Neml Sûresi 22. Ayet

فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ  ...

Derken Hüdhüd çok beklemedi, çıkageldi ve (Süleyman’a) şöyle dedi: “Senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sebe’den sana sağlam bir haber getirdim.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَكَثَ geldi م ك ث
2 غَيْرَ غ ي ر
3 بَعِيدٍ çok geçmeden ب ع د
4 فَقَالَ ve dedi ق و ل
5 أَحَطْتُ ben gördüm ح و ط
6 بِمَا bir şey
7 لَمْ
8 تُحِطْ senin görmediğin ح و ط
9 بِهِ onda
10 وَجِئْتُكَ ve sana getirdim ج ي ا
11 مِنْ -dan
12 سَبَإٍ Seba-
13 بِنَبَإٍ bir haber ن ب ا
14 يَقِينٍ gerçek ي ق ن
 
Cin “ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık” anlamına gelir (cinler hakkında bilgi için bk. En‘âm 6/100; Cin 72/1-19). 17. âyetten Hz. Süleyman’ın cinlerle de irtibat kurduğu; ordusunun cinler, insanlar ve kuşlar olmak üzere üç sınıftan meydana geldiği anlaşılmaktadır. Cinleri gizli işlerde, insanları ülke savunmasında ve düşmana karşı savaşta, kuşları da haberleşme, su bulma vb. hizmetlerde istihdam ediyordu (İbn Âşûr, XIX, 240). Tefsirlerde Karınca vadisinin Şam bölgesinde veya Tâif’te yahut Yemen’de karıncası çok olan bir yerin adı olduğu bildirilmektedir (Elmalılı, V, 3667). Bununla birlikte, böyle muayyen bir mekân olmayıp çok sayıda karıncanın bulunduğu herhangi bir yer de olabilir. Âyet, toplu halde yaşadığı bilinen karıncaların aynı zamanda bir topluluk düzeni içinde hareket ettiklerini de ifade eder. Süleyman üç sınıftan oluşan ordusunu düzenli bir şekilde yönetirken Karınca vadisi denilen yere gelmiş ve burayı geçerken de karıncaların başkanının onlara verdiği emri işitmiş, anlamış ve neşelenerek gülümsemiş, bütün bu nimetlerden dolayı rabbine şükür ve niyazını arzetmiştir. Hüdhüd, çavuş kuşu denilen ve kendisine özgü nağmelerle öten bir kuş türünün adıdır. Bu âyette zikredilen hüdhüdün ise Süleyman’ın emrine verilmiş özel bir yaratık olduğu anlaşılmaktadır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman-Cemal Kurnaz, “Hüdhüd”, DİA, XVIII, 461). Sebe’ (Saba), aslında bir hânedan veya kabile ismi olup sonradan Yemen’deki Sebe’ Devleti’nin ve başşehri Me’rib’in adı olmuştur (bilgi için bk. Sebe’ 34/15). Tefsirler Hz. Süleyman’ın hüdhüdü bilhassa çöllerde su bulmada istihdam ettiğini belirtiyorlar. Bir gün konakladığı susuz bir çölde kuşları teftiş etmiş, su bulmak için görevlendireceği hüdhüdün ortadan kaybolduğunu anlayınca kızmış ve mazeretini gösteren bir delil getirmediği takdirde onu âyette belirtilen ceza şekillerinden biriyle cezalandıracağını ifade etmiştir (Elmalılı, V, 3670). Hüdhüd çok geçmeden gelip Sebe’ ülkesinden Hz. Süleyman’a bilgi getirdiğini, orada bir kraliçenin yönetimindeki milletin, şeytana uyarak güneşe taptığını haber vermiştir (şeytanın insanlara, yaptıklarını güzel göstermesi ve onları doğru yoldan alıkoyması hakkında bk. En‘âm 6/43; Nahl 16/63). 22. âyette, ilim ve hikmet sahibi olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın bilmediği bir şeyi herhangi bir hayvanın bilebileceği hatırlatılmaktadır (Râzî, XXIV, 190). Ayrıca bu âyet, bilgili kimselere ârız olabilecek kendini beğenme duygusuna karşı insanı dikkatli olmaya çağıran bir uyarıdır (Zemahşerî, III, 143). Müfessirler Sebe’ ülkesinde hükümdar olan ve Kur’an’da adı anılmaksızın bahsi geçen kadının Belkıs bint Şürahbil olduğunu kaydetmektedirler (Şevkânî, IV, 128). Ancak kaynaklarda Yelkame bint el-Yeşrah b. Hâris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şürahbil, bir Habeş efsanesine göre Mâkedâ adlarıyla anıldığı da bildirilmiştir. Belkıs’ın kimliği hakkında kesin bilgi verilmemekle birlikte tarihçiler onun milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemişlerdir (bilgi için bk. Orhan Seyfi Yücetürk, “Belkıs”, DİA, V, 420; Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12). Süleyman aleyhisselâm, hüdhüdün sözünün doğru olup olmadığını anlamak için yazdığı bir mektubu kraliçeye götürüp sonuçtan kendisini haberdar etmesini hüdhüde emretti. Mektubun besmele ile başlaması ve Sebe’ halkının Süleyman’a teslim olmalarını istemesi, davetin hem siyasî hem de dinî olduğunu göstermektedir.
 

فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ 

Ayet atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; فجاء الهدهد ( Hüdhüd geldi.) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  مَكَثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

غَيْرَ  zaman veya mekân zarfı,  مَكَثَ  fiiline müteallik, mahallen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  بَع۪يدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

   

 فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  اَحَطْتُ   ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

اَحَطْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اَحَطْتُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ تُحِطْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تُحِطْ  meczum muzari fiildir.  بِه۪  car mecruru  تُحِطْ  fiiline mütealliktir. جِئْتُك  atıf harfi  وَ ‘la  اَحَطْتُ ‘ya matuftur. 

جِئْتُكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ سَبَأٍ  car mecruru  جِئْتُكَ  fiiline mütealliktir.  بِنَبَأٍ  car mecruru  جِئْتُ ‘deki failin haline mütealliktir. Takdiri;  متلبّسا بنبإ (Habere bürünerek) şeklindedir. 

يَق۪ينٍ  kelimesi  نَبَأٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحَطْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حوط ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ 

 

Ayetin  فَ  ile gelen cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri;  فجاء الهدهد (Hüdhüd geldi.) şeklindedir. Müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

بَع۪يدٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder.

فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ  ifadesi se, (çok geçmeden, en yakın zamanda) manasınadır. Cenab-ı Hakk'ın bu bekleyişi kısa olarak nitelemesi, Hüdhüd'ün Hz. Süleyman (as)'dan korktuğu için, hızlıca geldiğini göstermesinden dolayı ve o kuşun, Hz. Süleyman (as)'ın emrine nasıl âmâde olduğunu bildirmek içindir. (Fahreddin er-Râzî) 

Burada  مَكَثَ  kelimesi, geri kalma anlamında kulanılmıştır. Çünkü hüdhüd bir mekânda kalmıyordu. Uçuyor ve hareket ediyordu.  مَكَثَ ‘nin geri kalma anlamında kullanımı mecâz-ı mürseldir. Çünkü geri kalma zamana bağlıdır. (Âşûr)

 

فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ

 

Cümle  فَ  ile  مَكَثَ  fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu  بِ  harf-i ceriyle birlikte  أَحَطتُ  fiiline mütealliktir.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  لَمْ تُحِطْ بِه۪ ,  tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَمْ تُحِطْ - اَحَطْتُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

اَحَطْتُ - بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

وَ ‘la önceki cümleye atfedilen  وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَق۪ينٍ  kelimesi  نَبَأٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette haber yerine gelen  نَبَأٍ  lafzının, doğru, önemli haber olduğu düşünüldüğünde mana-lafız yönünden,  سَبَإِۭ  lafzıyla olan ses uyumu düşünüldüğünde lafız-lafız uyumu yönünden mükemmel bir seçimdir.

Bu ayette  نَبَأٍ  ve  سَبَإِۭ  kelimeleri arasında ciddi bir ses uyumu vardır. Müfessirin, ayetteki ses uyumu meselesini değerlendirme üslubu son derece dikkat çekicidir. Meâlen; “Evet, نَبَأٍ  kelimesi yerine aynı öz anlamı taşıyan خَبَر (haber) kelimesi de kullanılsa anlam doğru olurdu. Ancak iki sebepten ötürü  نَبَأٍ  kelimesinin kullanılması daha doğrudur. Bunlardan birincisi kelimenin getirilen haberin büyüklüğünü daha net ifade etmesi, ikincisi ise ayette meydana gelen söz ve ses  güzelliğidir. Fakat burada belirleyici olan ses güzelliği değildir. Ses güzelliği anlam örtüşmesini destekleyen artı bir güzelliktir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)

نَبَأٍ  ve  سَبَإِۭ arasında cinas-ı müzdevic vardır. (Âşûr)

بِنَبَأٍ ‘deki  بِ  harf-i ceri musahebe içindir. Çünkü geldiğinde haber hüdhüdün yanındaydı. نَبَأٍ  önemli haber demektir. (Âşûr)

وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ  [ve Sebe'den sana kesin bir haber ile geldim] ayeti ile onun Süleyman (as)'a bilmediği şeyi öğretmiş olduğunu anlıyoruz. Böylelikle o Süleyman (as)'ın kendisini tehdit etmiş olduğu azabı ve kesilme cezasını bertaraf etmiş oldu. (Kurtubî)  

20-21 ve 22. ayetlerinin  sonlan birbirine uygun düşmüştür.  اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ  [Yoksa kayıplara mı karıştı.] -  اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ  [Ya da mutlaka bana apaçık bir delil geti­rir.] - وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ  [Sana Sebe'den çok doğru bir haber getirdim.] Bu bölümün sonuna kadar böyle ayetler vardır. Birçok ayette, ayet sonları birbirine uyumludur. Bunun da, insan ruhuna güzel bir etkisi vardır.

اَحَطْتُ  ile  لَمْ تُحِطْ  ifadeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.