Şuarâ Sûresi 198. Ayet

وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ  ...

Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.  (198 - 199. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve şayet
2 نَزَّلْنَاهُ biz onu indirseydik ن ز ل
3 عَلَىٰ üzerine
4 بَعْضِ biri ب ع ض
5 الْأَعْجَمِينَ yabancılardan ع ج م
 
Yukarıda 195. âyette, Kur’an’ın tam olarak anlaşılabilmesi için “açık bir Arapça” ile indirilmiş olduğu ifade edilmişti. Ancak Hz. Peygamber Arap, getirdiği mesaj da Arapça olunca müşrikler bunu kendisinin uydurduğunu iddia ettiler (bk. Hûd 11/13). Oysa Allah mesajını Arap olmayan birine Arapça olarak indirse ve onun okumasını sağlasaydı –uydurdu diyemezlerdi ama– yine de iman etmezlerdi (Şevkânî, IV,114) veya Kur’an’ı bir yabancının diliyle vahyetmiş olsaydı inkârcılar bu sefer de mesajı anlayamadıklarını ileri sürerek yine inanmayacaklardı (krş. Fussılet 41/44). Allah Teâlâ, Kur’an’ın hak olduğuna dair İsrâiloğulları bilginlerinin onun hakkında bilgi sahibi olmalarını delil olarak göstermektedir. Zira onlar bir peygamberin geleceğini, onun bazı niteliklerini ve getireceği mesajı kendi kitaplarında okuyor ve biliyorlardı. Kur’an’ın hak olduğu günahkârların zihinlerine yerleştirilmiş, onu anlamaları da sağlanmış bulunmasına rağmen can yakıcı azabı görmedikçe onların inanmayacakları ifade buyurulmaktadır. Ancak azap geldiği zaman da yaptıklarına pişman olacak ve kaybettiklerini telâfi etmek için mühlet isteyeceklerdir. Bu durum Hz. Peygamber’i teselli ettiği gibi müşrikleri de ikaz etmektedir. Müfessirler 200-201. âyetlere “(Kendi günahları yüzünden) suçluların kalbine inkârcılığı böyle yerleştirdik; onlar iman etmezler, sonunda can yakıcı azabı görürler” şeklinde de mâna vermişlerdir (Taberî, XIX, 115-116; İbn Kesîr, VI, 173; Şevkânî, IV,114). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 174-175
 

   Aceme عجم :  عُجْمَة kelimesi açık kılmanın zıddıdır. Konuşma ya da telaffuz güçlüğü çekmek veya konuşma özürlü olmak/dili tutuk olmak demektir. Bu köke ait عَجَم Arab'ın zıddı yani Araplara mensup olmayandır. Hayvana عَجْماء denmiştir; zira hayvan konuşan insan gibi sözle kendini açık bir şekilde ifade etmekten acizdir. Hurufu mukatta için de Mu'cem harfler حُرُوف المُعْجَم tabiri kullanılmıştır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri acem ve acemidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir.

نَزَّلْنَا  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلٰى بَعْضِ  car mecruru  نَزَّلْنَا  fiiline mütealliktir.  الْاَعْجَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

نَزَّلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ

 

Önceki ayete matuf olan bu ayet, şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî üslupta olmak bakımından da tenasüp vardır.

Müspet mazi fiil sıygasındaki   نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَ  cümlesi şarttır. Cevabı sonraki ayette gelmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümlenin azamet zamirine isnadı, tazim ifade etmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Eğer Biz bu kitabı Arap olmayan birisi üzerine indirmiş olsaydık, büyüklenerek ve kendilerine yedirmedikleri için ona iman etmezlerdi. Bir kişi Arap olsa dahi eğer fasih konuşmuyor ise ona acem ve a’cemi denilir. Acemî adam ise fasih dahi olsa aslına nispet edilir. Şu kadar var ki el-Ferrâ', a’cemi anlamında "acem" denmesini uygun kabul etmiştir. (Kurtubî)  

الْاَعْجَم۪ينَۙ , şeddesiz  عجم۪ 'nin çoğuludur, bunun içindir ki salim olarak cemi yapılmıştır.  (Kurtubî)