8 Temmuz 2025
Nûr Sûresi 59-61 (357. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nûr Sûresi 59. Ayet

وَاِذَا بَلَغَ الْاَطْفَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  ...


Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler. İşte Allah âyetlerini size böyle açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 بَلَغَ erdikleri ب ل غ
3 الْأَطْفَالُ çocuklarınız ط ف ل
4 مِنْكُمُ sizin
5 الْحُلُمَ erginlik çağına ح ل م
6 فَلْيَسْتَأْذِنُوا izin istesinler ا ذ ن
7 كَمَا gibi
8 اسْتَأْذَنَ izin istedikleri ا ذ ن
9 الَّذِينَ kimselerin
10 مِنْ
11 قَبْلِهِمْ kendilerinden önceki ق ب ل
12 كَذَٰلِكَ işte böyle
13 يُبَيِّنُ açıklıyor ب ي ن
14 اللَّهُ Allah
15 لَكُمْ size
16 ايَاتِهِ ayetlerini ا ي ي
17 وَاللَّهُ ve Allah
18 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
19 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

وَاِذَا بَلَغَ الْاَطْفَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَلَغَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَلَغَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْاَطْفَالُ  fail olup lafzen merfûdur. 

مِنْكُمُ  car mecruru  الْاَطْفَالُ ’in mahzuf haline mütealliktir.  الْحُلُمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

لْ  emir lam’ıdır.  يَسْتَأْذِنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  كَ  harf-i ceriyle amili  يَسْتَأْذِنُوا un mahzuf mef’ûlü mutlakına mütealliktir.

اسْتَأْذَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قَبْلِ  car mecruru ism-i mevsûlün mahzuf sılasına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اسْتَأْذَنَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  أْذَنَ ’dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ۜ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” demektir. Bu ibare, amili  يُبَيِّنُ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك  ise muhatap zamiridir. 

يُبَيِّنُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  يُبَيِّنُ  fiiline mütealliktir.

اٰيَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُبَيِّنُ  fiili,sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

وَ  itiraziyyedir. Hal olması da caizdir. İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. 

عَل۪يمٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.

حَك۪يمٌ  mübtedanın ikinci haberi olarak lafzen merfûdur.  

عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذَا بَلَغَ الْاَطْفَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ 

 

وَ , atıftır. Şart cümlesi olan  بَلَغَ الْاَطْفَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

فَ  karinesiyle gelen cevap  فَلْيَسْتَأْذِنُوا  şeklinde emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  Cümleye dahil olan  لْ, emir lamıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşaî isnaddır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

Masdar harfi  مَا, teşbih harfi  كَ  ile birlikte amili  يَسْتَأْذِنُوا  olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Masdar tevilindeki sılası  اسْتَأْذَنَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  كَمَا ’nın müteallakının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayette bunların, daha önce olmakla vasıflandırılmaları, daha önce zikredilmeleri itibarıyladır; yoksa denildiği gibi bunların ergenlik çağına ermelerinden önce onların ermiş olmaları itibarıyla değildir. Çünkü teşbihten maksat, bunların izin istemeleri keyfiyetini beyan etmek ve ziyadesiyle izah etmektir. (Ebüssuûd)

اسْتَأْذَنَ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَلْيَسْتَأْذِنُوا - اسْتَأْذَنَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Teşbih harfinin dahil olduğu işaret ismi  كَذَ ٰ⁠لِكَ, amili  يُبَيِّنُ  olan, mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Mecrur mahaldeki işaret isminin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Takdiri,  تبيينًا مثل ذلك يبين الله لكم آياته  (İşte Allah böyle bir açıklama ile ayetlerini size açıklar.) şeklindedir.

اٰيَاتِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.

كَذَ ٰ⁠لِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذَأَ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve hükme uymaya teşvik amacına matuftur. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

وَ  itiraziyye veya haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan zamir makamındaki tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَل۪يمٌ  - حَك۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki  عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  cümlesinde zamir yerine Allah lafzının gelmesi konunun heybetini artırmak içindir. 

عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Allah size ayetlerini böyle açıklıyor. İzin isteme emrini tekit ve mübalağa için tekrar edilmiştir. (Beyzâvî)    

Son iki cümle önceki ayettekiyle aynıdır. İki ayet arasında ıtnâb, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Nûr Sûresi 60. Ayet

وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا يَرْجُونَ نِكَاحاً فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ اَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِز۪ينَةٍۜ وَاَنْ يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَهُنَّۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ  ...


Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْقَوَاعِدُ ve (ihtiyar) oturan ق ع د
2 مِنَ -dan
3 النِّسَاءِ kadınlar- ن س و
4 اللَّاتِي ki
5 لَا
6 يَرْجُونَ ümidi kalmamıştır ر ج و
7 نِكَاحًا evlenmeye ن ك ح
8 فَلَيْسَ yoktur ل ي س
9 عَلَيْهِنَّ kendileri için
10 جُنَاحٌ bir günah ج ن ح
11 أَنْ
12 يَضَعْنَ bırakmalarında و ض ع
13 ثِيَابَهُنَّ dış örtülerini ث و ب
14 غَيْرَ غ ي ر
15 مُتَبَرِّجَاتٍ göstermeden ب ر ج
16 بِزِينَةٍ süslerini ز ي ن
17 وَأَنْ ama
18 يَسْتَعْفِفْنَ sakınmaları ع ف ف
19 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
20 لَهُنَّ kendileri için
21 وَاللَّهُ ve Allah
22 سَمِيعٌ işitendir س م ع
23 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

Daha önce (30-31. âyetler) iffetin korunması ve bir tedbir olarak örtünme konusu ele alınmıştı. Örtünmeyle ilgili istisnalar arasında çocuklar, yaşlılar, ev halkı ile içli dışlı yaşamak durumunda olan hizmetçiler vardı. Burada istisnalar, yani amaca aykırı düşmediği için örtünme yükümlülüğünün hafifletilmesiyle ilgili bir başka hüküm daha vardır. Buna göre yaşlanmış, âdet görmez hale gelmiş, normal şartlarda kendisine izdivaç teklifi yapılmaz olmuş kadınlar, gençlere nisbetle daha az örtünebilecekler, bir başka ifadeyle bazı giysilerini çıkarabileceklerdir. “Bu giysiler nelerdir ve nerede çıkarılacaktır?” sorusunun cevabı farklı bakış açılarından ve yorumlardan dolayı çeşitli olmuştur. Bu âyetle 30-31. âyetler arasında ilgi kuranlar ve istisnayı oradaki örtünmeye bağlayanlar, çıkarılabilecek giysilerin başörtüsü, entari üzerine giyilen hırka vb. ikinci giysi olduğunu söylemişlerdir; tâbiîn âlimlerinden Câbir b. Zeyd’in anlayışı böyledir. Bazı tefsirci ve fıkıhçılar ise yaşlı kadının da namazda saçlarının avret (açılması haram) olduğundan hareket ederek istisnayı, Ahzâb sûresindeki cilbâb âyetine (33/59) bağlamışlar ve izin verilen açılmanın yalnızca cilbâb (başörtüsünün ve entarinin üzerine örtülen dış giysi) olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu gruptan bazıları, “Maksat yabancı kimsenin görmediği yerde başını açmasıdır” demişlerse de Cessâs, haklı olarak “Bunu yaşlı kadınlara özgü kılmanın anlamı yoktur, genç kadınlar da yabancı kimsenin görmediği yerlerde başlarını açabilirler” diyerek bu yorumu eleştirmiştir (III, 334; krş. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1401).

Bize göre burada izin verilen açılma baş ve boyunla ilgilidir; âyet, Ahzâb sûresindeki cilbâbla değil, bu sûrenin 31. âyetindeki başörtüsüyle ilgili bir istisna getirmektedir. Çünkü Arapça’da, “elbiselerini çıkarmaları” diye tercüme ettiğimiz “vad‘u’s-siyâb”, dış giysinin değil, başörtüsünün açılması mânasını ifade etmektedir (İbn Atıyye, IV, 195; Kurtubî, XII, 308). Başı ve boynu örtmenin gerekçesi cinsel cazibe idi, yaşlılarda bu sebep ortadan kalktığı için örtünme külfeti hafifletilmiştir; nitekim 31. âyetteki istisnalardan biri de “şehvetle ilgisi olmayan veya kalmayan” kimselerdir. Hafifletme dış giysinin değil, başın ve boynun açılmasıyla hâsıl olur. Yerinde açıklanacağı üzere dış giysi (cilbâb) emrinin gerekçesi iffetin korunması değil, hür kadınların câriyelerden ayırt edilmesidir. Câriyenin bulunmadığı ve ayırmanın başka yöntemlerle sağlandığı zaman ve zeminlerde tesettür için gerekli olan cilbâb değil, belli yerlerin uygun şekilde örtülmesidir.

Âyetin sonundaki uyarı, kadınlar yaşlı da olsalar kendilerine ilgi duyulması ihtimali bulunduğu için bu ruhsatı kullanırken dikkatli olmalarına, amaca göre hareket etmelerine yöneliktir.

 


Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 98-99

وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا يَرْجُونَ نِكَاحاً 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْقَوَاعِدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنَ النِّسَٓاءِ  car mecruru  الْقَوَاعِدُ un mahzuf haline mütealliktir. 

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  الْقَوَاعِدُ un sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَرْجُونَ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَرْجُونَ  fiili (نَ) nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n nisve olup mahallen merfûdur. نِكَاحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ اَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِز۪ينَةٍۜ 

 

فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ  cümlesi, mübteda olan  الْقَوَاعِدُ ’nun haberi olarak mahallen merfûdur.

فَ  harfi zaiddir. لَيْسَ  nakıs,mebni mazi fiildir. كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder.

لَيْسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَلَيْهِنَّ  car mecruru  لَيْسَ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جُنَاحٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  في  harf-i ceriyle birlikte  جُنَاحٌ a mütealliktir. 

يَضَعْنَ  fiili (نَ) nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n nisve olup mahallen merfûdur.

ثِيَابَهُنَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzafun ileyh  olarak mahallen mecrurdur.

غَيْرَ  kelimesi, يَضَعْنَ deki failinin hali olup fetha ile mansubdur.  مُتَبَرِّجَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِز۪ينَةٍ  car mecruru  مُتَبَرِّجَاتٍ a mütealliktir. 

مُتَبَرِّجَاتٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَنْ يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَهُنَّۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. 

يَسْتَعْفِفْنَ  fiili (نَ) nûnu’n nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n nisve olup mahallen merfûdur. 

خَيْرٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.  لَهُنَّۜ  car mecruru  خَيْرٌ a mütealliktir.

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

خَيْرُ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. Burada marifeye muzâf şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَسْتَعْفِفْنَ  fiili sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  عفف ’dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  سَم۪يعٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.  عَل۪يمٌ  mübtedanın ikinci haberi olarak lafzen merfûdur.

سَم۪يعٌ  ve  عَل۪يمٌ  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا يَرْجُونَ نِكَاحاً فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ اَنْ يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِز۪ينَةٍۜ

 

Ayet  وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ifade eder.

الْقَوَاعِدُ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي nin sılası olan  لَا يَرْجُونَ نِكَاحاً  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

الْقَوَاعِدُ ’nun haberi olan …فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ  cümlesine dahil olan  فَ, mübtedanın şarta benzemesi sebebiyle gelmiş zaid harftir. (Âşûr) 

Nakıs fiil  لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْهِنَّ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جُنَاحٌ  muahhar ismidir. 

جُنَاحٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

اَنْ  ve akabinde gelen  يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِز۪ينَةٍ  şeklindeki müspet muzari fiil cümlesi, masdar tevilinde olup takdir edilen  في  harf-i ceriyle birlikte  جُنَاحٌ e mütealliktir.

بِز۪ينَةٍ ’deki tenvin, nev ve umum ifade eder. 

بِز۪ينَةٍ ’deki  بِ  mülâbese içindir. (Âşûr)  

تَبَرُّج, saklı ve gizli tutulup, gösterilmemesi gerekli olan şeyi ortaya koymaya çalışmaktır. Bu, Arapların, “üzerinde örtüsü bulunmayan apaçık bir gemi” manasında söyledikleri, “سفينة بارج” deyimlerinden alınmadır. (Fahreddin er-Râzî)    

Yaşlanıp oturmuş kadınlar ayetinde geçen; yaşlanıp, oturmuşlar lafzının tekili,  الْقَوَاعِدُ  şeklinde sonunda  هَاءٍ  harfi olmaksızın gelir. Bu  هَاءٍ  harfinin hazfi bu oturmanın yaşlılık dolayısıyla olduğuna delalet etmesi içindir. Nitekim “hamile kadın” manasındaki  امْرَأَةٌ حَامِلٌ  lafzında da  الْهَاءِ ’nin hazfı, yükünün hamilelik dolayısıyla olduğuna delalet etmesi içindir. (Kurtubî) 

Bu ayet,  ولا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إلّا ما ظَهَرَ مِنها ولْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلى جُيُوبِهِنَّ ‘den başlayarak  عَلى عَوْراتِ النِّساءِ (Nisa Suresi, 31)’e kadar devam eden ayettekiler için tahsis ifade eder. (Âşûr) 

 

 وَاَنْ يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَهُنَّۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir.  اَنْ  ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi  اَنْ يَسْتَعْفِفْنَ , masdar tevilinde mübtedadır. لَهُنَّۜ ’nin müteallakı olan haber خَيْرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Zamandan bağımsız sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 

 وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle ta’lil hükmündedir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki  عَل۪يمٌ  ve  سَم۪يعٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemalat anlamı ve tazim vardır.

Allah iyi işitici ve iyi bilendir (yani gereğini yapar). Lâzım söylenmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu kelam açıkça büyük bir uyarıdır. (Ebüssuûd)
Nûr Sûresi 61. Ayet

لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ وَلَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَنْ تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اٰبَٓائِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اُمَّهَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اِخْوَانِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخَوَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَعْمَامِكُمْ اَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخْوَالِكُمْ اَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ اَوْ مَا مَلَكْتُمْ مَفَاتِحَهُٓ اَوْ صَد۪يقِكُمْۜ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَأْكُلُوا جَم۪يعاً اَوْ اَشْتَاتاًۜ فَاِذَا دَخَلْتُمْ بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟  ...


Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur. Kendi evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz evlerde ya da dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı olarak yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selâm verin. İşte Allah, düşünesiniz diye âyetleri size böyle açıklar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَيْسَ yoktur ل ي س
2 عَلَى üzerine
3 الْأَعْمَىٰ kör ع م ي
4 حَرَجٌ bir güçlük ح ر ج
5 وَلَا ve yoktur
6 عَلَى üzerine
7 الْأَعْرَجِ topal ع ر ج
8 حَرَجٌ bir güçlük ح ر ج
9 وَلَا ve yoktur
10 عَلَى üzerine
11 الْمَرِيضِ hasta م ر ض
12 حَرَجٌ güçlük ح ر ج
13 وَلَا ve (bir güçlük) yoktur
14 عَلَىٰ üzerinize
15 أَنْفُسِكُمْ sizin ن ف س
16 أَنْ
17 تَأْكُلُوا yemenizde ا ك ل
18 مِنْ -den
19 بُيُوتِكُمْ kendi evleriniz- ب ي ت
20 أَوْ yahut
21 بُيُوتِ evlerinden ب ي ت
22 ابَائِكُمْ babalarınızın ا ب و
23 أَوْ yahut
24 بُيُوتِ evlerinden ب ي ت
25 أُمَّهَاتِكُمْ annelerinizin ا م م
26 أَوْ yahut
27 بُيُوتِ evlerinden ب ي ت
28 إِخْوَانِكُمْ kardeşlerinizin ا خ و
29 أَوْ yahut
30 بُيُوتِ evlerinden ب ي ت
31 أَخَوَاتِكُمْ kızkardeşlerinizin ا خ و
32 أَوْ yahut
33 بُيُوتِ evlerinden ب ي ت
34 أَعْمَامِكُمْ amcalarınızın ع م م
35 أَوْ yahut
36 بُيُوتِ evlerinden ب ي ت
37 عَمَّاتِكُمْ halalarınızın ع م م
38 أَوْ yahut
39 بُيُوتِ evlerinden ب ي ت
40 أَخْوَالِكُمْ dayılarınızın خ و ل
41 أَوْ yahut
42 بُيُوتِ evlerinden ب ي ت
43 خَالَاتِكُمْ teyzelerinizin خ و ل
44 أَوْ yahut
45 مَا
46 مَلَكْتُمْ sahip olduğunuzun م ل ك
47 مَفَاتِحَهُ anahtarlarına ف ت ح
48 أَوْ yahut
49 صَدِيقِكُمْ arkadaşınızın ص د ق
50 لَيْسَ yoktur ل ي س
51 عَلَيْكُمْ üzerinize
52 جُنَاحٌ bir günah ج ن ح
53 أَنْ
54 تَأْكُلُوا yemenizde ا ك ل
55 جَمِيعًا toplu olarak ج م ع
56 أَوْ yahut
57 أَشْتَاتًا ayrı ayrı ش ت ت
58 فَإِذَا zaman
59 دَخَلْتُمْ girdiğiniz د خ ل
60 بُيُوتًا evlere ب ي ت
61 فَسَلِّمُوا selam verin س ل م
62 عَلَىٰ
63 أَنْفُسِكُمْ kendinize ن ف س
64 تَحِيَّةً (bir yaşam) dileğiyle ح ي ي
65 مِنْ
66 عِنْدِ tarafından ع ن د
67 اللَّهِ Allah
68 مُبَارَكَةً bereketli ب ر ك
69 طَيِّبَةً güzel ط ي ب
70 كَذَٰلِكَ işte böyle
71 يُبَيِّنُ açıklıyor ب ي ن
72 اللَّهُ Allah
73 لَكُمُ size
74 الْايَاتِ ayetleri ا ي ي
75 لَعَلَّكُمْ umulur ki
76 تَعْقِلُونَ aklınızı kullanırsınız ع ق ل

Bu âyette ilk bakışta dört ayrı konu var gibi gözükmektedir: Hasta ve sakatlarla ilgili muafiyet, yakınların evlerinden yiyip içmek, birlikte veya ayrı ayrı yemek, evlere girildiğinde selâm vermek. Bu dört konudan ilk ikisinin tek konu olup olmadığı hususu tartışılmıştır. Meâlde “sizin için de” diye başlayan cümle üst tarafına bağlanırsa konu tektir, bağlanmazsa konular farklıdır. Bir tercih yapabilmek için önce âyetin geliş sebebiyle ilgili rivayetlere bakmak gerekecektir: a) Hasta ve sakatlar diğerleri ile birlikte yedikleri zaman hak geçmesi, onların karınlarını doyuramaması ihtimali vardı, bu yüzden rahatsızlık duyanlar, “Birlikte yemenizde sakınca yoktur” denilerek rahatlatılmıştır. b) Hasta ve sakatların, âyetin devamında sayılan yakınların evlerinden yemelerinde sakınca bulunmadığı açıklanmıştır (bu anlayışa göre ilk iki konu farklı değildir, tek konuda açıklama yapılmış demektir). c) Hastalar ve sakatları, karınlarını doyurmak üzere evlerine götüren kimseler burada yiyecek bulamazlarsa âyette sıralanan yakınlarına götürüyorlardı; bunda sakınca bulunmadığı bildirilmektedir. d) “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin” (Bakara 2/188) meâlindeki âyet gelince, “bağışlama, alım satım gibi bir durum olmadan akraba ve eş dost evinden yiyip içmenin de câiz olmayan, haksız yoldan yeme ve içme”sayılacağı kanaati bazı kimseleri rahatsız etmişti, bunu gidermek üzere bu âyet nâzil oldu. e) Sağlam müminler savaşa giderken evlerini, sakatlıkları veya başkaca mazeretleri yüzünden savaşa katılamayanlara emanet ediyorlardı, emanetçilerin de bu evlerde bulunan yiyeceklerden yararlanma hususunda gönülleri rahat değildi, onlara ruhsat tanınmıştır. f) Bu âyet nâzil olduğunda genellikle insanların evlerinde kapı yoktu, perde çekilmiş olurdu ve evlere kolaylıkla girilirdi, eve giren kişi bazan orada sahiplerini bulamazdı ve bir şeyler yiyip içmeye de ihtiyacı olurdu. Sonraları evlere kapı yapıldı, sahipleri bir yere gideceklerinde kapılarını kapayıp gittiler, bu uygulama da ortadan kalkmış oldu. g) Hasta ve sakatlarla ilgili kısım, daha sonra gelen ve birbirinin evinden yiyip içmekle ilgili bulunan kısımdan farklı olup onların mazeretleri sebebiyle başta cihad olmak üzere bazı emirlerden ve yasaklardan muaf oldukları hükmünü getirmektedir (Cessâs, III, 334; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1402). Yorumları da yönlendiren bu rivayetler içinde hem tarihî olguya hem de âyetin lafzına en uygun olanı şu iki yorumdur: 1. Topal, kör ve hasta olanların başta cihad olmak üzere –sağlam olma, güç yetme şartı aranan– birçok yükümlülükten muaf oldukları. 2. O günlerde hem ihtiyaç bulunduğu hem de örf ve âdet haline geldiği için akraba ve dostların birbirinin evinden, sahibinin iznini almaksızın –yine örf ve âdet ölçüsünde– yiyip içmelerinin câiz olduğu.

Araplar’ın İslâm’dan sonra sürdürdükleri bir âdetleri de yolculukta azıkları birleştirip gerektikçe ortadan yemekti. Bu durumda bazı kimseler çok veya sık, bazıları az yiyorlardı, bazı kimseler de herkes bir araya toplanmadıkça ortak azıktan yemek istemiyorlardı. Âyetin ilgili bölümü, iyi niyet ve ihtiyaç sınırları içinde kalındığı sürece tek başına da, bütün arkadaşlar bir araya gelerek de yemenin câiz olduğunu göstermektedir.

27-30. âyetlerde başkalarına ait evlere girerken nasıl izin alınacağı ve selâm verileceği öğretilmişti. Bu âyetin sonunda ise bir kimsenin kendi evine, bir rivayete göre de mescide girdiğinde nasıl davranacağı anlatılmaktadır. Buna göre eve veya mescide girildiği zaman orada bulunanlara selâm verilecektir. Lafzen “... kendinize selâm verin” anlamına gelen cümleden kastedilen budur. Bir yoruma göre ise evde kimse yoksa şahıs kendine selâm verecektir.

 


Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 99-101
Bîr adam, "Ya Resûlallah! Benim (biraz) malım ve çocuğum vardır. Babam da cidden benim malımı kökünden tüketmek ister." dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurdu:
“Sen babanın (kazancı) sın, malın da babana (helal) dır.” (İbn Mace, Ticaret 64)

Diğer bir rivayette ise: “Sen ve malın babana aitsiniz. Şunu bilin ki evlâtlarınız kazançlarınızın en temizlerindendir. Öyleyse evlâtlarınızın kazançlarından yiyin.” buyurulmuştur.
(Ebû Davud, Büyû, 79)

Riyazus Salihin, 744 Nolu Hadis
Vahşî İbni Harb şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı:
- Yâ Resûlallah! Yemek yiyoruz, fakat doymuyoruz, dediler.
Resûl-i Ekrem onlara:
- “Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz!” diye sorunca:
- Evet, öyle yapıyoruz, dediler.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de:
- “Yemeği birlikte yiyiniz; besmele çekiniz; yemeğiniz bereketlenir” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Et`ime 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et`ime 17)

  Beyete بيت :  Beyt بَيْتٌ sözcüğü temelde insanın gece sığındığı/ barındığı yerdir.  Çünkü باتَ fiili gecelemek anlamındadır, çoğulu بُيُوتٌ ve أبْياتٌ şekillerinde gelir. Fakat daha özel olarak بُيُوتٌ meskenle ilgili, أبْياتٌ ise şiirle ilgili kullanılır. Ehli beyt tabiri de Allah Resulunun ailesiyle ilgili yaygın bir kullanım kazanmıştır. Kuran-ı Kerim'de de geçen بَياتٌ lafzı ise düşman üzerine gece gitmektir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 73 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ehli beyt, beytu-l mal, beyit, bayat ve beytidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Aqale عقل :  عَقْلٌ bilgiyi kabul etmeye hazır olan kuvveye denir. Ayrıca insanın bu kuvveyle kazandığı bilgiye de عَقْلٌ denir. Bununla beraber عَقْلٌ kelimesinin temel anlamı yakalamak ve bırakmamak üzere tutmak, alıkoymak ve korumaktır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece sülasi fiil formunda 49 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri akıl, mâkul, âkil ve ukeladır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ 

 

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir.  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَلَى الْاَعْمٰى  car mecruru  لَيْسَ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  حَرَجٌ  kelimesi  لَيْسَ nin muahhar mübtedası olup lafzen merfûdur.  

عَلَى الْاَعْرَجِ  car mecruru atıf harfi وَ la  لَيْسَ nin mahzuf mukaddem haberine matuftur.

لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

عَلَى الْاَعْرَجِ  car mecruru  لَيْسَ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  حَرَجٌ  kelimesi  لَيْسَ nin muahhar mübtedası olup lafzen merfûdur. 

لَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ  atıf harfi  وَ la  لَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ cümlesine matuftur. 

الْاَعْرَجِ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.

Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan sıfat-ı müşebbehe sadece fail alır. İsm-i fail mef’ûlüne muzâf olur. Sıfat-ı müşebbehe ise failine muzâf olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَنْ تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اٰبَٓائِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اُمَّهَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اِخْوَانِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخَوَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَعْمَامِكُمْ اَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخْوَالِكُمْ اَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ اَوْ مَا مَلَكْتُمْ مَفَاتِحَهُٓ اَوْ صَد۪يقِكُمْۜ 

 

لَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem haber  الْاَعْمٰىya mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müvvel, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

تَأْكُلُوا  fiili  نَ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ بُيُوتِ  car mecruru  تَأْكُلُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بُيُوتِ اٰبَٓائِكُمْ  atıf harfi اَوْ  ile makabline matuftur.  بُيُوتِ  muzâf olup kesra ile mecrurdur.  اٰبَٓائِكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

بُيُوتِ اُمَّهَاتِكُمْ ,  بُيُوتِ اِخْوَانِكُمْ , بُيُوتِ اَخَوَاتِكُمْ ,بُيُوتِ اَعْمَامِكُمْ ,  بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ , بُيُوتِ اَخْوَالِكُمْ , بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ  izafet terkipleri atıf harfi  اَوْ  ile makablilerine matuftur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  مَلَكْتُمْ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

مَلَكْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  مَفَاتِحَهُٓ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

صَد۪يقِكُمْ   atıf harfi اَوْ  ile makabline matuftur.

صَد۪يقِكُمْ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.

Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.

Bu amel şartlarından birini taşıyan sıfat-ı müşebbehe sadece fail alır. İsm-i fail mef’ûlüne muzâf olur. Sıfat-ı müşebbehe ise failine muzâf olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَأْكُلُوا جَم۪يعاً اَوْ اَشْتَاتاًۜ 

 

لَيْسَ  nakıs,mebni mazi fiildir.  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder.  لَيْسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَلَيْكُمْ car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جُنَاحٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  في  harf-i ceriyle birlikte  جُنَاحٌ ’a mütealliktir. Takdiri,  حرج في أن تأكلوا  şeklindedir. 

تَأْكُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

جَم۪يعاً  kelimesi  تَأْكُلُوا ’nün failinin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَشْتَاتاً   atıf harfi اَوْ  ile  جَم۪يعاً ’a matuftur.


فَاِذَا دَخَلْتُمْ بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a) إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دَخَلْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  دَخَلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  بُيُوتاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

سَلِّمُوا  şart fiili olup  نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَلٰٓى اَنْفُسِ  car mecruru  سَلِّمُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَحِيَّةً  masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ عِنْدِ  car mecruru  تَحِيَّةً ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مُبَارَكَةً  kelimesi  تَحِيَّةً ’nin ikinci sıfatı olup lafzen mansubdur.  طَيِّبَةًۜ  üçüncü sıfatı olup lafzen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَلِّمُوا  fiili,sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سلم ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ 

 

كَ  harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  يُبَيِّنُ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

يُبَيِّنُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  يُبَيِّنُ  fiiline mütealliktir.  

اٰيَاتِ  mef’ûlü bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

يُبَيِّنُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟

 

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Terecci, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تَعْقِلُونَ۟  fiili  لَعَلَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَعْقِلُونَ۟  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nakıs fiil  لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَى الْاَعْمٰى  car-mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  حَرَجٌ  muahhar ismidir. 

حَرَجٌ ’daki tenvin, kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ ve  وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ  şeklindeki müteakip iki cümle, nakıs fiil  لَيْسَnin dahil olduğu isim cümlesine atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Bu cümlelerdeki nefiy harfi  لَا, tekid ifade eden zaid harftir.

الْاَعْرَجِ - حَرَجٌ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Zeccâc: “Arapçada  حَرَجٌ, ‘darlık’ demek olup dinî manası günahtır.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ  [Âma’ya sakınca yoktur, topala sakınca yoktur, hastaya sakınca yoktur.] cümlesinde, bu hükmü iyice zihinlere yerleştirmek için  حَرَجٌ (sakınca) lafzı tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Atıfla beraber tekrar edilen  لا  harfi nefy manasını tekid etmiştir. Bu kullanım çoktur. (Âşûr)  


وَلَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَنْ تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اٰبَٓائِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اُمَّهَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اِخْوَانِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخَوَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَعْمَامِكُمْ اَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخْوَالِكُمْ اَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ اَوْ مَا مَلَكْتُمْ مَفَاتِحَهُٓ اَوْ صَد۪يقِكُمْۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan menfi isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اَنْ  ve akabinde gelen  تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ  şeklindeki müspet muzari fiil cümlesi masdar tevili ile mübtedadır.

Veya …وَلَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَنْ تَأْكُلُوا مِنْ  cümlesi  وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ  cümlesine matuftur.

Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

اَنْ  ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi  تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ, masdar tevilinde olup takdir edilen  في  harf-i ceriyle  حَرَجٌ ’e mütealliktir.

مِنْ بُيُوتِكُمْ  car mecruru,  اَنْ تَأْكُلُوا  fiiline mütealliktir. Akabindeki diğer car mecrurlar  مِنْ بُيُوتِكُمْ ’e  اَوْ  atıf harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebepleri temâsüldür.

Mecrur konumdaki ism-i mevsûl  مَا ’nın sıla cümlesi  مَلَكْتُمْ مَفَاتِحَهُٓ اَوْ صَد۪يقِكُمْۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَعْمَامِكُمْ - الْاَعْمٰى  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْاَعْمٰى - الْاَعْرَجِ ve  اٰبَٓائِكُمْ - اُمَّهَاتِكُمْ - اِخْوَانِكُمْ - اَخَوَاتِكُمْ - اَعْمَامِكُمْ  -  عَمَّاتِكُمْ- اَخْوَالِكُمْ خَالَاتِكُمْ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîrاِخْوَانِكُمْ - اَخَوَاتِكُمْ  ve  اَعْمَامِكُمْ - عَمَّاتِكُمْ  ve  اَخْوَالِكُمْخَالَاتِكُمْ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Anılan kimselerin evinden yemek yemenin caiz olması hükmü ev sahibinin rızası, sarih izin ile veya ona delalet eden bir karine ile bilinmesi haline mahsustur. İşte bundan dolayı özellikle bunlar zikredilmiştir. Zira câri olan adete göre bunlar, birbirlerinin evinden yiyip içerler. (Ebüssuûd)

Yüce Allah, yakın akrabaların evlerini söz konusu etmekle birlikte, oğulların evlerini bu arada söz konusu etmemiştir. Müfessirler derler ki: Oğulların evleri Yüce Allah'ın: “Kendi evlerinizden” ayetinin kapsamına girmesi dolayısıyla ayrıca söz konusu edilmemiştir. Çünkü kişinin oğlunun evi, kendi evidir. Yüce Allah'ın: Veya dostlarınızın ifadesindeki  ألصٌََديق  kelimesi (aslında tekil olmakla birlikte) çoğul anlamındadır. ألعَدُوْ (Düşman) kelimesi de böyledir. (Kurtubî)   


 لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَأْكُلُوا جَم۪يعاً اَوْ اَشْتَاتاًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nakıs fiil  لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جُنَاحٌ  muahhar ismidir. 

جُنَاحٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

اَنْ  ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi  تَأْكُلُوا جَم۪يعاً اَوْ اَشْتَاتاً, masdar tevilinde olup takdir edilen  في  harf-i ceriyle birlikte  جُنَاحٌ e mütealliktir.

جَم۪يعاً  kelimesi  تَأْكُلُوا  fiilinin failinin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. 

جَم۪يعاً  (Toplu olarak) - اَشْتَاتاًۜ (Ayrı ayrı)  kelime­leri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

Ayette geçen  اَشْتَاتاًۜ  kelimesi, “ayrı” anlamına gelen  شَت  kelimesinin çoğuludur. 

“Ve sizin topluca veya ayrı ayrı yemenizde de vebal yoktur.” ayetinin Leys b. Bekroğulları hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Bunlar Kinâneoğullarına mensup bir koldur. Onlardan herhangi bir kimse tek başına yemek yemez ve kendisiyle beraber yemek yiyecek birisini buluncaya kadar günlerce aç beklermiş. (Kurtubî) 

لَيْسَ - عَلٰٓى - حَرَجٌ - بُيُوتِ - تَأْكُلُوا  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

 فَاِذَا دَخَلْتُمْ بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Şart cümlesi olan  دَخَلْتُمْ بُيُوتاً, müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)

فَ  karinesiyle gelen cevap  فَسَلِّمُوا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

تَحِيَّةً  “Selam olmak üzere” lafzı mastar (mef'ûlu mutlak)dır. Çünkü  فَسَلِّمُوا (selam veriniz) ifadesi de bu anlamı ihtiva etmektedir, Yüce Allah bu selamı bereketli olmakla nitelendirmiştir, çünkü bunda hem dua hem de Müslümanın sevgisini kendisine doğru çekme (sevgisini kazanma) söz konusudur. Aynı şekilde Yüce Allah bu selamı “pek güzel (tayyib)” olmakla da nitelendirmiştir. Çünkü bunu işiten böyle bir selamdan hoşlanır ve güzel bulur. (Kurtubî)   

عِنْدِ’nin, lafza-i celâle muzâf olması onun şanı içindir.

Cenab-ı Hakk'ın “Fakat evlere girdiğiniz zaman, kendinize selam verin.” buyruğuna gelince bu, Allah Teâlâ'nın, bütün Müslümanları, tıpkı kendinizi öldürmeyiniz (Maide Suresi, 29) ayetinde de olduğu, tek bir can gibi kabul etmesi anlamındadır. (Kurtubî) 

Ayetteki  مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ  kelimesinin izahı hakkında Dahhâk: “Buradaki bereketin manası, kat kat bereket vermek demektir.” der. Zeccâc da şöyle demiştir: “Cenab-ı Hakk, kendisinde bulunan ecir ve mükâfattan dolayı selamın mübarek olduğunu; kişi, bu hususta Allah'a itaat ettiğinde hayrını çoğaltacağını ve mükâfatını bol vereceğini bildirmiştir.” (Fahreddin er-Râzî) 


كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Teşbih harfinin dahil olduğu işaret ismi  كَذَ ٰ⁠لِكَ, amili  يُبَيِّنُ  olan, mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Mecrur mahaldeki işaret isminin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır.

Takdiri,  تبيينًا مثل ذلك يبين الله لكم الآيات (İşte Allah böyle bir açıklama ile ayetleri size açıklar.) şeklindedir.

كَذٰلِكَ ’deki  كَ  teşbih edatıdır.  ذٰلِكَ  ise sözü geçen bu sünnetlere işarettir. Yani sizlere bu hususlarda dininizin sünnetlerini açıkladığı gibi dininizde sizin için gerekli olan diğer hususları da böylece açıklar. (Kurtubî) 

كَذَ ٰ⁠لِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذَأَ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve hükme uymaya teşvik amacına matuftur. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Bu cümle 58 ve 59. ayetlerde zihinlere iyice yerleştirmek için tekrarlanmıştır. Itnâb babındandır. Bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu kelam, zikredilen hükümleri tekid ve tazim etmektedir. Yani bu ayetlerin içerdiği hükümleri ve dinî kaideleri anlayasınız, gereklerini uygulayasınız ve bu sayede iki cihan saadetine eresiniz diye Allah bu ayetlerini size işte böylece açıklamaktadır.

(Ebüssuûd)


لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟

 

Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  تَعْقِلُونَ nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  “لَعَلَّ  kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)

 
Günün Mesajı
60. Ayeti kerime kadınlar için tesettürün (örtünme) ve güzellik teşhirinden kaçınmanın ne kadar önemli olduğu konusunda oldukça dikkat çekici bir ayettir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsanın gittiği yerlerden zihnine topladığı anıların şekli, karakter özelliklerine ve fikrine bağlı değil midir?

Fikri derken; kafası neye çalışıyor anlamında, yani bir nevi beyninde yer alan düşüncelere şöyle bir uzaktan baksanız, o birbirine benzeyen düşünceler topluluklarına ne isimler verebildiğinizdir. 

Eğer öyleyse, gittiği yerlerle ilgili anlattıklarını dikkatli dinlediğinizde, hiç tanımadığınız insanın bile karakterine dair birçok ipucu elde edilebilir. Zira, insanın fikri ne ise onu görür baktıklarında ve o kelimeleri işitir kulak verdiklerinde. Dolayısı ile onları anlatır. 

Geçenlerde yabancı bir bayan sormuş: iki günlüğüne İstanbul'a geliyorum nereleri gezmemi tavsiye edersiniz? Memleketimizden belli ki fikri sığ kalmış biri de gidebileceği yerlerin listesini yapmış. Hepsi gece eğlence mekanları. İstanbul deyince, tek o mu geliyor aklına? Nerede tarih bilgin, nerede kültürün?

İnsanın kafası neye çalışırsa, yalnız ona benzeyenleri toplar fiziksel dünyasından. Zikir ve fikir, zihnin dokunduğu ve ürettiği her şeyi etkiler. 

Allahım! Zikrimizi ve fikrimizi güzelleştir. Böylece etrafımızdan anı diye topladıklarımız ve hatırladıklarımız da güzelleşsin. Selamlarımız ve görüştüklerimiz güzelleşsin. Rahmetin ile güzel düşünenlerden ve güzel hatırlayanlardan olalım ki; niyetlerimiz, niyetlerimize giden yollarımız, hayat tarzımız ve hepsinin toplamında kalplerimiz güzelleşsin. Her şeyin sonunda, huzuruna varışımız güzel olsun.

Amin.

***

Allahım! Dünyanın ve kendi nefsimiz de dahil dünyayı sevenlerin yalanlarına kanmaktan Sana sığınırız. Sınırları aşmayı özgürlükten sayan cehaletin ve ahlaksızlığın her türlü zararından Sana sığınırız. 

Allahım! Ömrümüzün her dönemini bereketlendir. İmanımız sağlam, bedenimiz sıhhatli ve aklımız dinç bir halde takvalı ve edepli bir ömür yaşamamız için yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Doğrularımızı çoğalt, yanlışlarımızı affeyle.

Allahım! Bulunduğumuz her mekanda ve zamanda, Senin rızanı gözetenlerden; sınırını bilenlerden ve edebini takınanlardan; insanlardan çok Senden korkanlardan ve çekinenlerden eyle. 

Allahım! Senin selamın, rahmetin ve bereketin ile; ellerindeki işleri tamamlayanlardan ve yenilerine başlayanlardan, canını teslim edenlerden ve dirilenlerden, Sana kavuşarak ebedi huzur ile şereflenenlerden eyle.  

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji