِكَ مُبَرَّؤُ۫نَ مِمَّا يَقُولُونَۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْخَبِيثَاتُ | kötü kadınlar |
|
2 | لِلْخَبِيثِينَ | kötü erkeklere |
|
3 | وَالْخَبِيثُونَ | kötü erkekler |
|
4 | لِلْخَبِيثَاتِ | kötü kadınlara |
|
5 | وَالطَّيِّبَاتُ | iyi kadınlar |
|
6 | لِلطَّيِّبِينَ | iyi erkeklere |
|
7 | وَالطَّيِّبُونَ | iyi erkekler |
|
8 | لِلطَّيِّبَاتِ | iyi kadınlara |
|
9 | أُولَٰئِكَ | bunlar |
|
10 | مُبَرَّءُونَ | uzaktırlar |
|
11 | مِمَّا | şeylerden |
|
12 | يَقُولُونَ | onların söyledikleri |
|
13 | لَهُمْ | bunlara vardır |
|
14 | مَغْفِرَةٌ | bir bağışlama |
|
15 | وَرِزْقٌ | ve bir rızık |
|
16 | كَرِيمٌ | cömertçe |
|
اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِۚ
İsim cümlesidir. اَلْخَب۪يثَاتُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلْخَب۪يث۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
الْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ ve لطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ ve الطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِ kelimeleri atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اُو۬لٰٓئِكَ مُبَرَّؤُ۫نَ مِمَّا يَقُولُونَۜ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُبَرَّؤُ۫نَ mübtedanın haberi olup و ’la merfûdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مَا ve masdar-ı müevvel, مِنْ harf-i ceriyle birlikte مُبَرَّؤُ۫نَ ’ye mütealliktir.
يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مُبَرَّؤُ۫نَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَغْفِرَةٌ muahhar mübtedadır. رِزْقٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la مَغْفِرَةٌ ’e matuftur. كَر۪يمٌ kelimesi رِزْقٌ kelimesinin sıfatıdır. كَر۪يمٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette ilk cümle olan اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لِلْخَب۪يث۪ينَ, mahzuf habere mütealliktir.
Aynı üslupta gelerek birbirine matuf olan üç cümle, istinafa atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi tezattır.
Birbirine atfedilmiş dört cümledeki kelimeler arasında cinas, reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ cümleleriyle وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِۚ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
اَلْخَب۪يثَاتُ - وَالطَّيِّبَاتُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ ifadesi bir şeyden nefret ettirmek için kinaye gelebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) Bu kelimelerle kadın ve erkekler kastedilmiştir.
Bu kelam, insanlar arasında cari olan ilâhi sünneti beyan etmektedir. Şöyle ki Allah'ın görevli bir meleği vardır; bu melek, birbirlerine layık olanları birbirlerine sevk etmektedir. Yani kötü kadınlar, kötü erkeklere mahsustur; o kadınlar, başkasını değil, kötü erkekleri bulur. Kötü erkekler de kötü kadınları bulur; çünkü aynı sınıftan olmaları, onları birbirine cezbeder. Yine iyi kadınlar, başkasını değil, ancak iyi erkekleri bulur. İmdi Resulullah (sav), iyilerin iyisi ve hayırlıların hayırlısı olduğuna göre bunun zorunlu bir sonucu olarak Hz. Aişe (ra) de iyi kadınların en iyisi olduğu ve hakkında söylenen saçmalıkların tamamen haksız ve boş olduğu ortaya çıkmış olur. Nitekim “İşte o şerefli insanlar, iftiracıların söylediklerinden çok uzaktırlar.” kelamı da bu hakikati bildirmektedir. Nitekim bu işaret (İşte onlar), öncelikle Hz. Âişe'nin de dahil olduğu Ehl-i Beyti göstermektedir.
Bir diğer görüşe göre ise yani kötü sözler, kötü erkeklere ve kadınlara mahsustur; başkalarından sadır olmaz. Yine kötü erkeklerle kötü kadınlar, kötü sözleri sarf ederler. İyi sözler de iyi erkeklere ve iyi kadınlara mahsustur; başkasından sadır olmaz. İyi erkekler ve iyi kadınlar da iyi sözlerin ehlidirler; onlardan iyi sözlerden başka bir şey sadır olmaz. İşte o iyi insanlar, kötü insanların söyledikleri kötü sözlerden çok uzaktırlar; onlardan böyle sözler sadır olmaz. Bu görüşe göre, ayetin sonucu, “Sübhanallah! Bu, büyük bir bühtandır.” diyenleri tenzih etmektir. (Ebüssuûd)
اُو۬لٰٓئِكَ مُبَرَّؤُ۫نَ مِمَّا يَقُولُونَۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh, işaret ismi olarak gelmiştir. Temiz insanlar, görülmesi mümkün olmakla beraber halihazırda görülmedikleri için bu işaret aklidir. Bu durumda aklî olan birşey hissî menzilesine konulmuştur.
Müsnedün ileyhi bu şekilde işaret ismiyle marife kılmak, en güzel şekilde temyîz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap, tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Harf-i cerle bilikte مُبَرَّؤُ۫نَ ’ye müteallik masdar harfi مَّا ’nın sılası olan يَقُولُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُو۬لٰٓئِكَ (bunlar) ifadesi, iyilere ve bunların kötülerin söylediği kötü sözlerden uzak olduklarına işarettir. Bu ifade, Hz. Âişe ve onun nezahet ve temizlik hususundaki durumuna uygun düşmeyen sözlerden ona isnad edilenler için darbı mesel makamında cereyan eden bir kelamdır. اُو۬لٰٓئِكَ ’nin Ehl-i Beyt’e ve bunların, iftiracıların söylediğinden uzak olduklarına işaret etmesi, اَلْخَب۪يثَاتُ ve وَالطَّيِّبَاتُ kelimeleriyle de kadınların kastedilmiş olması da caizdir yani adi kadınlar adi erkeklerle evlenir; adi erkekler de adi kadınlarla evlenirler. Nezihler de böyledir. (Yani onlar nezih erkeklerle nezih erkekler de onlarla evlenir.) (Keşşâf)
لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ۟
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mübteda olan مَغْفِرَةٌ ’daki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ , tezâyüf sebebiyle مَغْفِرَةٌ ’a atfedilmiştir.
رِزْقٌ için sıfat olan كَر۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Bu cümlenin اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberi olması da caizdir.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتاً غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتّٰى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلٰٓى اَهْلِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَدْخُلُوا | girmeyin |
|
6 | بُيُوتًا | evlere |
|
7 | غَيْرَ | başka |
|
8 | بُيُوتِكُمْ | kendi evlerinizden |
|
9 | حَتَّىٰ | ta ki |
|
10 | تَسْتَأْنِسُوا | izin almadan |
|
11 | وَتُسَلِّمُوا | ve selam vermeden |
|
12 | عَلَىٰ | üzerine |
|
13 | أَهْلِهَا | (ev) halkı |
|
14 | ذَٰلِكُمْ | herhalde bu |
|
15 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
16 | لَكُمْ | sizin için |
|
17 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
18 | تَذَكَّرُونَ | düşünüp anlarsınız |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتاً غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتّٰى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلٰٓى اَهْلِهَاۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı لَا تَدْخُلُوا بُيُوتاً ’dır.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَدْخُلُوا fiili نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بُيُوتاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. غَيْرَ kelimesi بُيُوتاً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
بُيُوتِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. تَسْتَأْنِسُوا muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel حَتّٰى harf-i ceriyle birlikte تَدْخُلُوا fiiline mütealliktir.
تَسْتَأْنِسُوا fiili نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُسَلِّمُوا fiili , تَدْخُلُوا fiiline matuf olup نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰٓى اَهْلِهَا car mecruru تُسَلِّمُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
تَسْتَأْنِسُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi أنس ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
تُسَلِّمُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمْ ise muhatap zamiridir.
خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’a müteallıktır.
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَذَكَّرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتاً غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتّٰى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلٰٓى اَهْلِهَاۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın gayesi; nida edilene önemli birşeyi haber vermektir. Onun için çoğunlukla nidayı emir, nehy, istifham, şer‘î bir hüküm vs. gibi önemli şeyler takip eder.
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formundaki nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. Yakına seslenmede uzak için kullanılan يَٓا nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından اَيُّ lafzının ve tenbih edatı هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nidanın cevabı olan …لَا تَدْخُلُوا بُيُوتاً غَيْرَ بُيُوتِكُمْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ’nın gizli أنْ ’le masdar yaptığı تَسْتَأْنِسُوا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki حَتّٰى ile birlikte تَدْخُلُوا fiiline mütealliktir.
Aynı üslupta gelen وَتُسَلِّمُوا عَلٰٓى اَهْلِهَاۜ cümlesi masdar-ı müevvele hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
بُيُوتاً - غَيْرَ بُيُوتِكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَتّٰى kelimesi, bir şeyin başlangıcına dayanmaksızın sonunu bildirir. Kendisinden sonra gelen gizli bir اَنْ ’le muzari fiili nasb eder ve harf-i cerdir. (Süyûtî, el-İtkan)
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Zuhaylî ayeti şöyle açıklıyor: Ey Allah’ı ve Resulünü tasdik edenler! Başkalarının evine size izin verilmeden ve hane halkına selam vermeden girmeyin. Böylece başkalarının özel hayatına bakmamış, muttali olmanız sizin için helal olmayan şeylere muttali olmamış, orada bulunanlara ansızın görünüp de onları sıkıntıya düşürmemiş ve rahatsız etmemiş, dolayısıyla can sıkıntısına, daralmaya ve nefrete sebep olmamış olursunuz. O halde bir yere girmeden önce mutlaka izin alınmalı ve gelen kimsenin bilinmesi için kapının dışında selam verilmelidir.
Bu ayet-i kerime başkalarının evine izinsiz girmenin haramlığına vücuben, selam vererek girmek gerektiğine de nedben (mendup olarak) delalet etmektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Bundan önce zinanın ve iffetli kadınları suçlamanın yasakları anlatıldıktan sonra burada da erkeklerin kadınlarla iç içe olmaları ve yalnızlık halinde kadınların yanına girmeleri gibi mezkûr iki şeyden birine ortam hazırlayabilecek yasaklar ve iki cihan saadetine vesile olacak güzel edepler ve hoşnutluk veren fiiller anlatılmaktadır. (Ebüssuûd)
Kendi evlerinizden başka evlere, odalarınızdan başka odalara sahiplerine geldiğinizi fark ettirip ev halkına selam vermedikçe girmeyiniz. Başkalarının mülküne izinsiz girmek gasp gibi olacağından hukuken ve hükmen haram olduğu gibi kendi mülkü olan, dinen girmeye hakkı bulunan ev içerisinde de olsa gerek kendinden başkasına ait olan odalara habersiz ve selamsız girivermek de terbiye yönünden ve dini yönden yasak kılınmıştır. Burada (الِاسْتِئْناس) geldiğini fark ettirmeyi, izin istemek, diye tefsir edenler olduğu gibi durumu araştırma ile selamlama yani izin istemeden önce durumun girmeye uygun olup olmadığını bilmeye çalışmak veya insan bulunup bulunmadığını öğrenmek istemek manalarıyla tefsir edenler de olmuştur. Gözüken burada fark ettirmek, vahşice mukabili olmasıdır ki baskın yapar gibi birdenbire vahşicesine girivermeyip insanlığa yaraşır ve duruma uygun bir yakınlık ortaya koymak, demek olur. (Elmalılı)
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Zamandan bağımsız, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi olan ذلك ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim içindir.
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)
Müsned olan خَيْرٌ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Ayetin son cümlesi, mukadder bir cümle için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Takdir şöyle olabilir: … أنزل عليكم هذا لعلّكم (Bu size indirildi, umulur ki…) Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَذَكَّرُونَ ’nin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn, Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)İftiranın izi derindir. Silmesi ise zordur. İftiraya uğrayan masumların bir kısmı, belki de çoğu, ömürlerini bu izle geçirmek zorunda kalır. Hz. Aişe’nin ifk hadisesi ve o olayın üzerine inen ayetler; haksızlığa uğrayanların gönüllerine merhem niyetine sürülür. Zira, bu imtihan ağırdır. Yırttığını sanan suçlunun cezası da, haklılığını ispat edemeyenin asıl mükafatı da Allah katındadır.
İfk hadisesi üzerinde düşünmek gerekir. Hz. Aişe’nin iftiraya uğrayan kişi olması, iftira atılanların tesellisi olur. Zira; dert ortakları ne güzel. Masumluğunun Allah katında ispat edilmesi, başkasının kötü hallerini konuşanların ve dinleyenlerin ise uyarıcısı olur. Zira; Allah’ın yardımı masumlardan yana. Hz. Ebu Bekir’in, iftirayı yayanlardan biri olan akrabasından yardım elini çekmemesini belirten ayet ise; tövbe kapısının yakın oluşunun ve Allah’ın rahmetinin büyüklüğünün hatırlatıcısı olur. Zira; Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasa, insan asla günahlarından arınamazdı.
Ey her şeyi işiten ve bilen Allahım! Bizi; kalbiyle bakanlardan ve hak ile batılı ayırt edenlerden eyle. Şeytanın bulunduğu yollardan ve şeytanla dostluk edenlerden uzaklaşalım. Bizi; maddi ve manevi, bütün pisliklerden arındır ve muhafaza buyur. Temize ve güzele layık olan kullarınla beraber olalım. Her türlü edepsizlikten ve kötülükten korunalım. Lütfun ile rahmetine muhtacız; bizi affetiğin kulların arasına kat.
Amin.
***
İslam ahlakı, ahlakların en güzelidir. İnsan hayatının her alanını nahif dokunuşlarla güzelleştirir. İslam ahlak kuralları doğru uygulandığında ve üzerinde düşünüldüğünde; aslında birçok yönden insanın yükünün hafiflediği ve yaşamının kolaylaştığı farkedilir. Her şeyin özünde, Allah’ın emirlerine ve yasaklarına itaat ile sarılıp tam anlamıyla O’na güvenen bir kulun, iki cihanda da gönlü rahattır.
Allah’ın ayeti ile hz. Aişe’ye atılan çirkin iftiranın yalan olduğu kesinleştiğinde, hz. Ebu Bekir (ra) yardım ettiği halasının oğluna bir daha yardım etmeyeceğine dair yemin etti. Çünkü halasının oğlu Mistah, bu iftiraya ön ayak olanlardandı. Bu yeminin üzerine: ‘akrabaya, yoksula, Allah yolunda hicret edene bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler, bağışlasınlar, Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?’ manasını içeren ayet indi ve hz. Ebu Bekir (ra): Allah’ın beni bağışlamasını her şeye tercih ederim diyerek yardıma devam etti. Bu bize İslam ahlakının: ‘kötülüğe karşı iyilikle muamele et’ kuralını hatırlatır ve yanlışa bulaşan insanların topluma kazandırılması için çaba gerektiğini öğretir.
Nur suresinde ifk hadisesiyle alakalı konulardan sonra evlere izin isteyerek girilmesi gerektiğini anlatan ayetler gelir. Rasulullah (sav), en fazla üç kere (duyulmadığını düşünüyorsa daha fazla) izin istedikten sonra cevap gelmiyorsa, ısrar etmeden geri dönmek gerektiğini buyurmuştur. Özellikle de habersiz misafirlerin çok olduğu dönemlerde, bu bir kula sağlanan en önemli rahatlıklardandır. Ev sahibi kapıyı açmak zorunda değildir çünkü kafa, beden ya da ortam olarak müsait olmaması mümkündür. İslam ahlak kurallarının vurguladığı en önemli nokta şudur: Ey kul! Sen! Allah için yaşıyorsun. Bunun için de Allah’ın ahlakı ile ahlaklan! Yaptıklarını Allah rızası için yap ve gerisini O’na bırak.
Ey Allahım! Senden çok insanlardan çekinme ya da korkma gafletinden muhafaza buyur. Bizi, Senin ahlakın ile ahlaklananlardan, Sana şüphesiz güvenenlerden ve emirlerine itaat edenlerden eyle. Kur’an-ı Kerim’i kalbiyle okuyanlardan ve ondan maddi manevi anlamda faydalananlardan eyle. Senin, Rasulullah (sav)’e öğrettiğin sünnet yolunda yürüyenlerden ve ayetlerine sımsıkı sarılanlardan eyle. Bizi kötü ahlaktan ve kötü ahlak sahiplerinden muhafaza buyur. Kalplerimiz, zihinlerimiz, bedenlerimiz ve ruhlarımız; Sana emanettir. Rahmetinle, nurunla ve güzel ahlak ile bütün eksikliklerimizi tamam eyle. Bizi bağışla ve bizden razı ol.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji