بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلٰٓى اَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتّٰى يَسْتَأْذِنُوهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ فَاِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
2 | الْمُؤْمِنُونَ | mü’minler |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | امَنُوا | inanırlar |
|
5 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
6 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisine |
|
7 | وَإِذَا | ve ne zaman ki |
|
8 | كَانُوا | olurlar |
|
9 | مَعَهُ | onunla beraber |
|
10 | عَلَىٰ | için |
|
11 | أَمْرٍ | bir iş |
|
12 | جَامِعٍ | toplumsal |
|
13 | لَمْ |
|
|
14 | يَذْهَبُوا | gitmezler |
|
15 | حَتَّىٰ | kadar |
|
16 | يَسْتَأْذِنُوهُ | ondan izin alıncaya |
|
17 | إِنَّ | şüphesiz |
|
18 | الَّذِينَ |
|
|
19 | يَسْتَأْذِنُونَكَ | senden izin alanlar |
|
20 | أُولَٰئِكَ | işte onlardır |
|
21 | الَّذِينَ |
|
|
22 | يُؤْمِنُونَ | inananlar |
|
23 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
24 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisine |
|
25 | فَإِذَا | zaman |
|
26 | اسْتَأْذَنُوكَ | senden izin istedikleri |
|
27 | لِبَعْضِ | bazı |
|
28 | شَأْنِهِمْ | işleri için |
|
29 | فَأْذَنْ | izin ver |
|
30 | لِمَنْ | kimseye |
|
31 | شِئْتَ | dilediğin |
|
32 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
33 | وَاسْتَغْفِرْ | ve mağfiret dile |
|
34 | لَهُمُ | onlar için |
|
35 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
36 | إِنَّ | şüphesiz |
|
37 | اللَّهَ | Allah |
|
38 | غَفُورٌ | çok bağışlayandır |
|
39 | رَحِيمٌ | çok esirgeyendir |
|
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
الْمُؤْمِنُونَ mübteda olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline mütealliktir.
رَسُولِه۪ atıf harfi وَ ’la بِاللّٰهِ ’ye matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُؤْمِنُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلٰٓى اَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتّٰى يَسْتَأْذِنُوهُۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olup, mahallen merfûdur.
مَعَهُ mekân zarfı, كَانُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰٓى اَمْرٍ car mecruru كَانُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir. جَامِعٍ kelimesi اَمْرٍ ’in sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karinesi olmadan gelen لَمْ يَذْهَبُوا cümlesi şartın cevabıdır.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَذْهَبُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir.
يَسْتَأْذِنُوهُ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَتّٰى harf-i ceriyle يَذْهَبُوا fiiline mütealliktir.
يَسْتَأْذِنُو fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَأْذِنُو fiili sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi أذن ’dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
جَامِعٍ sülâsi mücerredi جمع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
İsm-i mevsûlun sılası يَسْتَأْذِنُونَكَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَسْتَأْذِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اُو۬لٰٓئِكَ işaret ism-i اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir.
رَسُولِه۪ atıf harfi وَ ’la بِاللّٰهِ ’ye matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَسْتَأْذِنُونَ fiili sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi أذن ’dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
فَاِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللّٰهَۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَأْذَنُوكَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اسْتَأْذَنُوكَ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِبَعْضِ car mecruru اسْتَأْذَنُوكَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَأْنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
أْذَنْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle أْذَنْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası شِئْتَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
شِئْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُمْ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf aid zamirin haline mütealliktir. Takdiri, شئت إذنه منهم (Onlardan istediğine iznini) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. اسْتَغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir.
لَهُمُ car mecruru اسْتَغْفِرْ fiiline mütealliktir. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اسْتَغْفِرْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
غَفُورٌ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ kelimesi اِنّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلٰٓى اَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتّٰى يَسْتَأْذِنُوهُۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiştir. Mübteda ve haber arasındaki kasr, izafî ve ifraddır. (Âşûr)
الْمُؤْمِنُونَ mevsuf/maksûr, الَّذ۪ينَ sıfat/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur.
اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak müspet siyakında gelir.
Cübbâi şöyle der: “Bu, o müminlerin, Hz. Peygamberden (s.a.) izin istemelerinin, imanlarından olduğuna delalet eder. Eğer böyle olmasaydı ve onlar da izin istemeselerdi, o zaman onların imanlarının kâmil olması caiz olurdu. Ki bu da Allah'ın her farzının yerine getirilmesinin ve haramlarından kaçınmanın, imandan olduğuna delalet eder.” Buna şu şekilde cevap veririz: “Bu, اِنَّمَا kelimesinin hasr ifade etmesine binaen böyledir. Bir de münafıklar izin istemeyi, o işi hafife aldıklarından dolayı terk etmişlerdi. Bunun ise küfür olduğunda bir münakaşa yoktur.” (Fahreddin er-Râzî)
المُؤْمِنُونَ kelimesinin harfi tarifli gelmesi cins veya ahd içindir. Yani mümin cinsi veya bu vasıfla tanınan kimseler; Allah'a ve Resulü'ne inanır ve O'ndan izin istemedikçe yanından ayrılıp gitmezler. (Âşûr)
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, müminleri, tazim, teşvik ve sonradan gelecek açıklamanın önemini vurgulamak amacıyladır.
İsm-i mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Öncesine matuf olan وَاِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلٰٓى اَمْرٍ جَامِعٍ şeklindeki şart cümlesinin haber manalı olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundaki cümle, كَانُوا ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatı vardır. مَعَهُٓ , nakıs fiil كَانُوا ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. عَلٰٓى اَمْرٍ, mahzuf hale mütealliktir. جَامِعٍ kelimesi, اَمْرٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. اَمْرٍ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi لَمْ يَذْهَبُوا حَتّٰى يَسْتَأْذِنُوهُۜ, menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ’nın gizli أنْ ’le masdar yaptığı يَسْتَأْذِنُوهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki حَتّٰى ile birlikte يَذْهَبُوا fiiline mütealliktir.
يُؤْمِنُونَ - اٰمَنُوا - مُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve istimrar ifade eder.
İsm-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَك… cümlesi sonuna kadar اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ… cümlesini tekid eder. (Âşûr)
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَسْتَأْذِنُونَكَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
اِنَّ ’nin haberi olan اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin الَّذ۪ينَ şeklinde gelmesi hükmü tekid eder.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan …يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder ve muhatabın muhayyilesinde canlanmasını sağlar. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَسُولِه۪ۚ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ ibaresi, ayetin başlangıcıyla fiilin zamanı hariç aynıdır. Bu; konunun önemini vurgulamak, muhatabın zihnine iyice yerleştirmek amacına binaen yapılmış ıtnâbdır. Bu iki ibare arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İzin isteyenlerin iman etmiş kimseler olduğunu bildiren cümlenin mefhumu muhalifinden, izin almadan gidenlerin bu vasfa sahip olmadıklarını anlıyoruz.
فَاِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللّٰهَۜ
فَ atıf harfidir. Şart cümlesi olan اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
فَ karinesiyle gelen cevap فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ, harf-i cer لِ ile birlikte أْذَنْ fiiline mütealliktir. Sılası olan شِئْتَ مِنْهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللّٰهَ cümlesi de …فَأْذَنْ cümlesine matuftur. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında inşâî olmak bakımından da mutabakat mevcuttur.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Tekrarlanmasında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَسْتَأْذِنُوهُۜ - اسْتَأْذَنُ - يَسْتَأْذِنُونَ - فَأْذَنْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ - اسْتَأْذَنُوكَ kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Hz. Peygamber için izin verse dahi onların izin istememesi gerektiğine dikkat çekmek için وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللّٰهَۜ [kendileri için Allah'tan mağfiret iste] buyrulmuştur. Çünkü istiğfar, bir günahın südur ettiğine delalet eder ve bu ifade genelde bazı ruhsatlar hakkında kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)
“Gitmek için senden izin isteyenler var ya, işte onlar gerçekten Allah'a ve Resulü'ne iman edenlerdir.” denilmiştir. Böylece birinci cümlede, kâmil iman sahiplerinin, ancak iman ile izin istemeyi bir araya getirenler olduğuna hükmedildiği gibi bu cümle ile de izin isteyenlerin, ancak Allah'a ve Resulü'ne iman edenler olduğuna hükmedilmiştir. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ta’lil hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Allah lafzı ayette üç kez zikredilmiştir. Hiç şüphesiz bu; verilen haberin önemini ve kesinliğini ifade eder.
غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin birinci, رَح۪يمٌ ikinci haberidir.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlanan ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri ziyadelik ifade eder. فعول ve فعيل vezinleri ziyadelik ifade eden kalıplardandır. Bunların hepsi bu sıfatların ziyadeliğini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
“Muhakkak ki Allah çok merhametli ve affedicidir.” ifadesi lâzım, “onları da affedecek ve cennetine koyacaktır” manası melzûmdur. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
وَاسْتَغْفِرْ - غَفُورٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin fasılası, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah, kullarının taksiratını çok bağışlamakta ve rahmetinin eserlerini onlara ziyadesiyle yağdırmaktadır. Bu cümle, onlar için mağfiret dilemek emri zımnında vaat edilen mağfiretin illetini beyân etmektedir. (Ebüssuûd)لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضاًۜ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذاًۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | تَجْعَلُوا | bir tutmayın |
|
3 | دُعَاءَ | davetini |
|
4 | الرَّسُولِ | Rasulün |
|
5 | بَيْنَكُمْ | aranızda |
|
6 | كَدُعَاءِ | daveti gibi |
|
7 | بَعْضِكُمْ | herhangi birinizin |
|
8 | بَعْضًا | diğerini |
|
9 | قَدْ | andolsun |
|
10 | يَعْلَمُ | bilir |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | الَّذِينَ |
|
|
13 | يَتَسَلَّلُونَ | sıvışıp gidenleri |
|
14 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
15 | لِوَاذًا | birbirinin arkasına gizlenerek |
|
16 | فَلْيَحْذَرِ | o halde sakınsınlar |
|
17 | الَّذِينَ | kimseler |
|
18 | يُخَالِفُونَ | aykırı davranan(lar) |
|
19 | عَنْ |
|
|
20 | أَمْرِهِ | onun emrine |
|
21 | أَنْ |
|
|
22 | تُصِيبَهُمْ | kendilerine uğramasından |
|
23 | فِتْنَةٌ | bir belanın |
|
24 | أَوْ | yahut |
|
25 | يُصِيبَهُمْ | onlara çarpmasından |
|
26 | عَذَابٌ | bir azabın |
|
27 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضاًۜ
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَجْعَلُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
دُعَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الرَّسُولِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَيْنَكُمْ zaman zarfı, دُعَٓاءَ الرَّسُولِ ’un mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَدُعَٓاءِ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. بَعْضِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَعْضاً kelimesi masdar olan دُعَٓاءَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
Masdar; bir iş, bir oluş, bir durum bildiren ve zamanla ilgili olmayan kelimelerdir. Masdarlar fiil gibi zamanla ilgileri olmadığından isimdirler.
Masdarın fiil gibi amel şartları şunlardır:
1.Tenvinli olmalıdır.
2. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.
4. Masdarın mef'ûlüne muzâf olmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
Bu amel şartlarından birini taşıyan masdar kendisinden sonra fail veya mef'ûl alabilir. Bu ayette دُعَٓاءَ kelimesi masdar olarak gelip mef’ûlune muzâf olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذاًۚ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَتَسَلَّلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَتَسَلَّلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْكُمْ car mecruru يَتَسَلَّلُونَ failinin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, من جماعتكم (Sizin cemaatinizden) şeklindedir. لِوَاذاً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَسَلَّلُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi سلل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن يعلم الله أفعالكم (Allah sizin fiillerinizi bilirse) şeklindedir.
لْ emir lâmıdır. لْيَحْذَرِ sükun üzere mebni meczum muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُخَالِفُونَ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُخَالِفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْ اَمْرِه۪ٓ car mecruru يُخَالِفُونَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel amili لْيَحْذَرِ ’in mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
تُص۪يبَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِتْنَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
يُص۪يبَهُمْ atıf harfi اَوْ ’le تُص۪يبَهُمْ ’e matuftur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُص۪يبَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَذَابٌ fail olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’ün sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُص۪يبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضاًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
Cümle, Nur Suresi 62. ayetteki إنَّما المُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ ورَسُولِهِ cümlesi ile bu ayetteki قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكم لِواذًا cümlesi arasında itiraziyyedir. (Âşûr)
كَ , misli manasında دُعَٓاءِ ’ye muzâf olmuştur. Veya teşbih harfi كَ harfi-cer, كَدُعَٓاءِ car mecrur olarak, mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir.
بَعْضاً kelimesi, masdar vezninde gelen دُعَٓاءَ ’nin mef’ûludür.
دُعَٓاءَ ’nin الرَّسُول ’e muzâf olması masdarın failine muzâf olması gibidir. Masdarın mef’ûlune izafeti gibi de olabilir. Fail çoğul muhatap zamiri olarak takdir edilir. Takdir şöyledir: لا تَجْعَلُوا دُعاءَكُمُ الرَّسُولَ (Resulü çağırmanızı … gibi yapmayın.) Mana: onları nehyetmektir. (Âşûr)
بَعْضِ - دُعَٓاءَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا تَجْعَلُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذاًۚ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكم لِواذًا cümlesi, إنَّما المُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ ورَسُولِهِ şeklindeki Nur Suresi 62. ayetin nüzul sebebindeki kişileri tehdit olarak gelmiş bir istînâftır. (Âşûr)
قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكم لِواذًا cümlesi لا تَجْعَلُوا دُعاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمُ sözündeki Allah’ın yasakladığı şeylerden caymaya karşı bir uyarıdır. (Âşûr)
Tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiş ayet müspet muzari fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, tehdit ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, o kişilerin bilinen şahıslar olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
لِوَاذاً , haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
قَدْ harfi sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Nahivciler bu harfin dört şekli olduğunu söylerler: Kesinlik ve yakınlık ifadesi için mazi fiilin başına gelir. Muzari fiilin başına geldiği zaman ise bazen azlık bazen de çokluğa delalet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi, Âşûr, Enam Suresi 33)
Allah Teâlâ Peygamberimizin (s.a.) meclisinden sıvışıp kaçmak isteyen münafıkları bildiğini, tekid ederek bildirmiştir. Bu ayet lâzım-ı fâide-i haber olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَتَسَلَّلُونَ cemaatten yavaş yavaş ayrılanlar demektir. تَدَرَّجَ ve تَدَخَّلَ de bunun gibidir. (Saklanarak) çıkıncaya kadar başkasının arkasına geçerek demektir. Ya da izin verilene katılıp onunla beraber gideni, sanki ona tabi imiş gibi hareket edeni. لِوَاذاًۚ , hal olarak mansubdur, feth ile لَوَازًا de okunmuştur. (Beyzâvî)
“Allah, içinizden izin alarak çıkanları siper edinerek sıvışıp gidenleri elbette biliyor.” cümlesi, Peygamberin, bundan önce zikredilen hususlara ilişkin emrine muhalefet edenler için bir tehdittir. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ, içinde bulundukları ikiyüzlülüğü ve din karşıtlığını kesinlikle bildiğini vurgulamak için fiilin başına قَدْ edatı getirmiştir. Kesin bilginin varacağı yer tehdidi de kesinleştirmektir. Çünkü قَدْ edatı muzari fiilin başına geldiğinde رُبَّمَا (çoğu kez) anlamına gelir. (Keşşâf ve Âşûr)
يَتَسَلَّلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
فَ , takdiri إن يعلم الله أفعالكم (Allah sizin fiillerinizi bilirse) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.
Bu kelam, makabline terettüp etmektedir. Zira Allah'ın onların mezkûr hallerini bilmesi, elbetteki bu muhalefetten sakınmalarını gerektirmektedir. (Ebüssuûd)
Cevap cümlesi فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ şeklinde emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan لْ , gaib emir lamıdır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
Ahfeş عَنْ اَمْرِهٖ ifadesindeki عَنْ harf-i cerinin zaid olduğunu, mananın ise “O'nun emrine muhalefet edenler sakınsın” şeklinde olduğunu söylerken başkaları bu ifadenin manasının, “O'nun emrinden yüz çeviren ve sünnetinden meyleden” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh bu demektir ki bu ifadenin başına
عَنْ harf-i ceri, ayette geçen يُخَالِفُونَ fiilinin يُعْرِضُونَ manasına gelmesinden dolayı gelmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لْيَحْذَرِ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُخَالِفُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اَنْ ve akabindeki اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ cümlesi, masdar teviliyle لْيَحْذَرِ fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
فِتْنَةٌ ’daki tenvin, kesret ve tahayyülü zor bir neve işaret eder.
اَوْ atıf harfiyle önceki cümleye atfedilen يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
“Azabın ve fitnenin isabet etmesi” ifadesinde istiare vardır.
عَذَابٌ ve فِتْنَةٌ kelimelerinde taksim, يُص۪يبَهُمْ ’da cem’ sanatı vardır.
عَذَابٌ ’un nekre oluşu ve اَل۪يمٌ ’le sıfatlanması onun tahayyül edilemeyecek derecede bir azap olduğunun işaretidir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
يُص۪يبَهُمْ , الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ ve عَنْ اَمْرِه۪ٓ denilmesi muhalefetin اعرض (yüz çevirme) manasına olmasındandır. Ya da müminler değil de onlar onun emrinden yüz çevirirler demek olmasındandır. Bu da خلفه عن الامر دونه (ötekisi değil de o yüz çevirdi) deyiminden gelir. Mef’ûl hazf edilmiştir. Çünkü maksat muhalifi ve muhalefet edileni açıklamaktır, zamir Allah Teâlâ’ya racidir. Çünkü gerçek emir onundur ya da Resul’e aittir, çünkü zikirden kastedilen odur. (Beyzâvî)
Ayetteki “onun” zamiri Allah içindir, çünkü gerçek amir O'dur. Yahut Resulullah içindir; çünkü zikri maksut olan odur. Yani Allah'ın emrine yahut Peygamberin emrine aykırı davranıp gereğini yapmayanlar, dünyada başlarına bir bela gelmesinden veya ahirette kendilerine dayanılmaz bir azap çatmasından çekinsinler. (Ebüssuûd)
Hz. Peygamberin din hususundaki emirleri, Allah’ın emirleri gibidir. Çünkü o, Allah elçisidir. Ona itaat etmenin Allah’a itaat etme anlamına geldiği bir çok ayet-i kerîmede ifade edilmiştir. O halde ona itaat etmemek de Allah’a itaatsizliktir. Dolayısıyla onun emirlerine aykırı hareket edenlerin cezaya çarptırılmaları tabiidir. Bu ceza dünyada bir bela veya sıkıntıya maruz kalma şeklinde olabileceği gibi ahirette son derece elem dolu bir azaba çarptırılma şeklinde de olabilir. Ayette emrin gereğini terk etmenin, iki azaptan birini getireceğinin ifade edilmesi فَلْيَحْذَرِ (sakınsın) emrinin vücup için konulduğuna delildir. Çünkü sakınma emri, gerekeni yerine getirmenin şart olduğunu gösterir. Bu da emr-i gaibin vücup anlamında olmasını iktiza eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
“Başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” Yani dünyada bir bela ve sıkıntıya çarpmaktan yahut dünyada olmazsa ahirette kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. Burada terdîd (iki ihtimalle anlatmak) yalnız bir güzellik içindir. Yoksa dünya belaları ile ahiret azabının bir araya getirilmesinde bir zıtlık yoktur. (Elmalılı)
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قَدْ يَعْلَمُ مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِۜ وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَا | iyi bilinki |
|
2 | إِنَّ | şüphesiz |
|
3 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
4 | مَا | olanlar |
|
5 | فِي |
|
|
6 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
7 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
8 | قَدْ | andolsun |
|
9 | يَعْلَمُ | bilir |
|
10 | مَا | ne iş |
|
11 | أَنْتُمْ | sizin |
|
12 | عَلَيْهِ | üzerinde olduğunuzu |
|
13 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
14 | يُرْجَعُونَ | döndürül(üp götürül)dükleri |
|
15 | إِلَيْهِ | O’na |
|
16 | فَيُنَبِّئُهُمْ | onlara haber verir |
|
17 | بِمَا | ne |
|
18 | عَمِلُوا | yaptıklarını |
|
19 | وَاللَّهُ | Allah |
|
20 | بِكُلِّ | her |
|
21 | شَيْءٍ | şeyi |
|
22 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
اَلَٓا tenbih edatıdır. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
Lafza-i celâl لِلّٰهِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مَا müşterek ism-i mevsûl اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru مَا ’nın mahzuf sılasına mütealliktir.
الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’a matuftur.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ يَعْلَمُ مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِۜ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْتُمْ عَلَيْهِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ
Zaman zarfı يَوْمَ muzâf olup atıf harfi وَ ’la ism-i mevsûl مَٓا ’ya matuftur. يُرْجَعُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُرْجَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِ car mecruru يُرْجَعُونَ fiiline mütealliktir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنَبِّئُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle يُنَبِّئُهُمْ fiiline müealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلُوا’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُنَبِّئُهُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ta’lil hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. إنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin başına gelen tenbih edatı اَلَٓا, devamında gelecek söze dikkat çekmiş ve cümleyi tekid etmiştir.
Cümle bu surenin tamamında geçen şeyler için tezyîldir. Tenbih harfi ile başlaması kelamın bittiğini bildirmek ve bu harften sonra söylenenlerin farkında olmaları için bir uyarıdır. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلّٰهِ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya mütealliktir.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir. لِلّٰهِ maksûrun aleyh/mevsuf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ maksûr/sıfattır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonrasındaki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Ayrıca tazim ifade eder.
Telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandıran lafza-i celâlin, mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, hem akıllılar hem de gayr-ı âkiller için kullanılmıştır. Bu tağlîb sanatıdır.
لِلَّهِ kelimesindeki lâm; mülk manası içindir, ما ism-i mevsûlu umumi manalıdır, görünen ve görünmeyen mevcudatı ifade eder. (Âşûr, Yunus Suresi 55)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü ve yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekânlardaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
قَدْ يَعْلَمُ مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nin sılası olan اَنْتُمْ عَلَيْهِ, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. عَلَيْهِ, mahzuf habere mütealliktir.
قَدْ harfi sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Nahivciler bu harfin dört şekli olduğunu söylerler: Kesinlik ve yakınlık ifadesi için mazi fiilin başına gelir. Muzari fiilin başına geldiği zaman ise bazen azlık bazen de çokluğa delalet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Âşûr, Enam Suresi 33)
Allah Teâlâ, içinde bulundukları ikiyüzlülüğü ve din karşıtlığını kesinlikle bildiğini vurgulamak için fiilin başına قَدْ edatı getirmiştir. Kesin bilginin varacağı yer tehdidi de kesinleştirmektir. Çünkü قَدْ edatı muzari fiilin başına geldiğinde رُبّمَا (çoğu kez) anlamına gelir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)
ما أنْتُمْ عَلَيْهِ cümlesinin manası, hayır ve şerden kendisini kaplayan tüm haller demektir. İsti’la harfi olan عَلَي, hakim olmak manasında müsteardır. (Âşûr)
وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ
يَوْمَ önceki cümlede mef’ûl olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’ya atfedilmiştir.
يَوْمَ ’nin muzafun ileyhi konumundaki يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُرْجَعُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Aynı üslupta gelen فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا cümlesi makabline فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا, harfi-cer بِ ile birlikte يُنَبِّئُهُمْ fiiline müteallıktır. Sılası olan عَمِلُوا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا cümlesi karşılık vermekten kinayedir. Çünkü ceza vermedikten sonra yaptıklarını haber vermenin bir manası yoktur. (Âşûr)
عَمِلُواۜ - يَعْلَمُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenab-ı Hakk'ın, وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا ifadesindeki hitap ve gaib sıygalarının, iltifat yoluyla münafıklar için kullanılmış olması muhtemel olduğu gibi ayetteki وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ ifadesinin umumi, فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ ifadesinin ise münafıklara yönelik bir ifade olması da muhtemeldir. “Allah'a rücu etmenin, O'nun hükmünden başka bir hükmün” bulunmadığı bir yere, makama dönmek anlamına geldiği açıktır. (Fahreddin er-Râzî, Keşşâf)
Ayet daha önce hitap şeklinde iken haber verme üslubuna geçilerek: O'na döndürülecekleri gün onlara neler yaptıklarını haber verecektir şeklinde gaibe dair haber üslubuna geçmektedir ki bu anlatım şekline: Hitabu't-Telvin (çeşitlendirme suretiyle hitap) ismi verilir. (Kurtubî)
يُرْجَعُونَ - عَمِلُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh, tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun âmile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeyin bilgisine sahiptir. Bilgisi dahilinde olmayan hiçbir şey yoktur. بِكُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, عَل۪يمٌ ise maksûrdur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. (Âşûr)
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Son cümle, bir çok ayette aynen veya ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Bu cümle hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Hüsn-i intihâ: Mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
تَبَارَكَ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِه۪ لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يراًۙ
Feraqa فرق: فَرْقٌ kelimesi فَلَقٌ ile yakın anlamlıdır. Ancak فَلَقٌ felaq kelimesi yarılma anlamı göz önünde bulundurularak فَرْقٌ farq kelimesi ise ayrılma/infisal anlamı göz önünde bulundurularak kullanılır. فِرْقٌ ayrılmış parçadır. Bu anlamdan dolayı insanlardan ayrı olan topluluğa فِرْقَةٌ denir. فَرِيقٌ da yine diğerlerinden ayrılan topluluktur.
Hakla batılı birbirinden ayıran kişi olması sebebiyle Hz. Ömer'e عُمَرث الفارُوق Ömer-ul Fâruk denmiştir.
تَفْرِيقٌ sözcüğü temelde teksir anlamı taşır. Birliği ve verilen sözü feshedip dağıtmakla ilgili kullanılır. فِراقٌ kelimesi ise daha çok bedensel ayrılık manasında tercih edilir.
فُرْقانٌ kelimesi farktan daha beliğ/mübalağalıdır, çünkü فُرْقانٌ sözcüğü hak ile batılın arasını ayırma anlamında kullanılır. İlahi kelama da Furkan denir, çünkü o, inançta hak ile batılı, sözde doğru ile yanlışı, amelde de salih olanla fâsid olanı birbirinden ayırır.
Son olarak فَرَقٌ lafzı korkudan kalbin paramparça/darmadağın olmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 72 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fark, fırka, firak, ferik, firkat, fârika, tefrika, müteferrik, Fâruk ve Furkan'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
تَبَارَكَ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِه۪ لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يراًۙ
Fiil cümlesidir. تَبَارَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası نَزَّلَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
نَزَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْفُرْقَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
عَلٰى عَبْدِه۪ car mecruru نَزَّلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يَكُونَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. Ta’liliyyedir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte نَزَّلَ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَكُونَ mansub muzari fiildir. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لِلْعَالَم۪ينَ car mecruru نَذ۪يراً ’e mütealliktir. الْعَالَم۪ينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
نَذ۪يراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
عَالَم۪ينَ sülâsi mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَبَارَكَ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِه۪ لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يراًۙ
Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak gelmiştir. Surenin konusu vahiydir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Arapların beliğ konuşmalarındaki örneklerinden ender rastlanan harika (örneksiz) bir giriştir. Çünkü Arapların konuşmaya başlamaları çoğunlukla sadece isim veya ismin yanında munkatı harflerle olur. (Âşûr)
İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَبَارَكَ mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır.
Zeccâc şöyle der: “Tebareke” kelimesi, “bereket” masdarından olup “tefâül” vezninde bir fiildir. Bereket, hayrın bol ve fazla olması demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
تَبَارَكَ fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ي ’nin sılası olan …نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübarek kelimesinin kökü olan bereket, maddi ve manevi nema ve ziyade bir de bol hayır ve hayrın devamı demektir. Bu makama en uygun olan birinci manaya göre bunun Allah'a isnad edilmesi, Allah'ı zatında, sıfatlarında ve fiillerinde Kendisinden başka her şeyden yüce olması ve ezcümle mucize olan, Allah'ın, yüce şan ve sıfatlarının yüceliğini, fiillerinin hikmetler ve maslahatlar esası üzerine bina edildiğini ve halel şaibesinden tamamen temiz olduğunu ifade eden Kur’an-ı Kerim'in indirilmesinde de yüce olması itibarıyladır. İkinci manaya göre ise, Allah'ın, yaratılmışlara bol feyizleri ve özellikle de insana olan çeşitli hayırları ve ezcümle bütün dini ve dünyevi hayırları içeren Kuran’ın indirilmesi itibarıyladır. (Ebüssuûd)
İlahî hayrın bulunduğu şeye “mübarek” denilir. İlahî hayır, dar bir kalıba sokulup sayılamayacak ve hislerle bilinemeyecek bir şekilde meydana geldiğinden, kendisinde beş duyu ile bilinemeyen bir ziyadelik tespit edilen şeye de “mübarek” denilir. Şu halde mübareklik, bizzat kendisinden zuhur etmek üzere mübareklikte büyük bir yükseklik ile kararlılık ifade eder. (Elmalılı)
FURKAN: Fark ve tefrik etmek, yani ayırmak, ayırt etmek manalarından masdardır. Genellikle "fark" aklen bilinen şeylerde, tefrik, hissen bilinen şeylerde kullanılır. Sonra "Furkan" farık (ayıran), "mefruk" (ayrılmış) manasına da gelir; bu suretle mühim davaları, çözüp neticeye bağlayan kesin delillere, mucizelere "Furkan" denir. Bu manaya göre Kur'an'ın bir ismi de "el-Furkan"dır. (Elmalılı)
Furkan, masdar olup iki şeyi birbirinden iyice ayıran demektir. Kur’an'a bu vasfın verilmesi, hükümleriyle hak ile batılı birbirinden tamamen ayırdığı yahut icaziyla, haklı ile haksızı birbirinden ayırdığı içindir, yahut haddizatında veya indirilmesi sırasında bölümleri birbirinden ayrı kılındığı içindir. (Ebüssuûd)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekip önemini bildirmek kastı yanında tazim ifade eder.
Mevsûl kendisinden önce gelen şeylerin sebebine (illetine) işaret eder. Yani Furkan'ın şerefini ve onun لِيَكُونَ لِلْعالَمِينَ نَذِيرًا sözünden dolayı insanlar üzerindeki nimetini yüceltmekten kinayedir. Bu, Allah'a hamd etmeyi gerektiren büyük bir lütuftur ve aynı zamanda Resulullah’ın onurunu (önemini, konumunu) yüceltmek için bir kinayedir. (Âşûr)
Veciz anlatım kastıyla gelen عَبْدِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عَبْدِ yani Hz.Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır.
Peygamberimizin kul unvanıyla zikredilmesi, onu şereflendirmek ve onun, kulluk mertebelerinin en yükseğinde bulunduğunu bildirmek ve Hristiyanların iddiasını reddetmek konusunda peygamberin de, ancak kendisini gönderenin kulu olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يراً cümlesine dahil olan لِ , sebep bildiren masdar harfi, lam-ı ta’lildir. Muzariyi gizli ان ’le nasb eder. لِ ve akabindeki لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يراًۙ cümlesi, masdar tevilinde, نَزَّلَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِلْعَالَم۪ينَ , amili olan نَذ۪يراًۙ ’e azamet ve ihtimam için takdim edilmiştir.
تَبَارَكَ kelimesinin kök manası berekettir, bu da ziyadelik, büyüme demektir. تفاعلة babından dolayı mübalağa ifade eder. Ziyadelik, gelişme ve büyüme manaları Allah Teâlâ hakkında kullanılırsa, takdis, tenzih ve tazim ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsâ , Zuhruf Suresi Belâgî Tefsiri, c. 4, s. 367.)
Bereket; تَبَارَكَ الله [Allah zengin ve cömerttir.] (A‘râf 7/54) ayetinde olduğu gibi hayrın çokluğu ve artışı demek olup iki anlamı vardır: Hayrı sürekli olarak artıp çoğalan veya sıfat ve fiillerinde her şeyden daha ileri ve yüce olan demektir. (Keşşâf)
İsm-i mevsûl, sılası söylenmeden önce belirsizdir. "Bir şey önce kapalı olarak söylenip de sonra açıklandığı zaman, muhatabın gönlünde kuvvetli etki bırakır." Çünkü nefis, kolay duyduğu bir şeyi hafif geçer, önemsemez; fakat önce kapalı olarak işittiği zaman dikkat ve anlamak için gayret sarf eder. Bilmek arzusuna düşer. Bu istek ve arzu üzerine açıklandığı zaman da, belleğinde iyi yerleşir. Arap belâgatının bu kuralları, zamanımızda psikolojinin "hafıza, dikkat ile mütenasiptir (bellek, dikkat ile denktir), dikkat de merak ile mütenasiptir (denktir)" kurallarını ifade eder. "Furkan" ismi ve "el" belirlilik takısı ile hatırlatılıp sılası ile mevsûlünün belirsizliği belirlenerek, Allah Teâlâ özellikle bu Furkan'ı indirmiş olmak sıfatı ile tanıttırıyor. (Elmalılı)
نَزَّلَ fiili, parça parça indirmeye اَنْزَلَ ise, toptan indirmeye delalet eder. İşte bu incelikten ötürü Cenab-ı Hak Al-i İmrân sûresinde, [(Allah) o kitab-ı Kur'an'ı sana hak ile tenzil etti, Tevrat ve İncili de inzal etti] (Al-i imrân, 3) buyurmuştur.
Bil ki Hak Teâlâ ayette herşeyden önce "Tebâreke" buyurunca ve bunun manası da, "hayır ve bereketi çok oldu" şeklinde olup, bunun peşinden de Kur'an'dan bahsedince, bu Kur'an'ın her türlü hayrın kaynağı ve bereketlerin en kapsamlısı olduğuna delalet eder. Fakat Kur'an ilimlerin, bilgilerin ve hükümlerin kaynağıdır. O halde, bu da ilmin hayır ve bereket yönünden yaratılmışların en kıymetlisi ve en üstünü olduğuna delalet eder.(Fahreddin er-Râzî)
Birisi çıkıp şöyle diyebilir: "Ayetteki "Tebâreke" lafzı, hayrın ve bereketin çokluğuna delalet ettiği gibi, mutlaka bunun peşinden zikredilen şeyin de çok hayır ve menfaatlerin sebebi olması gerekir. Halbuki inzâr (korkutma, ikaz etme), gam, keder ve korku sebebidir. Öyle ise, Tebâreke'nin peşinden niçin buna yer verilmiştir?"
Cevap: Buradaki inzâr, tıpkı babanın çocuğunu terbiyesi mesabesindedir. Çünkü baba, her ne zaman çocuğunu terbiyeye itina gösterirse, bu ileride o çocuğun büyük faydalar sağlamasına sebep olacağı için, çocuğa bu şekilde yapılmış olan iyilik de, o derece çok olmuş olur. İşte burada da böyledir: Her ne zaman inzâr çok olursa, insanların Allah'a yönelmesi da o nisbetle çok olur. Binaenaleyh böylece uhrevî mutluluk daha tam ve daha mükemmel olmuş olur. Bu, dünyevî birtakım menfaatlere iltifat edilmemesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Çünkü Allah Teâlâ, kendisini "pek çok hayırları veren" diye tavsif edince, burada sadece dini menfaatlerden bahsetmiş ve hiçbir dünyevî menfaatten bahsetmemiştir.(Fahreddin er-Râzî)
تَبارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الفُرْقانَ sözünün zahiri (açık, görünen); Allah'ın büyüklüğü (azameti) ve mükemmelliğinin (kemalliğinin) varlığı hakkında haber verir. Bu haberden maksat öğretmek ve ikazdır. Bununla beraber Allahu Teâlâ'nın kendisini övmesinden kinaye olabilir. (Âşûr)
Şeref ve izzet manasındaki العِزَّةُ lafızların en güzellerinden biridir. Zıddı ise zelillik manasındaki الِابْتِذالُ ‘dir. (Âşûr)
نَزَّلَ الْفُرْقَانَ cümlesi, الَّذ۪ي ’nin sılası olması sebebiyle, bu sözün, muhataplar tarafından bilinen bir şey olduğu düşünülür. Çünkü mevsûl bilinen bir şey için kullanılır. Oysa kafirler الْفُرْقَانَ ’nın indirilmiş olduğuna inanmıyorlardı. Bu durumda nasıl sıla olarak gelmiş olabilir, şeklinde bir soru akla gelebilir. Bunun cevabı indirilmiş olan الْفُرْقَانَ ’nın Resulullah (sav) ve inananlar için olduğu gerçeğidir. Kaldı ki Kur’an’ın icazı, benzerinin yapılamamış olması herkes tarafından bilinen bir gerçekti. (Elmalılı ve Zemahşerî)
الْفُرْقَانَ kelimesi iki şeyi birbirinden ayıran bir şey için kullanılan فَرَقَ بَيْنَ الشيئين ‘iki şeyi birbirinden ayırdı’ ifadesindeki فرق ‘nın masdarıdır. Kur’an’a, hakla batılı birbirinden ayırdığı için veya bir defada değil de ara ara, peyderpey olarak indirildiği için فُرْقَانَ adı verilmiştir. (Keşşâf)
Burada الفُرْقان isminin tercih edilmesinde, zikredilecek olan tevhid delillerinde ve Kur'an'ın indirilmesinde hak ile batılı birbirinden ayıran değerli deliller olduğuna ima vardır. (Âşûr)
عَلٰى عَبْدِه۪ (Kuluna…) izafeti kula şeref kazandırmak içindir. Şereflendirmek ve değer vermek için, Resulullah (sav) ismiyle anılmamıştır.
Allah Teâlâ Peygamberi عَبْدِهِ /onun kulu olarak nitelendirerek kendisine yakınlaştırmıştır. (Âşûr)
Peygamberimizin عَبْدِ unvanıyla zikredilmesi onun, kulluk mertebelerinin en yükseğinde bulunduğunu bildirmek ve Hristiyanların iddiasını reddetmek konusunda peygamberin de ancak kendisini gönderenin kulu olduğuna dikkat çekmek içindir.
لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يراًۙ [Alemlere bir uyarıcı olsun diye] cümlesinde, iki vasıftan birisiyle yetinilmiştir. Müjdeleyici ve uyarıcı olsun demektir. Kâfirlerin durumuna uygun düştüğü için, uyarıcılık vasfı ile yetinilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr ve Ebüssuûd ve Âşûr)
‘’Olsun diye’’ manasındaki لِيَكُونَ ifadesindeki zamir عَبْدِ ‘ye veya الْفُرْقَانَ ’a racidir; İbn Zübeyr’in kıraati zamirin الْفُرْقَانَ ’a raci olduğunu güçlendirmektedir. Alemlere yani, cin ve insedir. نَذ۪يراًۙ uyarıcı -yani korkutucu- olarak ya da نَكِيرٍ kelimesinin inkâr anlamında kullanılması gibi, uyarı olarak anlamındadır. (Keşşâf)
عَالَم۪ينَ , Allah'ın dışında kalan her şey manasına gelir, bütün mahlukatı akla getirir; cin, melek ve insanlar gibi bütün mükellefleri içine alır. (Fahreddin er-Râzî ve Âşûr) NEZİR: Münzir, yani korkutucu manasına sıfat-ı müşebbehe (daimilik ifade eden sıfat) dir. Beşir ve mübeşşir gibi inzar (korkutmak) manasına masdar da olur. Nekîr ve inkâr gibi burada korkutucu manasına olduğu açıktır. (Elmalılı)
نَذ۪يراًۙ olan ya Resulullah ya da Furkan’dır.
Burada Efendimizin Müjdeci olduğu zikredilmemiş, çünkü bu kelamın siyakı, kâfirlerin ahvali hakkındadır. (Ebüssuûd)
"Alemlere bir korkutucu olsun diye..." buyurulmuştur. Çünkü burada iniş sebebi olan, kâfirlerin inkâr ve inatlaşmalarına karşı korkutma yerinde, müjdeleme kelimesinin açıklaması belâgattan berâat-i istihlâle (güzel başlangıca) uygun olmazdı. (Elmalılı)
اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِي | öyle ki |
|
2 | لَهُ | O’nundur |
|
3 | مُلْكُ | mülkü |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
5 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
6 | وَلَمْ | ve |
|
7 | يَتَّخِذْ | O edinmemiştir |
|
8 | وَلَدًا | bir çocuk |
|
9 | وَلَمْ | ve |
|
10 | يَكُنْ | yoktur |
|
11 | لَهُ | O’nun |
|
12 | شَرِيكٌ | ortağı |
|
13 | فِي |
|
|
14 | الْمُلْكِ | mülkünde |
|
15 | وَخَلَقَ | ve yaratmıştır |
|
16 | كُلَّ | her |
|
17 | شَيْءٍ | şeyi |
|
18 | فَقَدَّرَهُ | ve takdir etmiştir ona |
|
19 | تَقْدِيرًا | ölçü biçim ve düzen |
|
اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ
İsim cümlesidir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , önceki ism-i mevsûlden bedel olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la السَّمٰوَاتِ ‘a matuftur.
وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَتَّخِذْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. وَلَداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَمْ يَكُنْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكُنْ meczum muzari fiildir. لَهُ car mecruru mahzuf يَكُنْ ‘ün mukaddem haberine mütealliktir.
شَر۪يكٌ kelimesi يَكُنْ ‘ün muahhar ismi olup lafzen merfûdur. فِي الْمُلْكِ car mecruru شَر۪يكٌ ‘e mütealliktir.
وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يراً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. تَقْد۪يراً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدَّرَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدر ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ
اَلَّذ۪ي , önceki ayetteki mevsûlden bedel olduğu için ayet fasılla gelmiştir. Sıla cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif vardır.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي ‘nin sılası olan لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , muahhar mübtedadır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلَّذ۪ي لَهُ ifadesi الَّذ۪ي نَزَّلَ ‘den bedel veya medih babından olmak üzere merfû ya da yine medih babından olarak mansubdur. Burada bedel ve mübdelün minh birbirinden ayrı olarak zikredilmemiştir; çünkü mübdelün minhin sılası نَزَّلَ olup لِيَكُونَ de onun illletini göstermektedir; mübdelün minh ancak bu iki kelimeyle tamamlanmış gibidir. (Keşşâf)
Arapça مُلْكُ kelimesi ‘hakimiyet, en yüce otorite ve hükümdarlık’ anlamlarına gelir. Dolayısıyla, cümlenin anlamı şöyle olmaktadır: "Allah tüm kâinatın mutlak hükümdarıdır ve otorite hakkı bulunan başka hiç kimse yoktur. O halde yalnızca O ilâhtır. (Mevdûdi)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يراً
Cümle وَ ’la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ cümlesi önceki cümleye وَ ’la atfedilmiştir. Menfi كَان ’nin dahil olduğu وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur لَهُ mahzuf habere mütealliktir.
كَان ’nin muahhar ismi olan شَر۪يكٌ ’daki tenvin nev, kıllet ve tahkir ifade eder. Nefy siyakında nekre umuma işarettir.
فِي الْمُلْكِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْمُلْكِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü الْمُلْكِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiği, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı 2010, S. 190-191)
Bundan önce zikredilen, göklerin ve yerin hükümranlığının Allah'a mahsus olması, bu cümlede ifade edileni de, kesin olarak gerektirdiği halde bunun ayrıca zikredilmesi, birden fazla ilah olduğunu söyleyen Mecusilerin iddiasının batıl olduğunu sarih olarak belirtmek ve onların itikadını bertaraf etmek içindir. İkisinin arasında çocuk edinme hususunun zikredilmesi, bunun müstakil ve ayrı bir şey olduğuna dikkat çekmek ve bunun, birincinin devamı olduğu vehminden sakınmak içindir. (Ebüssuûd)
وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ cümlesi, له ملك السموات cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
Aynı üslupta gelen فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يرا cümlesi de, öncesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
تَقْد۪يراً , tekid ifade eden mef’ûlu mutlaktır.
Mef’ûlu mutlaklı ifadelerde masdarlar, mecazî anlam ifade etmez. Masdar fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar ve hakiki anlam devreye girer. (Doç.Dr. M. Akif Özdoğan, ARAP Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberî Cümlede Tekîd Edatlarinin Rolü, Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17, 2011)
قَدَّرَهُ - تَقْد۪يراً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, لَمْ , مُلْكُ , لَهُ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetteki cümlelerin birbirine atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.
Allah Teala kendi vasıflarını كَان ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَان bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani Allah (cc)’nun ezelde mülkünde ortağı olmadığı gibi gelecekte de olmayacaktır. Onun bu vasıfı ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَان ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, sayı 41)
وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً [Ve O, hiçbir evlat edinmemiştir] buyruğuyla da yüce Rabbimiz, müşriklerin ileri sürdüğü meleklerin Allah'ın kızları olduğu iddiasından zatını tenzih etmiştir. Onlar meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söylüyorlardı. O bundan yüce ve münezzehtir. Aynı zamanda yahudilerin iddia ettikleri "Üzeyr Allah'ın oğludur" iftirasından da, Hristiyanların söyledikleri "Mesih Allah'ın oğludur" inanışından da kendi zatını tenzih etmektedir. Allah bundan pek yücedir. (Kurtubî)
فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يراً ibaresinin manası, "Allah herşeyi, eşitleme, takdir etme ve müsavi kılma hususlarının gözetildiği bir yaratmayla yaratmış ve onu, ona uygun bir şekilde takdir edip, var etmiştir" şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
Fiilin تَقْدِيرًا şeklindeki mef’ûlun mutlakla tekidi, en mükemmel şekilde takdir edildiğine delalet içindir. (Âşûr)
İnceden inceye takdir ve tayin etmiştir. Yani O, yaratmış olduğu her bir şeyi iradesi doğrultusunda hikmetiyle inceden inceye takdir ve tayin etmiştir. Yanılarak ve gafletle herhangi bir şey yaratmış değildir. Bilakis kıyamete kadar yarattıkları ve kıyametten sonra yaratacağı her bir şey O'nun takdiri ile meydana gelir. O yaratan ve yarattıklarının kaderini tayin ve tespit edendir. O halde yaratıcı yalnız O'dur ve siz de yalnız O'na ibadet etmelisiniz. (Kurtubî)
Âşûr tefsirinde bu iki ayetle ilgili şu açıklamayı yapmıştır:
İsmi mevsullerle tarif edilerek gelen bu dört sıfat, Allah teala’ya aittir. İsmi mevsulun sılası olarak gelen bu sıfatlardan bazıları muhataplar tarafından bilinmekte ve Allah'a izafe edilmekteydi. Bunlar birinci ve dördüncü sıfatlardır. Zikredilen bu iki sıfatın bilinmesi dolayısıyla onların arasında gelen diğer sıfatlar da aynı hükümde olmuştur. Çünkü müşrikler قُلْ مَن رَبُّ السَّماواتِ السَّبْعِ ورَبُّ العَرْشِ العَظِيمِ سَيَقُولُونَ لِلَّهِ [Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir? diye sor. «(Bunlar da) Allah'ındır» diyecekler. ] (Müminûn/86-87) ayetinde ifade edildiği gibi Allah'ın göklerin ve yerin sahibi olduğundan ve her şeyin yaratıcısı olduğundan şüphe etmemişlerdir. Fakat onlar Allah'a bir oğul ve mülkünde bir ortak isnad etmişlerdir.
Eşsiz bir nazımla muhatabın Allaha ait olduğunda şüphe etmediği iki vasfın arasında Allaha ait olmayan ve muhatabın hataya düştüğü iki vasıf zikredilmiştir. Semavat ve arzın mülkiyeti elinde olan zatın bir çocuk edinmesi veya ortağı olması yakışık olmaz. Çünkü bu azim mülkiyete sahip olan zat, mutlak olarak hiç bir şeye ihtiyaç duymaz. Çocuğu veya ortağı olması abestir. Zira bir işe yaramaz. Akıllı mahlukatın bile eylemleri beyhudelikten korunuyorsa, bilgelerin en bilgesinin eylemleri nasıl olur ki?
1. ayetteki ve 2. ayetteki maksatların farklı olması sebebiyle 2. ayetin başında ism-i mevsûl tekrar edilmiştir. Çünkü birinci ismi mevsulun sılası hidayet için indirilen Kur’an'a şükretmek, ikinci ismi mevsulun sılası ise Allah Teâlâ'yı bir olarak (vahdaniyetle) nitelemek içindir. Ve surenin başından buraya kadar gelenler, surenin maksadına uygun berâat-i istihlâldir (incelikli bir giriş niteliğindedir). Bu sözler kitabın veya mesajın hutbesi (vaazı, öğüdü) menzilesindedir. (Âşûr)
Her insanın iki dünyası vardır; iç ve dış. Her insanın dışarıya gösterdikleri ve kendisine sakladıkları vardır. Bu kul için hem Allah’ın rahmeti, hem de imtihanıdır. Rahmetidir; yanlışlarından dönme fırsatı verir. İmtihanıdır; inanılan yalanlarıyla kendine olan güveni artar.
İki dünyanın arasındaki uyum bozukluğu ile insanın aşırı yönlere kayma riski vardır. İçinde hissetmediklerini süslü kelimelere ya da hareketlere sararak karşı tarafa satar. Bazı insanları gerçekten kandırır. Bazı insanlar kanmış gibi yapmak zorunda kalır.
Zira; kalplerin halini en iyi Allah bilir diyerek susar ama gördüğü münafıklık alametlerini dikkate alarak araya mesafe koyar. İçi dışı bir olmayan ise en çok kendisini kandırmaktadır. Bir gün Allah’ın huzuruna çıkacak ve hepsinin hesabını verecektir.
Ey Allahım! Bizi; içi ve dışı bir olanlardan eyle. Doğru düşüncelerle meşgul olsun zihnimiz. Doğru sözler sarfetsin dilimiz. Doğru insanları ve işleri sevsin kalbimiz. Bizi; Sana, Rasulullah (sav)’e ve ayetlerine saygısızlık etmekten çekinmeyelere benzemekten ve o cüreti kendimizde görmekten muhafaza buyur. Münafıklığın her türlü alametinden Sana sığınırız. Bizi; kalbi ve amelleri ile Senin rızanı gözetenlerden eyle. Bizi; bedenimizi hastalıklardan korumaya özen gösterdiğimizden daha fazlasını kalbimizi korumak için gösterenlerden eyle. İman nuru ile kalplerimizi ve akıllarımızı arındır ve genişlet.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji