Şuarâ Sûresi 181. Ayet

اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ  ...

“Ölçüyü tam yapın. Eksik verenlerden olmayın.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْفُوا tam yapın و ف ي
2 الْكَيْلَ ölçüyü ك ي ل
3 وَلَا ve
4 تَكُونُوا olmayın ك و ن
5 مِنَ -den
6 الْمُخْسِرِينَ eksiltenler- خ س ر
 

Eyke, “sık ağaçlı yer” anlamına gelir. Bazı müfessirlere göre Eyke ile Medyen aynı yerin adı, halkları da aynı halktır; bazılarına göre ise bunlar iki ayrı yerin adıdır, halkları da aynı ırkın iki koludur. Medyen halkı şehirde, Eyke halkı ise Medyen çevresinde bir vadide yaşıyorlardı (İbn Kesîr, VI, 168; İbn Âşûr, XIV, 71; Eyke hakkında bilgi için bk. Hicr 15/78-79; İbn Âşûr, XIX, 182-184). Medyen, Hicaz bölgesi ile Suriye ticaret yolu üzerinde, Akabe körfezine yakın bir yerleşim merkezidir. Şehir adını Hz. İbrâhim’in oğlu Medyen’den almıştır (bilgi için bk. A‘râf 7/85-87).

Şuayb aleyhisselâm Hz. İbrâhim’in dördüncü kuşaktan torunu olup Medyen ve Eyke halkına gönderilmiş bir peygamberdir. O da diğer peygamberler gibi inkârcı ve putperest halkına önce Allah’tan başka tanrı olmadığını, her şeyi ve herkesi O’nun yarattığını anlattı, halkını yalnızca O’na kulluk etmeye çağırdı. Medyen halkı putperestliğinin yanında toplumsal ahlâk, özellikle ticaret ahlâkı bakımından çok bozulmuştu. Bolluk ve bereket içinde yaşamalarına rağmen ahlâk kurallarını çiğneyerek alışverişlerinde karşı tarafı zarara sokacak hileli işler yapıyorlardı. Hz. Şuayb, ölçüyü tartıyı eksik tutmamaları, adaleti gözetmeleri ve düzgün ölçüp tartmaları, çıkarları uğruna insanların mallarının değerini düşürmemeleri ve yeryüzünde fesat çıkararak ülke düzenini bozmamaları hususunda onlara uyarılarda bulundu; böylece hak dinin tevhid ve adalet ilkelerini toplumda yerleştirmeye çalıştı.

 

  Vefeye وفي :  وَفَى  fiili sadakatsizlik, aldatmak ve ihanetin zıddıdır. Bu kelime uzamak, uzun olmak, uzun sürmek demektir. If'al babındaki أوْفَى formu hakkini odedi, hicbir noksan kalmadı manasında kullanılır. Bizde Türkcede falan kişi vefa sahibidir deriz. تَوَفَّى  kelimesi ise تَفَعُّل  babından bir fiildir. Sözü yerine getirmek, ihtiyacı karşılamak gibi anlamlara gelen bu kelime esas itibarıyla bir şeyi tam yapmak manasındadır. Nitekim bir malı ya da başka herhangi bir şeyi hiçbir unsurunu bırakmadan eksiksiz almaya da تَوَفَّى denir. Zemahşeri تَوَفَّى kelimesi için " daha sonra mecazen öldürmek anlamında kullanılmıştır" demiştir. Yine Lisanul Arab'da bu bilgiyi desteklemektedir.

   Müfessir Mukatil b. Suleyman Kuran-ı Kerim'de geçen تَوَفَّى nın 3 şekilde tefsir edildiğini söylemiştir:
 1- Şuur ve idrak merkezi olan insan zihnidir ki o eşyayı akledip kendisiyle rüyanın görüldüğü şeydir manasında kullanılır.( bunun örnek ayetleri Zümer 42/ Enam 60) Şöyle ki ;insanın bir hayatı ve bir ruhu vardır, insan uyudu mu kendisiyle eşyayı aklettiği nefsi ondan çıkıp ayrılır. Bu nefsin bedene doğru olan ışığı tıpkı güneşin yere doğru olan ışığına benzer o kendisinden çıkmış olan nefsi ile başka bir yerdeymiş gibi rüya görür, hayat ve ruh ise bedeninde kalmaya devam eder; böylelikle sağa sola döner ve nefes alır, nefsin ona geri dönmesi de göz açıp kapamadan daha hızlı olur. Allah (cc) uyurken onun canını almak istemişse ondan çıkmış olan o nefsi alıkoyar ve ruhunu kabzeder böylelikle o kişi uykudayken ölür.
 2-Allah (cc) ın semaya kabzetmesi/ alması manasında kullanılmıştır. Hz. İsa ile ilgili ayetler buna örnek teşkil eder: Maide 117 Ali İmran 55
 3- Ruhların, canların kabzedilmesi yani ölüm manasında kullanılır. Bunun örnek ayetleri de Secde 11 ve Mumin 77 vs.  (Müfredat - Tahqiq - Mukatil b. Süleyman )

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 66 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vefâ, vefât, müteveffâ ve îfâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ

 

Fiil cümlesidir.  اَوْفُوا  illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْكَيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَكُونُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تَكُونُوا ‘nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ  car mecruru  تَكُونُوا ‘nün mahzuf haberine mütealliktir. 

اَوْفُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

الْمُخْسِر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَوْفُوا الْكَيْلَ

 

Ayet, beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.


وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ

 

Cümle  وَ ’la önceki cümleye atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da tenasüp mevcuttur. 

Menfî  كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesinde, icâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْمُخْسِر۪ينَ  car mecruru,  تَكُونُوا ‘nün mahzuf haberine mütealliktir.

اَوْفُوا  -  الْمُخْسِر۪ينَۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ  [Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden ol­mayın] cümlelerinde ıtnâb vardır. Çünkü ölçüyü tam yapın demek, aynı za­manda eksiltmeyi yasaklamak demektir. Bu ıtnâbın faydası ise daha çok sakındırmaktır. (Safvetü’t Tefasir)