بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍ فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِۗ وَاِنَّا عَلٰى ذَهَابٍ بِه۪ لَقَادِرُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنْزَلْنَا | ve indirdik |
|
2 | مِنَ | -ten |
|
3 | السَّمَاءِ | gök- |
|
4 | مَاءً | su |
|
5 | بِقَدَرٍ | belli ölçüde |
|
6 | فَأَسْكَنَّاهُ | ve onu durdurduk |
|
7 | فِي |
|
|
8 | الْأَرْضِ | yerde |
|
9 | وَإِنَّا | elbette biz |
|
10 | عَلَىٰ |
|
|
11 | ذَهَابٍ | gidermeğe de |
|
12 | بِهِ | onu |
|
13 | لَقَادِرُونَ | kadiriz |
|
وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍ فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِۗ
Fiil cümlesidir. Cümle atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir.
مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِقَدَرٍ car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسْكَنَّاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru اَسْكَنَّاهُ fiiline mütealliktir.
اَسْكَنَّاهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سكن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنَّا عَلٰى ذَهَابٍ بِه۪ لَقَادِرُونَۚ
وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَلٰى ذَهَابٍ car mecruru قَادِرُونَ ‘ye mütealliktir. بِه۪ car mecruru ذَهَابٍ ‘e mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
قَادِرُونَ kelimesi, اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. قَادِرُونَ kelimesi sülâsi mücerredi قدر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍ فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِۗ
Ayetin önceki ayetteki kasemin cevabına atfedilen ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Azamet zamirine isnad edilmiş mazi fiiller tazim ifade etmiştir.
Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, C. 2, S. 467)
مَٓاءً ’deki tenvin kesret ve tazim بِقَدَرٍ ’deki tenvin ise tazim ifade eder.
Aynı üslupta gelen فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِۗ cümlesi, makabline فَ ile atfedilmiştir. Cümleler arasında hükümde ortaklık vardır.
فِي الْاَرْضِۗ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. الْاَرْضِۗ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Konunun kesinliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
السَّمَٓاءِ - الْاَرْضِۗ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
بِقَدَرٍ (kader ile), insanların menfaatlerinin celbine ve zararlarının define uygun olan bir takdirle demektir. Yahut bildiğimiz ihtiyaçlar ve maslahatları miktarınca demektir. (Ebüssuûd)
وَاِنَّا عَلٰى ذَهَابٍ بِه۪ لَقَادِرُونَۚ
Cümle وَ ‘la فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِۗ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlenin, Allah Teâlâ’nın nefsine isnadı tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلٰى ذَهَابٍ , önemine binaen amili olan haber olan لَقَادِرُونَۚ ’ye, takdim edilmiştir.
İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul Arapçada Cümle Yapısı 2010 S. 190 191)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ذَهَابٍ 'in nekre olmasında onu giderme yollarının çok olduğuna îma ve onunla tehditte mübalağa vardır.(Beyzâvî - Âşûr))
Allah (cc) yağmuru indirmeye kādir olduğu gibi ortadan kaldırmaya ve gidermeye de kādirdir. ِ عَلٰى ذَهَابٍ بِه۪ (onu öyle bir gidermeye) ifadesinde nekre kelimenin en etkili ve insanın mafsallarını en çok titretecek, içine işleyip tüylerini ürpertecek tarzda kullanımı söz konusudur. ‘’Herhangi bir şekilde, herhangi bir metodla gidermeye…’’ anlamındadır. Burada, onu giderecek olan zatın iktidar ve kudreti ifade edildiği gibi, böyle bir şeyi irade ettiği zaman hiçbir şeyin O’na engel olamayacağı da belirtilmektedir. Bu ifade, tehdit hususunda [‘’De ki: Düşünün bakalım bir: Suyunuz çekiliverse, şu şırıl şırıl akan suları size kim getirebilir?’’] (Mülk 67/30) ayetinden daha etkilidir. Dolayısıyla insanlara düşen, suyun ne kadar muazzam bir nimet olduğunu kavrayıp bu nimeti daimi şükür bağıyla bağlamak, aksi takdirde kaçacağından endişe etmektir. (Keşşâf )
وَاِنَّا عَلٰى ذَهَابٍ بِه۪ لَقَادِرُونَۚ [Biz onu yok etmeye de mutlaka kadiriz] ayetinde tehdit vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
بِقَدَرٍ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
بِقَدَرٍ - لَقَادِرُونَۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.فَاَنْشَأْنَا لَكُمْ بِه۪ جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍۢ لَكُمْ ف۪يهَا فَوَاكِهُ۬ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَنْشَأْنَا | sonra yetiştirdik |
|
2 | لَكُمْ | size |
|
3 | بِهِ | onunla (suyla) |
|
4 | جَنَّاتٍ | bahçeleri |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | نَخِيلٍ | hurma |
|
7 | وَأَعْنَابٍ | ve üzüm |
|
8 | لَكُمْ | sizin için |
|
9 | فِيهَا | içlerinde bulunan |
|
10 | فَوَاكِهُ | meyvalar |
|
11 | كَثِيرَةٌ | birçok |
|
12 | وَمِنْهَا | ve onlardan |
|
13 | تَأْكُلُونَ | yiyorsunuz |
|
Fekahe فكه : فاكِهَة : Bir görüşe göre bu sözcük tüm meyvelerin adı iken diğer görüş sahipleri ise üzüm ve nar dışındaki meyvelerin adıdır demişlerdir. İkinci görüşü savunanlar bu iki meyvenin sanki ayetlerde özel olarak zikredilişlerini dikkate almışlardır. فٌكاهَة hoş sohbetli kimselerin sözleridir. Vakıa, 56/65 ayetindeki mana bazılarına göre 'mizahlı sözler söylersiniz' şeklinde iken; diğer bazılarına göre ise 'meyvelerden yersiniz' şeklindedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 19 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَاَنْشَأْنَا لَكُمْ بِه۪ جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍۢ لَكُمْ ف۪يهَا فَوَاكِهُ۬ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَنْشَأْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَكُمْ car mecruru اَنْشَأْنَا fiiline mütealliktir. بِه۪ car mecruru اَنْشَأْنَا fiiline mütealliktir.
بِ sebebiyyedir. جَنَّاتٍ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. مِنْ نَخ۪يلٍ car mecruru جَنَّاتٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. اَعْنَابٍ atıf harfi وَ ‘la نَخ۪يلٍ ‘e matuftur.
لَكُمْ ف۪يهَا فَوَاكِهُ cümlesi جَنَّاتٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. ف۪يهَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
فَوَاكِهُ۬ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. كَث۪يرَةٌ kelimesi فَوَاكِهُ۬ ‘nin sıfatı olup merfûdur.
وَ atıf harfidir. مِنْهَا car mecruru تَأْكُلُونَ fiiline mütealliktir.
تَأْكُلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْشَأْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نشأ ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَنْشَأْنَا لَكُمْ بِه۪ جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍۢ لَكُمْ ف۪يهَا فَوَاكِهُ۬ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ
Ayetin, فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِۗ cümlesine atfedilmiş olan ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اَنْشَأْنَا fiilinin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
لَكُمْ ف۪يهَا فَوَاكِهُ۬ كَث۪يرَةٌ cümlesi جَنَّاتٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. فَوَاكِهُ۬ , muahhar mübtedadır.
كَث۪يرَةٌ kelimesi فَوَاكِهُ۬ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
جَنَّاتٍ , نَخ۪يلٍ ve اَعْنَابٍۢ kelimelerindeki tenvin kesret ifade eder.
Sayılan bütün bu nimetler, aynı zamanda cennet nimetleridir. Hurma ağacı demek olan nahl, hem müfred ve hem de çoğul için kullanılır. Bunun çoğulu ise نَخ۪يلٍ ‘dir. (Ruhû-l Beyan)
Hal cümlesine matuf olan مِنْهَا تَأْكُلُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümleye, teceddüt ve tecessüm anlamı katmıştır. Car mecrur مِنْهَا , amili olan تَأْكُلُونَ ’ye siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.
İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
جَنَّاتٍ kelimesinde cem’, اَعْنَابٍۢ , نَخ۪يلٍ kelimelerinde taksim sanatı vardır.
جَنَّاتٍ - نَخ۪يلٍ - اَعْنَابٍۢ - فَوَاكِهُ۬ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَجَرَةً kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri; اَنْشَأْنَا (Yarattık) şeklindedir.
تَخْرُجُ fiili شَجَرَةً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَخْرُجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. مِنْ طُورِ car mecruru تَخْرُجُ fiiline mütealliktir.
سَيْنَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden veya alem isim olduğundan gayri munsarifdir.
Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarifa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَنْبُتُ fiili تَخْرُجُ ‘deki failinin hali olarak mahallen mansubdur.
تَنْبُتُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. بِالدُّهْنِ car mecruru تَنْبُتُ fiiline mütealliktir.
صِبْغٍ atıf harfi وَ ‘la بِالدُّهْنِ ‘ye matuftur.
لِلْاٰكِل۪ينَ car mecruru صِبْغٍ ‘nin sıfatı olup ي ile mecrurdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
لِلْاٰكِل۪ينَ kelimesi sülâsi mücerredi أكل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ
شَجَرَةً mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mansubtur. Takdiri; اَنْشَأْنَا (Yarattık) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
شَجَرَةً (ağaç) kelimesi جَنَّاتٍ (bahçeler) kelimesine matuftur; mübteda olarak merfû da okunmuştur ki bu durumda anlamı, “Sizler için yaratılmış olanlardan biri de ağaçtır” olur. (Keşşâf)
تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ cümlesi, شَجَرَةً için sıfattır. Nekre kelimelerden sonra gelen cümleler, o kelimenin sıfatı olurlar. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ cümlesi, تَخْرُجُ ‘deki failden haldir. Hal sahibinin marife olması gerekir. Cümle başında nefy edatı varsa hal sahibi nekre olabilir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِالدُّهْنِ ‘e dahil olan بِ harfi, tadiye içindir.
بِالدُّهْنِ ‘ye matuf olan صِبْغٍ ‘deki tenvin, nev, kesret ve tazim ifade edebilir.
لِلْاٰكِل۪ينَ kelimesi, صِبْغٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
صِبْغٍ katığa ekmek bandırmak anlamına gelir. Söylendiğine göre, zeytin ağacı tufandan sonra yetişen ilk ağaç olup; Allah Teâlâ [“Mübarek bir ağaçtan; zeytinden tutuşturulup yakılmaktadır.”] [Nûr 24/35] ifadesinde bu ağacı ‘mübarek’ olarak nitelemiştir. (Keşşâf)
تَنْبُتُ kelimesinin mef’ûlü mahzuf olup, "Kendisinde yağı olan zeytinlerini bitirir" şeklindedir. Müfessirler şöyle demişlerdir: "Cenab-ı Hak, bu bitirme işini, zeytinler diğer yerlere oradan dağılıp yayıldığı ve büyük kısmı da orada bulunduğu için bu dağa nispet etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
شَجَرَةً - طُورِ ve دُّهْنِ - صِبْغٍ - اٰكِل۪ينَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayet-i kerîme’de geçen الدُّهْنِ kelimesinin başında bulunan بِ harf-i ceri birinci kıraate göre zait, ikinci kıraata göre ise müteaddi içindir. Bu da zeytin ağacıdır. Yine ayet-i kerîme’de geçen صِبْغٍ kelimesi الدُّهْنِ üzerine atıftır. Yani içine batırıldığında lokmaya renk veren bir katıktır ki, o da zeytin yağıdır. (Celâleyn Tefsiri)وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِهَا وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
2 | لَكُمْ | sizin için vardır |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْأَنْعَامِ | hayvanlarda |
|
5 | لَعِبْرَةً | ibret |
|
6 | نُسْقِيكُمْ | size içiriyoruz |
|
7 | مِمَّا | -ndekinden |
|
8 | فِي | içi- |
|
9 | بُطُونِهَا | karınlarının |
|
10 | وَلَكُمْ | ve sizin için |
|
11 | فِيهَا | onlarda vardır |
|
12 | مَنَافِعُ | faydalar |
|
13 | كَثِيرَةٌ | daha birçok |
|
14 | وَمِنْهَا | ve onlardan |
|
15 | تَأْكُلُونَ | yersiniz |
|
وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِهَا
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. لَكُمْ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
فِي الْاَنْعَامِ car mecruru عِبْرَةً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. عِبْرَةً kelimesi اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
نُسْق۪يكُمْ fiili, ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle birlikte نُسْق۪يكُمْ fiiline mütealliktir. ف۪ي بُطُونِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نُسْق۪يكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سقي ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ
لَكُمْ car mecruru atıf harfi وَ ‘la öncekinde geçen نُسْق۪يكُمْ ‘e matuftur.
ف۪يهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنَافِعُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
كَث۪يرَةٌ kelimesi مَنَافِعُ ‘nun sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. مِنْهَا car mecruru تَأْكُلُونَ fiiline mütealliktir.
تَأْكُلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ
Ayet, mukadder kaseme matuftur. İlk cümle اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lam-ı muzahlakanın dahil olduğu لَعِبْرَةًۜ muahhar mübtedadır.
فِي الْاَنْعَامِ , muahhar mübteda olan لَعِبْرَةًۜ ’ in mahzuf haline mütealliktir.
اِنَّ ’nin isminin nekre gelişi, tazim ve teksir ifade eder.
نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِهَا وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنْ harf-i ceriyle birlikte نُسْق۪يكُمْ fiiline müteallik olan ism-i mevsûl مَّا ’nın sılası, mahzuftur. ف۪ي بُطُونِه۪ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Azamet zamirine isnad edilen نُسْق۪يكُمْ fiili tazim ifade eder. Bu fiilin ve تَأْكُلُونَ fiilinin muzari sıygada olması cümleye hudûs, teceddüt ve tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ كَث۪يرَةٌ cümlesi, …نُسْق۪يكُمْ cümlesine matuftur. İki cümle arasında lafzen değil manen uyum mevcuttur. İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنَافِـعُ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh olan مَنَافِـعُ ‘nun nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. Bu kelime, müntehel cumû’ olduğu için tenvin almamıştır.
كَث۪يرَةٌ kelimesi مَنَافِعُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
وَ ’la …نُسْق۪يكُمْ cümlesine atfedilen مِنْهَا تَأْكُلُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur مِنْهَا ’nın amili olan تَأْكُلُونَ ’ye fasılayı gözetilerek yapılan takdimi, konudaki önemine binaendir.
İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Bu ayetteki وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ cümlesiyle, 19 .ayetteki لَكُمْ ف۪يهَا فَوَاكِهُ۬ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ cümlesi, bir kelime hariç birebir aynıdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ۟
وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ۟
وَ atıf harfidir. عَلَيْهَا car mecruru تُحْمَلُونَ۟ fiiline müealliktir. عَلَى الْفُلْكِ atıf harfi وَ ‘la عَلَيْهَا ‘ya matuftur.
تُحْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ۟
Ayet, önceki ayetteki نُسْق۪يكُمْ cümlesine matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Siyaktaki önemine binaen amiline takdim edilen عَلَيْهَا ve ona matuf olan عَلَى الْفُلْكِ car mecrurları, تُحْمَلُونَ۟ fiiline mütealliktir.
عَلَى الْفُلْكِ ‘ye atfedilmesi idmâc ve Nuh (as) kıssasındaki kurtuluşa bir hazırlıktır. (Âşûr)
تُحْمَلُونَ۟ fiili meçhul bina edilmiştir.
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Fiilin muzari sıygada gelmesi cümleye hudûs, teceddüt ve tecessüm anlamları katmıştır.
Bu ayet önceki ayetin devamıdır. 17. ayetten itibaren, bu ayet de dahil olmak üzere bu kısımda, dünyanın da içinde yer aldığı mükemmel kozmik sistem ve beşer türüne bahşedilen nimetler gibi hususlar anlatılmıştır.
Onların üzerinde, hayvanların üzerinde demektir, çünkü onlardan bazısına binilir. Mesela deve ve sığır gibi. Bundan maksat devedir de denilmiştir, çünkü Araplara göre binilen odur, gemiye uygun düşen de odur. Çünkü onlar da karanın gemileridir. (Beyzâvî)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | أَرْسَلْنَا | biz gönderdik |
|
3 | نُوحًا | Nuh’u |
|
4 | إِلَىٰ | -ne |
|
5 | قَوْمِهِ | kavmi- |
|
6 | فَقَالَ | dedi |
|
7 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
8 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
9 | اللَّهَ | Allah’a |
|
10 | مَا | yoktur |
|
11 | لَكُمْ | sizin için |
|
12 | مِنْ | hiçbir |
|
13 | إِلَٰهٍ | ilah |
|
14 | غَيْرُهُ | O’ndan başka |
|
15 | أَفَلَا |
|
|
16 | تَتَّقُونَ | korunmaz mısınız? |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. نُوحاً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اِلٰى قَوْمِ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. قَوْمِ münada olup mahallen mansubdur. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنْ harfi zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
غَيْرُ kelimesi اِلٰهٍ sıfatı olup merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَلَا تَتَّقُونَ
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. Mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; أعصيتم فلا تتّقون (İsyan ettiniz ve takvalı olmadınız mı?) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتَّقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf kaseme işaret eden lam-ı muvattie ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Halidî, Vakafat, S.107)
Cümlenin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Aynı üslupta gelen … فَقَالَ يَا قَوْمِ cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Vasıl sebebi cümleler arasında mevcut olan manen ve lafzen uyumdur.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevap cümlesi olan اعْبُدُوا اللّٰهَ ise, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَوْمِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
قَوْمِ ; birbirini destekleyen topluluk demektir. Kıyam kelimesi de bu kökten gelir.
Eğer bir peygamber hitap ettiği topluluğa “Ey kavmim” demediyse, o peygamber o kavimden olmayabilir.
مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiyedir. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar mübteda olan اِلٰهٍ , zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.
غَيْرُهُۜ kelimesi اِلٰهٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ayetteki غَيْرُهُۜ kelimesi, hem ilâh kelimesinin mahalline göre ref ile hem lafzına göre cer ile okunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
اِلٰهٍ ’deki tenvin nev, kıllet ve tahkir ifade eder. Zaid harf مِنْ , kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre umum ve şümule işarettir.
Allah Teâlâ’ya ait zamirin muz+âfun ileyh olduğu غَيْرُهُۜ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Ayet-i kerîme’de geçen مِنْ اِلٰهٍ car mecruru, مَا ‘nın ismi, makablindeki car mecrur haberi, مِنْ harf-i ceri ise zaittir. (Celâleyn Tefsiri)
Allah’ın nimetlerinin sayıldığı ayetlerde gemiden bahsedilip, 23. ayetle birlikte Nuh’a (as) ve hatta oradan başka peygamberlere geçilmesi bütüncül bir bakışla görülebilen istiṭrat sanatları için güzel bir örnek oluşturmaktadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَفَلَا تَتَّقُونَ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَفَلَا تَتَّقُونَ cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أعصيتم فلا تتّقون (İsyan ettiniz ve takvalı olmadınız mı?) olabilir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih (azarlama) ve kınama manasında olup, cevap bekleme kastı taşımamaktadır. İstifham manasından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Mütekellim Hz. Nuh’dur.
تَتَّقُونَ - اعْبُدُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
اَفَلَا تَتَّقُونَ şu manalara gelir:
Davet o kavme fayda vermeyip, Allah'tan başkasına ibadetlerine devam edince, Hazret-i Nuh onları, ‘’ittikâ etmeyecek misiniz?’’ diye sakındırmıştır. Çünkü bu, onların içinde bulunduktan inanç ve hareketlerden vazgeçmeleri için bir men ve ilâhi cezaya düşmekten sakındırmayla yapılan bir tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)
فَقَالَ الْمَلَؤُا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يُر۪يدُ اَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةًۚ مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَقَالَ | (şöyle) dedi |
|
2 | الْمَلَأُ | ileri gelenler |
|
3 | الَّذِينَ | kimselerden |
|
4 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
5 | مِنْ | -nden |
|
6 | قَوْمِهِ | kavmi- |
|
7 | مَا | değildir |
|
8 | هَٰذَا | bu |
|
9 | إِلَّا | başka bir şey |
|
10 | بَشَرٌ | bir insandan |
|
11 | مِثْلُكُمْ | sizin gibi |
|
12 | يُرِيدُ | istiyor |
|
13 | أَنْ |
|
|
14 | يَتَفَضَّلَ | üstün gelmek |
|
15 | عَلَيْكُمْ | size |
|
16 | وَلَوْ | ve eğer |
|
17 | شَاءَ | dileseydi |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | لَأَنْزَلَ | elbette indirirdi |
|
20 | مَلَائِكَةً | melekleri |
|
21 | مَا | yoktur |
|
22 | سَمِعْنَا | işitiğimiz |
|
23 | بِهَٰذَا | böyle bir şey |
|
24 | فِي |
|
|
25 | ابَائِنَا | babalarımızdan |
|
26 | الْأَوَّلِينَ | geçmişteki |
|
فَقَالَ الْمَلَؤُا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يُر۪يدُ اَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَلَؤُا fail olup lafzen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, الْمَلَؤُا ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ قَوْمِ car mecruru كَفَرُوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret ism-i هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. بَشَرٌ haber olup lafzen merfûdur. مِثْلُكُمْ kelimesi بَشَرٌ sıfatı olup merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُر۪يدُ cümlesi بَشَرٌ -‘nun hali olarak mahallen mansubdur. يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur’an-ı Kerimde çok nadir de olsa bazen cümlede اَنْ ’den önce (لِ) harf-i cerini ve اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını (لَا) görebiliriz. لِئَلَّا şeklinde yazılır. Bazen ise bu اَنْ ’den önce (لِ) harfi ceri ve nâfiye lâ’sının (لَا) hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَفَضَّلَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْكُمْ car mecruru يَتَفَضَّلَ fiiline mütealliktir.
يَتَفَضَّلَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فضل ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
يُر۪يدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةًۚ
Cümle atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. شَٓاءَ اللّٰهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَلٰٓئِكَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
سَمِعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِهٰذَا car mecruru سَمِعْنَا fiiline mütealliktir.
ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا car mecruru سَمِعْنَا fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri; في أخبار آبائنا (Babalarımızın haberlerinde) şeklindedir.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْاَوَّل۪ينَ kelimesi اٰبَٓائِنَا ‘nın sıfatı olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.فَقَالَ الْمَلَؤُا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ
فَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْمَلَؤُا için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ cümlesi, kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هٰذَٓا mevsuf/maksûr, بَشَرٌ sıfat/maksûrun aleyhtir.
O kavmin hepsi kâfir oldukları halde ileri gelenlerinin küfürle vasıflandırılmaları, onların küfürlerinin daha derin ve küfürdeki azgınlıklarının daha şiddetli olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Müşriklerin sözlerinin müsnedün ileyh olarak هٰذَٓا işaret ismi ile marife olması, onların tahkir amaçlarını belirtmektedir.
مِثْلُنَا haber olan بَشَرٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır.
يُر۪يدُ اَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْۜ
يُر۪يدُ …. cümlesi, بَشَرٌ ’un ikinci sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ masdar harfidir. Muzari fiili nasb eder, manasını masdara çevirir.
اَنْ ve akabindeki اَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْۜ cümlesi, masdar teviliyle يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Onların Hazret-i Nuh'u bu şekilde vasıflandırmaları, muhataplarını ona karşı öfkelendirmek ve onları düşmanlığa kışkırtmak gayesine matuf idi. (Ebüssuûd)
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةًۚ
وَ ’la mekulü’l-kavle atfedilen bu cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümleler arasında manen ve lafzen ittifak vardır. İki cümlenin de haber olması atfı mümkün kılmıştır.
Nahivciler لَوْ edatını: ‘’Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır’’, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
Şart cümlesi شَٓاءَ اللّٰهُ faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olması, tazim ve teberrük ifade eder.
Şartın cevabı olan ve لَ karînesiyle gelen لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber talebî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
Ayette لَاَنْزَلَ "indirirdi" ifadesi kullanılmış, çünkü meleklerin gönderilmesi, ancak indirmek yoluyla olur. (Ebüssuûd)
مَلٰٓئِكَةًۚ ’deki tenvin tazim ifadesi için olabilir.
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَۚ
Ayetin, istînâfiyye olarak fasılla gelen son cümlesi mekulü’l-kavle dahildir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
Müşriklerin Hz. Nuh’un davetine هٰذَا ile işaret etmesi tahkir içindir.
سَمِعْنَا fiilinin بِ harf-i ceriyle müteaddi olması, birleşme anlamını da içermesi için tazmindir. (Âşûr)
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
الْاَوَّل۪ينَۚ kelimesi اٰبَٓائِنَا için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
بِ , zaiddir; biz önceki atalarımız arasında böyle bir şey olduğunu duymadık, demektir. (Kurtubî)اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌ بِه۪ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِه۪ حَتّٰى ح۪ينٍ
اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌ بِه۪ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِه۪ حَتّٰى ح۪ينٍ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. رَجُلٌ haber olup lafzen merfûdur. بِه۪ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
جِنَّةٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. جِنَّةٌ kelimesi, رَجُلٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن أردتم معرفة حقيقته فتربّصوا (Eğer hakikatini öğrenmek istiyorsanız gözetleyin.) şeklindedir.
تَرَبَّصُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru تَرَبَّصُوا fiiline mütealliktir. حَتّٰى ح۪ينٍ car mecruru تَرَبَّصُوا fiiline mütealliktir.
تَرَبَّصُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ربص ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌ بِه۪ جِنَّةٌ
Müşriklerin sözlerine dahil, müstenefe cümlesidir. Cümle kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هُوَ mevsuf/maksûr, رَجُلٌ sıfat/maksûrun aleyhtir.
بِه۪ جِنَّةٌ cümlesinde icaz-ı hazif ve takdim vardır. Car mecrurun müteallakı olan mukaddem haber mahzuftur. Bu cümle ref mahallinde رَجُلٌ ’un sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İnanmayanlar, onun cinlenmiş bir adamdan başka birşey olmadığını, birden fazla tekid unsuru taşıyan haber cümlesiyle söylemişlerdir.
جِنَّةٌ kelimesindeki tenvin, neviyyet içindir. Yani,’’onu delilikten bir şey yakalamıştır.’’ demektir. (Âşûr)
جِنَّةٌ , delilik veya cin manasınadır. Çünkü halkın cahilleri, mecnunlar hakkında cin çarpmasından ötürü aklının zail olduğunu söylerler. Bu, avam nezdinde çokça kabul gören bir şüphedir. (Fahreddin er-Râzî)
فَتَرَبَّصُوا بِه۪ حَتّٰى ح۪ينٍ
Bu cümle, inanmayanların sözlerinin devamıdır. فَ , rabıtadır. Bu cümleden önce mahzuf bir şart olduğuna işaret eder. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan تَرَبَّصُوا بِه۪ حَتّٰى ح۪ينٍ cümlesi, takdiri; إن أردتم معرفة حقيقته (Onun hakikatini bilmek istiyorsanız) olan mahzuf şartın cevabıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
El-Ferrâ', burada geçen ح۪ينٍ (bir süre) ile muayyen bir vakit kastedilmemektedir. Bu, “Onu bir vakte kadar terk et” demeye benzer demiştir. (Kurtubî)
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli, رَبِّ انْصُرْن۪ي ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
انْصُرْن۪ي sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِ sebebiyyedir.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte انْصُرْن۪ي fiiline mütealliktir.
كَذَّبُونِ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
كَذَّبُونِ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ
Ayet, müste’nefe cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve muzâfun ileyhin hazfi, mütekellimin, münadaya yakın olma isteğine işarettir. Ayrıca bu izafet mütekellimin, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini gösterir.
Nidanın cevabı olan انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Harf-i cerle bilikte انْصُرْن۪ي fiiline müteallik masdar harfi مَّا ’nın sılası olan كَذَّبُونِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetteki iki fiil de mazi sıygada gelmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
كَذَّبُونِ fiilinin sonunda mef’ûl olan mütekellim zamiri, fasılaya riayet için hazf edilmiştir. Kesra, zamirden ivazdır.
بِمَا كَذَّبُونِ deki بِ dua manasında anlaşılan yardımın hali konumunda sebebiyyedir. Yani, onların inkârları sebebiyle bir yardım demektir. (Âşûr)فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَوْحَيْنَا | biz de vahyettik |
|
2 | إِلَيْهِ | ona |
|
3 | أَنِ | ki |
|
4 | اصْنَعِ | yap |
|
5 | الْفُلْكَ | gemiyi |
|
6 | بِأَعْيُنِنَا | gözlerimizin önünde |
|
7 | وَوَحْيِنَا | ve vahyimizle |
|
8 | فَإِذَا | ne zaman ki |
|
9 | جَاءَ | gelince |
|
10 | أَمْرُنَا | bizim buyruğumuz |
|
11 | وَفَارَ | ve kaynayınca |
|
12 | التَّنُّورُ | tandır |
|
13 | فَاسْلُكْ | sok (bindir) |
|
14 | فِيهَا | ona |
|
15 | مِنْ | -ten |
|
16 | كُلٍّ | her (cins)- |
|
17 | زَوْجَيْنِ | çift |
|
18 | اثْنَيْنِ | iki |
|
19 | وَأَهْلَكَ | ve aileni |
|
20 | إِلَّا | hariç |
|
21 | مَنْ | kimseler |
|
22 | سَبَقَ | geçmiş |
|
23 | عَلَيْهِ | alehylerine |
|
24 | الْقَوْلُ | söz |
|
25 | مِنْهُمْ | onlar içinde |
|
26 | وَلَا | ve |
|
27 | تُخَاطِبْنِي | bana yalvarma |
|
28 | فِي | hakkında |
|
29 | الَّذِينَ | kimseler |
|
30 | ظَلَمُوا | zulmeden(ler) |
|
31 | إِنَّهُمْ | onlar mutlaka |
|
32 | مُغْرَقُونَ | boğulacaklardır |
|
فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
اَنِ tefsiriyyedir. اصْنَعِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
الْفُلْكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِ musahabe içindir.
اَعْيُنِنَا car mecruru اصْنَعِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَحْيِنَا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فَارَ atıf harfi وَ ‘la جَٓاءَ ‘ye matuftur. التَّنُّورُ fail olup lafzen merfûdur.
اَوْحَيْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اسْلُكْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
ف۪يهَا car mecruru اسْلُكْ fiiline mütealliktir. مِنْ كُلٍّ car mecruru اسْلُكْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. زَوْجَيْنِ muzâfun ileyh olup, müsenna olduğu için يْ ile mecrurdur. اثْنَيْنِ mef’ûlün bih olup müsenna olduğu için nasb alameti يْ ‘dir.
اَهْلَكَ atıf harfi وَ ‘la كُلٍّ ‘ye matuftur. اِلَّا istisna edatıdır.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ müstesna olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası سَبَقَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
سَبَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِ car mecruru سَبَقَ fiiline mütealliktir. الْقَوْلُ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْهُمْ car mecruru عَلَيْهِ ‘deki zamirin haline mütealliktir.
وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُخَاطِبْن۪ي meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl فِي harf-i ceriyle birlikte تُخَاطِبْن۪ي fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُخَاطِبْن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi خطب ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُغْرَقُونَ kelimesi, اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُغْرَقُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا
Ayet, فَ ile önceki ayetteki قَالَ fiiline atfedilmiştir. فَ ’nin istînâfiyye olması da caizdir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tefsiriyye olan اَنِ ’i takip eden اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Önceki cümleyi bir başka lafızla açıklayan tefsîriyye cümlesi öncesinden ne kastedildiğini açıklayan beyan cümlesidir. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv” ın Kullanımı)
اَعْيُنِنَا ve وَحْيِنَا izafetlerinde azamet zamirine muzâf olan اَعْيُنِ ve وَحْيِ kelimeleri tazim edilmiştir.
اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا [Gemiyi gözlerimizin önünde yap] cümlesinde güzel bir istiare vardır. Yüce Allah koruma ve gözetmeye aşırı derecede dikkat edildiğini, göz önünde yapmak sözüyle ifade etti. Çünkü bir şeyi koruyan, genellikle, korumasını gözüyle görmek suretiyle devam ettirir. Dolayısıyla Yüce Allah, istiare yoluyla, koruma ve kollama yerine göz önünde bulundurmayı zikretti. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
Yüce Allah’ın اصْنَعِ الْفُلْكَ sözü, Hz. Nuh’u kendi kendine ‘’Bu inatçıların başına ne gelecek? Burada su yokken neden gemi inşa edeceğim? Yüce Allah yoksa onları cezalandırmak için yerden ve gökten su mu göndermek istiyor?” şeklinde sorular sormasına neden oldu. Bu kendi kendine soru sormalar, sözü tekidli bir şekilde söylemeyi gerektirmektedir. (Fadl Hasan Abbâs, el-Belâgatü FunûNûhâ ve EfnâNûhâ’l-el-Me‘ânî, s. 132)
فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ
فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan جَٓاءَ اَمْرُنَا , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَفَارَ التَّنُّورُۙ cümlesi, şart cümlesine matuftur.
Şart fiilleri جَٓاءَ ve فَارَ , mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen اَمْرُنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اَمْرُ , tazim edilmiştir.
Hak Teâlâ'nın فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا [Emrimiz geldiğinde] ifadesinde ,"emir" sözü, bir işi sözlü olarak, üst makamdan gelmek suretiyle isteme manasında hakikattir. Bu kelime, aynı şekilde hakikat olarak ‘büyük iş’ manasına da gelir. (Fahreddin er-Râzî)
اَوْحَيْنَٓا - وَحْيِنَا kelimeleri arasında iştikak cinası, الْفُلْكَ - اَهْلَكَ - فَاسْلُكْ kelimeleri arasında gayrı tam cinas vardır.
كُلٍّ ’deki tenvin, muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir.
وَفَارَ التَّنُّورُۙ [Tandır kaynadı] ifadesi, şiddetten kinayedir. Bu, Arapların, tandır kızıştı yani savaş başladı sözüne benzer. Bazı alimler, التَّنُّورُۙ kelimesini, mecaz yoluyla yeryüzü manasına almışlardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
فَ rabıta, şartın cevabı olan …اسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِلَّا istisna edatıdır. Müstesna konumundaki ism-i mevsûl مَنْ ’nin sılası olan سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayette zalimlerle ilgili hüküm hakkında muhatabın (Hz. Nuh’un) aklında bir şey bulunmadığı anlaşılır. Burada durumun gereğine göre haber cümlesinin Hz. Nuh’a tekidsiz olarak söylenmesi gerekirdi. Fakat burada ayet tekidli olarak gelmiştir. Bu ayetin durumun dışına çıkmasının sebebi şudur: Yüce Allah, muhalifleriyle ilgili Hz. Nuh’un kendisine hitap etmesini yasaklayınca, bu yasak, Hz. Nuh'u onların başına gelecek belayı merak etmeye sevk etti. Böylece Hz. Nuh, “kavminin aleyhine suda boğdurulmaları ile hükmedildi mi yoksa hükmedilmedi mi, şeklinde tereddüt ile soru soran kimse” yerine konulmuş, “kesinlikle onlar suda boğulacaklar" cümlesi ile O’na cevap verilmiştir. (Ali el-Cârim – Mustafa Emîn el-Belâğatü’l-Vâdıha)
مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ [her ikili’den bir] ifadesi, ikili her iki topluluktan demek olup, bunlar da erkek ve dişi topluluğudur, yani erkek ve dişi develer ile aygırlar ve kısraklar gibi.
اثْنَيْنِ kelimesi, erkek ve dişi deve ile aygır ve kısrak gibi birbirinin eşi olan iki tek anlamındadır. Rivayete göre Nuh (as) sadece yavrulayan ve yumurtlayan hayvanları almıştır. مِنْ كُلٍّ ifadesi tenvin ile مِنْ كُلٍّ şeklinde de okunmuştur. Bu durumda anlam ‘’Her ümmetten iki çift’’ şeklinde olur ve اثْنَيْنِ ifadesi tekid ve daha fazla açıklama yapmış olmak için kullanılmış olur. (Keşşâf)
Ayetteki "her ikişer çiftten" ifadesi, "O, hayvanların nesli tükenmesin diye mevcut olan hayvanlardan bir çift, yani bir erkek bir dişi al" demektir. Onlardan her biri bir زَوْجَ (eş) tir. Yoksa avamın zannettiği ve kullandığı gibi, زَوْجَ iki manasına gelmez. اثْنَيْنِ ise, زَوْجَيْنِ kelimesini tekid eden ve iyice açıklayan bir kelimedir. (Fahreddin er-Râzî)
سَبَقَ kelimesi, olumsuz hüküm anlamında kullanılınca على ile, olumlu hüküm anlamında kullanılınca ise ل ile kullanılmıştır. (Keşşâf)
وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ
Cümle وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’in sılası olan ظَلَمُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
اَمْرُنَا ’daki azamet zamirinden sonra تُخَاطِبْن۪ي ’de, müfred zamire iltifat vardır.
اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan مُغْرَقُونَ , ism-i mefûl kalıbındadır. أَفْعَلَ veznindeki fiilden müştaktır.
Henüz boğulma olayı olmadan onların مُغْرَقُونَ olarak ifade edilmeleri, kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.Allah-u Teâlâ, kelamında, defalarca bize verdiği nimetleri hatırlatır. Demek ki insanın hatırlatılmaya ihtiyacı var diye düşünürken aklıma izlediğim bir video geldi. Bu videoda; koklear implant sayesinde ilk kez duyan insanlar gösteriliyordu. Görevlinin: "Beni duyuyor musun?" demesinden sonra heyecanla başlarını sallayıp, sevdiklerinin sesini duyunca ağlamaya başlayan insanlar ve nicesi. Aralarında, sağır annesinin kendisini duymasını bekleyen 6 yaşlarında bir çocuk vardı. Görevli cihazı ayarladıktan sonra çocuk odaya giriyor ve annesinin arkasına gelip "Beni duyabiliyor musun anne?" diye soruyor. Anne, oğlunun sesini duyunca gözyaşlarıyla "Evet" diyor. Oğlu: "Beni duyduğun için çok mutluyum." diyerek ağlamaya başlıyordu.
Duyan ve konuşan için; duymak ve duyulmak o kadar basit bir hal ki, onun için ayrıca şükretmek aklımıza gelmiyor. Sevdiklerimizi duymak, sesimizin duyulduğunu bilmek, görmek, görülmek, uykuya huzurla dalabilmek, uyuduğumuz yataktan rahatlıkla kalkabilmek, tuvalet ihtiyacımızı kimseye muhtaç olmadan hastalıksız giderebilmek, derimizin giydiğimiz kıyafetlere alışması, anlamak, anlaşılmak, koku almak, yediğimizin tadını çıkarabilmek, yaptığımız işleri rahatlıkla kendi kendimize yapabilmek. Bunların hepsine bugün sahibiz, yarın sahip olup olmayacağımız ise meçhul.
Allah'ı ne kadar zikr ve tefekkür ile O'na ne kadar şükür ve itaat edersek edelim, sahip olduğumuz beş duyudan tek bir tanesine bile yeter mi?
Ey bizi nice nimetlerle donatan Allahım! Yaptığımız her işten önce ve sonra Seni hatırlayıp, Sana hamd edenlerden olalım. Senin yardımınla; Kaybettikten sonra değil de, daha kaybetmeden sahip olduklarının değerini bilenlerden olalım. Sahip olamadıklarına takılanlardan değil de, olduklarıyla yetinenlerden olalım.
Allahım merhametine muhtacız. Bizi elden ayaktan düşürme. Yeryüzünde kimselere muhtaç etme. Bildiğimiz, bilmediğimiz bütün nimetlere şükürler olsun.
Elhamdulillahi Rabbil Alemin.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji