لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ
İsim cümlesidir. لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Terecci, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
نَا mütekellim zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. نَتَّبِعُ fiili, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merf’ûdur.
نَتَّبِعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. السَّحَرَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
نَتَّبِعُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُمُ fasıl zamiridir. كَانُوا ’daki cemi müzekkeri tekid içindir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri)” denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُمُ الْغَالِب۪ينَ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
غَالِب۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi غلب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan نَتَّبِعُ ’nin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir.
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
لَعَلَّنا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ sözü Musa'nın (a.s.) mesajını inkâr etmeleri ve böylece O’na tabi olmamak ümidinden kinayedir. (Âşûr)
اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
كَان ’nin haberi olan ٱلۡغَـٰلِبِینَ, ism-i fail kalıbında gelerek devamlılık ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنْ şart harfi vuku bulma ihtimali zayıf olan fiillerle kullanılır. Yani üstün gelme ihtimallerinin zayıf olduğuna işaret ederek alacakları ücreti, mükâfatı arttırmak istemişlerdir.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنْ şart edatı, mazi fiile dahil olduğunda, şartın vukuunun şiddetle arzu edildiğine işaret eder.
Eğer onlar galip olurlarsa belki onların dinine tabi oluruz. لَعَلَّ şeklindeki umut fiili arkasından tabi olmayı gerektiren galibiyet düşüncesiyle kullanılmıştır. Esas maksatları Musa'ya tabi olmamaktır, sihirbazlara tabi olmak değil. Ancak bu işe verdikleri ehemmiyet ve ciddiyeti ziyadesiyle belirtmek için sözlerini böylece kinaye yollu bir kelam ettiler, çünkü onlara tabi oldukları zaman Musa’ya (a.s.) tabi olmazlar. (Beyzâvî, Ebüssuûd)