3 Temmuz 2025
Nûr Sûresi 37-43 (354. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nûr Sûresi 37. Ayet

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْماً تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رِجَالٌ erkekler (ki) ر ج ل
2 لَا
3 تُلْهِيهِمْ kendilerini alıkoymaz ل ه و
4 تِجَارَةٌ ticaret ت ج ر
5 وَلَا ve ne de
6 بَيْعٌ alışveriş ب ي ع
7 عَنْ -tan
8 ذِكْرِ anmak- ذ ك ر
9 اللَّهِ Allah’ı
10 وَإِقَامِ ve kılmaktan ق و م
11 الصَّلَاةِ namaz ص ل و
12 وَإِيتَاءِ ve vermekten ا ت ي
13 الزَّكَاةِ zekat ز ك و
14 يَخَافُونَ onlar korkarlar خ و ف
15 يَوْمًا günden ي و م
16 تَتَقَلَّبُ ters döneceği ق ل ب
17 فِيهِ onda
18 الْقُلُوبُ yüreklerin ق ل ب
19 وَالْأَبْصَارُ ve gözlerin ب ص ر

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْماً تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ

 

رِجَالٌ  kelimesi önceki ayette geçen  يُسَبِّحُ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur. 

لَا تُلْه۪يهِمْ  cümlesi  رِجَالٌ’un  sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُلْه۪يهِمْ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  تِجَارَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  zaid harftir.  بَيْعٌ  kelimesi  تِجَارَةٌ ’e matuftur. عَنْ ذِكْرِ  car mecruru  تُلْه۪يهِمْ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِقَامِ  atıf harfi و la ذِكْرِ ye matuftur. Aynı zamanda muzâftır.  الصَّلٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ  atıf harfi و la makabline matuftur. 

يَخَافُونَ  cümlesi رِجَالٌ un ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

يَخَافُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.  يَوْماً  zaman zarfı,  يَخَافُونَ  fiiline mütealliktir. 

تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ  cümlesi  يَوْماً in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

تَتَقَلَّبُ  damme ile merfû muzari fiildir.  ف۪يهِ  car mecruru  تَتَقَلَّبُ  fiiline mütealliktir.  الْقُلُوبُ  fail olup lafzen merfûdur. الْاَبْصَارُ  atıf harfi و la makabline matuftur. 

تُلْه۪يهِمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  لهو ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. 

تَتَقَلَّبُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  قلب ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ

 

Ayet, şibh-i kemâli ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Bu ayet önceki ayetle ilgili olan bir soruya cevap niteliğindedir.

رِجَالٌۙ , önceki ayetteki  يُسَبِّحُ  fiilinin failidir.  لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ  cümlesi  رِجَالٌۙ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Menfi mazi fiil sıygasında gelen  وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ  cümlesi, sıfat cümlesine atfedilmiştir. Nefy harfi  لَا ’nın tekrarı tekid ifade eder.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

Birbirine atfedilmiş  وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ  ve   وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ  cümleleri  وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ  cümlesine matuftur. Atıf sebepleri, hükümde ortaklıktır.

ذِكْرِ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olması, zikrin tazim ve teşrifi içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

İman eden kişinin hallerinin sayılması taksim sanatıdır.

عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ (Allah'ı zikirden ve namaz kılmaktan... alıkoymaz) cümlesinde, genelden sonra özel zikredilerek ıtnâb yapılmıştır. Çünkü Allah'ı zikir içinde namaz da vardır. Burada namazın şanını yüceltmek için ıtnâb yapılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Râzî bu ayetin izahında şöyle demektedir: Alimler burada Allah’ı zikretmekle ne kastedildiği hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı bundan murad Allah’ı sena etmek ve ona dua etmektir derken diğer bir kısmı da bununla namazların kastedildiğini söylemişlerdir. Şayet, o halde ayet-i kerimedeki  وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ  ifadesinin manası nedir? denirse buna iki şekilde cevap veririz: Birincisi, İbni Abbas’ın (ra) dediğine göre burada kastedilen namazların vaktinde kılınmasıdır. İkincisi,  وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ ifadesinin  ذِكْرِ اللّٰهِ  ifadesinin tefsiri mahiyetinde olması da caizdir. Yani (onlar hem namazdan önce hem de namazlarında Allah’ı zikrederler) demektir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’ninTefsiru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

Cenab-ı Hak, “Ticaret onları alıkoymaz.” buyurunca bunun içine alışveriş zaten girmektedir. Binaenaleyh niçin, bundan sonra alışveriş denilmiştir? Buna birkaç şekilde cevap verebiliriz:

a) Ticaret, içinde çeşitli alışverişleri bulunduran, bir “cins”tir. Fakat Hak Teâlâ, alıkoyma özelliği daha fazla olduğu için bundan sonra özellikle  بَيْعٌ  yani satmadan bahsetmiştir. Çünkü satmadaki kazanç, neticelenmiş yakîni (kesin) bir husustur. Alışverişte bulunan kazanç ise hem geleceğe matuftur hem de şüphelidir.

b) بَيْعٌ  (satma), eşyanın (malın) nakit (para) ile değiştirilmesi demektir. Şirâ (satınalma) ise bunun aksidir. Binaenaleyh nakit elde etmeye duyulan arzu, aksini yapmaktan daha çoktur.

c) Ferrâ şöyle der: “Ticaret, dışından mal getirip satanlar hakkında kullanılır. Bey' ise ‘elinin altında olanı satma’ manasınadır.” (Fahreddin er-Râzî)

Zekât, yalnız mescitlerde ifa edilen bir ibadet olmadığı halde burada zikredilmesi, namazın arkadaşı olup diğer yerlerde hep onunla beraber zikredilmesinden dolayıdır. Bir de zekâtın burada zikredilmesi, bu seçkin insanların güzel amellerinin, mescitlerde ifa edilenlere münhasır olmadığına dikkat çekmek içindir. Nitekim “Onlar, bu yüreklerin ve şu gözlerin tersine döneceği bir günden korkarlar.” cümlesinin burada zikredilmesi de onların korkularının, mescitlerde bulunmalarına bağlı olmadığına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)


يَخَافُونَ يَوْماً تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ

 

يَخَافُونَ يَوْماً  cümlesi, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal, sahibinin anlamını tekid ediyorsa hal ve sahibi arasında kemâl-i ittisâl olduğundan fasıl yapılır. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.  

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümleye, teceddüt istimrar ve tecessüm anlamı katmıştır. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَوْماً  kıyamet gününden kinayedir.

تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ  cümlesi,  يَوْماً  için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

تَتَقَلَّبُ - الْقُلُوبُ  kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

تِجَارَةٌ - بَيْعٌ  ile  ذِكْرِ - الصَّلٰوةِ - الزَّكٰوةِۙ  ve  الْقُلُوبُ - الْاَبْصَارُۙ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Burada ticaretin alıkoymasının olumsuzlanması, onların ticaret yaptıkları izlenimini vermektedir. Halbuki amaç ticareti olumsuzlamaktır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ  ifadesinde istiare vardır. Burada kalplerin allak bullak olması manasındaki  تَتَقَلَّبُ  ile kasdedilen, ceza korkusu ve sevabı umuduyla korku-ümit, sevinç -üzüntü şeklindeki hallerinin değişmesidir. Bu Allah’ın veli kullarının sıfatlarıdır. Gözlerin allak bullak olmasına gelince onunla kastedilen de müminlerin sevabın geleceği yerlere, kâfirlerin de cezanın geleceği yerlere tekrar tekrar bakmaktır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Nûr Sûresi 38. Ayet

لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ  ...


(Bütün bunları) Allah, kendilerini yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandırsın ve lütfundan onlara daha da fazlasını versin diye (yaparlar). Allah, dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيَجْزِيَهُمُ karşılığını vermesi için ج ز ي
2 اللَّهُ Allah
3 أَحْسَنَ en güzel ح س ن
4 مَا şeylerin
5 عَمِلُوا yaptıkları ع م ل
6 وَيَزِيدَهُمْ ve daha fazlası için ز ي د
7 مِنْ -ndan
8 فَضْلِهِ lutfu- ف ض ل
9 وَاللَّهُ ve Allah
10 يَرْزُقُ rızıklandırır ر ز ق
11 مَنْ kimseyi
12 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
13 بِغَيْرِ -sız olarak غ ي ر
14 حِسَابٍ hesap- ح س ب

لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ 

 

لِ  harfi,  يَجْزِيَهُمُ  fiilini gizli  اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren nasb harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  يُسَبِّحُ  fiiline veya يَخَافُونَ fiiline mütealliktir.

يَجْزِيَ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

اَحْسَنَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مَا  müşterek ismi mevsûlü,  اَحْسَنَ nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sıla cümlesi  عَمِلُوا dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

يَز۪يدَهُمْ  atıf harfi و la  لِيَجْزِيَهُمُ  fiiline matuftur.  

يَز۪يدَهُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.  مِنْ فَضْلِه۪  car mecruru  يَز۪يدَهُمْ  fiiline mütealliktir. 

 

 وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.

یَرۡزُقُ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  یَرۡزُقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَن , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  یَشَاۤءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

یَشَاۤءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

بِغَیۡرِ  car mecruru  یَرۡزُقُ  fiiline mütealliktir. غَیۡرِ  muzâftır.  حِسَابࣲ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ 

 

Önceki ayetle bağlantılı olan ayette sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا  cümlesi,  يُسَبِّحُ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اَحْسَنَ  kelimesinin muzâfun ileyhi müşterek ism-i mevsûldur. Sılası olan  عَمِلُوا  cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ  ibaresi ya  يُسَبِّحُ ’ye veya  تُلْه۪يهِمْ ’e ya da  يَخَافُونَ ’ye mütealliktir. (Beyzâvî)

وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪  cümlesi, aynı üslupta gelerek …لِيَجْزِيَهُمُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَضْلِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  فَضْلِ  için tazim ve teşrif ifade eder.


 وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle ta’lil hükmündedir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Bu cümlede, zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

حِسَابٍ ’deki tenvin tazim, kesret ve nev ifade eder.

Mesel tarikinde tezyîl olarak manayı muhatabın zihnine yerleştirmek için yapılmış ıtnâbdır.

 
Nûr Sûresi 39. Ayet

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـٔاً وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِۙ  ...


İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi kâfir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz). Ancak Allah’ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimseler
2 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
3 أَعْمَالُهُمْ onların işleri ع م ل
4 كَسَرَابٍ serap gibidir س ر ب
5 بِقِيعَةٍ düz arazideki ق و ع
6 يَحْسَبُهُ onu sanır ح س ب
7 الظَّمْانُ susayan ظ م ا
8 مَاءً su م و ه
9 حَتَّىٰ fakat
10 إِذَا ne zaman ki
11 جَاءَهُ yanına gelince ج ي ا
12 لَمْ
13 يَجِدْهُ bulamaz و ج د
14 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا
15 وَوَجَدَ ve bulur و ج د
16 اللَّهَ Allah’ı
17 عِنْدَهُ yanında ع ن د
18 فَوَفَّاهُ tam görür و ف ي
19 حِسَابَهُ onun hesabını ح س ب
20 وَاللَّهُ ve Allah
21 سَرِيعُ çabuk görendir س ر ع
22 الْحِسَابِ hesabı ح س ب
Siyah ile beyazda olduğu gibi her şey zıddının yanında daha iyi farkedilir. Allah’a iman eden, O’na kulluk şuuru kesintisiz hale gelmiş bulunan, güzellik ve menfaatlerin ibadetlerini engelleyemediği güzel insanlar ve bunları bekleyen ödüller benzetme ve temsil yoluyla anlatıldıktan sonra yine aynı üslûpla bu defa inkâr edenlerin durumu, âdeta bir tablo gibi gözler önüne seriliyor. İman etmeyen insanların da dünyada, kendileri ve başkaları için faydalı, hayırlı işleri, eserleri, hâsılı yapıp ettikleri vardır; ancak bütün bunların faydası ve etkisi dünyada kalır, onların sevap ve sonucunu âhirete taşımanın şartı imandır. Allah’a ve âhirete inanmayan bir kimse öldüğünde, dünyadaki kazancının ve eserlerinin orada kaldığını, buraya eli boş geldiğini görür; tıpkı çölde susamış, uzaktan serap görmüş, yanına gelince kızgın kumlardan başka bir şey bulamamış yolcu gibi yahut büyük bir denizin üst üste dalgalarının altında, denizin dibinde karanlıklar içinde kalan bir kimse gibi. Aslında adamın eli vardır ama bu karanlıklar içinde görülmez ve işe yaramaz. İnancı olmayanların, mutlak hakikati inkâr edenlerin dün-yada yapmış oldukları iyi işler de vardır ama âhirette inançsızlığın koyu karanlığı onları örtmüş, hesapta ve terazide görülmez hale getirmiştir.
 
 Meâlinde, parantez arasındaki “kara bulut gibi bir dalga” ifadesi, metnin farklı bir okunuşunun karşılığıdır. Buna göre, yukarıya doğru biraz aydınlık, derinlere doğru ise her bölümde daha karanlık üç tabakadan oluşan büyük bir deniz (okyanus) tasvir edilmektedir. Okyanusların derinliklerini incelemek için gerekli bulunan teknoloji icat edilmeden önce kimse, normal ışık bakımından biri diğerinden daha karanlık üç tabakayı bilmiyordu. 40. âyet bundan söz etmektedir. Kezâ kimse göklere çıkmak, hatta atmosferin ötesine geçmek için gerekli araçların bulunmadığı zamanlarda da, göğe doğru yükseldikçe basıncın azalacağından, bunun da nefes zorluğu, tansiyon gibi problemlere yol açacağından haberdar değildi. Halbuki En‘âm sûresinde (6/125) göklere doğru yükselen kimsenin çıktıkça artan göğüs daralmasından bahsedilmiştir. Şüphe yok ki Kur’an bir tabiat bilimi kitabı değildir; madde âleminin sırlarını çözmek, yaratıcının tabiata hâkim kıldığı kanunları keşfetmek kural olarak insan zekâsına bırakılmıştır; ancak yeri geldikçe ve dolaylı olarak âyetlerde geçen bazı ilmî gerçekler, onların beşer üstü bir kaynaktan geldiğine ışık tutmaktadır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 85-86

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءًۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُٓوا  fiil cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اَعْمَالُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَسَرَابٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  بِق۪يعَةٍ  car mecruru  سَرَابٍ in mahzuf sıfatına mütealliktir.  يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ  cümlesi  سَرَابٍ in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَحْسَبُهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الظَّمْاٰنُ  fail olup lafzen merfûdur.

مَٓاءً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 


حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـٔاً وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ 

 

حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. 

Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. Cümleye muzâf olur. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c.  Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هو dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

لَمْ يَجِدْهُ  cümlesi şartın cevabıdır.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَجِدْهُ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

شَيْـٔاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَجَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

عِنْدَهُ  mekân zarfı,  وَجَدَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَفّٰيهُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

حِسَابَهُ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَفّٰيهُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  وفى ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِۙ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  

سَرِیعُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. ٱلۡحِسَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءًۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında tahkir ifade eder.

Mübteda konumundaki mevsûlün sılası olan  كَفَرُٓوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ  cümlesi,  الَّذ۪ينَ nin haberidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اَعْمَالُهُمْ un haberi mahzuftur.  كَسَرَابٍ  bu mahzuf habere mütealliktir.

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

سَرَابٍ ’in tenkiri tahkir içindir.  مَٓاءًۜ ’deki tenvin ise nev ve tazim ifade eder.

يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءً  cümlesi  سَرَابٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

يَحْسَبُهُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ (İnkâr edenlerin amelleri serap gibidir) cümlesinde teşbîh-i temsili vardır. Bu, teşbih ve temsilin güzellerindendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Bu ayette de benzeyen taraf (inkârcıların amelleri) akıl ile idrak edilebilen bir kavramdır. Aynı şekilde kendisine benzetilen taraf (çöldeki serap) da aklîdir. Bu şekilde her iki tarafı akli olan bir teşbih meydana gelmiştir. (Prof. Dr. İbrahim Yılmaz, Arap Dili ve Belâğatında Teşbih, Yüksek Lisans Tezi)

Bu ayet, duyuların idrak edemediği bir şeyi, edilebilir hale getirmektedir.  Burada duyularla algılanamayan şey, kâfirlerin iyi amelleri (müşebbeh), algılanabilen şey (müşebbeh bih) ise seraptır. İki tarafın da içine düştüğü hayal ve içinde bulunduğu aşırı ihtiyaç hali, müşebbehle müşebbehün bihin birleştikleri noktadır. (Celalettin Divlekci, Ali b. İsa Er-Rummânî’nin İ‘câz Anlayışı)

Bu ayet-i kerimede vech-i şebeh; yapılan amelden fayda umulması ama ümitlerin yıkılması ve sıkıntılarla karşılaşmaktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Dünyada iyilik yapıp Allah katında bu amelin faydalı olduğunu ve ahirette bundan fayda göreceğini zanneden, sonra kıyamet gününde amellerin kabulü için şart olan imanı olmadığı için bütün yaptıklarının boşa gittiğini gören kâfirlerin hali, uzaktan serap görüp su zanneden ve yanına gidince hiçbir şey bulamayan susuz kişinin haline benzetilmiştir. Vech-i şebeh, ümitsiz bir haberle beraber umutlu bir beklenti manzarasından oluşan aklî bir heyettir. Bu vech-i şebeh, tarafların üzerinde düşünmekle ortaya çıkmıştır. Bir tarafta; imanı olmadığı halde iyi ameller yapan ama amellerin kabulu için şart olan imanı olmadığı için ahirette bundan fayda görmeyen ve en şiddetli azaba maruz kalan kâfirler; diğer tarafta ise serap görüp su zanneden, serabın yanına gittiğinde su olmadığını görünce susuzluğunu gideremediği için hayal kırıklığına uğrayan, şiddetli bir elem ve azap duyan susuz bir kişinin hali vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

Bu ayette örneğin  الرائي  gibi bir kelime yerine, suya aşırı ihtiyacı ifade eden  الظمآن kelimesinin kullanılması cümleye mübalağa anlamı katmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları)

Ezherî şöyle demiştir: “Serap, kaba kuşluk zamanında çöllerde göze görünen, su olmadığı halde akan suya benzeyen şeydir.” Mücâhid de şöyle der: “Serap, kâfirin ameli ve işidir. Onun seraba gelmesi ise ölerek dünyayı terk etmesidir.”

القاع , düz ve geniş toprak parçasına denir. 

اَلظَّمْاٰنُ , çok şiddetli biçimde susamış olan kimseye denir. (Fahreddin er-Râzî)

Burada gelen ismi mevsûlde ve sılasında habere ima vardır. Çünkü bu verilen haber, onların Allahı inkar etmelerinin cezasıdır. Ancak kâfirlerin bu küfür sıfatı, Mekkeli müşriklere galip gelmiştir ki, kelamın bu sıfatla başlaması, kâfirlerin bu itikadının batıl olduğuna delalet eder. Böylece kâfirler ve amellerinde temsili bir teşbih vardır. Allah'ın rızasına yaklaştırdıklarını zannederek yaptıkları ameller ve bu amellerde gösterdikleri çaba ve çoğaltma hevesinde olmalarına rağmen bunun kendilerine bir faydası olmadığını, aksine kurtulduklarını sandıkları bir zamanda azabı göreceklerini anlamışlardır. Müşebbeh; hissi ve akli bir durum, müşebbehün bih de hissi bir durumdur. (Âşûr)


حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـٔاً وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ 

 

حَتّٰٓى  ibtida harfi olarak cümleye dahil olmuştur. Akabindeki cümle, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart fiili olan  جَٓاءَهُ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)

Şartın cevabı olan  لَمْ يَجِدْهُ شَيْـٔاً  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْـٔاً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, nefyin umumuna ve şumulüne işarettir.

Aynı üslupta gelen  فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ  cümlesi,  فَ  ile  وَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ  cümlesine  atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

لَمْ يَجِدْهُ شَيْـٔاً  cümlesiyle  وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُ  (Allah ona hesabını eksiksiz öder) cümlesinde çok latif bir üslupla, kuvvetli bir tehdit vardır.

لَمْ يَجِدْ - وَجَدَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır. 

يَجِدْ - وَجَدَ  ve  يَحْسَبُهُ - حِسَابَهُۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah ona hesabını eksiksiz öder yani ona saydırarak yahut cezalandırarak Allah hesabı çabuk görendir yani birinin hesabını görmek onu ötekisinden meşgul etmez. (Beyzâvî)

وَجَدَ - عِنْدَهُ  gibi ifadelerde ihbarî görünen kipler aslında içlerinde bir mecâzı barındırmaktadır. Nitekim Allah’ın ayetlerde zikredilen kendisine ait eylemlerinin insan tasavvurunda olduğu gibi bir fail olması muhaldir. O halde ayetlerde mecâz yoluyla bir mübalağa söz konusudur. (Hasan Uçar, Kur’an Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları)

Allah’ı yanı başında bulmak manasındaki  وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ  istiare ve mecazdır. Bunun manası şöyledir: Kâfir, Yüce Allah’ın vaadini (önceden olacağını bildirdiği akıbeti karşısında) bulur ve sonuçta Allah onun amellerini tartıp hak ettiği karşılığı verir. Bu ise dönüş (el-mead) gününde, kulların sorumluluklarının sona erdiği zamanda olacaktır. Yine denildiğine göre  عِنْدَهُ ’deki zamir kâfirin amelini değil, kendisini gösterir. Buna göre Allah Teâlâ sanki şöyle buyurmuştur: Kâfir, Allah’ı kendi  yanında bulur yani O’nun vereceği cezayı kendisini bekliyor bulur. Böylece Allah onun yakınında yakalar ve kazandığı amellere karşılık kendisini cezalandırır. Bu anlatım şekli birisinin şöyle söylemesi gibidir. الله عند لسان كل قائل (Allah her söz söyleyenin dili yanındadır). Yani “Hakkı hakikati söylemesine karşılık onu mükâfatlandırır, batıl söz söylemesine karşılık da onu cezalandırır.” Her iki söz ve görüş de aynı manaya çıkmaktadır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)

Allah Teâlâ, müminin halini beyan edip onun dünyada bir nûr içinde olduğunu, bu sebeple de iyi amele sarıldığını açıklayıp ahirette ise onun, kalıcı bir nimet ve büyük bir mükâfat elde edeceğini dile getirince bunun peşinden kâfirin, ahirette hayal kırıklığının en şiddetlisi, dünyada da karanlık çeşitlerinin en büyüğü içinde olacağını açıklamış ve her biri için de birer misal zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır. Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı da vardır.

حِسَابَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu cümle ile ayetin içeriği arasındaki mükemmel uyum teşâbüh-i etrâf sanatının güzel bir örneğidir.

Bu harikulade teşbihin cüzleri teşbih ve istiarelere ayrılmaya müsaittir. Kâfirlerin amelleri, su olmadığı halde su gibi görülen seraba benzer. Kâfir, amelinden faydalanmak ihtiyacı dolayısıyla susayan kişiye benzer.  يَحْسَبُهُ الظَّمْآنُ  sözü tasrihi istiaredir. Hesap zamanında kâfirin kaybetmesi, susayan kişinin serabın yanına geldiğindeki durumuna benzer. Bu; tasrihi istiaredir. Kâfirin aniden yakalanıp Allahın ordusundan alınması içeceği suya kavuşacağını zanneden ama yanına gittiğinde gördüğünün su olmadığını anlayan ve su zannettiği yere gittiğinde kendisini yakalamak veya esir etmek için bekleyen kişilerce yakalanan kişiye benzetilmiştir. (Âşûr)

 
Nûr Sûresi 40. Ayet

اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ي بَحْرٍ لُجِّيٍّ يَغْشٰيهُ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ سَحَابٌۜ ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍۜ اِذَٓا اَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرٰيهَاۜ وَمَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ لَهُ نُوراً فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ۟  ...


Yahut (inkârcıların küfür içindeki hâlleri) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. (Bir deniz ki) onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulutlar var. Karanlıklar üstüne karanlıklar. İnsan, elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez. Kime Allah nur vermezse, onun için nur diye bir şey yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 كَظُلُمَاتٍ karanlıklar gibidir ظ ل م
3 فِي içindeki
4 بَحْرٍ bir deniz ب ح ر
5 لُجِّيٍّ derin ل ج ج
6 يَغْشَاهُ ki üstünü örten غ ش و
7 مَوْجٌ bir dalga م و ج
8 مِنْ -nden
9 فَوْقِهِ onun üstü- ف و ق
10 مَوْجٌ bir dalga م و ج
11 مِنْ -nden
12 فَوْقِهِ onun üstü- ف و ق
13 سَحَابٌ bir bulut س ح ب
14 ظُلُمَاتٌ karanlıklar ظ ل م
15 بَعْضُهَا onun biri ب ع ض
16 فَوْقَ üstüne ف و ق
17 بَعْضٍ diğerinin ب ع ض
18 إِذَا ne zaman ki
19 أَخْرَجَ çıkarsa خ ر ج
20 يَدَهُ elini ي د ي
21 لَمْ
22 يَكَدْ neredeyse ك و د
23 يَرَاهَا onu dahi göremez ر ا ي
24 وَمَنْ bir kimseye
25 لَمْ
26 يَجْعَلِ vermemişse ج ع ل
27 اللَّهُ Allah
28 لَهُ ona
29 نُورًا bir nur ن و ر
30 فَمَا artık olmaz
31 لَهُ onun
32 مِنْ hiçbir
33 نُورٍ nuru ن و ر

اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ي بَحْرٍ لُجِّيٍّ يَغْشٰيهُ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ سَحَابٌۜ 

 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَظُلُمَاتٍ  car mecruru  كَسَرَابٍ ’ye matuftur. ف۪ي بَحْرٍ  car mecruru  ظُلُمَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.  لُجِّيٍّ  kelimesi بَحْرٍ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

يَغْشٰيهُ مَوْجٌ  cümlesi بَحْرٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

يَغْشٰيهُ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû mıuzari fiildir.  Muttasıl zamir  هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مَوْجٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ فَوْقِه۪ مَوْجٌ  cümlesi birinci  مَوْجٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ فَوْقِه۪  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَوْجٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مِنْ فَوْقِه۪ سَحَابٌ  cümlesi ikinci  مَوْجٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْ فَوْقِه۪  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

سَحَابٌ  muahhar mübteda olarak lafzen merfûdur. 

 

ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍۜ

 

ظُلُمَاتٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri;  هى dir.

بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍ  cümlesi  ظُلُمَاتٌ un sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

بَعْضُهَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَوْقَ  zaman zarfı mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  بَعْضٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 

اِذَٓا اَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرٰيهَاۜ 

 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخْرَجَ يَدَهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَخْرَجَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

يَدَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكَدْ  mukarebe fiillerinden olup nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

يَكَدْ in ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  يَرٰيهَا  fiili,  يَكَدْ ’in haberi olarak mahallen mansubdur.

يَرٰيهَا  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَخْرَجَ  fiili,sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. 


 وَمَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ لَهُ نُوراً فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَجْعَلِ  meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  لَهُ  car mecruru  يَجْعَلِ  fiiline mütealliktir. 

نُوراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا لَهُ مِنْ نُورٍ  cümlesi şartın cevabıdır.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

مِنْ  zaid harftir. نُورٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ي بَحْرٍ لُجِّيٍّ يَغْشٰيهُ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِه۪ سَحَابٌۜ

 

اَوْ  atıf harfidir.  كَظُلُمَاتٍ  önceki ayetteki  كَسَرَابٍ e matuftur. ف۪ي بَحْرٍ  car mecruru,  كَظُلُمَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.  لُجِّيٍّ  kelimesi بَحْرٍ  için sıfattır. 

يَغْشٰيهُ مَوْجٌ  cümlesi, بَحْرٍ ’in ikinci sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَوْجٌ  için sıfat olarak gelen  مِنْ فَوْقِه۪ مَوْجٌ  ve  مِنْ فَوْقِه۪ سَحَابٌۜ  cümlelerinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrurların müteallakı olan, mukaddem haberler mahzuftur.

Cümlelerin muahhar mübtedaları olan  سَحَابٌۜ  ve  مَوْجٌ  kelimelerindeki tenvin, tarifi mümkün olmayan nev ve kesret ifade eder.

مَوْجٌ - فَوْقِه۪  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بَحْرٍ - مَوْجٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ي بَحْرٍ لُجِّيٍّ (veya derin denizdeki karanlıklar gibidir) cümlesinde teşbîh-i temsîli vardır. Bu, teşbih ve temsilin güzellerindendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

اَوْ كَظُلُمَاتٍ ف۪ي بَحْرٍ لُجِّيٍّ يَغْشٰيهُ مَوْجٌ  ayeti (Onu bir dalga bürüyor) cümlesiyle bitseydi belîğ, tam bir mana ifade ederdi. Ancak bundan sonra gelen sıfatlar karanlığı ifade etmede mübalağa açısından en son noktaya ulaşmıştır. Böylece belâgatta zirveye ulaşmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Karanlıkta elin görülmemesi aklen ve âdeten mümkün bir durumdur. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

Allah’ın inkâr edenleri susayan kimsenin serabı su zannetmesine benzetmesinden sonra zikrettiği bu ayette aklın algılayabileceği bir konuda somut olarak mübalağa söz konusudur. Dolayısıyla anlam, tebliğ sanatı ile güçlendirilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اَوْ  kelimesi hakkında, birkaç izah şekli bulunur:

a) Bil ki Allah Teâlâ, kâfirin amelinin, iyi ise seraba benzediğini; kötü ise zulümat ve karanlıklar gibi olduğunu beyan etmiştir.

b) Sözün takdirî anlamı şöyledir: “Onların amelleri, ya çöllerdeki bir serap gibidir ki bu, ahirette olacaktır; yahutta denizdeki karanlıklar gibidir, ki bu da dünyadadır.”

c)  İlk ayet, onların işlerinin zikredilmesi, onların bunlardan hiçbir şey elde edemeyecekleri hakkında; ikinci ifade de onların inanç ve akideleri hakkındadır. Zira onların inançları, karanlıklara benzemektedir. (Fahreddin er-Râzî)

بَحْرٌ لُجِّىٌّ , içine düşen şeyin hemen dibi boyladığı, son derece derin ve büyük bir kütleye sahip su parçası, okyanus anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)

Çok dolu olan denizin dibi, suyunun derinliği ve doluluğundan dolayı son derece karanlık olur. Onun üzerindeki dalgalar ardarda geldiğinde ise karanlık iyice şiddetlenir. Bu dalgaların üzerinde bir de bulut bulunursa, o zaman karanlık son haddine ulaşır. Böyle bir denizin dibinde bulunan bir kimse ise karanlığın şiddetinin nihaî noktasındadır. El hakkında câri olan âdet, onun görülebilen ilk şey, görülemeyecek olan en son şey olduğu şeklinde olunca, Cenab-ı Hak, “Neredeyse o elini bile göremez.” buyurmuş, böylece Allah Teâlâ, bu karanlık ve zulmetin, son haddine ulaşmış olduğunu beyan etmiş, sonra da inancı itibariyle kâfiri buna benzetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

“Üstünde bir bulut” denilmesi, dalgaların sanki bulutlara ulaşmış gibi kat kat ve üst üste olduklarına işaret etmektedir. (Ebüssuûd)

 

ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍۜ

 

İstînâfiyye olarak gelen cümlede geçen  ظُلُمَاتٌ  kelimesi  هى  şeklindeki mukadder bir mübtedanın haberidir. Mübtedanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍ  cümlesi  ظُلُمَاتٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Cümlede, icaz-ı hazif vardır.  فَوْقَ بَعْضٍ , mahzuf habere mütealliktir.

بَعْضٍ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


 اِذَٓا اَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرٰيهَاۜ 

 

Fasılla gelen şart cümlesi olan  اَخْرَجَ يَدَهُ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)

فَ  karinesiyle gelen cevap,  لَمْ يَكَدْ يَرٰيهَا  cümlesi, nakıs fiil  كَادْ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَادْ ’nin haberi  يَرٰيهَا , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette  mübalağa sanatı vardır. Burada  ifade edilen “elin görünmemesi” aklen muhal olsa bile “neredeyse” ifadesi bu unsurları tahayyülde yaşatmış, ġuluv unsuru kullanılarak zihinde oluşan tabloda ifade, algıya yaklaştırılmıştır.

يَكَدْ ;  mukârebet, yaklaşma, olayazma ifade eder. Buna göre bu ifadenin anlamı, “vuku bulması yaklaşmadı” şeklindedir. Malumdur ki vukuu yaklaşmamış olan şey, vuku da bulmamıştır. (Fahreddin er-Râzî) 


وَمَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ لَهُ نُوراً فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ۟

 

وَ  istînâfiyye,  مَنْ  şart ismidir.  مَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ لَهُ نُوراً  cümlesi, isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

mübtedanın haberi olan لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ لَهُ نُوراً  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.  

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ۟ , faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi siyaktaki cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَظُلُمَاتٍ - مَوْجٌ - فَوْقَ - مِنْ - بَعْضٍۜ - نُورٍ۟  kelimelerinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sadri sanatları vardır. 

نُوراً - مَوْجٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  كَظُلُمَاتٍ - نُورٍ۟  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.  لُجِّيٍّ - فَوْقَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Buradaki teşbihin izahı hususunda başka açıklamalar da vardır: 

1) Allah Teâlâ üç çeşit karanlık zikretmiştir: Denizin karanlığı, dalgaların karanlığı ve bulutun karanlığı. Kâfir de aynen böyledir. Onun da üç zulümatı bulunur: itikat karanlığı, söz karanlığı ve amel karanlığı. Bu, Hasan el-Basrî’den rivayet edilmiştir.

2) Onların, kalbi, gözü ve kulağı bu üç zulmete teşbih edilmiştir. Bu, İbni Abbas'tan rivayet edilmiştir.

3) Kâfir bilmez, bilmediğini de bilmez. Bununla beraber bildiğini zanneder. 

4) Bu karanlıklar üst üstedir. Küfründe ısrarından dolayı kâfirin üzerinde de sapıklıklar üst üste binmiş, teraküm etmiştir. Öyle ki en açık deliller onun yanında zikrolunsa bile bunları anlamaz.

5) Bunlar, karanlık göğüs içindeki karanlık kalptir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu temsili müşebbeh ve müşebbehün bih açısından cüzlere ayrılabilir. Dalaletler karanlıklara, kafirlerin sayesinde yakınlık elde edeceğini sandığı amelleri denize benzetilmiştir. Göl gibi iyi amellerine batılları karıştırması, kendi iyi amel karışımında bir dalga gibidir ve onunla onları içine işler ve bu ilk dalgadır. 

Bu teşbihte, müşebbeh heyetinin cüzleriyle müşebbehün bihin cüzleri arasındaki benzeyişteki ayrımı dikkate almak uygun olur. Dalaletler karanlıklara, kâfirlerin yaklaşmak için yaptıkları ameller de denize benzetilmiştir. Göl ve benzerlerinde olduğu gibi sevaplarına batılları karıştırmaları; sevapları karıştıran bir dalgaya benzer ki bu ilk dalgadır.

Bunun benzeri olan putlar için kurban kesmek gibi küfür fiilleri de bütün bunların üzerine nüfuz ve fesatla gelen ezici dalgaya benzer ve ikinci dalgadır.

İyiyi, abesten ve çirkinden ayırt etme konusundaki inancın dalaleti de gökyüzündeki yıldızların ışıklarının kalan pırıltılarını örten bulutlar gibidir. Ondan amelinden istifade etmesini istemek, geç gelenin gemisini tamir etmek veya ihtiyacı olanı almak için elini uzatması gibidir ki bu kişi elini değil, ihtiyacı olan şeyi almak isteyeni görür. (Âşûr)

 
Nûr Sûresi 41. Ayet

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّـحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ  ...


Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah’ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 أَنَّ şüphesiz
4 اللَّهَ Allah’ı
5 يُسَبِّحُ tesbih ederler س ب ح
6 لَهُ onu
7 مَنْ kimseler
8 فِي olan
9 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
10 وَالْأَرْضِ ve yerde olan ا ر ض
11 وَالطَّيْرُ ve kuşlar ط ي ر
12 صَافَّاتٍ saflar halinde uçan ص ف ف
13 كُلٌّ her biri ك ل ل
14 قَدْ andolsun
15 عَلِمَ bilir ع ل م
16 صَلَاتَهُ kendi du’asını ص ل و
17 وَتَسْبِيحَهُ ve tesbihini س ب ح
18 وَاللَّهُ ve Allah
19 عَلِيمٌ bilmektedir ع ل م
20 بِمَا şeyleri
21 يَفْعَلُونَ onların yaptıkları ف ع ل
Tesbih, Allah Teâlâ’yı, kendine mahsus yüce sıfatlarıyla anmaktır, dar mânada O’nu, yakışmayan sıfatlardan tenzih etmektir, her çeşit noksanlıktan uzak ve berî olduğunu ifade etmektir. İnsanlar ve melekler gibi şuurlu varlıkların bu bilince dayalı bir tercihle tesbih etmeleri mümkündür, vâkidir. Diğer canlı, cansız varlıkların tesbihi ise ya hal diliyle, varlık ve hareketlerindeki özellik ve incelikleri gözler önüne sermek, programlandıkları gibi davranmak suretiyle olmaktadır veya Allah’ın kendilerine verdiği, bizim anlayamadığımız özel bir dil ile ifade edilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 88

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّـحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ 

 

 اَ istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تَرَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  تَرَ  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olarak lafzen mansubdur.  يُسَبِّـحُ  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

يُسَبِّـحُ  damme ile merfû muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  يُسَبِّـحُ  fiiline mütealliktir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü  يُسَبِّـحُ ’nun faili olarak mahallen merfûdur.

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.

الْاَرْضِ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. الطَّيْرُ  atıf harfi و ’la  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlüne matuftur.

صَٓافَّاتٍ  hal olup  nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

يُسَبِّـحُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ 

 

Cümle öncesinde geçen  مَنْ  ism-i mevsûlünün hali olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  عَلِمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

صَلَاتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَسْب۪يحَهُ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. 

 

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَلٖيمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  

مَٓا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. يَفْعَلُونَ fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّـحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfî muzari fiil sıygasında gelen cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen taaccüp ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayetin başındaki hemze istifhâm-ı inkârîdir. İstifham edatları birtakım karîneler sebebiyle asli manalarının (soru) dışına çıkarak pek çok farklı anlamda kullanılır.

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi   اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّـحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ , masdar teviliyle تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.  Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlesi  اَنَّ ’nin haberidir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُسَبِّـحُ  fiilinin faili olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in, irabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Car mecrur  لَهُ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü ve yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü   السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekânlardaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

السَّمٰوَاتِ’tansonra الْاَرْضِۜ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Tesbih edenlerin yeryüzü ve gökyüzünde olanla, kanat çırpan kuşlar olarak sayılması taksim sanatıdır. Tesbih etmekte cem’ edilmişlerdir.

يُسَبِّـحُ - وَتَسْب۪يحَهُ  ve  عَلِمَ - عَل۪يمٌ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَرَ  fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307) 

صَٓافَّاتٍ  (havada kanatlarını açıp yayarak) demektir. Alime fiilindeki zamir, ya hepsine ya da Allah'a racidir;  صَلَاتَهُ ve وَتَسْب۪يحَهُۜ (kendi duasını, kendi tesbihini) ifadesindeki zamirler de aynıdır. Salat, dua demektir. Allah’ın kuşlara kendi dua ve tesbihlerini ilham etmesi uzak görülemez. Nitekim akıllı varlıkların nerede ise bulamayacağı birtakım dakik bilgileri Allah onlara ilham etmiştir. (Keşşâf) 

Tesbih, hem gözle görmeyi hem de kalp ile bilmeyi içine alır. (Fahreddin er-Râzî)

Bu hitap, Resulullah (sav) için olup Allah'ın, ona nûr mertebelerinin en yükseğini ve en parlağını indirdiğini ve zahir âlem ile bâtın âlemin en ince ve küçük sırlarını beyan ettiğini bildirmektedir. (Ebüssuûd)

 

كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ 

 

Fasılla gelen cümle, öncesinde geçen  مَنْ  ism-i mevsûlden, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi hal sahibinin durumunun sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

كُلٌّ  mübtedadır. Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş mazi fiil sıygasındaki  قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُ  cümlesi,  كُلٌّ ’un haberidir. Faide-i haber talebî kelamdır. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. 

وَتَسْب۪يحَهُ , tezâyüf nedeniyle  صَلَاتَهُ ’ya atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Dua, tesbihten önce zikredilmiş, çünkü duanın mertebesi ondan öndedir. (Ebüssuûd)

Akıllıların tesbihi hakikidir. Kuşların tesbihi ise mecaz-ı mürseldir. Tenzihe delalet eder. O halde burada tesbih kelimesi hem hakiki hem mecazi manada kullanılmıştır. Bu nedenle, ikinci cümleyle aralarında bir fark vardır. Bu iki grup, yani akıllılarla kuşlar arasındaki farkı halletmek için salat ve tesbih zikredilmiştir. (Âşûr)

كُلٌّ  kelimesiyle bu iki grup birleştirilse de akıllılların tesbihi olarak salat kelimesi kullanılmıştır. Çünkü onların tesbihi hakikidir. Burada salat kelimesiyle kastedilen dua manasıdır. Ki dua etmek akıllıların özelliklerindendir. Tesbih kuşların bir hali değildir. Mecazi olarak akıllıların sesine delalet etmek üzere zikredilmiştir. Ve eğer bu arzu edilmeseydi şöyle denirdi: Herkes tesbihini bildi veya herkes duasını bildi. (Âşûr)

Hal lisanını, söz lisanı mertebesinde kabul ederek akıl sahiplerine mahsus bulunan ve tenzih mertebelerinin en kuvvetlisi ve zahiri olan tesbih ile onu ifade buyurmuş ve bu manayı, akıl sahipleri için kullanılan harfi  مَنْ , akıl sahipleri olmayanlar için kullanılan harfe  مَا  tercih etmekle de tekid etmiştir. (Ebüssuûd)

 

 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

 

 

وَ , istînafiyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsned olan  عَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  عَل۪يمٌ ’e mütealliktir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  يَفْعَلُونَ ,  tecessüm ve teceddüt ifade eder.

عَل۪يمٌ - عَلِمَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Cümle “Allah Teâlâ yaptıklarını bilir” anlamının yanında “Bilmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

عَلِمَ (İlim) fiili ise salatını-duasını bilen akıllılar ile tesbihlerini bilen kuşların farkını göstermek manasındadır, çünkü kuşların tesbihi şuursuz ve amel kastı olmaksızındır. (Âşûr)

 
Nûr Sûresi 42. Ayet

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ  ...


Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak Allah’adır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ ve Allah’ındır
2 مُلْكُ mülkü م ل ك
3 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
5 وَإِلَى ve
6 اللَّهِ Allah’adır
7 الْمَصِيرُ dönüş ص ي ر

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

مُلْكُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

 

 وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَى اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمَص۪يرُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ

 

Ayetin ilk cümlesi, önceki ayetteki  وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Car mecrurun takdimi kasr ifade eder. Tehir olması gereken bir unsurun takdim olması durumunda her zaman için maksûrun aleyh; takdîm olan kelimedir. Sonradan zikredilen lafız ise maksûrdur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.

Muahhar müsnedün ileyh olan  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ , az sözle çok anlam ifade etme yollarından olan, izafet terkibiyle gelmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَالْاَرْضِ  kelimesi, tezat sebebiyle muzâfun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.


 وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ

 

Ayetin fasılası olan  وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ , makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلَى اللّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Bu takdim kasr ifade eder. Yani bütün insanların hepsinin varış yeri sadece ve sadece Allah’adır. 

الْمَص۪يرُ  maksûr/sıfat,  اللّٰهِ  maksûrun aleyh/ mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l- mevsûftur. Dönüşün sadece Allah’a olduğu, ondan başka bir dönüş merciinin olmadığı, kasır üslubuyla etkili bir şekilde ifade edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır. Tekrarında ise cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, tehditte mübalağa ve hükmün illetini bildirmek içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümle ile ayetin içeriği arasındaki mükemmel uyum teşâbüh-i etrâf sanatının güzel bir örneğidir.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. 

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat, İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

 
Nûr Sûresi 43. Ayet

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَاباً ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَاماً فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ  ...


Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 أَنَّ şüphesiz ki
4 اللَّهَ Allah
5 يُزْجِي sürer ز ج و
6 سَحَابًا bulutları س ح ب
7 ثُمَّ sonra
8 يُؤَلِّفُ birleştirir ا ل ف
9 بَيْنَهُ onların arasını ب ي ن
10 ثُمَّ sonra
11 يَجْعَلُهُ onları yığar (sıkıştırır) ج ع ل
12 رُكَامًا birbiri üstüne ر ك م
13 فَتَرَى sonra görürsün ر ا ي
14 الْوَدْقَ yağmurun و د ق
15 يَخْرُجُ çıktığını خ ر ج
16 مِنْ -ndan
17 خِلَالِهِ arası- خ ل ل
18 وَيُنَزِّلُ ve indirir ن ز ل
19 مِنَ -ten
20 السَّمَاءِ gök- س م و
21 مِنْ -dan
22 جِبَالٍ dağlar- ج ب ل
23 فِيهَا orada
24 مِنْ
25 بَرَدٍ bir dolu ب ر د
26 فَيُصِيبُ vurur ص و ب
27 بِهِ onunla
28 مَنْ
29 يَشَاءُ dilediğini ش ي ا
30 وَيَصْرِفُهُ ve onu öteye çevirir ص ر ف
31 عَنْ -nden
32 مَنْ
33 يَشَاءُ dilediği- ش ي ا
34 يَكَادُ neredeyse ك و د
35 سَنَا parıltısı س ن و
36 بَرْقِهِ şimşeğinin ب ر ق
37 يَذْهَبُ alır ذ ه ب
38 بِالْأَبْصَارِ gözleri ب ص ر

  Elefe الف : ألِفٌ alfabe harflerinden biridir. إلْفٌ uyum içinde bir araya gelme ve kaynaşmadır. Ülfet اُلْفَةٌ sözcüğü de buradan gelir. Kaynaşmış olana da ألِيفٌ denir. مُؤَلَّفٌ muhtelif parçalardan bir araya getirilmiş ve öne alınması gerekenlerin öne, arkaya alınması gerekenlerin de arkaya alındığı bir şekilde düzenlenmiş şeydir.

Kureyş suresindeki إيلافٌ sözcüğü anlaştı/uyuştu anlamına gelen آلَفَ fiilinin mastarıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri elf(u selam), elif, ülfet, te'lif, müellif, îtilaf ve Elif'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَاباً ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَاماً فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ 

 

 اَ istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَرَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  تَرَ  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olarak fetha ile mansubdur.  يُزْج۪ي  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

يُزْج۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.

سَحَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir.  Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤَلِّفُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

بَيْنَهُ  mekân zarfı,  يُؤَلِّفُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. 

يَجْعَلُهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رُكَاماً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. الْوَدْقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪  cümlesi  الْوَدْقَ ’nin hali olup mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَخْرُجُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  مِنْ خِلَالِه۪  car mecruru  يَخْرُجُ  fiiline mütealliktir.


 وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يُنَزِّلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  يُنَزِّلُ  fiiline mütealliktir. 

مِنْ  harfi zaiddir. جِبَالٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ  cümlesi  جِبَالٍ ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

مِنْ  harfi zaiddir.  بَرَدٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

فَ  istînâfiyyedir.  يُص۪يبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  بِه۪  car mecruru  يُص۪يبُ  fiiline mütealliktir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.  يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

يَصْرِفُهُ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. يَصْرِفُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  يَصْرِفُهُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. 

يُزْج۪ي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  زجو ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يُؤَلِّفُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ألف ’dir.

يُنَزِّلُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ

 

يَكَادُ   mukarebe fiillerinden olup nakıs, merfû muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

سَنَا  kelimesi,  يَكَادُ ’nun ismi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

بَرْقِه۪  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِ  fiili cümlesi  يَكَادُ ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَذْهَبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. بِالْاَبْصَارِ  car mecruru  يَذْهَبُ  fiiline mütealliktir.

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَاباً ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَاماً فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıyga cümleye istimrar, teceddüt ve tecessüm anlamları katmıştır.

Hemze, inkâri istifham anlamındadır. Yani böyle bir şey olamaz, görmemiş olman mümkün değil anlamındadır. Soru anlamı dışında, inkâr ve Allah’ın sonsuz güç ve kudretini görünür kılma amacı için gelen bu cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i  ârif sanatı vardır.

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَاباً , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müteakip  ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ  ve  ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَاماً  cümleleri, aynı üslupla gelerek  اَنَّ ’nin haberi olan  يُزْج۪ي سَحَاباً  cümlesine atfedilmistir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Atıfla gelen  فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪  cümlesi  الْوَدْقَ ’den hal-i müekkide olarak ıtnâbtır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

لَمْ تَرَ - تَرَى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُزْج۪ي - يُؤَلِّفُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ  ifadesi de  فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ  [Bunun üzerine Musa’ya: ‘Asan ile denize vur!’ diye vahyettik; derhal yarıldı. (Şuara Suresi, 63)] ayetinin ifadesi kabilinden olup fiilden sonra neticenin pek süratle hasıl olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)


 وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

Cümle  وَ ’la,  فَتَرَى الْوَدْقَ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنْ جِبَالٍ , car mecruru  مِنَ السَّمَٓاءِ ’den bedeldir. Ayetteki ilk iki  مِنَ  ibtidaî gaye, üçüncüsü ise tebyiz ifade eder.

ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ  cümlesi  جِبَالٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede icaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  بَرَدٍ  muahhar mübtedadır.  مِنْ  zaiddir.

Aynı üslupta gelen  فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi … وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesine matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

يُص۪يبُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَشَٓاءُ , muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Aynı üslupta gelen  وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi de hükümde ortaklık sebebiyle  وَيُنَزِّلُ  cümlesine atfedilmiştir.

السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ  ibaresi de bir tevile göre istiâredir. Çünkü burada dağlar (جِبَالٍ) ile ağır bulutlar kastedilmiş; onlar yüksek tepelere ve yüce dağlara benzetilmiştir. Yine  مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا  ifadesindeki zamir de dağları değil semayı gösterir. Buna göre ayetin açılımı şöyledir: وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ (Allah, gökteki dağlar[misali bulutlar] dan dolular yağdırır). Yine مِنْ جِبَالٍ ف۪ي السَّمَٓاءِ  (gökteki dağlardan) ifadesinde güdülen maksat, o dağların yeryüzü dağlarından ayrı bir hususiyetinin bulunduğunu belirtmektedir. Çünkü biz  ف۪يهَا ’daki zamiri dağlara döndürecek olsaydık, bu anlatım, dağların (bulutlar) gökten yere inecek dağlar olduğu algısını uyandırırdı. Bu zamiri, semaya döndürdüğümüzde bu karışıklık önlenmiş olur. Yine burada benzetme yoluyla gökteki dağlardan bahsedilmesi de bizi şaşırtan ilginç bir anlatımdır. Çünkü gerçekte dağlar sadece yeryüzünde, toprağın yüzeyinde bulunur. (Kur’an Mecazları Şerif er-Radi)

Şayet  مِنَ السَّمَٓاءِ  ile  مِنْ جِبَالٍ  ve  مِنْ بَرَدٍ (O; dolu yüklü bulut dağlarını gökten indirip) ifadesinde birinci, ikinci ve üçüncü  مِنْ ’ler arasında fark vardır. Birincisi, gayenin başlangıcını bildirirken ikincisi bazı anlamı ifade eder; üçüncüsü ise açıklayıcıdır. Yahut ilk ikisi başlangıç bildirirken, sonuncusu bazı anlamı verir. Mana şöyledir: Allah gökten yani oradaki (bulut) dağlarından dolu indirir. 

Birinci tahlile göre  وَيُنَزِّلُ  fiilinin mef‘ûlü  مِنْ جِبَالٍ  terkibidir (Dağlar indirir anlamında).  مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ  terkibinde iki mana vardır: İlki, Allah’ın yeryüzünde kayalık dağlar yaratması gibi gökte de dolu dağları yaratmasıdır. İkincisi ise dağlarla çokluğu kastetmesidir; nitekim (altını çok olan kimse hakkında) “Falanca altın dağlarına sahiptir.” denilir. (Keşşâf)

يُص۪يبُ بِه۪ (İsabet ettirir) - يَصْرِفُهُ  (Çevirir) kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)  

Farklı görevlerde gelen  مِنْ  harf-i cerleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

مَنْ , يَشَٓاءُ , مِنْ , تَرَ  kelimelerinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. 

Cümledeki birinci  مِنْ , ibtidâ-i gaye içindir. Çünkü, inmenin başlangıcı semâdır. İkinci  مِنْ  teb’îziyyedir; çünkü Allah Teâlâ’nın indirdiği o şey; semadaki dağın bir kısmıdır. Üçüncü  مِنْ  beyâniyyedir. Çünkü o dağın cinsi, “dolu”dur, (o dolu dağıdır). (Fahreddin er-Râzî)

O halde bu harfler arasında cinas da vardır.

Buradan kudretin azametini, hikmetin yüceliğini ve ilahî ilmin enginliğini anlamaya intikal edilerek hüsn-i tahallus olmuştur. (Âşûr)


يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ

 

Cümle  الْوَدْقَ ’nın halidîr. Hal cümleleri manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Nakıs fiil  كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِ cümlesi  كَاد ’nun haberidir.  كَاد ’nin ismi  سَنَا بَرْقِه۪ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

السَّمَٓاءِ - سَحَاباً - بَرَدٍ - الْوَدْقَ -  بَرْقِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümlede mübalağa sanatı vardır.

Şimşek, hayalen ve aklen gözlerin görmesini giderir. Ama âdeten böyle değildir. Bu yüzden Allah, imkânsızlığı imkâna yaklaştırmak için  يَكَادُ ُ(neredeyse) kelimesini getirmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

Bu ayet, ilâhî kudretin kemalini gösteren en kuvvetli delillerdendir. Zira bu, zıddı, zıttan üretmek kabilindendir. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
40. ayetteki iki temsil, inkârcıların durumunu anlama ve açıklama açısından oldukça önemlidir. Bir defa, onların yaptıkları bütün işler, dünyada kendilerine geçici bir süre fayda sağlar gibi görünse hatta sağlasa da, sonu itibariyle özellikle âhiretleri adına azaptan ibarettir. Ayrıca, zihinleri ve kalbleri Allah'ın nüruyla, vahye dayalı gerçek ilimle aydınlanmış ve samimi olarak Allah yolunda gayret sarf eden mü'minler oldukça, inkârcıların Allah'ın nürunu söndürme, onun yayılmasını önleme adına yaptıkları her şey boşa gitmeye mahkümdur. Bu yaptıkları da, neticede kendileri için hem dünyada hem Âhiret'te azap sebebi olacaktır. İkinci olarak, onların kalbleri de, zihinleri de, hayatları ve dünyaları da kapkaranlıktır. Âhirette de kendilerini bekleyen yine karanlıklardır. Allah'ın nürundan istifadeleri yoktur ki, zihinlerini, kalblerini, hayatlarını, dünyalarını ve âhiretlerini aydınlatsın. Dolayısıyla, onların aydınlanma deyip aydınlanma zannettikleri her şey, aslında kat kat karanlıktan ibarettir, İçinde ellerini bile göremeyecekleri bu karanlık katmanlarına gömülmüş bulunan inkârcılar doğru olan yolu da göremezler ki, dünya hayatındaki yolculukları sonunda onları kurtuluşa götürsün.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Dünya işlerine gömüldükten sonra ‘Zamanım yok!’ dedi. Bu bahaneyi kullanarak Allah’ın emirlerini; belki hiç yerine getirmedi. Belki yaptıklarını aceleye getirdi. Belki de az yaptıklarıyla övünerek çok büyük bir iş başardığını düşündü. 

Daha fazla para ve daha fazla mutluluk umuduyla, dünyaya sarıldı. Sarıldıkça, dünya kaçtı. Yaşlandıkça, güzelliklerin hepsini tek tek geri aldı. Dünya işleri, çöldeki susuzun gördüğü serap misaliydi. İstediklerine kavuştuğunda, her seferinde hayallerindeki gibi doymadığını farkederdi.

Yaşadığı hayal kırıklıklarıyla, dünya işlerine daha da asıldı. Kontrolü ele nasıl geçiririm diye hesaplar yaptı. Ahiret işleri hatırlatıldığında: ‘Zamanım yok!’ diye tekrarladı. Bir gün anladı ki, sorun zamanın olmamasında değildi, önceliklerini sıralamasındaydı. Zamanını harcamayı seçtiklerindeydi.

Allah’ın rızasının olmadığı her dünyalık iş, hüsranla bitecekti. Zira, sadece dünyayı isteyenin gözü asla doymayacak ve zamanı tükenince de ahirette eli boş çıkacaktı. Allah’ın rızasını gözeterek yaşayan ise, dünya işlerini de bu niyetle yaptığı için iki cihanda da karlı çıkacaktı. 

Ey dilediğine rızkı hesapsız veren Allahım! Halimizi; dünya meselelerine gömülenlerin ve önceliklerini dünya işlerine göre belirleyenlerin hallerine benzemesinden koru. Rızanı umarak yaptıklarımız, verdiğin ve istediğimiz nimetlerine kıyasla çok küçüktür. O yüzden, iki cihanda da, bizi merhametinle daha güzeli ile mükafatlandırmanı ve lütfundan daha fazlasını vermeni isteriz. 

Ey zamanın sahibi olan Allahım! Günümüzde zamanımızdan çalanların sayısı çok fazladır. Bizi; sahip olduğu zamanını en güzel şekilde değerlendirenlerden eyle. Sana ibadet ettiğimiz zamanlarda, sevdiğinin yanında her anın tadını çıkaranlar gibi olmamızı nasip eyle. Zamanımıza bereket, irademize güç, bedenimize kuvvet, zihnimize dinçlik, evimize muhabbet ve gönlümüze iman huzuru ver.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji