بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يُقَلِّبُ اللّٰهُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
يُقَلِّبُ اللّٰهُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ
Fiil cümlesidir. يُقَلِّبُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. النَّهَارَ atıf harfi وَ ’la الَّيْلَ ‘ye matuftur.
يُقَلِّبُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قلب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
عِبْرَةً kelimesi اِنَّ ’nin ismi olarak lafzen mansubdur. لِاُو۬لِي car mecruru عِبْرَةً ’e mütealliktir. اُو۬لِي cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ي ’dir. Aynı zamanda muzâftır. الْاَبْصَارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.يُقَلِّبُ اللّٰهُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
يُقَلِّبُ اللّٰهُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ [Allah, gece ile gündüzü çevirir] cümlesinde hoş bir istiare vardır. Çünkü maksat, eşyayı maddî olarak çevirmek değildir. Bu fiil, gece ile gündüzün art arda getirilmesi için müsteâr olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Bu fiil (يُقَلِّبُ ), takip etmek manasında müstear olmuştur. Bu, işin devamlı olduğunu ifade eder. Somut şeylerin değişmesi manasında değildir. Yani gündüzün ortaya çıkıp geceyi yok etmesi ve gecenin ortaya çıkıp gündüzün yok olması, sanki bir çocuğun bir yerden diğerine geçmesine veya bir kârî’nin kitap sayfalarını arka arkaya çevirmesine benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
الَّيْلَ - النَّهَارَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütelliktir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ذٰلِكَ ile işaret edilmesi önemini vurgulamak ve dikkat çekmek içindir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde de istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
43-44: Zuhaylî’nin beyanına göre 43. ayetin يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ şeklindeki son kısmında ve يُقَلِّبُ اللّٰهُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَار şeklindeki 44. ayet hakkında şunları söyleyebiliriz: İlk ayette geçen الْاَبْصَار kelimesi ile ikinci ayette geçen الْاَبْصَار arasında cinâs-ı tam vardır. Zira birincisinde murad gözler iken ikincisinde akıllar ve kalpler yani basirettir.
Şiddetli ışık vermesi sebebiyle şimşeğin aydınlığı kendisine bakanların gözlerini/görme yetilerini giderir. Bu, bir şeyden kendi zıddının meydana gelmesi cihetiyle Allah’ın kemâl-i kudretine en kuvvetli delildir. Geceyle gündüzün evrilip çevrilmesi ise birbirlerini takip etmeleri, birinin yerine diğerinin gelmesi, birinin uzamasıyla diğerinin kısalması veya sıcaklık soğukluk, aydınlık karanlık gibi değişken durumlarıdır. İşte bütün bunlarda düşünen akıl ve basiret sahipleri için el-Kadîm ve es-Sânî‘ olan Allah’ın varlığına, sonsuz kudretine, her şeyi kuşatan ilmine, dilediğini yapabileceğine ve ihtiyaçtan münezzeh olduğuna dair deliller vardır. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Burada gözlerinin önünde olan gündüz gece değişiminden, idraki açık olan müminlerden başkası ibret almadığı için uzak için kullanılan ism-i işaretle bahsedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur’an’da العِبْرَةُ kelimesi cins ifade eden elif lam ile marife olarak kullanılmadığı gibi çoğul olarak da kullanılmamıştır. (Âşûr)وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى رِجْلَيْنِۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰٓى اَرْبَعٍۜ يَخْلُقُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
2 | خَلَقَ | yarattı |
|
3 | كُلَّ | her |
|
4 | دَابَّةٍ | canlıyı |
|
5 | مِنْ | -dan |
|
6 | مَاءٍ | su- |
|
7 | فَمِنْهُمْ | onlardan |
|
8 | مَنْ | kimi |
|
9 | يَمْشِي | yürür |
|
10 | عَلَىٰ | üzerinde (sürünerek) |
|
11 | بَطْنِهِ | karnı |
|
12 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
13 | مَنْ | kimi |
|
14 | يَمْشِي | yürür |
|
15 | عَلَىٰ | üstünde |
|
16 | رِجْلَيْنِ | iki ayak |
|
17 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
18 | مَنْ | kimi |
|
19 | يَمْشِي | yürür |
|
20 | عَلَىٰ | üstünde |
|
21 | أَرْبَعٍ | dört (ayak) |
|
22 | يَخْلُقُ | yaratır |
|
23 | اللَّهُ | Allah |
|
24 | مَا | ne |
|
25 | يَشَاءُ | dilerse |
|
26 | إِنَّ | çünkü |
|
27 | اللَّهَ | Allah |
|
28 | عَلَىٰ | zerine |
|
29 | كُلِّ | her |
|
30 | شَيْءٍ | şey |
|
31 | قَدِيرٌ | kadirdir |
|
وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ cümlesi mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
دَٓابَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْ مَٓاءٍ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir.
فَ tefr’iyyedir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَمْش۪ي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَمْش۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلٰى بَطْنِ car mecruru يَمْش۪ي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ۚ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى رِجْلَيْنِۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰٓى اَرْبَعٍۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki car mecrur مِنْهُمْ ’e matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَمْش۪ي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَمْش۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلٰى رِجْلَيْنِ car mecruru يَمْش۪ي fiiline mütealliktir.
مِنْهُمْ atıf harfi وَ ’la önceki car mecrur مِنْهُمْ ’e matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَمْش۪ي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَمْش۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلٰٓى اَرْبَعٍ car mecruru يَمْش۪ي fiiline mütealliktir.
يَخْلُقُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُۜ
Fiil cümlesidir. يَخْلُقُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُۜ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰه lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يرٌ ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَد۪يرٌ kelimesi اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. قَد۪يرٌ kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى رِجْلَيْنِۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰٓى اَرْبَعٍۜ
Allah Teâlâ, bu ayet-i kerimede kudretinin büyüklüğünü beyan ediyor ve bütün canlıları sudan yarattığını bildiriyor. Burada ifade edilen مَٓاءٍ (su)’dan maksat, ya menidir yahut da her şeyin aslının sudan olduğuna işarettir. (Taberî)
وَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ cümlesi haberdir.
دَٓابَّةٍ (canlı) kelimesi aklı eren ve ermeyen bütün varlıkları kapsar. Bu bakımdan akıl sahibi olan varlık, akıl sahibi olmayan varlıklarla birlikte bulunduğundan dolayı tağlib üslubuyla gelmiştir. (Kurtubî)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Halidî, Vakafat, s. 107)
دَٓابَّةٍ ’deki tenvin, kesret, nev, مَٓاءٍۚ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
مَٓاءٍ kelimesindeki nekrelik, her hayvan türü için suyun farklı özellikleri olduğuna işaret ederek nev’ini belirtmek içindir. Maksat, üzerinde düşünmeyi artırmak için insanları meni farklılığına karşı uyarmaktır. (Âşûr)
فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ۚ cümlesi فَ ile خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası olan يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. Muzari fiil cümleye teceddüt ve tecessüm anlamı katmıştır.
Aynı üslupta gelen … وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى رِجْلَيْنِۚ cümlesi … فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ۚ cümlesine matuftur.
بَطْنِه۪ۚ - رِجْلَيْنِۚ kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Cümlede tağlîb sanatı vardır. دَٓابَّةٍ , akıllı ve akılsız canlıları kapsamaktadır.
Allah Teâlâ, ayette önce كُلَّ دَٓابَّةٍ (her canlı) ifadesiyle yüksek cinsi zikretmiş, ardından da car ve mecrur olan فَمِنْهُمْ ve وَمِنْهُمْ ifadelerinden sonra bu yüksek cinsin içindeki cinsleri ve türleri tefsir etmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
وَ جَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلِّ شَيْءٍ حَيِّ [Biz canlı olan her şeyi sudan yarattık.] (Enbiya Suresi, 30) ayetinde الْمَاءِ (su) kelimesi neden marife gelmiş? dersen şöyle derim: Allah Teâlâ burada başka bir mana kasdetmektedir: Canlı cinslerinin tümü bu cinsten yaratılmıştır ki o da su cinsidir. Bu durum, her ne kadar su ile bu cinsler arasına vasıtalar girse de suyun asıl olduğunu ifade eder. Demişlerdir ki: Allah melekleri sudan yarattığı rüzgârdan yaratmış; cinleri sudan yarattığı ateşten yaratmış; Âdem’i de sudan yarattığı topraktan yaratmıştır. (Keşşâf)
Ayette, sürüngenlerin hareketi için kullanılan sürünmek manasındaki زحف fiili yerine yürümek manasındaki مَشَي fiilinin kullanılması, ayakları üzerine yürüyen diğer hayvanlarla birlikte anılmasına bağlayarak istiare ya da müşâkele sanatıyla açıklanmıştır. (Ebüssuûd, İrşâd, c. IV, s. 189)
فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ [Onlardan kimi karnı üzere yürür.] Mesela, yılan gibi sürünmeye yürüme denilmesi istiare yoluyladır ya da şeklen benzediği içindir. (Beyzâvî)
خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ ifadesi خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ şeklinde de okunmuştur. دَٓابَّةٍ (canlı) kelimesi, akıllı ve akılsız varlıklara verilen isim olunca akıllı varlıklar galip kabul edilerek ötekilere de onların hükmü verilmiş; sanki canlıların tümü akıllı imiş gibi ifade edilmiş ve karnı üzerinde sürünenler ve dört ayağı üzerinde yürüyenler için (akıllı varlıklar için kullanılacak) فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي ifadeleri kullanılmıştır. (Keşşâf)
Şayet مِنْ مَٓاءٍۚ (Bir sudan) ifadesinde kelime neden nekre kullanıldı? dersen şöyle derim: Mana şöyledir: Allah bütün canlıları suyun o canlıya özgü bir türünden yaratmıştır. Yahut Allah, tüm canlıları özel bir sudan -yani nutfeden- yaratmış; sonra nutfeden mahlukat arasında farklı mahluklar yaratmıştır ki bir kısmı haşerat, bir kısmı dört ayaklı hayvan, bir kısmı da insanlardır. “Her biri aynı su ile sulanır, fakat onları tat bakımından birbirinden üstün kılmışızdır.” (Rad Suresi, 4) ayeti de buna benzemektedir.
Allah Teâlâ, akıllı olmayanları, akıllı olanlarla birlikte zikretmiştir ki akıllı olanlar, melekler, insanlar ve cinlerdir. Binaenaleyh, akıllı olanlara layık olan lafız umuma teşmil edilmiştir(tağlîb). Çünkü kıymetliyi asıl, kıymetsizi ise tabi kılmak aksini yapmaktan daha evladır. Nitekim Arapçada, hem adam hem de deve için “Bu gelenler kim?” ifadesi kullanılmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
Aynı üslupta gelen وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰٓى اَرْبَعٍۜ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası olan يَمْش۪ي عَلٰٓى اَرْبَعٍ , müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. Muzari fiil cümleye, teceddüt ve tecessüm anlamı katmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
دَٓابَّةٍ ’nin tüm halleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ۚ ve وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى رِجْلَيْنِۚ ve وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰٓى اَرْبَعٍۜ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يَخْلُقُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُۜ
Öncesinin mazmununu tekid için gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
خَلَقَ - يَخْلُقُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, sanatları vardır.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve car mecrurun takdiminin tahsis ifade etmesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Lafza-i celâlin zamir makamında zahir olarak zikredilmesinde iltifat, ıtnâb ve kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedün ileyh olan Allah lafzının üç kez zikredilmesi şüphesiz müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Çünkü nefis O’nun vaadiyle mutmain olur.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
شَيْءٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle hasr ifade eder. Yani O’nun, her şeye gücü yeter. Gücünün yetmediği hiçbir şey yoktur. Mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ maksûrun aleyh, قَد۪يرٌ ise maksûrdur. Kudreti her şeyi kapsar.
قَد۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin fasılası, küçük değişikliklerle Kur'an’da çok kez tekrarlanmıştır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Cümlede müsned olan, Allah Teâlâ'nın kādir sıfatının, ayetin içeriğiyle uyumu açısından mükemmel bir tercih olduğu aşikardır. Bu uyum bedî’ sanatlardan teşâbüh-i etrâftır.
فَمِنْهُمْ - مَنْ - يَمْش۪ي- عَلٰى - كُلِّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍۜ
Fiil cümlesidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَنْزَلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اٰيَاتٍ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. مُبَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ ’nin sıfatı olup kesra ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْـنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُبَيِّنَاتٍ kelimesi, sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
يَهْد۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَهْد۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dür. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلٰى صِرَاطٍ car mecruru يَشَٓاءُ fiiline mütealliktir. مُسْتَق۪يمٍ kelimesi صِرَاطٍ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْتَق۪يمٍ kelimesi, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Önceki ayetteki lafza-i celâlin zikrinden sonra bu ayette, azamet zamirine iltifat edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
مُبَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
اٰيَاتٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Hak Teâlâ’nın, “And olsun ki Biz, açık açık ayetler indirdik.” buyruğuna gelince evla olan, buradaki “açık ayetleri” her türlü delil ve ibret verici şey manasına almaktır. Kur'an-ı Kerim, adeta bütün her şeyi ihtiva ettiği için buradaki ayetlerle Kur'an'ın kastedilmiş olması doğru olur. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Cümle وَ ’la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
مُسْتَق۪يمٍ kelimesi صِرَاطٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَنْزَلْـنَٓا ve اللّٰهُ kelimeleri arasında iltifat sanatı vardır.
صِرَاطٍ ’deki tenvin, tazim ve teşrif içindir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ifadesinde istiare vardır. “Sırat” kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. Müşebbehün bih yani müstearun minh zikredildiği için istiâre-i tasrîhîyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Sırat, üzerinde ne kadar insan olursa olsun hepsini içine alabilen, duruma göre genişleyebilen ve insanı hedefe götüren yol demektir. Dine “yol” adının verilmesi, cennete götürücülüğünden dolayıdır. O halde din, cennete götüren yol demektir. (Kurtubî)
Ayetteki “Allah kimi dilerse, onu doğru yola iletir.” cümlesi ile, “Allah, kendisine itaat edip, sevaba müstehak olanları cennetine hidayet eder, iletir.” manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَيَقُولُونَ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالرَّسُولِ وَاَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۜ وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَقُولُونَ | ve diyorlar |
|
2 | امَنَّا | inandık |
|
3 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
4 | وَبِالرَّسُولِ | ve Rasule |
|
5 | وَأَطَعْنَا | ve ita’at ettik |
|
6 | ثُمَّ | sonra |
|
7 | يَتَوَلَّىٰ | dönüyor |
|
8 | فَرِيقٌ | bir grup |
|
9 | مِنْهُمْ | onladan |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | بَعْدِ | ardından |
|
12 | ذَٰلِكَ | bunun |
|
13 | وَمَا | ve değillerdir |
|
14 | أُولَٰئِكَ | bunlar |
|
15 | بِالْمُؤْمِنِينَ | inanmış |
|
وَيَقُولُونَ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالرَّسُولِ وَاَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اٰمَنَّا بِاللّٰهِ ’dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنَّا fiiline mütealliktir.
بِالرَّسُولِ atıf harfi وَ ’la بِاللّٰهِ ’ye matuftur.
اَطَعْنَا atıf harfi وَ ’la اٰمَنَّا ’ya matuftur. اَطَعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَوَلّٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. فَر۪يقٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْهُمْ car mecruru فَر۪يقٌ ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir. مِنْ بَعْدِ car mecruru يَتَوَلّٰى fiiline mütealliktir.
İsm-i işaret ذٰلِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يَتَوَلّٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اٰمَنَّا fiilleri sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dır.
اَطَعْنَا fiilleri sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ
وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi فَر۪يقٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. مَٓا cinsini nefyeden olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
اُو۬لٰٓئِكَ işaret ismi مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِالْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi,sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَقُولُونَ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالرَّسُولِ وَاَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۜ
Ayette Allah Teâlâ münafıkların sözlerini bildiriyor.
وَ istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiilin gelmesi teceddüt ve istimrar ifadesi içindir.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالرَّسُولِ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَاَطَعْنَا cümlesi اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالرَّسُولِ cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle …وَيَقُولُونَ اٰمَنَّا cümlesine atfedilen يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sözlerinden dönüşlerinin ذٰلِكَ ile ifade edilmesi onları kınama ve tahkir içindir.
Duruma işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
اٰمَنَّا - مُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, اَطَعْنَا - يَتَوَلّٰى kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
فَر۪يقٌ ’daki tenvin tahkir ifade eder.
يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ cümlesiyle اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالرَّسُولِ وَاَطَعْنَا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ
Cümle, sözlerinden dönenlerin durumunu bildirmektedir. Hal cümlesi olarak وَ ’la gelmiş menfi sübut ifade eden isim cümlesidir. مَٓا ’nın, ليس gibi amel ettiği cümlede مَٓا ’ın haberine dahil olan بِ harfi zaiddir.
Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ifadesinin yanında kibir ve gururda ne kadar ileri gittiklerini işaret eder. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
ذٰلِكَۜ - اُو۬لٰٓئِكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ [Mümin değiller bunlar!] cümlesi “İnandık, itaat ettik.” diyenlere işaret eder veya yüz çeviren grubu gösterir. Birinci işarete göre cümlenin anlamı, sadece yüz çeviren grubun değil, tümünün imansız olduğunun Allah tarafından bildirilmesidir. İkinci işarete göre ise mana, yüz çeviren grubun daha önce imandan nasipleri olmadığının Allah tarafından bildirilmesidir. Bunların imanı kalbin tasdiki olmaksızın sadece dil ile iddia etmekten ibarettir. Zira bu söz gönül rızasıyla ve sağlam bir inançtan kaynaklansaydı, bunu yüz çevirme ve yan çizme takip etmezdi.
بِالْمُؤْمِن۪ينَ kelimesinin marife getirilmesi, onların bilinen müminlerden olmadıklarına delalet eder. Müminler iman üzere sabit, dosdoğru olan ve ancak şu kimseler mümindir ki Allah ve Resulü'ne iman etmiş, sonra da şüpheye düşmemişlerdir (Hucurat Suresi, 15) ayetinde özellikleri anlatılan kimselerdir. (Keşşâf)
اُو۬لٰٓئِكَ ile marifelik onların bildik müminler olmadıklarını göstermek içindir. Bildik müminler ise imanda ihlaslı olanlar ve onun üzerinde sebat edenlerdir. (Beyzâvî)
وَاِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ
وَاِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دُعُٓوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. دُعُٓوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru دُعُٓوا fiiline mütealliktir.
رَسُولِه۪ atıf harfi وَ ’la اِلَى اللّٰهِ ‘ye matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يَحْكُمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren nasb harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel لِ harf-i ceriyle دُعُٓوا fiiline mütealliktir.
نْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْكُمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
بَيْنَ mekân zarfı, يَحْكُمَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا mufacee harfidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasındadır.
فَر۪يقٌ mübteda olup lafzen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru فَر۪يقٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
مُعْرِضُونَ haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. مُعْرِضُونَ kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ
Ayet önceki cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Şart cümlesi olan دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
دُعُٓوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
رَسُولِه۪ izafetinde رَسُولِ ’nin Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf oluşu, Hz. Peygambere tazim, teşrif ve destek içindir.
Allah'ın zikredilmesi tazim içindir ve gerçekte hüküm verenin o olması dolayısıyladır. (Beyzâvî)
Allah'ın zikri, Resulullah’ı tazim için ve Allah katındaki yüksek makamını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Sebep bildiren cer harfi لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte دُعُٓوا fiiline mütealliktir.
لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ [Hükmetmek için] diye buyurulup “hükmetmeleri için” denilmemesi Resulullah’ın (sav) kastedilmiş olması dolayısıyladır. (Kurtubî)
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ , mufacee harfi اِذَا ’nın dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. فَر۪يقٌ mübteda, مُعْرِضُونَ haberdir.
Müsnedün ileyhin tenkiri tahkir içindir.
Müsned olan مُعْرِضُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu durumun devamlılığına işaret etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
Bu cümleye dahil olan اِذَا , mufacee harfidir. İsim cümlesine dahil olduğunda اِذَا , mufacee bildirir. ‘Aniden, bir de bakmışsın ki’ anlamlarına gelir.
Ayetteki, farklı görevde olan iki اِذَا arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
دُعُٓوا (çağrıldılar) - مُعْرِضُونَ (yüz çevirdiler) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Cenab-ı Hak, aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulullah'a çağrıldıklarında, içlerinden bir kısmının yüz çevirdiklerini beyan buyurmuştur ki bu, Resulullah'ın (vereceği) hükme razı olmama demektir. Hak Teâlâ, ‘Eğer hak kendileri lehinde ise itaat ile koşa koşa ona gelirler ifadesi ile onların, ancak hakkın başkasına ait olduğunu bildiklerinde veya şüphe ettiklerinde yüz çevirdiklerine; ama kendilerine bir hak doğduğunu bildiklerinde yüz çevirmeyi bırakıp, o hükme koşuşup, ondan razı olduklarına” dikkat çekmiştir. Bu ifadede onların hak değil aksine dünyevî menfaat peşinde olduklarına bir delil vardır bu da bir münafıklıktır. (Fahreddin er-Râzî)وَاِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ يَأْتُٓوا اِلَيْهِ مُذْعِن۪ينَۜ
Ze'ane ذعن : İf'al formundaki مُذْعِنٌ lafzı , أذْعَنَ fiilinin ismi faili olan boyun eğen demektir.
Ayrıca uysal ve itaat eden deveye de ناقَةٌ مِذْعانٌ denmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de yalnız bir defa ismi fail formunda geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli izandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ يَأْتُٓوا اِلَيْهِ مُذْعِن۪ينَۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.
يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. يَكُنْ nakıs,meczum muzari fiildir.
لَهُمُ car mecruru يَكُنْ ’un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. الْحَقُّ kelimesi, يَكُنْ ’un muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
فَ karinesi olmadan gelen يَأْتُٓوا cümlesi şartın cevabıdır. يَأْتُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَيْهِ car mecruru يَأْتُٓوا fiiline mütealliktir. مُذْعِن۪ينَ hal olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُذْعِن۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ يَأْتُٓوا اِلَيْهِ مُذْعِن۪ينَۜ
Ayet, önceki ayete matuftur. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Şart cümlesi اِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ ’da takdim-tehir ve icaz-ı hazif vardır. كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde لَهُمُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْحَقُّ , muahhar mübtedadır.
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi يَأْتُٓوا اِلَيْهِ مُذْعِن۪ينَ , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اِنْ şart edatı, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali bulunan fiillerde, başka bir deyişle, bir olay veya eylem, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimallerini eşit derecede taşıyorsa kullanılır. Eylemin gerçekleşeceği kesin bilindiğinde ise اِذَا edatı kullanılır. (Cürcânî, Delâilu’l-İʻcâz, s. 82)
اِلَيْهِ kelimesi يَأْتُٓوا fiilinin müteallikidir; çünkü أتي ve جاء fiilleri اِلَيْ ile geçişli olurlar.
مُذْعِن۪ينَ kelimesine müteallık da olabilir; çünkü bu kelime itaatte süratli anlamına gelmektedir. Sılası (müteallik) kendisinden önce geçtiği ve tahsise delalet ettiği için bu daha güzeldir. Mana şöyledir: Onlar senin yanında acı gerçekten ve sırf adaletten başka bir şey olmadığını bildikleri için hak kendilerine ağır geldiğinde, onların aleyhine hasımları lehine hükmederek gözbebeklerini yuvalarından fırlatmayasın diye senin huzurunda mahkemeleşmekten kaçınıyorlar. Ama hak kendi lehlerine hasımları aleyhine sabit olursa hasmın zimmetinde sabit olanı alıp onlara vermen için koşa koşa sadece senin yanına geliyorlar. (Keşşâf)
Eğer hak onların olursa aleyhlerine olmazsa ona koşa koşa gelirler itaat ederek, çünkü lehlerine hüküm verileceğini bilirler. اِلَيْهِ lâfzı يَأْتُٓوا ’nun yahut مُذْعِن۪ينَ sılasıdır (müteallik), başa geçmesi ise tahsis içindir. (Beyzâvî)
Önceki ayetteki مُعْرِضُونَ (yüz çevirenler) ile مُذْعِن۪ينَۜ (itaat ederek gelenler) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.اَف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَمِ ارْتَابُٓوا اَمْ يَخَافُونَ اَنْ يَح۪يفَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُۜ بَلْ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفِي | -mı var? |
|
2 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinde |
|
3 | مَرَضٌ | bir hastalık- |
|
4 | أَمِ | yoksa |
|
5 | ارْتَابُوا | şühpe mi ettiler? |
|
6 | أَمْ | yoksa |
|
7 | يَخَافُونَ | korkuyorlar mı? |
|
8 | أَنْ | diye |
|
9 | يَحِيفَ | haksızlık yapacak |
|
10 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
11 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
12 | وَرَسُولُهُ | ve Elçisinin |
|
13 | بَلْ | hayır |
|
14 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
15 | هُمُ | onlar |
|
16 | الظَّالِمُونَ | zalimlerdir |
|
اَف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَمِ ارْتَابُٓوا اَمْ يَخَافُونَ اَنْ يَح۪يفَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُۜ
Hemze istifhâm harfidir. ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرَضٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. ارْتَابُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَخَافُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel amili يَخَافُونَ ’nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir.
يَح۪يفَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru يَح۪يفَ fiiline mütealliktir.
رَسُولُ atıf harfi وَ ’la اللّٰهُ ’ya matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَلْ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ۟
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir.
هُمُ الظَّالِمُونَ۟ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
الظَّالِمُونَ۟ haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الظَّالِمُونَ۟ kelimesi, sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَمِ ارْتَابُٓوا اَمْ يَخَافُونَ اَنْ يَح۪يفَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُۜ
Bundan önce onların bir takım tahkik edilmiş mevcut çirkinlikleri ile beklenen çirkinlikleri ortaya konulduktan sonra burada ise onların mezkûr yüz çevirmeleri inkâr ve takbih edilmekte, onun kaynağı beyan edilmekte ve kaynağının çeşitleri belirtilmektedir. (Ebüssuûd)
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, azarlama kastıyla gelen inkârî istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Sübut ifade eden isim cümlesi formundaki cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَرَضٌ muahhar mübtedadır.
مَرَضٌ ’daki tenvin, kesret ve nev içindir.
Müteakip iki cümle bu cümleye اَمْ atıf harfiyle atfedilmiştir. Her ikisi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ ve akabindeki يَح۪يفَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ cümlesi, masdar tevili ile يَح۪يفَ fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir. Müspet muzari fiil sıygasında,faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur عَلَيْهِمْ , ihtimam için رَسُولُهُۜ ’ya takdim edilmiştir.
Masdar-ı müevvel muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah Teâlâ’ya ait zamirin رَسُولُ ’ye izafesi, Resulullah’a tazim ve teşrif içindir.
Münâfıklar hakkındaki bu ayet-i kerîmede مَرَضٌ kelimesinde istiare yapılmıştır.
مَرَضٌ bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. مَرَضٌ bedeni, şeytanın vesvesesi ve nifak kalbi ifsad eder.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ifadesinde istiare vardır. ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Beyân İlmi Kur’an Işığında Belâğat Dersleri)
Cümlenin [Kendilerine haksızlık eder diye mi korkarlar?] şeklinde soru şeklinde gelmesi, azarlama üslubunun daha ağır, yermenin daha ileri derecede olmasından dolayıdır. (Kurtubî)
بَلْ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ۟
İdrâb ve ibtidaiyye harfinin dahil olduğu cümle müstenefedir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasr ifade eder.
Haberin الْ takısıyla marife olması muhataplar tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Ayrıca bu cümlede kasr ifade eder. Zalim olmak onlara hasredilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. Onların zalim olduğunu gözler önüne sererek anlamı kuvvetlendirmiştir.
İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade eder.
هم zamiri, mübteda ve haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
İsm-i işaretin gelişi haberin tekid edilmesi içindir. Böylece 4 tekid meydana gelmiştir: İkincisi, hasr sıygasıyladır. Öyleyse tahsis ve hasr değil sadece tekid üzerine tekiddir. Üçüncüsü fasıl zamiri, dördüncüsü ism-i işarettir. (Âşûr)
Son cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, fasıl zamiriyle tekrar edilmesi, müsnedin ism-i fail ve marife gelişi onların zalim olduklarını gözle görülür gibi inkârı mümkün olmayacak derecede olduğunun delilleridir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | ancak |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | قَوْلَ | sözü |
|
4 | الْمُؤْمِنِينَ | inananların |
|
5 | إِذَا | zaman |
|
6 | دُعُوا | çağırıldıkları |
|
7 | إِلَى |
|
|
8 | اللَّهِ | Allah’a |
|
9 | وَرَسُولِهِ | ve Rasulüne |
|
10 | لِيَحْكُمَ | hükmetmesi için |
|
11 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | يَقُولُوا | demeleridir |
|
14 | سَمِعْنَا | işittik |
|
15 | وَأَطَعْنَا | ve ita’at ettik |
|
16 | وَأُولَٰئِكَ | işte |
|
17 | هُمُ | onlardır |
|
18 | الْمُفْلِحُونَ | kurtuluşa erenler |
|
اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
قَوْلَ kelimesi, كَانَ ’nin mukaddem haberi olup lafzen mansubdur. الْمُؤْمِن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دُعُٓوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. دُعُٓوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru دُعُٓوا fiiiline mütealliktir.
Şartın cevabı önceki cümlenin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فإنّما قولهم سمعنا (Muhakkak ki onları sözleri işittik şeklindedir.) şeklindedir.
رَسُولِه۪ atıf harfi وَ ’la اِلَى اللّٰهِ ‘ye matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يَحْكُمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren nasb harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mecrur mahaldedir ve başındaki lam harfiyle beraber دُعُٓوا fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْكُمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بَيْنَ mekân zarfı olup يَحْكُمَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ ’dir. يَقُولُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. سَمِعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. اَطَعْنَاۜ atıf harfi وَ ’la سَمِعْنَا ’ya matuftur.
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir. هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. مُفْلِحُونَ haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. مُفْلِحُونَ kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Müstenefe cümlesi olarak gelen ayet kasr üslubuyla tekid edilmiş, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede كان ’nin haberi قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ izafetidir.
Kasrın اِنَّمَا ile yapılmasından muhatabın konunun cahili olmadığı anlaşılmaktadır. كان ’nin ismi ve haberi arasındaki kasr, قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ mevsuf/maksûr, masdar-ı müevvel sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani zikredilen mevsufta bu sıfattan başkasının olmamasıdır. Ama bu sıfat mevsuftan başkalarında bulunur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ
Şart cümlesi olan دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
دُعُٓوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
Sebep bildiren لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde دُعُٓوا fiiline mütealliktir.
Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri فإنَّمَا قَوْلُهُمْ سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا (Onların sözü sadece işittik ve itaat ettik şeklindedir.) şeklinde olabilir.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
رَسُولِه۪ izafetinde رَسُولِ ’nin Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf oluşu, Hz. Peygambere tazim, teşrif ve destek içindir.
اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ cümlesi 48. ayetteki cümleyle aynıdır. İki cümle arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنْ ve akabindeki يَقُولُوا cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan سَمِعْنَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Aynı üslupta gelen اَطَعْنَاۜ cümlesi, mekulü’l-kavle matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
قَوْلَ - يَقُولُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Ayetin son cümlesi ile bir önceki ayetin son cümlesi mukabele teşkil etmektedir. Önceki ayetteki اُو۬لٰٓئِكَ münafıkları, bu ayetteki ise müminleri işaret etmektedir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsneddeki الْ takısı kasr ifade eder.
Haberin الْ takısıyla marife olması kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Kurtulanlar sadece onlardır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Onlardan başka kurtulan yoktur.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade eder. Müsnedün ileyhin zikredilecek habere layık olduğuna tenbîh vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
Haberin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُو۬لٰٓئِكَ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesinde icaz-ı kasr vardır. İcaz-ı kasr, az sözle çok mana ifade etmek yani lafzen bir hazif olmamakla beraber kısa, tam bir cümleyle çok mana ifade etmek demektir. “İşittik ve itaat ettik” diyenlerin cehennem ateşinden kurtularak cennete kavuşacakları az lafızla ifade edilmiştir.وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللّٰهَ وَيَتَّقْهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللّٰهَ وَيَتَّقْهِ
وَ istînâfiyyedir. Atıf harfi veya itiraziyye olması da caizdir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi, mübteda olan مَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُطِـعِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَسُولَهُ atıf harfi وَ ’la اللّٰهَ lafza-i celâl’e matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَخْشَ atıf harfi وَ ’la يُطِـعِ ’ya matuftur. يَخْشَ fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَتَّقْهِ atıf harfi وَ ’la يَخْشَ ’ya matuftur. يَتَّقْهِ fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
İsim cümlesidir. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir.
هُمُ الْفَٓائِزُونَ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. الْفَٓائِزُونَ haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْفَٓائِزُونَ kelimesi, sülâsi mücerredi فوز olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللّٰهَ وَيَتَّقْهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
Şart üslubunda gelen cümlede وَ , istînâfiyye, atıf veya itiraziyyedir. Şart ismi olan مَنْ mübtedadır. Şart cümlesi مَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi, مَنْ ’in haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
رَسُولَ ’nin Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması onu tazim ve teşrif içindir.
وَيَخْشَ اللّٰهَ cümlesi ile يَتَّقْهِ cümlesi, şart cümlesine matuftur. Aynı üslupla gelen cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
وَيَخْشَ اللّٰهَ cümlesinde zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti ve muhabbeti artırmak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen cevap فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ şeklinde faide-i haber inkârî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olması, işaret edilen kimselere tazim ve teşrif ifade eder. Uzağı işaret eden ism-i işaret olması, onların mertebelerinin yüceliğine işarettir.
Son cümlede icaz-ı kasr vardır. هُمُ , fasıl zamiridir, kasr ifade eder.
Haberin marife gelmesi ve fasıl zamiri olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesi, ayrıca sübut ifade eder. Haberin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr sebebidir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kazanmak sadece onlara tahsis edilmiştir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim içindir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
Bilindiği gibi fasıl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasrlarda, fasıl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nispetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasrlarda vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin elif-lam ile marife yapılması burada kasr olduğunu gösterir. Bu kasr kasr-ı iddiâî olup ermiş oldukları başarının azamet ve yüceliğindeki mübalağa manasını sağlar. Öyle ki başkalarının başarısı, onların başarısı yanında yok hükmünde görülmektedir. (Âşûr, Tevbe Suresi 20)
Burada; “Kim farzlarda Allah’a, sünnetlerde Resule itaat ederse, geçmişte yapılan şeyler sebebiyle Allah’tan korkarsa, gelecekteki amelleri konusunda da takva sahibi olursa kazananlardan olur.” manası kastedilmiştir. فَٓائِزُونَ (Murada erenler) da (cehennem ateşinden kurtulanlar ve cennete girenler) demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ اَمَرْتَهُمْ لَيَخْرُجُنَّۜ قُلْ لَا تُقْسِمُواۚ طَاعَةٌ مَعْرُوفَةٌۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَقْسَمُوا | ve yemin ettiler |
|
2 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
3 | جَهْدَ | var gücüyle |
|
4 | أَيْمَانِهِمْ | yeminlerinin |
|
5 | لَئِنْ | eğer |
|
6 | أَمَرْتَهُمْ | onlara emredersen |
|
7 | لَيَخْرُجُنَّ | (savaşa) çıkacaklarına |
|
8 | قُلْ | de ki |
|
9 | لَا |
|
|
10 | تُقْسِمُوا | yemin etmeyin |
|
11 | طَاعَةٌ | itaatiniz |
|
12 | مَعْرُوفَةٌ | malumdur |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | خَبِيرٌ | haberdardır |
|
16 | بِمَا | şeylerden |
|
17 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ اَمَرْتَهُمْ لَيَخْرُجُنَّۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَقْسَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اَقْسَمُوا fiiline mütealliktir.
جَهْدَ masdardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اَيْمَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ şart harfi olup iki muzari fiili cezm eder. اَمَرْتَهُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa إِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, ikinci mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يَخْرُجُنَّ fiili نَ ’un sübutuyla mebni, muzari fiildir. İltika-i sakineynden dolayı zamir olan çoğul وَ mahzuftur. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
اَقْسَمُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قسم ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلْ لَا تُقْسِمُواۚ طَاعَةٌ مَعْرُوفَةٌۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l kavli, لَا تُقْسِمُواۚ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تُقْسِمُواۚ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
طَاعَةٌ mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, خبر من قسمكم (Sizin tarafınızdan bir haberdir.) şeklindedir.
مَعْرُوفَةٌ kelimesi طَاعَةٌ ’in sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعْرُوفَةٌ sülâsisi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
خَب۪يرٌ kelimesi اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle خَب۪يرٌ ’a mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
خَب۪يرٌ kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ
Ayet, 51. ayetteki …اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَيْمَانِهِمْۙ için muzâf olan جَهْدَ , mahzuf mef’ûlu mutlaktan naibdir. Veya hal konumunda masdardır. (Muhyiddin Derviş)
اَيْمَانِهِمْ - اَقْسَمُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kasem Tabirinin Yemin Manasına Taşınması:
Vahidî şöyle demektedir: “Yemine, kasem adı verilmiştir. Çünkü yemin, ister müspet isterse menfi olsun, insanın haber verdiği, bildirdiği haberi tekid etmek için vaz edilmiştir. Haber doğru veya yalan olabileceği için haber veren kimse doğru tarafını yalan tarafına tercih etmek için böyle bir yola başvurmaya muhtaç olur. Ki bu yol da yemin etme yoludur. Yemin etmeye, ancak bu haberi duyduğunda insanlar, onu tasdik eden veya yalanlayanlar şeklinde kısımlara ayrıldığı zaman ihtiyaç duyulur. Araplar yemin etmeye kasem adını vermişler ve bunu, أفْعَلَ sıygasıyla ifade ederek أقْسَمَ فُلانٌ يُقْسِمُ إقْسامًا (Falanca yemin etti.) demişler; bununla da o kimsenin tercih ettiği yemini tekid ettiğini ve doğruluğu yemin ve kasem vasıtasıyla seçmiş olduğu kaseme havale ettiğini kastederler. (Fahreddin er-Râzî, Enam Suresi 109)
جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ (Eğer ağır yeminleriyle) terkibinde latif bir istiare vardır. Münafıkların son derece kuvvetli ve ağır bir şekilde ettikleri yeminler, istiare yoluyla, yapamayacağı bir işe kendini zorlayan ve bunun için bütün gücünü harcayan kimseye benzetildi. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
لَئِنْ اَمَرْتَهُمْ لَيَخْرُجُنَّۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Kasem üslubunda gayrı talebî inşaî isnaddır. لَ mahzuf kasem fiilinin cevabının başına gelen lâm-ı muvattıa, ئِنْ şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan اَمَرْتَهُمْ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَيَخْرُجُنَّ cümlesi kasemin cevabıdır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ لَا تُقْسِمُواۚ
قُلْ emriyle başlayan istînâf cümlesi, talebî inşaî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تُقْسِمُوا cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَقْسَمُوا - لَا تُقْسِمُواۚ kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
طَاعَةٌ مَعْرُوفَةٌۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
طَاعَةٌ kelimesi هى şeklindeki mukadder bir mübtedanın haberidir.
مَعْرُوفَةٌ kelimesi طَاعَةٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ayetteki, طَاعَةٌ مَعْرُوفَةٌۜ ifadesi mahzûf bir mübtedanın haberidir. Burada hazf edilmiş olan طَاعَتُكُمْ (sizin itaatiniz) kelimesidir. Bu cümle yemin etmeye dair yasaklamanın gerekçesini açıklamakta ve sanki bu şekilde onlara şöyle denilmektedir: İtaat iddianıza dair yemin etmeyiniz. Çünkü sizin itaatinizin; sadece dil ile yapıldığı ve kalplerinizle örtüşmediği herkes tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla cümlenin takdiri: Sizden beklenen müminlerin gerçek/saf itaati gibi kendisinde şüphe bulunmadığı bilinen iyi bir itaatte bulunmanızdır. İkinci bir îrab değerlendirmesine göre طَاعَةٌ مَعْرُوفَةٌۜ ifadesi mübtedadır, haberi mahzuftur. Yani gücünüz nispetindeki makbul ve maruf bir itaat yalan yere yemin etmenizden daha uygundur. (Âlûsî, Ruhu’l Meâni, c. 18, s. 199)
طَاعَةٌ (itaat) - اَمَرْتَهُمْ (onlara emrettin) ve خَب۪يرٌ - مَعْرُوفَةٌۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
طَاعَةٌ kelimesindeki nekrelik, طَاعَةٌ kelimesinin nev ‘i içindir. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu بِ harf-i ceriyle birlikte خَب۪يرٌ ’e mütealliktir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَعْمَلُونَ , tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Burada ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümlede Allah Teâlâ'nın sıfatlarından خَب۪يرٌ ’in seçilmesinin, ayetin genel manasıyla, uyumu açısından son derece isabetli bir tercih olduğu aşikardır.
Kuran’da çok sık karşılaşılan bu edebi üslub teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
“Tezyîl’in kelamda çok değerli bir yeri ve önemli bir konumu vardır. Çünkü o manaya açıklık ve maksada belirginlik kazandırmaktadır. Bazı belâgatçılar, “Belâgat üç -işaret, tezyîl ve müsâvât- yerdedir” demişlerdir.” (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Bazı sözler vardır. Manası derindir ama söylendiğiyle kalır, ne yazıktır. ‘Allah ve Rasul’une itaat ettim.’ demek kolaydır. Farklı haller ve farklı dönemlerde, bu söze sadık kalmak ise yürek istemektedir. Zira, nefsi dünyalık bahanelere kanmaya hazırdır.
Bazı sorular vardır. İsteneni duymak için sorulur. Fakat, hakikat ile umulan her seferinde örtüşmemektedir. Bu, her şeyi o andan ve kendisinden ibaret sanana ağır gelir. Kalbi ise, hakikat ile hevesinin örtüşmemesinin imtihan olduğunu hatırlatır.
Bazı istekler vardır. İnsanın nefsi susmak bilmez ve çırpındıkça çırpınır. Verdiği sözleri tutmamak ve Allah’ın sınırlarının ötesine tek bir adım atmak için bahaneler türetir. Dünyayı gözünde büyütür, uyarılara kulaklarını tıkar ve kendisini acındırır.
Bazı tavizler vardır. Peşinden nicesini getirir. İnsan ise tek bir tavizle durabileceğine inanır. Nefsi için yaşayanın, kontrolün kendisinde olduğuna inanması ne gariptir. Bir gün dönüp bakarsa eğer, sınırdan ne kadar uzaklaştığını görür.
Ey Allahım! Halimizi anlayan Sensin. Korktuklarımızdan emin olmak ve umduklarımıza kavuşmak için huzuruna geldik. Gönlümüzdekileri arzetmek ve rahmetini dilemek için ellerimizi açtık.
Ey Allahım! Bizi; görenlerden ve düşünenlerden eyle. Kalbin çürümesinden ve şüpheye düşmekten, Sana sığınırız. Rahmetin ile; Sana verdiğimiz sözler, dilimizden kalbimize aksın ve iznin ile oraya yerleşsin. Senin sınırlarının ötesi, bizim için ihtimal bile olmasın. Anlık dalgınlıklarla sınırlarda dolaşan nefsimize, kalbimizden kopan ‘Allah!’ lafzı yetsin.
Amin.
Denir ki, adaletin bir yolu da haksızlığını kabul edebilmekten geçer. Ancak o zaman yapılan uyarılar ve hatırlatılan gerçekler işitilir. Zira, kul duymak istediklerinden ötesinin olduğunu kabul eder. Nefsinin hizmetçisi olmak yerine; Allah’a doğru kul olmak için çabalar.
Denir ki, adaletin bir yolu da hatalarının bir bedeli olabileceğini kabulden geçer. Ancak o zaman hataları tekrarlamaktan sakınır ve doğru tedbirler alınır. Zira, o kul asıl rahmetini istediği Rabb’ine yönelmiştir. Onun derdi, dünyada paçayı sıyırmak değildir; Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Allahım! Bedenî ve kalbî her türlü hastalıktan Sana sığınırız. Bizi; kullarını Sana ulaştıran hakikatleri görememekten, işitememekten ve tanıyamamaktan muhafaza buyur. Kullarını Sana kavuşturan amellerden uzaklaşmaktan muhafaza buyur.
Allahım! Önyargılı davranarak; kendimize ve başkalarına zulüm etmekten Sana sığınırız. Sadece nefsimizin almak istedikleriyle meşgul olup; iki cihandaki iyiliklerle huzurun ve kurtuluşun fırsatlarını kaçıranlara benzemekten muhafaza buyur.
Allahım! Senin rızanı kazanmamıza vesile olacak ama nefsimize ağır gelen -ve gelmeyen- gerçekleri bize sevdir; işleri ise kolaylaştır. Gözlerimiz, kulaklarımız ve kalplerimiz; hakikat alametlerine karşı açık olsun. Benliklerimiz; Sana kulluğu sevsin ve istesin. Bizi, daima tavizin her türlüsünden sakınanlardan; Senin emirlerine ve Senin rızanı kazanmaya öncelik verenlerden eyle.
Allahım! Adaletsiz davranmaktan ve adaletsiz davrananlardan Sana sığınırız. Bizi, her anında Senin kulun olduğunu hatırlayanlardan; her sözünü ve her hareketini doğru tartanlardan; Seni ve Senin sevdiklerini isteyenlerden eyle. Allahım! Bizi sev. İki cihanda da sevindir. Sevdiklerini bize, bizi de sevdiklerine sevdir. Rahmetinle kolaylaştır. Muhabbetinle doldur. Bizi, Sana ve Senin dostlarına kavuştur.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji