Mü'minûn Sûresi 68. Ayet

اَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ اَمْ جَٓاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘ  ...

Onlar bu sözü (Kur’an’ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, önceki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَلَمْ
2 يَدَّبَّرُوا onlar iyice düşünmediler mi? د ب ر
3 الْقَوْلَ o sözü (Kur’an’ı) ق و ل
4 أَمْ yoksa
5 جَاءَهُمْ onlara geldi (mi)? ج ي ا
6 مَا bir şey
7 لَمْ
8 يَأْتِ gelmeyen ا ت ي
9 ابَاءَهُمُ atalarına ا ب و
10 الْأَوَّلِينَ önceki ا و ل
 
Burada Kur’ân-ı Kerîm’e ve Hz. Peygamber’e inanmayı gerekli kılan üç nokta üzerinde durulmaktadır: a) Kur’an, iyi niyetli insanların kabul edebileceği bir mâkullük taşır; insanların aklına, sağduyusuna, vicdanına hitap eder; dolayısıyla art niyetli ve ön yargılı olmayan her normal insan, Kur’an üzerinde sağlıklı ve yeterli ölçüde düşündüğünde, incelediğinde onun ortaya koyduğu iman esaslarını ve hayat programını rahatlıkla kabul edebilir. Bu sebeple âyette putperestler Kur’an üzerinde düşünmemekle suçlanmışlardır. b) Kur’an, insanlığın o güne kadar hiç bilmediği, duymadığı şeyler söylemiyor; aksine o, önceki peygamberlere bildirilen evrensel gerçeklerden söz edip geçmiş peygamberlere dair bilgiler veriyordu; Araplar’ın atası olan Hz. İsmâil de bu peygamberlerdendi; ayrıca Kur’an’ın geldiği dönemde bile Araplar arasında hâlâ Hanîfler diye anılan inançlı ve erdemli bir topluluk bulunuyordu; dolayısıyla Hz. Muhammed’in bildirdiği dinin, başta tevhid akîdesi olmak üzere temel ilkeleri Araplar için büsbütün bilinmeyen konular değildi. c) Mekke toplumu, kırk yıldır aralarında yaşayan Hz. Muhammed’i yakından tanıyor, hem zihinsel hem de ahlâkî yönden kendisini takdir ediyor, güvenilir bir kişi (el-emîn) olarak niteliyorlardı. Bu durumda peygamberlik geldikten sonra ona “yalancı, cin çarpmış” gibi isnatlarda bulunmaları, altında çıkarcı duygu ve maksatlar yatan birer iftiradan başka bir şey olamazdı. Sonuç olarak Resûlullah onlara gerçek olanı, yani her akıl sahibi ve fıtratı bozulmamış insanın doğruluğunu kolayca kavrayacağı bilgiler, hikmetler getirmiştir; iyilikleri emretmiş, kötülükleri yasaklamıştır. Şu halde putperestlerin onun peygamberliğini tanımamalarının asıl sebebi, “gerçeği sevmemeleri” yani doğruları kabul edip getirdiği hükümlere uymaya yanaşmamalarıdır. Ayrıca onlar, Hz. Peygamber’e inananları kendilerinden aşağı görüyor; gerçeğin onların yanında olduğunu kabul etmeyi kendilerine yediremiyor; bu sebeple onlara haset ediyor, kin besliyorlardı (Taberî, XVIII, 42). Ne yazık ki bu zaaf, sadece o dönem Mekke’sinin cahil ve kaba putperestlerine özgü olmayıp insanlığın, tarihin çeşitli dönemlerinde, hatta günümüzde de örneklerine rastlanan ciddi bir sorunudur.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 34-35
 

اَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ اَمْ جَٓاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘ

 

Cümle mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; أجهلوا (Cahillik ettiler) şeklindedir.

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  فَ  istînâfiyyedir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَدَّبَّرُوا  fiili,  ن ‘un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

الْقَوْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.  جَٓاءَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يَأْتِ   ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَأْتِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

اٰبَٓاءَهُمُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْاَوَّل۪ينَ  kelimesi  اٰبَٓاءَهُمُ ‘un sıfatı olup nasb alameti  ى ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

يَدَّبَّرُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi دبر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

اَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ 

 

Fasılla gelen ayette  فَ , istînâfiyyedir. Hemze istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle kınama, azarlama, taaccüp manası taşımaktadır. Bu yüzden mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Hemzeyle hem tasdik hem tasavvur sorulabilir. Tasdik sorusundan sonra  اَمْ  gelirse bu munkatı  اَمْ ’dir ve idrâb manasındadır. Tasavvur sorusundan sonra muttasıl  اَمْ  gelir, bunu da muadil takip eder. Böylece inşâyı habere çevirir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


اَمْ جَٓاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘ

 

Fasılla gelen cümle istînâfiyyedir. Bu ayetteki hemze tasdik sorusu olduğu için  اَمْ , idrâb manasındadır.

Buradaki  اَمْ lafzının, ‘bilakis’ anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani bilakis onlara atalarının da alışkın olmadıkları şeyler geldi. İşte bundan dolayı onu terkettiler, onun üzerinde düşünmeye kalkışmadılar. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır. (Kurtubî)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

جَٓاءَهُمْ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nin sılası olan  لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘلَمْ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. 

يَأْتِ - جَٓاءَهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatıلَمْ ’lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Bu da o kâfirler için başka şekilde bir tevbihtir. Yani yoksa onlar, Resulullah'ın eminliğini, dürüstlüğünü, güzel ahlakını, hiç kimseden öğrenim görmediği halde üstün ilmini ve peygamberlere layık olan diğer kâmil vasıflarını bilmediler de, bundan dolayı mı onun peygamberliğini inkâr ediyorlar? (Ebüssuûd)