بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
2 | وَجَدْتُ | buldum |
|
3 | امْرَأَةً | bir kadın |
|
4 | تَمْلِكُهُمْ | onlara hükümdarlık eden |
|
5 | وَأُوتِيَتْ | ve kendisine verilmiştir |
|
6 | مِنْ | -den |
|
7 | كُلِّ | her |
|
8 | شَيْءٍ | şey- |
|
9 | وَلَهَا | ve vardır |
|
10 | عَرْشٌ | bir tahtı |
|
11 | عَظِيمٌ | büyük |
|
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
وَجَدْتُ ile başlayan fiil cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
وَجَدْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. امْرَاَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَمْلِكُهُمْ cümlesi امْرَاَةً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat : 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfre olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَمْلِكُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اُو۫تِيَتْ atıf harfi وَ ‘la تَمْلِكُهُمْ ‘e matuf olup, mahallen mansubdur.
اُو۫تِيَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. مِنْ كُلِّ car mecruru اُو۫تِيَتْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَهَا car mecruru atıf harfi وَ ‘la تَمْلِكُهُمْ ‘e matuf olup, mahallen mansubdur. لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَرْشٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. عَظ۪يمٌ kelimesi عَرْشٌ ‘nın sıfatı olup lafzen merfûdur.
تَمْلِكُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ملك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
عَظ۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin müsnedi mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret eder (Halidî, Vakafat, S.107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَمْلِكُهُمْ cümlesi امْرَاَةً için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
امْرَأةً lafzı وجَدْتُ fiilinin birinci mefulüdür. Hükmü mübteda gibidir. Mübteda, cins açısından taaccüp ifade ediyorsa nekre olarak gelir ve mesela بَقَرَةٌ تَكَلَّمَتْ (İnek konuştu) denir. Bu kıssada da taaccübe sebebiyet verecek olan şey, toplumun melikinin bir kadın olmasıdır. Bundan dolayı ifade وجَدْتُهم تَمْلِكُهُمُ امْرَأةٌ şeklinde gelmemiştir. (Âşûr)
اُو۫تِيَتْ cümlesi, sıfat cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُو۫تِيَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
شَيْءٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
Kendisine her şeyden verilmiş ifadesi bir mübalağadır. Krallığının, ülkesinin gerek duyacağı her şey verilmiş demektir. Anlamın kendi döneminde bulunan her şeyden ona bir miktar verilmiş şeklinde olduğu ve böylelikle ’’bir miktar’’ anlamındaki mef'ûlün hazf edildiği de söylenmiştir. Çünkü ifade buna delalet etmektedir. (Kurtubî)
وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ
Ayetin atıfla gelen son cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَرْشٌ عَظ۪يمٌ , muahhar mübtedadır. Mübtedanın tenkiri, tazim ifade eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Hüdhüd, Hz. Süleyman'ın eşsiz hükümdarlığını gördüğü halde Belkıs'ın tahtını muazzam olarak görmesi, ya Belkıs'ın haline göre idi yahut emsali hükümdarlara göre idi. Bununla beraber Hz. Süleyman'ın böyle bir tahtı olmayabilir. Hangi izaha göre olursa olsun, Hz. Süleyman'ın huzurunda onun tahtını anlatması, daha önce belirtildiği gibi kendisine kulak asmasını ve Belkıs'ı emri altına almak için oraya azimet etmesini teşvik etmek içindi, işte bundan dolayıdır ki bunun akabinde onunla savaşmayı gerektiren kendisinin ve kavminin küfrünü beyan etmiştir. (Ebüssuûd)
عَظ۪يمٌ kelimesi عَرْشٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَدْتُهَا | onu buldum |
|
2 | وَقَوْمَهَا | ve kavmini |
|
3 | يَسْجُدُونَ | secde aderlerken |
|
4 | لِلشَّمْسِ | güneşe |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِ | bırakıp |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ı |
|
8 | وَزَيَّنَ | ve süsledi |
|
9 | لَهُمُ | onlara |
|
10 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
11 | أَعْمَالَهُمْ | işlerini |
|
12 | فَصَدَّهُمْ | ve onları çevirdi |
|
13 | عَنِ | -dan |
|
14 | السَّبِيلِ | (doğru) yol- |
|
15 | فَهُمْ | (bu yüzden) onlar |
|
16 | لَا |
|
|
17 | يَهْتَدُونَ | yola gelmiyorlar |
|
Sadde صدّ: صَدّ ve صُدُود sözcükleri bazen bir şeyden yüz çevirip uzaklaşma, bazen de çevirme, engelleme ve alıkoyma manalarına gelir. Araya engel olarak giren dağa da صُدّ ve صَدّ denir.
صَدِيد e gelince etle deri arasında oluşan irine denir. Bu sözcük Kur'an-ı Kerim'de cehennem ehlinin yiyeceğine örnek olarak verilmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 42 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli saded (e gelmek)tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ
Fiil cümlesidir. وَجَدْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قَوْمَهَا atıf harfi وَ ‘la وَجَدْتُهَا ‘daki mef’ûl zamire matuftur. قَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَسْجُدُونَ fiili وَجَدْتُهَا ‘daki mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْجُدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لِلشَّمْسِ car mecruru يَسْجُدُونَ fiiline mütealliktir.
مِنْ دُونِ car mecruru لِلشَّمْسِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. زَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru زَيَّنَ fiiline mütealliktir. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. اَعْمَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صَدَّهُمْ atıf harfi فَ ile زَيَّنَ fiiline matuftur. فَ , matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَدَّهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَنِ السَّب۪يلِ car mecruru صَدَّهُمْ fiiline matuftur.
زَيَّنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَهْتَدُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَهْتَدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَهْتَدُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
Hüdhüd’ün sözlerinin devamı olan bu ayet önceki ayete matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, وَجَدْتُ fiilinin mef’ûlünden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
يَسْجُدُونَ , ibadet etmekten kinayedir.
دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah‘la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ
وَ ’la öncesine atfedilen fiil cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمُ , siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.
Aynı üslupta gelen فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَنِ السَّب۪يلِ ifadesinde istiare vardır. السَّب۪يلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş, müşebbehün bih (müstearun minh) olan yol kalmıştır. Tasrihî istiaredir.
فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ
Ayetin son cümlesi فَ ile فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَصَدَّهُمۡ - یَهۡتَدُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ ۩
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَّا |
|
|
2 | يَسْجُدُوا | secde etmezler mi? |
|
3 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
4 | الَّذِي |
|
|
5 | يُخْرِجُ | açığa çıkaran |
|
6 | الْخَبْءَ | gizleneni |
|
7 | فِي |
|
|
8 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
9 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
10 | وَيَعْلَمُ | ve bilen |
|
11 | مَا | şeyleri |
|
12 | تُخْفُونَ | gizledikleri |
|
13 | وَمَا | ve şeyleri |
|
14 | تُعْلِنُونَ | açığa vurdukları |
|
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ ۩
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَعْمَالَهُمْ ‘den bedel olarak mahallen mansubdur. Takdiri; زيّن لهم الشيطان عدم السجود (Şeytan onlara secde etmemeyi güzel gösterdi.) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْجُدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru يَسْجُدُوا fiiline mütealliktir.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, lafza-i celâl’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يُخْرِجُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat :1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
يُخْرِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْخَبْءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru الْخَبْءَ ‘ye mütealliktir.
الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la السَّمٰوَاتِ ‘a matuftur. يَعْلَمُ atıf harfi وَ ‘la يُخْرِجُ fiiline matuftur.
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تُخْفُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.
تُخْفُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا تُعْلِنُونَ atıf harfi وَ ‘la مَا تُخْفُونَ ‘a matuftur.
يُخْرِجُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
تُخْفُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خفي ’dır.
تُعْلِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi علن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ
Fasılla gelen ayetteki اَلَّا edatı, masdar harfi أَنْ ve nefy harfi لاَ ’dan müteşekkildir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki cümle, masdar teviliyle اَعْمَالَهُمْ ‘den bedeldir.
Masdar-ı müevvel cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel önceki ayetteki اَعْمَالَهُمْ ’dan bedeldir.
لِلّٰهِ için sıfat konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ - لْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü ve yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekânlardaki her şeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
يُخْرِجُ - الْخَبْءَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَلَّا hakkında çeşitli kıraatler vardır:
1) Kelimeyi tenbih edatı olmak üzere, şeddesiz olarak اَلَا şeklindeki kıraate göre يا harfi, nida harfi olur. Münada ise mahzûftur. (Yani, Dikkat, ey falancalar, secde ediniz...)
2) اَنْ ve لَا şeklinde okumak. Bu kıraatle, "ve şeytan, secde etmemeleri için onları yoldan alıkoydu, saptırdı" manası murad edilir. Böylece اَنْ edatı ile birlikte harf-i cer olan لِ düşmüştür. Buradaki لَا 'nın, zaid olması da mümkündür. Buna göre mana, "Onlar, secde etme hidayetine varamadılar... ulaşamadılar..." şeklinde olur.
3) Bu, Abdullah İbn Mes'ûd ile A'meş'in harfi (Mushaflarında bulunan şekil) olup, buna göre اَلَّا kelimesindeki hemze هَا 'ya çevrilir ve (هَلاَّ) şeklinde okunur. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَّا يَسْجُدُوا ifadesi, " أﻻَ يَا أسْجُدُ " şeklinde okunmuştur. Buna göre ‘’Ey kavmim! Allah'a secde edin!" demektir. Buna göre bu kelam, Allah tarafından da söylenmiş olabilir, Hz. Süleyman tarafından da söylenmiş olabilir. Hangi kıraate göre okunursa okunsun, bu tilavet secdesi vaciptir. (Ebüssuûd)
Secde edilmek hakkının yegâne Allah'a (cc) ait olduğu sadedinde, bunu mucip olan diğer vasıflar içinde özellikle göklerde ve yerde gizli bulunan her şeyi açığa çıkarmak vasfı zikre tahsis edilmiş, çünkü bu vasıf, Allah’ı tanımak ve hükümlerini kavramak hususunda daha derin anlam ifade etmektedir. Zira bu vasıfta Allah'ın eserleri ve ezcümle O'nun, yeraltındaki suyu bilme kudreti müşahede edilmektedir. (Ebüssuûd)
وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
Ayetin son cümlesi … يُخْرِجُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan تُخْفُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen ikinci ism-i mevsûl birinciye matuftur. Atıf sebebi tezattır.
Bu ayette تُعۡلِنُونَ (açıkladıklarınızı da) ifadesinin zikredilmesi, ilim dairesini genişletmek ve ilâhi ilme göre her ikisinin de eşit olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
Göklerde gizli olanları açığa çıkarmak, yıldızların ufuklar ötesini aydınlatmalarından sonra ufuklarından da izhar edilmeleri, doğdurulmaları ve bitkilerin yetiştirilmesini de kapsamakta ve hatta bilkuvve mevcut olanı çıkarmak demek olan inşayı da kapsamakta, mümkün olanı yokluktan çıkarmak anlamında olan ibda’yı (icadı) ve Allah'ın diğer gaiblerini de kapsamaktadır. (Ebüssuûd)
تُخۡفُونَ - تُعۡلِنُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَسْجُدُوا - تُخۡفُونَ fiilleri arasında failin değişmesi şeklinde iltifat sanatı vardır.اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri; موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
رَبُّ munfasıl zamir هُوَ ‘den bedel veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; هُوَ (o) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. الْعَرْشِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْعَظ۪يمِ kelimesi الْعَرْشِ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hüdhüd’ün sözlerinin devamıdır.
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesinin önceki ayetin akabinde gelmesi istînâf olup, önceki cümlelerde Allah lafzı üzerine atfedilen sıfatların bir nevi neticesi olup buradaki tezyîl cümlesinden de asıl maksat budur. Yani ‘Allah’tan başkası için asla ilâhlık ihtimali yoktur’, anlamındadır. (Âşûr)
Ayetin ilk cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Bütün esma-i hüsna ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâl telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak için müsnedün ileyh olarak gelmiştir.
Mübteda olan lafza-i celâlin haberi, cinsini nefyeden لَاۤ ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
هُوَ , cinsini nefyeden لَٓا ve isminin mahallinden veya لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَٓا ve اِلَّا ile oluşan kasr, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. Kasr لَٓا ’nın ismi ve haberi arasındadır. اِلٰهَ sıfat/maksûr, هُوَۙ mevsuf/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı hakikidir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf; zikredilen sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama bu mevsûfta başka vasıflar bulunabilir demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ ibaresi, هُوَ zamirinden bedeldir.
Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden الْعَظ۪يمِ kelimesi الْعَرْشِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
العَرْشِ kelimesindeki marifelik kemal ifade eder. (Âşûr)
اَللّٰهُ - اِلٰهَ - رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı mevcuttur.
Bu cümle istînâf cümlesidir ve aynı zamanda övgü ifade eden bir cümledir. Belkıs'ın tahtına mukabil olarak Arşu'r-Rahmân'ı ihtiva etmektedir. Aralarında ise çok büyük üstünlük ve meziyet farkı vardır. (Celâleyn Tefsiri)
Malumun olsun ki Hüdhüd'den hikâye edilen “Göklerde ve yerde gizli bulunanı açığa çıkaran…” cümlesinden buraya kadar olanlar, Hüdhüd’ün “Ben, senin vakıf olmadığın bir şeye vakıf oldum…” cümlesiyle başlayan sözlerine dahil değildir; bunlar ancak, Hz. Süleyman'dan iktibas ettiği ilimler ve marifetlerdir. Burada onları zikretmesi, Hz. Süleyman'ın dindeki kararlılığını beyan etmek içindir. Bütün sözleri de söylediklerini Hz. Süleyman'a kabul ettirmek; Melike Belkıs'la savaşmaya ve hükümdarlığına boyun eğdirmeye ikna edilmesi içindir. (Ebüssuûd)
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli سَنَنْظُرُ ‘dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
نَنْظُرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. اَصَدَقْتَ cümlesi نَنْظُرُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifhâm harfidir. صَدَقْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنْتَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَ muttasıl zamiri, كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْكَاذِب۪ينَ car mecruru كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
كَاذِب۪ينَ kelimesi sülâsi mücerredi كذب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ, Süleyman (as)’ın sözlerini bildirmektedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan سَنَنْظُرُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Fiile dahil olan, istikbal harfi سَ , cümlede vaîd manası olduğu için tekid ifade etmektedir.
اَصَدَقْتَ , cümlesi سَنَنْظُرُ fiilinin mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tehdit, korkutma manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اَمْ sonraki cümleyi öncesine bağlayan atıftır.
Ayetin son cümlesi اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ , nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْكَاذِب۪ينَ , nakıs fiil كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
الْكَاذِب۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübuta ve devama işaret etmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’ân-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
اَصَدَقْتَ cümlesi ile كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Ayetin اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ cümlesinin aslında اَصَدَقْتَ اَمْ كَذٌَبْتَ şeklinde olduğunu ifade eden Beyzâvî, nazmın mübalağa ve fasılaları gözetmek için değiştiğini beyan eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
اَصَدَقْتَ [Doğru mu söyledin?] - اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ [yoksa yalan söyleyenlerden misin?] arasında mana yönünden tıbâk vardır. Beyân alimleri şöyle der:
Burada mana bakımından olan tıbâk, lafız bakımından olan tıbâktan daha vurguludur. Çünkü, fiil cümlesinden isim cümlesine dönülmüştür. Bu da devamlılık ifade eder. Eğer, اَصَدَقْتَ اَمْ كَذٌَبْتْ (doğru mu söyledin, yoksa yalan mı?) deseydi, bu manayı vermezdi. Çünkü bu ifadeye göre Hüdhüd bu işte yalan söyleyebilir, başkasında söylemeyebilir. اَمْ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ [Yoksa yalancılardan mısın?] sözü, şunu ifade eder: Hüdhüd yalancıların yoluna girmekle tanınmışsa, o kuşkusuz yalancıdır. Ona asla güvenilmez. (Safvetu’t Tefasir)
Hz. Süleyman’ın, Hüdhüd’e [Yoksa yalancılardan mısın?] demesi gerekirdi. Ancak ayetteki mevcut ifadenin tercih edilmesi, şunu belirtmek içindir: Hüdhüdün bu konuda yalanı, yalancı olarak vasıflandırılan ve tamamen yalancılığa batmış olan kimselerin zümresine dahil olmasını gerektirmektedir. Zira hiç aslı olmadığı halde bu sözlerin, dinleyicilerin kalplerini kabule cezb edecek şekilde güzel bir tertip ile sevk edilmesi ve özellikle de şânı pek yüksek bir peygamberin huzurunda ifade edilmesi, ancak köklü yalancılardan ve iftiracılardan sadır olabilir. (Ebüssuûd)
Ayetteki, "Bakalım" ifadesi, "düşünme" manasında olan "nazar"dandır. Bu ifade ile, "Doğru mu yoksa yalan mı söyledin?" manası kastedilmiştir. Fakat, "yoksa yalancılardan mı oldun?" ifadesi daha beliğdir. Çünkü kişi yalan söylemekle meşhur olunca, verdiği haberlerde de yalanla itham olunur ve kendisine güvenilmez. (Fahreddin er-Râzî)
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
Fiil cümlesidir. اِذْهَبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
بِكِتَاب۪ car mecruru اِذْهَبْ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَا işaret ismi كِتَاب۪ي ‘den atf-ı beyân veya bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْقِهْ illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَيْهِمْ car mecruru اَلْقِهْ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَنْهُمْ car mecruru تَوَلَّ fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. انْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. İstifhâm ismi مَاذَا , amili يَرْجِعُونَ ‘nin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَرْجِعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَلْقِهْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Süleyman (as)’dır.
هٰذَا işaret ismi, كِتَاب۪ي için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Aynı üslupta gelen فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle öncesine atfedilen ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
Atfın ثُمَّ ile yapılması az da olsa bir zamanın geçtiğine işarettir.
فَ ile atfedilen son cümle makabline hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetteki cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
İstifham üslubunda talebi inşaî isnad olan مَاذَا يَرْجِعُونَ cümlesi, انْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
مَاذَا , istifham harfi olarak يَرْجِعُونَ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
İstifhâm ismi مَاذَا , amili olan يَرْجِعُونَ ’ye takdim edilmiştir. İstifham isimlerinde sadaret hakkı vardır.
مَاذَا - هٰذَا kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hz. Süleyman'ın, emri altında bulunan tasarruf ve marifete muktedir emin cinleri değil de bu elçiliği Hüdhüd’e tahsis etmesi, onda ilim, hikmet ve doğru feraset alametlerini görmesinden dolayıdır; bir de onun hiçbir özrü kalmaması içindir. (Ebüssuûd)
الرَّجْعِ ‘den kastedilen, mektuba verilecek olan cevaptır. Yani kabul veya reddir. (Âşûr)
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ
Fiil cümlesidir. قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Mekulü’l-kavli, nida ve cevabı olup mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمَلَؤُ۬ا münadadan bedel veya atf-ı beyân olup lafzen merfûdur.
Atf-ı beyân konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsmi -işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyân olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyân olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsûfun atf-ı beyân olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
Burada اَيُّهَا ’dan sonra gelen camid isim olduğu için atf-ı beyândır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ ‘dır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اُلْقِيَ ile başlayan fiil cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُلْقِيَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. اِلَيَّ car mecruru اُلْقِيَ fiiline mütealliktir.
كِتَابٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur. كَر۪يمٌ kelimesi كِتَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat : 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar :Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
اُلْقِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَر۪يمٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ, Sebe melikesinin sözlerini bildiriyor. İki ayet arasındaki meskutun anh, muhatabın muhayyilesini serbestçe kullanmasına imkân sağlayarak konuya ilgisini artırır.
قَالَتْ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin müsnedi اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ , mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil, sebat, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيَّ , naib-i fail olan كِتَابٌ ’a ihtimam için takdim edilmiştir.
Sıfat-ı müşebbeh kalıbında gelerek mübalağa ifade eden كَر۪يمٌ kelimesi كِتَابٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اُلْقِيَ fiilli meçhul bina edilmiştir.
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Sözlerini اِنَّ ile tekid etmesi, mektubu kerîm sıfatıyla vasıflaması melikenin, haberi önemsediğini gösterir.
Yani Hüdhüd, kendisine emredildiği gibi, mektubu götürüp onlara bıraktıktan ve yakınlarında bir kenara çekilip beklemeye başladıktan sonra Sebe Melikesi, kavminin ileri gelenlerine böyle dedi demektir. Bunların ayette zikredilmemesi, Hüdhüd’ün bu hizmeti pek süratle yerine getirdiğine işaret etmek ve bu husus gayet açık olduğu için sarahatle belirtilmeye ihtiyaç olmadığını zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مِنْ سُلَيْمٰنَ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. سُلَيْمٰنَ gayri munsarif olup cer alameti fethadır. Sonundaki elif ve nun ziyadedir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf ( اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ )” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ atıf harfi وَ ‘la makablindeki اِنَّهُ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
بِسْمِ اللّٰهِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri; ابتدائي (Benim başlayışım) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الرَّحْمٰنِ ve الرَّح۪يمِۙ kelimeleri lafza-i celâlden bedel olup mecrurdur.
الرَّحْمٰنِ ve الرَّح۪يمِۙ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sebe Melikesinin sözlerinin devamı olan ayetin ilk cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِنَّ ‘nin haberi mahzuftur. Car mecrur مِنْ سُلَيْمٰنَ bu mahzuf habere müteallıktır. سُلَيْمٰنَ , acemi alem olduğu için cer alameti fethadır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin ikinci cümlesi de اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ car mecruru, اِنَّ ‘nin haberine mütealliktir. Cümlede haberin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberin takdiri ابتدائي (başlayışım) dır.
Allah Teâlâ’ya ait iki vasıf olan الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ kelimelerinin marife olarak gelmesi bu sıfatların O’nda kemâl derecede olduğunu, aralarında و olmadan gelmesi bu vasıfların her ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir. Bu sıfatların ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf, birbiriyle uyumu ise mürâât-ı nazîr sanatıdır.
Lafza-i celâle muzâf olması اسْم kelimesine şan ve şeref kazandırmıştır.
Mübalağa kalıbında olan الرَّح۪يمِۙ - الرَّحْمٰنِ kelimeleri arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, الرَّحْمٰنِ - الرَّح۪يمِۙ - اللّٰهِ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّهُ ’nun tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Atıf harfi olan و ‘dan sonra إنَّ edatının tekrar edilmesi matuf ve matufun aleyhin farklı olduğuna işaret eder. Nitekim matufun aleyhten kastedilen mektubun kendisidir. Matufla kastedilen ise, onun manası ve kapsadığı şeydir. (Âşûr)
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, أطلب عدم العلوّ عليّ (Bana karşı büyüklenmemeni istiyorum) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَعْلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيَّ car mecruru تَعْلُوا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
أْتُون۪ي illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مُسْلِم۪ينَ hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اَلَّا edatı, masdar harfi أَنْ ve nefy harfi لاَ ’dan müteşekkildir. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki cümle, masdar teviliyle takdiri أطلب (İstiyorum) olan mahzuf fiilin mef’ûlu konumundadır. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Masdar-ı müevvel, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
أنْ لا تَعْلُوا عَلَيَّ cümlesindeki أنْ harfi, ifadeye belirsizlik katar. Çünkü mektubun başlangıcı olan besmeleden sonra geldiği için Süleyman’ın mektubuna dahil olduğu anlamı da çıkabilir. Muzariyi nasbeden masdar أنْ harfi de olabilir ve bu şekilde muhaffef أَنْ ve tefsiriyye manalarını da içerebilir. (Âşûr)
İkinci cümle وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟ , ilk cümleye atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ cümlesinde emredilen gelme fiili, gerçek anlamda olmayıp mecazî bir gelmedir. اتَّبِعْ سَبِيلِي “Benim yoluma uyun” ifadesindeki gibi. (Âşûr)
لَّا تَعْلُوا - عَلَيَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
أْتُون۪ي fiilinin failinden hal olan مُسْلِم۪ينَ۟ , ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenmeye işaret etmiştir.
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’ân-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
Ayetlerdeki îcâz yönünü müfessirimiz şu ifadelerle ortaya koyar: Bu (mektup), yoktan var eden Yüce Yaratıcının zatına ve sıfatlarına hem açık hem de dolaylı olarak delalet eden besmeleyi içermesi, her türlü rezilliğin anası olan tekebbürden nehyetmesi, bütün faziletlerin ana esaslarını bir araya toplayan İslamı emretmesi bakımından son derece veciz olmakla birlikte maksadı da tam olarak ifade etmektedir. Hz. Süleyman nübüvvetinin en büyük delillerinden biri olarak mucizevi bir şekilde mektubu Belkıs’a iletmek suretiyle önce peygamberliğine delil getirmiş, daha sonra da kendisine itaat edilmesini istemiştir.
Kısa iki cümleden (30-31.ayetler) ibaret olan bu söze çok derin manalar sığdırılmak suretiyle îcâz-ı kasr sanatı ortaya çıkmıştır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَتْ | dedi ki |
|
2 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
3 | الْمَلَأُ | ileri gelenler |
|
4 | أَفْتُونِي | bana bir fikir verin |
|
5 | فِي |
|
|
6 | أَمْرِي | (bu) işimde |
|
7 | مَا |
|
|
8 | كُنْتُ | ben olmam |
|
9 | قَاطِعَةً | kesip atan |
|
10 | أَمْرًا | hiçbir işi |
|
11 | حَتَّىٰ | sürece |
|
12 | تَشْهَدُونِ | siz olmadığınız |
|
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ
Fiil cümlesidir. قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Mekulü’l-kavli, nida ve cevabı olup mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
الْمَلَؤُ۬ا münadadan bedel veya atf-ı beyân olup lafzen merfûdur.
Atf-ı beyân konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyân olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyân olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsûfun atf-ı beyân olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
Burada اَنْ tefsir harfinden sonra gelen اتَّقُوا اللّٰهَۜ cümlesi atf-ı beyândır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ ‘dır.
اَفْتُون۪ي illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Nidanın cevabıdır.
ف۪ٓي اَمْر۪ي car mecruru اَفْتُون۪ي fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَفْتُون۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ
İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كُنْتُ sükun üzere mebni nakıs, mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تُ muttasıl zamiri كُنْتُ ’nün ismi olarak mahallen merfûdur.
قَاطِعَةً kelimesi كُنْتُ ’nün haberi olup lafzen mansubdur. اَمْراً , amili ism-i fail olan قَاطِعَةً ‘in mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. تَشْهَدُونِ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde قَاطِعَةً ‘e mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَشْهَدُونِ fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قَاطِعَةً kelimesi, sülâsi mücerredi قطع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette, Allah Teâlâ, Belkıs’ın sözlerini bildirmektedir.
قَالَتْ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪ي cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ف۪ٓي اَمْر۪يۚ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla اَمْر۪ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü iş, durum, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Durumun önemini tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
اَفْتُون۪ي , ‘ifta’ kelimesi, bir zorluğun açıklanması ile güç vermektir. Şer'î işlerde bilindiğine göre burada bu tabir, bu meclisin hüküm verme yetkisini ifade etmekten uzak değildir.
Emrimde yani bir işimde yahut vereceğim emir hakkında sizler bana şahit olmadıkça yahut siz yanımda olmadıkça ben hiçbir işi kestirip atmam yani şimdiye kadar devlet işlerinden hiçbirinde keyfi idare yapmadım, sizin oyunuzu almadan hiçbirini kendiliğimden yürürlüğe koymadım, her ne emir verdimse sizin huzurunuzda ve sizin görüşlerinizi alarak verdim. Onun için bu mektup işinde de sizin fikir ve fetvanızla kuvvet almak istiyorum. "Siz yanımda olmadıkça." denilmesinden, bunların önemli işleri danışma için huzurunda toplanması alışılmış olan bir topluluk olduğu anlaşılıyor. Bunların, her biri on bin kişiyi temsil etmek üzere üç yüz on iki kişi olduğu da rivayet edilmiştir. (Katâde) (Elmalılı)
مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ
Beyânî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı تَشْهَدُونِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki حَتّٰى ile birlikte, ism-i fail veznindeki قَاطِعَةً ‘e mütealliktir. قَاطِعَةً ’nin ism-i fail kalıbında gelmiş haber olması اَمْراً ’i mef’ûl olarak almasına olanak sağlamıştır.
Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
ism-i fail mef‘ûlde amel ettiği zaman, şimdiki zamanı veya geleceği ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 131)
İsm-i failin önünde كان yardımcı/nakıs fiili bulunursa, şimdiki veya geniş zaman hikayesi için kullanılır. (KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan)
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur’ân-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
اَمْر۪ kelimesinin tekrar edilmesi konuda önemli yer tutması sebebiyledir. Bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
Bu ayette de Belkıs'ın ‘’dedi’’ sözünün tekrar edilmesi, muhtevasına son derece önem verildiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Melikenin onlara: "Siz meclisimde hazır bulunmadan ve sizin görüşünüzü almadan hiçbir iş için kesin karar vermiş değilim" demesi, görüş ve tedbirinde kendisine muhalefet etmemeleri için yumuşak davranarak gönüllerini almaya matuftur. (Ebüssuûd)
ما كُنْتُ قاطِعَةً أمْرًا 'daki durum önemlidir. Yani konuları onlarla istişare etmeden yargılamaz (karar vermez). (Âşûr)
قطع الامر ifadesinde istiare vardır. İşi kesip atmak ile kastedilen -Allahu alem- ilgili bütün görüşler görüşülüp tartışıldıktan sonra, başka değil bilhassa o işin yapılması ve uygulanmasına karar vermenin doğru olacağı şeklinde tek bir görüşe varmaktır.
Bu ifade (bir konuda verilen karar), bir bez ve giysi dokuma çözgü ve argaç iplerinin birbirine dolanarak dokunma işlemi bittikten sonra, giysinin kesim işleminin yapılmasına teşbih edilmiştir. Buna göre, anlaşılıyor ki Belkıs, Süleyman’ın -ona selam olsun- kendisine inanma ve tabi olmaya çağıran daveti gelince, konuyla ilgili fikir sordu; bu davete icabet etme veya etmeme, sert ya da yumuşak davranma hususunda tereddüt etti. Ancak ruhunda yumuşak karşılama eğilimi ağır basınca böyleme yapmaya karar verdi. Böyle olunca, işaret ettiğimiz gibi ayette bunun (işin) kesinleştirilmesi (قطع الامر ) tabiriyle ifade edilmesi güzel düşmüştür. Yine insanın arkadaşına ﻻ أقْطَعَ أمْرَدُونَكَ demesi de bu minval üzeredir ki (Sana danışmadan, seninle uzlaşıp onayını almadan hiçbir şeye karar vermem) demektir. Bu söylem, ip ve benzeri ince bir şeyin kesilme hızına benzetilerek, bir şeyin çabucak yapılmasından kinaye de olabilir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
تَشْهَدُونِ fiili burada istişareden kinayedir. Çünkü gaip olan kişi ile istişare gerçekleşemeyeceğinden istişare eyleminin gerçekleşebilmesi için çoğunlukla kişilerin mevcudiyeti şarttır. (Âşûr)
تَشْهَدُونِ fiilindeki nûn (ن) harfi nûn-u vikâyedir ve sonundaki mütekellim yâ'sı hafiflik için hazf edilmiştir. (Âşûr)
حَتّى تَشْهَدُونِ sözü “vereceğim kararı uygun görecek misiniz” manasında kinayedir. (Âşûr)
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | نَحْنُ | biz |
|
3 | أُولُو | sahibiyiz |
|
4 | قُوَّةٍ | güç |
|
5 | وَأُولُو | ve erbabıyız |
|
6 | بَأْسٍ | savaş |
|
7 | شَدِيدٍ | yaman |
|
8 | وَالْأَمْرُ | ama emir |
|
9 | إِلَيْكِ | senindir |
|
10 | فَانْظُرِي | o halde bak |
|
11 | مَاذَا | ne |
|
12 | تَأْمُرِينَ | buyurursan |
|
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l kavli نَحْنُ اُو۬لُوا ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. اُو۬لُوا haber olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. Aynı zamanda muzâftır. قُوَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُو۬لُوا بَأْسٍ kelimesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. شَد۪يدٍ kelimesi بَأْسٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat :1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ cümlesi mekulü’l-kavle matuftur.
وَ atıf harfidir. الْاَمْرُ mübteda olup lafzen merfûdur. اِلَيْكِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن عزمت على أمر (Sen bir işe karar verirsen) şeklindedir.
انْظُر۪ي fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamiri ي fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karinesi olmadan gelen مَاذَا تَأْمُر۪ينَ cümlesi mukadder şartın cevabıdır.
مَاذَا istifhâm ismi, amili انْظُر۪ي ‘nin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
تَأْمُر۪ينَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir ي fail olarak mahallen merfûdur.
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ, Sebe Melikesinin ileri gelenlerinin, ona verdikleri cevabı bildiriyor.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاُو۬لُوا بَأْسٍ , tezâyüf nedeniyle habere atfedilmiştir.
بَأْسٍ için sıfat olan شَد۪يدٍ , mevsufunun bir özelliğini belirten ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْكِ , mahzuf habere mütealliktir.
اُو۬لُوا kelimesinin tekrarı kavmin kendilerini üstün gördüklerine işaret etmek için olabilir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُوَّةٍ , شَد۪يدٍ kelimelerindeki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ
Mekulü’l-kavle dahil olan cümlede فَ , takdiri إن عزمت على أمر (Sen bir işe karar verirsen) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.
Cevap olan فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda talebi inşaî isnad olan مَاذَا تَأْمُر۪ينَ cümlesi, انْظُر۪ي fiilinin mef’ûlü konumundadır.
مَاذَا , istifham harfi olarak تَأْمُر۪ينَ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
الْاَمْرُ - تَأْمُر۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَتْ | dedi |
|
2 | إِنَّ | şüphesiz |
|
3 | الْمُلُوكَ | hükümdarlar |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | دَخَلُوا | girdikleri |
|
6 | قَرْيَةً | bir ülkeye |
|
7 | أَفْسَدُوهَا | orayı bozarlar |
|
8 | وَجَعَلُوا | ve kılarlar |
|
9 | أَعِزَّةَ | şereflilerini |
|
10 | أَهْلِهَا | halkının |
|
11 | أَذِلَّةً | zillet içinde |
|
12 | وَكَذَٰلِكَ | ve böyle |
|
13 | يَفْعَلُونَ | yaparlar |
|
Fesede فسد : فَساد ister az ister çok olsun bir şeyin itidalden çıkmasıdır. Zıddı صَلاح salâhdır. Nefisle, bedenle ilgili ve istikametin/doğruluğun dışına çıkmış şeylerle ilgili kullanılır.
Sülasi fiil فَسَدَ olarak ifsad oldu manasındadır. İf'al formu ise أفْسَدَ şeklinde ifsad etti demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 50 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri fesad, ifsad, fâsid ve müfsiddir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ
Fiil cümlesidir. قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
Mekulü’l-kavli اِنَّ الْمُلُوكَ ‘dir. قَالَتْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْمُلُوكَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
Şart ve cevap cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezme edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَخَلُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَخَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. قَرْيَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karinesi olmadan gelen اَفْسَدُوهَا cümlesi şartın cevabıdır.
اَفْسَدُو damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَعَلُٓوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. جَعَلُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَعِزَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْلِهَٓا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَذِلَّةًۚ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَفْسَدُو fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فسد ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَعِزَّةَ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يَفْعَلُونَ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يَفْعَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl, Sebe Melikesinin sözleridir.
قَالَتْ fiilinin mekulü’l-kavli olan … اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi şart üslubunda gelmiştir.
Şart manası taşıyan zaman zarfı اِذَا ’nın muzâf olduğu دَخَلُوا قَرْيَةً şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَرْيَةً ‘deki tenvin, muayyen olmayan cins ve adede işaret eder.
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi اَفْسَدُوهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةً cümlesi atıf harfi وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
İkinci mef’ûl olan اَذِلَّةً kelimesindeki tenvin nev ve kesret ifade eder.
اَعِزَّةَ - اَذِلَّةًۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
Cümlenin Allah tarafından Belkıs’ın sözünü doğrulamak için söylenmesi durumunda وَ istînâfiyyedir. Belkıs’ın sözü olduğu takdirde وَ , atıftır ve cümle hükümde ortaklık nedeniyle mekulü’l-kavle atfedilmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَذٰلِكَ , amili يَفْعَلُونَ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı, işaret edilen nimetin derecesinin faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd) Ebüssuûd Efendi, tezyîl ve itiraz cümlesi olduğu görüşündedir.
Mekulü’l-kavle dahil olan يَفْعَلُونَ cümlesi, takdiri هؤلاء (İşaret bunlar) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberin muzari fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
يَفْعَلُو - جَعَلُٓوا kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Belkıs hediye konusunu ve doğru görüşle ilgili öngörüsünü dile getirmişti. وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ ifadesinin, Allah tarafından Belkıs’ın sözünü doğrulamak için eklendiği de söylenmiştir. (Keşşâf)وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
Ayet atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavl’e matuftur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُرْسِلَةٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. اِلَيْهِمْ car mecruru مُرْسِلَةٌ ‘e müteallıktır. بِهَدِيَّةٍ car mecruru مُرْسِلَةٌ ‘e mütealliktir.
نَاظِرَةٌ atıf harfi فَ ile مُرْسِلَةٌ ‘e matuftur.
مَ istifhâm ismi بِ harf-i ceriyle يَرْجِعُ fiiline mütealliktir.
يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ cümlesi, ism-i fail نَاظِرَةٌ ‘ün mef’ûlun bihi olarak mahalen mansubdur.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَرْجِعُ merfû muzari fiildir. الْمُرْسَلُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُرْسِلَةٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
نَاظِرَةٌ kelimesi; sülâsî mücerredi نظر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُرْسَلُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
Ayet atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi مُرْسِلَةٌ , ism-i fail kalıbında gelerek, iki car mecrur اِلَيْهِمْ ve بِهَدِيَّةٍ için müteallak olmuştur.
İsm-i fail veznindeki فَنَاظِرَةٌ , haber olan مُرْسِلَةٌ ’e matuftur.
Mecrur mahaldeki فَنَاظِرَةٌ ’a müteallik olan بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mecrur mahalde يَرْجِعُ fiiline müteallik istifham ismi مَا ‘nın elif harfi harf-i cere bitişmesi sebebiyle hazf edilmiştir.
“Ne ile” manasındaki بِمَ lafzından elifin düşmesi haber مَا ’sı ile arasındaki farkı göstermek içindir. Bununla birlikte bu elifin yazılması da caiz olabilir. (Kurtubî)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَرْجِعُ - الْمُرْسَلُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
هَدِيَّةٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev için olabilir.
بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ cümlesi nasb mahallinde نَاظِرَةٌ ’un mef’ûludür. İsm-i fail olan نَاظِرَةٌ , fiil gibi amel ederek mef’ûl almıştır.
مُرْسِلَةٌ - مُرْسَلُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu söz, onun yapmaya azmettiği şeyi, onlara(ileri gelenlere) açıklamasının mukaddimesi niteliğindedir ve yapmak istediği şeyin sebebini ihtiva eder. (Âşûr)
بِهَدِيَّةٍ kelimesindeki بِ harf-i ceri musahabe içindir. (Âşûr)
ناظِرَةٌ kelimesi نَظَرَ ‘dan ism-i faildir ve burada انْتَظَرَ (beklemek) manasındadır. Yani Melike’nin bekleyeceğini ifade etmektedir. بِمَ يَرْجِعُ المُرْسَلُونَ cümlesi ise فَناظِرَةٌ ifadesi için açıklama cümlesi veyahut müste’nefedir. (Âşûr)
بِمَ يَرْجِعُ المُرْسَلُونَ cümlesinde بِ harfi- ceri يَرْجِعُ fiiline mütealliktir. İlişkilerinden dolayı istifham harfi olan ما ile birlikte müteallikına takdim edilmiştir. Çünkü istifham kelamın başında bulunur. (Âşûr)
Hz. Süleyman ile Hudhud kuşunun hikayesini dinleyen öğrenci, hocasının anlattıklarından anladıklarını not almaya çalışıyordu:
Belli bir ilme sahip olduğuna güvenen kişi, kendisine gelen yeni bilgilere açık olmalıdır. Zengin bir hükümdar ve peygamber olan hz. Süleyman’ın, küçük bir kuşu dinlediği gibi. Kişi, kendisine gelen haberlerin gerçekliğini ve sahip olduğu temel bilgilerle çelişip çelişmediğini de kontrol etmelidir. Hz. Süleyman’ın mektup göndererek işin gerçeğini öğrendiği gibi. Kişi, hangi mevkide olursa olsun, başkalarına danışmaktan vazgeçmemelidir. Mektubu aldıktan sonra önce yanındakilere danışan, sonra kararını uygulayan Belkıs gibi.
Ulaşması kolaylaşan ilim çok ama o ilmi hakiki manada alan az. Bildiğini iddia eden çok ama bilen yok denecek kadar az.
Yaygınlaşan bilgi oburluğu hastalığından korunun. (Bilgi oburluğu: araştırmadan ve üzerinde düşünmeden kafasına yatan ya da dikkatini çeken her bilgi kırıntısını kabul ederek yaymak.) Kaynağı belirsiz yazıları gerçekmiş gibi sorgulamadan kabul etmekten kaçının. Gerçek olup olmadığını bilmediğiniz bilgileri paylaşmadan önce düşünün. Yanlış bilgilerin yayılmasında rol oynamaktan korkun. Tek bir tuşa basarak bilgi paylaşmak kolay. Hesap gününü unutmak da kolay. O gün her şeyin sorulacağını bilen insan. Bunların da sorulacağını hatırlasın.
Ey arşın sahibi olan Allahım! Bizi; her gününe ve her işine, Senin adınla başlayanlardan eyle. Doğru bilgileri, doğru kitaplardan ve doğru insanlardan almamızda yardımcımız ol. İlim sonsuz iken, bildiğimiz kırıntılarla övünme hatasına düşmekten koru. Zihinlerimizi hayırlı ilimlerle meşgul et ve o ilimlerle kalplerimizdeki imanı güçlendir, hayatlarımızı bereketlendir, hallerimizi ve ibadetlerimizi güzelleştir.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji