7 Temmuz 2025
Nûr Sûresi 54-58 (356. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nûr Sûresi 54. Ayet

قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْۜ وَاِنْ تُط۪يعُوهُ تَهْتَدُواۜ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  ...


“Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَطِيعُوا ita’at edin ط و ع
3 اللَّهَ Allah’a
4 وَأَطِيعُوا ve ita’at edin ط و ع
5 الرَّسُولَ Rasule ر س ل
6 فَإِنْ eğer
7 تَوَلَّوْا dönerseniz و ل ي
8 فَإِنَّمَا artık ancak
9 عَلَيْهِ onun sorumluluğu
10 مَا şeydir
11 حُمِّلَ kendisine yükletilen ح م ل
12 وَعَلَيْكُمْ ve sizin sorumluluğunuz
13 مَا şeydir
14 حُمِّلْتُمْ size yükletilen ح م ل
15 وَإِنْ ve eğer
16 تُطِيعُوهُ ona ita’at ederseniz ط و ع
17 تَهْتَدُوا doğru yolu bulursunuz ه د ي
18 وَمَا ve değildir
19 عَلَى düşen
20 الرَّسُولِ Rasule ر س ل
21 إِلَّا başka bir şey
22 الْبَلَاغُ duyurmaktan ب ل غ
23 الْمُبِينُ açık bir şekilde ب ي ن

Hz. Peygamber’in ve müminler topluluğunun, içlerinde farklı inanç gruplarının da bulunduğu topluma karşı, dini tebliğ etme ve açık bir şekilde anlatma yanında, hukukî ve sosyal adaleti gerçekleştirme, edep ve ahlâkı hâkim kılma, kamu düzenini sağlama, ülkeyi ve temel değerleri koruma gibi sorumluluk ve yükümlülükleri vardır; bunun böyle olduğu sayısız âyet ve hadisle ortaya konmuştur. Buradaki ifadeden maksat, “Apaçık tebliğ ettiğiniz halde itaat etmezlerse bunun sorumluluğu, dünya ve âhiretteki olumsuz sonuçları kendilerine aittir, kendi kusurlarının sonucudur; bundan siz sorumlu olmazsınız, Allah, niçin onları itaatkâr kılmadınız diye size sormaz” demektir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 91

قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli  اَط۪يعُوا اللّٰهَ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَط۪يعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَط۪يعُوا الرَّسُولَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

اَط۪يعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَط۪يعُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İf’al babı fiile ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَوَلَّوْا  şart fiili, damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir. 

عَلَيْهِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  حُمِّلَ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

حُمِّلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

عَلَيْكُمْ مَا  atıf harfi و ’la makabline matuftur.

حُمِّلْتُمْ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

حُمِّلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  حمل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

 

 وَاِنْ تُط۪يعُوهُ تَهْتَدُواۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تُط۪يعُوهُ  şart fiili  نَ ‘un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  تَهْتَدُوا  cümlesi şartın cevabıdır. 

تَهْتَدُوا  fiili  نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُط۪يعُو  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

 

فَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  عَلَى الرُّسُلِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

اِلَّا  hasr edatıdır.  الْبَلَاغُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْمُب۪ينُ  kelimesi ise  الْبَلَاغُ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُب۪ينُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.  

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir.

قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَط۪يعُوا اللّٰهَ  cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelen  وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ  cümlesi, mekulü’l-kavle hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Burada  قُلْ  “De ki…” emrinin tekrar edilmesi, bunun son derece önemli olduğunu belirtmek ve ikisinin farklı olduğunu zımnen bildirmek içindir.

Çünkü birincisinde söylenen, ret ve azarlama yoluyla bir yasaktır. İkincisinde söylenen ise teklif ve teşrî’ yoluyladır.

Onların itaati mezkûr şekilde vasıflandırıldıktan sonra burada mutlak olarak zikredilip sıhhat ve ihlas gibi vasıflarla vasıflandırılmaması, onların itaatinin asla itaat olmadığına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)  

اَط۪يعُوا  fiili, atfedilen cümlede önemine binaen, tekid amacıyla tekrarlanmıştır. Itnâb babındandır.

Allah’a itaatin zikrinden sonra Resulü'ne itaat emri, hususun umuma atfı babında ıtnâbdır. Allah'a itaat eden Resulü'ne itaatsizlik etmez.

Terim olarak “tekrar”, “söz söyleyenin, bir vasıf, övgü, yergi, korkutma, tehdit vb.lerini tekid etmek için bir kelimeyi lafız ve mana olarak yeniden söylemesi, tekrar etmesi yani iki kere söylemesidir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

Ayette zamir yerine zahir ismin (Allah) tercih edilmesi ve gaibden muhatap ifadesine geçilmesi, itaat cihetini tayin ve onun illetini bildirmek içindir. Zira emrolunan itaat, Peygamberin (s.a.) şahsı itibariyle değil, Allah’ın elçisi olması itibariyledir. Ve hiç şüphe yok ki (ayette zikredilen) risalet unvanı, itaatin muciplerinden ve sebeplerindendir. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ, iltifat sanatı gereği, sözü gaib sıygadan muhatap sıygasına çevirmiştir ki bu, onların susturma hususunda daha edebî bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)


فَاِنْ تَوَلَّوْا 

 

فَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  تَوَلَّوْا  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  şartın cevabı için rabıtadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, فلا ضرر عليه (Artık size bir zarar yoktur.) olan cevap cümlesi mahzuftur.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

تَوَلَّوْا - اَط۪يعُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

Bu hitap, Allah tarafından itaate memur edilen kimselere yönelik olup bu emri pekiştirmek, ona uymanın gerekliliğini kuvvetlice ifade etmek ve muhatapları, korkutmak ve teşvikle ona hamletmek içindir. Zira her hangi bir maksat için sevk edilen kelamın üslubunu değiştirmek, söyleyenin buna yeni bir önem verdiğini bildirir ve dinleyen için de ziyadesiyle rağbet celp eder. Özellikle bu değişikliğin, vasıtalı hitabın, vasıtasız hitaba dönüştürülmesi şeklinde olması daha da anlamlı olur. Zira Allah'ın, Peygamberimiz vasıtasıyla emir etmesinden sonra bizzat onlara hitap buyurması ve emre uymak ile ondan yüz çevirmek hükmünü icmalî veya tafsîli olarak beyan buyurması, zikredilen tekid ve kuvveti daha iyi ifade etmektedir. (Ebüssuûd) 

 

 فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْۜ 

 

Mahzuf cevap için ta’liliyye hükmündeki  فَاِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ  cümlesi kasr edatı  اِنَّمَا  ile  tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْهِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Car mecrurun takdimi siyaktaki önemine binaendir.

Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  حُمِّلَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Aynı üslupta gelen  وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْۜ  cümlesi, önceki kasr cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Bu iki cümle arasında mukabele sanatı vardır. 

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

حُمِّلَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i İbrahim, s. 127)

عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْ (Onun sorumluluğu kendisine yüklenen, si­zin sorumluluğunuz da size yüklenendir) cümlesinde müşâkele sanatı vardır. Yani ona yüklenen tebliğ görevi, size yüklenen ise yalanlamanızın günahıdır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)

Ayette geçen  حُمِّلَ  (görev yüklenmesi)  fiillerini, Zemahşerî ve Beyzâvî lügavî ve şer’i örfe uygun olarak tefsir ederlerken Ebüssuûd, burada Hz. Peygamberle ilgili olarak kullanılan  مَا حُمِّلَ  (üzerine yüklenen sorumluluk) ifadesinin müşâkele yoluyla kullanıldığı görüşünü savunmuştur. Zira Allah Resulünün (s.a.) apaçık görevi olan tebliğ tamamlanmıştır. Ümmetin itaat görevi ise devam etmektedir. Burada tahmîl kelimesinin seçilmesi, muhtemeldir ki işin ağırlığını ve bunun hala ümmetin uhdesinde duran bir sorumluluk olduğunu hissettirmek içindir. (Adem Yerinde, Dil ve Belâgat Yönünden Ebüssuûd Efendi’nin Tefsiri İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm) 

 

 وَاِنْ تُط۪يعُوهُ تَهْتَدُواۜ

 

اِنْ تَوَلَّوْا  cümlesine matuf olarak gelen,  اِنْ تُط۪يعُوهُ تَهْتَدُوا  şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  تَهْتَدُوا , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تُط۪يعُوهُ - تَوَلَّوْا  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. Allah Teâlâ, iltifat sanatı gereği, sözü gaib sıygadan muhatap sıygasına çevirmiştir ki bu, onları susturma hususunda daha edebî bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)

Gaybdan hitap üslubuna geçişte, söylenecek şeyin kıymetine dikkat çekmek vardır. 

اَط۪يعُوا - تُط۪يعُوهُ  ve  حُمِّلَ - حُمِّلْتُمْۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyyedir.  تُط۪يعُوهُ  fiilindeki gaib zamirden hal olması da caizdir. 

وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  sözü  مَا حُمِّلَ  daki ibhamın beyanıdır. (Âşûr)

Menfi isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَى الرَّسُولِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ, muahhar mübtedadır. Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّٓا  ile kasr oluşmuştur. Kasr-ı mevsûf ale’l-sıfattır. Habere müteallik olan  عَلَى الرَّسُولِ, mübteda olan  الْبَلَاغُ ya kasredilmiştir. 

Ayette  Peygamber Efendimizin vazifesi sadece tebliğe kasredilmiştir. Kasr sebebiyle cümlede olumlu ve olumsuz iki mana vardır.

الْمُب۪ينُ  kelimesi  الْبَلَاغُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

اَط۪يعُوا  , الرَّسُولِ  , عَلَيْ  , مَا , اِنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu kelam, makablini açıklayıp yüz çevirmenin kötü sonuçlarının ve itaatin faydasının yalnız kendilerine ait olduğunu bildirmektedir.

Burada elçiden murad ya bütün peygamberlerdir yahut da izaha muhtaç her şeyi izah eden Peygamberimizdir. (Ebüssuûd)

 
Nûr Sûresi 55. Ayet

وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۖ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْناًۜ يَعْبُدُونَن۪ي لَا يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـٔاًۜ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ  ...


Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَدَ va’detmiştir و ع د
2 اللَّهُ Allah
3 الَّذِينَ kimselere
4 امَنُوا inanan(lara) ا م ن
5 مِنْكُمْ sizden
6 وَعَمِلُوا ve yapanlara ع م ل
7 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
8 لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ onları hükümran kılacaktır خ ل ف
9 فِي
10 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
11 كَمَا gibi
12 اسْتَخْلَفَ hükümran kıldığı خ ل ف
13 الَّذِينَ kimseleri
14 مِنْ
15 قَبْلِهِمْ onlardan önceki ق ب ل
16 وَلَيُمَكِّنَنَّ ve sağlamlaştıracaktır م ك ن
17 لَهُمْ kendilerine
18 دِينَهُمُ dinlerini د ي ن
19 الَّذِي
20 ارْتَضَىٰ razı olduğu ر ض و
21 لَهُمْ kendileri için
22 وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ ve onları erdirecektir ب د ل
23 مِنْ
24 بَعْدِ ardından ب ع د
25 خَوْفِهِمْ korkularının خ و ف
26 أَمْنًا (tam) bir güvene ا م ن
27 يَعْبُدُونَنِي bana kulluk edecekler ع ب د
28 لَا
29 يُشْرِكُونَ ortak koşmayacaklar ش ر ك
30 بِي bana
31 شَيْئًا hiçbir şeyi ش ي ا
32 وَمَنْ ama kim(ler)
33 كَفَرَ inkar ederse ك ف ر
34 بَعْدَ sonra ب ع د
35 ذَٰلِكَ bundan
36 فَأُولَٰئِكَ işte
37 هُمُ onlar
38 الْفَاسِقُونَ yoldan çıkanlardır ف س ق

Hicretten sonra bu âyetin geldiği günlerde müslümanlar geleceklerinden emin değillerdi, devamlı düşman korkusu içinde huzursuz bir hayat sürüyorlardı. Tefsir kitaplarında, bu âyetin yorumlandığı yerde, mevsuk bulunarak Ebü’l-Âliye’den nakledilen şu değerlendirme, söz konusu ruh halini tam olarak yansıtmaktadır: Hz. Peygamber ve ashabı Mekke’de, savaş için ilâhi izin çıkmadan, on yılı aşkın bir süre korku içinde ve gizli olarak halkı, Allah’ın birliğine, imana ve yalnızca O’na kul olmaya davet ettiler. Sonra Medine’ye hicret izni gelince oraya göç ettiler, arkasından savaş emri geldi, orada korku çekerek, gece gündüz silâhlı dolaşarak sabırla beklediler. Bu günlerin sonlarına doğru bir sahâbî Hz. Peygamber’e sordu: “Ey Allah’ın resulü! Devamlı korku ve tehlike içinde mi yaşayacağız, silâhı bırakıp güvenlik ve huzur içinde yaşayacağımız bir gün gelmeyecek mi?” Allah resulü şu cevabı verdi: “İçinizden bir kimsenin, silâh taşımadan, elbisesine bürünerek kalabalıklar arasında rahatça oturacağı günlere kavuşmak için çok değil, biraz daha sabredeceksiniz.” Bu sözün üzerinden çok zaman geçmeden tefsir ettiğimiz âyet vahyedildi. Allah Teâlâ resulünü Arap yarımadasına hâkim kıldı, silâhı bıraktılar. Daha sonra içine düştükleri iç savaş günlerine kadar Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ın hilâfetlerinde aynı huzur ve güven içinde yaşadılar. Sonra tekrar korkulu günlere girdiler, korunaklar ve korumalar edindiler. Hâsılı onlar durumlarını değiştirdiler, bu yüzden içinde bulundukları huzur da değişip yok oldu (İbn Kesîr, VI, 85-86).

Allah Teâlâ’nın, daha öncekilere verdiği gibi bu ümmete de vereceğini vaad ettiği şey hilâfet olup, bunu verme fiilini ifade eden şekillerden biri de hilâfetle aynı kökten türetilmiş bulunan istihlâf kelimesidir. Hilâfetin ve insanın halife olmasının çeşitli mânaları daha önce açıklanmıştı (Bakara 2/30). Burada verilmesi vaad edilen hilâfetin, üstün meziyet ve kabiliyetleri sebebiyle insanoğluna verilmiş bulunan ilâhî hilâfet değil, mülkiyet ve egemenlik (yeryüzünde daha önce hâkim olup yaşamış topluluklara halife olmak, onların yerini almak) mânasında kullanıldığını gösteren deliller, “daha öncekilere verildiği gibi” kaydı ile Hz. Peygamber ve ashabının bilinen mânevî dereceleridir. Söz konusu ifade Kur’an’da elliden fazla yerde zikredilmiş, fakat hiçbirinde peygamberler ve Allah’ın rızâsına nâil olmuş takvâ sahibi kullar (evliya) kastedilmemiştir, peygamberler kastedildiği zaman “senden önceki peygamberler” (En‘âm 6/34, 124) şeklinde açıklama yapılmıştır, fiilen veya potansiyel olarak kâmil insanlar kastedildiği zaman da “öncekilere verildiği gibi” kaydı konmamıştır. Hz. Peygamber ve onun eğitiminde yetişerek olgunlaşmış sahâbe, ilâhî hilâfete lâyık ve mazhar olmuşlardır. Onlar bu mânada Allah’ın halifeleridir; âyetin geldiği günlerde onlarda bulunmayan hilâfet, belli bir toprak parçası üzerindeki egemenliktir. Burada egemenlik ve mülkiyet konusu olan yeryüzü de dünyanın tamamı değil, her bir ümmet, kavim ve grubun hâkim olduğu bölgedir, yeryüzü parçasıdır. Belli bir toprak parçasını göz önüne alarak âyeti yorumlamak gerekirse şöyle denilebilir: Oraya sizden önce de birçok kavim ve nesil egemen oldular, biri gitti yerine diğeri geldi, sonra gelen öncekinin halefi (ardılı) oldu. Şimdi de siz buna lâyık olduğunuz için veya imtihan vesilesi olarak aynı topraklara mâlik ve hâkim olacaksınız.

Âyette, yeryüzünde bir parçaya egemen olabilmek için iman ve ibadet mânasında sâlih amel şartının bulunduğu da açık değildir. Tarihî vâkıa göstermektedir ki, hak dine inanmayan topluluklar da, bir yere hâkim olmak için gerekli bulunan maddî şartlara uyduklarında –ki bu da âyette geçen düzgün amel kapsamına girmektedir– oraya hâkim olmuşlardır (örnekler için bk. A‘râf 7 /69, 74; En‘âm 6 /165; Fâtır 35 /39). İman ve sâlih amel âyette, sebep ve şart olmaktan ziyade, vâkıa ve amaç olarak öngörülmektedir. Bu âyet geldiğinde ona doğrudan muhatap olan müminler böyledir; din ve dünya işleri düzgündür, ilâhî kanunlara göre istedikleri sonucun sebeplerini ve şartlarını yerine getirmektedirler. Ayrıca müminlere bu nimetin bahşedilmesinin sonucu imanın ve sâlih amelin korunup yayılması olmalıdır, egemenlik bu amaç için kullanılmalıdır (Hac 22/41).

Bu ilâhî vaad çok geçmeden gerçekleşmiş, Hudeybiye Antlaşması’ndan itibaren müslümanları tehdit eden düşman ve savaş tehlikesi gittikçe azalmış, Mekke fethini yeni fetihler izlemiş, İslâm toplumu korkan değil, kötülerin kendisinden çekindiği bir güç haline gelmiş, İslâm gittikçe yayılıp kökleşmiş, bir büyük medeniyete ve evrensel değerlere kaynak olmuş, yeryüzünde müslümanların egemen olduğu topraklar günümüze kadar hep var olagelmiştir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 92-94
Resûl-i Ekrem Efendimiz konuyla ilgili şöyle buyurmuştur:”Allah’a gerçekten iman eden ve salih amellerde bulunan bu ümmeti; Allah katında yüce mertebe kazanmak , dinini yaşamak, düşmanlarına karşı Allah’tan yardım görmek ve yeryüzünde güç sahibi olmakla müjdele. Kim âhiret amelini dünya için yaparsa, onun âhirette hiçbir nasibi yoktur. “
( Ahmed b. Hanbel , Müsned, V, 134; Hâkim , el-Müstedrek ( Atâ) , IV,346. Zehebi bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir.)

Âdi bin Hâtim Resûlullah’ın huzuruna geldiğinde Allah’ın Elçisi ona:” Sen Hire’yi bilir misin?” diye sordu: O da “Duydum ama görmedim” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:” Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hak bu dâvâyı tamamına erdirecek, hatta Hîre’den bir kadın çıkacak, herhangi bir kimsenin himayesi olmadan Kâbe-i Muazzama’yı tavaf edecektir. İran kralı Kisra’nın hazineleri fethedilecek. Mal ve servet o kadar artacak ki, ona kimse dönüp bakmayacak. “
( Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,258,V,134.)

  Mekene مكن:  Mekan مَكانٌ sözcüğü dil bilimcilere göre bir şeyi içine alan yerdir. Kelamcılara göre ise mekan arazdır.

  Mekan مَكانٌ içine alan ve içinde olan olmak üzere iki cismin bir arada bulunmasıdır. Bu da içine alan cismin yüzeyinin, içinde olanı kuşatmış olmasıdır. Onlara göre bu iki cisim arasındaki münasebet/uyum halidir.

  مَكَّنَ fiili bir yer tahsis etmek ve yerleştirmek demekken, تَمَكَّنَ fiili ise yerleşmek anlamına gelir. Kuran-ı Kerim'de de geçen مَكِينٌ kelimesi değerli, yeri sağlam ve itibarlı demektir. Son olarak bu kökten türeyen مَكْنُونٌ sözcüğü kertenkele yumurtasıdır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri imkan, mümkün ve temkindir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۖ 

 

Fiil cümlesidir.  وَعَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  اٰمَنُوا  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir.  عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

وَعَدَ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi hazf edilmiştir. Takdiri,  الجنّة  (cennet) şeklindedir.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

يَسْتَخْلِفَنَّهُمْ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  يَسْتَخْلِفَنَّهُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَسْتَخْلِفَنَّهُمْ  fiiline mütealliktir.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. 

اسْتَخْلَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.      

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْناًۜ يَعْبُدُونَن۪ي لَا يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـٔاًۜ 

 

لَيُمَكِّنَنَّ  atıf harfi وَ ’la  لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ  fiiline matuftur.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  يُمَكِّنَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  يُمَكِّنَنَّ  fetha üzere mebni, muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

لَهُمْ  car mecruru  يُمَكِّنَنَّ  fiiline mütealliktir.

د۪ينَهُمُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّذِي  müfred müzekker has ism-i mevsûl,  د۪ينَهُمُ ’un sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  ارْتَضٰى ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

ارْتَضٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  لَهُمْ  car mecruru  ارْتَضٰى  fiiline mütealliktir.

لَيُبَدِّلَنَّهُمْ  atıf harfi  و ’la  لَيُمَكِّنَنَّ ’ye matuftur.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

يُبَدِّلَنَّهُمْ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  يُبَدِّلَنَّهُمْ  fetha üzere mebni, muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يُبَدِّلَنَّ  fiiline mütealliktir.  خَوْفِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَمْناً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

يَعْبُدُونَن۪ي  cümlesi  يُبَدِّلَنَّهُمْ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.

يَعْبُدُونَن۪ي  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَا يُشْرِكُونَ  cümlesi  يَعْبُدُونَن۪ي ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  ب۪ي  car mecruru  يُشْرِكُونَ  fiiline mütealliktir. 

شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

يُشْرِكُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَخْلِفَنَّهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar. 

ارْتَضٰى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  رضو ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

يُمَكِّنَنَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  مكن ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi mübteda olup mahallen merfûdur. 

كَفَرَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. كَفَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

بَعْدَ  mekân zarfı,  كَفَرَ  fiiline mütealliktir.  ذا  işaret ismi olup sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

İsim cümlesidir.  فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْفَاسِقُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Zamir-i Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamir-i fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri)” denir.

Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْفَاسِقُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْفَاسِقُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْفَاسِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فسق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Allah Teâlâ Peygamberimize (s.a.) ve beraberindekilere hitap ederek onlara vaadde bulunmuştur.

Bu kelam, “Eğer ona itaat ederseniz, hidayete erersiniz.” cümlesinde ifade edilen lütufkâr vaadi açıklamakta, onda mücmel olarak ifade edilen ve hidayetin sonuçları olan çeşitli dinî ve dünyevî mükâfatları sarahatle ve tafsilatıyla bildirmekte ve hidayetin mihveri olan itaatten neyin murad olduğunu da zımnen ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, haşyet uyandırmak ve emre uyulmasını sağlamak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107) 

Aynı üsluptaki …عَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ  cümlesi sılaya atfedilmiştir.

الصَّالِحَاتِۙ daki elif-lam örfî istiğrak ifade eder. (Âşûr)

İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi bahsi geçenleri tazim ve sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir.

Burada iman edenlerden murad, hangi taifeden ve hangi vakitte olursa olsun, mutlak olarak küfürden sonra îman eden kimselerdir; yoksa yalnız münafıklar taifesinden iman edenler değil ve bu ayet-i kerimenin nazil olmasından sonra iman edenler de değildir. Zira bu lütufkâr ilâhi vaat, hepsini kapsayan genelliktedir. Şu halde “sizden” hitabı, yalnız münafıklar için değil, fakat bütün kâfirler içindir. (Ebüssuûd)

اٰمَنُوا - عَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ  arasında mürâât-ı nazîr vardır. Ameller şeklindeki mevsuf mahzuftur. 

 

لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۖ 

 

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Nûn-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş … لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْاَرْضِ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

Mahzuf kasem ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Tekid ifade eden şeddeli  نَّ , muzari fiilin sonuna bitişir. Tekid nunları bitiştikleri fiillere istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. Bu ayette mahzuf kaseme işaret eden lam gelmiştir.

Masdar harfi  مَا, teşbih harfi  كَ  ile birlikte, amili  يَسْتَخْلِفَنَّهُمْ  olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Masdar tevilindeki sılası  اسْتَخْلَفَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ, bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Onlardan öncekileri halife yaptığı gibi cümlesinde de kastedilenler İsrailoğullarıdır. Zira Yüce Allah Mısır'daki zorbaları helak etmiş ve onların topraklarını ve ülkelerini İsrailoğullarına miras vermişti. (Kurtubî)

Ayette zikredilen itaatin tefsiri, işaret edildiği gibi ancak iman ve salih amelin her ikisiyle tamamlanmakta ve lütufkâr vaatteki mükâfat, ancak her ikisine terettüp etmektedir.

Yani Allah, iman edip de salih ameller yapanları, memleketlerinde istedikleri gibi tasarruf eden hükümdarlar gibi yeryüzünde diledikleri gibi tasarruf yapan halifeler, yahut iman etmeyen ve salih ameller yapmayan insanlara halef kılacağını vaat etmiştir. Nitekim Allah, Mısır'da firavun ve kavminin helakından sonra ve Şam bölgesinde de Cebabîre kavimlerinin helakından sonra İsrailoğullarını, onların yerine halife kılmıştır. Yahut kendilerinden öncekilerden murad, hem İsrailoğullarıdır hem de daha önceki diğer mümin ümmetlerdir. (Ebüssuûd)


وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْناًۜ يَعْبُدُونَن۪ي لَا يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـٔاًۜ 

 

وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ  cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَهُمْ , ihtimam için mef'ûle takdim edilmiştir.

د۪ينَهُمُ ’un sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذِي ’nin sılası olan  ارْتَضٰى لَهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ  Allah'ın, onlar için seçip beğendiği dini onların iyiliğine yerleştirmesi, vadedilen nimetlerin en büyüğü olduğu halde önce zikredilmemiş, çünkü nefisler acil hazlara daha çok meyyaldir. Bundan dolayı acil hazların başta zikredilmesi, meyletmek için daha etkilidir. (Ebüssuûd)

Ayette  د۪ينَهُمُ  dinin, onlara izafe edilmesi ve sonra da  ارْتَضٰى لَهُمْ  seçilip beğenilmesiyle vasıflandırılması, onların kalplerini alıştırmak, onu ziyadesiyle teşvik etmek ve onda sebat etmenin faziletini belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır. 

Aynı üslupta gelerek kasemin cevabına atfedilen  وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْناًۜ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اَمْناً ’deki tenvin teşrif ifade eder. (Âşûr)

Allah  وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْناًۜ  buyurarak korku döneminden sonra güven sağlayacağını da vadetti. Nitekim Peygamberimizin ashabı, Hicretten önce on seneden fazla bir zaman korku içinde yaşadılar; sonra Medine'ye hicret ettiler. Bu dönemde Müslümanlar, sabah akşam silah taşıyorlardı. Hatta bir gün onlardan bir zat dedi ki: “Bizim güven içinde olacağımız bir gün gelmeyecek mi?” Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu ki: “Pek kısa bir zaman sonra sizden binleri, üzerinde hiçbir demir silah bulunmadan büyük kalabalıklar içinde güven içinde yayılacaktır.” İşte o zaman Allah bu ayeti indirdi ve vaadini gerçekleştirip Müslümanları Arap yarımadasına hakim kıldı, onlara doğu ve batı ülkelerinin fethini müyesser kıldı ve Müslümanlar, her milletin çekindiği galip ve muzaffer bir toplum haline geldi.

Bu ayet, açıkça Peygamberimizin peygamberliğinin hak olduğuna delalet etmektedir. Çünkü gaibi vaki olmasından önce olduğu gibi haber vermiştir. (Ebüssuûd)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Ayetteki “Onlara, kendileri için beğendiği din-i İslam'ı, mutlaka payidar kılacak.” ifadesi, “Allah onlar için seçip beğendiği dini, onlar için sabit (devamlı) kılacaktır. O din de İslam'dır.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)  

يَعْبُدُونَن۪ي   cümlesi  يُبَدِّلَنَّهُمْ ’deki mef’ûlun halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَا يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـٔاً  cümlesi ise  يَعْبُدُونَن۪ي ’deki failin müekked halidir. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْـٔاً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder. 

Ayette muzari sıygada gelen fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Zeccâc, bu ifadenin, “Allah, sizden, iman edip salih amel işleyenlere, ibadet etmeleri ve Allah'a ihlaslı olmaları halinde, şöyle şöyle yapacağını vadetmiştir.” manasında olmak üzere hal mevkiinde olabileceği gibi onları medih (övme) sadedinde gelmiş, bir müste'nef cümle de olabileceğini söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

يَعْبُدُونَن۪ي لَا يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـٔاً  sözü, anılan vaadin, tevhid itikadı üzerinde sebat etmek ve ibadette Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak şart ve kaydına bağlı olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)

Ayetteki kasem, kasem lamlarının tekrarı, fiillerdeki tekid nunları, Allah Teâlâ’nın vaadinin mutlaka yerine geleceğinin göstergeleridir.

خَوْفِ - اَمْناً  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.

وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ - يَعْبُدُونَن۪ي  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. 

الَّذ۪ينَ - الَّذِي  ile  يَسْتَخْلِفَنَّهُمْ - اسْتَخْلَفَ  ve  اٰمَنُوا - اَمْناًۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ارْتَضٰى - الْاَرْضِ  kelimelerinde cinas-ı nakıs vardır.

  

 وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle müstenefedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَنْ  şart ismi mübteda,  كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ  cümlesi mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Haberin mazi sıygada fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Muzâfun ileyh konumundaki  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

اٰمَنُوا - كَفَرَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab  sanatı vardır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ, mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin  الْ  takısıyla marife olması kasr ifade eder. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haberin şart üslubunda verilmesi daha etkili ve beliğdir.

Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder ve muhatabın muhayyilesinde canlanmasını sağlar. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.

هم  zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için îrabdan mahalli olmayan fasl zamiri olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümlede müsned olan  الْفَاسِقُونَ ’nin cins ifade eden lâm ile marife gelişi ve  هُمُ  fasıl zamiri ile hasr olması, bu fasıklık vasfının müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu ifâde eder. (Âşûr)

Cevap cümlesinde müsnedün ileyhin uzağı gösteren işaret ismi olması onları tahkir ve tevbih ifade eder.  هُمُ, cümleyi tekid eden fasıl zamirdir. Onların fasıklar olduğu kesin bir dille bildirilmiştir. Haber olan  الْفَاسِقُونَ  ism-i fail vezninde gelmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. Bunun manası, fasık olma özelliğinin, onlarda sabit olduğudur.  

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

 
Nûr Sûresi 56. Ayet

وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ  ...


Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Resûle itaat edin ki size merhamet edilsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَقِيمُوا ve kılın ق و م
2 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
3 وَاتُوا ve verin ا ت ي
4 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
5 وَأَطِيعُوا ve ita’at edin ط و ع
6 الرَّسُولَ Elçiye ر س ل
7 لَعَلَّكُمْ umulur ki
8 تُرْحَمُونَ merhamet olunursunuz ر ح م

Bu âyet bütün yükümlülükleri ve ilâhî rahmete, Allah tarafından esirgenmeye vesile olacak davranışları ifade etmektedir. Namaz bedenle yapılan ibadetleri, zekât ise malla yapılanları içine almaktadır. Resûle itaat ise –onun örnekliği hem şekil hem de özü ile alınmak şartıyla– bütünüyle din ve dünya işlerini düzgün, dengeli, Allah rızâsına uygun bir çizgide götürmeyi teminat altına almaktadır.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 94

وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  اَق۪يمُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  اٰتُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  الزَّكٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  اَط۪يعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الرَّسُولَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

لَعَلَّ  terecci harfidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.

تُرْحَمُونَ  fiili  لَعَلَّ nin haberi olarak mahallen merfudur.  تُرْحَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

يُط۪يعُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ

 

وَ , istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelen  وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ  ve  وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ  cümleleri, makabline atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki birbirine atfedilmiş üç cümle de emir üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.

Yani namazınızı vaktinde rükün ve şartlarını tam olarak eda edin. Hiçbir ortağı olmayan tek olan Allah’a ibadet/kulluk edin. Sizin üzerinize farz kılınan, zayıf ve fakirlere iyilik olan zekâtı verin. Size emrettiği, nehyettiği ve menettiği hususlarda Allah Resulü'ne (s.a.) itaat edin. Umulur ki bu sebeple Allah size rahmet eder ve sizi acıklı bir azaptan kurtarır.

Görüldüğü üzere burada emir bilinen anlamında kullanılmıştır. Ayrıca Zemahşerî, iki ayet önce Resule itaat emredildiği halde burada bu emrin tekrarlanmasının sebebini “vücubunu tekid için tekrarlanmıştır” diye ifade etmektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

Namazı dosdoğru kılın cümlesi, Allah’a itaat edin ve Peygambere itaat edin cümlesine atfedilmiştir. Ma‘tūf ile ma‘tūfun aleyh arasına -uzasa dahi- fasılanın girmesi uzak bir şey değildir; çünkü ma‘tūfun hakkı ma‘tūfun aleyhten başka olmaktır. Ayrıca farz olduğunu pekiştirmek için Peygambere itaat tekrar edilmiştir. (Keşşâf)

Allah'ın, hakikatte Allah'a itaat olan Resulü'ne itaatini onun vasıtasıyla emrettikten sonra bir de bizzat bunu emretmesi, geçmiş emrin tekidi ve içeriğinin izahı olması içindir. Kaldı ki Resulullah'a olan itaatin konusu, Allah'ın rızasına uygun olan edepleri de kapsayan bütün şeri hükümlerdir. Yani Resulullah’ın bütün emir ve yasaklarında ona itaat edin. Yahut buradaki emirler daha önce geçen emirlerin, özellikle namaz ve zekât ile birlikte tamamlayıcısıdır. Buna göre daha önce zikredilenlerden murad, namaz ve zekât dışındaki şer'i hükümlerdir. Yani sair hususlarla ilgili emirlerine de uyun, demektir. (Ebüssuûd)


 لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye veya beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  لَعَلَّ nin haberi olan  تُرْحَمُونَ, muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Umulur ki” anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir.

Bu ayetteki   لَعَلَّ  de Allah’a nisbet edildiğinden “umulur ki rahmete kavuşursunuz” şeklinde değil, ”rahmete kavuşun diye” şeklinde tercüme edilir.  Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  “ümitvar olma” manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: “لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

 
Nûr Sûresi 57. Ayet

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ وَلَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟  ...


İnkâr edenlerin (Allah’ı) yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanma! Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varış yeridir o!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 تَحْسَبَنَّ sanma ح س ب
3 الَّذِينَ kimselerin
4 كَفَرُوا inkar eden(lerin) ك ف ر
5 مُعْجِزِينَ (Allah’ı) aciz bırakacaklarını ع ج ز
6 فِي
7 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
8 وَمَأْوَاهُمُ ve onların varacağı yer ا و ي
9 النَّارُ ateştir ن و ر
10 وَلَبِئْسَ ve ne kötü ب ا س
11 الْمَصِيرُ bir varış yeridir ص ي ر

Görünüşte sözün muhatabı Allah’ın resulüdür; ancak Arapça’daki üslûba göre burada, Hz. Peygamber’in böyle bir zan taşıyacağı var sayılarak bunu gidermek değil, sözü güçlendirmek kastedilmektedir. Buna göre mâna “Asla âciz bırakamazlar” demektir. Başka bir okunuşa göre ise tercüme şöyle olacaktır: “İnkârcılar yeryüzünde Allah’ı âciz bırakabileceklerini zannetmesinler...” Âyetin nâzil olduğu tarihte böyle bir güçlü ifadeye ihtiyaç vardı; çünkü henüz müslümanlar zayıftı, ilâhî vaad ve müjde dışında, korkunun yerini güvenliğin alacağını gösteren şartlar mevcut değildi.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 94-95

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ

 

Fiil cümlesidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَحْسَبَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  ن , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fail müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  مُعْجِز۪ينَ  ikinci mef’ûlün bih olup  ى  ile mansubdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.       

مُعْجِز۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)      

وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَأْوٰي  mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. النَّارُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

 

 وَلَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fildir.  الْمَص۪يرُ۟  failidir. 

بِئْسَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, النار  şeklindedir.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi

4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi

Burada  بِئْسَ  fiilinin faili  ال ’lı isme muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107) 

فِي الْاَرْضِۚ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Bu hitap ya muhatap olabilen herkes içindir ya da “Sen asla müşriklerden olma!” ayeti ile benzerleri kabilinden olmak üzere yalnız Peygamberimiz (s.a.) içindir. (Ebüssuûd)

“Sakın kâfirlerin yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacaklarını sanma!” ayeti Peygambere (s.a.) bir teselli ve ilâhi yardımın geleceğine dair bir vaattir. (Kurtubî) 

Burada da teşvik ve uyarı hususuna tamamlayıcı olarak bu asinin dünya ve ahiretteki akıbeti beyan edilmektedir. (Ebüssuûd)

 وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ 

 

 

Atıfla gelen  مَأْوٰيهُمُ النَّارُ  cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri,  بل هم مقهورون (Daha doğrusu eziliyorlar.) şeklindedir.

Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَأْوٰيهُمْ  kelimesi sığınılan yer manasında ism-i mekândır. Yani dönüp dolaşıp yine de geldikleri yer demektir. (Âşûr, Yunus Suresi 8)

Haberin harf-i tarifle marife olması, bu sıfatın kemâl derecede olduğuna işaret eder. Muhatap veya herkes tarafından bilinir olduğunu ifade edebilir.


 وَلَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟

 

Son cümledeki  وَ  istînâfiyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kasemin cevabı  بِئۡسَ nin dahil olduğu inşâ cümlesidir. Zem fiili  بِئْس ’nin mahsusu, النار  lafzının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazıfla, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilerek النار ’ın korkunçluğunu, kayıtlanmadan, serbestçe tahayyül etmesi sağlanmıştır.

Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.

Bu cümle, makabline bir izah mahiyetindedir. Onların yeryüzünde kaçacak her yere kaçmakla kurtulamayacakları belirtildikten sonra cehennemin, onların son varacakları yerin cehennem olduğu belirtilmesinde son derece edebî bir güzellik vardır. (Ebüssuûd)

 
Nûr Sûresi 58. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذ۪ينَ مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلٰثَ مَرَّاتٍۜ مِنْ قَبْلِ صَلٰوةِ الْفَجْرِ وَح۪ينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّه۪يرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلٰوةِ الْعِشَٓاءِ۠ ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْۜ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّۜ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  ...


Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekleri zaman) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında (izinsiz girme konusunda) ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لِيَسْتَأْذِنْكُمُ izin istesinler ا ذ ن
5 الَّذِينَ kimseler
6 مَلَكَتْ altında bulunan (köle ve hizmetçi) م ل ك
7 أَيْمَانُكُمْ ellerinizin ي م ن
8 وَالَّذِينَ ve olanlar
9 لَمْ
10 يَبْلُغُوا henüz ermemiş ب ل غ
11 الْحُلُمَ erginliğe ح ل م
12 مِنْكُمْ sizden
13 ثَلَاثَ üç ث ل ث
14 مَرَّاتٍ vakitte م ر ر
15 مِنْ
16 قَبْلِ önce ق ب ل
17 صَلَاةِ namazından ص ل و
18 الْفَجْرِ sabah ف ج ر
19 وَحِينَ ve zaman ح ي ن
20 تَضَعُونَ çıkar(ıp yat)acağınız و ض ع
21 ثِيَابَكُمْ elbisenizi ث و ب
22 مِنَ
23 الظَّهِيرَةِ öğle vakti ظ ه ر
24 وَمِنْ ve
25 بَعْدِ sonra ب ع د
26 صَلَاةِ namazından ص ل و
27 الْعِشَاءِ yatsı ع ش و
28 ثَلَاثُ üç vakittir ث ل ث
29 عَوْرَاتٍ mahrem olan ع و ر
30 لَكُمْ sizin için
31 لَيْسَ yoktur ل ي س
32 عَلَيْكُمْ size
33 وَلَا ve yoktur
34 عَلَيْهِمْ onlara
35 جُنَاحٌ bir günah ج ن ح
36 بَعْدَهُنَّ bunların dışında ب ع د
37 طَوَّافُونَ girip çıkarsınız ط و ف
38 عَلَيْكُمْ yanına
39 بَعْضُكُمْ biriniz ب ع ض
40 عَلَىٰ
41 بَعْضٍ diğerinin ب ع ض
42 كَذَٰلِكَ böyle
43 يُبَيِّنُ açıklar ب ي ن
44 اللَّهُ Allah
45 لَكُمُ size
46 الْايَاتِ ayetleri ا ي ي
47 وَاللَّهُ Allah
48 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
49 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

Bu sûrenin 27-29. âyetlerinde bir başkasının evine girmenin usul ve âdâbı açıklanmıştı. Burada evin çocuklarıyla hizmetçilerin, diğer aile fertlerinin odalarına ve özel mekânlarına girip çıkarken nasıl davranacaklarına dair açıklamalar yapılmaktadır.

Kolaylık İslâm’ın ilkelerinden biridir; dinî, ahlâkî ve hukukî ilkeleri ihlâl söz konusu olmadığı sürece müminler, kendilerine kolay gelen uygulamaları tercih edebileceklerdir. İffetin korunması bir ilkedir, bunun için örtünmek, cinselliği sergilememek bir araçtır. Bu ilke ile kolaylık ilkesi çatıştığında ikincisinden, ancak zorunlu olduğu ölçüde fedakârlık edilmesi istenmiş, örtünmenin amacını ortadan kaldırmayan kolaylıklara izin verilmiştir; bunun örnekleri daha önce (30-31. âyetler) ifade edildi. Burada bir başka örnek, “Bunlar sıkça yanınıza girip çıkan, birbirinizle ilişki içinde olduğunuz kimselerdir” gerekçesiyle açıklanmaktadır. Köle, câriye, hizmetçi gibi devamlı evde olan ve hizmet gerektirdiği için evin hanımı ve beyi ile birlikte yaşayan kimselerle henüz ergenlik çağına gelmediği için daha ziyade evde, ana babanın yanında bulunan çocukların, birbirlerinin yanına girip çıkarken, üç vakit dışında izin almalarına gerek görülmemektedir. Bu üç vakitte karı koca veya özel mekânında bulunan diğer ev sakinleri, 30-31. âyetlerde ve tefsirinde açıklanan, “hizmetçiler ve mahremlere mahsus istisnaları aşacak şekilde” soyunabilecekleri için, yanlarına gelmek isteyen küçük çocuklar ve hizmetçilerin izin almaları emredilmiştir. İbn Abbas’ın, bu âyeti açıklarken hükmün devamlı olup olmadığına dair ifadesi ve buna karşı iki önemli fıkıhçının tavrı, günümüzde tartışılan “tarihsellik” problemi bakımından önem taşımaktadır. İbn Abbas’a göre bu âyet geldiğinde müminler yokluk içindeydiler, evlerinde ne kapı vardı ne perde ne de bölme... Çocuklar ve hizmetçiler, anılan üç vakitte karı kocanın üstlerine geldiklerinde onları uygunsuz vaziyetlerde görebiliyorlardı. Bunun için eve girerken izin almaları emredildi. Sonra Allah müminlerin imkânlarını arttırdı, şimdi kapıları da var perdeleri de, bu sebeple kimse bu âyeti uygulamıyor (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1396). İbnü’l-Arabî, İbn Abbas’ın bu yorumunu âyetin neshedildiğini söylemek gibi anlamış ve “Öncelik sonralık, iki hükmün çelişmesi gibi şartlar olmadığına göre burada neshe hükmedilemez” diyerek yoruma katılmadığını ifade etmiştir. Güçlü bir Hanefî fıkıhçısı olan Cessâs ise şöyle demektedir: “İbn Abbas’ın nakline göre bu âyetteki izin alma emri bir sebebe (tarihî bir duruma, uygulamaya) bağlıdır, sebep ortadan kalkınca hüküm de kalkmıştır. Onun sözlerinden anlaşılan, âyetin hükmünün devamlı olarak kaldırıldığı (mensuh olduğu) değil, uygulamanın sebep ve şarta bağlı bulunduğudur; aynı sebep yeniden bulunsa hüküm de uygulanır” (III, 330).

Ergenlik çağının kızlarda âdet görme, erkeklerde ihtilâm olma ile başladığında ittifak vardır. Bu iki biyolojik gelişmenin gecikmesi veya olmaması halinde Ebû Hanîfe’ye göre erkeklerde on sekiz, kızlarda on yedi, müctehidlerin çoğuna göre ise on beş yaşın dolmasıyla ergenlik çağına girilmiş olur. Çocuklar ergenlik çağına girince, aynı derecedeki diğer mahremler için söz konusu olan sınırlara ve istisnalara tâbi olurlar.

  Fecera فجر:  فَجْرٌ bir şeyi geniş bir şekilde yarmaktır. Örneğin insanın su kanalı açması gibi.. Geceyi yarmasından, onda bir gedik açmasından dolayı sabah vaktine deفَجْرٌ denmiştir. فُجُورٌ ise diyanet perdesinin yırtılmasıdır. Fiil olarak günah işledi anlamında فَجَرَ şeklinde kullanılır, mastarı فُجُورٌ olarak gelir. فاجِرٌ günahkardır, çoğulu فُجَّارٌ ve فَجَرَةٌ dır. İnfial babı formundaki إنْفَجَرَ fiili ise yarıldı demektir. (Müfredat) 

  Fısk ile Fücûr Arasındaki Fark: Fısk, büyük bir günah işleyerek Allah’a itaatten çıkmak anlamına gelir. Fücur ise Allah’a isyanlar konusunda cüretkar olmak ve onları bolca işlemektir. Kelimenin aslı su bendinde bir delik açıp oradan su fışkırmaya başladığı zaman söylenen أفْجَرْتُ السِّكْرَ (su bendini patlattım) ifadesinden geldiği için küçük günah işleyen için فاجِر  fâcir ifadesi kullanılmaz. Sonra fücur kelimesinin kullanımı yaygınlaşmış, zina, livata (eşcinsellik) ve benzeri günahlar için özel isim olmuştur. (Furuq) 

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 24 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fecr, fâcir ve fücurdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذ۪ينَ مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلٰثَ مَرَّاتٍۜ 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedel olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  لِيَسْتَأْذِنْكُمُ ’dır.

لِ  emir lamıdır.  يَسْتَأْذِنْكُمُ  sükun üzere mebni emir fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

مَلَكَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اَيْمَانُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الَّذ۪ينَ  atıf harfi  و la önceki  الَّذ۪ينَ ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَبْلُغُوا  fiili  ن un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

الْحُلُمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْكُمْ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. 

ثَلٰثَ  zaman zarfı,  يَسْتَأْذِنْكُمُ  fiiline mütealliktir.  مَرَّاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يَسْتَأْذِنْكُمُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  أذن ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


مِنْ قَبْلِ صَلٰوةِ الْفَجْرِ وَح۪ينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّه۪يرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلٰوةِ الْعِشَٓاءِ۠ ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  مِنْ قَبْلِ  mahzuf mübtedaya mütealliktir. Takdiri,  هي من قبل (Onlar; … den öncedir) şeklindedir. 

صَلٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْفَجْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ح۪ينَ  zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَضَعُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَضَعُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ثِيَابَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنَ الظَّه۪يرَةِ  car mecruru  تَضَعُونَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ  harf-i ceri cinsini beyan içindir. Takdiri,  من وقت الظهيرة (öğle vaktinde) şeklindedir. Veya sebebiyyedir. Takdiri, بسبب حرّ الظهيرة (öğle vakti sıcağı sebebiyle) şeklindedir.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ بَعْدِ  atıf harfi و la makabline matuftur. Aynı zamanda muzâftır.  صَلٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْعِشَٓاءِ۠  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

ثَلٰثُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  هي  (o) şeklindedirعَوْرَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَكُمْ  car mecruru  عَوْرَاتٍ nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 


لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّۜ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ 

 

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir.  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.

Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

عَلَيْكُمْ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mukaddem haberine mütealliktir. 

لَا  harfi zaiddir.  عَلَيْهِمْ  atıf harfi  و ’la makabline matuftur.  جُنَاحٌ  kelimesi  لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 

طَوَّافُونَ  mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. Takdiri,  هم (onlar) şeklindedir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  طَوَّافُونَye mütealliktir. 

بَعْضُكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلٰى بَعْضٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. 

 كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  يُبَيِّنُ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

يُبَيِّنُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. لَكُمْ  car mecruru  يُبَيِّنُ  fiiline mütealliktir.

اٰيَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

يُبَيِّنُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

وَ  itiraziyyedir. Hal olması da caizdir. İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  عَل۪يمٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.  حَك۪يمٌ  mübtedanın ikinci haberi olarak lafzen merfûdur.  

عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذ۪ينَ مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلٰثَ مَرَّاتٍۜ مِنْ قَبْلِ صَلٰوةِ الْفَجْرِ وَح۪ينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّه۪يرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلٰوةِ الْعِشَٓاءِ۠ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nidanın gayesi; nida edilene önemli birşeyi haber vermektir. Onun için çoğunlukla nidayı emir, nehy, istifham, şer’i bir hüküm vs. gibi önemli şeyler takip eder. 

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formundaki nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. Yakına seslenmede uzak için kullanılan  يَٓا  nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından  اَيُّ  lafzının ve tenbih edatı  هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.

Kur'an-ı Kerim’de  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklinde gelen hitaplardan sonra, burada olduğu gibi müminlere bir ültimatom yer almıştır.

Daha önce zikredilen hükümler ile gelecek hükümlere ilişkin emir ve yasaklara uymayı gerektiren temsiller, teşvikler, uyarılar ve mükâfat ile ceza vaatleri konusunda gerekli izahat verildikten sonra burada yine mezkûr hükümlerin devamı olan birtakım hükümlerin beyanına dönülmektedir. (Ebüssuûd)

Rivayet olunuyor ki Esma binti Ebi Mersed'in bir kölesi, onun istemediği bir zamanda yanına girdi. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

Diğer bir görüşe göre ise Resulullah (s.a.), henüz ergenlik çağına ermemiş olan Müdlec b. Amr El-Ensarî'yi, Hz. Ömer'i çağırmak için öğle üzeri ona gönderdi. Müdlec de o sırada uyumakta olan ve elbisesi açılmış bulunan Hz. Ömer'in yanına girdi. Bunun üzerine Hz Ömer dedi ki: “Allah'ın, babalarımızı, çocuklarımızı ve hizmetçilerimizi, bu saatlerde izinsiz olarak yanımıza girmelerini yasaklamasını çok arzu ediyorum!” Sonra Müdlec ile beraber Resulullah'ın yanına gittiğinde bu ayetin nazil olduğunu gördü. (Ebüssuûd) 

الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  ifadesinde, tağlîb yoluyla müennesler de kastedilmiştir.  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabında genellikle bu gaye mevcuttur.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Sılası olan  اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nida edilenlerin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Nidanın cevabı olan …لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذ۪ينَ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan  لْ , emir lamıdır. 

يَسْتَأْذِنْكُمُ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ,  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ  ibaresi köle ve cariyeden kinayedir.

Faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’ye matuf olan ikinci ism-i mevsûlun sılası olan

لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلٰثَ مَرَّاتٍ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. 

ثَلٰثَ مَرَّاتٍ (üç defa) ibaresindeki  ثَلٰثَ, mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib masdar veya zarfiyyedir.  مِنْ قَبْلِ صَلٰوةِ الْفَجْرِ [Sabah namazından önce] ibaresi,  ثَلٰثَ مَرَّاتٍۜ den bedeldir. Car mecrurun, mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallik olması da caizdir.

وَح۪ينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّه۪يرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلٰوةِ الْعِشَٓاءِ۠ (öğle sıcağından elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra): Birbirine atfedilmiş bu iki ibare, öncesine matuftur, atıf sebebi tezâyüftür.


 ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْۜ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâzı hazif sanatı vardır.

ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْ  izafeti mahzuf mübtedanın haberidir. Hazf edilen muzâfla birlikte takdiri,  أوقات ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ ’dir.  عَوْرَاتٍ ’deki tenvin, tazim içindir.

لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّ  cümlesi  ثَلٰثُ  için sıfattır.  Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Nakıs fiil  لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  لَيْسَ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جُنَاحٌ  muahhar ismidir.

وَلَا عَلَيْهِمْ  ibaresi  عَلَيْكُمْ ’e matuftur. Nefy harfi  لَا, olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.

جُنَاحٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

Kādî şöyle der: “Hakk Teâlâ'nın ‘Ey iman edenler, ellerinizin altında olan köle ve cariyeler, sizden izin isteyerek (yanınıza girsinler).’ ifadesinin zahirindeki ‘siz’ zamirinden her ne kadar erkekler kastediliyor görünüyor ise de bununla hem erkekler hem kadınlar kastedilmiştir. Çünkü erkekler, dişilere ‘tağlîb’ edilir yani onlar zikredilmek suretiyle, öbürleri de kastedilir. Binaenaleyh, ayrıca zikredilmediklerine göre, hepsi de ayetteki ‘siz’ ifadesine dahildirler. Bunun böyle olduğunu, ayetteki, ellerinizin altında olanlar ifadesi gösterir. Çünkü bu tabir, hem kadın hem de erkekler hakkında kullanılır.” (Fahreddin er-Râzî)

ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ   Üç mahrem vakit; tesettürünüzün aksayacağı üç vakittir. Bunun mübteda olup haberin de arkasından gelenler olması da caizdir.  عَوْرَاتٍ  lafzının aslı bir şeye halel vermektir. (Beyzâvî)

Bu cümle, anılan üç vakitte izin istemenin zorunlu olmasının gerekçesini beyan etmektedir. Yani bu üç vakit, âdete göre örtünmenin olmayabileceği vakitlerdir. (Ebüssuûd)

العَوْرَةُ  (avret) kelimesi ara, aralık, bozukluk, noksanlık anlamına gelir. Gözü bozuk ve şaşı olana da أعْوَرُ  denilir. (Âşûr)

Bu ayet-i kerime, akrabaların ve aynı evde yaşayan insanların, birbirlerinin yanlarına girmeleri halinde izin istemeleri hükmünü getirmektedir. Bundan önce geçen yirmi yedi, yirmi sekiz ve yirmi dokuzuncu ayetlerde ise yabancıların birbirlerinin evlerine girmeleri halinde izin istemeleri hükmünü ihtiva etmekte idi.

Allah Teâlâ, bu ayet-i kerimede müminlere, hizmetçilerinin, kölelerinin ve ergenlik çağına ermemiş çocuklarının şu üç vakitte yanlarına girmeleri halinde izin istemelerini emretmektedir.

Bu vakitlerden biri, sabah namazından önceki vakittir. Bu vakitte insanlar uykudadırlar, avret mahallerinin kapalı olup olmadığını bilemezler. Bu sebeple yanlarına izinsiz girilemez. İkinci vakit ise öğle sıcağındaki dinlenme vaktidir. Bu vakitte de bir kısım insanlar dinlenme anında elbiselerini soyunabilir veya uykuda olabilirler. Bu vakitlerden üçüncüsü ise yatsı namazından sonraki vakittir. Bu vakitte de insanlar uykuda olurlar. Fakat bu vakitlerin dışında gerek hizmetçilerin gerek küçük çocukların gerekse köle ve cariyelerin izin istemeden erkek ve kadınların yanlarına girmelerinde bir mahzur görülmemiştir. Zira bunlar çokça gezip dolaşmaktadırlar. Bunlara, bu vakitlerin dışında da izin isteme mecburiyeti konulduğu takdirde bunlar için zorluk olacaktır. (Taberî) 

 طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  طَوَّافُونَ  fiili, takdiri  هُمْ  olan mahzuf mübtedanın haberidir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  طَوَّافُونَ ‘ye mütealliktir.  بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ  cümlesi,  طَوَّافُونَ’den bedeldir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى بَعْضٍۜ, mübteda olan  بَعْضُكُمْ ’un mahzuf haberine mütealliktir.

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Etrafınızda çokça dolaşırlar yani  هُمْ طَوَّافُونَ  demektir ki izin almama mazeretini beyan eden yeni söz başıdır. (Beyzâvî)

Birinci vakit ile üçüncü vakitte bu emrin sebebi olan soyunma zikredilmemiş, yalnız ikinci vakit için zikredilmiştir. Çünkü öğle uykusu için elbise çıkarma zamanı pek kısadır. Bir de bu uyku zamanı gündüz olduğu için girip çıkmanın çok olabileceği ve benzer olayların beklendiği bir vakittedir. Diğer iki vakit ise böyle değildir; çünkü o iki vakitte daima soyunma olduğu bilinen bir gerçek olduğundan, bunun sarahatle belirtilmesine ihtiyaç yoktur. (Ebüssuûd)

Ayette izin istenecek üç vaktin ve izin istemesi gereken kişilerin sayılması taksim sanatıdır.

 

كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَذَ ٰ⁠لِكَ, amili  يُبَيِّنُ  olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Mecrur mahaldeki işaret isminin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır.

Takdiri,  تبيينًا مثل ذلك يبين الله لكم الآيات (İşte Allah böyle bir açıklama ile ayetleri açıklar.) şeklindedir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve hükme uymaya teşvik amacına matuftur. 

عَلَيْكُمْ - لَكُمْ  ile  قَبْلِ - بَعْدَ  ve  الْفَجْرِ - الْعِشَٓاءِ۠  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الَّذ۪ينَ - ثَلٰثُ - بَعْدَ - عَلَيْكُمْ - صَلٰوةِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَذَ ٰ⁠لِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذَأَ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s.101)

الْاٰيَاتِ daki marifelik cins içindir. (Âşûr)

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

 

وَ  itiraziyye veya haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَل۪يمٌ  - حَك۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki  عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. 

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  cümlesinde zamir yerine Allah lafzının gelmesi konunun heybetini artırmak ve hükmün, illetini bildirmek için yapılan ıtnâbdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Günün Mesajı
Rasül'e itaatın Allah'a itaattan ayrı olarak ve itaat fiilinin tekrar kullanılarak zikredilmesi, Allah Rasülü'nün devlet başkanı olarak emirleriyle ilgili olduğu gibi, O'nun Din adına ortaya koyduğu ve Sünnet kavramı içinde mütalâa edilen hükümleriyle de alâkalıdır. Aksi takdirde, itaat fiilini tekrarlamanın bir manâsı olmazdı.
Daima Allah'a şükretmek ve O'na İtaatten ayrılmamak, namazı bütün şartlarına riayet ederek hakkıyla kılmak, zekâtı tastamam vermek ve misyonunun bütün şubelerinde Allah Rasülü'ne itaat etmek (Sünnet'e sarılmak), Allah'ın önceki âyetteki va'dine lâyık olmanın ve olduktan Sonra aynı durumu devam ettirmenin en önemli şartlarıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Cihadın manası, bazı insanların bulunduğu ortamlara göre değişkenlik gösterir. 

Bir tanesi fiilen savaşın içinde bulunmaktır. Günümüzde, dünya üzerinde, kırktan fazla çatışma devam etmektedir. İnsanların bir kısmı savaşın içinde hayatına devam ederken, diğer kısmı savaşın etkilerinden çok uzaklarda yaşamaktadır. İzlenen filmler ve görülen haberler sonucunda, dışarıdakilerin çoğu savaşlara karşı duyarsızlaştırılmıştır. Kendisini ve ailesini, adaletsiz savaş şartlarından uzaklaştırmak isteyenlere kıvrılan burunlar, bunun kanıtlarından bir tanesidir. 

Diğeri, kalben savaşmaktır. Bu herkesin ortak noktası ve imtihan dünyasının da bir parçasıdır. İnsan savaşmayı ya da savaşmamayı seçebilir. Allah rızasını kazanma mücadelesini ömrü boyunca verene, nice müjdeler vardır. Vermeyenin ise sonu hüsrandır. Bu savaşı kazanmak için kalb kadar zihne de ihtiyaç vardır. Ne yazık ki, insan aklını kullanmada, iyice tembelleştirilmektedir. Hayatını yaşa, gerisini boşver sloganlarıyla, boşa yaşamayı göze alır. Kaybolan zamanın arkasından da şaşkınlıkla bakar. 

Ey Allahım! Ömrümüzü; Sana ve Rasul’une itaat üzerine yaşananlardan eyle. Bedenimizi; Senin yolunda, Sana ibadet ederek ilerleyenlerden eyle. Kalbimizi; Sana şeksiz ve şüphesiz iman edenlerden ve ipine sarılanlardan eyle. Aklımızı; yolundaki adımlarımızı ve kalbimizdeki imanımızı sağlamlaştırmak adına kullanılanlardan eyle. Namazlarımızı hakkıyla kılınanlardan ve işlerimizi düzgün yapılanlardan eyle. Cihadımızı ise kolaylaştır ve kabul eyle. Bizi; vaad ettiğin huzura ve nimetlere kavuşturduklarından, korkularını güvenliğe çevirdiklerinden eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji