Mü'minûn Sûresi 69. Ayet

اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَۘ  ...

Ya da onlar henüz kendi peygamberlerini tanımadılar da o yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 لَمْ
3 يَعْرِفُوا tanımadıkları (için mi?) ع ر ف
4 رَسُولَهُمْ elçilerini ر س ل
5 فَهُمْ onlar
6 لَهُ onu
7 مُنْكِرُونَ inkar ediyorlar ن ك ر
 
Burada Kur’ân-ı Kerîm’e ve Hz. Peygamber’e inanmayı gerekli kılan üç nokta üzerinde durulmaktadır: a) Kur’an, iyi niyetli insanların kabul edebileceği bir mâkullük taşır; insanların aklına, sağduyusuna, vicdanına hitap eder; dolayısıyla art niyetli ve ön yargılı olmayan her normal insan, Kur’an üzerinde sağlıklı ve yeterli ölçüde düşündüğünde, incelediğinde onun ortaya koyduğu iman esaslarını ve hayat programını rahatlıkla kabul edebilir. Bu sebeple âyette putperestler Kur’an üzerinde düşünmemekle suçlanmışlardır. b) Kur’an, insanlığın o güne kadar hiç bilmediği, duymadığı şeyler söylemiyor; aksine o, önceki peygamberlere bildirilen evrensel gerçeklerden söz edip geçmiş peygamberlere dair bilgiler veriyordu; Araplar’ın atası olan Hz. İsmâil de bu peygamberlerdendi; ayrıca Kur’an’ın geldiği dönemde bile Araplar arasında hâlâ Hanîfler diye anılan inançlı ve erdemli bir topluluk bulunuyordu; dolayısıyla Hz. Muhammed’in bildirdiği dinin, başta tevhid akîdesi olmak üzere temel ilkeleri Araplar için büsbütün bilinmeyen konular değildi. c) Mekke toplumu, kırk yıldır aralarında yaşayan Hz. Muhammed’i yakından tanıyor, hem zihinsel hem de ahlâkî yönden kendisini takdir ediyor, güvenilir bir kişi (el-emîn) olarak niteliyorlardı. Bu durumda peygamberlik geldikten sonra ona “yalancı, cin çarpmış” gibi isnatlarda bulunmaları, altında çıkarcı duygu ve maksatlar yatan birer iftiradan başka bir şey olamazdı. Sonuç olarak Resûlullah onlara gerçek olanı, yani her akıl sahibi ve fıtratı bozulmamış insanın doğruluğunu kolayca kavrayacağı bilgiler, hikmetler getirmiştir; iyilikleri emretmiş, kötülükleri yasaklamıştır. Şu halde putperestlerin onun peygamberliğini tanımamalarının asıl sebebi, “gerçeği sevmemeleri” yani doğruları kabul edip getirdiği hükümlere uymaya yanaşmamalarıdır. Ayrıca onlar, Hz. Peygamber’e inananları kendilerinden aşağı görüyor; gerçeğin onların yanında olduğunu kabul etmeyi kendilerine yediremiyor; bu sebeple onlara haset ediyor, kin besliyorlardı (Taberî, XVIII, 42). Ne yazık ki bu zaaf, sadece o dönem Mekke’sinin cahil ve kaba putperestlerine özgü olmayıp insanlığın, tarihin çeşitli dönemlerinde, hatta günümüzde de örneklerine rastlanan ciddi bir sorunudur.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 34-35
 

اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَۘ

 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَعْرِفُوا  fiili,  ن ‘un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

رَسُولَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru   مُنْكِرُونَ ‘ye mütealliktir. 

مُنْكِرُونَ  haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُنْكِرُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifal babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَۘ

 

اَمْ , munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelen cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp ikaz ve inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

 رَسُولَهُمْ  izafeti kısa yoldan izah ve onları tahkir içindir.

Araplar bu üslubu bir husus ile ilgili bilgi sahibi kılmak ve azarlamak anlamında kullanırlar. Derler ki: ‘’Sen hayrı mı daha çok seversin, yoksa şerri mi?’’ Yani sana şer haber verilmiş bulunuyor, artık ondan uzak dur. Bunlar da resullerini tanımış bulunuyorlar. Onun doğru ve emanet sahibi kimselerden olduğunu da biliyorlar. Ona tabi olmak -eğer onların inatları olmasa- kurtuluştur, hayırdır. Süfyan dedi ki: Evet yemin olsun ki onlar, onu tanıyorlardı fakat onu kıskandılar. (Kurtubî) 

فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , siyaktaki önemine binaen amili olan  مُنْكِرُونَ۟ ’a takdim edilmiştir. 

Veya  لَ  takviye,  هُ  ise ism-i fail olan  مُنْكِرُونَ ’nin mef’ûlü olarak gelmiştir. (Mahmud Sâfî)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  مُنْكِرُونَ ‘nin ism-i fail kalıbında gelmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)