5 Ağustos 2025
Neml Sûresi 14-22 (377. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Neml Sûresi 14. Ayet

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟  ...


Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde, sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkâr ettiler. Ama bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَحَدُوا ve inkar ettiler ج ح د
2 بِهَا onları
3 وَاسْتَيْقَنَتْهَا kanaat getirdiği halde ي ق ن
4 أَنْفُسُهُمْ vicdanları ن ف س
5 ظُلْمًا haksızlıkları yüzünden ظ ل م
6 وَعُلُوًّا ve böbürlenmeleri yüzünden ع ل و
7 فَانْظُرْ bak işte ن ظ ر
8 كَيْفَ nasıl ك ي ف
9 كَانَ oldu ك و ن
10 عَاقِبَةُ sonu ع ق ب
11 الْمُفْسِدِينَ bozguncuların ف س د

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına matuftur.

جَحَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِهَا  car mecruru  جَحَدُوا  fiiline mütealliktir. 

اسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ  cümlesi,  قدْ  takdiriyle  جَحَدُوا ‘nün failinin hali olarak mahallen mansubdur.

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece  “و ” gelir. Nadiren  “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  اسْتَيْقَنَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَنْفُسُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ظُلْماً  hal olup fetha ile mansubdur.  عُلُواًّۜ  atıf harfi  وَ ‘la  ظُلْماً ‘e matuftur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَيْقَنَتْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, يقن ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 

 

فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟

 

فَ  istînâfiyyedir. انْظُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟  cümlesi  انْظُرْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

كَيْفَ  istifhâm ismi  كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  عَاقِبَةُ kelimesi  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merf’ûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْمُفْسِد۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُفْسِد۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ 

 

Ayet, önceki ayetteki şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  وَجَحَدُوا بِهَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ  cümlesi  قد  takdiriyle  جَحَدُوا  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim itnabıdır. 

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi sıygada gelen fiiller, hudûs, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

ظُلْماً  ve ona tezâyüf nedeniyle atfedilen  عُلُواًّۜ , mef’ûlun lieclihtir. Kelimelerdeki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder. Bu kelimelerin hal olduğu da söylenmiştir. جَحَدُوا (inkâr ettiler) - اسْتَيْقَنَتْ (emin oldular) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اسْتَيْقَنَتْهَٓا  fiilinin başındaki  وَ , hal vav’ı olup, sonrasında gizli bir  قدْ  edatı vardır. ألعلُوُّ  Hazret-i Musa’nın getirdiklerine inanmaya eyvallah etmeyip,dikleşmek demektir.(Keşşâf)  

اَنْفُسُهُمْ  kelimesinin zikredilmesinin faydası; Onlar bu mucizelere kalplerinde ve gönüllerinde kesin bir iman beslerken dilleriyle inkâr ediyorlardı.  ٱسۡتَیۡقَنَ  (içsel inanış), إيقان (kesin inanma) kavramından daha mübalağalıdır. Ayetler için kullanılan  ألْمُبْصِرَةٌ (gerçeği gösteren) ifadesine karşılık, kafirlerin ألْمُبِينُ (apaçık) ifadesi getirilmiştir.(Keşşâf)

ظُلْماً وَعُلُواًّۜ "zulüm ve kibir ile.." ifadesi, bu "Bu ayet ve mucizlerin apaçık olup Allah katından olduğuna kanaat getirdikten sonra, onu apaçık bir sihir olarak isimlendirmek suretiyle büyüklenen kimsenin zulmünden daha çirkin hangi zulüm vardır?.." anlamındadır. كابر  kelimesi, büyüklenerek, Hazret-i Musa'nın getirdiği şeye imandan yüz çevirmektir. (Fahreddin er-Râzî)

عُلُواًّۜ ‘de istiare vardır. Bu kelimenin aslı  ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Onların kibrinin gözle görünür şekilde olduğu hakkında istiare olmuştur.

 

فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟

 

فَ  istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Hitap Hz. Peygambere olmakla birlikte, maksat herkestir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  الْمُفْسِد۪ينَ ’ye muzâf olan  عَاقِبَةُ , nakıs fiil  كَانَ ’nin muahhar ismidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi,  انْظُرْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp ikaz ve tefekkür manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi soru isimleri veya haber ifade eden  كَمْ  gibi başta gelmesi zorunlu isimlerden olursa, bu durumda haber  كَانَ ’den ve isminden önce gelir. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)

Kıssanın sonundaki bu ayet hüsn-i intihâ sanatının güzel örneklerindendir.

Ayette onların korkunç sonları açık olarak zikredilmemiş çünkü bu hadise hazır, gaib herkes için meşhur ve malûmdur. (Ebüssuûd)

 
Neml Sûresi 15. Ayet

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Andolsun! Biz Dâvûd’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar, “Hamd, bizi mü’min kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a mahsustur” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 اتَيْنَا biz verdik ا ت ي
3 دَاوُودَ Davud’a
4 وَسُلَيْمَانَ ve Süleyman’a
5 عِلْمًا bir ilim ع ل م
6 وَقَالَا ve dediler ق و ل
7 الْحَمْدُ hamdolsun ح م د
8 لِلَّهِ Allah’a
9 الَّذِي ki
10 فَضَّلَنَا bizi üstün kıldı ف ض ل
11 عَلَىٰ üzerine
12 كَثِيرٍ birçoğu ك ث ر
13 مِنْ -ndan
14 عِبَادِهِ kulları- ع ب د
15 الْمُؤْمِنِينَ inanan ا م ن
Dâvûd aleyhisselâm, İsrâiloğulları’na gönderilmiş bir peygamber ve hükümdardır. Kur’an’da ilmi, hikmeti, adaleti ve güzel konuşmasıyla meşhur olduğu bildirilmektedir (Sâd 38/17-20, 26). Kendisine dört büyük kitaptan biri olan Zebûr gönderilmiş, dağlar ve kuşlar emrine verilmiştir (bilgi için bk. Bakara 2/251; Enbiyâ 21/78-80; Ömer Faruk Harman, “Dâvûd”, DİA, IX, 21-24). Süleyman da Dâvûd’un oğlu olup babası gibi İsrâiloğulları’na gönderilmiş bir peygamber ve hükümdardır. Yahudi literatüründe daha çok kral olarak tanınmaktadır (bilgi için bk. Bakara 2/102). Hz. Mûsâ’nın kıssası özet olarak verildikten sonra sûrenin ana konu­larından birini oluşturan Dâvûd aleyhisselâm ile oğlu Süleyman’ın kıssasına geçilmektedir. Taberî’ye göre babasına ve oğluna verilen ilimden maksat her ikisinin de hayvanların dilinden anlamaları, kendi zamanlarında başkalarının bilgisi olmadığı alanlarda bilgi sahibi olmalarıdır (XIX, 140-141). Bilgi, nimetlerin en değerlisi olduğu için her iki peygamber de kendilerine lutfedilen bu nimet sayesinde mümin kulların birçoğundan üstün kılındıklarını ifade etmişlerdir. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 188-189

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

دَاوُ۫دَ  mef’ûlun bih olup gayrı munsariftir.  سُلَيْمٰنَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuf olup gayri munsariftir. Sonundaki elif ve nun ziyadedir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عِلْماًۚ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اٰتَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la mukadder kaseme matuftur. Takdiri;  فعملا بما أعطيناهما (Böylece onlara verdiğimiz şeyi yaptılar.) şeklindedir.

قَالَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli  الْحَمْدُ لِلّٰهِ ‘dir.  قَالَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

الْحَمْدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  lafza-i celâl’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  فَضَّلَنَا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

فَضَّلَنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

عَلٰى كَث۪يرٍ  car mecruru  فَضَّلَنَا  fiiline mütealliktir. 

مِنْ عِبَادِ  car mecruru كَث۪يرٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  عِبَادِ ‘nin sıfatı olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَضَّلَنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فضل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  

قَدْ  ve  لَ  tekid edilmiş cevap cümlesi olan  وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Bu kelâmın yemin ile başlaması, içeriğine çok önem verildiğini göstermek içindir. (Ebüssuûd)

اٰتَيْنَا  azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

İlim verilenlerin Davut ve Süleyman olarak açıklanması taksim sanatıdır. İlim verilmekte cem’ edilmişlerdir.

Mef’ûl olan  عِلْماً ‘ deki tenvin nev, kesret veya kıllet ve tazim içindir.(Âşûr)

عِلْماًۚ  şeklinde nekre ifade edilmesi bunun olağanüstü bir ilim olduğuna işaret etmek içindir. (Elmalılı)

[Yemin olsun, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik] ifadesi biraz ilim verdik, o da hikmet ve şeriat ilmidir ya da hem de nasıl ilim verdik! demektir. (Beyzâvî)

Bu ayette ilmin şeref ve yüceliğine, ilmi gerektiği gibi taşıyanların, ilim erbabının ileride/önde geldiğine, ilim nimetinin nimetlerin en yüce ve kısmetlerin en bereketli türünden olduğuna ve her kime ilim verilmişse ona Allah’ın kullarından birçoğuna kıyasla üstünlük verilmiş olduğuna dair bir delil vardır. (Keşşâf)

   

 وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Cümle, mukadder cümleye atfedilmiştir. Takdiri şöyle olabilir: … فعملا بما أعطيناهما  (Böylece onlara verdiğimiz şeyi yaptılar.) Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَا  fiilinin mekulü’l-kavli olan … الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  اَلْحَمْدُ ’ün haberi mahzuftur.  لِلّٰهِ  bu mahzuf habere mütealliktir.

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لِلّٰهِ  için sıfat konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

عَبۡدِهِ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عَبْدِ  şan ve şeref kazanmıştır.

كَث۪يرٍ ’deki tenvin, kesret ifade eder.

عِبَادِ  için sıfat olan  الْمُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail vezninde gelmiş, ıtnâb sanatıdır.

[Allah'a hamd olsun, dediler] cümlesinin وَ  ile atfedilmesi şunu akla getirmek içindir; dedikleri şey, bu nimet karşısında yaptıkları şeylerden bazısıdır, sanki şükür için yapacaklarını yaptılar ve Allah’a hamd olsun, dediler demektir. O ki, bizi mümin kullarından bir çoğuna üstün kıldı, yani ilim verilmeyen, yahut onlarınki gibi ilim verilmeyenlerden üstün kıldı demektir. Bunda ilmin ve ilim adamlarının şerefine delil vardır. (Beyzâvî-Ebüssuûd)
Neml Sûresi 16. Ayet

وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ  ...


Süleyman, Dâvûd’a varis oldu ve, “Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوَرِثَ ve mirasçı oldu و ر ث
2 سُلَيْمَانُ Süleyman
3 دَاوُودَ Davud’a
4 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
5 يَا أَيُّهَا ey
6 النَّاسُ insanlar ن و س
7 عُلِّمْنَا bize öğretildi ع ل م
8 مَنْطِقَ dili ن ط ق
9 الطَّيْرِ kuşların ط ي ر
10 وَأُوتِينَا ve bize verildi ا ت ي
11 مِنْ (bir pay)
12 كُلِّ her ك ل ل
13 شَيْءٍ şeyden ش ي ا
14 إِنَّ şüphesiz
15 هَٰذَا bu
16 لَهُوَ elbette o
17 الْفَضْلُ bir lutuftur ف ض ل
18 الْمُبِينُ açık ب ي ن
“Süleyman Dâvûd’un yerine geçti” cümlesi, mal ve mülküne mirasçı olduğu anlamına gelmez; zira peygamberlerin bıraktığı mal sadakadır, ona mirasçı olunmaz (bk. Buhârî, “Humus”, 1; “Megāzî”, 14, 38). O halde burada onun yerine geçmesinden maksat makam, ilim ve hikmet, peygamberlik ve hükümdarlık konularında ona mirasçı olmasıdır (bu konuda bilgi için ayrıca bk. Meryem 19/6). “Bize kuş dili öğretildi” meâlindeki cümle, Hz. Süleyman’ın, ilâhî bir mûcize olarak kuşların dilini öğrendiğini ifade eder. Süleyman, kuşların yalnız sesleri veya hareketleriyle ifade ettikleri duygu ve eğilimlerini anlamakla kalmıyor, o duyguları idare eden ilâhî yasaları da biliyordu. Böylece onların öterek Allah Teâlâ’yı tesbih ve tâzim ettiklerini anladığı gibi, onları idaresi altına alarak kendine has teşkilâtıyla ordusunda hizmette de kullanıyordu (Elmalılı, V, 3665-3666). “Bize her şeyden gerektiği kadar verildi” cümlesi, verilen nimetlerin çokluğunu yani sahip olduğu peygamberlik, ilim, hikmet ve malı; cinler, insanlar, kuşlar, rüzgârlar, evcil ve yabani hayvanlara hükmedebilmeyi, göklerle yer arasında kendisine ihtiyaç duyulan her şeyi ifade eder (Şevkânî, IV, 125). Süleyman aleyhisselâm Allah’ın lutfettiği bu imkânlardan faydalanarak hem peygamberlik hem de hükümdarlık görevlerini yerine getirmiştir. Bu âyetin üslûbundan Hz. Süleyman’ın bu sözleri, büyük bir topluluğa hitap ederken söylediği, bununla insanların kendisine itaatini sağlamayı amaçladığı anlaşılmaktadır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bizim geride bıraktıklarımız sadakadır “ buyurmuştur. ( Buhâri, Farzu’l-humüs 1, Fezâilü ashâbi’n-nebi 12; Müslim, Cihad 52).

وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ 

 

وَ  atıf harfidir.  وَرِثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  سُلَيْمٰنُ  fail olup gayri munsariftir. Sonundaki elif ve nun ziyadedir.  دَاوُ۫دَ  mef’ûlün bih olup gayri munsariftir. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Mekulü’l-kavl, nida ve cevabıdır. 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir.Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

النَّاسُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atfı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada  اَيُّهَا ’dan sonra gelen camid isim atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عُلِّمْنَا  sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

مَنْطِقَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الطَّيْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اُو۫ت۪ينَا  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

اُو۫ت۪ينَا  sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  اُو۫ت۪ينَا  fiiline mütealliktir.  شَيْءٍۜ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عُلِّمْنَا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اُو۫ت۪ينَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

  

اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذَا  işaret ismi  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

هُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْفَضْلُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.

الْمُب۪ينُ  kelimesi  الْفَضْلُ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُب۪ينُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ 

 

Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

Veraset; mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)

Davud, İsrailoğullarından idi. O bir hükümdar idi. Süleyman da onun hükümdarlığına ve peygamberlik mevkiine mirasçı oldu. Yani babasının vefatından sonra bunlar ona verildi. Dolayısıyla bunlara mecazî olarak miras dendi. (Kurtubî)

 

 وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ 

 

Atıfla gelen ikinci cümlede Allah Teâlâ, Süleyman (as)’ın sözlerini bildiriyor. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir.  (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” Ve “Ey İman Edenler” Hitaplariyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese) 

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formundaki nidanın çok olması, içinde tekit türlerini barındırdığı içindir. Yakına seslenmede uzak için kullanılan  يَٓا  nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından  اَيُّ  lafzının ve tenbih edatı  هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.

Bu hitabın hükmü, nüzulü sırasında mükellef bulunanları kapsadığı gibi o sırada mevcut oldukları halde teklif mertebesinde olmayıp da sonra bunlara dahil olacak olanları ve kıyamete kadar bunlara dahil olacak olanları da kapsamaktadır. Ancak şifahî hitap, birinci gruba mahsustur. (Ebüssuûd) 

مَنْطِقَ : Aslında konuşma demektir. Bununla beraber konuşmanın çıkış yeri olan ruhî kuvvet manasında da terim olarak kullanılmıştır. Bilinen  نْطِقَ  (konuşma) ise gönülde gizli olanı anlatmak için seslenilen ve çoğunluğu dil ile çıkarıldığından dil, lisan veya lügat da denilen tekil veya mürekkeb (bileşik) söz ve kelimelerdir. Konuşma denilen kavramda en önemli taraf, bir mana ifade etmesi olduğundan, manasız olan sözler bir yana atılıp delaletin konulmuş olması kaydından vazgeçilir de, gerek konuluş itibariyle, gerek aklî ve gerek doğal herhangi bir işaretle bir mana ifade edebilen sesler düşünülürse konuşmanın insana has olmayan bir anlamı elde edilmiş olur ki, işte mantıkuttayr, kuş dilinde de düşünülecek mana budur. Bu sebepten kuşun çeşitli duyguları arasındaki münasebetleri idare eden özel duygu ve kabiliyeti, kuş dili ve duygularını ortaya koymak için çıkardığı sesler de kuş dili demek olur. (Elmalılı)

Nidanın cevabı olarak gelen  عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nidanın cevabına matuf olan  وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اُو۫ت۪ينَا  ve  عُلِّمْنَا  fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

 وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ   ayetteki, [Bize her şeyden verildi] ifadesi ile Süleyman (as)'a verilen şeylerin çok olduğu anlatılmak istenmiştir. Çünkü "her şey" ile, herşeyin çoğu, çok olma bakımından müşterektirler. İşte böyle bir istiarenin (mecazın) yapılabilmesine sebep, bu müşterekliktir. Bundan dolayı ayetteki  كُلِّ  (herşey) kelimesi, "çok şey" manasında kullanılmıştır. Bunun bir benzeri de Hak Teâlâ'nın, ["O (Belkıs'a) herşey verildi"] (Neml/23) ayetidir. (Fahreddin er-Râzî)   


  اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen son cümle,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Bu cümlede  اِنَّ ’nin haberinin işaret ismiyle gelmesi, verilenlere dikkat çekerek önemini vurgulamak ve tazim içindir.

لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede  هُوَ  mübteda,  الْفَضْلُ  haberdir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)  

Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden  الْمُب۪ينُ , mevsûfu olan الْفَضْلُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)

Allah’ın verdiği üstünlüklere işaret eden هٰذَا ’da istiare vardır. 

İşaret ismi mahsus şeyler dışında, bu ayetteki gibi akli bir şey için kullanıldığında, istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ayetteki, [Şüphesiz ki bu apaçık bir üstünlüğün ta kendisidir] ifadesi, [Bizi, mümin kullarından bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun] ifadesinin bir izahıdır ki bundan murad, Allah'a şükür ve hamd etmektir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Neml Sûresi 17. Ayet

وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ  ...


Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَحُشِرَ ve toplandı ح ش ر
2 لِسُلَيْمَانَ Süleyman’a
3 جُنُودُهُ orduları ج ن د
4 مِنَ -den
5 الْجِنِّ cinler- ج ن ن
6 وَالْإِنْسِ ve insanlar(dan) ا ن س
7 وَالطَّيْرِ ve kuşlar(dan) ط ي ر
8 فَهُمْ onlar
9 يُوزَعُونَ sevk ediliyordu و ز ع
Cin “ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık” anlamına gelir (cinler hakkında bilgi için bk. En‘âm 6/100; Cin 72/1-19). 17. âyetten Hz. Süleyman’ın cinlerle de irtibat kurduğu; ordusunun cinler, insanlar ve kuşlar olmak üzere üç sınıftan meydana geldiği anlaşılmaktadır. Cinleri gizli işlerde, insanları ülke savunmasında ve düşmana karşı savaşta, kuşları da haberleşme, su bulma vb. hizmetlerde istihdam ediyordu (İbn Âşûr, XIX, 240). Tefsirlerde Karınca vadisinin Şam bölgesinde veya Tâif’te yahut Yemen’de karıncası çok olan bir yerin adı olduğu bildirilmektedir (Elmalılı, V, 3667). Bununla birlikte, böyle muayyen bir mekân olmayıp çok sayıda karıncanın bulunduğu herhangi bir yer de olabilir. Âyet, toplu halde yaşadığı bilinen karıncaların aynı zamanda bir topluluk düzeni içinde hareket ettiklerini de ifade eder. Süleyman üç sınıftan oluşan ordusunu düzenli bir şekilde yönetirken Karınca vadisi denilen yere gelmiş ve burayı geçerken de karıncaların başkanının onlara verdiği emri işitmiş, anlamış ve neşelenerek gülümsemiş, bütün bu nimetlerden dolayı rabbine şükür ve niyazını arzetmiştir. Hüdhüd, çavuş kuşu denilen ve kendisine özgü nağmelerle öten bir kuş türünün adıdır. Bu âyette zikredilen hüdhüdün ise Süleyman’ın emrine verilmiş özel bir yaratık olduğu anlaşılmaktadır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman-Cemal Kurnaz, “Hüdhüd”, DİA, XVIII, 461). Sebe’ (Saba), aslında bir hânedan veya kabile ismi olup sonradan Yemen’deki Sebe’ Devleti’nin ve başşehri Me’rib’in adı olmuştur (bilgi için bk. Sebe’ 34/15). Tefsirler Hz. Süleyman’ın hüdhüdü bilhassa çöllerde su bulmada istihdam ettiğini belirtiyorlar. Bir gün konakladığı susuz bir çölde kuşları teftiş etmiş, su bulmak için görevlendireceği hüdhüdün ortadan kaybolduğunu anlayınca kızmış ve mazeretini gösteren bir delil getirmediği takdirde onu âyette belirtilen ceza şekillerinden biriyle cezalandıracağını ifade etmiştir (Elmalılı, V, 3670). Hüdhüd çok geçmeden gelip Sebe’ ülkesinden Hz. Süleyman’a bilgi getirdiğini, orada bir kraliçenin yönetimindeki milletin, şeytana uyarak güneşe taptığını haber vermiştir (şeytanın insanlara, yaptıklarını güzel göstermesi ve onları doğru yoldan alıkoyması hakkında bk. En‘âm 6/43; Nahl 16/63). 22. âyette, ilim ve hikmet sahibi olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın bilmediği bir şeyi herhangi bir hayvanın bilebileceği hatırlatılmaktadır (Râzî, XXIV, 190). Ayrıca bu âyet, bilgili kimselere ârız olabilecek kendini beğenme duygusuna karşı insanı dikkatli olmaya çağıran bir uyarıdır (Zemahşerî, III, 143). Müfessirler Sebe’ ülkesinde hükümdar olan ve Kur’an’da adı anılmaksızın bahsi geçen kadının Belkıs bint Şürahbil olduğunu kaydetmektedirler (Şevkânî, IV, 128). Ancak kaynaklarda Yelkame bint el-Yeşrah b. Hâris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şürahbil, bir Habeş efsanesine göre Mâkedâ adlarıyla anıldığı da bildirilmiştir. Belkıs’ın kimliği hakkında kesin bilgi verilmemekle birlikte tarihçiler onun milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemişlerdir (bilgi için bk. Orhan Seyfi Yücetürk, “Belkıs”, DİA, V, 420; Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12). Süleyman aleyhisselâm, hüdhüdün sözünün doğru olup olmadığını anlamak için yazdığı bir mektubu kraliçeye götürüp sonuçtan kendisini haberdar etmesini hüdhüde emretti. Mektubun besmele ile başlaması ve Sebe’ halkının Süleyman’a teslim olmalarını istemesi, davetin hem siyasî hem de dinî olduğunu göstermektedir.

وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ 

 

وَ  atıf harfidir. حُشِرَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لِسُلَيْمٰنَ  car mecruru حُشِرَ  fiiline mütealliktir.

سُلَيْمٰنَ  gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Sonundaki elif ve nun ziyadedir. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

جُنُودُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنَ الْجِنّ  car mecruru  جُنُودُ ‘un mahzuf haline mütealliktir. 

الْاِنْسِ  ve الطَّيْرِ  atıf harfi  وَ ‘la  الْجِنِّ ‘e matuftur.

 

 فَهُمْ يُوزَعُونَ

 

فَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُوزَعُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُوزَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ 

 

Ayet  وَ ‘la önceki ayetteki … قَالَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

حُشِرَ  fiilli meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.

Meçhul bina, naibu failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِسُلَيْمٰنَ , ihtimam için faile takdim edilmiştir.  مِنَ الْجِنِّ  ile ona matuf  الْاِنْسِ  ve  الطَّيْرِ  kelimeleriجُنُودُ ’nun mahzuf haline mütealliktir. 

جُنُودُ ‘nun, yani ordunun cin, insan ve kuş şeklinde ifade edilmesi cem' ma’at-taksim sanatıdır.

Hz. Süleyman’ın hitap ettiği kimseler, insanlardan, cinlerden ve diğerlerinden memleketinin reisleri ve devletinin büyükleri idi. Buna göre Hz.Süleyman'ın, "Ey insanlar..." hitabında insanlar, tağlip (galip kılmak) yoluyla hepsini kapsamaktadır.

Ayette cinlerin, insanlardan önce zikredilmesi, daha sözün başında onun hükümdarlığının son derece güçlü ve saltanatının pek üstün olduğunu acilen beyan etmek içindir. Zira cinler, serkeş, azgın, itaatsiz ve toplanmak ile boyun eğdirilen inekten uzak bir taifedir. (Ebüssuûd)


 فَهُمْ يُوزَعُونَ

 

Ayetin son cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

یُوزَعُونَ  fiilli meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. 

Cümlenin haberinin fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil oluşu muhatabın olayı zihninde canlandırmasını sağlayarak ilgisini artırır. Müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet ve müsnedin fiil olması halinde bu terkip; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis ifade etmediği görüşündedir.

Alışılmışın dışındaki haber tekidi gerektirmiştir. Bunun için de müsnedün ileyh takdim edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Neml Sûresi 18. Ayet

حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ  ...


Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca, “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا zaman
3 أَتَوْا geldikleri ا ت ي
4 عَلَىٰ üzerine
5 وَادِ vadisi و د ي
6 النَّمْلِ karınca ن م ل
7 قَالَتْ dedi ق و ل
8 نَمْلَةٌ bir karınca ن م ل
9 يَا أَيُّهَا ey
10 النَّمْلُ karıncalar ن م ل
11 ادْخُلُوا girin د خ ل
12 مَسَاكِنَكُمْ yuvalarınıza س ك ن
13 لَا
14 يَحْطِمَنَّكُمْ sizi ezmesinler ح ط م
15 سُلَيْمَانُ Süleyman
16 وَجُنُودُهُ ve orduları ج ن د
17 وَهُمْ ve onlar
18 لَا
19 يَشْعُرُونَ farkında olmayarak ش ع ر

حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ

 

حَتّٰٓى  ibtidâiyyedir.  حَتّٰٓى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: 

Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَٓا  şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتَوْا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَتَوْا  fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَلٰى وَادِ  car mecruru  اَتَوْا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. وَادِ  mankus isimdir. 

النَّمْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. İrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


  قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  نَمْلَةٌ  fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli, nida ve cevabı olup mahallen mansubdur. قَالَتْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzaf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur.

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

النَّمْلُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Atfı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atfı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada  اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid isim atf-ı beyan olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı   ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ ‘dur. 

ادْخُلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَسَاكِنَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَسَاكِنَ  kelimesi müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir. Müntehel cumû’ kelimenin ikinci harfinden sonra elif, eliften sonra ise iki veya üç harf bulunan cemi isimlerdir. (Dr.Mustafa Meral Çörtü,Arapça Dilbilgisi Nahiv)


ا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ 

 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَحْطِمَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  سُلَيْمٰنُ  fail olup gayri munsariftir. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جُنُودُهُ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

 

وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَشْعُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ 

 

Fasılla gelen ayette  حَتّٰٓى  ibtida harfidir. 

اِذَا  şart manalı zaman zarfıdır. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi ve şart cümlesi olan  اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِ  , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şayet ‘’Neden  اَتَوْا  fiili  عَلٰى  ile geçişli kılınmıştır?’’ dersen şöyle derim: Bu iki manaya göre şekillenir: Birincisi, onların gelişi üst taraftan olmuştu. Bu yüzden istilâ (üst gelme edatı olan عَلٰى) harfi getirilmiştir. İkincisi ise vadinin kısa mesafeden kat edilip, nihayetine varılmasının kastedilmiş olmasıdır. (Keşşâf)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi … قَالَتْ نَمْلَةٌ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu ayette hayvan ve ölü (cansız) varlıkların, insanlar gibi konuşturulması şeklinde bir anlatım (mecaz) söz konusudur. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

نَّمْلُ ’in cümlede üç kez geçmesi önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiil nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Ayetin hal  و ’ıyla gelen  وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal olan cümle tetmim ıtnâbı sanatıdır. Bu hal cümlesi onların bu hallerinin, tekrarlanan, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.

وَهُمۡ لَا یَشۡعُرُونَ  şeklindeki son cümle ile yanlış intiba ortadan kalkmış, mana tamamlanmıştır. Karınca da bilmektedir ki bir peygamber bir karınca da olsa bilerek asla ona zarar vermez. Bu ifadeyle bir peygamberin bilerek herhangi bir haksızlık yapmayacağı belirtilmiştir. (Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu/Ali Bulut - Ebüssuûd)

وَهُمۡ لَا یَشۡعُرُونَ  (Onlar farkına varmaksızın) cümlesinde nazik bir şekilde özür beyanı vardır. 

Bazı alimler, bu ayet ve devamı hakkında şöyle demişlerdir: Bu ayet, Kur'an'ın hayret ifade eden ayetlerinden biridir. Çün­kü karınca,  يَٓا  edatı ile seslendi,  اَيُّهَا  edatı ile uyardı, النَّمْلُ  ifadesiyle, hitabın karıncalara olduğunu belirtti,  ادْخُلُوا (giriniz) kelime­siyle emretti, مَسَاكِنَكُمْۚ  terkibiyle, girecekleri yeri belirtti,  لَا یَحۡطِمَنَّكُمۡ (sizi ezmesin) ifadesiyle sakındırdı, سُلَيْمٰنُ  sözüyle tahsis yaptı, وَجُنُودُهُۥ  terkibiyle genelleme yaptı,  وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ  (onlar farkına varmaksızın) sözüyle de onların mazeretlerini bildirdi. Ne zeki bir karınca!!... (Safvetu’t Tefasir)
Neml Sûresi 19. Ayet

فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ  ...


Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَتَبَسَّمَ tebessüm etti ب س م
2 ضَاحِكًا gülümseyerek ض ح ك
3 مِنْ
4 قَوْلِهَا onun sözüne ق و ل
5 وَقَالَ ve dedi ق و ل
6 رَبِّ Rabbim ر ب ب
7 أَوْزِعْنِي gönlüme ilham eyle و ز ع
8 أَنْ diye
9 أَشْكُرَ şükredeyim ش ك ر
10 نِعْمَتَكَ ni’metine ن ع م
11 الَّتِي
12 أَنْعَمْتَ lutfettiğin ن ع م
13 عَلَيَّ bana
14 وَعَلَىٰ ve
15 وَالِدَيَّ anama babama و ل د
16 وَأَنْ ve diye
17 أَعْمَلَ yapayım ع م ل
18 صَالِحًا faydalı bir iş ص ل ح
19 تَرْضَاهُ senin beğeneceğin ر ض و
20 وَأَدْخِلْنِي ve beni sok د خ ل
21 بِرَحْمَتِكَ rahmetinle ر ح م
22 فِي arasına
23 عِبَادِكَ kullarının ع ب د
24 الصَّالِحِينَ iyi ص ل ح

   بسم Beseme :  Bu kelimeyi Yüce Allah tefe'ul babı formunda تَبَسَّمَ olarak Neml Suresinde zikretmiştir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  fiil olarak sadece 1 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri tebessüm etmek ve mütebessimdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 وزع Veze'a :  Bu fiil sulasi babda birini bir şeyden sakındırmak veya uzak tutmak, başka tarafa çevirmek ya da geri döndürmek anlamında kullanılır. Neml 27/17 ayetinde geçen يُوزَعُونَ fiili gösteriyor ki; karıncalar çokluklarına ve hızlı hareketlerine rağmen rastgele hareket etmez ve kafalarına göre yerlerinden uzaklaşmazlar; onlar çoklukları başlarına bela olan büyük düzensiz sefil ordular gibi değildir; aksine düzenli ve disiplinli bir topluluktur. Kimileri ise يُوزَعُونَ fiilinde kastedilenin büyük bir kalabalık olmasına rağmen başı sonunu bekleyip gözeten topluluk demek olduğunu ileri sürerler.

  Bu kök Kur'an-ı Kerim'de iki kez if'al formunda geçmiştir ve bu durumda anlamı ilham etmektir. Bu anlamın kökün sülasi haliyle bağlantısı ise ilham sayesinde bir şeye düşkün/tutkun olup nankörlükten uzaklaşmaktır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de  iki farklı fiil formunda 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

  Türkçede kullanılan şekilleri tevzî (dağıtım) ve müvezzidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا 

 

فَ  atıf harfidir.  تَبَسَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

ضَاحِكاً  kelimesi  تَبَسَّمَ  fiilinin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ قَوْلِهَا  car mecruru  ضَاحِكاً ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

تَبَسَّمَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  بسم ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

ضَاحِكاً  kelimesi sülâsi mücerredi  ضحك  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavl, nida ve cevabıdır. 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْزِعْن۪ٓي  fiili, dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir.Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  اَوْزِعْن۪ٓي ‘nin ikinci mef’’ulü bihi olarak mahallen mansubdur.

اَشْكُرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا’ dir.  نِعْمَتَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

الَّت۪ٓي  müfred müennes has ism-i mevsûl  نِعْمَتَكَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْعَمْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيَّ  car mecruru  اَنْعَمْتَ  fiiline mütealliktir. 

عَلٰى وَالِدَيَّ  car mecruru atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  اَنْ اَعْمَلَ  atıf harfi وَ ‘la birinci masdar-ı müevvele matuftur.

اَعْمَلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. صَالِحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

تَرْضٰي  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mefulun bih olarak mahallen mansubdur.  تَرْضٰيهُ  cümlesi  صَالِحاً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَوْزِعْن۪ٓي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  وزع ’dır. 

اَنْعَمْتَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نعم ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

  

 وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ


Ayet atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

اَدْخِلْن۪ي  fiili, dua manasında sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِرَحْمَتِ  car mecruru  اَدْخِلْن۪ي ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri;  متلبّسا برحمتك (Senin rahmetine bürünmüş olarak) şeklindedir.

ف۪ي عِبَادِكَ  car mecruru  اَدْخِلْن۪ي  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الصَّالِح۪ينَ  kelimesi  عِبَادِكَ ‘nin sıfatı olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الصَّالِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا

 

فَ , atıf harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

ضَاحِكاً  kelimesi,  تَبَسَّمَ  fiilinin manasını tekid için gelmiş müekkid haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

تَبَسَّمَ - ضَاحِكاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki [(Süleyman) onun bu sözüne gülercesine tebessüm etti.] , "tebessüm sınırını gülmeye vardırdı", "gülmeye başlayarak tebessüm etti" demektir. Hazret-i Süleyman şu iki sebepten ötürü gülmüştür: 

a) O karıncanın sözünün, kendisinin ve ordusunun merhametine, hallerinin şöhretine ve ordusunun takva konusundaki şöhretine delalet edişinden hoşlandığı içindir. Karıncanın buna delalet eden sözü,  لَا يَشْعُرُونَ (bilmeyerek) şeklindeki sözüdür.

b) Allah Teâlâ'nın, karıncanın sözünü duyma ve onu anlama gibi bir nimeti kendisine verip, başka kimseye vermemiş olmasından ötürü duyduğu sevinçtendir. (Fahreddin er-Râzî)

   

 وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ 

 

Öncesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen bu cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ  cümlesi nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

رَبِّ  izafeti, muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan … اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki … اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي  cümlesi, masdar teviliyle  اَوْزِعْن۪ٓي  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak nasb mahallindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

نِعْمَتَكَ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّت۪ٓي ’nin sılası  اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

نِعْمَتَكَ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  نِعْمَتَ , tazim edilmiştir.

Hz. Süleyman'ın, ana-babasını da zikretmesi, kendisine bahşedilen nimetlerin çokluğunu ifade etmek içindir. Zira ana-babasına ihsan edilen nimetler de, kendisine ihsan edilmiş gibi, şükrü gerektirmektedir. Hz. Süleyman'ın, Allah'ın hoşnut olacağı amelleri yapma imkânını dilemesi, şükrü tamamlamak ve nimetin devamını talep etmek anlamında idi. Salihler zümresine dahil edilmesini niyaz etmesi, salihler içinde onların yurdu olan cennete girmeyi niyaz etmesi anlamındadır. (Ebüssuûd)

عَلٰى وَالِدَيَّ , temâsül nedeniyle  عَلَيَّ ‘ye atfedilmiştir. Harf-i cer  عَلٰى ‘nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İkinci masdar harfi ve akabindeki  اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ  cümlesi, masdar teviliyle, birinci masdar-ı müevvele tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

Mef’ûl olan  صَالِحاً , ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme ifade etmiştir. Kelimedeki tenvin, kesret ve tazim içindir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fâil’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

صَالِحاً  için sıfat konumundaki  تَرْضٰيهُ  cümlesi muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

صَالِحاً  lafzında irsâd sanatı vardır.


 وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ

 

وَ ’la gelen son cümle …  أَوۡزِعۡنِیۤ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayrıca cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

ف۪ي عِبَادِكَ  ifadesindeki  ف۪ي  harf-i cerinde tebeî istiare vardır. Burada  فِی  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü salih kulların arası, hakiki manada zarfiyye yani içine girilecek bir şey değildir.  فِی  ise zarfiyyedir. Müteallakı rahmetin içindekilerdir. Burada  مع  manasının müteallakı,  فِی  manasının müteallakına ve  مع ’nın beraberlik manası  فِی ‘nin zarfiyye manasına benzetilmiştir. Yani; salih kimselerle birlikte olmak, bir şeyin içinde olmaya benzetilmiştir. İnsanlardan oluşan grup, kapalı bir kutuya benzetilerek, onlarla daha yakın, dağılmayacak bir beraberlik kastedilmiştir. Câmi; sübûttur.

Harflerde oluşan istiareler tebeiyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

اَنْ اَعْمَلَ  atıf harfi  وَ ‘la  اَنْ اَشْكُرَ ‘ya matuftur. ‘’Salih kullarının arasına girmesi’’ onlardan biri olma manasında müstear lafız olmuştur. Salihlere ilhak edilmek, bir zümreye girmeye benzetilmiştir. Bu sorudan murad, istimrar ve derecedeki yüksekliği arttırmaktır. Çünkü Allah’ın salih kullarının dereceleri çoktur. (Âşûr)

قَوْلِهَا  - قَالَ  ve  صَالِحاً - صَّـٰلِحِینَ  ile  نِعۡمَتَكَ - أَنۡعَمۡتَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عِبَادِ  ve  رَحۡمَتِ ’nin, Allah Teâlâ’ya aid zamire muzâf olmaları onların şanı içindir.

نِعۡمَتَكَ  - رَحۡمَتِكَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

‘’Rahmetinle’’ ifadesi, cennete girmenin, kul tarafından hak edilmesiyle değil de, ilâhi lütuf ve rahmet sayesinde olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)  

 
Neml Sûresi 20. Ayet

وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ  ...


Süleyman, kuşlara göz atıp yokladı ve şöyle dedi: “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَفَقَّدَ ve teftiş etti ف ق د
2 الطَّيْرَ kuşları ط ي ر
3 فَقَالَ dedi ki ق و ل
4 مَا neden
5 لِيَ ben
6 لَا
7 أَرَى göremiyorum ر ا ي
8 الْهُدْهُدَ hüdhüdü ه د ه د
9 أَمْ yoksa
10 كَانَ (mı) oldu? ك و ن
11 مِنَ
12 الْغَائِبِينَ kayıplardan- غ ي ب

 هدهد Hedhede :   Kur'an-ı Kerim'de هُدْهُد olarak geçen bu kuş iyi bilinen çavuş kuşu namı diğer ibibiktir. (Müfredat هدّ maddesi )

  Kuran’ı Kerim’de sadece bu ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli Hüdhüd Kuşudur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la  قَالَ ‘ye matuftur. Fiil cümlesidir. تَفَقَّدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. الطَّيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  لِيَ  car mecruru mübteda  مَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.

لَٓا اَرَى  cümlesi  لِيَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.

لَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

الْهُدْهُدَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ

 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ  ve Munkatı’  اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

تَفَقَّدَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فقد ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

غَٓائِب۪ينَ  kelimesi sülâsi mücerredi  غيب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ 

 

Ayet önceki ayetteki … وَقَالَ  cümlesine atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

تَفَقَّدَ : "Ortada olmayanı arayıp sormaktır. Nitekim, aramakla meşgul olan kişi, aradığının bir kısmını bulup bir kısmını bulamayabilir. Bu sebeple, söz konusu gözden geçirme işine tefekkud adı verilmiştir. Buna göre ayetin anlamı şöyledir: ”Süleyman, kuşların durumunu öğrendiğinde Hüdhüd'ü görememiştir."(Ruhu-l Beyan)

Allah Teâlâ’nın, Süleyman (as)’ın sözlerini bildirdiği  فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ  cümlesi,  öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham ism-i  مَا  mübtedadır, haberi mahzuftur. Cümlenin müsnedinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  لِيَ , bu mahzuf habere mütealliktir. 

لَٓا اَرَى  cümlesi  لِيَ ‘nin halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

الطَّيْرَ - الْهُدْهُدَۘ  kelimeleri arasında râât-ı nazîr sanatı vardır.

Kamus tercemesinde der ki, "Hüdhüd" harflerinin ötre okunması ile mutlaka gargara eden yani nağme ve ezgilerle öten kuşa denir. Ve özellikle bilinen kuşun ismidir ki çavuş kuşu ve ibibik dedikleri kuştur. (Elmalılı)

مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ  [Hüdhüd'ü niçin göremiyorum?] Bu, hayret ifade eden bir üsluptur. (Safvetu’t Tefasir)

Taaccüp için olan soru cümlelerinde istifhâm anlamı her zaman mevcuttur. Zira bir şeye taaccüp eden kimse lisân-ı hâl ile taaccüp ettiği şeyin sebebini sormakta ve mesela bu ayette olduğu gibi sanki şöyle demektedir: Bana ne oldu ki Hüdhüd’ü göremiyorum? Bunu öğrenmek istiyorum.

Zemahşerî’de el-Keşşâf’ında, bu ayetin istifham anlamını kaybetmediğini ileri sürer. (Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)

Yüce Allah'ın [Neden hüdhüdü göremiyorum] ayeti "Hüdhüd’e ne oldu ki ben onu göremiyorum?" anlamındadır. Bu da sebebi bilinmeyen kalb (ifadelerin yer değiştirmesi) kabilindendir. Yine bir kimsenin diğerine; "Bana ne oluyor ki seni kederli görüyorum?" yani; "Neyin var” (kederlisin) demeye benzer. Bu da bir çeşit îcaz (veciz) konuşmaktır. (Kurtubî) 


اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp alay ve tehekküm anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمْ  atıf ve idrâb harfidir yani  بل  ve hemze manasındadır.        

كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

أَمۡ  munkatı‘dır (öncesindeki ifadeden dönüp, soru sorma edatıdır) zira Hazret-i Süleyman Hüdhüd’ün yerine bakıp onu göremeyince ‘’Hüdhüd’ü neden görmüyorum?!’’ demişti ki bu, Hüdhüd orada iken onu örten bir engel veya bunun gibi bir şeyden ötürü onu göremediği anlamına gelir. Daha sonra, onun kayıp olduğu içine doğmuştu da bu sözden dönüp kayıplara mı karıştı? demeye başlamıştı. Sanki o içine doğan şeyin sıhhatini sorgulamıştı. Bunun bir örneği Arapların, إنَّهَا لإبِل أمْ شَاةٌ (Şu bir deve sürüsü mü yoksa koyun sürüsü mü?) demesine benzer. (Keşşâf) 

 
Neml Sûresi 21. Ayet

لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ  ...


“Bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirmedikçe kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım, ya da kafasını keseceğim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَأُعَذِّبَنَّهُ ona azabedeceğim ع ذ ب
2 عَذَابًا bir azapla ع ذ ب
3 شَدِيدًا çetin ش د د
4 أَوْ ya da
5 لَأَذْبَحَنَّهُ onu keseceğim ذ ب ح
6 أَوْ yahut da
7 لَيَأْتِيَنِّي bana getirecek ا ت ي
8 بِسُلْطَانٍ bir delil س ل ط
9 مُبِينٍ açık ب ي ن

لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

اُعَذِّبَنَّ  fetha izere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen  mansubdur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

عَذَاباً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شَد۪يداً  kelimesi  عَذَاباً ‘nin sıfatı olup mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

اَذْبَحَنَّ  fetha izere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

يَأْتِيَنّ۪ي  elif üzere mukader fetha ile mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِسُلْطَانٍ  car mecruru  يَأْتِيَنّ۪ي  fiiline mütealliktir.  مُب۪ينٍ  kelimesi  سُلْطَانٍ ‘nın sıfatı olup mecrurdur. 

عَذِّبَنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اَذْبَحَنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ذبح ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen ayete dahil olan  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Nun-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş  لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

Mahzuf kasem ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.

شَد۪يداً  kelimesi,  عَذَاباً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

عَذَاباً ’deki tenvin tazim, kesret ve nev içindir.

اُعَذِّبَنَّهُ  - عَذَاباً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Sıfat olan  شَد۪يداً , mevsûfu  عَذَاباً ‘in bir özelliğini belirtmek için gelen tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ  cümlesi ve  اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle kasemin cevabına atfedilmiştir.

Cümlelere dahil olan  اَوْ  atıf harfi, cümleleri irab bakımından matufun aleyhe ortak eder. Ancak burada ilk  أو  harfi  إلّا  manasındadır. Cümlelerin anlamı şöyledir: … لأعذّبنّه إلّا أن يأتيني، أو لأذبحنّه إلّا أن يأتينيّ  [Eğer bana gelmezse ona azap ederim veya keserim] (https://tafsir.app/30/60, Mahmud Sâfî)

Ayetteki fiillerin sonundaki şeddeli  نَّ , muzari fiile bitişir ve tekid ifade eder. Tekid nunları bitiştikleri fiillere istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. Bu ayette mahzuf kaseme işaret eden lam gelmiştir. 

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  مُب۪ينٍۙ  kelimesi,  بِسُلْطَانٍ  için sıfattır.  بِسُلْطَانٍ ‘ki tenvin muayyen olmayan cinse işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

لأعذّبنّه - لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ - شَد۪يداً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لَاُعَذِّبَنَّهُ [Onu mutlaka cezalandıracağım], لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ [onu mutlaka keseceğim.], اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي [ya da mutlaka bana delil getirir] lafızlarında tekid ve pekiştirme edatının tekrarlanması yapılacak işlerin kesinlikle yapılması gerektiğini gösterir. (Safvetu’t Tefasir)

Şayet Hazret-i Süleyman üç şeyden biri için yemin etmişti, kendi iki fiili için yemin etmesine diyecek yok; fakat Hüdhüd’e ait fiil için yemin etmesi nasıl sağlıklı olabilir ve onun bir kanıt getireceğini nerden bilebilmiştir de vallahi, bana mutlaka bir kanıt getirecek! diyebilmiştir? dersen şöyle derim: Allah Teâlâ üçünü de yeminden ibaret bir hüküm bünyesinde اَوْ  edatıyla kompoze edince, onun sözü nihaî kertede senin ‘’Şu işlerden biri mutlaka olacak!’’ demene dönmüştür; yani apaçık bir kanıt getirilmesi vuku bulursa, ne herhangi bir cezalandırma ne de kafa kopartma söz konusu olacaktır; ama bu olmazsa, ikisinden biri olacaktır. Burada, Hz. Süleyman’ın o iki fiile yemin etmesinin akabinde, Hüdhüd’ün apaçık bir kanıt getireceğine dair bir vahiy gelmiş olabileceği çerçevesinde bir dirayet iddiası yoktur ki, Süleyman Yahut bana apaçık, güçlü bir kanıt getirir! şeklindeki üçlü taksimi bir dirayet ve yakin ile yapmış olsun. (Keşşâf)

لَيَأْتِيَنّ۪ي (Bana... getirir)" lafzındaki  لَ  lâm-ı kasem değildir. Çünkü Süleyman Hüdhüd’ün yapacağı bir iş için kasem etmez. Ancak bu ayet  لَاُعَذِّبَنَّهُ (Onu elbette... azaplandırırım) 'ın akabinde geldiğinden dolayı -ki bu da kasemin caiz olduğu hususlardandır- sonraki bu fiili de aynı şekilde kullanmıştır. (Kurtubî)
Neml Sûresi 22. Ayet

فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ  ...


Derken Hüdhüd çok beklemedi, çıkageldi ve (Süleyman’a) şöyle dedi: “Senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sebe’den sana sağlam bir haber getirdim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَكَثَ geldi م ك ث
2 غَيْرَ غ ي ر
3 بَعِيدٍ çok geçmeden ب ع د
4 فَقَالَ ve dedi ق و ل
5 أَحَطْتُ ben gördüm ح و ط
6 بِمَا bir şey
7 لَمْ
8 تُحِطْ senin görmediğin ح و ط
9 بِهِ onda
10 وَجِئْتُكَ ve sana getirdim ج ي ا
11 مِنْ -dan
12 سَبَإٍ Seba-
13 بِنَبَإٍ bir haber ن ب ا
14 يَقِينٍ gerçek ي ق ن

فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ 

Ayet atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; فجاء الهدهد ( Hüdhüd geldi.) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  مَكَثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

غَيْرَ  zaman veya mekân zarfı,  مَكَثَ  fiiline müteallik, mahallen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  بَع۪يدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

   

 فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  اَحَطْتُ   ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

اَحَطْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اَحَطْتُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ تُحِطْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تُحِطْ  meczum muzari fiildir.  بِه۪  car mecruru  تُحِطْ  fiiline mütealliktir. جِئْتُك  atıf harfi  وَ ‘la  اَحَطْتُ ‘ya matuftur. 

جِئْتُكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ سَبَأٍ  car mecruru  جِئْتُكَ  fiiline mütealliktir.  بِنَبَأٍ  car mecruru  جِئْتُ ‘deki failin haline mütealliktir. Takdiri;  متلبّسا بنبإ (Habere bürünerek) şeklindedir. 

يَق۪ينٍ  kelimesi  نَبَأٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحَطْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حوط ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ 

 

Ayetin  فَ  ile gelen cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri;  فجاء الهدهد (Hüdhüd geldi.) şeklindedir. Müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

بَع۪يدٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder.

فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ  ifadesi se, (çok geçmeden, en yakın zamanda) manasınadır. Cenab-ı Hakk'ın bu bekleyişi kısa olarak nitelemesi, Hüdhüd'ün Hz. Süleyman (as)'dan korktuğu için, hızlıca geldiğini göstermesinden dolayı ve o kuşun, Hz. Süleyman (as)'ın emrine nasıl âmâde olduğunu bildirmek içindir. (Fahreddin er-Râzî) 

Burada  مَكَثَ  kelimesi, geri kalma anlamında kulanılmıştır. Çünkü hüdhüd bir mekânda kalmıyordu. Uçuyor ve hareket ediyordu.  مَكَثَ ‘nin geri kalma anlamında kullanımı mecâz-ı mürseldir. Çünkü geri kalma zamana bağlıdır. (Âşûr)

 

فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ

 

Cümle  فَ  ile  مَكَثَ  fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu  بِ  harf-i ceriyle birlikte  أَحَطتُ  fiiline mütealliktir.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  لَمْ تُحِطْ بِه۪ ,  tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَمْ تُحِطْ - اَحَطْتُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

اَحَطْتُ - بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

وَ ‘la önceki cümleye atfedilen  وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَق۪ينٍ  kelimesi  نَبَأٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette haber yerine gelen  نَبَأٍ  lafzının, doğru, önemli haber olduğu düşünüldüğünde mana-lafız yönünden,  سَبَإِۭ  lafzıyla olan ses uyumu düşünüldüğünde lafız-lafız uyumu yönünden mükemmel bir seçimdir.

Bu ayette  نَبَأٍ  ve  سَبَإِۭ  kelimeleri arasında ciddi bir ses uyumu vardır. Müfessirin, ayetteki ses uyumu meselesini değerlendirme üslubu son derece dikkat çekicidir. Meâlen; “Evet, نَبَأٍ  kelimesi yerine aynı öz anlamı taşıyan خَبَر (haber) kelimesi de kullanılsa anlam doğru olurdu. Ancak iki sebepten ötürü  نَبَأٍ  kelimesinin kullanılması daha doğrudur. Bunlardan birincisi kelimenin getirilen haberin büyüklüğünü daha net ifade etmesi, ikincisi ise ayette meydana gelen söz ve ses  güzelliğidir. Fakat burada belirleyici olan ses güzelliği değildir. Ses güzelliği anlam örtüşmesini destekleyen artı bir güzelliktir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)

نَبَأٍ  ve  سَبَإِۭ arasında cinas-ı müzdevic vardır. (Âşûr)

بِنَبَأٍ ‘deki  بِ  harf-i ceri musahebe içindir. Çünkü geldiğinde haber hüdhüdün yanındaydı. نَبَأٍ  önemli haber demektir. (Âşûr)

وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ  [ve Sebe'den sana kesin bir haber ile geldim] ayeti ile onun Süleyman (as)'a bilmediği şeyi öğretmiş olduğunu anlıyoruz. Böylelikle o Süleyman (as)'ın kendisini tehdit etmiş olduğu azabı ve kesilme cezasını bertaraf etmiş oldu. (Kurtubî)  

20-21 ve 22. ayetlerinin  sonlan birbirine uygun düşmüştür.  اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ  [Yoksa kayıplara mı karıştı.] -  اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ  [Ya da mutlaka bana apaçık bir delil geti­rir.] - وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ  [Sana Sebe'den çok doğru bir haber getirdim.] Bu bölümün sonuna kadar böyle ayetler vardır. Birçok ayette, ayet sonları birbirine uyumludur. Bunun da, insan ruhuna güzel bir etkisi vardır.

اَحَطْتُ  ile  لَمْ تُحِطْ  ifadeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.
Günün Mesajı
Sebe, güney Arabistan'da yaşayan meşhur tüccar bir milletin yutrduydu. Başşehri Maariy, olup, şu andaki Yemen'in başkenti olan Sana'nın 90 km. kadar kuzey-doğusunda bulunuyordu. Sebe halkı, M.Ö. yaklaşık 1100-115 yılları arasında tam 10 asır, Güney Arabistan'da hükmetti. Arabistan ile Doğu Afrika, Hindistapı ve Uzak Doğu, bir de Mısır, Suriye, Yunanistan ve Roma arasındaki ticareti kontrol ediyorlardı. Ayrıca, enine ve boyuna bütün ülkeyi kaplayan sulama sistemlerine sahiptiler. Arazileri son derece verimli ve yeşildi. Yunan tarihçileri, onlan dünyanın en zengin halkı olarak anıyordu. (Mevdüdi, c. 7, s. 151, not 29)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Annesi eve dolan karıncalardan şikayetçiydi. Derdini duyan yaşlı teyzesi bir tavsiye verdi. Evine yuva yapan karınca sürüsünün başını bulmasını ve ona, eğer gitmezse hz. Süleyman’a şikayet edeceğini söylemesini tavsiye etti. 

Onları dinleyen çocuk bu fikri çok ilginç bulmuş ve evdeki karıncaların reisinin avına çıkmıştı. Parmaklarına aldığı karıncalara, gitmelerini yoksa onları hz. Süleyman’a şikayet edeceğini bağırıyordu. 

Karıncaların gitmediği her gün, annesi ve babası ona takılıyordu. Ancak o, baş karıncayı nasıl tanıyacağını bilemiyordu. Karıncaları avladığı günlerden birinde, diğerlerinden biraz daha büyükçe olan bir karınca dikkatini çekti. 

Onu yakalayıp, aynı sözleri tekrarladı. Belki de bu hayatta en son beklediği şey başına geldi. Karınca cevap verdi. Evdekilerden biri şaka mı yapıyor düşüncesiyle etrafını kontrol etti. Kimse yoktu. 

Karınca, ona hz. Süleyman’ı anlattı: Sahip olduğu nice nimetlerden ve şükründen bahsetti. Karınca vadisinden geçerken ettiği duayı öğretti. Bu zamana kadar duyduğu bütün hikayelerden daha güzeldi. 

Hz. Süleyman’ın kıssasını dinlerken, çok şey öğrendi. Şükürdeki ve tevazudaki güzelliği keşfetti. Anladı ki; hiçbir başarı, bilgi ya da güzel bir huy; insanın kendisinden değildi. Eğer öyle olsaydı, insanın sahip olduğu hiçbir şeyi kaybetme riskiyle yaşamazdı. 

Ertesi gün baktığında, karınca sürüsünün evi terk ettiğini gördü. Günlerdir belki de haftalardır istediği başarıya ulaşmıştı. Annesiyle babasının tebriklerine seviniyor. Yine de biraz hüzünlü hissediyordu. 

Ömrünün geri kalanında, ne zaman bir karınca görse, hz. Süleyman’ı ve onun şükrünü hatırlar oldu. Belki, hz. Süleyman’ın zenginliğine ve güçlerine sahip değildi. Ama şüphesiz ki; şükredecek ne çok şeyi vardı. 

Ey bütün övgülerin ve şükürlerin sahibi olan Allahım! Verdiğin her nimet, aldığımız her nefes, baktığımız her güzellik, başardığımız her iş, yediğimiz her kırıntı ve hikmetinden haberdar olduğumuz ya da olmadığımız niceleri için Sana sonsuz şükürler olsun. Ömrümüzün son anına kadar selamın, rahmetin ve bereketin üzerimize olsun. 

Ey bizi rahmetiyle kuşatan Allahım! Bize bahşettiğin her nimeti, gücü, yeteneği, başarıyı ve ilmi; Senin yolunda parlatanlardan, güzelleştirenlerden ve rızanı kazanmak umuduyla hayırlı işlerde kullananlardan eyle. Nankörlüğü kalplerimizden uzaklaştır ve bize şükrü sevdir. 

Hz. Süleyman’ın duası ile geldik, kabul buyur: 

“Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”

Amin.

***

Kendisine gönderdiği mektuplardan birinde şöyle yazıyordu:

Yeryüzünde canlı ya da cansız, küçük ya da büyük varlıklara, insan nefsinin hırslarından yani herhangi bir duygunun yoğunluğundan dolayı yapılan hiçbir şey için ‘ne önemi var’ düşüncesine kapılma. Kimi yaratılmışların ardındaki hikmeti anlamasan da ve onların dünyadaki etkisini bilmesen de; yaratılan her parçaya karşı haksızlık yapmaktan uzak dur.

Karıncanın sözlerini duyduktan sonra tebessüm ile dua eden hz. Süleyman (as)’ı hatırla. O, kendisinden kaç kat küçük olan karıncanın sözlerini dinledi. Ardından -hangi düşüncelerle ya da hislerle olduğunu en iyi Allah bilir ama- çok güzel bir dua ile Allah’a sığındı. Baktığın ve işittiğin her şeyde, Allah’a yaklaşmanın yollarını ara. Yaratılmışların arasında, hep O’nu an.

Ey Allahım! Yarattığın canlı ve cansız her türlü varlığa, israf ya da haksızlık gibi herhangi bir yol ile zulüm etmekten muhafaza buyur. Bizi yeryüzünün her yolunda, Senin adın ile Senin rızanı kazanmak için yürüyenlerden eyle. Yol üzerinde karşılaştığımız varlıklardan gelebilecek kötülüklerden muhafaza buyur ve farklı varlıkların hallerinden ibret alıp Sana ulaşan, Seni anan kullarından eyle. Ömrümüzün sonunda son nefesimizi Senin adın ile verenlerden ve ahirette Sana kavuşanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji