1 Temmuz 2025
Nûr Sûresi 28-31 (352. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nûr Sûresi 28. Ayet

فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَداً فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْۚ وَاِنْ ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكٰى لَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ  ...


Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün” denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 لَمْ
3 تَجِدُوا bulamazsanız و ج د
4 فِيهَا orada
5 أَحَدًا kimseyi ا ح د
6 فَلَا
7 تَدْخُلُوهَا oraya girmeyin د خ ل
8 حَتَّىٰ kadar
9 يُؤْذَنَ izin verilinceye ا ذ ن
10 لَكُمْ size
11 وَإِنْ ve eğer
12 قِيلَ denirse ق و ل
13 لَكُمُ size
14 ارْجِعُوا dönün! ر ج ع
15 فَارْجِعُوا o halde dönün ر ج ع
16 هُوَ o
17 أَزْكَىٰ daha temizdir ز ك و
18 لَكُمْ sizin için
19 وَاللَّهُ ve Allah
20 بِمَا şeyleri
21 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
22 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَداً فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir. Ayet atıf harfi  فَ  ile nidanın cevabına matuftur. Ya da bu harf istinaf içindir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَجِدُوا  şart fiili olup  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَٓا  car mecruru  تَجِدُوا  fiiline mütealliktir.  اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَدْخُلُوهَا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يُؤْذَنَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  تَدْخُلُوهَا  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْذَنَ  mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  لَكُمْ  car mecruru  يُؤْذَنَ  fiiline mütealliktir.


 وَاِنْ ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكٰى لَكُمْۜ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. 

ق۪يلَ  şart fiili olup fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  ارْجِعُوا  fiili  ق۪يلَ ’nin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.  لَكُمُ  car mecruru naib-i faile mütealliktir.  ارْجِعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir

ارْجِعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَزْكٰى لَكُمْ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اَزْكٰى  ism-i tafdil kalıbındandır. لَكُمْ  car mecruru  اَزْكٰى  fiiline mütealliktir.

İsm-ii tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  عَلِيمٌ’ne mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَل۪يمٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

عَل۪يمٌ  kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَداً فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْۚ 

 

 

Ayet,  فَ  ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat da vardır.

Veya  فَ  istînâfiyyedir. Âşûr, istînâfi beyâni olduğu görüşündedir.

اِنْ  şart harfidir. Olumsuz muzari fiille gelmiş şart cümlesi  لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَداً , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْ  ise nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Dolayısıyla cümle şart uslubunda, talebî inşâî isnaddır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ’nın gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  يُؤْذَنَ لَكُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki  حَتّٰى  ile birlikte  تَدْخُلُوهَا  fiiline mütealliktir. 

حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْ  sözündeki gaye bildiren harf-i cer,  فَلَا تَدْخُلُوهَا deki nehyi tekid içindir. Yani sahibi gelip size izin verilinceye kadar anlamındadır. (Âşûr)

حَتّٰى  kelimesi, bir şeyin başlangıcına dayanmaksızın sonunu bildirir. Kendisinden sonra gelen gizli bir  اَنْ ’le muzari fiili nasb eder ve harf-i cerdir. (Süyûtî, el-İtkan)

اَحَداً ’deki tenvin muayyen olmayan bir cinse işaret eder.

فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَداً  [bu evlerde hiç kimsenin bulunmamasından] ifadesinden murad, ya; izin vermeye yetkili kimsenin bulunmamasıdır ki buna göre izin verme etkisi olmayan kadınların ve çocukların bulunup bulunmamaları arasında bir fark yoktur ya da izin yetkisi olsun veya olmasın, hiç kimsenin bulunmamasıdır. Buna göre ayet-i kerimenin sarih ifadesi, boş evlere dahi girmenin yasak olduğudur. (Ebüssuûd)


 وَاِنْ ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا

 

İkinci cümle, önceki şart cümlesine atfedilmiştir.  ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا  şart cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  ق۪يلَ  fiilinin mekulü’l-kavli  ارْجِعُوا  emir üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكٰى لَكُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu şart cümlesinde, şart ve ceza cümlelerinde iki mananın eşleşmesi olan, müzavece sanatı vardır. Müzâvece sadece cezada vukû bulur. Buna tezâvüc de denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Size girin denilirse girin cümlesine, girmeyin denilirse, girmeyin anlamı idmâc edilmiştir.

ارْجِعُوا  kelimesinin tekrarında reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


هُوَ اَزْكٰى لَكُمْۜ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Zamandan bağımsız, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  اَزْكٰى ’nın ism-i tafdil kalıbında gelmesi mübalağa ifade etmiştir.

هُوَ اَزْكٰى لَكُمْ  cümlesinde, konu açık olduğu için müsnedün ileyhin açıkça zikredilmesine gerek olmadan zamir gelmiştir.


وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi istînâf  وَ ’ıyla gelmiş isim cümlesidir. İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Lafza-i celâl mübteda,  عَل۪يمٌ۟ haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  عَل۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teşvik ve heybet uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâl’de tecrîd sanatı vardır. 

Cümle faide-i haber talebî kelamdır. 

Cümlede car mecrur  بِمَا تَعْمَلُونَ  amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, ihtimam içindir. 

عَل۪يمٌ ’e müteallik olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  تَعْمَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ [Allah sizin ne yaptığınızı çok iyi bilir] ayeti evlerin içindekini görmek kastı ile tecessüsde bulunup masiyet maksadıyla ev halkının haberi olmadan içeri giren, helal ve caiz olmayan şeylere bakmak ve buna benzer günah işleme kastında olan diğer kimseler için bir tehdittir. (Kurtubî)   

تَعْمَلُونَ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadri sanatları vardır

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Nûr Sûresi 29. Ayet

لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتاً غَيْرَ مَسْكُونَةٍ ف۪يهَا مَتَاعٌ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ  ...


İçinde size ait bir eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur. Allah, açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَيْسَ yoktur ل ي س
2 عَلَيْكُمْ size
3 جُنَاحٌ bir günah ج ن ح
4 أَنْ -den dolayı
5 تَدْخُلُوا (izinsiz) girmeniz- د خ ل
6 بُيُوتًا evlere ب ي ت
7 غَيْرَ غ ي ر
8 مَسْكُونَةٍ oturulmayan س ك ن
9 فِيهَا içinde
10 مَتَاعٌ eşyanız bulunan م ت ع
11 لَكُمْ sizin
12 وَاللَّهُ ve Allah
13 يَعْلَمُ bilir ع ل م
14 مَا şeyi
15 تُبْدُونَ açığa vurduğunuz ب د و
16 وَمَا ve şeyi
17 تَكْتُمُونَ gizlediğiniz ك ت م

لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتاً غَيْرَ مَسْكُونَةٍ ف۪يهَا مَتَاعٌ لَكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  لَيْسَ  nakıs camid fiildir.  لَيْسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَيْكُمْ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallik olup mahallen mansubdur. 

جُنَاحٌ  kelimesi  لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  ف۪ي  harf-i ceriyle  جُنَاحٌ a mütealliktir. Takdiri; في أن تدخلوا (girmenizde) şeklindedir. 

Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَدْخُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  بُيُوتاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

غَيْرَ  kelimesi  بُيُوتاً ’nin sıfatı olup mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  مَسْكُونَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهَا مَتَاعٌ لَكُمْ  cümlesi  بُيُوتاً ’nin ikinci sıfatı olup mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَتَاعٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  مَتَاعٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.

مَسْكُونَةٍ  kelimesi sülasi mücerredi  سكن  olan fiilin ism-i mef'ûlüdür.


 وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. 

يَعْلَمُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

تُبْدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مَا تَكْتُمُونَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  تَكْتُمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُبْدُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  بدو ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتاً غَيْرَ مَسْكُونَةٍ ف۪يهَا مَتَاعٌ لَكُمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nakıs fiil  لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  لَيْسَ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جُنَاحٌ  muahhar ismidir. 

جُنَاحٌ ’daki tenvin, kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

اَنْ  ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi  تَدْخُلُوا بُيُوتاً غَيْرَ مَسْكُونَةٍ , masdar tevilinde olup takdir edilen  في  harf-i ceriyle mahzuf habere mütealliktir.

ف۪يهَا مَتَاعٌ لَكُمْ  cümlesi  بُيُوتاً  için sıfattır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَتَاعٌ  muahhar mübtedadır.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

بُيُوتاً  , مَسْكُونَةٍ  , مَتَاعٌ  kelimelerindeki tenvin, kıllet ve muayyen olmayan cinse işaret eder.

عَلَيْكُمْ - لَكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

بُيُوتاً - مَسْكُونَةٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve ikaz içindir. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsned, muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, istimrarın da mevcut olduğuna işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır ve anlaşılması kolaylaşır. Ayrıca müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  تُبْدُونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen ikinci mevsûl ve sılası, birinciye atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

تُبْدُونَ - تَكْتُمُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyil olarak ıtnâbdır.

Bu cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Allah sizin açığa vurduğunuzu da gizlediğinizi de iyi bilir cümlesinde lâzım söylenmiş, melzûm olan Allah sizi hesaba çeker manası kastedilmiştir.

وَمَا تَكْتُمُونَ  cümlesiyle  مَا تُبْدُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

تُبْدُونَ - تَكْتُمُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Nûr Sûresi 30. Ayet

قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ  ...


Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ söyle ق و ل
2 لِلْمُؤْمِنِينَ inanan erkeklere ا م ن
3 يَغُضُّوا sakınsınlar غ ض ض
4 مِنْ
5 أَبْصَارِهِمْ bakışlarını ب ص ر
6 وَيَحْفَظُوا ve korusunlar ح ف ظ
7 فُرُوجَهُمْ ırzlarını ف ر ج
8 ذَٰلِكَ bu
9 أَزْكَىٰ daha temizdir ز ك و
10 لَهُمْ onlar için
11 إِنَّ şüphesiz
12 اللَّهَ Allah
13 خَبِيرٌ haber almaktadır خ ب ر
14 بِمَا şeyleri
15 يَصْنَعُونَ her yaptıkları ص ن ع

https://www.youtube.com/watch?v=TT9GlJ2jBfo

(6 dk 12 sn) Nouman Ali Khan Bas ordusu Kur'an da geciyor mu?

Aile yalnızca insanların içinde doğup büyüdükleri bir mekân olmayıp aynı zamanda önemli bir sosyal birim ve eğitim ocağı olduğu için İslâm ona çok önem vermiş, korunup gelişmesi, vazifesini hakkıyla yerine getirmesi için birçok tavsiyede bulunmuş, kurallar koymuştur. Ailenin korunabilmesi için vazgeçilmez şart eşlerin gözlerinin dışarıda olmaması, karşılıklı sadakat, güven ve iffettir. İnsanoğlunun en güçlü güdülerinden ve duygularından biri, İslâmî kaynaklarda şehvet diye ifade edilen kavram kapsamına giren cinsel güç ve arzudur. Bu arzunun meşrû yoldan yani evlilik birliği içinde tatmin edilmesine izin verilmiş, meşrû olmayan yollardan tatmin ise ayıp ve günah sayılarak yasaklanmıştır. Cinsel hayat yalnızca cinsel ilişki değildir; cinsel ilişki dışında kalan “şehvetle bakma, koklama, dokunma, düşünme ve hayal etme” gibi davranış ve ilişki çeşitlerinin, cinselliği kışkırtan etkileri vardır. Aileyi korumak için iffet ve sadakati öngören Kur’an, bunları sağlamak ve korumak için yalnızca zinayı değil, insanı zinaya götüren adımları da yasaklamıştır. Sûrenin buraya kadar geçen âyetlerinde zikredilen zina ve iffete iftira cezası, lânetleşme tedbiri, namusla ilgili konularda dedikodu yapmanın, ahlâksızlığa karşı umursamazlık kazandıracak davranışların kınanması, başkalarının evlerine izinsiz girip çıkmanın yasaklanması hep iffetin ve ailenin korunmasına yönelik tedbirlerdir. Bu cümleden olarak 30 ve 31. âyetlerde de cinsel arzuyu uyandıran ve kamçılayan ısrarla veya şehvetle bakma, bedenin cinsiyet duygularını tahrik eden kısımlarını açıkta bırakma, sergileme gibi davranışlar ele alınmakta ve bu konulara dair sınırlamalara yer verilmektedir. Buradaki emir ve yasakların “tavsiye niteliğinde mi, yoksa kesin ve bağlayıcı mı?” olduğu sorusuna cevap aranırken göz önünde tutulması gereken önemli husus, zina ile yasaklanan davranış arasındaki sebep-sonuç veya etkileşim ilişkisidir.

 
   “Gözlerini haramdan sakınsınlar” şeklinde çevrilen kısmın tercümeye tam olarak yansıtılması mümkün bulunmayan, aslında “mutlak veya genel olarak bakmayı değil, insanı harama götürebilecek bakışları” meneden bir mâna, bir nüans vardır. Nitekim sevgili Peygamberimiz Hz. Ali’ye hitaben, “Bir baktığında arkadan bir daha bakma, birinci bakış hoş görülür ama ikinci bakışa hakkın yoktur” (Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 43) buyurarak bu mânaya açıklık getirmiştir.
 
  “İffetlerini korusunlar” cümlesindeki iffet kelimesinin âyetteki karşılığı “ferc”dir. Ferc kelimesi hakikat olarak cinsel organlar, mecaz olarak da iffet ve namus demektir. Zemahşerî’nin benimseyerek bazı tefsircilerden naklettiğine göre, “Kur’an’da fercin korunması istendiğinde bundan maksat zinadan korunmasıdır, yalnızca bu âyette maksat gözden korumak ve bunun için örtmektir. Tabiatıyla gözden koruma emri, evleviyetle onu zinadan da korumayı içermektedir” (III, 180).
 
 Uygulama ve yorumlara dayalı açıklamalara göre erkeklerin gözlerden korumaları gereken organları (fercleri) yalnızca cinsel organları değil, bunlarla birlikte diğer avret yerleridir, yani göbekleriyle diz kapakları arasında kalan bölgedir. Sınırlarda ictihad farklılıkları vardır: Göbeği ve diz kapaklarını (baldırlar dahil) avret saymayan müctehidler de bulunmaktadır. Ebû Hanîfe’ye göre göbek değil de dizler avrettir. İmam Mâlik gibi erkeklerin baldırlarını kapatılması gereken yer (avret) saymayan müctehidler, Buhârî’nin rivayet ettiği bir hadise dayanmaktadırlar (“Salât”, 12). Bu sınırlar erkekler arasında riayet edilmesi gereken sınırlardır. Erkeğin yabancı (nikâh düşen) kadından sakınması gereken yerleri farklıdır. Burada yasak sınırı, normal şartlarda karşı tarafı tahrik edebilecek, ona karşı cinsel cazibeyi arttıracak takılar, kokular, vücut teşhiri gibi nesneler ve davranışları da içine almaktadır (Râzî, XXIII, 205).
 
 Zina fiili iki taraflı olduğundan, korunmak ve kaçınmak için gayret göstermek, tedbir almak da iki taraflı olmak durumundadır. Bu sebeple âyetlerde önce erkeklere, sonra da kadınlara ayrı ayrı hitap edilmiş, böylece her bir cinsin korunmak için üzerine düşeni yapması gerektiğine dikkat çekilmiştir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 68-70
Riyazus Salihin, 192 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî  radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem :
 “Yol ve sokaklara oturmaktan sakınınız” buyurdu. Sahâbîler:
- Ya Resûlallah! Bizim yol ve sokaklara oturmaktan vazgeçmemiz mümkün değil, çünkü lüzumlu işlerimizi orada konuşuyoruz, dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
–“Vazgeçemiyorsanız ve mutlaka oturmak zorunda kalıyorsanız, o halde yolun hakkını veriniz” buyurdular. Bunun üzerine:
- Yolun hakkı nedir ki, ya Resûlallah? diye sordular. Peygamberimiz:
–“Gözü haramlardan korumak, gelip geçene eziyet vermemek, verilen selâma mukabelede bulunmak, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma vazifesini yerine getirmek” buyurdular.
(Buhârî, Mezâlim 22, İsti’zân 2; Müslim, Libâs 114. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 12)

Resûl-i Ekrem Efendimiz Hz. Ali’ye şöyle buyurmuştur:” Yâ Ali! Bakılması haram olan bir kadına arka arkaya bakma: çünkü ilk bakışın affedilir , ama sonrakiler aleyhinedir”.
(Ebu Dâvud, Nikâh 42,43; Tirmizi, Edeb 28).

قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  قُلْ  fiiline mütealliktir.  

قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi mahzuf olup mahallen mansubdur. Takdiri;  قل لهم غضّوا أبصاركم  (Onlara bakışlarını indirmesini söyle) şeklindedir. 

يَغُضُّوا  fiili  فَ  karinesi olmadan gelen mukadder şartın cevabıdır. Takdiri;  إن تقل لهم غضّوا يغضوا (Onlara indir dersen indirirler) şeklindedir.

يَغُضُّوا  fiili  نَ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ اَبْصَارِهِمْ  car mecruru  يَغُضُّوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَحْفَظُوا  atıf harfi  وَ ’la  يَغُضُّوا  fiiline matuftur.  يَحْفَظُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  

فُرُوجَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْۜ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

اَزْكٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  اَزْكٰى ’ya mütealliktir.  اَزْكٰى  ism-i tafdil kalıbındandır. 

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنّ nin ismi olup lafzen mansubdur. 

خَب۪يرٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle خَب۪يرٌ ’e mütealliktir. 

يَصْنَعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

خَب۪يرٌ  kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ 

 

Ayet, istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavlinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi mahzuf olup mahallen mansubdur. Takdiri;  قل لهم غضّوا أبصاركم  (Onlara bakışlarını indirmesini söyle) şeklindedir. 

ف  karinesi olmadan gelen talebin cevap cümlesi olan  يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ , takdiri …إن تقل لهم غضّوا  (Onlara yumun dersen) olan şartın da cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip,  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavlidir. Şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber üslubunun yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Aynı üslupta gelen … وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ  cümlesi  يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

مِنْ اَبْصَارِ  ifadesindeki  مِنْ  kısım ifade eder; maksat haram olan şeylere gözü kapamak helal olan şeylere bakmakla yetinmektir. Ahfeş,  مِنْ  edatının zaid olabileceğini söylemiş; Sîbeveyhi ise bunu kabul etmemiştir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ  [Gözlerini kapasınlar] cümlesinde, hazif yoluyla îcaz vardır. Maksat, gözleri herşeye değil, sadece Allah'ın haram kıldığı şeylere kapatmak yani bakmamaktır. Muhataplar bunu anlayacakları için bununla yetinilerek hazif yapılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ  [Gözlerini kapasınlar ve namuslarını korusunlar] ifadesinde, gözlerini kapama emrinin namusu korumadan önce söylenmesinin sırrı şudur: Bakmak, zinanın postacısı ve kötülüğün öncüsüdür. Tehlikeye düşmenin başlangıcıdır. Nitekim şair şöyle demiştir: Bir gün sen, gözlerini kalbinin casusu olarak gönderdiğinde, gördüğün man­zaralar seni yorar. Öyle şeyler görürsün ki sen onun ne tümüne ne de bir kısmına sabredebilirsin. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir- Keşşâf)

فُرُوجَ  kelimesi,  فَرج in çoğuludur.  فَرج , aslî manasında iki şey arasındaki açıklık demektir. Bu şekilde gerek erkek gerek dişi insanın bacakları arasındaki açıklığa da gerçek olarak bu isim verilir ki dilimizde apış arası denir ve bu deyim ile avret mahallinden kinaye de edilir ki Kur’an’da bu mana ile geçmiş ve onun için erkeğe de dişiye de kullanılmıştır. Sonra özellikle kadının ön avretinden kinaye olarak kullanılması fazla yapılmış ve kinaye değil, sarih denecek derecede bu şekliyle kullanılmıştır. (Elmalılı) 

قُلْ  emrinde cem’, “gözlerini kapasınlar ve namuslarını korusunlar” ifadelerinde taksim sanatı vardır.


 ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Zamandan bağımsız, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismi olan  ذلك  ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim içindir.  ذٰلِكَ  ile emirlere işaret edilmiştir. 

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan Suresi 57, s. 190) 

Müsned olan  اَزْكٰى ’nın ism-i tafdil kalıbında gelmesi mübalağa ifade etmiştir.

هُوَ اَزْكٰى لَكُمْ  cümlesinde, konu açık olduğu için müsnedün ileyhin açıkça zikredilmesine gerek olmadan işaret ismi gelmiştir. 

Bu cümle zamir farkıyla, 27. ayette de tekrarlanmıştır. İki cümle arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ

 

Ta’lîliye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, muhatabın kalbinde haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlü,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  خَب۪يرٌ ’e mütealliktir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ ,  tecessüm ve teceddüt ifade eder.

خَب۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. -faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ [Muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.] şeklindeki tezyîl cümlesi, gözlerini kaçırma ve korunma emrinin neticesinden kinayedir. Burada emirden maksat, uymak ve itaat etmektir. (Âşûr) 

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Nûr Sûresi 31. Ayet

وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ اَوْ اٰبَٓائِهِنَّ اَوْ اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓائِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ اَوْ نِسَٓائِهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ وَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّۜ وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ  ...


Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقُلْ ve söyle ق و ل
2 لِلْمُؤْمِنَاتِ inanan kadınlara ا م ن
3 يَغْضُضْنَ sakınsınlar غ ض ض
4 مِنْ
5 أَبْصَارِهِنَّ bakışlarını ب ص ر
6 وَيَحْفَظْنَ ve korusunlar ح ف ظ
7 فُرُوجَهُنَّ ırzlarını ف ر ج
8 وَلَا ve
9 يُبْدِينَ göstermesinler ب د و
10 زِينَتَهُنَّ süslerini ز ي ن
11 إِلَّا ancak hariç
12 مَا
13 ظَهَرَ görünenler ظ ه ر
14 مِنْهَا ondan
15 وَلْيَضْرِبْنَ ve koysunlar ض ر ب
16 بِخُمُرِهِنَّ başörtülerini خ م ر
17 عَلَىٰ üstüne
18 جُيُوبِهِنَّ (göğüs) yırtmaçlarının ج ي ب
19 وَلَا ve
20 يُبْدِينَ göstermesinler ب د و
21 زِينَتَهُنَّ süslerini ز ي ن
22 إِلَّا dışındakilere
23 لِبُعُولَتِهِنَّ kocaları ب ع ل
24 أَوْ yahut
25 ابَائِهِنَّ babaları ا ب و
26 أَوْ yahut
27 ابَاءِ babaları ا ب و
28 بُعُولَتِهِنَّ kocalarının ب ع ل
29 أَوْ yahut
30 أَبْنَائِهِنَّ oğulları ب ن ي
31 أَوْ yahut
32 أَبْنَاءِ oğulları ب ن ي
33 بُعُولَتِهِنَّ kocalarının ب ع ل
34 أَوْ yahut
35 إِخْوَانِهِنَّ kardeşleri ا خ و
36 أَوْ yahut
37 بَنِي oğulları ب ن ي
38 إِخْوَانِهِنَّ kardeşlerinin ا خ و
39 أَوْ yahut
40 بَنِي oğulları ب ن ي
41 أَخَوَاتِهِنَّ kızkardeşlerinin ا خ و
42 أَوْ yahut
43 نِسَائِهِنَّ kadınları ن س و
44 أَوْ yahut
45 مَا
46 مَلَكَتْ sahip oldukları (köleleri) م ل ك
47 أَيْمَانُهُنَّ ellerinin ي م ن
48 أَوِ yahut
49 التَّابِعِينَ tabi’leri (hizmetlileri) ت ب ع
50 غَيْرِ bulunmayan غ ي ر
51 أُولِي ا و ل
52 الْإِرْبَةِ kadına ihtiyacı ا ر ب
53 مِنَ -den
54 الرِّجَالِ erkekler- ر ج ل
55 أَوِ yahut
56 الطِّفْلِ çocuklara ط ف ل
57 الَّذِينَ onlar ki
58 لَمْ
59 يَظْهَرُوا henüz anlamazlar ظ ه ر
60 عَلَىٰ
61 عَوْرَاتِ mahrem yerlerini ع و ر
62 النِّسَاءِ kadınların ن س و
63 وَلَا ve
64 يَضْرِبْنَ vurmasınlar ض ر ب
65 بِأَرْجُلِهِنَّ ayaklarını ر ج ل
66 لِيُعْلَمَ bilinmesi için ع ل م
67 مَا şeylerin
68 يُخْفِينَ gizledikleri خ ف ي
69 مِنْ -nden
70 زِينَتِهِنَّ süsleri- ز ي ن
71 وَتُوبُوا ve tevbe edin ت و ب
72 إِلَى
73 اللَّهِ Allah’a
74 جَمِيعًا topluca ج م ع
75 أَيُّهَ ey
76 الْمُؤْمِنُونَ mü’minler ا م ن
77 لَعَلَّكُمْ umulur ki
78 تُفْلِحُونَ felaha erersiniz ف ل ح
Riyazus Salihin, 1630 Nolu Hadis
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ  şöyle dedi:
 Ben  Resûlullah  sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bulunuyordum. Meymûne de vardı. İbni Ümmi Mektum çıkageldi. Bu olay, biz örtünmekle emrolunduktan sonra idi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  bize:
- "Örtünün!" buyurdu. Biz:
- O âmâ biri değil mi, Ey Allah'ın Resûlü? Bizi göremez, bilemez, dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
- "Siz ikiniz de mi âmâsınız, onu görmüyor musunuz?" buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Libâs 34; Tirmizî, Edeb 29)

  Ceyebe جيب :  جَيْبٌ sözcüğü iyi bilinmekte olan yaka demektir. Çoğulu جُيُوبٌ şeklinde gelir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli ceptir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Avera عور :  عَوْرَة kelimesi insanın edep yeridir. Bu kinayeli bir kullanımdır. Aslı âr(عارٌ) sözcüğünden gelir. Bunun sebebi ise bu yerlerin açığa çıkması durumunda kişiye ilişen âr yani ayıplanma/kınanma nedeni olmasıdır. Bundan dolayı kadınlara da عَوْرَة denmiştir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de isim olarak 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri avret, avrat ve eğretidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. 

قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi mahzuf olup mahallen mansubdur. Takdiri;  قل لهنّ يَغْضُضْنَ أبصارهِنَّ  (O kadınlara gözlerini kapamalarını söyle) şeklindedir.

لِلْمُؤْمِنَاتِ  car mecruru  قُلْ  fiiline mütealliktir. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

يَغْضُضْنَ  fiili  فَ  karinesi olmadan gelen mukadder şartın cevabıdır. Takdiri;  إن تقل لهن اغضضن من أبصاركنّ يغضضن (O kadınlara gözlerini kapamalarını söylersen kaparlar.) şeklindedir. 

يَغْضُضْنَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. 

مِنْ اَبْصَارِهِنَّ  car mecruru  يَغْضُضْنَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَحْفَظْنَ  atıf harfi  وَ ’la  يَغْضُضْنَ  fiiline matuftur.  يَحْفَظْنَ  fiili (نَ) nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n nisve olup mahallen merfûdur. 

فُرُوجَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَا يُبْد۪ينَ  atıf harfi وَ ’la  يَحْفَظْنَ  fiiline matuftur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يُبْد۪ينَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. 

ز۪ينَتَهُنَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  istisna edatıdır. Müşterek ism-imevsûl  مَا  müstesna olarak mahallen   mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَهَرَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. Veya  ز۪ينَتَهُنَّ ’den bedeldir.

ظَهَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مِنْهَا  car mecruru  ظَهَرَ  fiiline mütealliktir. 

يُبْد۪ينَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  بدو ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مُؤْمِنَاتِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ 

 

لْيَضْرِبْنَ  atıf harfi  وَ ’la mukadder mekulü’l-kavle matuftur.  لْ  emir lam’ıdır.  يَضْرِبْنَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.  

بِخُمُرِ  car mecruru  لْيَضْرِبْنَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عَلٰى جُيُوبِ  car mecruru  لْيَضْرِبْنَ  fiiline mütealliktir. 


وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ اَوْ اٰبَٓائِهِنَّ اَوْ اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓائِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ اَوْ نِسَٓائِهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ

 

لَا يُبْد۪ينَ  atıf harfi وَ ’la önceki  لَا يُبْد۪ينَ ’ye matuftur.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يُبْد۪ينَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n nisve olup mahallen merfûdur. 

ز۪ينَتَهُنَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  istisna edatıdır. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:

1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِبُعُولَتِهِنَّ  car mecruru mukadder müstesnadan bedeldir. Takdiri;  لا يبدين زينتهنّ لأحد من الناس إلّا  لبعولتهنّ (Ziynetlerini kocalarından başka kimseye göstememelerini)  şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اٰبَٓائِهِنَّ  atıf harfi  اَوْ  ile  لِبُعُولَتِهِنَّ ye  matuftur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰبَٓائِ  muzâf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ  atıf harfi  اَوْ  ile  اٰبَٓائِهِنَّ ye matuftur.  اٰبَٓاءِ  muzâf olup kesra ile mecrurdur.  بُعُولَتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَبْنَٓائِهِنَّ  atıf harfi  اَوْ  ile  اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ ye matuftur.

اَبْنَٓائِ  muzâf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ  atıf harfi  اَوْ  ile  اَبْنَٓائِهِنَّ ’ye matuftur.  اَبْنَٓائِ  muzâf olup kesra ile mecrurdur. بُعُولَتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

اِخْوَانِهِنَّ  atıf harfi  اَوْ  ile اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ ’ye matuftur.  اِخْوَانِ  muzâf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ  atıf harfi  اَوْ  ile  اِخْوَانِهِنَّ ’ye matuftur.  بَن۪ٓي  muzâf olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ى ’dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. اِخْوَانِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ   atıf harfi  اَوْ  ile  بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ ’ye matuftur.  نِسَٓائِهِنّ  atıf harfi  اَوْ  ile  بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ ’ya matuftur.

نِسَٓائِ  muzaf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَا مَلَكَتْ  atıf harfi  اَوْ  ile  نِسَٓائِهِنّ ’ye matuftur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  مَلَكَتْ dir. Ait zamiri mahzuftur. Takdiri;  ملكته (sahip olduğu) şeklindedir. 

مَلَكَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اَيْمَانُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile  مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ ’ye matuftur. 

التَّابِع۪ينَ  mecrur olup cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

غَيْرِ kelimesi,  التَّابِع۪ينَ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. اُو۬لِي  muzâfun ileyh olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ى dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir.

الْاِرْبَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنَ الرِّجَالِ  car mecruru  التَّابِع۪ينَ  veya  اُو۬لِي الْاِرْبَةِ ’in mahzuf haline mütealliktir. 

الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile  مِنَ الرِّجَالِ  matuftur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  الطِّفْلِ ’ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يَظْهَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَظْهَرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَلٰى عَوْرَاتِ  car mecruru  يَظْهَرُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  النِّسَٓاءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يُبْد۪ينَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  بدو ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

التَّابِع۪ينَ  kelimesi,sülâsi mücerredi  تبع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. 

يَضْرِبْنَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.  

بِاَرْجُلِهِنَّ  car mecruru  يَضْرِبْنَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لِ  harfi,  يُعْلَمَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle  يَضْرِبْنَ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُعْلَمَ  mansub, meçhul muzari fiildir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُخْف۪ينَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُخْف۪ينَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.

مِنْ ز۪ينَتِهِنَّ  car mecruru  يُخْف۪ينَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُخْف۪ينَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خفي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

 وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.

تُوبُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  وَتُوبُٓوا  fiiline mütealliktir. جَم۪يعاً  kelimesi  تُوبُٓوا ’deki failinin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Nida edatı mahzuftur.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada mebni olan nekre-i gayrı maksudedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُؤْمِنُونَ  bedel olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُؤْمِنُونَ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

 

İsim cümlesidir. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  كُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

تُفْلِحُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

تُفْلِحُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  فلح ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ

 

Ayet, istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavlinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

ف  karinesi olmadan gelen talebin cevap cümlesi  يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ , takdiri …إن تقل لهن اغضضن من أبصاركنّ  [Onlara gözlerini yummalarını söylersen…] olan şartın da cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip,  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavlidir. Şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber üslubunun yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Ayet-i kerimede, öncelikle gözün sakınılması emredilmiştir. Çünkü bakış, zinanın aracı ve fesadın öncüsüdür. Yani Allah, bakış tehlikesinin büyüklüğüne dikkat çekmek için harama bakmanın yasaklanmasıyla namusu korumayı bir arada zikretmiştir. Nitekim bakış, fiiliyata geçmeye davet eder. Bu sebeple hadis-i şerifte: “Bakış, İblis’in oklarından bir oktur.” buyurulmuştur. Ayrıca bu konuda şöyle denmiştir: ”Harama göz diken felakete sürüklenir."(Ruhu’l Beyan)

Aynı üslupta gelen  وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ  cümlesi  يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Önceki ayetin ilk iki cümlesiyle bu ayetin ilk iki cümlesi, zamirler dışında birebir aynıdır. İki cümle arasında mukabele vardır.

وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِلَّا  istisna edatıdır. Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  ظَهَرَ مِنْهَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ  cümlesinden istisna edilmiştir.

Ziynet eşyalarının takıldığı yerlerin değil de kendilerinin zikredilmesi, korunma ve örtünme emrine vurgu yapmak içindir; çünkü bu ziynetler vücudun (belirli) yerlerindedir ki ayette zikredilen kimselerden başkasının buralara bakması helal değildir. Bu yerler ise kol, bacak, pazu, boyun, baş, göğüs ve kulaklardır. (Keşşâf) 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümleye dahil olan  لْ , emir lamıdır. 

Mümin kadınlara söylenmesi gereken şeylerin sıralanması taksim sanatıdır.

Kur’an bir çok yerde zina lafzını zikretmekten kaçınmıştır.  فَرَج  lügatte gömlekte veya elbisede olan deliktir, iki şey arasındaki yarıktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

خُمُرِ : Kadının başını örttüğü şey (baş örtüsü) demek olan خمَار  kelimesinin çoğuludur. Bu nitelikte olmayan başörtüsü sayılmaz.  جُيُوبِ  ise: Başın girmesi için kesilen yer (yaka) demek olan  جَيْبَ  kelimesinin çoğuludur. (Ruhu’l Beyan) 

ضَرْبَ الْخِمَار عَلى الجَيْبَ  ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen başörtülerini yakalarının açık yerlerini kapatacak şekilde aşağıya doğru salmalarıdır. Yakaların açık yerleri, boyun, gerdan, boğaz, göğüs, memeler ve saçları kapsar. (İfadedeki)  الضرب ’ın asıl anlamı, Arapların  ضُرِبَتُ الفُسْطةُ (çadırı kurdum) sözlerinden gelir ki direğinin dikilip kazıklarının çakılması suretiyle çadırın kaldırılıp kurulmasıdır. Şu halde burada başörtülerinin yaka üzerine vurulması, başörtülerinin baştan aşağı salınmasından, (peştemal gibi) giysilerin aşağı uzatılmasından kinaye olarak istiare edilmiştir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)   

وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ  [Ziynetlerini açmasınlar] cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Maksat, ziynet yerleridir. Zikr-i hal irade-i mahal kabilindendir. Zemahşerî şöyle der: Burada, zînet mahallerinin söylenmeyip de zînetin söylenmesi, örtünme ve korunmayı vurgulu bir şekilde emretmek içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Ayette “örtme” manasında ضرب (vurma) kelimesinin kullanılması, başörtüsünün uçlarını buralara salıverip buraları iyice örtme manası kastedilmesi içindir. Ayetteki ب  harf-i ceri ilsak içindir. (Ebüssuûd-Âşûr)


وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ اَوْ اٰبَٓائِهِنَّ اَوْ اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓائِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ اَوْ نِسَٓائِهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ 

 

Cümle وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ  cümlesinden istisna edilenlerin sayılması taksim sanatıdır. Önemini vurgulamak amacıyla ayette iki kez geçen bu cümlede, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Zînet iki kısımdır. Birisi yaratılıştan gelir, diğeri ise kesbîdir. Yaratılıştan gelen ziynet kadının yüzüdür. Zînetin aslını, yaratılışın güzelliğini ve hayatiyetin manasını o ifade eder. Çünkü pek çok menfaat ve ilim edinme yolları yüzde toplanmıştır. Kesbî ziynet ise kadının kendi hilkatini güzelleştirmek için giriştiği çabalar sonucu ortaya çıkandır. Elbiseler, ziynet eşyaları, sürme, kına gibi. Yüce Allah'ın, “Her mescidde ziynetinizi alın.” (Araf Suresi, 31) ayeti da bu kabildendir. (Kurtubî - Âşûr)   

لِبُعُولَتِهِنَّ  mukadder müstesnadan bedel veya müstesnanın mahzuf haline mütealliktir.

Müteakip 11 isim  اَوْ  atıf harfiyle  لِبُعُولَتِهِنَّ ye temâsül nedeniyle atfedilmiştir.

لِبُعُولَتِهِنَّ ’ye matuf olan müşterek ism-i mevsûl  مَا nın sılası olan  مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ  yine  لِبُعُولَتِهِنَّ ye matuftur.  غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ  izafeti,  التَّابِع۪ينَ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. مِنَ الرِّجَالِ  car mecruru,  التَّابِع۪ينَ  kelimesinin mahzuf olan haline mütealliktir.

اِرْبَ , bir şeye ihtiyaç hissetmek, düşkün olmak ve arzu duymak demektir. O halde اِرْبَةِ  kadınlara ihtiyaç hisseden şehevi duyguları olan demektir. Bu kelime, “akıl” manasına da gelir.  أرْيَب  kelimesi ihtiyaç manasındadır. (Ebüssuûd)

Yine  بُعُولَتِهِنَّ ’ye matuf olan  اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ  ibaresindeki has ism-i mevsûl  الطِّفْلِ  için sıfatttır. Sılası olan  لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ  cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayet-i kerimede mümin kadınlar ve onların oğullarından bahsedilirken cemi teksir olan  اَبْنَٓائِ  kullanılmış, fakat kız ve erkek kardeşlerden bahsedilirken cem-i müzekker-i salim olan  بَن۪ٓي  kullanılmıştır. Dilcilere göre kullanılan birinci masdar cemi teksirin az kullanılan bir sıygasıdır. Burada kadınların ziynetlerini kendi oğullarına ve kocalarının oğullarına göstermelerinin, zinetlerini erkek kardeşlerine ve onların oğullarına göstermelerinden daha fazla olduğuna dikkat çekilmek için isimler bu farklı sıygalarda kullanılmışlardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

غَيْرِ  kelimesi istisna veya hal olmak üzere mansub da okunmuştur; sıfat olmak üzere mecrur da okunmuştur.  الطِّفْلِ  (çocuklar) kelimesi cins ifade ettiği için tekil olduğu halde çoğul yerinde kullanılmıştır. Ardından gelen kelimeler bununla çoğul kastedildiğini açıklamaktadır. Benzeri  نُخْرِجُكُمْ طِفْﻻً  [Sonra sizi bebekler olarak çıkarırız. (Hac Suresi, 5)] ifadesidir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)


وَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّۜ 

 

…وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ  cümlesine atıf harfi  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Sebep bildiren masdar ve cer harfi lâm-ı ta’lilin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  يُعْلَمَ مَا يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte,  يَضْرِبْنَ  fiiline mütealliktir.

Meçhul olarak bina edilmiş  يُعْلَمَ  fiilinin naib-i faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُخْف۪ينَ - يُبْد۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

تُوبُٓوا ’deki failden hal olan  جَم۪يعاً , manayı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İtiraziyye olan  اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ  cümlesi nida üslubunda talebi inşai isnaddır. Nidanın cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv” ın Kullanımı)

Bundan önce Resulullah'a (sav) yapılan hitap, burada değiştirilip bütün müminlere tevcih edilmiştir. Bu, tövbeye son derece önem verildiğini ve onun emrinin, ancak Allah'a yaraşan büyük hususlardan olduğunu göstermek içindir. Zira hiçbir mükellef, mükellefiyetlerin gereklerini layıkıyla ifa etmekte bir çeşit taksirattan uzak kalamaz. (Ebüssuûd, Âşûr)

مُؤْمِنُونَ , münadadan bedeldir. Nida harfi mahzuftur.

اَبْنَٓائِ  - بَن۪ٓي اَرْجُلِهِنَّ - رِّجَال , ظَهَرَ - يَظْهَرُوا , لْمُؤْمِنَاتِ - مُؤْمِنُونَ , اِخْوَانِهِنَّ - اِخْوَانِهِنَّ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  بُعُولَتِهِنَّ  , اٰبَٓاءِ  , اَبْنَٓائِ , اِخْوَانِهِنَّ  , بَن۪ٓي اَوْ  , ز۪ينَتَهُنَّ  , اِلَّا , يُبْد۪ينَ  , يَضْرِبْنَ  , النِّسَٓاءِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Mekkî (ra) şöyle demiştir: Yüce Allah'ın kitabında bu ayetten daha çok zamir ihtiva eden bir başka ayet-i kerime yoktur. Bu ayet-i kerimede mecrur ve merfû' olmak üzere mümin hanımlara ait yirmi beş zamir vardır. Toplam zamirler ise 26 adettir. (Kurtubî)


لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  تُفْلِحُونَ ’nin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

 
Günün Mesajı
İslâm öncesi cahiliye döneminde insanlar, başkalarının evine izin almadan ve Allah selâmı vermek yerine, "İyi şabahlar!” veya “İyi akşamlar?” diyerek dalarlardı. İslâm, mesken mahremiyet ve dokunulmazlığını getirdi ve başkalarının evlerine girmeden önce, ev halkıyla ünsiyet etme, yani tanışma ve girme için izin alma, girerken de Allah'ın selâmı ile selâm verme şartını koydu. Akrabanın ve tanıdıkların evlerine girmede de aynı kaide geçerlidir. Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm, gerektiğinde en fazla üç defa izin istenmesi icap ettiğini, üçüncüde izin verilmezse geri dönülmesinin hayırlı olacağını beyan buyurmuşlardır.
İslâm, evleri gözetlemeyi, dışarıdan onların içine bakmayı ve başkalarına ait mektup gibi hususi şeyleri sahiplerinden izinsiz okumayı da yasaklamıştır. Başkalarının evlerinde cereyan eden konuşmalara kulak vermek de caiz değildir.
Erkekler için göbek ile diz kapağı arası başkalarına gösterilmesi haram olan mahrem veya avret yerleridir. Bir erkek, mahrem yerlerini hanımından başka kimseye gösteremez. İnsan, yalnızken de Allah'a ve meleklere saygı sebebiyle çıplak olmaktan kaçınmalıdır. (Tirmizi, “Âdâb”, 42)
Mü'min bir kadın, elleri ve ayakları(nın tamamı veya altı) dışında vücudunun herhangi bir parçasını kendisine nikâh düşen erkeklere göste» remez. Hac menasikini yerine getirirken, mahke> me gibi yerlerde ve nikâh akdi esnasında yüzünü açabilir, Hanefiler farklı görüşte olmakla bir> likte, âlimlerin çoğunluğu, bu tür durumlar dışında gözleri hariç, yüzlerini örtmeleri gerektiği konusunda müttefiktirler. Bundan başka, örtülmeleri gereken kısımlardan birini veya birkaçını gösterecek ya da vücut hatlarını ortaya koyacak şekilde dar, ince ve şeffaf da giyemez. Mü'min, iffetli ve sağlam karakterli kadınlara göstermesi haram olan yerleri ise, göbekle diz kapağı arası bölgedir. Ahlâken mazbut olmayan kadınlar karşısında da, erkeklerin karşısında örtündüğü gibi örtünmelidir.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Bizim mahallenin delisinin, ısrarla çalan telefonuna bakıyorduk. Daha önce sözlerinin yarıda kesildiğine hiç şahit olmamıştık. Telefonu sustu ve bir süre sonra tekrar çalmaya başladı. Pes etmiş olmalıydı ki açtı. Sözlerinden önemsiz bir arama olduğu belliydi. Kapattıktan sonra dedi ki:

Şehirler büyüdükçe ve teknoloji geliştikçe; insan yalnızlığına çekildi ama bir o kadar da özgürlüğünden yitirdi. 

Kafasını dinlemek istediğinde, haber vermesi gerekirdi. Yoksa çalan telefonların ve kapıların ardı arkası kesilmezdi. Habersiz gelene, müsait değilim deme hakkı yoktu çünkü ayıp olurdu. Üç beş kere çalmak ve çaldırmak ne demekti, açılana dek susmayacaktı. Saatin kaç olduğunun önemi yoktu çünkü araması kolaydı. Çevrimiçi yakalandıysa eğer, mesajlara cevap vermesi gerekirdi.

Teknoloji geliştikçe, kaybettiği özgürlüğünü kazanmak isteyen insan, yeni ayarlar geliştirdi. Mesajları okuduğum anlaşılmasın ya da en son ne zaman çevrimiçi olduğum görülmesin dedi. Telefonuna gelen bildirimlerin çoğunu kapattı çünkü oldukça yorucuydu. Yazılan bir çok gereksiz mesajla ve internetteki boş oyalanmalarla, zamanından kaybetti. İhtiyacı olan, yeni ayarlar değildi; internet ortamında da geçerli olan edep kurallarının ve hakların konuşulmasıydı.

Ey Allahım! Bizi; hayatın kendimizden ve isteklerimizden ibaret olmadığını idrak edenlerden eyle. Bilerek ya da bilmeyerek, bir başkasını rahatsız etmekten ve incitmekten, Sana sığınırız. Bizi; hayatın her alanında edebini koruyanlardan ve gözlerini haramdan sakınanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji