بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ اِنْ يَكُونُوا فُقَـرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنْكِحُوا | ve evlendirin |
|
2 | الْأَيَامَىٰ | bekarları |
|
3 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
4 | وَالصَّالِحِينَ | ve iyileri |
|
5 | مِنْ | -den |
|
6 | عِبَادِكُمْ | köleleriniz- |
|
7 | وَإِمَائِكُمْ | ve cariyeleriniz(den) |
|
8 | إِنْ | eğer |
|
9 | يَكُونُوا | iseler |
|
10 | فُقَرَاءَ | yoksul |
|
11 | يُغْنِهِمُ | onları zengin eder |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | مِنْ | -ndan |
|
14 | فَضْلِهِ | lutfu- |
|
15 | وَاللَّهُ | ve Allahın |
|
16 | وَاسِعٌ | (mülkü) geniştir |
|
17 | عَلِيمٌ | (her şeyi) bilendir |
|
Emeve امو : أمَةٌ kulluk sahibi kadın demektir. Ümeyye (اُمَيَّة) ise أمَةٌ kelimesinin ismi tasğiridir.
Emet (أمَةٌ) ve ümm (اُمٌّ) kelimeleri arasındaki hem lafzen hem de mana bakımından uygunluk aşikardır. Her iki lafızda aynı iki harfle başlamaktadır. ''Ümm'' اُمٌّ sözcüğünün başı dammeli sahih bir harf sonu ise şeddelidir ve bu fetha ile başlayıp sonu da bir illet harfiyle biten (ancak bu harf أمَةٌ kelimesinde gizlenmiştir) ''Emet'' أمَةٌ sözcüğünün aksinedir. Ümm اُمٌّ lafzındaki damme, şeddeleme ve sahih harf faktörleri kuvvete itmi'nana, subut ave ağırlığa delalet eder. Bu durum أمَةٌ kelimesindeki fetha, illet harfi, hazif ve sondaki tâ harfinin aksinedir; zira bunlar da hafiflik, zayıflık, sarsıntı, istikrarsızlık ve hürriyet yoksunluğuna işaret eder. (Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Emet, Emevi ve Ümeyye'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَنْكِحُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْاَيَامٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. مِنْكُمْ car mecruru الْاَيَامٰى ’nın mahzuf haline müteallıktır.
الصَّالِح۪ينَ atıf harfi وَ ’la الْاَيَامٰى ’ya matuf olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مِنْ عِبَادِكُمْ car mecruru الصَّالِح۪ينَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِمَٓائِكُمْۜ atıf harfi وَ ’la عِبَادِكُمْ ’e matuftur.
اَنْكِحُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نكح ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
صَّالِح۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ يَكُونُوا فُقَـرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَكُونُوا ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. يَكُونُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. يَكُونُوا ’nün ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
فُقَـرَٓاءَ kelimesi يَكُونُوا ’nün haberi olup lafzen mansubdur. فُقَـرَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karinesi olmadan gelen يُغْنِهِمُ cümlesi şartın cevabıdır.
يُغْنِ fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ فَضْلِ car mecruru يُغْنِهِمُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُغْنِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غني ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. وَاسِعٌ haber olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur. وَاسِعٌ kelimesi, sülâsi mücerredi وسع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Evlendirilmesi istenenlerin sayılması taksim sanatıdır.
الْاَيَامٰى kelimesi أَيَايِم ’den kalbedilerek أَيِّم ’in çoğuludur. Eyyim, gerek bekar gerek dul olsun kocası olmayan dişiye ve karısı olmayan erkeğe denir ki biz buna bekâr diyoruz. Bundan başka eyyim, hür kadına ve bir kimsenin kızı, kız kardeşi, teyzesi gibi yakın akrabasına da denir ki bu iki manaya göre dilimizde karşılığını bilmiyoruz. Ayette bu manalara da delalet yok değildir. Köle ve cariye karşılığı bu yöne temas eder. Fakat bunlar ayrıca açıklandığından bütün müfessirlerin “الْاَيَامٰى” lafzında esas ve umumî olan evvelki manayı almışlardır. O halde meal şu olur: Siz hür müminlerden hür kadın ve erkek bekarları ve kölelerinizden, halayık ve cariyelerinizden iyileri özel ve genel velayetiniz sebebiyle evlendiriniz, nikâhlarına müsade ve yardımcı olunuz ki ihmal yüzünden fenalığa düşmesinler. Çünkü nikâh insan cinsinin devamının tutanağı olduğundan bizzat gaye olduğu gibi toplumu bozucu ve nesli yok edici sefahatten koruyan bir hayırdır, bir güzellik ve iyiliktir. Bundan dolayı kolaylaştırmak ve çoğaltmak da önemli bir hayır ve emir sahiplerine önemli bir görevdir.
Görülüyor ki burada köle ve cariyeler bölümünde “salah” yani iyilik kaydı konulmuş, hürler bölümünde konulmamıştır. Çünkü Müslümanlara yakışan ve aslolan iyiliktir. Ve burada “salah”ın manası, ahlakî iyilik ile beraber nikâha ve nikâh hukukuna kabiliyettir. (Elmalılı)
عِبَادِكُمْ - اِمَٓائِكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ, daha önce gözleri kapamayı, ırzları namusları korumayı emredince, bundan sonra emrettiği o şeylerin, helal olmayan durumlarla ilgili olduğunu beyan etmiş ve bunun peşinden de helal yolu açıklayarak, “İçinizden bekârları evlendirin” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
El-Ferrâ der ki: Cariyeleriniz anlamındaki kelimenin nasb ile okunması caizdir. Bu durumda onu الصَّالِح۪ينَ (salih olanlar) kelimesine atfetmektedir ve kasıt erkekler ve dişiler olur. صَّالِح۪ ’ten kasıt iman olur. “İman sahibi köle ve cariyelerinizi nikâhlayınız” demek olur. Buradaki zengin kılmanın, “nefsini zengin kılar” anlamında olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
اِنْ يَكُونُوا فُقَـرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Beyânî istînâf (Âşûr) olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasındaki şart cümlesi يَكُونُوا فُقَـرَٓاءَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve tazim duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنْ şart edatı, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali bulunan fiillerde, başka bir deyişle, bir olay veya eylem gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimallerini eşit derecede taşıyorsa kullanılır. Eylemin gerçekleşeceği kesin bilindiğinde ise إذَا edatı kullanılır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
فُقَـرَٓاءَ - يُغْنِهِمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَضْلِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan فَضْلِ tazim edilmiştir.
وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi istînâf وَ ’ıyla gelmiştir. Lafzâ-i celâl mübteda, وَاسِعٌ haber, عَل۪يمٌ ikinci haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırma kastına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, ayetteki tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah’ın عَل۪يمٌ ve وَاسِعٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette birinci haber وَاسِعٌ ism-i fail kalıbında gelerek bu sıfatın devamlı olduğuna işaret etmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. İkinci haber عَل۪يمٌ, sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelmiş ve mübalağa ifade etmiştir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحاً حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ اِنْ عَلِمْتُمْ ف۪يهِمْ خَيْراًۗ وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَٓاءِ اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّناً لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلْيَسْتَعْفِفِ | ve iffetlerini korusunlar |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | لَا |
|
|
4 | يَجِدُونَ | bulamayan(lar) |
|
5 | نِكَاحًا | evlenme (imkanı) |
|
6 | حَتَّىٰ | kadar |
|
7 | يُغْنِيَهُمُ | kendilerini zengin edinceye |
|
8 | اللَّهُ | Allah |
|
9 | مِنْ | -ndan |
|
10 | فَضْلِهِ | lutfu- |
|
11 | وَالَّذِينَ | ve kimselerle |
|
12 | يَبْتَغُونَ | isteyen(lerle) |
|
13 | الْكِتَابَ | mükatebe (sözleşme) yapmak |
|
14 | مِمَّا | -ndan |
|
15 | مَلَكَتْ | sahip oldukları- |
|
16 | أَيْمَانُكُمْ | ellerinizin |
|
17 | فَكَاتِبُوهُمْ | mükatebe yapın |
|
18 | إِنْ | eğer |
|
19 | عَلِمْتُمْ | bilirseniz |
|
20 | فِيهِمْ | onlar hakında |
|
21 | خَيْرًا | hayırlı olduğunu |
|
22 | وَاتُوهُمْ | ve onlara verin |
|
23 | مِنْ | -ndan |
|
24 | مَالِ | malı- |
|
25 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
26 | الَّذِي |
|
|
27 | اتَاكُمْ | size verdiği |
|
28 | وَلَا | ve |
|
29 | تُكْرِهُوا | zorlamayın |
|
30 | فَتَيَاتِكُمْ | cariyelerinizi |
|
31 | عَلَى |
|
|
32 | الْبِغَاءِ | fuhşa |
|
33 | إِنْ | eğer |
|
34 | أَرَدْنَ | istiyorlarsa |
|
35 | تَحَصُّنًا | namuslu kalmayı |
|
36 | لِتَبْتَغُوا | elde etmek için |
|
37 | عَرَضَ | geçici menfaatini |
|
38 | الْحَيَاةِ | hayatının |
|
39 | الدُّنْيَا | dünya |
|
40 | وَمَنْ | ve kim |
|
41 | يُكْرِهْهُنَّ | onları zorlarsa |
|
42 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
43 | اللَّهَ | Allah |
|
44 | مِنْ |
|
|
45 | بَعْدِ | sonra |
|
46 | إِكْرَاهِهِنَّ | zorlanmalarından |
|
47 | غَفُورٌ | bağışlayıcı |
|
48 | رَحِيمٌ | esirgeyicidir |
|
وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحاً حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la اَنْكِحُوا الْاَيَامٰى ’ya matuftur. لْ emir lam’ıdır.
يَسْتَعْفِفِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَجِدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجِدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
نِكَاحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يُغْنِيَ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَتّٰى harf-i ceriyle يَسْتَعْفِفِ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُغْنِيَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ فَضْلِ car mecruru يُغْنِيَهُمُ fiiline matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لْيَسْتَعْفِفِ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi عفف ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
يُغْنِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غني ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ اِنْ عَلِمْتُمْ ف۪يهِمْ خَيْراًۗ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَبْتَغُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَبْتَغُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle يَبْتَغُونَ ’deki failinin mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْمَانُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَكَاتِبُوهُمْ cümlesi mübteda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ harfi zaiddir. كَاتِبُو fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. عَلِمْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe müteallıktır. خَيْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن علمتم فيهم خيرا فكاتبوهم (Onlarda hayır olduğunu bilirseniz sözleşme yapın) şeklindedir.
يَبْتَغُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la فَكَاتِبُوهُمْ ’a matuftur. اٰتُوهُمْ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ مَالِ car mecruru اٰتُوهُمْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الَّـذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl اللّٰهِ lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتٰيكُمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
İkinci mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri; آتاكموه (Size onu verdi) şeklindedir.
اٰتٰيكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَٓاءِ اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّناً لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la اَنْكِحُوا fiiline mütealliktir. و , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُكْرِهُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَتَيَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَى الْبِغَٓاءِ car mecruru تُكْرِهُوا fiiline müteallıktır.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. اَرَدْنَ şart fiili olup (نَ) nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
تَحَصُّناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa “اِنْ ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن أردن تحصّنا فلا تكرهوهنّ (İffetli olmak isterlerse onları zorlamayın) şeklindedir.
لِ harfi تَبْتَغُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle لَا تُكْرِهُوا fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَبْتَغُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَرَضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Aynı zamanda muzâftır. الْحَيٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’ın sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الدُّنْيَا kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى - اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَدْنَ fiilleri sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsî رود ’dir.
تُكْرِهُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsî كره ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَبْتَغُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُكْرِهْهُنَّ şart fiili olup mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُكْرِهْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru غَفُورٌ ’a mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اِكْرَاهِهِنَّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غَفُورٌ kelimesi, اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haberi olup lafzen merfûdur. Cümle mukadder cevap için ta’liliyyedir. Takdiri; من يكرههنّ فإنّه يحاسب، ويغفر الله لهنّ، لأنّ الله ... غفور (Onları zorlayan hesaba çekilecektir. Allah onları affeder, çünkü Allah çok affedicidir.) şeklindedir.
يُكْرِهْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsî كره ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحاً حَتّٰى يُغْنِيَهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan لْ , emir lamıdır.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan لَا يَجِدُونَ نِكَاحاً cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نِكَاحاً ’deki tenvin, muayyen olmayan cinse işarettir.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ’nın gizli أنْ ’le masdar yaptığı يُغْنِيَهُمُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde حَتّٰى ile birlikte لْيَسْتَعْفِفِ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz ifade kastıyla gelen فَضْلِه۪ۜ izafeti; Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan فَضْلِ için tazim ve teşrif ifade eder.
حَتّٰى kelimesi, bir şeyin başlangıcına dayanmaksızın sonunu bildirir. Kendisinden sonra gelen gizli bir اَنْ ’le muzari fiili nasb eder ve harf-i cerdir. (Süyûtî, el-İtkan)
يُغْنِيَهُمُ - فَضْلِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ
Cümle öncesine atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek içindir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ , mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan فَكَاتِبُوهُمْ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Habere dahil olan فَ , cümleyi tekid eden zaid harftir.
فَكاتِبُوهم ifadesinin başına فَ harfinin getirilmesi, ism-i mevsûle şartiyye manasının kazandırılması içindir. Bu haliyle sanki şöyle denilmek istenmiştir: “Eğer sahip olduğunuz köleleriniz sizinle mükatebe yapmak isterlerse, onlarla anlaşın.” İsm-i mevsûlün sılası şeklinde gelen cümlenin manasındaki hakikatin altını çizmek ve haberlerin sıralanmasını tekid etmek için bu şekilde gelmiştir. Sanki şart üstüne şartların sıralaması gibidir. (Âşûr)
مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ibaresi köle ve cariyeden kinayedir.
كَاتِبُوهُمْ - الْكِتَابَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَالَّذ۪ينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ [mukavele yapmak isteyenler] ifadesi, mübteda olmak üzere merfûdur veya mukadder bir fiil ile mansūbdur ki bu fiili فَكَاتِبُوهُمْ [onlarla mukavele/mükâtebe yapın] cümlesi açıklamaktadır. Bu, فَضْرِبْهُُ زَيدًا (Zeyd’e vur) ifadesine benzer. Cümle şart anlamı içerdiği için (cevabın) başına فَ gelmişti. الْكِتَابَ ve ألْمُكَاتَبَ kelimeleri, األْعِتَاب ve ألْمُعَاتَبَ (azarlamak) kelimeleri gibi (masdardır).
(Keşşâf)
اَلْكِتَابَةُ kelimesinin, neden müştak olduğu hususunda şu izahlar yapılmıştır:
a) Bu kelimenin asıl manası “eklemek, bir araya getirmek” demek olan
اَلْكَتْبُ kelimesindendir.
اَلْكَتِيبَةُ (bölük, alay) kelimesi de bunun gibidir. Mükateb köleye bu adın verilmesi taksitlerini birbirine ekleyip malını da efendisinin malına ilave etmesinden dolayıdır.
b) Bu lafzın, yazmak masdarından alınmış olması da muhtemel olup bunun manası ya “Sen (bana verecek olduğun) malı, bana tastamam ödediğinde, seni azad edeceğimi, senden ötürü kendi üzerime yazdım (yani bunu üstlendim)” şeklinde yahut “Senin bunu bana tastamam ödemeni, senin aleyhine benim de lehime olarak yazdım” veyahut da “Sana o malı tastamam ödemeyi, kendime de seni azad etmeyi içeren bir senet yazdım…” şeklinde olur. Bütün bu izahları, el-Ezherî yapmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Mükatebe akdi, efendinin, kendi kölesine: “Dirhem olarak şu miktar üzerinde seninle mükâtebe yapıyorum; onu bana ödediğin zaman azat olursun!” demesi ve kölenin de: “Ben de kabul ettim!” demesi veya bu ifadelerin benzerleriyle gerçekleşir. Bundan sonra köle, efendisine o miktarı ödediği takdirde azad olur.
Mükâtebe emri, zorunluluk için olmayıp mendubiyet (tavsiye) içindir. Zira kitabet akdi de menfaat içermektedir. İşte bundan dolayı diğer akitler gibi bu da zorunlu değildir. (Ebüssuûd)
اِنْ عَلِمْتُمْ ف۪يهِمْ خَيْراًۗ
Cevabı mahzuf şart cümlesi, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Takdiri, فكاتبوهم (...onlarla mukatebe yapın) olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv” ın Kullanımı)
فَكَاتِبُوهُمْ emri ulemanın çoğunluğuna göre (vücup için değil) nedb içindir, çünkü kitabet karşılıklı alıp vermedir, köleye acımayı ifade eder. (Beyzâvî)
“Onlarda hayır görüyorsanız…” cümlesindeki hayırdan murad, emanet (güvenilirlik), rüşt, helal bir kazanç ile ödeme gücü ve azat edilip serbest bırakıldıktan sonra insanlara eza vermeyecek dürüstlük demektir. (Ebüssuûd)
وَاٰتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اٰتٰيكُمْۜ
Cümle, فَكَاتِبُوهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan اٰتٰيكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen مَالِ اللّٰهِ izafetinde, Allah lafzına muzâf olan مَالِ , tazim edilmiştir.
Ayette (Allah'ın size vermiş olduğu malından) malın Allah'a izafe edilmesi ve o malın, Allah'ın, kendilerine vermesiyle vasıflandırılması, emre uyup emredileni gerçekleştirmeye teşvik içindir. Nitekim “Allah'ın, sizi tasarrufta yetkili (halife) kıldığı maldan hayır için harcama yapın.” ayeti de bu kabildendir. Zira malın, Allah tarafından kendilerine ulaştığı ve gerçek malikinin Allah olduğu mülahazası, malı emredilen yönde harcanmasını gerektiren en kuvvetli sebeplerdendir. (Ebüssuûd)
Cümledeki مِنْ , ba’diyet ifade eder.
اٰتُوهُمْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
اٰتُوهُمْ - اٰتٰيكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette evlenmek için gerekli maddi imkânı tedarik etmekten aciz olan kimseler Allah kendilerini hazinesinden zenginleştirip evlenme imkanı verinceye kadar kendilerine haram kılınan çirkin işlerden uzak durup iffet yolunu tutmaya yönlendirilmektedir. Haramlardan uzak durup iffetli olmak müminlere vaciptir. Ayrıca ayette Allah’ın lütfuyla bu kimselere zenginlik/genişlik bahşedileceği şeklinde değerli bir vaat bulunmaktadır. Dolayısıyla insanlar ümitsiz olmasınlar ve endişelenmesinler. Efendilerinden belirli bir süre içinde belirli miktarda mal ödemek şartıyla mükâtebe akdi yapmak isteyen köleler şayet salih, takva sahibi, güvenilir, efendisi için şart koşulan malı kazanıp ödemeye güç yetirebilecek durumda iseler onlarla mükâtebe akdi yapın. Ayet-i kerimedeki فَكَاتِبُوهُمْ [onlarla mükâtebe akdi yapın] emri cumhura göre irşad, mendupluk ve müstehaplık için olup vücup emri değildir. Bilakis efendi, kölesi kendisinden mükâtebe talep ettiği zaman muhayyerdir. İsterse mükâtebe akdi yapar, istemezse yapmaz. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Bu ayette nikâh kelimesi mihr manasında mecaz-ı mürseldir.
وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَٓاءِ
32. Ayetteki …أنكحوا cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
فَتَى erkek kölenin, فَتَاة da cariyenin kinayesidir. İşte buna binaen Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden biri köle ve cariyenizden söz ederken ‘benim fetâm (gencim), benim fetâtim (genç kızım)’ desin; ‘benim kölem, benim cariyem’ demesin.” (Ebüssuûd)
لَا تُكْرِهُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنْ اَرَدْنَ تَحَصُّناً لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle şart üslubundadır. Müspet mazi fiil sıygasındaki اَرَدْنَ تَحَصُّناً لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا cümlesi cevabı mahzuf şart cümlesidir.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2) Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.
3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Sebep bildiren cer harfi لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde لَا تُكْرِهُوا fiiline mütealliktir.
Takdiri, فلا تكرهوهنّ (... onları zorlamayın) olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
لِتَبْتَغُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الحَياةِ الدُّنْيا ifadesi تُكْرِهُوا fiiline mütealliktir. Bu sebepten, dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye onları fuhşa zorlamayın, anlamına gelir. Burada kulağa hoş gelmeyen bu illet yani sebep, إنْ أرَدْنَ تَحَصُّنًا ifadesinin açıkça getirilmesi gibi vurguyu artırmak için zikredilmiştir. (Âşûr)
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
يُكْرِهْهُنَّ - اِكْرَاهِهِنَّ - تُكْرِهُوا ile الَّذ۪ينَ - الَّـذ۪ٓي ve يَبْتَغُونَ - لِتَبْتَغُوا gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَرَدْنَ - اِكْرَاهِهِنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Mana şöyledir: وَﻻَ تُكْرِهُُ اِمَٓائَكُمْ على الزِّنا إنْ أرَدْنَ تَحَصُّناً [İffetli olmak isterlerse cariyelerinizi zinaya zorlamayın]. Aslı ise إنْ يُرِدْنَ تَحَصُّناً şeklindedir. Cariyelerin iffetli olmaya olan rağbetlerini ortaya koymak için muzari yerine mâzî gelmiştir.
Zorlamanın yasaklanmasının iffetli olma isteğine bağlı olması; cariye taşkınlık yapmak isterse bu nehyin geçerli olmadığını gösterir. Zemahşerî burada إذاَ yerine إنْ gelme sebebinin, cariyelerin iffetli olma isteklerinin nadir görülmesi olduğunu söylemiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Cümle, …وَلَا تُكْرِهُوا cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Şart üslubunda gelen cümlede şart ismi olan مَنْ , mübtedadır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan مَنْ يُكْرِهْهُنَّ , şart cümlesidir. Şart fiili يُكْرِهْهُنَّ , aynı zamanda haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
فَ karinesiyle gelmiş olan cevap cümlesi فَاِنَّ اللّٰهَ مِنْ بَعْدِ اِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ise اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
فَ harfi, cevap için rabıtadır. (Âşûr)
اِنَّ harfi bu makamda ta’lil ifade eder. Artık lam-ı ta’lile gerek kalmaz. (Âşûr)
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
İsm-i celilin iki kez zikredilmesi mehabeti artırmak, hükmün illetini bildirmek içindir.
Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin birinci, رَح۪يمٌ ikinci haberidir. Müsned olan bu kelimeler
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
لَا تُكْرِهُوا - يُكْرِهْهُنَّ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Ayetin sonundaki غَفُورٌ ismi mübalağa kalıbındadır. Yani son derece, mutlak, aşırı manalarını içerir.
Oysa رَح۪يمٌ kelimesi sureklilik ve mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbındadır. Yani her zaman, sürekli ve aşırı merhamet eden.
غَفُورٌ kelimesi bu kalıpta olsaydı insan Allah'ın surekli bağışlayan olduğunu düşüneceği için yoldan çıkabilirdi.
Ayet, muhatapta zahiren, Allah’ın zorlayana acıyıp onu mağfiret edeceği vehmini uyandırmaktadır. Fakat ilâhi mağfiret, fuhşa zorlanan kadınlar içindir.
Ayette geçen şart cümlesinde zorlayanlar da zikredildiği halde Allah'ın mağfiret ve rahmetinin bu cariyelere tahsis edilmesi, onları fuhşa zorlayanların, ilâhi mağfiret ve rahmetten tamamıyla mahrum olduklarına apaçık delalet etmektedir. Böylece sanki “O cariyeleri fuhşa zorlayanlar için Allah, gafûr ve rahîm değildir.” denilmiştir. Bu itibarla tövbe şartıyla, ilâhi mağfiret ve rahmetin, müstakil olarak yahut zorlanan cariyelerle beraber zorlayanlara da şamil kılınması, kelam-ı celilin mükemmeliyetin ihlal ve yasağın korkunç gösterildiği makamda onu hafif göstermek olur. (Ebüssuûd)
İki kelimenin, zahir anlamları bakımından birbirinin zıddı olduğu vehmini uyandırması ise îhâm-ı tezat olarak isimlendirilir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları, Doktora Tezi)وَلَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ وَمَثَلاً مِنَ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun ki |
|
2 | أَنْزَلْنَا | indirdik |
|
3 | إِلَيْكُمْ | size |
|
4 | ايَاتٍ | ayetler |
|
5 | مُبَيِّنَاتٍ | açıklayıcı |
|
6 | وَمَثَلًا | ve bir temsil |
|
7 | مِنَ | -den |
|
8 | الَّذِينَ | kimseler- |
|
9 | خَلَوْا | gelip geçen |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | قَبْلِكُمْ | sizden önce |
|
12 | وَمَوْعِظَةً | ve bir öğüt |
|
13 | لِلْمُتَّقِينَ | muttakiler için |
|
وَلَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ وَمَثَلاً مِنَ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَنْزَلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكُمْ car mecruru اَنْزَلْـنَٓا fiiline mütealliktir.
اٰيَاتٍ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. مُبَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَثَلاً atıf harfi وَ ’la اٰيَاتٍ matuftur. و , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, مِنَ harf-i ceriyle مَثَلاً ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası خَلَوْا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَلَوْا sükun üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru خَلَوْا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَوْعِظَةً atıf harfi وَ ’la اٰيَاتٍ matuftur.
لِلْمُتَّق۪ينَ car mecruru مَوْعِظَةً ‘ a mütealliktir. لِلْمُتَّق۪ينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اَنْزَلْـنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُبَيِّنَاتٍ kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
لِلْمُتَّق۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ وَمَثَلاً مِنَ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie, قَدْ tekid harfidir.
Cümle ihtimam için kasem lamı ve tahkik harfi ile başlamıştır. (Âşûr)
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
“Size indirdik…” ayetinde belirtildiği üzere Kur’an'ın inzali bütün insanlar için olduğu gibi ayetlerin öğüt olmaları da herkes için olduğu halde burada öğütün, takva ehline tahsis edilmesi, öğütleri ganimet olarak telakki edip nurlarından istifade edenlerin ancak takva ehli olduğunu beyan etmek suretiyle muhatapları, takva ehli olan zümreye dahil olmaya teşvik içindir. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Buradaki ayetlerden maksat Kur’an cümleleridir. İşte bu ayetlerin, belâgat sanatının kemâl derecesine ulaşmış olmaları ve ona karşı çıkanların bir benzerini getirmekte acziyet içerisinde kalmış olmaları, onların bizzat Allah katından nazil olmuş cümleler olduklarının apaçık delilleridir. (Âşûr)
Surenin başlangıçta 3 sıfatla vasıflandırılması gibi, bu ayette zikredilen ayetler de 3 sıfatla vasıflandırılmıştır. Bu vasıflandırmalardaki maksat ise işaret ettiğimiz iki yerde de verilen nimetleri hatırlatmak manasıdır ve bu, reddü’l-acüz ale’s-sadr’a benzemektedir. (Âşûr)
مُبَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bu ayetin geçmiş ve gelecek ayetler arasında zikredilmesi, ayetlerin mefhumlarıyla amel etmeye tam olarak yönelmeyi gerektiren yüce şanlarını beyân etmek içindir. Ayetin başında yemin zikredilmesi, şanına son derece önem verildiğini göstermek içindir. (Ebüssuûd)
اٰيَاتٍ ve مَوْعِظَةً ’deki tenvin tazim içindir.
مَثَلاً ’deki tenvin, teksir veya tazim için olabilir.
المَثَلُ : Muadil ve benzer demektir. Onunla şaşılacak bir halin kastedilmesi de mümkündür. (Âşûr)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl, مِنَ harfiyle birlikte مَثَلاً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Sılası olan خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ لِلْمُتَّق۪ينَ 'in müteallakı olan مَوْعِظَةً , mef'ûl konumundaki اٰيَاتٍ 'e matuftur.
مِنَ الَّذِينَ خَلَوْا sözündeki مِنْ harfi ibtidaiyyedir. “Yeryüzünde yetişmiş ve güçlenmiş, sizden önce yaşayıp gitmiş örnekler” manasındadır. (Âşûr)
المُتَّقُونَ : Yasaklandıkları şeylerden sakınan kimseler demektir. (Âşûr)
خَلَوْا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | نُورُ | nurudur |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
4 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
5 | مَثَلُ | benzer |
|
6 | نُورِهِ | O’nun nuru |
|
7 | كَمِشْكَاةٍ | bir kandile |
|
8 | فِيهَا | içinde bulunan |
|
9 | مِصْبَاحٌ | lamba |
|
10 | الْمِصْبَاحُ | lamba |
|
11 | فِي | içerisindedir |
|
12 | زُجَاجَةٍ | cam |
|
13 | الزُّجَاجَةُ | cam |
|
14 | كَأَنَّهَا | sanki (gibidir) |
|
15 | كَوْكَبٌ | bir yıldız |
|
16 | دُرِّيٌّ | inciden |
|
17 | يُوقَدُ | yakılır |
|
18 | مِنْ | -ndan |
|
19 | شَجَرَةٍ | bir ağacı(nın yağı)- |
|
20 | مُبَارَكَةٍ | mübarek |
|
21 | زَيْتُونَةٍ | zeytin |
|
22 | لَا | ne |
|
23 | شَرْقِيَّةٍ | doğudan |
|
24 | وَلَا | ve ne de |
|
25 | غَرْبِيَّةٍ | batıdan |
|
26 | يَكَادُ | öyle ki neredeyse |
|
27 | زَيْتُهَا | onun yağı |
|
28 | يُضِيءُ | ışık verir |
|
29 | وَلَوْ | ve eğer |
|
30 | لَمْ |
|
|
31 | تَمْسَسْهُ | değmese (bile) |
|
32 | نَارٌ | ateş |
|
33 | نُورٌ | nur |
|
34 | عَلَىٰ | üstüne |
|
35 | نُورٍ | nur |
|
36 | يَهْدِي | hidayet eder |
|
37 | اللَّهُ | Allah |
|
38 | لِنُورِهِ | nuruna |
|
39 | مَنْ | kimseyi |
|
40 | يَشَاءُ | dilediği |
|
41 | وَيَضْرِبُ | misaller verir |
|
42 | اللَّهُ | Allah |
|
43 | الْأَمْثَالَ | benzetmelerle |
|
44 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
45 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
46 | بِكُلِّ | her |
|
47 | شَيْءٍ | şeyi |
|
48 | عَلِيمٌ | bilir |
|
Şekeve شكو : شَكْوٌ/ شِكايَة/ شَكْوَى üzüntü ve kederi açığa vurmaktır. Bu kökün asıl anlamı شَكْوَةٌ 'ü yani içine su konan tulumu açıp içindekileri ortaya çıkarmaktır. Dolayısıyla sözcük temel anlamı itibarıyla bir istiare gibidir. Son olarak bu kökten gelen ve Kuran-ı Kerim'de de geçen مِشْكاة lafzı duvarda karşı tarafa geçişi olmayan delik veya oyuktur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı türevleriyle 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şikayet, müşteki ve şekvadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Zecce زجّ : زُجاجٌ şeffaf taşlara denir. Tekili زُجاجَةٌ şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli züccaciyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafz-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. نُورُ haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’a matuftur.
مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ
İsim cümlesidir. مَثَلُ mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. نُورِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَمِشْكٰوةٍ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
ف۪يهَا مِصْبَاحٌ cümlesi مِشْكٰوةٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِصْبَاحٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍ cümlesi مِصْبَاحٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
اَلْمِصْبَاحُ mübteda olup lafzen merfûdur. ف۪ي زُجَاجَةٍ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ
İsim cümlesidir. اَلزُّجَاجَةُ kelimesi زُجَاجَةٍۜ ’in sıfatı olarak mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلزُّجَاجَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.
كَاَنَّ kelimesi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref yapar, هَا muttasıl zamir كَاَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَوْكَبٌ kelimesi, كَاَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. دُرِّيٌّ ’un kelimesi كَوْكَبٌ ’ün sıfatı olup lafzen merfûdur.
يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ cümlesi اَلْمِصْبَاحُ ’nun olarak ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Aynı zamanda يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ cümlesi اَلْمِصْبَاحُ ’un ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
يُوقَدُ merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْ شَجَرَةٍ car mecruru يُوقَدُ fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri; من زيت شجرة (bir ağacın yağından) şeklindedir.
مُبَارَكَةٍ , زَيْتُونَةٍ kelimeleri شَجَرَةٍ ’in sıfatı olup lafzen mecrurdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. شَرْقِيَّةٍ kelimesi شَجَرَةٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
لَا غَرْبِيَّةٍ kelimesi atıf harfi وَ ’la لَا شَرْقِيَّةٍ matuftur.
يُوقَدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وقد ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ
İsim cümlesidir. يَكَادُ زَيْتُهَا cümlesi شَجَرَةٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَكَادُ mukarebe fiillerinden olup nakıs, merfû muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
زَيْتُهَا kelimesi, يَكَادُ ’nun ismi olarak lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُض۪ٓيءُ fiili يَكَادُ ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يُض۪ٓيءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir.
لَمْ تَمْسَسْهُ cümlesi يُض۪ٓيءُ ’un failinin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَمْسَسْ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نَارٌ fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; لو لم تمسسه نار يكاد يضيء (Ateş değmese bile neredeyse aydınlatır) şeklindedir.
نُورٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هو ’dir. عَلٰى نُورٍ car mecruru birinci نُورٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
يُض۪ٓيءُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضوأ ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ
Fiil cümlesidir. يَهْدِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
لِنُورِه۪ car mecruru يَهْدِي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. وَيَضْرِبُ اللّٰهُ atıf harfi وَ ’la يَشَٓاءُ ’ya matuftur.
و , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَضْرِبُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
الْاَمْثَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لِلنَّاسِ car mecruru يَضْرِبُ fiiline mütealliktir.
وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned veciz ifade kastıyla izafet şeklinde gelmiştir.
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ [Allah, göklerin ve yerin nurudur] cümlesinde, vurgu ifade etmek için masdar sıfat yerinde kullanılmıştır. Yani; Allah, her şeyi aydınlatandır. Öyle ki sanki aydınlattığı şeyler, Allah'ın nurunun kendisidir. Şerif Râdî şöyle der: “Bazı alimlerin tefsirine göre bu ayette istiare vardır. Onlara göre maksat şudur: Yüce Allah etkili delilleri ve apaçık ifadeleriyle, parlak yıldızlarla yön tayin edildiği gibi göklerde ve yerlerde yaşayanlara yol ve yön göstericidir.” (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Alemde görünen ayetlerin en belirgini, duygu ve idrakimizi en çok kapsayanı, görüşümüzde bir etken olan ışık olayıdır. Işığın gözümüze teması anında dışımızdakiler ile özümüzdekilerin birbirine ulaşıp birleşmesi halinde parlayan ve genişlettiği cisimlerin dış yüzeylerini açığa çıkaran saydam ve güzel tecellisine de nur denilir ki ışığın bir özel görünüşü olmak üzere ışıktan farklı ve bazen ona karşıt olarak kullanılır. Şu halde nur, güzel tecellî ayeti olan hoş bir ışık tecellisidir. Ve bundan dolayı her zaman övme yerinde kullanılır. (Elmalılı)
Nurun, göklere ve yere izafe edilmesi, mecazî manada nur olarak ifade edilen beyanın, son derece yaygın olduğuna ve insanların irşadı ile alakadar ve beyana layık olan her şeye tamamen şamil olduğuna delalet etmesi içindir. Tıpkı mecazî olarak kullanılmış olan nur, yukarı alemlerde ve aşağı alemde bulunan cisimlerden onu kabul eden her şeye şamil olması gibi. Zira gökler ile yer, hissi nur için başkaca tezahür mahalli bulunmayan iki cismanî alemin cihetleridir. (Ebüssuûd)
Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette lafza-i celâle iltifat edilmiştir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
Semavat yeryüzünü, gökyüzünü kapsadığı halde semavattan sonra arzın söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.
مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan مَثَلُ نُورِه۪ ’nin haberi mahzuftur. كَمِشْكٰوةٍ bu mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪يهَا مِصْبَاحٌ cümlesi مِشْكٰوةٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Faide-i haber ibtidaî kelam olan ف۪يهَا مِصْبَاحٌ cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. ف۪يهَا, mahzuf mukaddem habere muteallıktır. مِصْبَاحٌ, muahhar mübtedadır.
مِصْبَاحٌ ve زُجَاجَةٍۜ kelimelerindeki tenvin, bilinmeyen bir nev ve tazim ifade eder.
مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ benzetmesinde, mürsel, temsîlî teşbih vardır.
Veciz anlatım kastıyla gelen نُورِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan نُورِ , tazim edilmiştir.
مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌ [Onun nurunun durumu, içinde kandil bulunan, duvardaki oyuğa benzer] ayetinde teşbih-i temsili vardır. Yüce Allah, mümin kulunun kalbine yerleştirmiş olduğu nurunu, duvardaki oyukta bir cam mahfaza içinde bulunan çok ışık saçan kandile benzetti. Kandilin mahfazası olan cam, parlaklık ve güzellikte inci gibi olan yıldıza benzer. Bu benzetmenin, vech-i şebehi (benzetme yönü) birçok şeyden alındığı için ona teşbih-i temsili denilmiştir. Bu, parlak teşbihlerdendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Misbah: “Sabah ve Sabahat” kelimelerinden ism-i alettir ki sabah gibi hoş ve kuvvetli aydınlık veren lamba demektir. Kur'an'da güneşe sirac denilmiş olduğu halde, burada misbah denilmiş olması, bunun yanında güneşin normal bir kandil kadar kalacağına işaret eder. O misbah, bir billurda sırça yani billur, sanki inciye benzer bir yıldız. İncimsi yıldız, zühre ve müşteri gibi inci saflığı ve güzelliği ile parıldayan bir yıldız. Öyle berrak, öyle güzel, öyle hem göklerin hem yerin güzelliklerini kendinde toplayan bir cam. Mişkât da o camın içindeki lamba mübarek bir ağaçtan, öyle bir zeytinden tutuşturulur ki doğuya da batıya da nispet edilemez. Bunda başlıca iki mana vardır:
Birincisi, yalnız öğleden önce güneş gören doğuda değil, yalnız öğleden sonra güneş gören batı tarafında da değil hem doğuya hem batıya bakan tepenin tam ortasında. Çünkü böyle bir yerde bulunan zeytinin yağı son derecede saf ve güzel olur.
İkincisi, yön şüphelerinden uzak yani bildiğiniz dünya zeytinlerinden değil, mekanı olmayan bir zeytin demek olur. Önceki mana kendisine benzetilenin herkesce düşünülebilecek bir özelliği olmasından dolayı temsilde terşîh, ikinci mana ise benzetilenin özelliğine işaret etmek yönünden bir tecrîd ifade eder. Terşîhin faydası benzetmeyi bir açıklama ile kuvvetlendirmektir. Tecrîdin inceliği de benzetilenin belirgin bir yönüne işaretle kendisine benzetilene üstünlüğünü ve bundan dolayı benzetmenin yanaşamayacağı bir hakikat noktasını ortaya koymaktır. (Elmalılı)
Mişkat, dışarıya açılmayan, duvardaki kapak küçük pencere, delik, kandillik demektir. Misbah, çok ışık veren büyük lamba demektir.
Diğer bir görüşe göre ise mişkat, kandilin ortasında bulunan delikli kamıştır; Misbah da yanan fitildir. (Ebüssuûd)
اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍ cümlesi, مِصْبَاحٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اَلْمِصْبَاحُ ’nun haberi mahzuftur. ف۪ي زُجَاجَةٍ bu mahzuf habere mütealliktir.
Bu ayet-i kerimede daha önce zikredilmiş olan مِصْبَاحُ - زُجَاجَةٍۜ kelimeleri ikinci kez geçtikleri için elif-lam ile gelmiştir. Çünkü muhatap neden bahsedildiğini bilmektedir. Buna ahd-i zikrî de denmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayetteki temsil (teşbih)in nasıl olduğu hakkında: Bil ki bir benzetmede mutlaka bir müşebbeh (benzetilen) ve bir müşebbehün bih (kendisine teşbih edilen, benzetilen) bulunur. Bil ki alimler burada benzetilen şeyin ne olduğu hususunda ihtilaf etmiş ve şu izahları yapmışlardır:
1) Ekseri kelamcılara göre ki bunu Kâdî de desteklemiştir. Bundan murad ayat-ı beyyinat (apaçık ayetler) (Nur Suresi, 34) demek olan hidayettir. Buna göre mana, “Allah'ın hidayeti, açıklık ve parlaklıkta zirveye ulaşmış ve bu hususta tıpkı içinde ışıl ışıl bir lamba bulunan bir oyuk (yuva) gibidir. O lambada da son derece saf zeytinyağı ile tutuşan bir kandil (fitil) vardır.” şeklindedir.
Şimdi eğer “Güneşin ışığının bundan kat kat fazla olduğunu bildiğimiz halde Cenab-ı Hakk, nurunu (hidayetini) niçin buna değil ona benzetti?” denilir ise biz deriz ki: Hakk Teâlâ, zulmetin ortasında parlayan o mükemmel ışığı anlatmak istemiştir. Çünkü insanların vehim ve hayallerine galib olan, tıpkı zulmetler gibi olan şüphelerdir. Allah'ın hidayeti, bu şüpheler arasında, tıpkı zulmetler arasında parıldayan o mükemmel ışık gibidir. Bu mana ve maksat ise güneşin ışığında bulunmaz. Çünkü güneşin ışığı ortaya çıktığında, âlem ışıkla dopdolu olur. Battığında da âlem sırf karanlıklar içinde kalır. Binaenaleyh ayetteki teşbih daha uygun ve daha münasiptir.
Teşbihi Kuvvetlendiren Unsurlar:
A) Bil ki Allah'ın bu benzetmede nazar-ı dikkate aldığı şeylerin hepsi de ışığın mükemmelliğini sağlayan şeylerdendir:
1) Misbâh (lamba): Çünkü lamba bir oyukta (yuvada) olmadığı zaman, ışıkları dağılır. Ama bir kovuğa konulduğunda, ışınları toplanmış olur ve böylece de daha fazla aydınlatır. Bunu gözler önüne serecek misal şudur: Lamba küçük bir odada olduğu zaman verdiği ışık (aydınlatışı), büyük bir odada olduğu zamankinden daha çok olur.
2) Lamba, saf bir camın içinde olduğu zaman, camdaki saflık ve şeffaflıktan ötürü, ışıkları camın bir tarafından öbür tarafına yansır. Bu sebeple de ışık artar. Bunun da açık misali şudur: Güneş ışınları saf bir cam üzerine vurduğunda, görünen ışınlar kat kat artar. Öyle ki camın tam karşısında olan şeylere bile o ışıklar varır. Binaenaleyh bu ışınların her biri, camın her bir tarafından diğer tarafına yansıdığında, ışıklar ve aydınlıklar artar, mümkün olan yere varır.
3) Lambanın ışığı, içindeki yakıta göre değişir. Yakıtı saf ve duru olduğundaki durumu, bulanık ve karışık olduğundaki durumundan farklı olur. Yakıt olarak kullanılan yağlar içerisinde, saflık bakımından hiçbiri zeytinyağı gibi değildir. Binaenaleyh çoğu kez bu yağ bütün zerrelerine dağılmış beyazlık ve şeffaflığın yanı sıra saflık ve incelik bakımından su gibidir.
4) Bu zeytin yağı da ağacına göre değişir. Eğer ağaç ne sadece şarkî, ne sadece garbî yani her halükârda devamlı surette güneş alabilen bir ağaç ise onun zeytinleri de o derecede olgun olur. Böylece de ondan elde edilen yağ daha saf, daha katıksız olur. Çünkü çok güneş alması, böyle olmasını sağlamıştır. Binaenaleyh bu dört hususiyet bir araya gelip, birbirine destek olduklarında, bu ışık son derece ileri ve halis olur. Dolayısıyla da bu, Allah'ın hidayetini teşbihe en uygundur. (Fahreddin er-Râzî)
اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ
…اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا cümlesi زُجَاجَةٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır.
Tekid ve teşbih harfi كَاَنَّ ’nin dahil olduğu كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ cümlesi, masdar teviliyle müsnedün ileyh olan اَلزُّجَاجَةُ ’nün haberidir.
Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ cümlesi كَوْكَبٌ için ikinci sıfattır. Veya مِصْبَاحٌۜ için ikinci haberdir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
مُبَارَكَةٍ kelimesi ise شَجَرَةٍ için sıfatttır. مُبَارَكَةٍ ’deki tenvin bilinmeyen bir nev ve tazime işarettir. شَرْقِيَّةٍ , غَرْبِيَّةٍۙ kelimelerinin tenkiri tazim ifade eder.
Sıfat cümlesindeki nefy harfi, olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.
يُوقَدُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
نُورُ , مِصْبَاحٌۜ , زُجَاجَةٍۜ , اَللّٰهُ , زَيْتُونَةٍ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, مَثَلُ - اَمْثَالَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَرْقِيَّةٍ - غَرْبِيَّةٍۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
İmam Gazali’nin Mişkâtu’l Envar kitabı bu ayetin tefsiridir.
يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ
Cümle شَجَرَةٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Nakıs fiil يَكَادُ ’nun dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَكَادُ ’nun haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ cümlesi, يُض۪ٓيءُ ’nun Halidîr. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim itnabıdır.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَمْ تَمْسَسْهُ şart cümlesidir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri, يكاد يضيء [Neredeyse aydınlatır] şeklinde olabilir.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette mübalağa sanatı vardır. Burada ifade edilen “yağın ateş değmeden aydınlatması” aklen muhal olsa bile “neredeyse” ifadesi bu unsurları tahayyülde yaşatmış, ġuluv unsuru kullanılarak zihinde oluşan tabloda ifadeler algıya yaklaştırılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de burada olduğu gibi mukarabe fiilleri ve şart edatları ile mübalağa anlamı yüklenmiş başka ayetler de vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Zemahşerî öncelikle nurun Allah’a isnadının sahibiyet yönünü belirtir. Buna göre anlam, “Allah göklerin ve yerin nurunun sahibidir.” olur. Batılın karşıtı olan hak ise herkesin görebileceği açıklığa sahip olması yönü ile göklerin ve yerin nuruna benzetilmiştir. Şu halde anlam “Allah göklerde ve yerde nura benzeyen hakkın ve doğruluğun sahibidir.” şeklindedir. Nûrun göklere ve yere izafeti hakkın aydınlığının gökleri ve yeri aydınlatacak kadar yaygın olduğunu veya gökyüzü ve yeryüzü halkını aydınlatması sebebiyledir. Nurun مِشْكٰوةٍ (duvar dolabı) kelimesine benzetilmesi niteliklerle sınırlanır. مِشْكٰوةٍ ’ın içinde fanus, fanusun içinde kandil vardır. Cam fanus parlaklığından dolayı karanlıkları kaldıran yıldızlar gibidir. Kandilin fitili madden ve manen bereketli, pek çok faydaları olan zeytin ağacındandır. Bu ağaç hem yetiştiği toprak hem de aldığı uygun güneşle en verimli halindedir. Netice olarak hakk dört defa güçlendirilmiş ışığa benzetilmiştir. Bu katmanlar; مِشْكٰوةٍ , مِصْبَاحٌۜ , زُجَاجَةٍۜ ve زَيْتُ ’dir.
Zemahşerî, hakkın bu denli güçlü ışıklarının doğru yolu bulmak için yeterli olmadığını, çünkü kör olanlara ışığın bir fayda vermeyeceğini belirterek “Allah’ın akıl gözüyle düşünen, vicdanlı, sağa sola sapmayan kişileri hidayetine muvaffak kıldığını ifade eder. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Nur Suresi 35-43 ayetlerinde ifade edilen yağın ateş değmeden aydınlatması veya şimşeğin gözleri alması aklen muhal olsa bile neredeyse ifadesi bu unsurları tahayyülde yaşatmış, ġuluv unsuru kullanılarak zihinde oluşan tabloda ifadeler algıya yaklaştırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları Doktora Tezi)
نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ
İstînâfiyye olan نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. نُورٌ , kelimesi هَذاَ şeklindeki mukadder bir mübtedanın haberidir. Cümle önceki ifadelerin mazmununu tekid sadedindedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Nur’un, ayeti kerimede bu denli tafsilatlı anlatılmasının asıl amacı Allah Teâlâ'nın yüceliğinin tasavvurunun neredeyse mümkün olamayacağı anlamına işaret etmektir. Bu, edebi sanatlardan idmâc için güzel bir örnektir.
“O, nur üstüne nurdur.” Bu cümle, temsilin fezlekesi, ondan hasıl olan mananın sarih ifadesi ve bundan sonra gelene de hazırlık mahiyetindedir. (Ebüssuûd)
يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’nın sılası olan يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen نُورِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan نُورِ , tazim edilmiştir.
Bu kelam bize bildiriyor ki bu hidayetin ana sebebi ve dayanağı yalnız Allah'ın dilemesidir ve ilâhi irade olmadıkça sebeplerin tezahürü, matluplara ulaştırmaktan uzaktır. (Ebüssuûd)
وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ
Cümle وَ ’la makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ
Ayetin son cümlesi istînâfiyyedir veya önceki istînâf cümlesine matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh, tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir. Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeyin bilgisine sahiptir. Bilgisi dahilinde olmayan hiçbir şey yoktur. بِكُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, عَل۪يمٌ ise maksûrdur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Son cümle, bir çok ayette aynen veya ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)ف۪ي بُيُوتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ يُسَبِّحُ لَهُ ف۪يهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فِي |
|
|
2 | بُيُوتٍ | evlerdedir |
|
3 | أَذِنَ | izin verdiği |
|
4 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | تُرْفَعَ | yükseltilmesine |
|
7 | وَيُذْكَرَ | ve anılmasına |
|
8 | فِيهَا | içlerinde |
|
9 | اسْمُهُ | adının |
|
10 | يُسَبِّحُ | tesbih ederler |
|
11 | لَهُ | O’nu |
|
12 | فِيهَا | onların içinde |
|
13 | بِالْغُدُوِّ | sabah |
|
14 | وَالْاصَالِ | ve akşam |
|
ف۪ي بُيُوتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ يُسَبِّحُ لَهُ ف۪يهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِۙ
ف۪ي بُيُوتٍ car mecruru يُسَبِّحُ fiiline mütealliktir. اَذِنَ اللّٰهُ cümlesi بُيُوتٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَذِنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cerle birlikte اَذِنَ fiiline mütealliktir.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُرْفَعَ mansub, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
يُذْكَرَ atıf harfi وَ ’la تُرْفَعَ fiiline matuftur. يُذْكَرَ meçhul, mansub muzari fiildir. ف۪يهَا car mecruru يُذْكَرَ fiiline mütealliktir. اسْمُهُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُسَبِّحُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَهُ car mecruru يُسَبِّحُ fiiline müteallıktır.
ف۪يهَا car mecruru önceki car mecruru ف۪ي بُيُوتٍ ’yi tekid eder. بِالْغُدُوِّ car mecruru يُسَبِّحُ fiiline mütealliktir. الْاٰصَالِ atıf harfi وَ ’la الْغُدُوِّ ’ya matuftur.
يُسَبِّحُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سبح ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ف۪ي بُيُوتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ
Fasılla gelen ayette takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, müteallakı يُسَبِّحُ ’ya takdim edilmiştir.
اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ cümlesi, بُيُوتٍ için sıfattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
بُيُوتٍ ’deki tenvin tazim içindir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُرْفَعَ cümlesi, mahzuf harf-i cer ile birlikte اَذِنَ fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel, müspet muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُرْفَعَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ cümlesi, aynı üslupta gelerek hükümde ortaklık nedeniyle masdarı müevvele atfedilmiştir.
اسْمُهُۙ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, ismin şanı içindir.
ف۪ي بُيُوتٍ [O evlerdeki] ifadesinde geçen ف۪ي harf-i ceri, kendisinden önceki مِشْكٰوةٍ (kandillik) ile ilgilidir; Allah’ın evlerinden -ki mescitlerdir- bazılarındaki kandil yuvası gibi demektir; adeta şöyle denmektedir: O’nun nurunun hayret verici durumu, mescitte kandilliğin nurunu gördüğün gibidir ki o kandilliğin şöyle şöyle nitelikleri vardır. Yahut ف۪ي , kendisinden sonra gelecek يُسَبِّحُ fiiliyle ilgilidir. (Allah’ı o evlerde (şöyle şöyle) adamlar tenzih ve takdis eder) demektir. (Keşşâf)
Bu ve önceki ayet istitba’ sanatının güzel bir örneğidir. İstitba’ bir şeyi bir vasfından dolayı medh ederken bunu diğer bir medhin izlemesidir.
Bu ayetlerdeki istitbâ‘ şöyle izah edilmiştir. ف۪ي بُيُوتٍ kelimesi مِشْكٰوةٍ kelimesine mütealliktir. Dolayısıyla ayetin هْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ
kısmı, bütün bir temsilin arasına girmiştir. Allah’ın zatının eşsiz bir temsil ile anlatıldığı bu ayette Kur’an’ın nuru ile hidayete erenlerin övgüsü Allah’ın nurunun övgüsü ile birlikte zikredilmiş ve sonraki ayetle birlikte düşünüldüğünde o nur ile o nura ulaşabilen ve kendilerini ne ticaretin ne de başka bir şeyin Allah’ı anmaktan, namazdan ve zekâttan uzaklaştıramadığı yiğitlerin övgüsü ve mefhumun muhaliflerinin zemmi iç içe girmiş ve ayet iki övgü ile bu nurdan nasîbini alamayanların yergisinin mükemmel birlikteliğine güzel bir örnek oluşturmuştur. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
يُسَبِّحُ لَهُ ف۪يهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِۙ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْغُدُوِّ - الْاٰصَالِۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbak-ı icab sanatları vardır.
Cümledeki bütün car mecrurlar يُسَبِّحُ fiiline müteallıktır.
Zuhaylî bu ayetin irabını zikrettiği kısımda şunları söylemektedir: يُسَبِّحُ fiili muzari olup faili sonraki ayetteki رِجَالٌۙ kelimesidir. Bu fiili يُسَبِّحُ şeklinde okuyanlara göre ise رِجَالٌۙ kelimesi يُسَبِّحُ fiilinin delalet ettiği mukadder bir fiil ile merfû olmuş kabul edilir. Yani sanki (O’nu kim tesbih eder?) diye sorulmuş ve peşinden gelen ayette vasıfları zikredilen “Bir takım adamlar O’nu tesbih eder.” anlamında رِجَالٌۙ ifadesi gelmiştir.
Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere ikinci ayet birinci ayetten neş’et eden bir suale cevap gibidir. Dolayısıyla iki ayet arasında şibh-i kemâl-i ittisâl bulunduğu için fasıl yapılmıştır. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Rabbim! Umutsuzluğun karanlığından çıkaransın. Zorlukların ağırlığını hafifletensin. Daralan gönülleri genişletensin. Düşenleri merhametinle kaldıransın. Hastalıkların şifasını verensin. Seni bilenler için çıkmaz sokak yoktur. Her derdin çaresi Sensin. Sana iman edenler için yalnızlık yoktur. Her mü’minin dostu Sensin.
Ey bütün nûrların sahibi olan Rabbim! İmanının nûru ile hakikati idrak etmemi, hakkı sevmemi ve yarattığın her şeydeki nûru görmemi nasip eyle. Kelamının nûru ile aydınlat yürüdüğüm hayat yollarını. Hidayet nûru ile Sana çevir beni ve dosdoğru yolunda sağlam bastır ayaklarımı. Şüphesiz asıl neye ihtiyacım olduğunu bilen Sensin. Rahmetinin nûru ile iki cihanda da sevindir kalbimi.
Rabbim! Göklerin ve yerin nûru Sensin. Nûrun ile aydınlat benliğimi. Nûrun ile doldur içimdeki boşlukları. Nûrun ile temizle bendeki bu hali. Ey dilediğini nûruna kavuşturan Rabbim! Beni de nûruna kavuşan kulların arasına kat. Beni de Sana kavuşan salihlerden eyle.
Amin.
***
Modern diye algılanan dünya hayatı; işleri kolaylaştırmak yerine daha da karmaşık hale getirdi. Evliliği duyurmak, sevinci paylaşmak ve mümkünse yakınlara ikramda bulunmak dışına taşarak gösterişten ibaret hale geldi. Bu da sadece birkaç saat sürecek bir davete harcanan paranın miktarını uçurdu. Öyle ki birçok kişi, hayatının yeni dönemine borçlu başladı. Anlaşılmadığı zaman boşanmak içinden çıkılmaz bir şekle sokuldu. Kimi hakları korumak ayağına, yapılan haksızlıklara göz yumuldu. Bu yolda malını ve parasını kaybeden tarafların sayısı çoğaldı.
İslam’la alakası olmayan kimi dünyevi romantik inançlar da evliliği ve boşanmayı içinden çıkılmaz hale getirdi. Mesela, insan bir kere severdi ya da ölmüşe sadakat önemliydi yani dul kalan -özellikle de kadın- mümkünse bir daha evlenmemeliydi. Birçoğunun gözünde, boşanırken tarafların olabildiğince kötülenmesi, boşanmanın tek makul sebebiydi. Yoksa iyi birinden niye boşansındı. Seven insan, her şeyini -şifrelerini, arkadaşlarını vs.- paylaşmak ve bütün sırlarını anlatmak zorundaydı yani evlilikle beraber özel hayat bitmeliydi.
Bunların sonucunda aile kurumu zedelendi çünkü evliliğin başlangıcı da, bitişi de zorlaştırılarak kişilerde baskı sebebi oldu.
Halbuki, hayatın her alanında olduğu gibi evlenirken ve boşanırken de; Allah’ın rızası gözetilmeliydi. Allah’ın kullarına yüklemediği sorumlulukların altında ezilmemeliydi. Yani kul, Allah’ın sınırlarına ve İslam’ın en güzel yansıması olan Rasulullah (sav)’in sünnetine bakarak evlenmedeki ve boşanmadaki niyetine çekidüzen vermeliydi. Yapılan eğer sadece nefsin huzuru için yapılıyorsa; bil ki o nefis hayal kırıklığına uğramaya ve mutsuzluğa mahkumdur. Eğer Allah için yapılıyorsa; bil ki Allah kudretiyle nice rahmet kapılarını açacaktır.
Ey Allahım! Hayatımızın her alanında ve döneminde; bizi Senin rızanı gözeten kullarından eyle. Yaşananları sadece dünyalık ya da nefsani gözlerle değerlendirerek gaflete ya da hırsa kapılmaktan muhafaza buyur. Başlangıçlara ve sonlara; Senin hoşnutluğunu kazanma umuduyla doğru bilgilerle ve doğru niyetlerle adım atanlardan eyle.
Amin.